ON ÜÇ KUTSAL YADİGAR



Benzer belgeler
SAFTİRİK Greg in Günlüğü HEY GİDİ GÜNLER!

Orijinal Adı: My Weird School / Miss Suki is Kooky! Yazarı: Dan Gutman Genel Yayın Yönetmeni: Meltem Erkmen Çeviri: Andaç Oral Düzenleme: Gülen Işık

O sabah minik kuşların sesleriyle uyandı Melek. Yatağından kalktı ve pencereden dışarıya baktı. Hava çok güzeldi. Güneşin ışıkları Melek e sevinç

* Balede, ayak parmakları ucunda dans etmek. [Ç.N.] ** Balede, ayaklarını birbirine vurarak zıplamak; antrşa şeklinde okunur. [Ç.N.

Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

ESERLERLE BAŞ BAŞA KALMAK. Hayalinizde yarattığınız bir yerin sadece hayal olmadığının farkına vardığınız bir an

Adı-Soyadı: Deniz kampa kimlerle birlikte gitmiş? 2- Kamp malzemelerini nerede taşımışlar? 3- Çadırı kim kurmuş?

Okula sadece dört dakikalık yürüme mesafesinde oturmama

Türkçe Dil Etkinlikleri Sanat Etkinlikleri Oyunlar Müzik Bilim Etkinlikleri

C A NAVA R I N Ç AGR ISI

2. SINIF İŞİTME ENGELLİ ÖĞRENCİLERİ İÇİN TEST ÇALIŞMASI. Hazırlayan Engin GÜNEY İşitme Engelliler sınıf Öğretmeni

DENİZ YILDIZLARI ANAOKULU MAYIS AYI 1. HAFTASINDA NELER YAPTIK?

Jiggy kahramanımızın asıl adı değil, lakabıdır. Ve kıpır kıpır, yerinde duramayan anlamına gelmektedir.

BÖCEK ORKESTRASININ MUHTEŞEM SINIFI

T.C. M.E.B ÖZEL MANİSA İNCİ TANEM ANAOKULU DENİZ İNCİLERİ SINIFI

Havacılıkta İnsan Faktörleri. Uçak Müh.Tevfik Uyar, MBA

BARIŞ BIÇAKÇI Aramızdaki En Kısa Mesafe

Hazırlayan: Saide Nur Dikmen

"Satmam" demiş ihtiyar köylü, "bu, benim için bir at değil, bir dost."

ÇiKOLATAYI KiM YiYECEK

Helena S. Paige Çeviri Kübra Tekneci

GÜZELLER GÜZELİ BAYAN COONEY

Çok Mikroskobik Bir Hikâye

YIL DEDE'NİN DÖRT KIZI

Bu konuda daha kim bilir ne yöntemler bulunacak? Tüm Kişisel Gelişim Uzmanı Meslektaşlarımı ve dostlarımı WC-TERAPİ çalışmalarına bekliyorum!

Cem Akaş BUMBA İLE BİBU. Resimleyen: Reha Barış

Uzun Bir Köpek Hakkında Kısa Bir Öykü. Henry Winker. İllüstrasyonlar: Scott Garrett. Çeviri: Bengü Ayfer

Günler süren yağmurdan sonra bulutlar kayboldu. Güneş, ışıl ışıl yüzünü gösterdi. Yıkanan doğanın renklerine canlılık gelmişti. Ağaçlardan birinin

TİYATRO AKADEMİ BAŞVURU FORMU

tellidetay.wordpress.com

tellidetay.wordpress.com

Adım Tomas Porec. İlk kez tek boynuzlu bir at gördüğümde sadece sekiz yaşındaydım, bu da tam yirmi yıl önceydi. Küçük bir kasaba olarak düşünmeyi

MİRKET NİNELER. Parti Veriyor

Dört öğrenci sabahleyin uyanamamışlar ve matematik finalini kaçırmışlar, ertesi gün hocalarına gitmişler, zar zor ikna etmişler. Arabaya bindik yolda

6. Sınıf sıfatlar testi testi 1

Gülmüştü çocuk: Beni de yaz öyleyse. Yaz ki, kaybolmayayım! Ben babamı yazmamıştım, kayboldu!

ÇAĞDAŞ TÜRK EDEBİYATI. Betül Tarıman. Öykü GÖKYÜZÜ PRENSİ PO İLE KÜÇÜK KIZ. 2. basım. Resimleyen: Uğur Altun

Umutla, harabelerde günlük turuna çıkmış olan bekçi Hilmi Efendi yi aramaya koyuldu. Turist kalabalığı Efes sokaklarına çoktan akmaya başlamıştı.

de hazır değilken yatağıma gelirdi. O sabah çarşafların öyle uyandırmıştı; onları suratıma atarak. Kız kardeşim makas kullanmayı yeni öğrendi ve bunu

Bay Çiklet in Bahçesi

Evimi misafirlerim gidince temizlemek için saatlerce uğraşıyorsam birçok arkadaşım

Dersler, ödevler, sýnavlar, kurslar... Dinlence günlerinde bile boþ durmak yoktu. Hafta sonu gelmiþti; ama ona sormalýydý.

