İBN-İ ARABÎ YLE "ZAMAN'IN RUHU"NU OKUMAK *



Benzer belgeler
Diğer müritlerin neşeyle elindekileri takdiminden sonra, Aziz Mahmut Efendi, boynunu bükerek bu kırık ve solmuş çiçeği üstadına takdim eder.

NOT : İMAM-I RABBANİ Hz. bundan önceki mektuplar gibi. bunu da büyük şeyhi Bakibillah'a yazmıştır.

Gerçek şudur ki bu konu doğru dürüst anlaşılmamıştır; hakkında hiç derin derin düşünülmemiştir. Ali-İmran suresinde Allah (c.c.) şöyle buyurur; [3]

İslamî bilimler : Kur'an-ı Kerim'in ve İslam dininin doğru biçimde anlaşılması için yapılan çalışmalar sonucunda İslami bilimler doğdu.

İSMAİL TAŞ, MEHMET HARMANCI, TAHİR ULUÇ,

İSLAM FELSEFESİ: Tarih ve Problemler Editör: M. Cüneyt Kaya. ISBN sayfa, 45 TL.

Kur'an-ı Kerimde tevafuk mucizesi Kainatta tesadüf yok, tevafuk vardır

İLİM ÖĞRETMENİN FAZİLETİ. Bu Beldede İlim Ölmüştür

TİN SURESİ. Rahman ve Rahim Olan Allah ın Adıyla TİN SURESİ TİN SURESİ TİN SURESİ TİN SURESİ TİN SURESİ TİN SURESİ. 3 Bu güvenli belde şahittir;

5 Kimin ümmetisin? Hazreti Muhammed Mustafa nın (sallallahu aleyhi ve sellem) ümmetiyim. 6 Müslüman mısın? Elhamdülillah, Müslümanım.

HÜCCETİN İKAMESİ VE ANLAŞILMASI

Necip Fazıl ın Yaşamındaki Düşünce Labirentleri - Genç Gelişim Kişisel Gelişim

İLİ : GENEL TARİH : Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü

EK: Mucize Avcısı nı yayına hazırlarken, çok

EHL-İ SÜNNET'İN ÜSTÜNLÜĞÜ.

Allah Kuran-ı Kerim'de bildirmiştir ki, O kadın ve erkeği eşit varlıklar olarak yaratmıştır.

İSLAMİYETİN KABÜLÜNDEN SONRAKİ EĞİTİMİN TEMEL ÖZELLİKLERİ İNÖNÜ ÜNİVERSİTESİ / FIRAT ÜNİVERSİTESİ / ARDAHAN ÜNİVERSİTESİ SEFA SEZER / İNGİLİZCE

İnönü Üniversitesi Fırat Üniversitesi Siirt Üniversitesi Ardahan Üniversitesi - Milli Eğitim Bakanlığı ‘Değerler Eğitimi’ Milli ve Manevi Değerlerimiz by İngilizce Öğretmeni Sefa Sezer

NOT : İMAM-I RABBANÎ Hz. bu mektubu muhterem şeyhi Muhammed Bakibillah'a yazmıştır.

İsra ve Miraç olayının, Mekke de artık çok yorulmuş olan Resulüllah için bir teselli ve ümitlendirme olduğunda da şüphe yoktur.

Bir gün Hz. Ömer (r.a) camiye giderken bir çocuğun acele acele camiye gittiğini görür. Hz. Ömer (r.a):

Mutluluk nedir? Kenan Kolday

1. İnanç, 2. İbadet, 3. Ahlak, 4. Kıssalar

Tel: / e-posta:


GADİR ESİNTİLERİ -9- Şiir: İsmail Bendiderya

KÖRLER ÜLKESİNİN GÖREN GÖZLÜLERİ

İnsanı Diğer Canlılardan Ayıran Özellikler

Buyruldu ki; Aklın kemali Allah u Teâlâ nın rızasına tabi olmak ve gazabından sakınmakladır.

6. SINIF DERS: DİN KÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ ÜNİTE:1 KONU: DEĞERLENDİRME SORU VE CEVAPLARI

Eğitim Programları ANA HATLARIYLA İSLAM DİNİ

ŞATRANC-I UREFA (Arifler Satrancı) Satranç Hindistan da yaklaşık 1500 yıl önce bulunmuş klasik bir strateji oyunudur. Satranç Sanskritçe de

2014 YILI KUTLU DOĞUM HAFTASI SEMPOZYUMU HZ. PEYGAMBER VE İNSAN YETİŞTİRME DÜZENİMİZ

Aynı kökün "kesmek", "kısaltmak" anlamı da vardır.

7.SINIF SEÇMELİ KUR AN-I KERİM DERSİ ETKİNLİK (ÇALIŞMA) KÂĞITLARI (1.ÜNİTE)

Sayın Başkanım, Sayın Müdürüm, Protokolümüzün Değerli Mensupları, Çok kıymetli Hocalarım, Değerli Öğrenci Arkadaşlarım, Velilerimiz

Ders Adı Kodu Yarıyılı T+U Saati Ulusal Kredisi AKTS FIKIH I İLH

Kur an-ı Kerim i Diğer Kutsal Kitaplardan Ayıran Başlıca Özellikleri

Şeb-i Arus İstanbul da: Mevlana nın vuslat gecesi bu yıl yine aşkın başkentinde!

AİLEYE MUTLULUK YAKIŞIR! HAYAT SEVİNCE VE SEVİLİNCE GÜZEL

Öğrenim Kazanımları Bu programı başarı ile tamamlayan öğrenci;

Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

Söylemek istemediğimiz birçok şey, söylemek istediğimiz zaman dinleyici bulamaz.

Batı Toplumuna İlk Kez Rakip Çıkardık

Revak Kitabevi, 2015 Tüm hakları Revak Kitabevi ne aittir. Sertifika No: Revak Kitabevi: 30 Bektaşîlik Serisi: 4. Fakrnâme Vîrânî Abdal

TAKVA AYI RAMAZAN TAKVA AYI RAMAZAN. Rahman ve Rahim Allah ın Adıyla

Lütfi ŞAHİN /

MÂTÜRÎDÎ KELÂMINDA TEVİL

İNSANIN YARATILIŞ'TAKİ DURUMU

1 İslam ne demektir? Hazreti Peygamberimiz in (sallallahu aleyhi ve sellem) getirdiği din olup bunu kabul etmek, Allah a ve resulüne itaat etmektir.

