BİRİNCİ BÖLÜM PARA 1. PARANIN TANIMI VE FONKSİYONLARI



Benzer belgeler
SORU SETİ 11 MİKTAR TEORİSİ TOPLAM ARZ VE TALEP ENFLASYON KLASİK VE KEYNEZYEN YAKLAŞIMLAR PARA

M2 Para Tanımı: M1+Vadeli ticari ve tasarruf mevduatları (resmi mevduatlar hariç)

DERS NOTU 09 DIŞLAMA ETKİSİ UYUMLU MALİYE VE PARA POLİTİKALARI PARA ARZI TANIMLARI KLASİK PARA VE FAİZ TEORİLERİ

Makro İktisat II Örnek Sorular. 1. Tüketim fonksiyonu ise otonom vergi çarpanı nedir? (718 78) 2. GSYİH=120

Ekonomi II. 20.Para Teorisi ve Politikası. Doç.Dr.Tufan BAL. Not:Bu sunun hazırlanmasında büyük oranda Prof.Dr.Tümay ERTEK in Temel Ekonomi kitabından

SORU SETİ 7 IS-LM MODELİ

IS LM MODELİ ÇALIŞMA SORULARI

FİYATLAR GENEL DÜZEYİ VE MİLLİ GELİR DENGESİ

DURGUNLUK VE MALİYE POLİTİKASI

FİNAL ÖNCESİ ÇÖZÜMLÜ DENEME PARA VE BANKA SORULAR

ÜNİTE:1. Para ve Finansal Sistem ÜNİTE:2. Mali Varlık Fiyatlarının Belirlenmesi ÜNİTE:3. Finansal Kurumlar ve Piyasalar ÜNİTE:4

Servet değer biriktirme araçlarının tümüne (tahvil, bono, hisse senedi, ev, arsa vb. verilen bir isimdir.

N VE PARA ARZININ ÖZELL

FİNAL ÖNCESİ ÇÖZÜMLÜ DENEME MALİYE POLİTİKASI 1 SORULAR

IS-LM MODELİNİN UYGULANMASI

DERS İÇERİĞİ. Para-Banka Teori ve Politikası. Zorunlu DERS HEDEFİ

-MAKROEKONOMİ KPSS SORULARI- 1) Nominal faiz oranı artarsa, reel para talebi nasıl değişir?( KPSS 2006)

Doç.Dr.Gülbiye Y. YAŞAR

İşsizlik Çeşitleri, Para Kavramı. Spor Bilimleri Anabilim Dalı

İÇİNDEKİLER III. Önsöz

Para talebi ekonomik bireylerinin yanlarında bulundurmak istedikleri para miktarıdır. Ekonomik bireylerin para talebine tesir eden iki neden vardır;

PARA TALEBİ VE KURAMLARI

9. DERS : IS LM EĞRİLERİ: MALİYE VE PARA POLİTİKALARI

A. IS LM ANALİZİ A.1. IS

PARA POLİTİKASI AMAÇLARI VE ARAÇLARI TÜRKİYE UYGULAMASI


Ayrım I. Genel Çerçeve 1

PARA VE BANKA I.BÖLÜM. PARANIN TEMEL KAVRAMLARI ve TARİHSEL GELİŞİMİ

Ekonomi II. 21.Enflasyon. Doç.Dr.Tufan BAL. Not:Bu sunun hazırlanmasında büyük oranda Prof.Dr.Tümay ERTEK in Temel Ekonomi kitabından

ÜNİTE 4: FAİZ ORANLARININ YAPISI

A İKTİSAT KPSS-AB-PS / Mikroiktisadi analizde, esas olarak reel ücretlerin dikkate alınmasının en önemli nedeni aşağıdakilerden

BÖLÜM I MAKROEKONOMİYE GENEL BİR BAKIŞ

MAKRO İKTİSAT KONUYA İLİŞKİN SORU ÖRNEKLERİ(KARMA)

BÖLÜM 9. Ekonomik Dalgalanmalara Giriş

Kamu bütçesi, Millet Meclisi tarafından onaylanıp kanunlaşan ve devletin planlanan gelir ve harcamalarını gösteren yıllık bir programdır.

Para Piyasasında Denge: LM (Liquit Money) Modeli

Plan Ödemeler Dengesi, tanım, kapsamı Ana Hesap Grupları Cari Denge, Sermaye Hesabı Dengesi Farklı Ödemeler Dengesi Tanımları Otonom ve Denkleştirici

SORU SETİ 7 IS-LM MODELİ

8.1 KLASİK (NEOKLASİK) MODEL Temel Varsayımlar: Rasyonellik; Para hayali yoktur; Piyasalar sürekli temizlenir.

İÇİNDEKİLER BÖLÜM 1: EKONOMİ İLE İLGİLİ DÜŞÜNCELER VE TEMEL KAVRAMLAR...

Rasyonel Beklentiler Teorisinin Politika Yansımaları ve Enflasyonla Mücadele

2018/1. Dönem Deneme Sınavı.

Ekonomi II. 23.Uluslararası Finans. Doç.Dr.Tufan BAL. Not:Bu sunun hazırlanmasında büyük oranda Prof.Dr.Tümay ERTEK in Temel Ekonomi kitabından

PARANIN ÖZELLİKLERİ, PARA ÇEŞİTLERİ VE EMİSYON REJİMLERİ

FİNANSAL SERBESTLEŞME VE FİNANSAL KRİZLER 4

1. KEYNESÇİ PARA TALEBİ TEORİSİ

PARA, FAİZ VE MİLLİ GELİR: IS-LM MODELİ

DENEME SINAVI A GRUBU / İKTİSAT

Tufan Samet ÖZDURAK THEMIS MAKRO İKTİSAT

1 MAKRO EKONOMİNİN DOĞUŞU

ÇALIŞMA SORULARI TOPLAM TALEP I: MAL-HİZMET (IS) VE PARA (LM) PİYASALARI

GENEL DEĞERLENDİRME TÜRKİYE CUMHURİYET MERKEZ BANKASI

TOPLAM TALEP I: IS-LM MODELİNİN OLUŞTURULMASI

3. Keynesyen Makro İktisat Teorisi nin Bazı Özellikleri ve Klasik Makro İktisat Teorisi İle Karşılaştırılması


ÖDEMELER BİLANÇOSU VE DENGESİ

Ekonomi II. 19.Para ve Bankacılık. Doç.Dr.Tufan BAL. Not:Bu sunun hazırlanmasında büyük oranda Prof.Dr.Tümay ERTEK in Temel Ekonomi kitabından

Finansal Piyasalar ve Bankalar

ANADOLU HAYAT EMEKLİLİK A.Ş GRUPLARA YÖNELİK GELİR AMAÇLI KAMU BORÇLANMA ARAÇLARI EMEKLİLİK YATIRIM FONU YILLIK RAPOR

İÇİNDEKİLER Sayfa ÖNSÖZ... v İÇİNDEKİLER... vi GENEL EKONOMİ 1. Ekonominin Tanımı ve Kapsamı Ekonomide Kıtlık ve Tercih

PARA, FAİZ VE MİLLİ GELİR: IS-LM MODELİ

1.PARA ARZI. a)para ARZI TANIMLARI :

gerçekleşen harcamanın mal ve hizmet çıktısına eşit olmasının gerekmemesidir

Ders Notları Dr. Murat ASLAN. Bu notlar; Prof. Dr. ABUZER PINAR ın MALĠYE POLĠTĠKASI ders kitabından faydalanılarak hazırlanmıştır.

ÜNİTE 3: FAİZ ORANLARININ ANLAMI, ÖLÇÜMÜ VE BELİRLENMESİ FAİZ ORANLARININ ANLAMI

1 İKTİSAT İLE İLGİLİ TEMEL KAVRAMLAR

Dengede; sızıntılar ve enjeksiyonlar eşit olacaktır:

1 TEMEL İKTİSADİ KAVRAMLAR

YEDİNCİ BÖLÜM MAKROEKONOMİ: TANIM, KAPSAM VE GELİŞİM

8. DERS: IS/LM MODELİ

ÖNSÖZ...VII İÇİNDEKİLER... XI BİRİNCİ BÖLÜM MAKRO İKTİSADA GİRİŞ

Para talebi teorisi bu yüzden önemlidir. Yunus Emre ERDOĞAN 1

PARA BANKA. Kariyermemur.com

İçindekiler kısa tablosu

MAKROİKTİSAT BÖLÜM 1: MAKROEKONOMİYE GENEL BİR BAKIŞ. Mikro kelimesi küçük, Makro kelimesi ise büyük anlamına gelmektedir.

NUROL YATIRIM BANKASI A.Ş YILI İKİNCİ ÇEYREK ARA DÖNEM FAALİYET RAPORU

1. Yatırımın Faiz Esnekliği

Ödemeler Bilançosunda Denge: BP Eğrisi

2016 YILI I.DÖNEM AKTÜERLİK SINAVLARI EKONOMİ

iktisaoa GiRiş 7. Ürettiği mala ilişkin talebin fiyat esnekliği değeri bire eşit olan bir firma, söz konusu

BAHAR DÖNEMİ MAKRO İKTİSAT 2 DERSİ KISA SINAV SORU VE CEVAPLARI

Tufan Samet ÖZDURAK THEMIS MAKRO İKTİSAT

KURUMLAR KISA ÖZET KOLAYAOF

Finansal Piyasa Dinamikleri. Yekta NAZLI

ORTA VADELİ PROGRAMA İLİŞKİN DEĞERLENDİRME ( )

ARZ ve TALEP Talep Talep Eğrisi Talepte Değişme Talep Eğrisinin Kayması ve Talep Eğrisi Üzerinde Hareket 4

2002 HANEHALKI BÜTÇE ANKETİ: GELİR DAĞILIMI VE TÜKETİM HARCAMALARINA İLİŞKİN SONUÇLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ

Finansal Krizler ve Türkiye Deneyimi. Nazlı Çalıkoğlu Aslı Kazdağlı

Banka Bilançosunun Özellikleri Pazar, 26 Aralık :24

8. Finansal Piyasalar. 8.1 Finansal Koşullar ve Para Politikası

Bölüm 7. Para Talebi. 7.1 Klasik İktisat ve Paranın Miktar Teorisi

SERMAYE PİYASALARI VE FİNANSAL KURUMLAR

TÜRKİYE DÜZENLİ EKONOMİ NOTU

BASIN DUYURUSU PARA POLİTİKASI KURULU TOPLANTI ÖZETİ. Sayı: Mayıs Toplantı Tarihi: 24 Mayıs 2016

TOPLAM TALEP VE TOPLAM ARZ: AD-AS MODELİ

A İKTİSAT KPSS-AB-PS/2007

Piyasa Türleri. Nihai Mal Piyasaları Reel Kesim. Üretim Faktör Piyasaları Reel Kesim. Para ve Sermaye Piyasaları Finansal Kesim

Bölüm 1 (Devam) Finansal Piyasalar & Kurumlar

Merkez Bankası 1998 Yılı İlk Üç Aylık Para Programı Gerçekleşmesi ve İkinci Üç Aylık Para Programı Uygulaması

Transkript:

