T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ KÜRESEL VE BÖLGESEL ÇALIŞMALAR DÜNYA EKONOMİSİ DERSİ DARON ACEMOĞLU JAMES A. ROBİNSON ULUSLARIN DÜŞÜŞÜ SUNUM ÖZETİ Arın Özge Himmetoğlu 12944657 OCAK 2015 ANKARA
Daron Acemoğlu ve James A. Robinson Ulusların Düşüşü adlı eserlerinde; bazı ülkelerin zenginleşip bazı ülkelerin fakir kalmasında siyasal ve ekonomik kurumların rolünü inceleme konusu yapmışlardır. Ekonomik başarının temelinde kapsayıcı ekonomik kurumlar ve destekleyicisi kapsayıcı siyasal kurumlar olduğu anlayışı hakimdir. Eserin 7/Dönüm Noktası kısmında Sanayi Devrimi nin nasıl ve neden İngiltere de başladığı ve bu süreçteki başarının var olduğu iddia edilen kapsayıcı ekonomik kurumlar ve çoğulcu siyasal kurumlarla olan ilişkisine yer verilmiştir. Eserin 8/Bizim Çiftliğimizde Olmaz: Gelişimin Önündeki Engeller kısmında ise sömürücü ekonomik kurumların etkisinde olup İngiltere deki başarıyı gösterememiş ülke örnekleri üzerinden gidilmiş ve mutlakiyetçilik ve/veya siyasal merkeziyetten yoksunluğun buna sebep olduğu işlenmiştir. İngiltere de kapsayıcı siyasal kurumların ortaya çıkışında Görkemli Devrim e yoğun bir vurgu yapılır ve İngiltere yi bu devrim sürecine götüren süreç ve devamı anlatılır. Bu kısım, yaratıcı yıkım korkusuna bir örneklendirme ile başlamıştır. 1589 da William Lee, tekstil üretiminde çığır açacak örgü makinesini icat etmiş ve patent alabilmek için I. Elizabeth ile görüşmüştür. Bu isteği hem Elizabeth hem de halefi I. James tarafından reddedilmiştir. Eserde reddedilişin nedeni olarak, yüksek seviyede verim artışı sağlayacak olsa da bunun işsizliğe devamında da siyasal iktidarsızlığa yol açacağı, kraliyetin gücünü tehdit edeceği korkusuyla karşı çıkıldığı belirtilir. Yaratıcı yıkım korkusu güçlü hükümdarlar ve elitler tarafından beslenmekte olup, radikal değişikliklerin önünde engeldir. Peki bu sömürücü kurumlar 17.yüzyıla kadar tüm tarih boyunca bir norm iken, İngiltere de nasıl yıkılabilmiştir? Görkemli Devrim öncesi var olan siyasal ve toplumsal sürece bakmak gerekmektedir. İngiliz tarihinde monarşi ile tebaa, elitler ile yurttaşlar arasında çatışmalar belirli dönemlerde yaşanmıştır. Fakat 1215 te yaşananı farklı kılan iktidarın gücünü zayıflatacak yönde olmasıdır. 1215 te imzalanan Magna Carta ile ilk kez kralın yetkileri kısıtlanmış ve kralın vergileri yükseltmek için baronlara danışması zorunlu hale getirilmiştir. Kral ile baronlar arasındaki mücadele son bulmamışsa da, baronlar el ile tutulur siyasi güç elde etmişler ve Manga Carta nın etkisiyle İngiltere çoğulculuğa doğru adım atmıştır. 1265 yılında seçimle gelen ilk parlamento monarşinin gücünü daha da sınırlandırmıştır ve en önemlisi parlamentonun pek çok üyesi monarşinin gücünü arttırma isteğine şiddetle karşı çıkmıştır. 1381 yılında yaşanan Köylü İsyanı, siyasal iktidarın daha fazla kral ve lordlar arasında paylaşılmasına, halkın da sessiz kalamayacağını göstermişti. 1485 yılında Lanchaster ve York hanedanları krallık mücadelesinin kazananı Lanchaster hanedanlığından aday gösterilen Henry Tudor olmuştur. VII. Henry ve oğlu VIII. Henry ve başbakan Thomas Cromwell ile beraber siyasal merkeziyette artış yaşanmıştır. Manastırların Feshi ile birlikte kilise otoritesi ortadan kaldırılmış ve merkezileşme sürecine katkı sağlamıştır. Buradaki kayda değer nokta, bu siyasal merkeziyet aşamasının mutlakiyet şeklinde son bulmamış olmasıdır. Eserde, kurumların merkezileştirilmesi ile kapsayıcı