MÜSİAD İFTARI ŞANLIURFA

Selman DEVECİOĞLU. Gönül Gözü

Efendim, öğrendiklerimin ikincisi; çok kimseyi, nefsin şehvetleri peşinde koşuyor gördüm. Şu âyet-i kerimenin mealini düşündüm:

ORTAÇAĞ FELSEFESİ MS

İSLÂM TARİHİ VE SANATLARI BÖLÜMÜ. Doç. Dr. HÜSEYİN AKPINAR Türk Din Mûsikîsi Anabilim Dalı

Mirza Tahir Ahmed Hazretleri Cuma Hutbesinde, duanın aşağıdaki bahsedilen durumda şartsız olarak kabul edileceğini söyledi;

Ders Adı Kodu Yarıyılı T+U Saati Ulusal Kredisi AKTS

KELAM DERSİ ÖĞRETİM PROGRAMI

TÜRKİYE - AFRİKA EKONOMİ FORUMU AÇILIŞ TÖRENİ KONYA 9 MAYIS İş Dünyası ve STK ların Değerli Başkan ve Temsilcileri,

Anlamı. Temel Bilgiler 1

15 Mayıs 2009 al-dimashqiyye Salonu

Ders Adı Kodu Yarıyılı T+U Saati Ulusal Kredisi AKTS

Evlenirken Nelere Dikkat Edilmeli?

KOZMOLOJİK DEVİR 1 MİLET MEKTEBİ, PYTAGORASÇILIK Milet Mektebi

MERYEM SURESİNDEKİ MUKATTAA HARFLERİ كهيعص

İslâm Felsefesi Tarihi 2

ELMALILI M. HAMDİ YAZIR SEMPOZYUMU

SEVGİNİN GÜCÜ yılında Manisa da doğan İlhan Berk, Türk şiirinin en üretken, usta şairlerinden

Yayın Değerlendirme / Book Reviews

Ramazan: Hicri takvimin dokuzuncu ayıdır. Ramazan-ı Şerif veya Oruç Ayı da denilir.

SANAT FELSEFESİ. Sercan KALKAN Felsefe Öğretmeni

Ders Adı Kodu Yarıyılı T+U Saati Ulusal Kredisi AKTS KELAM VE İSLAM MEZHEPLERİ ILH

ESTETİK (SANAT FELSEFESİ)

AYP 2017 ÜÇÜNCÜ DÖNEM ALIMLARI

Kur an Kerim ayetlerinde ve masumlardan nakledilen hadislerde arş ve kürsî kavramlarıyla çok

Ahlâk ve Etikle İlgili Temel Kavramlar

iki sayfa bakayım neler var diye. Üstelik pembe kapaklı olanıydı. Basından izlemiştim, pembe kapaklı bayanlar için, gri kapaklı olan erkekler içindi.

İbni Arabi ve Ekberi Mektebi Salı, 05 Ocak :49

MARUF VAKFI İSLAM EKONOMİSİ ENSTİTÜSÜ AÇILDI

SİİRT ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ CİLT: 4 SAYI 1 s MOLLA FENÂRÎ DE TASAVVUF METAFİZİĞİ

HAYALİ, EFSANEVÎ VARLIKLAR VE İLİMLER

Ders Adı Kodu Yarıyılı T+U Saati Ulusal Kredisi AKTS

5. SINIF DİN KÜLTÜRÜ ve AHLAK BİLGİSİ

Nasrettin Hoca ya sormuşlar: - Kimsin? - Hiç demiş Hoca, Hiç kimseyim. Dudak büküp önemsemediklerini görünce, sormuş Hoca: - Sen kimsin?

Kulenizin en üstüne koşup atlar mısınız? Tabii ki, hayır. Düşmanınıza güvenip onun söylediklerini yapmak akılsızca olur.

İmam Humeyni'nin vasiyetini okurken güzel ve ince bir noktayı gördüm ve o, Hz. Fatıma

İçindekiler. Önsöz 11 Kısaltmalar 15

KURAN YOLU- DERS 3. (Prof.Dr. Mehmet OKUYAN ın Envarul Kuran isimli 3 no lu dersinin ilk 50 dakikasının özeti)

başlıklı bir dersine dayanarak vermeye çalışacağız.

Senin için gelmesi mukadder olan şeylere hırs göstermen yersizdir. Senin için olmayan, başkasının hakkı olan şeylere, hasret çekmen yakışıksızdır.

Sabah akşam tevâzu içinde yalvararak, ürpererek ve sesini yükseltmeden Rabbini an. Sakın gâfillerden olma! (A râf sûresi,7/205)

İÇİNDEKİLER GİRİŞ BİRİNCİ KİTAP

Başbakan Yıldırım, Piri Reis Ortaokulu nda karne dağıtım törenine katıldı

(Seni sevdiğim için eğer benden bedel isterlerse, iki cihânın mülkünü versem bile bu bedeli ödemeye yetmez.)

İçindekiler. Kısaltmalar 11 Yeni Baskı Vesilesiyle 13 Önsöz 15

ESAM [Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Merkezi] I. Dünya Savaşı nın 100. Yıldönümü Uluslararası Sempozyumu

ÖN SÖZ fel- sefe tarihi süreklilikte süreci fel- sefe geleneği işidir

Tıbb-ı Nebevi İSLAM TIBBI

Yine onlar, sana indirilene ve senden önce indirilene iman ederler; ahiret gününe de kesin olarak inanırlar. Bakara suresi, 4. ayet.