BİRİNCİ BÖLÜM PARA 1. PARANIN TANIMI VE FONKSİYONLARI Paranın tanımı birincil fonksiyonu olan takas fonksiyonuna dayanmak suretiyle yapılabilir. Buna göre, para için kısaca, herkesin kabul ettiği takas vasıtasıdır diyebiliriz. Paranın doğuşu da yine takas fonksiyonu ile ilgilidir; takasın güçlükleri paranın ortaya çıkmasına yol açmıştır. İktisat ünitelerinin (bütçeler,teşebbüsler,devlet,bankalar) bilançolarının aktif tarafı, banknot ve ufaklık para şeklinde nakit varlıkları,vadesiz ve vadeli banka mevduatları,ticari senet cüzdanları,tahvil portföyleri,diğer alacak hakları reel servetlerinden meydana gelen varlıkları gösterir. Bu aktiflerden banknot,ufaklık para ve vadesiz mevduat umumi bir ödeme vasıtası vasfını taşır. Gerçekte umumi bir ödeme vasıtası vasfını taşıyan banknot,ufaklık para ve vadesiz mevduat da birer alacak hakkından başka bir şey değildir. Banknot merkez bankasının,ufaklık para hazinenin,vadesiz mevduat mevduatın bulunduğu bankaların borçlarıdır. Para, takas fonksiyonu yanında başka fonksiyonlar da görmektedir. Bunlar değer ölçüsü, gelecekte yapılacak ödemelerin ifadesi ve biriktirme saklama fonksiyonlarıdır. Modern ekonomilerde takas fonksiyonu ile birlikte biriktirme saklama fonksiyonu da paranın birincil fonksiyonu olarak kabul edilmektedir. Birçok kişi paraya bir de iktisat politikası aracı olmak fonksiyonunu eklemektedir. Özellikle Keynes in sisteminde para piyasasının diğer piyasalara bağlanmış olması nedeniyle para arzı, faiz haddi yoluyla istihdam ve milli gelir seviyesinin belirlenmesinde rol oynar ve böylece ekonomi,para piyasasını da içine alan genel bir denge içinde ele alınır. Bu çerçevede para politikası da istihdam ve gelir seviyesinin arttırılmasında önemli bir rol oynayabilir. Fakat, paranın iktisat politikası aracı olması ile yukarıda sayılan fonksiyonları arasında bir paralellik yoktur. Paranın fonksiyonlarından bazıları para sayılmayan aktifler tarafından da arda bir ifade edilebilir. Örneğin,tek tek hallerde çek,bono veya poliçe de takas vasıtası olarak kullanılabilir. Ancak bu gibi değerli evrak herkes tarafından mübadele vasıtası olarak kabul edilmediği için para tanımına girmez. Demek ki para fonksiyonlarını başaran çeşitli şeylerden ancak bir kısmı,bu fonksiyonu her seferinde başaranlar tanımına girer. 2. PARANIN DOĞUŞU Paranın doğuşunu rasyonel nedenlere bağlayarak ve takasın handikaplarıyla açıklayabiliriz. Para, takasın güçlüklerini bertaraf etmekte ve takası kolaylaştırmaktadır. İki malın doğrudan karşı karşıya gelmesi ve takas edilmesi bir takım şartların gerçekleşmesine bağlıdır: elindeki bir malı başka bir mal ile değiştirecek şahsın aynı anda ters yönde takas yapmak isteyen bir başka şahsı bulması ve takas edilmek istenen malların değerlerinin eşit olması gibi. Bu şartlar gerçekleşmeyince takas tek değil, çok sayıda aşamalar sonunda başarılabilir. Buna engel olmak ve aşama sayısını kısaltmak üzere elimizdeki malı ilk olarak herkes tarafından istenebilen bir mal ile takas ederiz;ikinci aşamada bu malı asıl satın almak istediğimiz mal ile değiştirebiliriz. Araya giren mal herkesin kabul ettiği bir takas vasıtası olmak niteliğine sahiptir ve modern paranın başlangıcıdır. Takasın ikiye bölünmesi ve bu iki aşama sırasında bir zaman geçmesi paranın muamelat faktörü elde tutulmasını zorunlu kılar. Demek ki., fertlerin gelirleriyle harcamaları arasındaki zaman farkından dolayı elde para tutmaları muamelat faktörü ile ilgilidir. Paranın takas fonksiyonu yanında değer ölçüsü olarak kullanılması değer kıyaslamaları konusunda da takasa kıyasla büyük kolaylık sağlanmıştır. Değişik toplumlarda değişik mallar para olarak kullanılmıştır: tütün,deri, hindistan cevizi,boncuk,hatta taş parçaları gibi. Bu çeşit paralara mal-para denmektedir. Paranın takas fonksiyonunu iyi başarabilmesi için kolaylıkla taşınabilir,dayanıklı aynı değer ve nitelikte,küçük paçalara bölünebilir ve kolaylıkla taşınabilir olması gerekebilir. Değer ölçüsü fonksiyonunu iyi başarabilmesi için ise kendi değerinin nispeten istikrarlı olması gerekir. Bu nitelikler altın,gümüş gibi değerli metallerde diğer mallara kıyasla daha üstün olduğu için para tarihinin ikinci bir safhasında metal-para dönemine geçilmiştir. Fakat,metal paralar da aslında mal-paradan başka bir şey değildir. Tarihte çeşitli metallerin para olarak kullanıldığı görülmüştür: bakır, platin, altın,gümüş gibi. Sonraları gümüş ve aştın üzerinde durulmuştur(altın,gümüş ve çift metal sistemleri). Daha sonra, gümüşün değerini çok kaybetmesi nedeniyle Asya ülkelerinde gümüş,para olarak muhafaza edilmekle beraber Avrupa da yalnız altın kullanılmaya başlanmıştır. Metal para sistemlerinde altın sikke yerine %100 altın karşılığı olmayan banknotların para olarak kullanılmaya başlaması para tarihi bakımından önemli bir aşama teşkil eder. Çünkü, banknotlar artık değerlerinin tamamını kullanım değeri olarak temsil etmedikleri için mal-paradan kesinlikle ayrılırlar. Bunlara kredi parası diyebiliriz. Para tarihçesinin son aşamasında ise banknot sisteminden kağıt para rejimine dönülmüştür. Şüphesiz, kağıt para yine kredi parasıdır. 3. PARANIN ÖZELLİKLERİ İnsanlar çok sayıdaki maddeleri para olarak kabul etmişlerdir. Zamanla bu maddeler de azalmış para yapımında sadece altın ve gümüş madenleri kullanılmıştır. Paranın neden bu madenlerden yapılmış olduğu, parada aranılan özelliklere bağlanabilir. 3.1 Yeknesaklık (Homojenlik) Paranın kolay tanınması ve yapıldığı maddenin her yerinin aynı değerde olması gerekir. Bir maden külçesinin her kısmı aynı alaşımda olmalıdır. Bu özellik diğer madenlere oranla altın ve gümüşte daha fazladır. Günümüze de kullanılan kağıt paralar da benzer özellikler taşırlar. Bir ülkenin her yerinde aynı para kullanılır ve bu paraları herkes tanır.yanılma ve aldanma şansını azaltmak için kağıt paralarda, resimler ve madeni bantlar bulunmaktadır. 3.2 Bozulmama, Taşımaya Elverişlilik ve Bölünürlük Özelliği Geçmişte altın ve gümüş zamanla bozulmama özelliğinden dolayı para yapımı için tercih edilmiştir ayrıca altın ve gümüş muhafazası için bir itinayı gerektirmez.örneğin yıllarca küp içerisinde,yer altında kalan altın paralar bozulmadıkları gibi değerlerini de kaybetmezler diğer maddelerde bu özellik çok veya hiç yoktur.örneğin demir paslanır,meyve,sebze,kurutulmuş maddeler bile bir süre sonra bozulur. 1

Altın ve gümüş kıymeti bozulmadan en küçük parçalara ayrılabildiği gibi birleştirildiklerinde de değer kaybı olmamaktadır. Fakat pırlanta ve elmasta bu böyle değildir. Altın ve gümüşün diğer bir özelliği, taşıdığı değere göre ağırlık yönünden de hafif ve taşıma kolaylığının olmasıdır. Günümüzde kullanılan kağıt paralara da benzer özellikler kazandırılmıştır. Her büyük değerli para, küçük değerli para ile değiştirdiğinde veya değerinden kaybetmez. Eskiyen ve yıpranan paralar ilgili bankalara verildiğinde derhal yenisi ile değiştirilir. Böylece bireylerin değer kaybetmesi önlenir. 3.3 Taklit Edilmeme Özelliği Geçmişte, altın ve gümüş,madenlerin para yapımına en elverişlisi olmuştur. Sertliği,rengi,hassaslık bakımlarından tercih edilmiştir. Paraların üzerlerine yapılan baskıların taklidinin zor olması da önemlidir. Günümüz paralarında da taklit edilememe özellikleri kazandırılmak için özel kağıt, filigran ve metal şerit kullanılmaktadır. 3.4 Paranın Değerini Kurama Özelliği Paranın bir servet saklama aracı olarak birim değerlerini koruma özelliğini taşıması beklenir. Geçmişte nadir bulunduğu için altın ve gümüş değerini uzun süre korumuş ve bu yönüyle iyi veya sağa paralar olarak isimlendirilmişlerdir. Günümüzde altına bağlı banknot sistemi bulunmadığından kağıt para arzı hükümet politikası aracı olmuş, çoğu kez bu araç yerinde kullanılmayarak aşırı para arzı enflasyona neden olmuştur. İKİNCİ BÖLÜM PARA POLİTİKASININ AMAÇLARI VE AMAÇLARI ARASINDAKİ İLİŞKİLER Para politikasının birkaç önemli amacı vardır. Bunlar tam istihdam, fiyat istikrarı, ekonomik büyüme ve ödemeler dengesidir. 1.PARA POLİTİKASININ AMAÇLARI 1.1 Tam İstihdam Ekonomi politikasında tam istihdamın amaç olarak belirlenmesin 1929 Dünya ekonomik krizine kadar uzanmaktadır. Tam istihdam tüm üretim faktörleri için amaçlanmakla birlikte,asıl üzerinde durulan, emek faktörünün tam istihdamıdır. Emek piyasasının istihdam durumu, ekonomideki tüm üretim faktörlerini istihdam düzeyinin değerlendirilmesi için temel koşuldur. Para politikası uygulaması açısından tam istihdam amacı, konjonktürel işsizliğin önlenmesini,yapısal,mevsimlik ve arızi işsizlik türlerinin giderilmesini ya da ortadan kaldırılmasını da içerir. Ancak tam istihdamın ölçülmesinde, arızi ve mevsimlik işsizliğin tamamen ortadan kaldırılmasının zorunlu sebebiyle kabul edilebilir, bir minimum işsizlik oranı,tam istihdam sayılmaktadır. Gelişmiş bir ekonomide ortalama %3 oranındaki işsizlik normal kabul edilmektedir. Gelişmekte olan ülkelerde bu oranın %5 olması normal karşılanabilir. O halde bu ülkeler, ilgili oranlara ulaştıklarında,tam istihdama da ulaşmış ulaşmış sayılabilirler. 1.2 Fiyat İstikrarı Fiyat istikrarı amacına, para değerinin korunması amacı da diyebiliriz.para değerinin istikrarından, önceki paranın iç değerleri anlaşılmaktadır. Bilindiği gibi fiyatlar genel düzeyinin yıllık ortalama artış hızı enflasyon oranını verir. Ancak daha gerçekçi bir yaklaşımla, enflasyon oranının % 1-2 oranında tutulduğu bir ekonomide de fiyat istikrarının olduğunu rahatça söyleyebiliriz. Bu orandaki artış hızı, istihdamda ve büyüyen bir ekonomide olağan karşılanabilir. Gelişmekte olan ülkelerde %5 fiyat artışı normal karşılanabilir. Enflasyon oranının normal kabul edilen bu oranların üzerine çıkması,özellikle parasal servet biriktirme işleminin sarsılmasına neden olabilir. Özellikle paradan kaçış olgusu, tasarruf oranını genellikle olumsuz yönde etkileyebilir. Ayrıca enflasyonun geliri yeniden dağıtıcı etkisini de unutmamak gerekir. Yani enflasyon sabit gelirler aleyhine bir durum yaratır. Bunun yanında, serbest piyasa sisteminin işbirliğinin sürdürülebilmesi için fiyat mekanizmasının enflasyonun bozucu etkilerinden korunması gerekir. Bu sağlanmadığında, kaynakların etkili ve verimli bir şekilde dağılımı gerçekleştirilemez. Öte yandan genişletici para politikaları sonucu hasıl olan enflasyon ve parasal sistemim bozulması ve buna bağlı olarak alınacak yanlış kararlar ve yanlış beklentiler M.FRİEDMAN ve HAYEK e göre staglasyonun en önemli sebebidir. 1.3 Ekonomik Büyüme Ekonomi politikası araçlarından biri olan büyüme, 2. Dünya Savaşı ndan sonra önem kazanmıştır. Daha önceki dönemlerde büyüme, konjonktür olgusundan ayrı olarak düşünülmüyor ve kısa dönemli ekonomik dalgalanmaların hafifletilmesi daha önemli bulunuyordu. Enflasyoncu politikalarla kısa dönemde ekonomik büyüme sağlanabilir. Ancak uzun dönemde, ekonomik büyümenin parasal gelişmelerle gerçekleştirilmesi desteklenebilir bir politika değildir. O halde para politikasının amacı, ekonomik gelişmeyi destekleyici olmalıdır. Ancak hangi büyüme oranının para politikasıyla destekleneceği konusu belirsizdir ve parasal taban politikasının en zor alanlarından birisi de bu konudur. Büyüme amacı gelişmekte olan ülkelerde kalkınma amacıyla birlikte ele alınmaktadır. Büyüme ve kalkınma hızları aslında kişi başına reel artış oranı olarak belirlendiği için aynı ekonomik değişkenlerle ölçülür. Ancak kalkınma anlam olarak daha kapsamlıdır ve ekonomik yapı değişikliğini de içerir. 1.4 Ödemeler Bilançosu Dengesi Ödemeler bilançosu dengesi kavramı açık bir kavram değildir. Para politikası uygulaması açısından ödemeler bilançosunun dengeli olması amacını, ödemeler bilançosunun iyileştirilmesi şeklinde anlayabiliriz. 2