Cümle içinde isimlerin yerini tutan, onları hatırlatan sözcüklere zamir (adıl) denir.

edersin sen! diye ciyaklamış cadı. Bunun hesabını vereceksin! Kadının kocası kendisini affetmesi için yarvarmış cadıya. Karısının bahçedeki marulları

ŞİMDİKİ ÇOCUKLAR HÂLÂ HARİKA

AĞIR ÇANTA. Aşağıdaki soruları metne göre cevaplayınız. 1- Fatma evden nasıl çıktı? 2- Fatma neyi taşımakta zorlanıyordu?

.com. Faydalı Olması Dileklerimizle... Emrah&Elvan PEKŞEN

MUTLU HAFTALAR. Emrah&Elvan PEKŞEN

MUTLU HAFTALAR. Emrah&Elvan PEKŞEN

Hafta Sonu Ev Çalışması HAYAL VE GERÇEK

5 YAŞ VE HAZIRLIK SINIFI EKİM BÜLTENİ

ΤΠΟΤΡΓΔΙΟ ΠΑΙΓΔΙΑ ΚΑΙ ΠΟΛΙΣΙΜΟΤ ΙΓΡΤΜΑ ΓΙΑΥΔΙΡΙΗ ΑΠΟΓΔΤΜΑΣΙΝΩΝ ΚΑΙ ΒΡΑΓΙΝΩΝ ΔΠΙΜΟΡΦΩΣΙΚΩΝ ΠΡΟΓΡΑΜΜΑΣΩΝ ΚΡΑΣΙΚΑ ΙΝΣΙΣΟΤΣΑ ΔΠΙΜΟΡΦΩΗ

TEMA: OKULUMUZU TANIYALIM KONU: OKULUMUZ TARİH: 01 EYLÜL / 30 EYLÜL YAŞAYAN DEĞERLER: SEVGİ

Hazırlayan: Saide Nur Dikmen

UFUK GÜRBÜZDAL TURK 102-3

ABLA KARDEŞ Gerçek bir hikayeden alınmıştır.

Yazan : Osman Batuhan Pekcan. Ülke : FRANSA. Şehir: Paris. Kuruluş : Vir volt. Başlama Tarihi : Bitiş Tarihi :

3 YAŞ AYIN TEMASI. Cinsiyetim, adım, özelliklerim, görünümümdeki değişiklikler nelerdir?

YOL AYRIMI SENARYO ALĐ CEYLAN

ŞEBNEM İŞİGÜZEL Eski Dostum Kertenkele

ŞEBNEM İŞİGÜZEL Sarmaşık

İLK OK UMA KİT APLARI

Ilgaz (14 Şubat 2010) Yazı ve fotoğraflar: Hüseyin Sarı (huseyinsari.net.tr)

HAKAN BIÇAKCI Otel Paranoya

Hazırlayan: Saide Nur Dikmen

Sevgi Başman. Resimleyen: Sevgi İçigen

DESTANLAR VE MASALLAR. Samed Behrengi KÜÇÜK KARA BALIK. Masal. Çeviren: Haşim Hüsrevşahi resimleyen: Mehmet Sönmez

WLL100. Ninnici Hav Hav KULLANIM KILAVUZU

Ben gid-iyor-muş-um git-mi-yor-muş-um. Sen gid-iyor-muş-sun git-mi-yor-muş-sun. O gid-iyor-muş git-mi-yor-muş. Biz gid-iyor-muş-uz git-mi-yor-muş-uz

EYLÜL AYI BÜLTENİ(İnci Taneleri)

Herkese Bangkok tan merhabalar,

ADIN YERİNE KULLANILAN SÖZCÜKLER. Bakkaldan. aldın?

ÇAĞDAŞ TÜRK EDEBİYATI. Tanşıl Kılıç. Roman ŞEKERLİ SİNEK. 12. basım. Resimleyen: Vaqar Aqaei

Tanşıl Kılıç ŞEKERLİ SİNEK. Resimleyen: Vaghar Aghaei

Derleyen: Nezir Temur Resimleyen: Mert Tugen

Esrarengiz Olaylar. Dangg Dongg Dangg

1 Anne çocuğuna ne öğütlüyor?

DENİZ YILDIZLARI ANAOKULU. NİSAN AYI 1. ve 2. HAFTASINDA NELER YAPTIK?

Pırıl pırıl güneşli bir günde, içini sımsıcak saran bir mutlulukla. Cadde de yürüyordu. Yüzü gülümseyen. insanların kullandığı yoldan;

Zeynep in Günlüğü. Hikaye Yazarı Sevinç DOĞAN ( Türkçe Öğretmeni ) Fatma BAŞA. Kapak Tasarımı ve Sayfa Tasarımı Ahmet ŞAMLI

Evlat Edinilen Çocuğa Multidisipliner Yaklaşım: Vaka Örnekleri Üzerinden Evlat Edinme. Psikolog Reyhan Bahçivan-Saydam

Yönetici tarafından yazıldı Pazartesi, 24 Ağustos :42 - Son Güncelleme Çarşamba, 26 Ağustos :20

Zengin Adam, Fakir Adam

KEREM ASLAN Her Şey Dahil

Türkçe Yayım Hakkı: Akcalı Ajans aracılığıyla Epsilon Yayıncılık Hizmetleri Tic. San. Ltd. Şti.

ÖZEL İSTANBUL ÜNİVERİSTESİ VAKFI ADIGÜZEL OKULLARI ÇEKMEKÖY ANAOKULU TAVŞANLAR SINIFI MAYIS AYI KAVRAM VE ŞARKILAR

yeniden açıncaya kadar bir kenara koyarlar, kendilerince unuturlar. Yalnızca gazetelerine verirler kendilerini.