kurumların mümkün hale gelebilmiş olması arasındaki bağ vurgulanmakta, bunun daha geniş bir siyasal temsil talebini yarattığı belirtilmektedir. Tudorlar döneminde yaşanan siyasal merkezileşme süreci, siyasal ve ekonomik kurumların sömürücülüğünü engelleyememişti. Tekelleşme ekonomiye hakimdi. 17. Yüzyılın başında İngiltere tahtında Tudorların yerini Stuart hanedanı almıştı. Tahta çıkan ilk kral I. James ve oğlu I. Charles mutlakiyetçi düzen arzuluyorlardı. 1623 yılında parlamento Tekel Kanunu nu düzenleyerek, I. James in yeni yerli tekeller oluşturmasını engelleyebilmiş ise de, ekonomide sömürücü kurumların etkisi giderek arttırılmaktaydı ve parlamento ile şiddetli çatışmalar hakimdi. Parlamento düzenli biçimde toplanamıyordu, yargının bağımsızlığına müdahele edilmeye çalışılıyordu ve para cezaları ile harç uygulaması başlatılmıştı. Kraliyet Donanmasının desteklenmesi için ilk önce kıyısı olan vilayetler için sonra da iç kesimlerdeki vilayetler için zorunlu tutulan gemi parası alınması uygulamaya geçti. Tüm bu olanlar karşısında 1642 yılında Charles ile parlamento arasında yaşanan İç Savaş kaçınılmaz olmuştu. Parlamento içerisinde kendilerine karlı tekeller teklif edildiği için kral büyük destek görmüşse de Oliver Cromwell önderliğindeki parlamenterler kralcıları yenilgiye uğratmış ve Charles 1649 da yargılanıp, idam edilmiştir. Fakat bu yenilgi de monarşinin feshedilip, kapsayıcı kurumların ortaya çıkması ile sonuçlanamamış, Oliver Cromwell diktatörlüğü başlamıştır. II. Charles ve devamında kardeşi II. James ile yaşanan mutlakıyetçilik süreci bir başka iç savaşa neden olmuştur. Hollanda Genel Valisi III. William ın ordusuyla beraber, İngiltere yi mutlakiyetçi monarşi ile değil parlamentonun kuracağı anayasal bir monarşiyle yönetmek üzere tahta çıkması ile yaşan Görkemli Devrim in ardından parlamento ve William tarafından yeni bir anayasa hazırlanır. 1689 tarihli Haklar Bildirgesi önemli değişiklikler içermekteydi. Hükümdarın yasaları iptal edemeyeceği, kendisinin yasa hazırlayamayacağı, parlamentonun izni olmadan vergi koymanın yasadışı olduğunun tekrarı ve İngiltere de parlamentonun izni olmadan daimi bir ordunun olmayacağı düzenlendi. William yasalarda değişikliğe gitmeden, önceki kralların pek çok uygulamasını terk etti; yargı kararlarına müdahale, gümrük vergisi almak gibi. Siyasal kurumlardaki bu değişiklikler parlamentonun kral karşısındaki zaferini ve mutlakiyetçiliğin son bulduğunu göstermiştir. Herkes dilekçe yolu ile parlamentoya başvurabilirdi. Görkemli Devrim ile beraber çoğulculuğun artışı açıkça gözlemlenebiliyordu. Ekonomik kurumlarda, Sanayi Devrimi nin önünü açacak birçok değişikliğe gidildi. Mülkiyet hakkı güçlendirildi, aşırı vergilerle üretimi engellemek yerine reformlar yapıldı. Örneğin, her ocak ya da sobadan alınan yıllık ocak vergisi kaldırılarak, toprak vergilendirilmeye başlandı. Mali reformlara gidildi, 1694 yılında bir fon kaynağı olarak İngiltere Bankası kuruldu. Bunların dışında siyasal merkeziyetçilik amacı unutulmadı, devlet kapasitesi her yönden arttırılmıştı. Sanayi Devrimi sayesinde özellikle taşımacılıkta, metalürjide ve buhar gücünde büyük gelişmeler yaşandı. Bu noktada Görkemli Devrim ile başlayan kurumsal değişimler, ekonomik kurumlar daha emniyetli ve mülkiyet hakkının daha güçlü olmasının önemi açıktır. Gene de sömürücü kurumlar tam olarak yok olmamıştı. Sanayi ekonomisi gün geçtikçe gelişiyordu,