Bilindiği gibi ödemeler bilançosu, genellikle belli bir zaman döneminde (bir yıl)iç ve dış ekonomik birimler arasındaki ödemelerin rakamsal durumunu gösteren bir bilançodur. Bilançonun aktifinde ödeme girdileri, pasifinde ise diğer ülkelere yapılan ödemeler yer alır. Para politikasının ödemeler bilançosu dengesini sağlayıp sağlayamayacağı noktası önemlidir. Bu dengenin sağlanması incelenirken, kabul edilen döviz kuru sitemiyle birlikte ele alınması zorunludur. Eğer sabit döviz kuru sisteminde para politikası ödemeler bilançosu dengesinin sağlanmasını destekleyebiliyorsa sorun yoktur. Bu sağlanmadığında, dengeyi sağlamak için esnek döviz kuru sistemi önerilmektedir.esnek döviz kuru sisteminde yabancı paraların eğeri dalgalanmaya bırakılır.paranın fiyatındaki değişmeler ödemeler bilançosu dengesi sağlanmaya çalışılır. Ödemeler bilançosu dengesinin sağlanmasında bir diğer yolda döviz kontrollerine gidilmesidir. Yani hükümetin getirdiği düzenlemelerle dış ödemeler sınırlı tutulmakta ve bu yolla denge oluşturulmaktadır. 2. PARA POLİTİKASI AMAÇLARININ BİRBİRLERİYLE İLİŞKİLERİ Ekonomi politikası uygulamasında, yukarıda kısaca incelenen amaçların bazılarının birbirleriyle uzlaşmaz oldukları ya da uzlaştırılmalarında büyük güçlüklerle karşılaşıldığı gözlenir. Dolayısıyla, her farklı ekonomik durumda farklı amaç bileşimlerini gerçekleştirmeye çalışmak zorunlu olmaktadır. Aslında ideal olan yukarıda belli başlılarını saydığımız amaçların tümünü aynı anda gerçekleştirilmeleridir. Bu seçenekler ancak her ekonominin durumuna göre belirlenebilir. Amaçlar arasındaki uzlaşmazlıklar nedeniyle sihirli dörtlü, üçlü gibi amaç bileşimlerinden söz edilmektedir. Uygulamada iki seçenekli amaç paketi belirlemekte olasıdır.iki amacın belirlenmesi durumunda amaçlar birbirlerini ikame eden seçenekler olabileceği gibi aynı anda gerçekleştirilmesi mümkün amaçlarda olabilir. 2.1 Amaçlar arasındaki Çatışmalar Amaçlar arasında çatışma olduğu zaman bunlar arasında seçim yapmak gerekir. a. Tam İstihdam ve Fiyat İstikrarı Tam istihdam ve fiyat istikrarı, birkaç açıdan çatışma halinde olabilir. Örneğin, eğer maliyet enflasyonu söz konusu ise yani enflasyonu başlatan etmenler hem faktör sahipleri hem de satıcılarsa, böyle bir enflasyonu frenlemek için oldukça önemli noksan istihdamın ve aşırı kapasitelerin yaratılması zorunlu olabilir. Tersine istihdam oranının yüksek düzeyde gerçekleştirilmesi gerektirebilir. Philips Eğrisiyle açıklanan bu durum, para politikasının tam istihdam ve fiyat istikrarı amaçlarının aynı anda gerçekleştirilmesinin zorluğuna işaret etmektedir. İşte bu zıtlık nedeniyle öncelik fiyat istikrarına verilirse ekonomide işsizlik artmakta, istihdama öncelik verilirse bu kez de fiyatlar yükselmektedir. Kuşkusuz Philips Eğrisiyle ilgili olarak yukarıda söylenenler, sadece kısa dönem için geçerlidir. Özellikle Freidman tarafından uzun dönemde doğal işsizlik oranının enflasyon oranıyla ilişkisinin olmadığı vurgulanmaktadır. Ancak, uzun dönemde ılımlı bir enflasyonun istihdam için yararlı olacağı düşünülmektedir. b. Fiyat İstikrarı ve Ekonomik Büyüme Hızlı ekonomik büyümenin sağlanması için mutlak fiyat istikrarının zorunluluğu yönünde çok az kanıt vardır. Bir çok araştırma ılımlı bir enflasyonun ekonomik büyümeye zarar değil yarar sağladığını göstermektedir. c. Hızlı Ekonomik Büyüme, Tam İstihdam ve Ödemeler Bilançosu Dengesi Ilımlı fiyat artışları içinde sağlanan bir ekonomik büyüme ithalat talebini yükseltir. Eğer söz konusu olan ülke bir de gelişmekte olan ülke ise, ekonomik kalkınma büyük ölçüde makine,teçhizat,ham madde, yedek parça ithalatını gerektirdiğinden, ödemeler bilançosu dengesinin sağlanması petrol gibi bir yer altı veya yer üstü kaynaklarına sahip olmadıkça olanaksızdır. 2.2 Birbirlerini Tamamlayıcı Amaçlar Bazı para politikası amaçları birbirini tamamlayabilir. Örneğin fiyat istikrarı, ödemeler bilançosu dengesinin sağlanmasında yardımcı olabilir. Bunda bir noktanın önemle belirtilmesinde yarar vardır. Enflasyonun ödemeler bilançosunu kötüleştireceği garantidir. Ancak fiyat istikrarının mutlaka ödemeler bilançosu dengesini sağlayacağı açık değildir. Çünkü, ödemeler bilançosu dengesi yabancı ülkelerdeki enflasyon oranına yada bu ülkelerin söz konusu ülke mallarına olan taleplerindeki değişmelere de bağlıdır. 2.3 Birbirlerini Destekleyen Amaçlar Bazı amaçlar birbirlerini destekleyebilirler. Örneğin, nihai amaç ekonomik büyüme ve tam istihdamı içeren, milli gelirin en üst düzeye çıkarılması ise ve bunun yanında fiyat istikrarının girişimcilere güven sağlayarak ekonomik büyümeyi teşvik edeceği düşünülüyorsa, bu durumda fiyat istikrarının ekonomi büyümeye yardım edeceği düşüncesi geçerli olacaktır. Tersine, eğer enflasyonun ekonomik büyümeyi teşvik ettiğine inanılıyorsa, bu durumda fiyat istikrarının ekonomik büyüme ile ters düştüğüne inanılacaktır. Ancak bu bir inanış sorunudur. Dolayısıyla bunlar arasında bir seçim yapmaktansa optimum enflasyon oranı gibi tek bir amaç belirlenir. 3. PARA POLİTİKASININ STRATEJİLERİ Para politikasının yürütülmesinde biri tek aşamalı, diğeri iki aşamalı olmak üzere iki stratejiden söz edilebilir. 3.1 Tek Aşamalı Strateji Tek aşamalı stratejide para politikası doğrudan doğruya nihai amaçlara yönelik olarak izlenmektedir. Eğer nihai amaçlı arzulanan rotadan saparsa, aletler arzulanan yönde değiştirilmektedir. 3.2 İki Aşamalı Strateji İki aşamalı para politikası stratejisinde nihai amaca ulaşmak için ara amaçlar kullanılmaktadır. Sorun iki ayrı aşamaya bölünmektedir. Birinci aşamada merkez bankası nihai amaçlarla uyumlu ara amaç rotalarını belirlemektedir. İkinci aşamada verilen ara amaç rotası ile uyumlu olarak aletlerdeki değişme oranı belirlenmektedir. 3

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM PARA POLİTİKASININ ARAÇLARI Para miktarında değişmelerin ekonomik faaliyetleri etkilemesi ve para politikası amaçlarına ulaşılması açısından genel ve özel olmak üzere iki grup para politikası aracı kullanılabilir. Günümüzde buna birde kamunun kısa vadeli borç politikasını ilave etmek mümkündür. 1. PARA POLİTİKASININ GENEL ARAÇLARI Uygulamada, üç önemli para politikası aracı vardır. Bunlar, açık piyasa işlemleri, iskonto mekanizması ve karşılık oranlarında ki değişmelerdir. Açık Piyasa İşlemleri Açık piyasa işlemleri, Merkez Bankası nın dolaşımdaki para miktarını azaltıp çoğaltmak için, hazine bono ve tahvilleriyle, özel sektöre ait bazı tahvil ve senetleri alıp satma işlemleridir. Piyasadan bu gibi kıymetlerin Merkez Bankası tarafından satın alınması, bu kıymetler karşılığında piyasaya satılması, dolaşımdan banknot çekilmesiyle sonuçlanacaktır. Dolaşımdaki rezerv paranın değişmesi, kaydi para hacmini de aynı yönde etkileyerek toplam para stokunun değişmesine neden olacaktır. Reeskont Politikası Reeskont, bankalarca iskonto edilmiş bir senedin Merkez Bankası nca iskonto edilmesidir. Bankalar ellerindeki ticari senetleri, vadeleri dolmadan Merkez Bankası na kırdırarak rezervlerini artırabileceklerine göre, onların bu başvurularını, reeskont oranlarında yapacağı değiştirmeler yoluyla teşvik ederek Merkez Bankası bankaların rezervlerine ve kaydi para oluşturma olanaklarını etkileyebilir. Tarihsel olarak Merkez Banka larının ilk işlevi, para kıtlığından ileri gelen tehlikeli durumlarda likidite arzını gerekli düzeyde tutmaktır. Bu yönüyle Merkez Bankası, ekonomideki en son likitide kaynağıdır. Merkez Bankaları bu gücünü kullanarak banka sisteminin para oluşturma yeteneğini artırabilir yada azaltılabilir. Zorunlu Karşılıklar Politikası Zorunlu karşılıklar bankalar için bir çeşit genel köstektir. Yıllarca önce zorunlu karşılıklar bankalara likidite, borçlarını ödeme yeteneği ve güvenirlik sağlamak amacı ile geliştirilmiştir. Eğer bankalar mevduatlara karşı rezerv tutulursa, bu durumda bankaların likiditesinin yükseleceği ve mevduat sahiplerinin fonlarının garanti altınta olacağı yönünde bir inanç vardır. Ancak örneğin % 15 gibi bir karşılık oranı yukaradaki sonuçların sağlanması için yeterli değildir. Bu güvenirlik bir başka yolla da örneğin mevduat sigortası yoluyla da sağlanabilir. Günümüzde bankaların ayırdıkları zorunlu karşılıkların en önde gelen işlevi, bir para arzı kontrol aracı olmasıdır. Merkez Bankası, karşılık oranlarını değiştirerek, bankaların ellerindeki aşırı rezervleri ve böylece banka sisteminin kaydi para genişlemesini etkileyebilir. Genel Disponibilite Ülkemizde mevduat kabul eden bankalar taahhütlerine karşı disponibol değerler yada likiditesi yüksek yada kolaylıkla paraya çevrilebilir değerler tutmak zorundadır. Disponibol değerler önceleri, bankaların kasalarındaki TL. mevcudu, bankaların Merkez Bankası ndaki serbest mevduatlarından, Hazine Plasman Bonolarından, Devlet İç İstikraz tahvillerinden oluşurdu. 3.10.1986 da ülkemizde disponibol değerlerin kompozisyonu ile ilgili önemli değişiklikler olmuştur. Halan bankalar serbest mevduat için %2, kasa için %3, tahvil bono olarak %30 olmak üzere %35 disponiboliteyi kasalarında bulundurmak zorundadır. 2. PARA POLİTİKASININ ÖZEL ARAÇLARI hissedilir. Seçici kontrol adı da verilen bu tür araçların başlangıç etkisi tüm ekonomi üzerinde olmaz bazı spesifik piyasalarda a. Farklılaştırılmış Reeskont Oranları: Merkez Bankaları, ticari bankaların getirecekleri senetlerin özelliklerine göre farklı reeskont oranı uygulayabilir. Böylece merkez bankası bazı sektör ve faaliyetlerin gelişmesini sınırlandırabilir veya özendirebilir. Bununla birlikte bu tür ayrıcalıklı para politikasının olumlu sonuç verebilmesi için ticari bankaların Merkez Bankası na getirdikleri senet tutarlarının büyük rakamlara ulaşması gerekir. b. Ticari Banka Kredilerinin, Miktarı, Vade ve Faiz Oranları Açısından Selektif Kontrolü: Merkez Bankası, ticari bankaların çeşitli ekonomik faaliyetlerle ilgili olarak açacakları kredilere bir tavan getirebilir. Öte yandan bazı ayrıcalık getirilen üretim faaliyet ve alanları için orta ve uzun vadeli kredi olanaklarını genişletebilir ve bunlar için çeşitli faiz kolaylıklarını getirebilir. Bu tür ödemelerle para otoriteleri, bir yandan ticari banka fonlarının bazı spekülatif faaliyet ve alanlara kayışını önlerken, öte yandan fonların arzulanan sektörlere yönlenmesini de sağlar. c. Bankalar Ve Banka Dışı Mali Araçlar Belli Miktarlarda Devlet Tahvili, Hazine Bonosu Satın Alma Zorunluluğunun Getirilmesi: Para otoriteleri, ticari bankaları ve banka dışı mali araçları ellerindeki fonların belli bir oranıyla öngördükleri tahvil ve bonoları satın almaya zorlayabilir. Eğer piyasa faiz oranları bu gibi aktiflerin faiz oranlarından yüksekse, bu yolla normal piyasa faiz oranlarından daha düşük bir faizle bir kısım fonlar kamu sektörüne aktarılmış olur. Hükümet tahvil ve bono satarak, ticari bankalardan ucuza sağladığı bu fonları ekonomik kalkınmada öncelikli olan faaliyetlerin finansmanında kullanılabilir. 4

