Gazi Üniversitesi Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Merkezi 1 Araştirma Dergisi Research Quarterly.A. 1 Win~~~2QQ4/32
İNSAN OLARAK KADIN, KADININ TOPLUMDAKİ YERİ VE OSMANLI DAN KALMA ÖNEMLİ BİR BELGE Haydar TEBEROĞLU ÖZET Bu yazıda, kadın kavramının çeşitli kaynaklardaki karşılığı, toplumsal dinamikler içinde kazandığı anlamlar, çeşitli toplum büyüklerinin kadına bakışı ve kadın hakkındaki değerlendirmelerine yer verilmiştir. Yazıda ayrıca, Hacı Bektaş Veli yi kendisine rehber edinen bir aileye ait olan, Osmanlı Devleti zamanından kalma bir belge, günümüz harfleriyle yayımlanmıştır. Bu belge, kadınlar ve erkekler arasındaki eşitliği gösteren önemli bir el yazması belgedir. Yazının sonunda kadını konu edinen bir şiire de yer verilmiştir. ABSTRACT In this article, are mentioned the equivalent of the term woman in various works, its meaning in social dynamics, thoughts of various respected people about woman, and evaluations about woman. Besides this, in the study, a document from Ottoman time belongs to a family that followed the path of Hacı Bektaş Veli was updated and published. This document that indicates the equality between men and woman is an important manuscript. At the end of the article, a poem about woman was added. Anahtar Kelimeler: Kadın, Hacı Bektaş Veli, El yazması belge Key Words: Woman, Hacı Bektaş Veli, Manuscript Yeryüzünde yaşayan canlıların en gelişmiş, üstün vasıflı olanı insandır. İnsanın en büyük özelliği düşünebilmesidir. Düşünmenin temelinde akıl ve irade yatar. Tüm yaratılmışların (bitki, hayvan ve diğer varlıklara hükmettiğinden) en üstünü insandır. Semavi dinlere göre insan, Hz. Adem (A.S.) neslinden gelmiştir. Erişkin dişi cinsten insan olarak tanımlanan kadın sözcüğünün karşılığı; Arapçada nisa, İngilizcede woman dır. Eski Türk metinlerinde kadın yerine daha çok hatun kişi tabiri kullanılmıştır. Bu tabirin 16. yüzyıla kadar kullanıldığı görülmektedir. Kadını, adamın veya erkek cinsinin karşıtı olarak tanımlamak mümkündür. Kadın sözcüğüne alternatif olarak kullanılan bayan kelimesi ise zaman içinde daha nezaketli söyleyişlerde kullanılır hâle gelmiştir. Bunun yanında daha kaba bir ifade olarak evli (refikazevce) kadınlar için avrat veya karı tabirinin halk arasında kullanıldığını görüyoruz. Hanım sözcüğü ise hem kadınlar hem de yetişkin kızlar için kullanılmaktadır. Örneğin hanım kız, hanım kadın gibi. Bayan sözcüğünün, kadınlara saygının ifadesi olarak; ad veya soyadlarının başına getirildiğini görüyoruz. Örneğin: Bayan Ayşe, Bayan Teberoğlu, Bayan Mualla Hanım gibi. Kadın, insanlığın eski çağlarında çok kısa bir süre için anaerkil aile tipinde üstün duruma yükselmişse de bütün sonraki dönemlerde kadını dünyanın bütün toplumlarında kadını arka