Bir gün Hz. Ömer (r.a) camiye giderken bir çocuğun da acele acele camiye gittiğini görür. Hz. Ömer (r.a):

Transkript:

Tasavvuf İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi (İbnü l-arabî Özel Sayısı-2), [2009], sayı: 23, ss. 53-63. İBN-İ ARABÎ YLE "ZAMAN'IN RUHU"NU OKUMAK * Mahmud Erol KILIÇ ** Bilindiği üzere Selçuklu-Osmanlı kültür çizgisinde İbn-i Arabî nin adının anılmadığı ve fikirlerinin değmediği hiçbir köşe adeta yok gibidir. Tabii görmesini bilirsek< Bir Mimar Sinan ın eserlerinin arkasında, bir Selçuklu Darü ş-şifâ sının arkasında, bir Osmanlı şairinin görüşlerinin arkasında, bir Osmanlı sultanının yönetim vizyonunun arkasında Muhyiddin İbn Arabî nin görüşlerinin bulunduğunu izlemek mümkündür. Asrın başında yaşamış olduğumuz dönüşümler neticesinde bizi besleyen bu geleneksel irfan damarlarımızla irtibatımız değişik sebeplerden dolayı zedelendiyse de her zedelenen canlı organizma, zedelenen bölgesini yine kendi içinden tamir ederek hayatiyetini sürdürür fehvası bugün de geçerlidir. Yeniden onun gibi insanlara olan hasret kendisini genel anlamda bütün insanlığı, özel anlamda Müslümanları ve özellikle de ülkemiz insanını çok yakından ilgilendirecek bir şahıs haline getirmiştir. Bugünün sorunlarını çözmede böylesi bilgelerin fikirlerinden istifadeyle büyük mesafeler katedileceği kanaatindeyim. Muhyiddin İbn Arabî nin modern çağda özellikle Müslümanlar tarafın- * 23 Mayıs 2008 tarihinde Istanbul da gerçekleştirilen uluslararasımodern Çağ ve İbn-i Arabî Sempozyumunda yapılmış açılış konuşmasının banttan çözülmüş halidir. ** Prof. Dr., İslâm Konferansı Örgütü Parlamento Birliği (İKOPAB) Genel Sekreteri

54 Prof. Dr. Mahmut Erol KILIÇ dan yeniden keşfedilmesi aslında kendi içerisinde bir araştırma konusudur. O, geleneksel kültür dünyamızda fikirleriyle en etkileyici şahsiyetlerden biri ve İslâm dünyasının Endülüs den Yeni Delhi ye, Hicaz dan Kırım a kadar çok geniş bir coğrafyasında eserlerinin okunduğu ve bunların üzerlerine şerhler yazıldığı bir şahsiyettir. Bir taraftan Tac Mahal de gerçekleştirilen o muhteşem eserin mimari özelliklerinin Fütûhat-ı Mekkiyye deki bir çizimden ilhamla yapıldığı, diğer taraftan Osmanlı nın çoklu etnik, kültürel, dinî toplulukları bir üst şemsiye altında bir arada yaşatırken onun vahdette kesret prensibinden hareket edildiği ileri sürülmüştür. Onun burada, Anadolu da geçirdiği günler ve peşinde bıraktığı tesirler ayrı bir araştırma mevzusudur. Malatya da on yıl civarında yaşayıp ardından Sivas, Kayseri ve Larende, Karaman üzerinden Konya ya gelerek görüşlerini rahat bir şekilde anlatabileceği bir zemini bulabilmesi çok mühim bir konudur. Çünkü takdir edersiniz ki, yüksek irfan kabul göreceği yere doğru akar. Kabul edicilerin, alıcıların olmadığı yerlerde ise kendilerini setrederler, örterler. Bu bir bakıma işin tabiatı icabıdır. İrfanî bilgi kendini nâdâna karşı örter. Doğduğu topraklar olan Endülüs den Doğuya doğru seyahatinde İbn-i Arabî öyle bölgelerden geçti ki, yemeğine zehir katılmak suretiyle öldürülmeye bile çalışıldı. Mekke de Kâbe nin karşısında murakabede Hacerü l- Esved e yönelik iken almış olduğu Kalk ve Anadolu ya git! emr-i ilâhîsi üzerine Anadolu ya yolculuğu başladı. Buna biz sevk-i ilahî diyoruz. Yani Anadolu ya gelişi kendi iradesi ile olmamıştır. Selçuklu sultanlarının bazılarının yetişmesinde çok büyük emeği geçer. I. Gıyâseddîn Keyhüsrev, oğulları I. İzzeddin Keykâvus ve Alaaddin Keykûbâd ile doğrudan irtibatı olmuştur. Şöyle ki, Malatya da iken hocalığını yaptığı şehzâde Konya da tahta geçince hocasını daha Konya girişinde karşılamış ve atından inmek suretiyle Gerçek sultan sizsiniz Efendim diyerek İbn-i Arabî ye olan bağlılığını tekrarlamıştır. Tabii bu sadece Muhyiddin İbn Arabî ile sınırlı bir durum değildir. Geçen sene (2007) doğumunun 800. Yılı münasebetiyle pek çok toplantıyla kendisini andığımız bir Mevlânâ Celaleddin-i Rûmî de birçok kere böylesi iltifatlara maruz kalmıştır. Şu bir gerçek ki, modern dünya birazdan temas etmeye çalışacağımız şekliyle, biz Müslümanları da kendine döndürdü ve benzetti. İsim olarak ve sosyolojik bakımdan Müslüman diye tanımlanabiliyoruz ama dikey/enfüsî anlamda Hakikat-i Muhammediyye ile olan irtibatımız bağlamında Muhammedîliğimiz ne kadar köklü, o ayrı bir konu. Meydanları doldurmak anlamında ben Müslümanım diyen bir hayli kalabalık var. Fakat bu kitle, içinde derinlik olan bir topluluk haline gelmedikçe, medeniyet oluşturamayan ve sadece karşı tarafın ithamlarına cevap verirken