d. Finanssal Araçların Portföylerinin Yeniden Düzenlenmesi: Merkez Bankası, ticari banka ve banka dışı mali kurumların portföylerinde bulunduracakları kıymetlerin bir kısmına el atabilir. Örneğin, bu kuruluşların satın alacakları tahvil ve hisse gibi kıymetlerin hangi faaliyet dallarına ait olacağı, bunların oranının veya tutarının ne kadar olacağını belirleyebilir. Böylece, Finanssal kuruluşların ellerinde bulunan fonların ekonomik büyümeye katkıda bulunacak sektörlere transferi sağlanabilir. Ancak böyle bir politikanın başarılı olabilmesi söz konusu ekonomide menkul kıymet çeşitlerinin ve alışverişlerinin bol olması gerekir. e. Tüketici Kredilerinin Kontrolü : Para otoriteleri, konut ve apartman dairesi dahil olmak üzere çeşitli dayanıklı tüketim mallarının taksitli alımlarında, müşteriler tarafından peşin olarak ödenecek minimum para miktarını, vade süresini ve bu amaçla verilen banka kredilerini değiştirerek, söz konusu mallara karşı talebi teşvik edebilir veya kısıtlayabilir. f. Hisse Senedi Ve Tahvil Alımına Yönelik Kredilerin Kontrolü: Hisse senedi ve tahvillerin taksitle satın alınması durumda para otoriteleri bazı senetlerin satın alımında ne kadar peşin ödeme yapılacağını belirleyebilir. Böylece kişisel tasarrufların yönelebilecekleri bazı faaliyet ve alanlar kısıtlanırken, bazıları özendirilebilir. g. Merkez Bankasının Moral Takviyesi Ve Doğrudan İşlemi: Merkez Bankası nın bu politikasına açık ağız politikası da denir. Burada Merkez Bankası, banka ve banka dışı Finanssal aracıların genel olarak davranışlarını değiştirmesi için ikna gücünü kullanır. h. Reklam Ve Resmi Olmayan Öğütler: Merkez Bankasının görüşlerini kamuoyu tarafından bilinmesini sağlamak için bir çok yol vardır. Merkez Bankası bunu basın yoluyla yapabileceği gibi, firmalara yapacağı öğütlerle onların bekleyişlerini değiştirerek de sağlayabilir. 3. HAZİNENİN BORÇ YÖNETİMİ POLİTİKASI Bir ekonomide para politikası uygulamasında Merkez Bankasının sahip olduğu aletlere ek olarak hazinin de elinde adına borç yönetimi diyebileceğimiz potansiyel olarak önemli bir istikrar aleti vardır. Hazine her yıl çok büyük rakamlara ulaşan miktarda borçlanır yada borç ödemelerinde bulunur. Hazine ödünç almaya karar verdiği zaman uzun yada kısa vadeli tahvil, bono, senet çıkarır. Borç yönetiminin basitçe esası budur. Burada önemli olan husus borç yönetimi denilince bunun borcun kompozisyonundaki değişmeler olarak düşünülmesi yoksa toplam borç bakiyesi olarak algılanmaması gereğidir. Çünkü bütçe açık yada fazlalarına göre değişen borç politikası maliye politikası alanına girer. Burada bizi ilgilendiren husus, borcun uzun ve kısa vadeli senetler arasında yer değiştirmesi yolu ile toplam talebin etkilenmesini içeren borç yönetiminin para politikası yönüdür. 3.1 Kısa Vadeli Borçların Para ile İkamesi Eğer halk kısa vadeli senet tutarsa, sahip olacağı portföyün likiditesinin yüksekliği kendisini harcamaya daha istekli kılabilir. Kısa vadeli kamusal senetler para benzeri olarak hizmet görebilir. Durumu Keynesgil dille açıklamak gerekirse kişilerin ihtiyat ve spekülatif güdü ile para talebini karşılamak için ellerinde para bulundurmalarına gerek yoktur. Kişisel para yerine pek kale kısa vadeli bu senetlerin işlem güdüsü ile tutulan ankeslerin yerine de kullanılabilir. O halde eğer Hazine uzun vadeli devlet tahvilleri yerine kısa vadeli tahvil ve bono çıkarırsa, ekonomide para talebi azalır. Dolayısıyla faiz oranları düşer. 3.2 Borcun vade kompozisyonunu değişmesi ve faiz oranlarının vade yapısı Eğer Hazine uzun vadeli tahvillerin bedelini ödeyerek bunların yerine kısa vadeli tahvil, bono (senet) çıkarırsa uzun vadeli tahvillerin borç bakiyesinde, hiç olmazsa, başlangıçtaki bir azalma uzun vadeli faiz oranına düşürecektir. Öte yandan daha büyük miktar kısa vadeli senet arzı, hiç olmazsa başlangıçta kısa vadeli faiz oranlarına yükseltecektir. Burada hemen belirtelim ki bu başlangıç etkisi fazla sürmeyebilir. Bir sonraki bölümde inceleyeceğimiz faiz oranlarının vade yapısıyla ilgili teorilerden ilk ikisine göre, nispi faiz oranlarındaki böyle bir değişme sadece geçicidir ve arbitrajla elimine edilecektir. Bölümlenmiş piyasalar teorisi olarak bilinen üçüncü bir teoriye göre ise borç kompozisyonundaki değişmelerin nispi faiz oranları üzerinde sürekli bir etkisi olacaktır. Eğer bölümlenmiş piyasalar teorisi doğruysa borç bakiyesinin kompozisyonu yatırım hacmini etkileyebilir. Tümü değilse de bir çok ekonomiste göre yatırım kararları üzerinde uzun vadeli faiz oranlarının kısa vadeli faiz oranlarından daha fazla etkisi olacaktır. O halde hazine uzun vadeli tahvilleri ödediğinden ve kısa vadeli senet çıkardığından, uzun vadeli faiz oranındaki düşüşün etkisi kısa vadeli faiz oranlarındaki yükselmeyi etkilemeyecektir ve yatırımlar artacaktır. Tersine, eğer hazine toplam talebin kısıtlamak isterse, kısa vadeli senetleri ve bunların yerine uzun vadeli tahvil çıkaracaktır. Burada toplam talebi etkileyebilmek için kullanılan yöntem Merkez Bankası nca kullanılan aletlere yapılan bir ilavedir. 3.3 Faiz Oranlarının Vade Yapısıyla İlgili Sorunları a.faiz oranlarının vade yapısıyla ilgili birinci sorun borç kompozisyonundaki değişmenin faiz oranlarıyla ilgili sürekli etkisinin olup olmayacağıdır. Benzer şekilde uzun vadeli tahvil yerine kısa vadeli senet çıkarımının harcamalar üzerindeki etkisinin yönü üzerinde çok az tartışma olmasına karşın bu etkini boyutunun anlamlı olup olmadığı üzerindeki tartışmalar önemlidir. b. Ekonominin genişleme safhasında faiz oranı yüksekken uzun vadeli tahvil satışı, ekonominin gerileme safhasında da faiz oranları düşükken kısa vadeli senet satışı borç yapısı içinde yüksek faizli senetlerin kilitlenmesine ve böylece Hazine nin faiz maliyetinin yükselmesine neden olabilir. Bu durumda hazine yöneticileri kendi faiz oranlarının yükselmesine neden olan bir politikayı izlemek için pek arzulu olmayacaklardır. c.eğer ekonominin gerileme döneminde hazine kısa vadeli senet satarsa, halkın bu kısa vadeli senetleri düşük arkadan gelen genişleme döneminde izlenecek kısıtlatıcı para politikasıyla karışabilir. Ellerinde bu kısa vadeli senetleri tutanlar bunları elleriyle aylık ankes bulunanlara satabilirler ve artan harcamalar için gerekli parayı çekerler. Üstelik zamanında izlenen konjonktür politikası gereği kısa vadeli senet borcuna sahip olunması bir başka yoldan para politikasına engel oluşturacaktır. Kısa vadeli borç Hazine nin sık sık yeniden finansmanını gerektirir ve bu durum para politikasıyla karışır. Yeniden finansman döneminde Merkez Bankası parayı daraltmak konusunda gönülsüzdür ve Hazine nin finansmanına tahvil piyasasını canlı tutarak yardım etmeye çalışır. 3.4 Borç Yönetimi Politikasının Alternatifleri a.borç yönetimi politikasının çalkantılarını sınırlamak için alternatif bir politikada konvansiyonel para politikası oluşturmaktır. Borçları daha uzun vadeli tahvillere yerleştirerek, ekonominin genişleme safhasında borcun çeşitli malikler arasında kayması sınırlandırılabilir. Bu şekildeki borç yönetimi konvansiyonel para politikasını ne destekler ne de köstekler. Ancak böyle bir politika 5