Herkes Birisi Herhangi Biri Hiç Kimse

Prof.Dr. Jeffrey H. Lang ın İlk Namazı

Ö.Ç BİLFEN ANAOKULU 5 YAŞ GRUBU GÜNLÜK EĞİTİM PROGRAMI

EZBERLEMİYORUZ, ÖĞRENİYORUZ. Hafta Sonu Ev Çalışması BEZELYE TANESİ

ALTIN BALIK. 1. Genç balıkçı neden altın balığı tekrar suya bırakmayı düşünmüş olabilir?

Budist Leyko dan Müslüman Leyla ya

Çocuklar için Kutsal Kitap sunar. Eziyet Eden Birinden Vaaz Eden Birine

PELİN BUZLUK Deli Bal ve Kanatları Ölü Açıklığında

AHIRIN İÇİNDEKİ SARAY 300 Ispartalı filmini hatırladınız mı?

Anneye En Güzel Hediye Olarak Ne Alınması Gerekir?

ÇAĞDAŞ TÜRK EDEBİYATI. Refik Durbaş. Şiir BEZ BEBEKLE KUKLASI. 2. basım. Resimleyen: Burcu Yılmaz

Transkript:

ON ÜÇ KUTSAL YADİGAR 1

ON ÜÇ KUTSAL YADİGAR Orijinal Adı: The Thirteen Hallows Yazarı: Michael Scott & Colette Freedman Genel Yayın Yönetmeni: Meltem Erkmen Çeviri: Alp Sanlı Editör: Aslı Güçlü Düzelti: Fahrettin Levent Düzenleme: Nurhan Seyrekbasan Kapak Uygulama: Berna Özbek Keleş 1. Baskı: Mart 2014 ISBN: 978-9944-82-810-9 YAYINEVİ SERTİFİKA NO: 12280 2011 Michael Scott & Colette Freedman Türkçe Yayım Hakkı: Aslı Karasuil aracılığı ile Epsilon Yayıncılık Hizmetleri Tic. San. Ltd. Şti. Baskı ve Cilt: Kitap Matbaacılık Davutpaşa Cad. No: 123 Kat: 1 Topkapı / İstanbul Tel : (0212) 482 99 10 (pbx) Fax : (0212) 482 99 78 Sertifika No: 16053 Yayımlayan: Epsilon Yayıncılık Hizmetleri Tic. San. Ltd. Şti. Osmanlı Sk. Osmanlı İş Merkezi 18/4-5 Taksim / İstanbul Tel: (0212) 252 38 21 (pbx) Faks: (0212) 252 63 98 İnternet adresi: www.epsilonyayinevi.com e-mail: epsilon@epsilonyayinevi.com 2

ON ÜÇ KUTSAL YADİGAR Michael Scott & Colette Freedman Çeviri: Alp Sanlı 3

4

Savaştan artakalan tek şey hatıralarıydı. Dünyayı olduğu gibi hatırlıyorlardı: Yeni ve ham bir dünya. Tüm canlıların efendileri oldukları bir dünya. İnsanoğlunun yalnızca bir sürü gibi güdüldüğü, katledildiği ve yenildiği bir dünya. İnsanoğlunun tadını hatırlıyorlardı... Tatlıydı. İnanılmaz güzeldi. Fakat hatıraları acıyla lekelenmişti: Gerçekte çocuk olmayan bir çocuğun onları dünyadan kovmasının hatırasıyla. Onları Öteki Dünya ya hapsetmesinin hatırasıyla. Böylece iblisler yeni bir plan yaptılar. Hazırlık süreci yüzyıllar aldı ve görevi yerine getirecek en uygun adayı beklerken bir yüzyıl daha geçip gitti. Sabırlıydılar çünkü zamanı insanoğlu gibi ölçmüyorlardı ve ödülleri gerçekten muhteşemdi. Planları oldukça basitti: Dünyalar arasındaki kapıyı açmak için yadigarları bir araya getirmek. İhtiyaç duydukları tek şey doğru ajanı bulmaktı: Mutlak bilgi için yanıp tutuşan ve bu amaç doğrultusunda her şeyi yapmaya hazır bir insanı. Bu yüzden beklediler. 5

6

25 EKİM, PAZAR 1 Bir kadın öldü. Altmış altı yaşında, sağlıklı, enerjik, nadiren içen ve sigara kullanmayan biriydi. Uykuya dalmış ve bir daha uyanmamıştı. Ailesi ve arkadaşları yas tuttu, bir cenaze töreni düzenlendi, çiçekler sipariş edildi, son görevler yerine getirildi. Viola Jillian heyecandan yerinde duramıyordu. O kadınla hiç tanışmamıştı, öldüğünü duyana kadar varlığından bile bihaberdi. Fakat öldüğüne sevinmişti. Böyle hissettiği için içten içe utanıyordu ama yine de bunu pek takmayacak kadar bencildi. Ne de olsa kadının ölümü ona inanılmaz bir fırsat sunmuştu. Böyle bir fırsat - kendine sürekli hatırlattığı üzere - nadiren ele geçerdi, ele geçtiğinde ise ona sıkıca tutunmak gerekirdi. Bu onun fırsatıydı. Elizabeth Tay- 7