İbn-i Arabî yle "Zaman'ın Ruhu"nu Okumak 55 kükreyen bir kitle olacaktır. Bu kalite düşmesi modern Müslümanın önündeki en önemli problemlerden biridir. Tarihte her zaman bizlere yönelik ithamlar ve saldırılar olabilmişti, ama bunlara çok yüksek seviyede sanat, edebiyat ve felsefesiyle öyle cevaplar verilmişti ki; bu cevaplar karşı tarafı cezbettiği kadar kendi insanımızı yani Müslümanları da eğitmiş ve olgunlaştırmıştı. Sempozyumumuzun ana teması malum olduğu üzre Modern Çağ ve İbn-i Arabî. Peki bundan 700 küsür sene evvel yaşamış olan bir zatın görüşleriyle modern çağ arasında nasıl bir irtibat kurabiliriz? Bu açıdan önce Modern Çağı tanımlamamız gerekmekte ve buradan hareketle İbn-i Arabî yi ve onun gibi bilgeleri konuşturmaya çalışmalıyız. Sayın Hüseyin Beyin de takdim konuşmasında söylediği gibi güzel bir tevafuk olarak bugün İstanbul da farklı bir damarı temsil eden büyük bilge İbn-i Sina üzerine de uluslararası sempozyum gerçekleştirilmektedir. İslâm dünyasının başka bazı köşelerinde şu an çok sığ ve basit düzeylerde bazı Müslümanlık yorumları yapılırken biz İstanbul da bir taraftan Muhyiddin İbn Arabî gibi bir zâtı anlamaya, diğer taraftan İbn-i Sina gibi bir diğer bilgeyi öğrenmeye çalışıyoruz. Bu da tarihin tekerrür ettiğini gösteriyor. Çünkü ârifler iltifat isterler ve onu gördükleri yerlere doğru meylederler; iltifat görmedikleri yerlerden de kaçarlar. Nazlı bir gelin gibidirler diye edebiyatımızda çokça anlatılır bu meseleler. Modern çağı tanımlamak için bütün dünyada entelektüel çevrelerde birbirinden farklı konferanslar düzenleniyor. Modern çağın kronolojik olarak ne zaman başladığı ve temel özelliklerinin neler olduğu konularında çok uzun sözler söylemek belki mümkün, ama kısaca toplayacak olursak; modern çağın öteler ötesiyle yani mavera ile referans noktalarını koparıp bunu yeryüzüne indiren dönem ile başladığı söylenir. Yani prometeci bir anlayışla, Ey insan sen tanrısal olduğunu iddia ediyorsun, ama zaten tanrı diye bir şey yok, ne varsa senin elinde. Sensin o, yaradan da sen, yapıp eden de sen, her şey sende olup bitiyor. demek suretiyle 18. yüzyıldan sonra gelişmesi ivme kazanan, özellikle aydınlanma döneminden itibaren gelişen ve günümüzde materyalizm haline gelen bu aşırı profanlaştırılmış, sekülerleştirilmiş hümanizm anlayışı sonunda insanı ait olduğu asli yerden kopardığından dolayı onu yalnızlaştırmış ve ne halin varsa gör, ben sana çözüm üretemem noktasına getirmiştir. Çünkü insan, ilahi bir varlıktır. İnsan bir bütünün parçasıdır. O, bütünün içinde anlam kazanır ve belki de o bütünün ana eksenidir. Şüphesiz biz insanı en mükemmel surette yarattık. sözüyle bütün yaradılışın eşref-i mahluku yapılan - ki bu insana biçilen en yüksek makam-

56 Prof. Dr. Mahmut Erol KILIÇ dır - insanı o yüceler yücesinden alıp en aşağılara indiren bir anlayış< Bu anlayış neticesinde tıpkı anne ve babasından koparılmış küçük bir çocuk gibi yalnız bırakıldı modern insan< Modern insanı esas ait olduğu öteler ötesinden koparttığınız vakit, o insanın yapmayacağı bir şey yoktur. Yaradılış merdiveninde, Muhyiddin İbn Arabî nin görüşlerinden öğrendiğimize göre, her mertebe yaratıldığı mertebenin hakkını verir. Üstelik insanın Ben sana kendi ruhumdan üfledim. ayetinde de açıkca belirtildiği gibi Allah Teâlâ nın ruhunu kendi içinde taşıyan ilâhî bir tarafı vardır< Sonra aşağılara inmek suretiyle o insanda bir de maddeye meyleden taraf, hayvaniyet tarafı oluştu. Binâenaleyh insan ikisi arasında inip çıkabilen bir varlıktır. Bu yönüyle bir muhteşem varlıktır insan< İşte insanı metafiziğinden kopardığımızda, yani kaynağından kopardığımız zaman onu annesinin memesinden koparılıp ormana atılmış bir bebek gibi düşünebilirsiniz. O çocuk kendi başına yaşamaya çalışıyor ama o ortamda ne kadar yaşayabileceğini bir düşünün. Takdir edersiniz ki, bunda başarılı olabilmesi mümkün değil. O zaman insanın tekrar asli konumuna yüceltilmesi yani memesinin ağzına verilmesi gerekmektedir. Bu şuur haliyle insanın özgüvenini tekrar kazandığı görülecektir. Bunu tesis edecek bilgelere ihtiyacımız her zamankinden çok daha fazla. Modernlik öncesi dönemde de bunlara ihtiyacımız vardı, ama kopma o kadar sert değildi. Fakat modern zamanda insanı tamamen metafizikten, ana kaynağından, yani Rabbi nden kopardılar. Rabbi ile olan irtibatını ötekileştirdiler. Oysa Ben ve Rabbim birbiriyle hiç alakası olmayan iki ayrı kategori değildi. Bazı anlayışların Tanrı ile kul arasındaki irtibatı kopartmaya, soğutmaya dayalı teolojik yaklaşımlarının aksine, sufî teoloji kurbiyyet esaslı bir teolojidir. Şer i çerçeve içerisindeki kurbiyet esaslı teolojide ise Ben size şah damarınızdan daha yakınım., Ben sizdeyim anlayışı ayrı bir zevk verir yalnız insana. Rabbimizi dışarılarda, yukarılarda, yani taşrada aramak yerine bizzat kendi içimizde aramayı bize öğreten bir anlayış. O sizde ama görmüyorsunuz. ayetinden beslenen bir anlayış. İslâm dininde bu anlayışı Hz. Muhammed (s) Efendimizin getirmiş olduğu ana esasları açmak suretiyle ortaya çıkaran kimselere biz İslâm düşüncesi kervanında ârifler demekteyiz. İşte bu âriflerin içinde Muhyiddin-i Arabî nin yeri müstesnadır. Mütevazidir, der ki: Bunları ilk defa dile getiren ben değilim. Benden evvel de bunları bilenler vardı. Fakat zaman müsait değildi. Şimdi müsait olduğu ve insanlar bu düşünceleri hazmedebilir hale geldiği için bana destur verildi, aç denildi. Ben de İslâm irfanını en yüksek ilmeklerinden açmaya çalışıyorum. Ama şunu bilin ki, benim de bir sınırım var, ben de bana biçilen o sınırda duru-

