Geçtiğimiz yıl ilki İstanbul Aydın Üniversitesi Türkiye Araştırmaları Merkezi Başkanı Zeynep Banu Dalaman koordinatörlüğünde gerçekleştirilen Birleşmiş Kentler Okulu bu sene de farklı bir formatla ve Kentin İzleri mottosuyla yedi hafta boyunca her cumartesi İstanbul un farklı semtlerinde ve farklı mekânlarında hem gezip hem şehre dair her şeye tanıklık edecek olan öğrencilerin, on altı farklı mekânda pek çok akademisyen, sanatçı, yazar ve gazeteciyle birebir tanışıp, onların deneyimlerinden faydalanma imkânı buldukları Birleşmiş Kentler Okulu nda üçüncü haftasında yine birbirinden değerli konukları ağırladı. Konuşmacılar arasında İstanbul Aydın Üniversitesi Fen-Edebiyat Fak. Psikoloji Bölüm Bşk. Prof. Dr. ÖMER ÖZYILMAZ, Galatasaray Üniversitesi Öğretim Görevlisi Doç. Dr. DİDEM DANIŞ, İstanbul Aydın Üniversitesi Sosyoloji Bölüm. Bşk. Prof. Dr. MAHMUT ARSLAN, İAÜ Eğitim Fakültesi Dekan Yardımcısı Prof. Dr. UĞUR TEKİN, İstanbul Arel Üniversitesi İletişim Fak. Dekanı Prof. Dr. ŞERMİN TEKİNALP, İAÜ Yerel Yönetimler Program Başkanı Dr. NEŞE SAĞLAM, İstanbul Bilgi Üniversitesi Göç Araş. Ve Uyg. Merk., Sosyolog NEŞE ERDİLEK ve ikini oturumun moderatörlüğünde Yerel Yönetimler Programı Üyesi Dr. Fatih Turan YAMAN ın katılımlarıyla gerçekleşti. Birbirinden kıymetli ve alanında uzman isimlerin yer aldığı ve Beyoğlu Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezinde gerçekleşen etkinlikte konuşmacılarımız Kent ve Göç konusunu ele aldılar. GÖÇ BİR İNSANLIK GELENEĞİDİR Kent oluşumunu ve bu süreçte kentlerle içinde yaşayan insanların bütünleşme ve varolma süreçlerinde ki etkileşimlerin tarihinden bahsederek konuşmasına başlayan Sn. Uğur TEKİN in sözlerinde bazı kısımlar şöyle: Kent ve göç birbirini tetikleyen süreçlerdir. Dünyada hiçbir kent yoktur ki büyürken göç almasın. İstanbul da diğer büyük şehirler gibi göçle oluşmuş bir şehir. Türkiye de 1950lerden sonra kentlerde ciddi bir nüfus artışı vardır. 1950 ve 1980 arası kentleşme sürecidir Türkiye de. Göç sosyolojisinde temel bir kural vardır. İnsanlar bir bölgeyi terk edip başka bir bölgeye gidiyorsa iki bölge arasında belirli farklar vardır. Gittikleri bölge hukuki ya da ekonomik olarak daha iyi durumda olmalıdır ki insanlar bu göç sürecine katılsın. Ancak göç sürecine herkes katılmaz. Göçe katılanların belli yetenekleri belli eğilimleri belli bir yaş grubu olması gibi özellikleri vardır. Bu etkenlerle kırdan kentlere göçler olmuş. Şehirler çekim alanları olmuştur. Günümüzde nüfusun %80i şehirlerde yaşamaktadır. Artık dünyada da yaşam tarzı şehir yaşamı olmuştur. Şuandaki dünya toplum yapısına şehir toplumu demek mümkündür.