plana atmıştır. Yüzyıllar içinde kadın itilmiş, kakılmış, ağır işlerde çalıştırılmış ve fuhuş için satılmıştır. Bütün bunların temelinde kadının sosyal yapıda değerini kaybetmesi yatmaktadır. Kadının aile reisi konumunda olduğu bazı ilkel toplumlarda yine mülkiyetin paylaşımı hususunda geride kaldığı görülmektedir. Mal taksiminde ortaya çıkan bu farklılık aslında kadın ve erkeğin toplumsal konumuyla ilgili tarihsel şartlanmaların sonucudur. Yine tarih içinde göbek bağından dolayı; soy zincirinin kadın soyuna göre hesaplandığını da görüyoruz. Buna neseb bağı da denilmektedir. Engels, Ailenin Kökeni adlı eserinde yukarıda bahsettiğimiz sosyal yapının ve kadın erkek arasında ortaya çıkan ayrımcılığın nedenlerini ayrıntılarıyla açıklar. Bütün ilkel inanışlar, kadının erkeklerden eksik ve aşağı olduğunu ispata çalışır. Kadına eşit hakları asla vermezler. Fransa da Feminisme akımıyla kadınların erkeklerle eşitliklerini sağlanmaya çalışılmıştır. Günümüz dünyasında ekonomik seviyesi ve eğitim seviyesi düşük toplumlarda kadının hâlâ horlandığını ve aşağılandığını, fuhuş batağı yüzünden milyonlarca kadının onurunun ayaklar altına alındığını görüyoruz. Kadının yüzünün karası, erkeğin elinin kınası. düşüncesi bazı erkekler için övünme tarzı hâline gelmiştir. Bu bir insanlık ayıbıdır. Çünkü bir elmanın bir yanı kadın, diğer yanı ise erkektir. Erkek ve kadın birbirini tamamlayan eşlerdir. Kadınlar hem bünye (vücut) hem de duygu olarak çok narindir. Hristiyanlığın ve İslâmiyetin yayıldığı yıllarda, kısmen kadına bazı haklar verilmiş ise de insanlığın karanlık çağlarında cahiliye devrinin alışkanlıklarının ağır bastığını ve kadınlara verilen hakların uygulanmadığını görüyoruz. Örneğin Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V.) bir hadislerinde, Cennet annelerin ayağı altındadır. buyurmuştur. Bu ne yüce bir iltifattır. Çünkü anne de bir kadındır. Cahil kabileci Arap toplumu kadına verilen değeri ayaklar altına alarak; kadını burkası, peçesi ve dört duvar arasına hapis etmiştir. Kadın İslâm dininin nimetlerinden yararlandırılmamıştır. Yüce kitabımız Kur an-ı Kerim de, kadınla ilgili 102 (yüz iki) ayet yer almasına rağmen İslâm ülkelerinde kadın hakkettiği konuma ne yazık ki gelememiştir. Bu bir insanlık ayıbıdır. Cumhuriyetimizin kurucusu ulu önder Mustafa Kemal Atatürk, 3 Şubat 1923 tarihinde İzmir de yaptığı bir konuşmada, Kadının en büyük görevi analıktır. diyerek kadının analık görevinin kutsallığını vurgulamıştır. Ayrıca Atatürk, kadının analık görevini başarıyla yerine getirebilmesi için kadınlara erkekler gibi eğitim imkânı verilmesi gerektiğini ve toplumsal hayatta kadın ve erkeğin birbirlerine destek olmaları gerektiğini söylemiştir. Nitekim Tevhid-i Tedrisat Kanunu yla kız çocuklarının okuması zorunlu hâle getirilmiştir. Cumhuriyet devri kanunlarında kadın hakları kesin çizgilerle çizilerek; kadın- erkek eşitliği prensip olarak benimsenmiştir. Türk Medeni Kanunu kadın-erkek eşitliğini özel hukuk alanında o günün şartlarında hiç eksiksiz sağlamıştır. Mirasta, karı-koca ilişkilerinde, hatta şahitlikte bile, erkekten farklı bir konumda olan kadın, Medeni Kanun un yürürlüğe girmesiyle yargıcın (hakimin) önünde erkekle eşit bir duruma getirmiştir. Bu durum, toplumda Türk kadınının önünü açmıştır. Ticaret ve iş hayatında kadın dünyada ilk defa hak ettiği konuma gelmiştir.