lor gözlü, balıketli o esmer kadın Drury Lane Tiyatrosu nun oyun topluluğunda birkaç hafta zaman geçirmişti. Ölen kadın başrol oyuncusunun annesiydi ve yapımcılar Viola ya ertesi akşam Nancy nin rolünü üstleneceğini bildirmişlerdi. Genç kadın sahneye ilk kez çıkmasını izleyecek yeterli sayıda basın mensubu olacağından emin olmak adına neredeyse erkek arkadaşı sayılan gazeteciyle görüşür görüşmez perişan haldeki Nancy ye başsağlığı dilemeye gitmişti. Bu onun fırsatıydı ve bu fırsattan mümkün olduğunca istifade etmeye kararlıydı. Viola Jillian her zaman bir yıldız olmak istemişti. Genelde Pazar günleri oyuncu grubundaki diğer kızlarla bir şeyler içmeye çıkardı ancak Batılı düzgün bir yıldıza dönüşmek için iyice dinlenmiş olmak istiyordu. Viola tiyatronun tarihini biliyordu: Her büyük yıldız şans eseri keşfedilmişti. Ve bencil kalbinin derinliklerinde büyük bir yıldız olduğunu biliyordu. Keşfedilmesine dair hayaller kuruyordu. Bunun altından kalkabilecek kadar yetenekli ve güzeldi, dahası sahnenin ötesine geçip filmlerde rol almayı arzuluyordu. Daha önce EastEnders ve Coronation Street adlı İngiliz pembe dizilerinde küçük roller oynamıştı ama ikinci, hatta beşinci altıncı planda kalmaktan bıkmıştı ve bu rollerin üstüne yapışmasından korkuyordu. Neredeyse yirmi dört yaşındaydı; geriye fazla zamanı kalmamıştı. Diğerleri Ku Bar da içebilirlerdi ama o eve, yatağına gidecekti. Bardan erken ayrılıp Soho yakınlarındaki dairesine yürümeye karar verdiğinde dışarıda bulutsuz ve huzur verici muhteşem bir sonbahar gecesi hâkimdi. Viola ensesinde bir ürperti hissettiğinde bardan uzaklaşalı iki yüz metre bile olmamıştı. Hayatı boyunca dans etmiş ve 8

izleyicilerden birinin odağı haline gelen bir dansçının ne gibi hislere kapıldığını deneyimlemişti. Biri tarafından takip edildiğini biliyordu. Gece on bir buçukta Londra sokakları Pazar gecesi âlemcileriyle dolu olurdu. Viola çantasını göğsüne doğru çekti ve Shaftesbury Caddesi nde ilerlerken adımlarını hızlandırdı. Son zamanlarda bölgede bir dizi şiddet içeren soygun olayı yaşanmıştı ve Viola bu olaylardan birine kurban gitmek istemiyordu. On dakika içinde dairesine varmış olacaktı. Her köşe başında arkasına bakıyor, ensesindeki ürpertiyi hissetmeye devam etse de kimseyi göremiyordu. Daha az kalabalık olan Dean Sokağı ndan hızla geçti ve neredeyse boş olan Carlisle Sokağı na vardığında yarı koşar haldeydi. Ancak yaşadığı binaya girip kapıyı ardından kapadığında kendini rahatlamış hissetti. Psikiyatrıyla artan endişe ataklarını konuşacağına dair zihnine not düştü. Bir oyuncu için hayatı oldukça sıradandı ve onun gibi birinin saldırıya uğrama olasılığı neredeyse imkânsızdı. Nancy nin bilindik şarkılarından birini mırıldanırken haline güldü. Koridorda durdu, günün postalarına bakıp tarihi geçmiş birkaç faturayı attı ve yakın zamanda Regent Sokağı nda açılmış olan Anthropologie mağazasının hediye çekini sakladı. Zihni daha önemli meselelere odaklanırken Nancy nin kırmızı elbisesinin biraz daha dekolte verilerek düzenlenmesi konusunda kostüm sorumlusunu ikna edip edemeyeceğini düşündü. Merdivenlerden çıkmaya başladığında 1C deki Bayan Clay in dairesinden boğuk haykırış sesleri geldiğini işitti. Viola genelde başkalarının işine burnunu sokan biri değildi (özellikle de karşısındaki sürekli olarak onun çok fazla gürültü yaptığından şikâyet eden yetmişlik bir teyze ise) bu yüzden 9