GÖÇLER BİR KENT GERÇEĞİ OLDUĞU KADAR AYNI ZAMANDA İNSANLAR İÇİN BİRER TRAVMA HALİDİR Göç olgusuna genel bir bilgilendirme yaparak değinen Sn. Ömer ÖZYILMAZ, kente göç eden insan topluluklarının yaşadıkları değişimi ve göç edilen kente adaptasyon süreçlerinde yaşadıkları sosyolojik ve psikolojik değişimleri ele alarak konuşmasını sürdürdü. Sn. Ömer Özyılmaz ın konuşmasından bazı kısımlar şöyle: Göç; siyasal, sosyal, kültürel, ekonomik, dini gibi sebeplerle genelde zorunlu olarak yapılır. Göç iç göçler ve dış göçler olarak ikiye ayrılır. İç göçler de sürekli iç göçler ve mevsimlik iç göçler olarak ayrılır. Daha çekici olan yere göç edilir. Genelde Türkiye de köyden kente göç olur. Ya da küçük kentlerden büyük kentlere göç olur. Göçün sebeplerine baktığımızda köyde iş ortamı oluşturulmazsa insanlar oradan ayrılma ihtiyacı hissederler. Tarım alanlarının yetersiz kalması ya da tarımda makineleşme olgusu gerçekleşirse insanlara iş ortamı olmaması köyden kente göç için önemli ekonomik faktördür. Bir toplumun yapısını anlamak için göçün hangi sebeplerle gerçekleştiğine bakmak lazım. Çünkü göç insanların zihinsel yapılarında köklü dönüşüm ve değişimler yapmaktadır. Ben Erzurumluyum. Erzurum un köyünden kente göçtük. Sekiz kardeştik babam bizi okutabilmek için kente göçtü. Göç yetişkin açısından bir travmadır özellikler zorunlu göçse. İnsanın doğup büyüdüğü yeri, arkadaşlarını, komşularını terk etmesi bir travmadır. DİDEM DANIŞ GÖÇLERE VİCDANİ BOYUTLARDA YAKLAŞMAK LAZIM.. Kentin ve kentin en önemli unsurlarından biri olan kent halkının göç kavramıyla tanışmasını ve bu sürecin tarihi ve sosyolojik boyutlarını ele alarak konuşmasına başlayan Sn. Didem Danış ın konuşmasından kısa kesitler şöyle: İstanbul da yaşayanların %35i İstanbul doğumlu. Benim aile kökenlerimde İstanbul a göçle gelmiş birisi olarak net bir biçimde kendimi İstanbullu hissediyorum. İstanbul nüfusu her zaman göçlerle büyümüş bir kent. Fatih Sultan Mehmet İstanbul u ilk aldığı zaman, bu mekânı şenlendirmek için İskân politikaları güdüyor. Bu da daha önce aldığı yerlerdeki nüfus gruplarını İstanbul a yerleştiriyor. Trabzon dan Kırım dan nüfus grupları
getiriliyor. İspanya da engizisyon dönemindeki büyük baskılardan kaçan Yahudi ve Arap nüfusu kabul ediliyor. İstanbul nüfusun gücüyle ekonomik olarak kalkınıyor. 1800 başlarında 400.000 nüfuslu ve Avrupa nın en büyük kentlerinden birisi oluyor. Bir süre sonra İstanbul nüfusu başa bela oluyor. Köyden kente göç çoğalıyor. İnsanlar köyünü, tarımı ve çiftçiliği bırakıyor. Bu sefer de şehirdeki bu nüfusu kim besleyecek? Böyle bir soru ve sorunla karşılaşıyoruz. Bu göçleri engellemek için de ilginç vergiler var. Örneğin çift bozan vergisi. Yani çiftini bozup, tarımı bırakıp şehre göç edenlere zorunlu bir vergi getiriliyor ki köyleri terk etmesinler. Bugünün başbakanı Recep Tayyip Erdoğan zamanında büyükşehir belediye başkanı döneminde benzer öneriler getiriyordu. Önerilerinden biri 1994 teki başkanlığı sırasında İstanbul a vize uygulamasıydı. İstanbul un şuan resmi olarak nüfusu 14milyon, 2030 yıllarda 23-25 milyon nüfus projeksiyonu yapılıyor İstanbul için. Bu muazzam bir artış. Bunun dengesiz büyüme politikası olduğunu düşünüyorum. Bir ülke ekonomik kaynaklarının