İbn-i Arabî yle "Zaman'ın Ruhu"nu Okumak 57 yorum. Bütün sırları açıyor değilim. Bir açıdan ona bağlı olduğunu iddia edenler ve diğer açıdan da ona karşı olduğunu söyleyenler özellikle bilsinler ki Şeyh-i Ekber: Açtığım bütün sırlar Hz. Kur an dan, yani Kur an mertebesinden alınmış ve tamamen Muhammedî mirasın açılımından ibarettir. Yani düşüncelerimin kaynağı ne Aristo dur ne Platon. Herhangi bir felsefî okul içinde eğitim alarak onların görüşlerini naklediyor değilim. Ben bana ne ilka ediliyorsa - ki ona ilka-i ilahî ve imla-i rabbânî diyor - onu naklediyorum. demektedir. Bu surette o Tercüman-ı Hak vazifesini yerine getirmektedir. Yani veliler nebiye inen vahyi tercüme eden kimselerdir. Şeyh-i Ekber in yapmış olduğu şey, kalb-i Muhammedîye'ye inen vahyin insanlığa inmesinde tercümanlık etmek, aracılık etmek< Bu mertebe velâyet mertebesidir ki, nebiye bağlı olarak çalışır. Velâyet mertebesi, şâhidler, şârihler ve açıklayıcılardır. Her nebinin yanında bulunur. Hz. Musa (s) nın yanında Hz. Harun (s) gibi... Her nebinin yanında onun velâyetini sürdürenler gelmiştir. Bu kervan başlarından birisi de Şeyh-i Ekber Muhyiddin-i Arabî dir. Kendisi der ki: Her asırda öyle biri vardır ki, onunla o asır yükselir. İşte bu asır ve bundan sonraki asırların da irfânî yükseklik kriteri bir bakıma benim. Nitekim bugün eserleri, fikirleri kendi talebelerinden Sadeddin-i Konevî, Müeyyededdin-i Cendî, Davud-ı Kayserî vb. gibi zâtlar eliyle doğuya ve batıya taşınmak suretiyle üzerine yüzlerce şerhler yazılmıştır. Bugün İslâm irfânı dediğimiz o devasa literatür meydana gelmiştir. Bu literatürü bir bakıma İslâm felsefesi içerisinde değerlendirmemiz mümkündür. Tabii ki, bazı İslâm felsefesi anlayışlarından ayrılan noktaları bulunmaktadır. Bir kere Şeyh-i Ekber kendisinin Hakikat-i Muhammediyye den ilham alarak bu görüşleri serdettiğini ve her hangi bir yazılı kitaptan nakletmediğini söyler. Aslında İslâm felsefesinde de hikmet faal akılla ittisal kurularak elde edilir. Ama faal akıl nedir, nasıl ittisal ve irtibat kurulur? Buralar muğlak geçilir. Çünkü İslâm felsefesinde terbiye ve eğitim yoktur. Size o hakikatler yaşatılmaz sadece anlatılır. Kavramsal ve zihinseldir. Ne var ki, nasibiniz varsa buradan bir kapı açılabilir size. Gazzalî nin, İbn Sinâ nın açıldığı gibi. Felsefe zihinsel tasavvurlara dayanır. Fakat tasavvur görüntü esaslı formatlanmıştır. Oysa ki, bu bir yanılsamadır. Görüntü bir yanılsamadan ibarettir. Muhyiddin İbn Arabî der ki: görüntüye aldanma, bunlar, şeyler ve nesneler birer görüntü. Görüntü ise tamamen yaratılmış bir şeydir ve dört unsurun bir araya gelmesiyle meydana gelir. Bu bir tür göz yanılsamasıdır ve siz aslında buna illüzyon diyebilirsiniz. Oysa hakikat bunun içinde, bâtınındadır. Der ki, Aynü l-âlem Haktır. Onun bu