borcun vadesini uzattığından ve maliyetini yükselttiğinden hazinenin gözünde popüler değildir. Üstelik, eğer bölünmemiş piyasalar teorisi doğruysa böyle bir politika uzun vadeli faiz oranına göre kısa vadeli faiz oranını düşürecektir. Özellikle yabancı yatırımlar uzun vadeli faiz oranını göre kısa vadeli faiz oranına bağlı olduğu için kısa vadeli faiz oranına düşürücü bir politika, yabancı yatırımları azaltacak ve ülkenin dış ülkelerdeki yatırımlarını artıracaktır. Bu durum ülkenin ödemeler bilançosu açığını artırıcı yönde etki yapacaktır. Burada yeniden vurgulamak gerekirse, bu sorun sadece ve sadece bölünmemiş piyasa teorisinin doğruluğuna bağlıdır. b. Kamusal borç yönetimi politikasının bir büyük alternatifi de istikrar sorunuyla bağlantısını kesmek ve borcun faiz maliyeti küçültmektir. Bunun anlamı borçların önemli bir bölümünü kısa vadeli bir hale dönüştürmek demektir.(bu zorunlu bir durum değildir.) bu durunda ekonominin istikrarı konvansiyonel para ve maliye politikasıyla sağlanacaktır. 4.TAHVİLLERLE FİNANSE EDİLEN BÜTÇE AÇIKLARI VE DIŞLAMA ETKİSİ Bütçe açıkları, Hazine bonoları ve devlet tahvilleriyle finanse edilmesi durumunda tahvil satışları kadar özel sektör harcamalarında bir azalış olacaktır. Böylece özel sektör ekonomiden dışlanmış olacaktır. Monetarist iktisatçılar dışlama etkisini o kadar ileriye götürmektedirler ki, Devlet tahvili aracılığıyla finanse edilen bütçe açıklarının sonucu olarak GSMH nın fazlaca değişmeyeceğini ileri sürmektedirler. Buna karşın Keynesgil iktisatçılar dışlama etkisinin sanıldığı kadar büyük olmayacağını ileri sürmektedirler. Onlara göre özellikle alt yapı yatırımları göz önüne alınırsa kamu ve özel sektör yatırımları tamamlayıcı olabilir. Öte yandan ekonomi tam istihdamdayken kamu harcamalarındaki artış fiyatlar genel düzeyini yükseltecektir. Bunun sonucu olarak ekonomide reel ankes miktarı düşecek, dolayısıyla faiz oranı yükselecektir. Faiz oranındaki bu yükselme özel sektör yatırımlarını azaltacaktır. DÖRDÜNCÜ BÖLÜM PARA POLİTİKASININ GÜCÜ MONETARİST-KEYNESGİL TARTIŞMASI 1.MONETARİST VE KEYNESGİL PARA POLİTİKASI GÖRÜŞLERİNİN TEMELLERİ Para politikasının gücü, yani para politikasının milli geliri etkileme kabiliyeti, iktisat kuramının en önemli sorunlarından biridir. 1929 ekonomik krizine kadar iktisatçılar para politikasına büyük önem veriyorlardı. 1930 lu yıllarda iktisadi düşüncede büyük bir gelişme oldu ve para politikasının zayıflığına inanılmaya başlandı. Artık maliye politikasına para politikasından daha üstün bir politika aracı olarak bakılmaya başlandı. Keynesgil ekonomi olarak adlandırılan yeni yaklaşım, uzun zaman ekonomik davranışların açıklanmasında, enflasyon ve işsizliğin önlenmesinde başarılı yönetimiyle önemini korumuştur. Ancak 1960 lı yılların sonlarına doğru, geleneksel maliye ve para politikaları aracılığıyla ekonomik faaliyetlerin kontrolü giderek zorlaşmaya başlamıştır. İşte bu tarihlerde, bu kez Milton Friedman ın öncülük ettiği Monetarist (paracı) görüş, Keynesgil görüşe alternatif olarak çıkmıştır. Monetarizmin temel aldığı unsuru 1960 lı yılların sonlarında toplanan bir konferansta, ünlü bir Keynesgil iktisatçı olan Robert Solow genel olarak şöyle açıklamaktadır: Benimle, Milton Friedman arasındaki diğer fark şudur:m.friedman a her şey para arzını hatırlatmaktadır. Bana da her şey seksi hatırlatmaktadır, fakat ben bunu yazılarımın başında tutarım. 1.1 Monetarist Görüşün Temelleri Günümüzde bir çok iktisatçı parasal güçleri, enflasyon ve işsizliği etkileyen en önemli neden sayan temel Monetarist görüşü kabul etmektedir. Ancak bu iktisatçılar, iktisadi davranışlarla ilgili diğer bir çok konularda birbirinden ayrılmaktadır. Bu nedenle de iktisat kuramında herkesçe kabul edilmiş tek bir monetarist makro ekonomik model yoktur. Ancak monetarist iktisatçıların çoğunluğu, aşağıda incelenen konularda M.Friedman ve E.Phelps gibi iktisatçıların görüşlerini izlemektedir. Bu iktisatçılar ekonomideki tüm piyasaları rekabetçi olarak görür. Kuşkusuz bu iktisatçılar, tam rekabetin ekonominin her yanında mevcut olmadığını kabul ederler. Ancak rekabet güçlerinin kuvvetli olduğuna inanırlar. Öyle ki tam rekabet temeline oturtulan bir modelin, Neo Keynesgil lerin ileri sürdükleri, oligopol kuramına dayalı modele göre ekonomideki reel davranışları açıklamada daha geçerli olduğuna inanırlar. Bu modele göre, tüm piyasalar sanki iyi kötü tam rekabet koşullarında çalışmaktadır. Bu piyasalarda özellikle fiyatlar ve ücretler esnektir. Bu büyüklükler dengeyi oluşturmak için her zaman azalıp artabilirler. Monetaristler, ekonominin tam istihdam dengesinden ayrılmasının nedeninin halkın yaptığı hatalardan ileri geldiğini savunurlar. Bu nasıl oluşur? Önce ekonomi de piyasanın dengede tam istihdamda, fiyatların istikrarlı olduğunu ve beklenen enflasyonun sıfır olduğunu varsayalım. Hükümet para arzını sabit bir oranda, diyelim ki bir yılda % 5 arttırsın. Böylece halkın elindeki nakit ankesler istemedikleri halde artacaktır. Halk ellerindeki bu fazla nakitleri harcamanın yolunu araştıracaktır. Konuyu basite indirgemek için bu durumun halkı, tüm mal ve hizmetlere olan talebini artırmaya yönelttiğini varsayalım. Bu durunda her malın talep eğrisi sağa kayacak ve rekabetçi olarak belirlenen fiyatlar yükselecektir. Üreticiler sattıkları malların satış fiyatlarının yükseldiğini görerek ve kendi nispi fiyatlarının arttığını sanacak ve hataya düşeceklerdir.(çünkü enflasyon oranının sıfır olacağını beklemektedirler). Dolayısıyla firmalar daha fazla üreteceklerdir. İşçilerde reel ücretleri artmışçasına daha fazla çalışacaklardır. Çünkü gerek firmalar, gerekse işçiler piyasaya arz ettikleri şeyin nispi fiyatının artmış olacağını düşüneceklerdir. Böylece toplam istihdam yükselecektir. Er veya geç her iki grup, tüm fiyatların yükseldiğini ve kendi nispi fiyatlarının aslında değişmediğini sonunda fark edeceklerdir. Nispi fiyatlar davranışları belirlediği ve nispi fiyatlar değişmediği için üretim ve istihdam başlangıçtaki düzeye geri dönecektir. Aşırı üretim ve istihdam yalnızca halk aldandığında meydana gelecektir.halk tüm fiyatların % 5 oranında yükseldiğini fark ettiği zaman, başlangıç davranışlarına geri döneceklerdir. Bu durumda tek farklı şey, cari ve beklenen enflasyonunun %5 olmasıdır. Şimdi hükümetin daha fazla üretim ve istihdam sağlamaya devam etmek istediğini varsayalım. Bu ancak, halkın aldanması durumunda mümkün olacaktır. Bunu sağlamak için hükümet, para arzının artış oranını iki katına çıkaracaktır. Bunun sonucu olarak,talep artacak ve fiyatlar %10 artmaya başlayacaktır. Halk enflasyon oranının %5 olacağını beklediği sürece, yaptığı önceki hatayı tekrarlayacaktır. Dolayısıyla işçiler daha sıkı çalışacaklar ve firmalar daha fazla üreteceklerdir. Dolayısıyla daha fazla üretim ve istihdam sağlanmış olacaktır. Ancak bunun tek nedeni, halkın yeniden aldatılmış olmasıdır. Ama er veya geç halk tüm fiyatların %10 arttığını görecek ve kendi nispi fiyatlarının hiçbir şekilde değişmediğini anlayacak ve davranışı başlangıçtaki durumuna geri dönecektir. 6

Böylece bir kez daha, fazla üretim ve istihdam ortadan kalkmış olacaktır. Yeniden daha yüksek üretim ve istihdam sağlamak için, hükümet parasal genişlemeyi %15 e çıkarmak zorunda kalacaktır. Eğer hükümet daha yüksek üretim pozisyonunu muhafazaya çalışırsa, para arzını hızlanan cari enflasyondan daha hızlı arttırmak zorunda kalacaktır. Eğer böyle yapılmazsa, halk nispi fiyatların değişmediğini hemen fark edecek ve davranışlarını başlangıçtaki duruma geri döndürecektir. Şimdi yeniden parasal gelişmenin olmadığı, fiyatların istikrarlı olduğu başlangıç denge düzeyine geri dönelim. Bu kez de para arzının sabit bir oranda kısıldığını, böylece talebin düştüğünü varsayalım. Firmalar ve işçiler yanlış bir şekilde kendi nispi fiyatlarının düştüğünü varsayalım. Firmalar gönüllü olarak daha az üretirlerken, işçiler de gönüllü olarak daha az çalışırlar. Böylece üretim düşer ve bir deflasyon ortaya çıkar. Halk, er veya geç tüm fiyatların düştüğünü ve yanılmış olduğunu anlayacaktır. Yani aslında nispi fiyatların değişmediğini görecektir. Böylece üretim ve istihdam, başlangıç düzeyine geri dönecektir. Ancak şimdi cari ve beklenen deflasyon oranı %5 dir. Üretim ve istihdamdaki azalmanın sürdürülmesi için parasal daralma oranının şimdi %10 a çıkarılması gerekir. Bu durumda bir kez halk aldanacaktır. Dolayısıyla işçiler daha az çalışacak ve firmalar daha az üreteceklerdir. Ancak halk er veya geç gerçeğin farkına varacak ve davranışlarını değiştirerek başlangıçtaki duruma geri dönecektir. Ancak şimdi cari ve beklenen deflasyon oranı %10 dur. Yukarıdaki açıklamalardan şu sonuç çıkmaktadır. Enflasyonla milli gelir arasındaki uzun dönemde seçim yapılmaz. Geliri tam istihdam düzeyinin üstünde tutma yönünde bir para politikası uygulaması, sabit bir enflasyon oranını gerçekleştirecektir. Ayrıca bu, sürekli olarak hızlanan bir enflasyon olacaktır. Bir çok iktisatçı, eğer gelir sürekli olarak tam istihdam milli gelir düzeyinin altında tutulursa, enflasyon un hızlanma eğilimine gireceği görüşüyle ilgili bir yorumu kabul etmektedir. Ancak bir çok Neo-Keynesgil iktisatçı, milli gelir denge düzeyinin üstüne çıkma koşulunun işçi ve firmaların hatalarından kaynaklandığını kabul etmemektedir. Modelin diğer yönü daha çok tartışma konusudur. Rekabetçi modelde, fiyatların aşağıya doğru esnekliği varsayılmaktadır. Milli gelir, tam istihdam düzeyinin altında olduğu sürece, fiyatlar genel düzeyi giderek hızlanan bir şekilde düşecektir. Neo- Keynesgil lere göre, fiyatlar genel düzeyinin düşme yönünde esnek olmasının gözlenmesi, bu görüşü çürütmektedir. Ayrıca Neo- Keynesgil ler, GSMH nın tam istihdam düzeyinin altında olmasının temel nedenini, fiyat sisteminin verdiği sinyalleri yanlış algılama sonucu, istihdam ve üretimin gönüllü olarak azaltılmasında aramayı da kabul etmemektedirler. İleride daha geniş olarak inceleneceği üzere son yıllarda kendilerine yeni klasik denilen Lucas, Wallace, Sargenat, Barro gibi iktisatçılar monetarizmin içinde, rasyonel bekleyişiler adlı bir teori geliştirilmiştir. Bu teoriye göre halk, çabuk bir şekilde hatasını öğrenir. Bu görüşe göre, rassal hatalar yapsa bile, halk sistematik ve sürekli hatalar yapmaz. 1.2 Keynesgil Görüşün Temelleri Neo-Keynesgil yaklaşım, ekonominin oligopolistik yapısını ön planda tutmaktadır. Bu piyasada büyük firmalar fiyatları saptarlar. Tam rekabetçi piyasalarda olduğu gibi fiyatlar, firmalar için veri değildir. Bu firmalar maliyetlerine oranla sabit bir kar haddi uygulayarak satış fiyatlarını belirler. Öte yandan toplam talepteki konjonktürel dalgalanmalar, her firmanın ürünü için konjonktürel talep dalgalanmalarına neden olur. Bu durum, firmaların fiyatlarında değil üretim ve istihdam hacminde konjonktürel değişmelere neden olur. Keynesgil modelde aynı durum, emek piyasası için de geçerlidir. Ücretler fiyat düzeyine ve prodüktiviteye göre saptanır. Ancak ücretler, talepteki kısa vadeli dalgalanmalara daha duyarsızdır. Eğer ücret oranları emek piyasasını şeffaflaştırmak için dalgalanıyorsa, ücretler konjonktür boyunca dalgalanacaktır. Bu durumda tüm işçilerde konjonktürel dalgalanmalara bağlı belirsizliklerden etkilenecektir. Buna karşılık, eğer ücretler uzun dönem düşünceleriyle saptanmışsa, emek piyasasını şeffaflaştırmak için dalgalanmıyorsa, talepteki konjonktürel dalgalanmalar istihdamın dalgalanmasına sebep olacaktır. Özellikle gelişmiş sanayi ülkelerinde kıdem esası, yani işçi çıkarmak gerektiğinde en kıdemsiz işçilerden başlanma prensibi geçerlidir. İşten çıkarma kıdeme göre olduğundan, istihdamdaki dalgalanmalar en azından kıdemli %10 veya %20 işçiyle sınırlı olacaktır. Dolayısıyla işçilerin çoğunluğunda, talepteki dalgalanmalar karşısındaki işi kaybetme konusundaki belirsizlik çok azdır. Tüm belirsizlik diğer işçilere göre azınlıkta kalan kıdemsizler içindir. Böylece işçilerin çoğunluğu tarafından, konjonktür boyunca değişmeyecek sabit ücretlere katlanılacaktır. Oysa Monetarist görüşe göre, ücretler değişmekte ve bunun sonucu istihdam düzeyi aynı kalmaktaydı. O halde Keynesgil model, uzun süren enflasyonist ve denflasyonist açıkların oluşmasına neden olan sistematik rahatsızlıklara yer vermektedir. Bundan dolayı GSMH dahil, büyük ve sürekli dengesizlikleri dengeleyici bir istikrar programına ihtiyaç vardır. Bu politikalar maliye ve para politikası araçlarıyla toplam talebi değiştirmeyi amaçlamaktadır. 2. PARA NE KADAR ÖNEMLİDİR? 2.1 Monetaristlerin Görüşü Modern miktar kuramcıları olarak adlandırılan Monetaristlerin görüşlerinin temel çizgileri, 16- yüzyıla, Jean Boden e kadar uzanmaktadır. Daha sonra John Locke, David Hume, David Ricardo, John Stuart Mill, Irving Fisher in katkılarıyla günümüzde de Milton Friedman tarafından şekillendirilmiştir. Bilindiği gibi miktar kuramcıları öncelikle para miktarıyla fiyatlar arasındaki ilişkiyle ilgilenmişler ve para arzını, fiyatlar genel düzeyinin temel belirleyicisi olarak görmüşlerdir. Günümüzde modern miktar kuramcıları (Monetaristler), paranın fiyatlar genel düzeyini belirlemenin ötesinde, daha geniş işlevinin olacağını görmüşlerdir. Monetaristler, paranın kısa dönemde, ekonomik faaliyetleri de etkileyeceğini kabul etmektedirler. 2.2 Keynesgillerin Paranın Dolaşım Hızının İstikrarsızlığı Görüşü Keynesgil iktisatçılara göre, paranın GSMH yı etkileme yolu oldukça farklıdır, dolaylıdır ve güvenilir değildir. Çünkü paranın dolaşım hızı hem kısa dönemde hem de uzun dönemde çok istikrarlı değildir. Şimdi bunun nedenini inceleyelim. Merkez Bankası nın açık piyasa işlemleriyle tahvil satın alarak para arzım arttırdığını varsayalım. Bunun sonucu olarak halkın elindeki likiditenin arttığını ve 7