büyük bir bölümünü bir kenti ihya etmek için harcarsa diğer kentler kaçınılmaz olarak yatırımsız kalır. İstanbul a yönelik son projelere bakarsak; 3. Havaalanı projesi, 3.köprü projesi, Marmaray projesi son birkaç aşaması devam ediyor. Bunlara bakarak yatırımların çoğunun İstanbul a yapıldığını görüyoruz. Bu dengesiz büyüme tehlikeli bir yöne doğru gidiyor. MAHMUT ARSLAN Göç ve göçle gelen yeni yaşam biçimlerinin toplumda ne gibi değişimlere yol açtığını tarihi ve sosyolojik bir perspektifle açıklayan Sn. Mahmut Arslan ın sözlerinden bazı noktalar şöyle: Türkiye 2.Dünya Savaşına girmedi ama çok büyük etkilerle çıktı. Örneğin savaş sırasında ilaç ithal edilemediği için basit hastalıklardan kitlesel ölümler ortaya çıktı. Türkiye de o dönemde nüfus istatistiklerine, ölüm istatistiklerine baktığımız zaman savaşa girmediğimiz halde Türkiye nin nüfus olarak ve tarım ekonomisinin çöktüğünü görüyoruz. Savaş sonrası Türkiye de Marshall yardımı kapsamına alındı. Bu yardımlarla karayolları seferberliği başladı. Belki karayolları seferberliği olmasaydı köyden kentlere göç daha geç
olabilirdi. İnsanların kasabalara kentlere gidiş gelişleri kolaylaştı.1950 den önce insanlar köyde doğup köyde ölüyorlardı. Köyü terk edip kente gelmek basit turistik bir olay değildir. Kent hayatı köy hayatından farklıdır. Köyde cenaze olur herkes cenazededir, düğün olur herkes düğündedir. Şehir hayatında apartmanda alt kattan cenaze çıkar, üst katta düğün olur. Köy hayatında biz bilinci vardır. Bu geçiş döneminde insanlar ipi kopmuş tespih tanelerine dönerler. ŞERMİN TEKİNALP Konuşmasında çok kültürlülük ve çoğulculuk kavramları üzerinde durarak başlayan Sn. Şermin Tekinalp öğrencilerimize göç sosyolojisi ve toplum iletişimi üzerinde önemli bilgilendirmelerde bulundu. Şermin Tekinalp ın konuşmasından bazı satır başları şöyle: Sosyologların tartıştığı üç büyük kuram vardır. Bunlardan bir tanesi modernizm, bir tanesi Marksizm tezidir diğeri de liberalizm tezidir. Modernizm, insanların gelişmesi için batı tarzı modernleşmesi gerekir kısaca özü budur. Batı ile doğu arasındaki gelişmişlik ve az gelişmişlik farkını Batılı sosyologlar gelişme üzerine kurmuşlardır. Doğunun demokratikleşmesi ekonomik olarak gelişmesi, insan hakları gibi konularda kendisini geliştirmesi için batı tarzı modern toplumlar olması gerektiğini savunmuşlardır. Yıllarca bu tez savunuldu ancak bu tezin iflas ettiği görüldü. Dünya bir kaos içinde. Batının ortaya koyduğu insan hakları, demokrasi, dünyanın bütün ülkelerinin eşit düzeyde gelişmesi gibi tezler çöktü. Bu sefer yeni bir tez ortaya atıldı. Bu teze post-modernizm dendi. Post-modernizm; modernizmin gelişmeyi sağlamadığı bilakis ahlak çöküntüleri, sömürü, demokrasi ve insan haklarındaki ihlaller nedeniyle modernizmin iflas etmesi nedeniyle 1960 lardan sonra güncel bir tez olarak alkışlandı. Post-modernizm; bırakın gelişmeyi insanlar istediği gibi yaşasınlar, istedikleri gibi kimlerini kullansınlar kendi kültürleri içinde mutlu olsunlar. Başlarda bu tez çok güzel göründü. Sonra bu tez de eleştirilmeye başlandı. Çünkü modernizm nasıl bir ırkçılıksa yani benim gibi olmazsan adam olmazsın teziyse; post-modernizm de bırak kendi haline kendi kültürüyle, kimliğiyle ister geri kalsın, ister okusun ister okumasın istediği gibi yaşasın. Aslında bu üzeri şekerle kaplanmış başka bir ayrımcılıktı. O ırkçılık bu da ırkçılık. Liberalizm, insanları tamamen hem gelişme de hem de kimliklerini serbestçe ortaya koymada