1930 yılında yayımlanan Belediyeler Kanunu ile Türk kadını ilk defa seçme ve seçilme hakkını elde etti. 1933 te yayımlanan Köy Kanunu ile de muhtar ve ihtiyar meclisi üyesi seçilme hakkı Türk kadınına ulu önder Mustafa Kemal Atatürk tarafından verilmiş oldu. 1924 Anayasasının 10 ve 11. maddeleri 1934 te 2599 sayılı kanunla değiştirildi. Bu sayede Türk kadını, Türkiye Büyük Millet Meclisi seçimlerinde seçme ve seçilme hakkı kazandı. Böylece, Avrupa ülkeleri ve Amerika dan önce ve daha geniş ölçüde erkeklerle eşit haklara sahip olan Türk kadını, 1961 Anayasası nda aldığı tüm haklarını koruyarak geliştirmiştir. 1961 Anayasası nın 12. maddesi şöyledir: Türkiye de cinsiyet farkı gözetilmeksizin herkes kanun karşısında eşittir. Hatta aynı anayasanın 43. maddesi, çalışma şartları bakımından kadınların, çocuklar ve gençlerle birlikte özel şartlarda korunacağı hükmünü getirmiştir. Böylece, kadının kanun önünde erkeğin önüne geçtiği söylenebilir. Kadının hakkı, insanlık tarihi boyunca ana hakkı, analık hukuku terimleriyle korunmaya çalışılmış olsa da bu mümkün olmamıştır. İkinci Dünya Savaşı ndan sonra UNESCO, kadın haklarını gündeme getirerek Kadın Hakları Beyannamesini yayımlamıştır. Türk kadınından sonra dünya kadınlarına verilen bu haklar ne yazık ki devletlerin kanunlarında cinsiyet ayrımını kaldırmış olmakla beraber; kadının evrensel ölçüdeki hakları uygulamada erkeklerinkine eşit değildir. Anadolu bozkırında 13. yüzyılda, görüşleriyle dünyaya ışık saçan büyük insan Hünkâr Pir Hacı Bektaş Veli Hazretleri kadına lâyık olduğu değeri vermiştir. Onun tarihe mal olmuş vecizelerinden birkaç tanesi şöyledir: - Kadınları okutunuz. - Kızlarınızı okutunuz; çünkü onlar geleceğin anneleridir. - Nefsine ağır geleni; kimseye tatbik etme. - Hiç bir milleti ve insanı ayıplamayınız. - Erkek pirinden; kadın, erinden sorulur. Eski Türk edebiyatında 15. yüzyıldan itibaren cönklerde Alevi-Bektaşi kadın şairlere rastlamak mümkündür. Örneğin: 15. yüzyılda Hafız Hatun, Leylâ Hatun; 16. yüzyılda Laima Hatun, Havva Hatun, Durriye Hatun; 17. yüzyılda Sakine Hatun, Latife Hanım; 18. yüzyılda Sakine Hatun, Leyla Hatun, Kaduncuk Hatun, Meryem Hatun; 19. yüzyılda Şah Sultan, Nazmiye Hatun, Şerif Bacı, Nehri Bacı, Hayriyye Bacı, Afife Bacı, Havva Ana ve diğerleri ile yirminci yüzyılda hele de Cumhuriyet yıllarında yüzlercesinin adını yadetmek mümkündür. Hünkâr Pir Hacı Bektaş Veli, gönülle hem insana hem de Hakk a ulaşılacağını; kadın, erkek, ırk, din, mezhep (içtihat) ayrımı olmadan, insanın merkez (çekirdek) olduğunu söylemiştir. Hünkâr Pir Hacı Bektaş Veli felsefesi yaratılmışların içinde sadece insanda var olan akıl, izan ve hoşgörüyle özdeşleşerek tüm dünyaya yayılmıştır.
Pir Hacı Bektaş Veli, kadına büyük değer vermiş. Kadını hiçbir zaman ikinci sınıf birey olarak görmemiş; kadına sadece erkeğin karşı cinsi olarak bakmamış, diğer yarısı olarak görmüştür. Pir Hacı Bektaş Veli, kadına İslâm ın bağnaz (gerici) kesiminin gözünden asla bakmamış, dört duvar arasında kalmaması gerektiğini savunmuştur. Kadınla, erkeğin yan yana, mutlu, birbirine kardeş, yoldaş, ana, bacı, evlat, eş olduğunu savunmuştur. Bizim sayfalarca yazacağımızı o büyük Pir Bektaş Veli, bakınız bir dörtlükte ne kadar öz anlatmıştır: Erkek, dişi sorulmaz muhabbetin dilinde. Hak kın yarattığı her şey, yerli yerinde. Bizim nazarımızda kadın, erkek farkı