58 Prof. Dr. Mahmut Erol KILIÇ ifadesini âlemin aynı, özü Hak tır diye tercüme edebiliriz. Yalnız buradaki ayn kelimesine dikkat etmemiz gerekiyor. Türkçede bazen yanlış anlama oluşabiliyor burada. Aynısı, tıpkısı anlamındaki ayn ile kökenleri bir ise de kullanım alanları farklılaşmıştır. Arapçada bu kelime; göz bebeği anlamında ve göze dediğimiz suyun çıktığı, fışkırdığı kaynak anlamlarına gelmektedir. Bu durumda Şeyh-i Ekber Hakk âlemin aynıdır derken gözüdür, göz bebeğidir demek istemektedir. İşte o âlemin içinde bulunan ve her asırda bir tane olan veliyy-i asr yani asrın velisi ayn dır. Oradan Cenab ı Hak âleme bakar, tedbir eder, idare eder. O zaman o göz ilahî bir gözdür. İbn-i Arabî bir şiirinde der ki: Yeryüzünde yürürken dahi ayağını sert yere vurma, zira o Hakkın gözüdür. Yani toprak zemin üzerinde yürürken dahi sert bir harekette bulunma sonuçta O nu incitirsin. Hayata bu gözle bakıldığı zaman, bir bütün olarak kutsal bir varlık, kutsal bir enerji alanı haline gelmektedir. Diyor ki: Hayat ilâhiyet hazretidir. Yani içinde bulunduğumuz bu hayat kutsaldır, kutsallığın bir açılımıdır, hazretidir. Lokman fassında da şu beyitlerle devam ediyor: İlâh, bir rızk irade etmeye yöneldiğinde kevnin tamamı onun için gıdadır. Bütün kâinat onun gıdasıdır. Eğer İlah, ilahî meşiyet bizim için bir rızk irade etmeye yönelirse; meşiyetin gereği o bizim için gıdadır. Bakınız! bir yönüyle kâinat onun gıdası, bir yönüyle biz onun gıdasıyız. Bu beslenmeyi tabii kii fizikî âlemdeki beslenme olarak anlamamamız gerekiyor. Manevî köklerinden koparılmış modern hayata gelindiğinde ise, hayatın bu kutsallığından soyulduğunu, de-sacredition yapıldığını bütün sonuçlarıyla beraber müşahede etmekteyiz. Yani sen öteler ötesine bakma, her şey burada kutsal diye bir şey yok. Bunun tabii bir sonucu olarak tabiata, canlı veya cansız varlıklara, bitkilere, hayvanlara tahakküm edilebilirliğin, tecavüz edilebilirliğin yolu açılmış oldu. Azgın insan doğayı sömüreceği bir alan olarak görmeye başladı. Bu düşüncelerin bir yansıması olarak modern kapitalizm bugün bütün dünyayı global bir kumarhaneye çevirmiştir. Oturduğunuz yerden dolarla oynamak, borsaya girmek-çıkmak suretiyle bunlardan bîhaber üçüncü dünya ülkelerini ellerinde oynatan bir azınlık grubunun kumarhanesi haline gelmiştir yeryüzü. Bu bir zulümdür, adaletsizliktir. Oysa ki yeryüzü ve her ne varsa Allah ın bize kutsal bir emanetidir. Komşusu açken tok yatan bizden değildir. anlayışı ile bakan bir peygamberin gözünden baktığımız zaman kendi kurtuluşunun bütün insanlığın kurtuluşuyla beraber olduğunu anlarsın. İslâm metafiziğinin zirve açılımı olan vahdet-i vücut anlayışında da bütünün her bir parçasının birbiri ile organik bir irtibatta olduğunu anlarsınız. Bunu idrak ettiğiniz zaman siz bir ağaca dahi

İbn-i Arabî yle "Zaman'ın Ruhu"nu Okumak 59 tekme atamazsınız. Bu felsefenin yaygınlaşmasıyla eğitilmiş bir ormancı dahi ormana girdiği zaman kesilecek ağaca gidinceye kadar baltasının ağzını diğer ağaçlar görüp de rencide olmasınlar diye gizler, örter. İşte bütün bu tavırların arkasında bütün varlığı bir gör anlayışı yatmaktadır. İbn-i Arabî der ki: Kesret dediğimiz bu çokluk âlemi aslında birliğe bağlıdır. Bütün var oluş birliktedir. Kesret, yani çokluğun varlığı yoktur aslında. Buradan hareketle kötülük probleminin çokluğa bağlı olduğunu söyleyebiliriz. Çokluk olduğu için kötülük vardır. Çokluk ise arızîdir, aslî değildir. Dolayısıyla kötülüğün var oluşsal yeri yoktur. Yani Arabî ye göre şer problemi varoluşsal değildir. Var olan yalnız mutluluk ve huzurdur. Yalnız hayırdır. Onun ikame edilmediği yerde geçici bir dönem için ortaya çıkan durumun adına şer denir. Ondan dolayı Hak gelince bâtıl zâil olur. ayetinde olduğu gibi hakkın ikame edilemediği durumlarda arızî olarak ortaya çıkan duruma şer diyoruz. Yoksa felsefede olduğu gibi bir hak var bir de şer var, bir iyilik var bir kötülük var değildir. İkicilik, düalizm yoktur İslâm tasavvufunda, özellikle Muhyiddin İbn Arabî mektebinde. Var olan yalnız ve yalnız Bir dir. Hakk âlemin aynıdır demiştik. İnsan da Hakk ın aynıdır. Zira onunla âleme bakar ve ona rahmet eder. Allah yeryüzüne insanla bakar. İnsanı ilk yarattığında Ben sizin Rabbiniz değil miyim? dediğinde, ilk muhatabı ve evet demek suretiyle onu tasdik eden insandır. Bu açıdan Şeyh-i Ekber: İlahî surete benzer bir yapıda yaratılmış yegâne varlık insandır yani kâmil insandır. der. Bu sebepten insanlık, insan-ı kâmil olmaya doğru bir özlem içindedir. Nasıl ki, kadim kimya ilmi (simya) cansız varlıkların içindeki altın olma özlemini tahrik etmek suretiyle kıymetsiz madenleri altına doğru döndürülebileceğini ileri sürüyor ise, bunun bir benzerini insanlık içinde, ister mümin ister kâfir, ister dile getirsin ister dile getirmesin bütün insanların insan-ı kâmil olmaya doğru, kemale doğru olan bir özlemi olduğunda görebiliyoruz. İnsanı bu yönde eğitmediğimiz zaman, modern hayat ve felsefeler - buna medya da aracılık etmek suretiyle - modern insanın önünde hedef sapması gerçekleşmektedir. Yani insan, aslî hedefinden, gitmesi gerekli olduğu yerden uzaklaştırılmakta ve önüne sahte hedefler konulmaktadır. Ona sen ancak şöyle olursan mutlu olabilirsin imajı yerleştirilmektedir. Mesela dünyanın değişik coğrafyalarında manken olursan mutlu olabilirsin denilerek eğitilen yüzlerce genç kız bulunmaktadır. O yolu izleyen sonunda bir şekilde mutluluğu hangi düzeyde elde edebilecekse oraya kadar elde edebilmekte. Oysa ki, bu bir insanın hayatında iş olarak yapacağı şey değildir. Farkında olsun olmasın insanın esas gayesi içinin yöneldiği yere kavuşmasıdır. Çünkü onun içi ilahîdir ve suyun suya kavuşmak istemesi gibi ilahî