halkın da bu likiditeyi yanında tutmak istediğini varsayalım. Bu durumda tüm parasal süreç daha başlamadan sona erecektir. Halk ek parayı alacak ve iddihar edecektir. Böylece para arzı arttırılmasına rağmen GSMH değişmemektedir. Paranın dolaşım hızı düşmüştür. Bu durum bilinen ünlü likidite tuzağıdır. Öte yandan para arzında bir artış olduğunu ve aynı anda da para talebinde de bir artışın olduğunu varsayalım. Bu durumda gelir akımı doğmadan sistem kısa devre yapacaktır. Şimdi bunu şekil (1) yardımıyla açıklayalım. Şekilde para arzı artmakta aynı anda da para talebi fonksiyonu sağa kaymaktadır. Bunun sonucu olarak denge faiz oranı değişmemektedir. (Monetarist bir iktisatçı, faiz oranının bir fonksiyonu olsa bile, para talebinin çok istikrarlı olacağını, dolayısıyla bütün kaymaların nadiren meydana geleceğini ileri sürecektir. Şimdi de olaya Monetaristlerin düşündüğü gibi bakalım. Halkın ek nakit ankesleri ellerinde tutmak istemediğini varsayalım. Halk ellerindeki parayı fazla bularak bunları harcamaya başlasın. Monetarist bakış açısından halk harcamasını muhtemelen reel aktiflere, reel mal ve hizmetlere yöneltecektir. Dolayısıyla doğrudan doğruya GSMH yı yükselecektir. Buna karşılık olaya Keynesgil açıdan bakarsak, halk elindeki parasını reel aktiflere değil, pay senedi, tahvil gibi Finanssal aktiflere yatıracaktır. İşte bu nedenle şekil (1) yatay eksende para düşey eksende faiz yer almak dır. Monetaristler para talebinin işlem güdüsünü ön planda tutarken, Keynesgil spekülasyon güdüsünü ön planda tutarlar. Keynesgil dünyada, halk Finanssal aktif talebini arttırdığı zaman, tahvil fiyatı yükselir ve faiz oranları düşer. Daha henüz GSMH etkilenmemiştir. Faiz oranları da bu düşüş, bazı firmaları veya tüketicileri ödünç almaya teşvik edebilir. Böylece nihayet GSMH etkilenmiş olur. Temel Keynesgil görüşü özetlersek, eğer para arzındaki değişmeler önce faiz oranlarını değiştirirse ve eğer firmaların ya da tüketicilerin harcamaları faizdeki değişmelere duyarlıysa, GSMH para arzındaki değişmelerden etkilenir. İlişki böyle dolaylı olunca, pek çok şey sonucu etkileyebilir. Şekil 1 : Para Arzı İle Birlikte, Para Talebinin de Artması Sonucu Faiz Oranının Sabit Kalması Faiz oranının, ödünç alma ye yatırın harcaması üzerindeki etkisine ek olarak Keynesgillerce tartışılan para politikasının iki ek unsuru daha vardır. Bunlardan birincisine göre, para arzı arttığında ya da azaldığında, ödünç verenler muhtemelen daha fazla veya az krediyi elverişli kılabilir. Kredi Varlığı adı altında bu konu ileri de geniş olarak incelenecektir. Ayrıca, para politikası dorudan doğruya serveti değiştirmezken, faiz oranları ve tahvil fiyatları üzerindeki etkiyle bir servet etkisi yaratabilir. Daha düşük faiz oranları daha yüksek tahvil fiyatları, daha yüksek faiz oranları daha düşük tahvil fiyatları demektir. Bu sırada ortaya çıkan sermaye kaybını hissetmek mümkündür. Ancak sermaye kazancı çoğu kez kağıt üzerinde kalabilir. Kişini portföyündeki pay senedi ve tahvillerin değerlerindeki değişmeler onun reel mal harcamalarını (konut gibi) ve hatta reel eğlence masraflarını etkiler. Modern Keynesgiller için dolaylı servet etkisi, para politikasıyla GSMH arasında bir diğer bağlantı sağlar. Para politikasına bir eski Keynesgil itiraz da, bugün pek işitilmese de, vurgulanmaya değer görünmektedir. Bu itiraz para politikasının, özellikle enflasyonla mücadele için kullanıldığında tehlikeli bir araç olduğudur. Çünkü Keynesgillere göre, para politikasının ılımlı olarak yürütülmesine olanak yoktur. Eğer para politikası etkiliyse muhtemelen çok etkin olacaktır. Dolayısıyla bir Finanssal krize sebep olabilir. Aşırı parasal kısıtlama, ödünç verenler ve alanlar açısından risk düzeyini arttırarak, Finanssal sistemden kopmaları ve ayrılmaları hızlandırarak, sermaye piyasalarının etkinliğini azaltarak bir ekonomik resesyona neden olabilir. Özellikle Alvin Hansen, Warren Smith gibi ünlü Keynesgil iktisatçıların yukarıdaki yaklaşıma benzer öngörüleri, izlenen sıkı para politikalarının sonucunda gerçekleşmemiştir. Keynesgil iktisatçıların para politikasına karşı bir diğer itirazı da, bu uygulamanın ekonomideki sektörleri aynı oranda etkilemediği ve üretim yapısında bozulmalara yol açtığı şeklindedir. Özellikle sıkı para politikası izlendiğinde, faiz oranlarının yükselmesi en başta inşaat sektörü olmak üzere bazı sektörleri daha fazla etkiler. Öte yandan ödünç para bulmanın güç ve pahalı olduğu bu dönemlerde özellikle küçük işletmeler büyüklerden daha fazla etkilenir. Öte yandan parasal genişlemeye gidildiğinde de, başta spekülatif inşaat ve buna benzer faaliyetler öne geçerler. 8

3. KEYNESGİL VE MONETARİST GÖRÜŞE GÖRE PARA, FAİZ VE YATIRIM İLİŞKİSİ VE DIŞLAMA (CROWDING OUT) ETKİSİ 3.1 Para Politikasının Etkinliği Genel olarak, gerek Keynesgil iktisatçılar gerekse Monetarist iktisatçılar genişletici para politikasının başlangıçta faiz oranlarını düşürdüğünü kabul etmektedirler. Şimdi bundan sonra ne olacağı konusunda, Keynesgil ve Monetarist bakış açılarını inceleyelim. Şekil 2 Monetaristler milli gelirin, para politikasından güçlü bir şekilde maliye politikasından da zayıf bir şekilde etkilendiğine inanırlar. Keynesgiller ise maliye politikasının para politikasından daha güçlü olduğuna inanırlar. Bunun niçin böyle olduğunu şekil (2) deki eğrilerin eğimlerine bakarak ortaya koyabiliriz. Monetaristler ve Keynesgiller para talebi ve yatırım fonksiyonunun marjinal etkinliği konularında farklı düşünmektedirler. Monetaristler, faiz oranlarındaki değişmelere para talebinin fazla cevap vermeyeceğini, buna karşılık yatırım harcamasının faiz oranındaki değişmelere çok duyarlı olduğunu söylerler.. Buna karşılık Neo- Keynesgiller, para talebinin faiz oranındaki değişmelere çok duyarlı olduğunu, buna karşılık yatırım harcanmasının faize duyarsız olduğunu savunurlar. Şekil (2)de görüldüğü gibi Monetarist varsayımlar, para politikasını çok etkin yapmaktadır. Buna karşılık Neo-Keynesgil varsayımlar, para politikasını nispeten etkisiz kılmaktadır. Ekonomi başlangıçta r 1 faiz oranı ve I1 yatırım düzeyinde dengede olsun. Merkez Bankası para arzını M 1 den M 2 ye kaydırsın,faiz oram r 2 ye düşecektir. Bunun sonucu olarak yatırım harcamaları I 1 den I 2 ye yükselecektir. 1.Monetarist görüşe göre büyüktür. Dolayısıyla para politikası etkindir. 2.Neo-Keynesgil görüşe göre ise, Al küçüktür. Dolayısıyla para politikası etkin değildir. Şimdi para arzındaki değişmelerin etkisinin her iki görüşe göre nasıl geliştiğini şekil (2) yi izleyerek biraz daha yakından inceleyelim. 1.Birinci ilişki para talebidir. Monetaristlerin, para talebinin faiz oranlarına karşı duyarsız olduğuna inandıklarını daha önce belirtmiştik. Keynesgiller para talebinin faiz oranına karşı duyarlı olduğuna inanırlar. Çünkü parayla faiz geliri getiren kısa vadeli aktifler kolayca ikame edilebilir. Genişletici bir para politikası, aşırı para arzı yaratır. Firmalar ve bireyler, ellerindeki aşırı parayla tahvil satın almak isterler. Bu durum faiz oranlarını düşürür. Faiz oranlan herkesin artan para arzını elde tutmaya hazır olabilecekleri düzeye kadar düşer. Eğer Monetaristler haklıysa faiz oranlarındaki düşüşün büyük, eğer Keynesgiller haklıysa faiz oranındaki düşüşün küçük olması gerekecektir. Tersine daraltıcı bir para politikası, para arzını daraltarak aşırı bir para talebi yaratacaktır. Firmalar ve bireyler, tahvil satarak para ankeslerini istedikleri düzeye getirmeye çalışacaklardır. Bu sırada faiz oranı, herkesin azalan parayla yetinebileceği düzeye kadar yükselecektir. Eğer Monetaristler haklıysa, faiz oranlarındaki yükseliş büyük, eğer Keynesgiller haklıysa faiz oranlarındaki yükseliş küçük olacaktır. 2.İkinci ilişki, yatırım fonksiyonunun marjinal etkinliğidir. Faiz oranlarındaki bir yükselme yatırım harcamalarını azaltacak, faiz oranlarındaki bir düşüş ise yatırım harcamalarını arttıracaktır. Monetaristler, yatırım harcamasının faiz oranlarına çok duyarlı olduğuna inanır. Oysa Keynesgiller, yatırımların öncelikle satışlardan, karlardan ve bekleyişlerden etkilendiğini ve faiz oranındaki değişmeler hiç olmazsa kısa dönemde, önemli ölçüde cevap vermeyeceğine inanır. Özetlersek, Monetaristlere göre para arzındaki değişmeler, faiz oranlarında büyük değişmelere neden olur. Bu değişme bu kez harcamalarda önemli değişmelerle sonuçlanır. Keynesgillere göre para arzındaki değişmeler, faiz oranlarında küçük değişmelere neden olur. Bunun harcamalar üzerindeki etkisi küçük ve önemsizdir. 3.2 Maliye Politikasının Etkinliği Şimdi de devlet harcamalarında bir artış olduğunu düşünelim. Bu, önce geliri arttırır. Bunun sonucu sermayenin marjinal verimliliği eğrisi (MEI) sağa kayar (MEI 1 den MEI 2 ye). Bu ise toplam yatırımların artmasına neden olur (I 1 den I 3 e). Ancak gelir artışının sonucu olarak işlem güdüsüyle para talebi artar. Bu ise aşırı para talebi yaratır. Başlangıçta ekonomideki denge faiz oranı r 1 ve yatırım harcamaları da I 1 olsun. Daha sonra genişletici bir maliye politikasının, toplam talebi arttırdığını varsayalım. Harcamalar arttığında, işlem güdüsüyle para talebi de yükselir. Bu ise M d1 i M d2 ye kaydırır ve faiz oranının r 2 ye yükselmesine neden olur. Faiz oranındaki yükselme, yatırım harcamalarında 1 3 den I 2 ye gerilemeye neden olur. Burada artan kamu yatırımları nedeniyle, özel yatırım harcamaları dışlanmaktadır. Bir diğer deyişle dışlama etkisi (crowding out) söz konusudur. Böylece özel sektör yatırımlarındaki azalmanın bir kısmı devlet harcamalarındaki artışla dengelenmektedir. 1. Monetarist dünyada dışlama etkisi büyük, bu nedenle Al küçüktür. Dolayısıyla Maliye politikası etkisizdir. Yani Monetaristlere göre hükümet harcamalarındaki değişme, faiz oranlarında büyük değişmelere, bu ise özel yatırım harcamalarında önemli dengeleyici düşmelere neden olacaktır. Böylece toplam talep üzerindeki net etki çok az olacaktır. 2. Neo-Keynesgil dünyada dışlama etkisi küçük, dolayısıyla Al büyüktür. Dolayısıyla maliye politikası etkisizdir. Bir başka deyişle Neo-Keynesgillere göre devlet harcamalarındaki değişmeler, faiz oranlarında küçük değişmelere neden olur. Dolayısıyla yatırım harcamalarındaki dengeleyici değişmeler küçük ya da önemsizdir. 9