yok. Noksanlık, eksiklik senin görüşlerinde. Pir Hacı Bektaş Veli nin felsefesinde kadın, Allah ın Cemal (yüz güzelliği) isminin; erkek de Celâl (hiddet-sertlik ) isminin bir tecellisi olarak görülmüştür. Hacı Bektaş Veli, ailenin kutsallığını; evlenmenin Allah ın emri olduğunu vurgulamış, mücerretliği (evlenmemeyi) ısrarla menetmiştir. Pir Hacı Bektaş Veli, dört kapı kırk makamı sayarken Ahd-i nikah eylemenin dokuzuncu bab (makamı) olduğunu belirtmiştir. Erkek ve kadına eşit sorumluluk vermiştir. Pir Hacı Bektaş Veli, Erkanname sindeki evlilik akdini (nikahı) evlâdı Resül soyundan olan pir ya da mürşit yüzyıllar boyu uygulamışlardır. Gençlerin reşit olmaları şartıyla, vekalet alınmadan bizzat kendilerinin katılımıyla, şahitlerin ve mevcut cemaatin huzurunda evlenmeleri sağlanmıştır. Evlenen gençlerden, kul hakkı yememek, zina yapmamak, livata yapmamak, çocuğunu diri diri öldürmemek gibi diğer nasihatlerle Kur'an-ı Kerim de belirtilen emirlere uymaları istendikten sonra; Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa nın (S.A.V.) kavli, altıncı torunu İmam Cafer-i Sadık ın içtihadı üzerine nikahları kıyılmıştır. Ayrıca, eşini öldürmeye teşebbüs, zina ve çocuğunu bile bile öldürmeye kalkma suçları dışında boşanmaya cevaz verilmemiştir. Nikahı kim kıydı ise boşanmayı da aynı kişilerin yapması uygun görülmüştür. Nikah kıyanlar vefat etmiş iseler vekillerinin halk mahkemesi yaparak bir karara varmaları tavsiye edilmiştir. Kısacası bugün Türkiye Cumhuriyeti Medeni Kanunu nda yerini alan; evlilik müessesesi ve kadın hakları Pir Hacı Bektaş Veli tarafından yüzyıllar öncesinde kurumsallaştırılmıştır. Onun felsefesine ve biatına bağlı kişiler Kadını erene (kocasına); erini de Pirine bağlamışlardır. Bu ilkeleri yüzyıllar boyunca uygulayarak toplumun sosyal düzenini sağlamışlardır. Pir Hacı Bektaş Veli, Horasan yolu ile Orta Asya dan gelen Ali evlat nesli Muhammed in pak soyundan olan ocakzadeleri geliş sırasına göre Makalat-ı Karadeniz adlı deftere hem kayıt etmiş hem de ocakları silsile yoluyla birbirlerine ve en sonra da kendilerine biatla (ikrarla) bağlamıştır. Bu ailelerin her birine o tarihten itibaren ocak denmeye başlanmış olup; bu ocakların ikrar bağı bozulmadan günümüze kadar gelmiştir. Pir Hacı Bektaş Veli ye biatla (ikrarla) bağlı canlar, Ulu Veli nin sözlerinden çıkmamışlar; yüzyıllar boyu bu evrensel görüşü savunmuşlardır. Kadına karşı yapılan haksızlığı ve yobazlığı asla kabul etmemişlerdir. Bu ocaklardan birisi de 13. yüzyılda Çubuk İlçesi Sele köyünün kurucusu S. Siyami Fakı Hazretleri nin oğlu Seyyid Kalender Veli Hazretleri dir. S. Kalender Veli Hazretleri nin büyük oğlu Hamdi Sultan ın ve neslinden gelen evlâtlarının Hünkâr Pir Hacı Bektaş-i Veli nin izinde olduklarını; kadına, erkekle eşit oranda hak
verdiklerini gösteren bir belgeyi buraya alıyoruz. Belgenin aslı, okunuşu ve günümüz Türkçesine çevrilmiş şekli aşağıdadır. Okunuşu: Tuğra Sultan Mahmut Han Hazretleri Yüz kuruştan bin kuruşa kadar olan ve bey ve şirâ kıymeti yazılmak için varaka-i niyabiyedir. El-emru kema zükira fihi Kıymeti yirmi para. Nemmekahu l fakir ileyhi l gani Çubukabât kazısından Seyyid Hüseyin Kâni Mühür: Seyyid Hüseyin Kâni Vech-i tahrir-i huruf oldur ki, Çubukabât kazası kurasından Karkın kariyesi ahalisinden olup bundan akdem vefat iden Ali Efendi ibni Ahmed Efendi bin Mustafa nın veraseti sulbi-i kebir oğlu Yahya