basamakları çıkmaya devam etti. Ardından kırılan bir camın belirsiz şıngırtısı duyuldu. Viola durup aşağı yöneldi: Ters giden bir şeyler vardı. Yaşlı kadının kapısının önünde durdu, yüzünü serin ahşaba dayayıp gözlerini kapadı ve dinledi. Fakat işitebildiği tek şey nefes nefese kalmış birinin solumasıydı. Diğer komşuları uyandırmamaya çalışarak usulca kapıyı tıklattı. Yanıt gelmeyince zile bastı. Çaykovski nin 1812 Uvertürü kapının öteki tarafından yankılandı. Viola bir an için bu duyduğunun kapı zili olduğunu düşünse de çok geçmeden bunun Bayan Clay in genelde sabahları dinlediği klasik müzik kanalı olduğunu anladı. Kapı hâlâ açılmamıştı. Tekrar zile bastı ve müzik sesinin tuhaf bir şekilde yükseldiğini fark etti. Yaşlı kadının dairesinden bu kadar geç bir saatte ses geldiğini daha önce hiç duymamıştı. Bayan Clay in kalp krizi geçirmiş olabileceğini düşündü birden. Sağlık durumunu aklından geçirdi, kadın yaşına göre oldukça dinçti. Temiz taşra havası, demişti bir keresinde Viola yı drama okulunda edindiği sigara alışkanlığı yüzünden eleştirirken. Ben küçük bir kızken taşrada yaşardık. Öylesi temiz bir hava insanı ömür boyu besler. Viola parmağının ucu plastik yüzeyin üzerinde beyazlaşıncaya kadar zili sert bir şekilde tekrar çaldı. Belki de Bayan Clay şu anda uygunsuz biçimde yüksek olan müzik sesi yüzünden zili duymuyordu. Viola cevap alamayınca çantasını karıştırıp anahtarlığını çıkardı. Yaşlı kadın acil bir durum olursa diye aylar önce ona dairesinin anahtarını vermişti. Anahtar yığını arasından doğru olanı bulup kilitte döndürdü ve kapıyı açtı. Daireye adımını atar atmaz yüzüne tür- 10

lü kokular çarptı: Nahoş bir dışkı kokusuna karışan keskin bir metal kokusu. Viola irkildi, bir eliyle lambanın düğmesine ulaşmaya çalışırken diğer eliyle ağzını kapadı. Düğmeye bastı ancak hiçbir şey olmadı. Dar koridora ışık süzülmesini sağlamak adına dairenin kapısını açık bırakarak ilerledi... Ve ayaklarının altındaki halının su olamayacak kadar kıvamlı bir sıvıyla ıslanmış olduğunu fark etti. Neyin üstünde duruyordu? Bunu bilmek istemediğine karar verdi; her ne ise yıkandığında geçeceğini ümit etti. Bayan Clay? Bayan Clay? diye seslendi müziğe karşın. Beatrice? Ben Viola Jillian. Her şey yolunda mı? Yanıt yoktu. Yaşlı kadın kalp krizi geçirmiş olmalıydı ve Viola nın şimdi gidip bir ambulans bulması gerekecekti - sonra da muhtemelen tüm geceyi hastanede geçirecek ve sabaha bir pislik gibi görünecekti. Viola oturma odasının kapısını iterek açtı. Ve durdu. Buradaki koku daha da keskindi, ekşi idrar gözlerini yakıyordu. Yansıyan ışıktan görebildiği kadarıyla oda harap durumdaydı. Güzel müzik etrafını saran yok oluşla alay edercesine çalmaya devam ediyordu. Her bir mobilya parçası ters dönmüş, şöminenin iki yanında duran sandalyelerin kolçakları sökülmüş ve pembe çiçekli kanepe ikiye ayrılmıştı. Çekmeceler yerinden çıkarılıp boşaltılmış, duvarlardaki resimler parçalanmıştı. Yerde duran Victorya dönemini yansıtan antika ayna üstünden geçilmişçesine tuzla buz olmuştu. Bayan Clay in muazzam cam figür koleksiyonu da artık halının üstündeydi. Bir hırsızlık vakası. Viola sakinleşmeye çalışarak derin bir nefes aldı. Daire soyulmuştu. Peki ama Bayan Clay neredeydi? Yıkımın ortasın- 11

dan geçerken ayağının altındaki cam kırıkları çıtırdadı. Olay anında yaşlı kadının burada olmadığını umut etti, yine de içgüdüsel bir şekilde onun burada olduğunu biliyordu. Beatrice Clay gece vakti dairesinden pek çıkmazdı. Çok tehlikeli, derdi. Yatak odasının kapısını aralarken yerdeki kitapların ahşaba sürtündüğünü duydu. El yordamıyla lambanın düğmesine bastı ama yine hiçbir şey olmadı. Koridordan süzülen ışığın güçsüz parıltısında bu odanın da harap edildiğini, yatağın üstüne yığılmış battaniyeleri güç de olsa görebiliyordu. Beatrice? Benim, Viola. Yatağın üstündeki yığın kıpırdanıp hareket etti ve Viola tam o anda alçak bir soluk sesi işitti. Zar zor içeri girdi ve yaşlı kadının kafasını gördü. Kavrayıp geri çekerken battaniyenin ıslak ve sıcak olduğunu hissetti. Yataktaki kadın kıvranıyordu. Piç kuruları muhtemelen onu bağlamışlardı. Viola bir diğer battaniyeye uzanıyordu ki yatak odasının kapısı gıcırdayarak ardına kadar açıldı ve yatağın üzerine ışık saçıldı. Beatrice Clay in boğazı kesilmişti ancak öncesinde vücudu korkunç şekilde parçalara ayrılmıştı. Yine de tüm bu korkunç yaralara rağmen kadın hâlâ hayattaydı, ağzı ve gözleri açıktı, hırıltılı bir şekilde nefes alıp veriyordu. Genç kadının çığlığı boğazında düğümlendi. Yatağın üstüne bir gölge düştü. Dehşete kapılan Viola kapı girişini dolduran siluetle yüzleşmek için arkasına döndü. Işık nemli, çıplak bir vücudu aydınlatıyordu. Viola oradakinin uzun boylu, kaslı bir adam olduğunu görebiliyor, ancak ters açıdan vuran ışıktan ötürü adamın suratını seçemiyordu. Adam sol kolunu havaya kaldırdı ve ışık tuttuğu mızraktan damlayan sıvıyı görünür kıldı. 12