özellikle Manchester ve Birmingham gibi şehirlerde. Fabrikalarda ve sanayi merkezlerinde, işçi yoğunluğundan dolayı şikayetler ve ayaklanmalar kaçınılmazdı. 1819 yılında siyasal sistemi ve hükümetin politikalarını protesto etmek için miting düzenlendi. Büyük toprak sahiplerinin amacına hizmet eden Tahıl Yasaları na reddeden, eşit oy hakkı ve gizli oylama talep eden halkın bu baskısı ve 1830 Devrimi ile gelen toplumdaki şikayetler ve huzursuzluk, hükümet için tehdit yaratır hale gelmişti. Siyasal iktidarın dağılımını değiştirebilecek yaratıcı yıkım korkusu ile Reform Yasası çıkarıldı, oy hakkı tanınmamış olanlara oy hakkı tanıdı ve talepler doğrultusunda Tahıl Yasası yürürlükten kalktı. Eserin bu kısmının sonu Neden İngiltere de? sorusunun açıklamasıyla son bulur. Bu sürecin İngiltere de yaşanabilmesinin sebebi olarak, kurumların kapsayıcı doğası görülür. Magna Carta dan itibaren İngiltere de yaşanan her bir süreç siyasal çoğulculuğa doğru bir adım daha yaklaştırmıştır. Parlamento güçlenip, mutlakiyetçi düzenin karşısında durabilmesi, fakat bu süreçte devam niteliğinde bir mutlakiyetçiliğe izin verilmemiş olması, ülkenin kurumlarında değişiklik talep edenlerin güçlendiği, siyasal merkeziyetçilik sayesinde devletin kapasitesi ve gücünün artıp, sömürü ekonomik ve siyasal kurumlar yerini kapsayıcı kurumlara bıraktığı anlayışı hakimdir. İngiltere çoğulculuğu ve kapsayıcı kurumları sayesinde Sanayi Devrimi nin dönüştürücü etkisini başarılıyla gerçekleştirmiştir. Eserin 8/Bizim Çiftliğimizde Olmaz:Gelişimin Önündeki Engeller kısmında, her ülkeyi bir şekilde etkileyip kritik dönem yaratan Sanayi Devrimi nden yararlanamamış ülke örnekleri verilmekte ve İngiltere gibi ülkeler sanayileşmeye ve girişimciliğe hem izin verip hem teşvik edip ekonomik olarak büyüyebilmiş iken bunu başaramamış ülkelerin süreçleri incelenmiştir. Bu kısmın girişinde, matbaa makinesinin öneminin Batı Avrupa da hemen fark edilebilmiş iken, başka ülkelerde tepkiyle karşılanmış olmasına vurgu yapılmıştır. Örneğin; Osmanlı İmparatorluğu nda 1485 yılında çıkarılan bir fermanla Müslümanların Arapça baskı yapması yasaklanmış, 1727 ye kadar bu kural çok sıkı şekilde uygulanmış, bu tarihten sonra Sultan III. Ahmet tarafından, İbrahim Müteferrika ya bir matbaa makinesi kurması için izin verilmiş ise de, bir çok kısıtlamayı da beraberinde getirmiştir. Bu karşı çıkış, dönemin İngiltere si ile karşılaştırıldığında okuryazarlık ve eğitim açısından büyük uçuruma sebep olmuştur. 1800 de İngiltere de yetişkin erkeklerin yüzde 60 ı ve kadınların yüzde 40 ı okuryazar iken, bu oran Osmanlı İmparatorluğu nda tahminen yüzde 2 ila 3 oranına ulaşabilmiştir. Eserde bu noktada; kurumlardaki mutlakiyetçi ve sömürücü yapı sebep gösterilmekte, kitaplar ile herkes bilgiye rahat ulaşabileceği ve fikirler yayılacağından, nüfusu kontrol altına almanın zorlaşacağı ve siyasal iktidarın sarsılabileceği korkusuyla matbaanın yasaklandığı belirtilmektedir. Osmanlı İmparatorluğu yıkılana kadar mutlakiyetçi kaldı ve eserde mutlakiyetçi siyasal kurumların yarattığı sömürücü ekonomik kurumlarla İngiltere deki ekonomik değişikliklerin yaşanamayacağına dair örnek olarak sunulmuştur. Sanayileşmenin önündeki mutlakiyetçilik örneği olarak Rusya da işlenmiştir. Mutlakiyetçilik kendini bazen küçük grupların ya da elitlerin egemenliği şeklinde de gösterebilir. 19. Yüzyılda Rusya da, çarların nüfusun yüzde 1 ini temsil eden soylu sınıfın