Efendi ve sulbiye-i kebire kızları Anakız ve Ayşe ve Fatımı ve Melek hanımlara munhasıra ve mesele-i mirasları bihükmi l feraiz altı sehimden olup siham-ı mezburdan iki sehmi ibn-i mezbur Yahya Efendi ye ve birer sehimden ceman dört sehmi benat-ı mezburat Anakız ve Ayşe ve Fatma ve Melek hanımlara isabeti badet tahakkuku ş şeri zatları tarif-i şer-i ile muarefeler benat-ı mezburât Anakız ve Ayşe ve Fatma ve Melek hanımlar meclis-i şer-i şerif-i enverde tereke-i müteveffa-yı mezbur bi l verase vad -ı yed-i mütehakkık olan ibn-i mezbur Yahya Efendi mahzarında her biri ikrar ve takrir-i kelâm idup bizler verese-i kibar olduğumuzdan müverrisemiz babamız müteveffa-yı mezburun bi l cümle tereke-i malumesini beynimizde her birimiz bi r razı iktisam ve hisse-i irsiyelerimizi ahz u kabz ve istifa-yı hak eylediğimizden sonra müverrisemiz babamız müteveffa-yı mezbur Ali Efendinin terekesine müteallıka amme-i deavi ve mutalâbad ve kââffe-i iman ve muhasemattan her birimiz aharın zimmetini ibra-i âm rafiu l hisam ile ibra ve iskat idip ve yine her birimiz aharın ibrasını ber minval-i muharrer kabul iyledik didiklerinde kıbbe t tasdiki ş şeri mâ vakaa bi t talep ketb olundu fi l yevmi l hamis ve l ışrîn mine l muharremi l haram li-sene tisîn ve mieteyn ve elf. Şuhudü l hâl: Emir oğlu Hasan İmam Ali Efendi Emir oğlu Mehmed
Peşteli oğlu Mustafa Kemikkıran oğlu Mehmed Günümüz Türkçesine Çevirisi: Tuğra Sultan Mahmut Han Hazretleri Yüz kuruştan on kuruşa kadar olan satış işlemlerinde kullanılmak üzere matbu kâğıttır. Yazan: Çubukabât kazasından Seyyid Hüsyin Kâni Efendi Bu belgenin yazılış sebebi şudur: Çubukabât kazasına bağlı köylerden Karkın köyü sakinlerinden olan ve bir süre önce ölen Mustafa oğlu Ahmed Efendi oğlu Ali nin mirası, büyük oğlu Yahya Efendi ve büyük kızları Anakız, Ayşe, Fatma ve Melek hanımlara kalmıştır. Miras, altı paydan oluşmaktadır. Bunlardan ikisi Yahya Efendi ye ve birerden toplam dört payı da kızlara düşmüştür. U mirasçıların her biri mahkemeye gelerek mirası aralarında paylaştıklarını, her birinin mirası aldıklarını, kimsenin kimseden alacağı olmadığını, aralarında hiçbir ihtilâfın çıkmadığını söylediklerinden dolayı mahkemece kendi istekleri üzerine bu belge düzenlenmiştir. 1290/1873 yılı Muharrem ayının yirmi beşinci günü. Yazımızı, kadınla ilgili tarafımızdan yazılan bir şiirle bitirelim. Şahitler: Emir oğlu Hasan İmam Ali Efendi Emir oğlu Mehmed Peşteli oğlu Mustafa Kemikkıran oğlu Mehmed KADIN Hatundur kadın kişi, Analıktır onun işi, Cinsiyeti bil, dişi.
Evlât anaya muhtaçtır. Yâr olan başa taçtır. Kadın sözü bil ilaçtır. Gariptir kadın kişi. Hassastır yürek başı. Bir tülbente sığar başı. Kadın çocuk büyütüyor. Bilgisince eğitiyor. Her dertleri öğütüyor. Kadın çalışkan olursa; Eşi de başına yârsa; Kadrini bileni bulursa Kadının tadına doyulmaz. Anadan ayrı durulmaz. Ana, yârdan ayrılmaz. Kadındır nesli üreten. Ana dilimizi öğreten. Rahimde cenin geliştiren.
Kadın aydın olursa. Bir de dengini bulursa; Edepli, uslu durursa. Hepisinin birdir teni. Analar var etti seni. TEBEROĞLU kendini tanı. DİPNOTLAR Haydar TEBEROĞLU Öğretmen, Araştırmacı Yazar Bu belgenin aslı Kara Velî oğlu Ahmet Kuzukıran da olup; G. Ü. Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Merkezi uzmanı Hacı YILMAZ tarafından okunup günümüz Türkçesine aktarılmıştır. Bir nüshası Araştırma Merkezinde bulunmaktadır.