60 Prof. Dr. Mahmut Erol KILIÇ olan da ilahî olana kavuşmak ister. İnsanın cevheri, aslı, özü, aynı, kökeni ilahîdir. Bu görüşümüzün kaynağı hem Kur ân da hem de sünnette yer almaktadır. Biz insana kendi ruhumuzdan üfledik. ayeti insanın kutsal bir varlık olduğunun en temel delilidir. Hayat kutsaldır. Kutsal olarak baktığımız zaman da onun kutsallığını bozmamamız gerekmektedir. Hasılı modern hayatın başta ekolojik problemleri, çevre sorunları, eşitsiz gelir dağılımı vb. gibi meselelerine İbn-i Arabî nin görüşlerinden yola çıkarak çözüm ileri sürebileceğimiz o kadar konu var ki. Hatta bu görüşler ileride, vahhabizmin döneminin geçmesinin ardından Müslümanların siyaset teorisi olacak görüşlerdir. İbn-i Arabî Yusuf fassında der ki: Aynını tanı. Sen kimsin? Hüviyetin nedir? Hakk a nispetin nedir? Ne ile Haksın, ne ile âlemsin? Yani hangi noktada sen Hakk lasın, hangi noktada gayrısın? Bakınız bu noktaya çok dikkat edilmelidir. Vahdet-i vücut anlayışını tam anlayamayan kişiler İbn-i Arabî nin her şeye Tanrı dediğini iddia ederler ki, böyle bir şey tamamıyla iftiradır. Ben size kendi ruhumdan üfledim. diyen Cenabı Allah (cc) ın kendisi İbn-i Arabî söylemiyor. Benim ruhanî ve ilahî bir tarafım olduğunu söyleyen Cenab-ı Allah (cc) < Dolayısıyla, bakınız bir yönüyle evet ben ondanım. Bunu demediğiniz zaman başka bir çıkış yeri bulmamız gerekiyor insana. İnsana Tanrı dan başka bir çıkış yeri bulduğumuzda bu sefer biz O ndan geldik, tekrar O na döneceğiz ayetine muhalif olmaktayız. Bizi böyle düşünmeye sevk eden ayetler bulunmakta. Elimizde çok fazla örnekler var bu konuda. İbn-i Arabî kainatı bir kitap olarak görüyor. Açık bir kitap. O kitabın satırları ve harfleri üzerinde düşün. Bizler bir zamanlar yüksek harfler idik, o satırlara indik. Bu kainatın her şeyi sana bir mektuptur. Sana okumak ve yorumlamak üzere gönderilmiş, kainatta gördüğün her şey< İnsan, insanın cemali, yeryüzü, varlık, bitki, hayvan vs. bunların hepsi sana gönderilmiş bir mektuptan ibarettir. Onları okuyabilirsen varlığın sırrını elde edebilirsin< Allah tan sâdır olan isimler konusunda kelam ilmi, İslâm felsefesi, İslâm düşünürleri değişik görüşler bildirmişlerdir. O nun 99 ismini biliyoruz. Bildirdiği kadarıyla biliyoruz< Peki, bu isimler birden bire mi çıktı? Denilir ki, Allah tan önce bir isim, sonra 7 isim (ümmühât-ı seb a) zuhur eder. Sonra bunun furuatı vardır. İlahî isimler şeması vardır. Kainat isim isim böyle tanzim edilir. İlk isim hangisidir? Konusunda muhtelif görüşler bildirilir. Âlim ismiyle başladı, diyen vardır. İbn-i Arabî Hazretleri Hay ismini esas alır. Yani kün (ol) denilmesi suretiyle hayat başlamıştır. Dolayısıyla İbn-i Arabî ye göre İlim ismi Hay ismi içinde vardır. Hay ismi canlılık enerjisini veren, hayatı daim olarak sürdüren bir isimdir. İbn-i Arabî ye göre o, isimlerin anasıdır, babası-

İbn-i Arabî yle "Zaman'ın Ruhu"nu Okumak 61 dır. Bu isim üzerinde yapılan çalışmalarla hayatın kutsallığı anlaşılır. Bakınız bir kere bütün insan hayatı, tarihiyle, zamanıyla, geçmişiyle hepsi kutsal olur. İbn-i Arabî her dönemin kendine göre tecellisi bulunduğunu söyler. Tecelli tecelliyi takip eder. Bunlar devrîdir, çevrimseldir. İbn-i Arabî nin yaradılış felsefesi, düz bir çizgi halinde, lineer bir şekilde ilerlemez. Devrî olduğundan dolayı; zahir batından, batın zahirden; kabz bastan, bast kabzdan çıkarak bu şekilde deverân ettiğinden dolayı; bazı dönemler, Hakk ın Velî isminin zahire çıktığı, bazı dönemler de Hakk ın Velî isminin bâtında kendini setrettiği dönemlerdir. O açıdan dönemini iyi tanı, ona göre hareket et der. Hiçbir dönemi kötülemez, hiçbir döneme küfretmez. Sövmez, sövmemeyi tavsiye eder. Daha doğrusu bize bunu öğretir. Bizim içinde yaşadığımız şu modern çağ belki de en problemli çağlardan biridir. Bize asırlar öncesinden der ki: Bu asrın da sıkıntıları zorlukları vardır, ama hayır, her bir asrın içinde Allah ın ayn ı, gözü hep bulunduğundan, Hay isminden dolayı, sen bu sıkıntıların içinde güzellikleri bulabilirsin. Küçük, sığ ve parçalayıcı düşünmekten ziyade bütüncül bir düşünceye doğru geçersek bütün bu sorunların üstesinden gelebiliriz. Binâenaleyh, zamana sövülmemesi meselesi önemlidir. Çünkü Allah kün demek suretiyle bir emirle her şeyi toptan yarattığı için, sonra bast edilmek suretiyle her şey zamanın içine yayıldığından dolayı aslında geçmiş ve gelecek, şimdi ve sonra hepsi birden ilâhîdir. Dolayısıyla içinde bulunduğumuz an da kutsaldır. Bizim irtibatımız kopuktur sadece, irtibat kurulduğu noktada hayat yeniden kutsallığını elde edecektir. Çünkü esas olan kutsallıktır. Kutsallıktan soyuluş geçici bir dönemdir ve her şey aslına rücû edecektir. Sözlerimin sonunda zaman problemlerinden bir tanesine de kısaca temas etmek isterim. Bu problem de şudur: Bu modern zaman nasıl ana esasları bozdu ise, yani bazı doktirinel prensipleri bozdu ise, ister istemez bunu maneviyat sahasına da taşır. Yani modernizm spirütüel, manevî denilen alanda da dejenerasyon yapmaya başladı. Kendine benzetmeye çalıştı herşeyi. Bu da bir başka açıdan dikkat çekilmesi gereken husustur. Şöyle demeye başladı artık: Madem maneviyat var. Bunu yok edemedik ve edemiyoruz. O zaman maneviyatı kabul edelim, ama buradan kendimize yontalım. Mesela manevî konuları kitleleri uyutmak ve kapitalizmin daha iyi kâr elde etmesi için kullanalım. Meditasyon yaptıralım ki, daha kaliteli işçi olsunlar. Bakınız! Rabbimizi tanımak, hayatın sırrını keşfetmek için araç olarak kullandığımız bazı manevî temrinler asıl maksadından koparılmak suretiyle bir takım başka amaçlar için kullanılabilir hale getirilmiştir. Bu da bir diğer tehlikedir. Çağımızın önemli bilgelerinden Şeyh Abdülvahid Yahya bunu