Odaya adım attığında Viola artık onun kokusunu alabiliyordu: Ter ve metalik kanın zengin etli misk kokusu. Lütfen... diye fısıldadı Viola. Işık mızrağın bıçağı üzerinde titreşti. Acı verici darbe mızrağının önünde eğilin. Adam korkunç bir şekilde sinir bozucu olan 1812 Uvertürü nü elindeki ölümcül silahla bir orkestra şefi edasıyla yönetti ve müzik zirveye tırmanırken genç kadının üstüne atıldı. Acı yoktu. Viola göğsünün altında ani bir soğukluk hissetti, sonra da onu kucaklayan sıcaklığı. Sıvı karnından damlıyordu. Konuşmaya çalıştı ama kelimeleri şekillendirecek kadar nefeslenemedi. Artık odadaki ışığın farkındaydı: Buz gibi mavi ve yeşil alevler mızrağın yaprak şeklindeki bıçağının etrafında kıvılcımlar saçıyordu. Bıçaklanmıştı - Yüce Tanrım, o mızrak ona saplanmıştı. Mızrağın sapının etrafında kıvrılan alevler yükselerek silahı tutan eli aydınlattı. Viola her iki eliyle yarasına bastırarak dizlerinin üstüne çökerken adamın rahatsız edici bir şekilde yakışıklı ve uzun olduğunu fark etti. O kadar uzundu ki... Uzun, karanlık ve yakışıklı. Genç kadın görüşünün kendisine oyun oynayıp oynamadığını ya da acının yargısını etkileyip etkilemediğini düşünerek odaklanmaya çalıştı. Mızrak yükseldi, soğuk alevler saldırganın başına sıçrayıp adamın yüzünü aydınlattı. Viola onun gözlerini gördüğünde yarınki gösteride Nancy nin rolünü oynayamayacağını anladı. Viola Jillian asla bir yıldız olamayacaktı. 13

26 EKİM, PAZARTESİ 2 Bir tane daha, dedi Judith Walker kedisi Franklin e bir tonbalığı konservesi açarken. Bir çöp kutusunun arkasından kurtarılmış olmasına rağmen bu tekir tam bir yiyecek eleştirmeniydi ve konserve tonbalığından başka hiçbir şey yemiyordu. Judith sevgili kedisinden bir nebze olsun teselli bulmaya çalıştı ancak kedi karnını doyurmakla meşguldü. Bir ölüm daha ve işte korktuğu başına gelmişti. Judith, Bea Clay ile bundan yetmiş yıl önce çocukken tanışmıştı ve ikili on yıllar boyunca oldukça yakın bir arkadaşlık geliştirmişlerdi. Daha bir ay önce Judith Londra treniyle onun yanına gitmişti ve genç kızlar gibi kıkırdayarak National Gallery nin etrafında dolanmadan önce birlikte çay içmişlerdi. Aralarındaki bağ kardeşten de öteydi. Evlilikler, boşanmalar, 14

çocuklar, torunlar ve yaşlılığın getirdiği rahatsızlıklar boyunca hep yakın kalmışlardı. Mektuplar e-postalara dönüşürken herhangi bir kapı komşusundan daha yakın olmalarını sağlayan düzenli yazışmalarına her zaman devam etmişlerdi. Judith Bea yla İkinci Dünya Savaşı sırasında, ikisi de tahliye edilen bir çocukken, Galler de karşılaşmıştı ve o andan itibaren arkadaş olmuşlardı. Judith arkadaşını ne zaman düşünse onun oltu taşı rengindeki siyah gözlerini ve gözlerinin rengiyle uyumlu, tarandığında elektriklenen kalın telli saçlarını anımsardı. Zavallı Bea. Hayatında öylesine çok acı, öylesine çok kayıp olmuştu ki. Üç kocasını gömmüş ve tek çocuğundan uzun yaşamıştı. Şimdiye kadar hiç görmediği New York ta yaşayan bir torunu vardı ve oldukça yalnızdı. Yetmiş dört yaşındaki çoğu insan oldukça yalnızdı. Bea her zaman kısa çubuğu çekiyor gibiydi. Kıtlık ve buhran yıllarına şahit olmuş, sonrasında emlak değerlerinin fırlamasıyla biraz para kazanma şansı yakalamış, ancak fiyatların daha da artabileceğini düşünürken evini satmakta çok geç kalmıştı. Bir sonraki durgunluk dönemi ekonomiye sert bir darbe indirdiğinde ise fiyatlar tepetaklak olmuş, Bea çoğunlukla öğrencilerin ve kendisinden yaşça küçük sanatçıların yaşadığı bir apartmanda küçük bir daireye taşınmak zorunda kalmıştı. Son e-postasında Londra dan ayrılmaktan ve kıt birikimleriyle son günlerini Cotswolds daki bir bakımevinde geçirme ihtimalinden bahsetmişti. Judith ona katılabileceğini söyleyerek espri yapmıştı. Kalçasındaki arterit yüzünden kulübesinde dolanmakta bile zorluk çekiyordu ve bakımevleri genellikle tek katlıydı. Son e-postalarından birinde bir bakımevinde kalsalar eşit ölçüdeki inatçı 15