desteğini alması gerekiyordu. 1905 yılında Duma kuruluncaya kadar parlamentonun varlığından ya da toplumun diğer kesiminin siyasal temsilinden bahsetmek mümkün değildi. Burada da kurumların sömürücülüğüne, mutlakiyetçilik ile kapsayıcı kurumların önünün kapatıldığına vurgu yapılmaktadır. Aynı durumun Avusturya Macaristan da da var olduğu, yöneticilerin yeni teknolojilerini ya da demiryollarını gibi alt yapı yatırımlarını engellediği belirtilmektedir. Ekonomik kurumların merkezinde var olan feodal düzen ve serflik, emek piyasasının oluşumunu engellemiş, ekonomik teşvik var olamamış, tekeller ve ticari alanda kısıtlamalar artmıştır. Eserde, sanayileşmenin önünde iki engel görüldüğü belirtilmektedir; mutlakiyetçilik ve siyasal merkeziyetçiliğin olmayışı ya da zayıflığı. Ortak noktaları ise yaratıcı yıkım korkularıdır. Çünkü eserde siyasal merkezileşmeye gösterilen direnç ile kapsayıcı kurumlara gösterilen direncin nedenlerinin aynı olduğu fikri hakimdir. Mutlakiyetçilik yüzünden Sanayi Devrimi nde başarı gösterememiş bir diğer ülke olarak İspanya örnek verilmektedir. 17. Yüzyılda mutlakiyetçilik, İspanya da güçlenmeye başladı. Mülkiyet hakkının hiçbir şekilde güvencesi yoktu, İngiltere de mutlakiyetçilik karşında ciddi karşı duruş sergileyen tüccarlar sınıfı burada etkin değildi, ticaret tekelleşiyor ve etkili bir vergi programı ortaya konamıyordu. Ayrıca ülke içinde önemli makamlar satışa çıkarılıyor, dokunulmaz satılıyordu. Eserde ekonomik ve siyasal kurumlar bu haldeyken, İspanya da sanayileşmenin gerçekleşememesi olağan bulunuyor. Afganistan, Haiti ve Nepal gibi ülkelerde bugün bile siyasal merkeziyetten yoksun ulusal devletler hakimdir. Düzenin ve mülkiyet haklarının hakim olmadığı merkezileşmeyi başaramamış bir devlette kapsayıcı kurumların ortaya çıkışı da mümkün olamamıştır. Eserin devamında mutlakiyetçiliğin sanayileşmeye engel teşkil ettiği Asya örneğinden bahsedilmiştir. Çin de, 960 1279 yılları arasında pek çok teknolojik yeniliğin yaşanmış; saat, pusula, barut, kağıt, kağıt para, porselen, demir döküm için maden eritme ocağı Avrupa dan çok önce icat edilmiştir. 1500 yıllarında Çin deki yaşam standartları Avrupa düzeyindeydi ve merkezi bir devlete sahiplerdi. Buna rağmen, sömürücü kurumlara dayalı büyüme, parlamentonun olmaması, siyasal temsilin olmaması, tüccarların riskli konumu, yeniliğe destek sağlanmaması ve siyasal istikrarın sanayileşmeden ön planda tutulması Çin ekonomisini durgunlaştırmıştır. Afrika mutlakiyetçiliğinin önemli bir örneği olarak Etiyopya karşımıza çıkmaktadır. Burada Rahip Johannes in mutlakiyetçiliğine vurgu yapılmaktadır, Hristiyan kralının Ortadoğu da İslam ın yükselmesi ile Avrupa ile bağlantısı kopmuştur. Etiyopya da çoğulcu kurumlar var olmadığı gibi mülkiyet hakkının da hiçbir güvencesi yoktu. Mutlakiyetçi rejimin zayıflamasına sebep olacak herhangi bir mücadeleye, krala karşı koyma sürecine de tanıklık edilmedi. Feodalizm 1974 yılına kadar varlığını sürdürmüştür. Somali ise eserde, siyasal merkeziyetten yoksun olmanın sanayileşmenin önündeki engeline ve yıkıcı sonuçlarına örnek olarak yer almaktadır. Somali tarihine bakıldığında altı
klan ailesinin hakimiyeti görülmektedir. Kan parası, şiddet ve kan davaları tehdidinin devamlı olduğu bir toplum olarak göze çarpmaktadır. Mülkiyet hakkını ve düzeni ve asayişi bile sağlayamayan bir merkezi devlet otoritesi yok iken, kapsayıcı kurumların da var olmayacağı belirtilmektedir. Eserin kısaca bahsettiğim bu iki kısmına ve aslında geneline hakim olan fikir, sömürücü siyasal ve ekonomik kurumların var olduğu ülkelerde yaratıcı yıkım korkusundan yeni teknolojilerin geliştirilmediği ve teşvik edilmediğidir. Mutlakiyetçilik ve siyasal merkeziyetten yoksunluk; tarih boyunca çoğulculuğun önünde engel olmuş ve kapsayıcı kurumlar aracılığıyla siyasal çoğulculuğa ve sanayileşmeye engel teşkil etmiştir.