62 Prof. Dr. Mahmut Erol KILIÇ istikametten yani ortodoksiden kopma olarak tanımlar ve Modern Dünyanın Bunalımı isimli eserinde özellikle buna dikkat çeker. O, pseudo-inisiyasyon dediği sahte maneviyatlara dikkat çeker. Yani modernizm sahte maneviyatların da çıkmasına sebebiyet veriyor. Bu açıdan İbn-i Arabî mektebi nin vurgulamaya çalıştığı şey çok hassas bir dengedir. İyi anlamak lazım. Fütuhat ın 2. cildinin 88. bölümünde der ki: Riyâzetlerimizin, mücadelelerimizin, amellerimizin sonunda ortaya çıkan ilimler ve zahire taşıdığımız eserler, hepsi bizim kitabullâh ve sünnet-i Resulullah ile olan amelimiz neticesindedir. Yani Hz. Muhammed (s) e ittiba ile yaşadığımız o manevî hayat tecrübesi sonucunda çıkmıştır bunlar ortaya. Yani bu ârifleri doğru anlama ve doğru okuma problemiyle karşı karşıyayız. Önümüzde böyle bir problem olduğunu da unutmamız gerekiyor. Zira modernizm bazen bizim bu bilgelerimizi, âriflerimizi de aslî kaynağından koparma teşebbüslerinde bulunmaktadır. Yani bunlar çok güzel mistik görüşler, biz bunları alalım, fakat onların ait olduğu, beslendikleri kaynak bir kenarda dursun, demek suretiyle bir ayrım yapıyor. Bu da bir diğer problemdir. İbn-i Arabî nin kendisi bunu izah ettiği gibi, Kur an ve sünnetten beslenen bir bütündür. İkisi bir biriyle etle kemik gibi kaynamış vaziyettedirler. Bu açılardan sui-istimal ve manüpülasyon İbn-i Arabî gibi âriflerin görüşleri üzerinde çalışanların dikkat etmesi gereken en temel hususların başında gelir. Zira temellerle oynamak isteyen bazı art niyetliler hep bu zâtların görüşlerini ters okuyarak bu emellerini gerçekleştirmek istemişlerdir. Şunu hususen belirtmek isterim, başta İbn-i Arabî olmak üzere sûfî mütefekkirlerin görüşlerini her zaman İslâm tasavvuf geleneğinin içinde değerlendirmek gerekir. Bu kimselerin görüşlerini cımbızla çekerek ait oldukları bağlamından koparttığınız zaman, o sözlerden çok başka noktalara varmak mümkün hale gelir. Bir iki örnek vereyim isterseniz. Mesela yüzyılın başında ülkemize materyalist düşüncelerin gelmesine aracılık eden, o dönem icabı öyle düşünen, hayatını okuduğunuz zaman aslında çok ızdıraplı ve farklı bir düşünür ve bir o kadar da çok zeki bir insan olan Abdullah Cevdet in felsefî materyalizme giderken Muhyiddin İbn Arabî yi ters okuduğunu göreceksiniz. Onu, fikirlerini ikincil bazı kaynaklardan, batılı kaynaklardan okuyarak kendi materyalizmine adeta temel teşkil ettirmeye çalışmıştır. Diğer taraftan Cemalettin Kasımî gibi katıksız selefî düşünürler veyahut Musa Carullah Bigiyev gibi modernist-selefî düşüncenin yüzyılın başındaki önemli temsilcilerinden olan kimseler İbn-i Arabî nin bazı sözlerini yine böyle cımbızlamak suretiyle kendi anlayışlarının temellendirilmesinde kullanmış-

İbn-i Arabî yle "Zaman'ın Ruhu"nu Okumak 63 lardır. Yani İbn-i Arabî nin görüşleri o kadar geniş ve kuşatıcıdır ki, görüleceği üzere bir taraf materyalizm anlayışları için, öbür taraf da kıyası reddederlerken selefî anlayışları için kaynak olarak kullanabilmişlerdir. Oysa onun görüşleri bütünüyle alındığında ancak hakiki maksadı anlaşılır. Sözlerimi yine anlaşılması kimilerince hep problem olmuş ve olmaya devam eden bir diğer bilgenin mısralarıyla tamamlamak istiyorum. Ömer Hayyam, çok sevdiğim büyük bir sûfî, ârif< Onun sözleri bütün tartışmalarımıza, kîyl ü kâllere cevap verir mahiyettedir. Der ki: Zamanın sırlarını ne sen bilirsin ne ben Bu muammayı ne sen çözebilirsin ne ben. Perdenin önünde benimle senin dedikodularımız var ancak Perde kalkınca ne sen kalırsın ne ben Hepinizi hürmet ve sevgiyle selamlıyorum efendim.