olanaklar sunan, en demokratik ve insan haklarına dayalı bir tez olarak ortaya çıkmıştır. Ancak bugün liberal tezlerin yine sömürüden yine ayrımcılıktan kurtulamadığını görüyoruz. Getto; Venediklilerin daha sonra Yahudilerin Ortadoğu dan, kendi yerlerinden edilen Yahudilerin daha sonra yerleştikleri mahallelere getto deniyor. Daha sonraları göçmenlerin toplandıkları bölgelere getto deniyor. Gettolaşma ayrışmayı meydana getiriyor. Gettoda yaşayanlar kendi yaşam biçimlerini oralarda dayatmaya başlıyorlar. Yoksulluk, işsizlik, dışlanma yıllar içinde topluma yabancılaşmayı ve hiddeti körüklüyor. Ulusal kültür çok zor oluşan bir olgudur. Tarihi, psikolojik ve ideolojiktir. Bir anda da yok edilemez. Ulusal kültürde biz ve öteki vardır. NEŞE ERDİLEK Türkiye yi kuran kurucu kadronun neredeyse tamamı göçmendi. Türk toplumunun kültürel tarihinden örnekler vererek sözlerine başlayan Sn. Neşe Erdilek konuşmasında şu noktalara değindi: Türkiye de değişimin en temel unsurlarından biri göçtür. Cumhuriyetimizin kurulduğu dönemlerde daha çok belirleyici olmuştur. Türkiye yi kuran kurucu kadro neredeyse tamamı göçmendi. Balkanlarda Osmanlının kaybettiği topraklardan gelmişlerdir. Türkiye nüfusu 50 yılda 50 milyon arttı. Son 35 yılda ise ülke içinde 21milyon kişi göç etti. Büyük kentlerdeki nüfusun yapısı radikal biçimde değişmiştir. İnsanlar kente göçtüğünde değişmektedir. Yeni topluma uyum sağlamak için yeni mekanizmalar geliştirmektedir. Göçen insanlar eğitime daha fazla sarılırlar. Eğitimle sınıf atlayabileceklerini daha ileri hedeflere varabileceklerini gözlerler. Meslek sahibi olmaları gerekmektedir. Ekonomiye canlılık getirdiler. Türkiye şuanda belli bir ekonomik seviyeye geldiyse bu göçen insanların enerjisiyle olmuştur. Amerika ya giden göçmenler o toplumda tırnaklarıyla tutunma çabası içinde Avrupa yı geçme enerjisi yarattılar. Bu anlamda göçün toplumları canlandırıcı çok ciddi etkisi vardır. Göç her insan için travmadır. O travmayla baş edebilirseniz var oluyorsunuz ya da yok oluyorsunuz.
NEŞE SAĞLAM Kent ve göç olgularına ekonomik açıdan yaklaşan Sn. Neşe SAĞLAM sözlerini şöyle sürdürdü: Göçün temel sebebi ekonomiktir. İnsanların; kentin istihdam açısından cazip olduğunu düşünerek kentte iş bulmak üzere kente gelmesi söz konusudur. Göçü kontrol altına almak için Avrupa Birliği İstihdam stratejisi geliştirmişlerdir. Bu strateji Avrupa Birliğine uyum sürecinde bizi de etkiliyor. Sosyal politikanın dayanağı sosyal devlet anlayışıdır. Bu bağlamda belediyeler de sosyal belediyecilik anlayışıyla özdeşleştirilir. Belediyecilik sadece fiziki olarak kentlilerin ihtiyaçlarını karşılaması değil, aynı zamanda sosyal imkânlarının da iyileştirilmesi demektir. Ülkemizde aktif istihdam politikaları uygulanmaya çalışılmaktadır. Aktif istihdam politikası; kişinin iş bulabilmesi için ona gerekli becerilerin kazandırmaktır. O halde belediyelerin meslek edindirme kursları açmak, çeşitli projelerle yeni iş alanları oluşturmak gibi çok önemli misyonları olmalıdır.