hassasiyetleriyle belalı ikili olarak görülebileceklerine dair şakalaşmışlardı. Ve geri kalan günlerini kuzeyin sükûnet dolu güzelliği içinde yan yana geçirebileceklerine dair: Okuyarak, kart oyunu oynayarak ve huzurun keyfini sürerek. Bir anda duygularına yenik düşen yaşlı kadın oturdu. Artık çok geç, diyerek pencere pervazına sıçrayan ve ona aldırmayan Franklin e dert yandı. Acı bir şekilde gülümsedi: Öldüğünde hayata bir kedi olarak dönmek ve tüm gün yalnızca yiyip uyumak isterdi. Neredeyse gönülsüzce Guardian gazetesini aldı ve haberi tekrar okudu. Yaşlı bir kadının kanlı ölümüyle ilgili haber üçüncü sayfada yarım paragrafa sığdırılmıştı. Emekli Kadın ve Yardımına Koşan Komşusu Öldürüldü Londra da polis Beatrice Clay in (74) ve yardımına koşan komşusu Viola Jillian ın (23) vahşice öldürülmesini araştırıyor. Dedektifler dul olan Bayan Clay in gece geç saatte hırsızları fark ettiğini ve hırsızlar tarafından yatağa bağlanıp ağzı bir yastık kılıfıyla tıkanan kadının nefes yetmezliğinden öldüğünü düşünüyorlar. Polis bir kat yukarıda yaşayan Bayan Jillian ın bir ses duyup aşağıya indiğini varsayıyor. Hırsızlardan biriyle giriştiği mücadelede genç kadın ölümcül bir şekilde bıçaklanmış. Judith gözlüğünü çıkardı ve gazetenin üstüne koydu. Burnunun direğini sıktı. Haberin anlatmadığı şey neydi? Bilinçli olarak saklanan şey neydi? Örgü çantasının içinden yakın zamanda bileylenmiş bir makas çıkardı ve haberi gazeteden dikkatlice kesti. Daha sonra bu haberi kupür albümüne ekleyecekti. Ölüm ilanı listesi kabarıyordu. 16

Bea Clay beşinci ölümdü. Son iki ay içindeki dördüncü ölüm. Ya da en azından öğrendiği beşinci ölüm. Londra da yaşlı bir kadının öldürülmesi sekiz satırdan az bir yer tutuyorsa, diğer yaşlıların kaza sonucu ya da farklı türdeki ölümleri birçok kişi tarafından umursanmıyor bile olabilirdi. Ve Judith tüm kurbanları tanıyordu. Millie ilkti. Mildred Bailey on yıl önce evinde ölmüştü. Yeğeniyle birlikte Galler deki bir çiftlik evinde yaşayan yatalak kadın korkunç bir kazanın kurbanı olmuştu. Judith daha sonra bunların birer kaza olmadığını fark edecekti. Millie Galler den hiç ayrılmamıştı. Ebeveynleri Blitz* sırasında öldürülmüştü ve Millie o dönemde Gallerli bir çift tarafından evlat edinilmişti. Judith Millie yi hatırlıyordu, bir grup çocuğun en büyüğü ve kesinlikle en beceriklisiydi. Sekiz yaşındayken, bir grup tahliye edilecek çocuğa, özellikle de üç gün içinde üç buçuk milyon çocuğun kırsal alana tahliye edildiği Fareli Köyün Kavalcısı Operasyonu sırasında dört buçuk yaşında olan çocuklara bakma görevini üstlenmişti. İkinci Dünya Savaşı nın ilk yıllarında Alman hava araçlarının tüm büyük şehirleri bombalayacağına ve gelecek nesillerin yaşamasını sağlamak adına çocukların kırsal alana tahliyesinin tek yol olduğuna inanılıyordu. Dört yüz çocuk Galler in uzak batı ucundaki Pwllheli ye tahliye edilmiş ve aralarında Judith in de bulunduğu on üç kişiden oluşan küçük bir grup ise Madoc un dağlık kırsalına götürülmüştü. Tahliye edilen çocukların on ikisi sonunda evlerine dönmüş ancak Millie burada kalmıştı. * İkinci Dünya Savaşı sırasında Birleşik Krallık ın Nazi Almanyası tarafından 7 Eylül 1940 ile 16 Mayıs 1941 tarihleri arasında aralıksız bombalandığı döneme verilen ad. 17