1.Dünden Bugüne Para Politikaları BEŞİNCİ BÖLÜM TÜRKİYE DE PARA POLİTİKASI Türkiye de gerçek anlamda para politikalarının uygulanmaya başlaması 1980 li yılların sonlarına doğru olmuştur. O döneme kadar para politikaları, kamu parasal yetkililerinin ellerindeki parasal aygıtların bugün ulaştığı çağdaş konumdan yoksun olması nedeniyle, yalnızca geleneksel bazı yöntemlerle uygulanmıştır; ya da parasal gelişmeler sadece başka politikaların sonucu olarak gerçekleşmiştir. Ekonomik istikrarın başlı başına parasal politikalara dayandırılması, ticari serbestleşme dönemi denilebilecek 1980 sonrası dönemden sonra 1988 yılı itibariyle başlatılan mali serbestleşme döneminin hemen ardından gelmiştir. Ülkemizde Cumhuriyet in kuruluşunun ilk yirmi beş yılında, sadece mali aracılık alanında ulusal kamu bankaları ile Merkez Bankası gibi bazı kamu otoriteleri kurulmuştur. Bu dönem, önce ekonomi politikalarının uygulanabilmesi, daha sonra da ekonomik kalkınma ve sanayileşmenin devlet teşvikleriyle gerçekleştirilebilmesi amaçlarıyla atılmış birçok adımı içermektedir. Daha sonra toplumda tasarruf eğilimleri desteklenmiş, özel sermaye birikimlerinin yatırımlara dönüşebilmesi için özel mali aracılık kurumları (örneğin özel bankalar) teşvik edilmiştir. Yine aynı dönemde ülkenin tümüne yayılan bir parasallaşma (monetizasyon) süreci de başlatılmıştır. Öte yandan, kamu altyapı yatırımlarının hızla artırıldığı ve tarımsal kesimin yüksek desteklerle korunduğu bu dönemdeki genişlemeci yaklaşım, para politikalarındaki gevşek tutumla sağlanmıştır. Planlı dönemin para politikaları daha önceki dönemlere göre temel farklılıklar taşımamıştır. Ekonomik konjonktürün ve sanayileşmenin hızlanması nedeniyle gevşek para politikaları ilk önceleri enflasyon üzerinde önemli bir etki yapmamasına rağmen, özellikle dışardan kaynaklanan bir maliyet enflasyonuyla karşılaşılınca kısa zamanda bir krizin eşiğine gelinmiştir. Daha sonra bu kriz, artan enflasyon karşısında temel parasal parametreler olan döviz kuru ve faiz oranlarının serbestçe yukarıya doğru ayarlanamadığı bir yapının sonucu olarak da derinleşmiştir. Ekonomi politikalarında kökten bir yaklaşım ve yapı değişikliği anlamına gelen 24 Ocak Kararları temel parasal parametrelerin, yani faiz ve döviz kurunun serbestleşerek yükselmesine ve bazı makroekonomik dengelerin sağlanmasına elvermiştir. Bu değişmeler kısa vadede, özellikle dış dengenin yeniden kurulabilmesini sağlamıştır. 1980 li yıllar para piyasalarında serbestleşme girişimlerinin birkaç kez denendiği, daha açık bir ifadeyle para politikalarının uygulanması veya çeşitli parasal araçların geliştirilerek para politikalarının daha etkin olabilmesi için önlemlerin devreye sokulduğu bir dönemdir. Bununla beraber, döviz rejimindeki sınırlamaların kalkmasıyla dış ticaretin serbestleşmesinin ardından, faiz rejiminde sürdürülen serbestleşme, para politikalarının fiyat istikrarını sağlamada etkin bir politika demeti olmasını sağlanmıştır. Gerek 1990 yılında açıklanan para programı, gerekse 5 Nisan Kararları nın ardından IMF denetiminde sürdürülen parasal istikrar uygulamaları enflasyonun tek başına para politikalarıyla önlenemeyeceğini göstermiştir. Cumhuriyet in başlangıcından itibaren para politikalarına bakılınca, bu politikalarda ten olarak beş evrenin olduğu görülmektedir: Cumhuriyet in kurulduğu ilk yıllardan çok partili yaşama kadar geçen dönemdeki kamu kesimi kurumsallaşma süreci; özel kesimdeki finans kurumlarının oluşma dönemi; çok partili yaşama geçilmesinden bu yana para ekonomisi ve parasal kurumların yaygınlaşması dönemi (1970 li yıllardaki enflasyonist süreç bu döneme dahil edilmelidir); ticari serbestleşme dönemi; mali serbestleşme ve parasal program denemeleri dönemi. Kısacası, 1989 yılına dek kırk yıla yakın bir süre tasarruf araçlarının ve para piyasalarının gelişmesi sürecinde enflasyonist politikalar egemen olmuş, mali serbestleşmeyle bu süreç tersine çevrilmiş ve iktisat politikalarının stratejisi değişmiştir. Bu yeni strateji, enflasyonun temel alındığı yapının aksine, enflasyondan kaçınan, hatta yüksek reel faizlerle iç talebin baskı altına alındığı ve ihracatın desteklendiği bir strateji olmuştur. Başka bir deyimle, dışa açılma stratejisi aynı zamanda para politikalarının da bağımsız bir biçimde uygulanmasını amaçlamıştır. 2. Kamusal Kurumlaşma Dönemi (1923-1950) Yüzyılın başında Osmanlı İmparatorluğu döneminde altın standardı temel alınmasına rağmen uygulamada hiçbir zaman paranın altınla değiştirilebildiği bir sistem gerçekleştirilmemiştir. 1925 itibariyle altın sikke tedavülü sona ermiş, ancak daha önce basılan sikkelerin belli bir karla satılmasına izin verilmiştir. 1934 yılına dek ekonominin tarımsal ağırlığına dayalı olarak para talebi etkilenirken, para arzında mevsimsel değişmeler süregelmiş, zaman zaman mevsimsel olarak likidite sıkıntıları yaşanmıştır. Bununla beraber bu yıllarda yaşanan likidite sıkıntıları Türk lirasına olan güveni artırmış, hatta bazı dönemlerde fiyatların düşmesiyle satın alma gücünün artmasına bile neden olmuştur. Cumhuriyet in ilk yıllarında Batı da süregelen ekonomik istikrar, benzer biçimde Türk ekonomisinde de hissedilmiştir. Ancak, 1929 yılında dış borç ödemeleri başlayınca, Türk lirası hızla değer yitirmeye başlamış, diğer yandan da o yıl çıkan Wall Street Krizi TL ni bir spekülasyon aracı olmasına neden olunca korumacı bir döneme girilerek yeni bir ithalat rejimi uygulanması kararı alınmıştır. Bu gelişmeler karşısında para arzı denetlenerek TL nin uluslararası değerini koruyacak bir Merkez Bankası nın kurulması gereksinin duyulmuş ve 26 Şubat 1930 da Türk Parasının Kıymetini Koruma Kanunu çıkarılmıştı. Daha sonra, 24 Mart 1930 da bankalarla Maliye Bakanlığı tarafından bir Bankalar Konsorsiyumu oluşturarak Merkez Bankası işlevlerinin yürütülmesi sağlanmıştır. TL yabancı paralara karşı sabitlenmiş, belirlenen kur 1934 yılına dek sürdürülmüştür. Konsorsiyumun ilk döneminde, ülke ekonomisine oldukça yoğun yabancı para akımı gerçekleşmiş ve para arzının artışına neden olmuştur. 3 Ekim 193l de kurulan Merkez Bankası, konsorsiyumun yerini almıştır. Aynı yıl Merkez Bankası, döviz ve devlet tahvili karşılığı para çıkarmış ve İngiliz sterlininin değer yitirme sonucunda altın standardından çıkılınca, TL nin değerini Fransız frankına göre sabitleştirerek uluslararası rezervlerinin tümünü altına çevirmiştir. Bunun yanı sıra, süregelen iç borçlanma, ödemeler dengesinde bir fazlalık yaratmış ve bu etkiyle de altın rezervleri iki yıl içinde yüzde 50 oranında artmıştır. 1939 yılına kadar tüm parasal gelişmeler Merkez Bankası nın Hazine yi finanse etmesi biçiminde gerçekleşmiştir. Hızlı parasal genişlemeye rağmen bunun çok küçük bir kısmı fiyat düzeyine yansımış, hatta döviz kuru sürekli sabit kaldığından TL bir miktar aşırı değer kazanmıştır. 1939 yılı itibariyle savaş yılları boyunca yüksek bir enflasyon yaşanmış, savaş sonrasında, 7 Eylül 1946 da TL yüzde 55 oranında devalüe edilmiştir. Ziraat Bankası altın satarak hem altın fiyatlarının artışını durdurmaya, hem de tedavülden para çekmeye çalışmıştır. Savaş sonrası da (1946-1950) para arzındaki artış oranı enflasyon oranının çok üstünde seyretmiştir. Özetle, bu dönemde genel olarak para arzı hızlı bir biçimde genişleyerek ekonominin tümüne yayılan bir parasallaşma süreci başlamıştır. Kambiyo rejimi açısından bakılınca sabit kur uygulaması dolayısıyla para politikasından çok maliye politikasının bu dönemde daha etkin ve egemen olduğu söylenebilir. Ayrıca, temel ekonomi politikası araçlarının da bu dönemde geliştiği ve yeni kurulan kamu bankalarıyla beraber hızlı bir ekonomik canlanmayı sağlayarak yeni sanayi kesiminin teşvik edildiği gözlenmektedir. Örneğin, faiz oranları çok yüksek tutulmayarak yerli yatırımların teşviki hedeflenmiştir. Bu önlemlere rağmen. özel kesimin yatırımları konusunda elde edilen başarı gayet sınırlı kalmıştır. 10