Ölüm ilanına göre Mildred her nasılsa tekerlekli sandalyesinden düşüp merdivenlerden yuvarlanmış ve metal tırabzanlardan biri göğsüne saplanmıştı. Judith bunu korkunç bulmuştu. Talihsiz. Beklenmedik. Zamansız. Ta ki bir sonraki ölüme dek. Judith Thomas Sexton ı hiçbir zaman sevmemişti. Tommy küçükken bile bir zorbaydı. Kıvırcık kızıl saçlı, kahverengi gözlü, şişman bir çocuktu. Kendinden küçüklere sıklıkla işkence eder, durmaksızın onlarla uğraşırdı. Büyüdükçe daha da amansız bir zorbaya dönüşmüştü; gençliğinde hayatını borç tahsil ederek idame ettirmiş, emekliliğinden sonra tahsilat acenteliği ve tefecilik yapmıştı. İki ay önce Brixton da polisin mafya hesaplaşması dediği bir olayda katledilmişti. Ölümünün vahşeti basının ilgisini çekmişti: Bedeni boğazından kasıklarına kadar açılmış, kalbi ve ciğerleri sökülmüştü. Gazeteler bu habere MODERN KARINDEŞEN LONDRA DA başlığını atmışlardı. Judith Sexton ın öldürülmesine şaşırmamıştı. Tommy nin kötü bir sonla karşılaşacağını her zaman biliyordu. Düşman bombardıman uçakları üstlerinden geçerken çocuğun dikkat çekmek amacıyla fenerini açarken yakalandığı ve fena bir dayak yediği o geceyi hâlâ hatırlıyordu. Çocuk sonrasında cezasının amacına değer olduğundan bahsetmişti: Uçakların kasabayı bombalamasını umut ediyor çünkü bir ceset görmek istiyordu. Üç hafta önce Georgina Rifkin in öldüğünü duyduğunda Judith ilk kez korkudan buz kesmişti. Sırrı bilen iki kişinin ölümü bir rastlantıydı. Üç kişinin ölümü ise tesadüften fazlaydı. Emekli bir öğretmen olan Georgie National Express in ray- 18

larına düşmüştü. Daha sonra Judith internette yaşlı kadının kollarının ve bacaklarının tren raylarına bağlanmış olduğuna dair çıkan söylentileri keşfetmişti. Yalnızca dört gün önce Nina Byrne Edinburgh da ölmüştü. Basın emekli kütüphanecinin dairesinin mutfağında yemek yaparken yanlışlıkla kaynar yağ dolu tencereyi üstüne devirdiğini açıklamıştı. Judith Nina nın asla yemek yapmadığını biliyordu. Ve şimdi Bea. Daha kaç tanesi vahşice öldürülecekti? Judith Walker kurbanların sistematik bir şekilde katledildiğini biliyor ve sıranın ne zaman kendisine geleceğini merak ediyordu. Judith ayağa kalktı ve güneşten solmuş bir fotoğrafı şömine rafından alıp pencereye yöneldi. Fotoğrafı güneşe doğru çevirip üç düzensiz sıra halinde duran on üç gülümseyen yüze baktı. Bu arkada duran yaşça büyük çocuklarla ve onların önünde diz çökmüş daha küçük çocuklarla bir sınıf fotoğrafı olabilirdi. Siyah-beyaz fotoğraf uzun zaman önce sarı-kahverengiye dönmüştü ve yüzlerdeki detayları fark etmek oldukça zordu. Mildred, Georgina ve Nina arka sırada ayakta duruyor, birbirlerinin omzuna kolaylıkla attıkları kollarıyla sekiz yaş bağımsızlığını ortaya koyuyorlardı. Sırıtan Tommy Bea nın sol tarafında diz çökmüştü. Judith ise Bea nın diğer yanında bağdaş kurmuş oturuyordu: İki kızın da üzerinde aynı çiçekli elbise vardı, ikisinin de kurdeleli siyah saçlarının bukleleri omuzlarına sarkıyordu. Bu küçük esmer kızlar kardeş sanılacak kadar birbirlerine benziyorlardı. Bu çocukların beşi artık ölüydü. Judith bir daha asla kullanmayacağına ant içtiği bastonun- 19

dan destek alıp küçük kulübesinde dolanarak tüm pencerelerin ve kapıların kilitli olduğundan emin oldu. Onun için geldiklerinde bu engelin ne kadar etkili olacağını bilmiyordu ama yine de belki ona yanında taşıdığı reçeteli hapları yutabilecek kadar zaman kazandırırdı. Polise gidebilirdi, fakat yalnız başına yaşayan ve kedisiyle konuştuğu bilinen yaşlı bir kadının ipe sapa gelmez laflarına kim inanırdı ki? Polislere ne anlatacaktı? İkinci Dünya Savaşı sürecinde birlikte tahliye edildiği beş çocuğun öldürüldüğünü ve sırada kendisinin olabileceğini mi? Bize neden birinin sizi öldürmek istediğini düşündüğünüzü açıklayın, Bayan Walker? Çünkü ben İngiltere nin on üç kutsal yadigarından birinin koruyucusuyum. Judith gülümseyerek merdivenin başında durdu. Bu düşünce ona bile oldukça gülünç geliyordu. Yetmiş yıl önce de bugünkü kadar şüphelenmişti. Yaşlı kadın bir sonraki adımını atmadan önce tırabzanı ve bastonunu iyice kavradığından emin olarak merdiveni usulca çıkmaya başladı. İki yıl önce düşüp sağ kalçasını kırmıştı. Yetmiş yıl önce ihtişamlı bir savaş dönemi sonbaharında on üç çocuk Galler dağlarının gölgesindeki bir kasabaya yerleştirilmişti. Birçoğu evinden ilk kez ayrılıyor ve ilk kez bir çiftlikte kalıyordu. Bu büyük bir maceraydı. 1940 yazında çiftliğe gelen aksakallı adam ise yalnızca başka bir merak unsuruydu. Ta ki onlara büyü ve folklor hakkında vahşi ve harika hikâyeler anlatmaya başlayana dek. Judith anahtarı çevirip kullanmadığı yatak odasının kapısını iterek açtı ve toz zerrecikleri akşamüstü güneşinde uçuşurken kontrol edilemez bir biçimde havasız alanda hapşırdı. 20