3. Özel Kurumsallaşma Dönemi (1950-1961) 1950 sonrasında, büyüme hızının artması nedeniyle kamu harcamaları kamu gelirlerinden daha hızlı artmış ve aradaki kamu açığı sürekli borçlanma ve Merkez Bankası nın parasal genişleme yaratan politikalarıyla finanse edilmiştir. 1950 li yılların ilk yarısında hem mevduatlar, hem de likidite oranlarının yükselmesiyle para çarpanı artmıştır. Merkez Bankası bir yandan reeskont oranını düşürmüş, bir yandan da parasal tabanını, yani kendi oluşturduğu parayı artırmıştır. 1940 yılında olduğu gibi 1955 yılında da Merkez Bankası nın kanun değişikliği ile Hazine ye daha fazla avans vermesi (bütçenin yüzde 15 i kadar) sağlanmıştır. 1955 ve 1956 yıllarında reeskont oranlarının iki kez artırılmasına rağmen, ticari bankaların para yaratma kapasiteleri aşılamamış ve kredi tavanı uygulaması getirilmiştir. Yine de 1954-1957 yılları arasında enflasyon artmış, ödemeler dengesi bozulmuş ve 4 Ağustos 1958 tarihinde bir istikrar programı yürürlüğe sokulmuştur. Banka kredileri dondurulmuş, Kamu İktisadi Teşekkülleri ne (KIT) ve Toprak Mahsulleri Ofisi ne bütçe denkliği zorunluluğu getirilmiştir. Döviz kurunun kendiliğinden değer yitirmesine müsaade edilmiş, fakat faizler artırılmadığından, ortaya kredi talebi fazlası çıkmıştır. Ancak, bu program sonucunda büyüme yavaşlamadan enflasyonun düşmesi sağlanmıştır. Özetle bu dönem, daha fazla para yaratılarak ekonomide daha hızlı bir büyümenin amaçlandığı ve ilk zamanlar enflasyona neden olmamakla birlikte daha sonraları giderek artan enflasyon olgusu karşısında ödemeler dengesinin de bozulduğu ve devalüasyonu içeren bir istikrar paketinin zorunluluk haline geldiği dönem olmuştur. Ekonominin parasallaştığı bu süreçte bankalar yaygınlaşarak ekonominin önemli kurumları haline gelmiştir. Merkez Bankası, Hazine ve Maliye ilişkileri gelişmiş, Merkez Bankası nın reeskont oranı, mevduat munzam karşılığı gibi geleneksel para kontrol araçları da kullanılmaya başlanmıştır. Bu arada ekonomi giderek dışa açılmış ve bu nedenle de para politikalarının uygulanma gereksinimi de bir artış göstermiştir. 4. Para Piyasalarının Yaygınlaşma Dönemi (1962-1980) 4.1 İstikrarlı Dönem (1962-1970): Planlı kalkınma döneminin başında para arzındaki artışın reel milli gelirden yüksek olmaması hedeflenmiştir. Ancak, 1964 yılında uygulanan yanlış para politikası sonucunda büyüme hızı düşünce, Merkez Bankası vadeli mevdu üzerindeki munzam karşılıkları ve öncelikli kredilere uygulanan reeskont oranlarını düşürmüş, öte yandan reeskont üzerinden kredilerinin limitini ve kamuya olan kredileri artırmıştır. Böylece de yüksek bir büyüme hızına ulaşılabilmiştir. Genişlemeci politikalar ihracatın teşviki için faizleri düşük tutup vergi iadesi uygulamalarını sürdürünce, kısa zaman içinde döviz kuru düşük kalmış ve Ağustos 1970 te TL nin yeniden devalüe edilmesi gereği doğmuştur. Planlı dönemde parasal genişleme daha çok özel kesime yöneltilmiş enflasyon büyüme hızının bir hayli altında seyretmiştir. Bu dönemde yapılan devalüasyonlar işçi dövizi girişlerini de bir hayli artırmıştır. 29 Ocak 1970 tarihinde 1211 sayılı bugünkü Merkez Bankası Kanunu çıkarılmıştır. Yasayla Merkez Bankası na Finanssal kurumların yatırım, tahvil satışları ve taksitli satış anlaşmaları gibi işlemlerini düzenleme yetkisi verilmiştir. Bu dönemde ekonominin dışa açılma süreci yavaşlamış, bundan dolayı para politikasına olan gereksinim azalmıştır. Banka kullanımı halk arasında yaygınlaşmış, özel Finanssal kesimin gelişimi kamu Finanssal kesiminden daha yavaş olmuştur. Bu dönemde kalkınma hızının yüksek olması ve bunun büyük ölçüde planlı modelle sağlanması, kısa vadeli para politikalarına olan gereksinimi törpülemiştir. Bununla beraber kalkınmacı model içinde maliye politikaları önemini artırmıştır. Öte yandan, faizler genel olarak düşük kaldığından yurt içinde yeterince tasarruf yapılamamış, dolayısıyla da mevduat toplanamamıştır. 4.2 Enflasyonist Dönem (1971-1980): 1971 devalüasyonu sonrasında parasal genişleme stabilize edilemeyince, enflasyon oranı da yükselmiştir. 1973 yılında uluslararası rezervler ve özel kesime giden Merkez Bankası kredilerinin artmasıyla para arzı bir hayli artarak enflasyonu da yükseltmiştir. Bu dönemin ilk yarısında ithalatın büyük ölçüde sübvanse edilmesi karşısında kur ayarlaması da yapılmayınca, parasal genişlemeyle artan iç talep ithalat talebini körüklemiştir. Öte yandan devalüasyon sonrası oluşturulmaya karar verilen Dövize Çevrilebilir Mevduat (DÇM) hem yurtiçine gelen döviz girdilerini artırmış, hem de parasal genişlemeye yol açmıştır. Öte yandan KiT lerin artan açıkları karşısında kamu sektörüne verilen Merkez Bankası kredileri de giderek fazlalaşmıştır. Merkez Bankası nın Hazine avanslarının emisyon toplamı içindeki payı bu dönemde yüzde 25 ten yüzde 84 e kadar yükselmiştir. Nihayet 1976 itibariyle ortaya bir stagflasyon (durgunluk içinde enflasyon) olgusu çıkmış ve aşırı değer kazanan TL, bu kez ihracatın ve DÇM lerin düşmesine neden olmuştur. 1977 yılında net dış varlıkların yüzde 86 oranında erimesiyle bir ödemeler dengesi kriziyle karşı karşıya gelinmiştir. 1976-1979 döneminde Merkez Bankası nın doğrudan kredileri yılda ortalama yüzde 70 artmıştır. Bu dönemin temel özelliği, daralmacı para politikalarının uygulanması gereğinin açıkça ortaya çıkmasına rağmen, siyasi sorumluların ve parasal yetkililerin genişlemeci para politikalarını sürdürmeleri olmuştur. Gerek faizlerin, gerekse döviz kurunun, artan enflasyon karşısında yukarı doğru ayarlanarak denge elde edilmesi engellenmiştir. Kısacası, para politikalarının aşırı genişlemeci ve enflasyonist olduğu söylenebilir. Öte yandan, sabit kur uygulaması sürmüş, bankacılık ve finans kesimindeki kamu egemenliği de devam etmiştir. Bu dönemde artan işsizlik ve giderek dışa kapanan bir ekonomik yapıda etkin bir para politikasının uygulanması da zaten beklenemezdi. 5. Dış Ticarette Serbestleşme Dönemi (1 980-1988) 1970 li yıllarda maliyet enflasyonu giderek talep enflasyonuna, zamanla da bir ekonomik krize dönüşünce 24 Ocak 1980 de bir dizi istikrar tedbiri alınmıştır. Bunların bir kısmı ağırlıklı olarak parasal tedbirdir. Birincisi, döviz kuru büyük ölçüde devalüe edilmiş, kamu fiyatları artırılmış ve faizler yükseltilmiştir. Böylece, TL ye olan talep yeniden güçlendirilmeye, vadeli mevduatlar teşvik edilmeye ve iç talebin kısılmasına çalışılmıştır. 1981 yılında döviz kurlarının her gün yeniden belirlenmesi uygulanmasına geçilirken faizlerdeki sınırlamalar kaldırılmıştır. Bununla beraber, büyük bankalar kendi aralarında anlaşarak faizlerin yeterince yükselmesini önlemişlerdir. Daha sonra Sermaye Piyasası Kurulu oluşturulmuş, mevduat sertifikaları gibi yeni mali araçların çıkarılmasına izin verilmiştir. 24 Ocak ve ertesinde alınan kararlar önce bankaları faizleri yükseltmek zorunda bırakarak para piyasalarını birdenbire canlandırmış, fakat gerekli yasal güvenceler geliştirilemediğinden bir süre sonra Banker Faciası olarak bilinen bir krize neden olmuştur. Bunun üzerine 1983-1985 döneminde mevduat sigortasının da başlatılmasını içeren bir dizi önlem alınmış ve 30 sayılı 11

kararnameyle banka kredileri faiz hadleri serbestleşirken, mevduat faizlerinin belirlenmesi Merkez Bankası nın denetimine bağlanmıştır. Bu dönemde, genellikle kısa dönem faizler uzun dönem faizlerin üzerinde tutularak parasal yetkililerin enflasyonun uzun dönemde ineceği izlenimini vermeye çalıştıkları görülmüştür. Daha sonra mevduat munzam karşılıkları ve disponibilite oranları düşürülmüş, vadeli ve vadesiz mevduatlar arasındaki oransal farklılıklar da giderilmiştir. Öte yandan, yerleşik bireylerin döviz bulundurma ve her türlü mevduat hakları tanınmıştır. Dış ticaretle ilgili bankacılık işlemleri Merkez Bankası tekelinden çıkarılarak özel bankalara verilmiştir. 6. Mali Serbestleşme Dönemi (1 988-1994) 1985 yılında Hazine nin haftalık iç borçlanma ihaleleri başlatılmıştır. 1986 Haziranı nda ise açık piyasa işlemleri tam olarak serbestleşmiş ve Şubat 1987 de ilk uygulamalar başlatılmıştır. Yine 1986 yılında bankalararası para piyasası oluşturulmuş, İstanbul Menkul Kıymetler Borsası yeniden işlemeye başlamış ve özel sektör bono ve tahvillerinin faizleri üzerindeki sınırlamalar kaldırılmıştır. Bu dönemin en önemli özelliği, mali serbestleşmenin dış ticaretteki serbestleşmeyle birlikte denenmesine rağmen bunun başarılamamasıdır. Bunun sonucunda para politikalarının uygulanabilirliğini artıracak tedbirler tam anlamıyla alınamamıştır. Buna rağmen, özellikle Avrupa Gümrük Birliği ne karşı yükümlülükler nedeniyle, dış ticaretteki serbestleşmenin normal düzeyde ilerlediği gözlenmektedir. 1987 yılında faizlerin ilk serbest bırakılma girişimi başarılı sonuç vermeyince, 4 Şubat 1988 tarihinde alınan bir dizi kararla ikinci kez faizlerin serbestleştirilmesi girişimi (özellikle mevduat faizleri üzerinde) denenmiş ve bu kez başarı elde edilmiştir. 1988 yılında alınan faizleri yükseltme kararı, zaman içinde 12 Ekim 1989 tarihinde tüm mevduat ve kredi faizlerinin serbestleşmesiyle sonuçlanmıştır. 1988 yılında alınan kararların başarılı olmasını aslında bazı ek önlemler sağlamıştır. Karşılık oranlarının yükseltilmesi, bunların kısa bir sürede yatırılması zorunluluğu ile döviz tevdiat hesaplarına karşılık oranlarının uygulanması, TL ye olan güveni artırarak serbest piyasadaki döviz kurları ile resmi kurlar arasındaki makasın tekrar kontrol edilerek küçültülmesi sağlanmıştır. 8 Ağustos 1988 tarihinde Türkiye de Merkez Bankası kur belirleme seansları ile döviz ve efektif piyasa faaliyetleri başlatmış, Eylül 1988 de TL-döviz, efektif-efektif (TL karşılığı swap), TL ve döviz depoları işlemleri piyasalarının faaliyetleri başlatılmıştır. Böylece, 1980 li yılların ilk yarısında başlatılan ticari serbestleşmenin ardından, 1988 yılında da mali serbestleşme gerçekleştirilmiştir. Mali serbestleşmenin en önemli adımı ise Ağustos 1989 da çıkan ve tüm yabancı sermaye akışını serbestleştiren 32 sayılı karardır. Ancak, mali serbestleşme, farklı nedenlerle ortaya çıkmış dahi olsa, bir ekonomik istikrarsızlık sürecinde başlatıldığından, oluşan bu yeni yapıya uyumlu bir yeni istikrar arayışı kısa sürede tekrar gündeme gelmiştir. 6.1 1990 Parasal Programı Mali serbestleşme ve yurtiçi faizlerin yükselmesi sonucu, 1988 yılı itibariyle kısa vade yabancı sermaye girişlerinde önemli artışlar olmuştur. Böylece uluslararası rezervler artmış ve Merkez Bankası bu yapıya dayanarak, daha önceleri kendi içinde izlediği fakat açıklamadığı parasal programı 1990 yılının başında açıklayarak yürürlüğe koymuştur. Bu parasal program temel olarak, Merkez Bankası nın iç yükümlülüklerinin ve aktif kalemleri içinde yer alan Hazine ye verdiği avansların denetim altına alınmasını ve bunun yanı sıra da, kez Bankası nın bilanço büyüklüğünün kontrol edilmesini amaçlamıştır. Programın bilinen hedefi ise Alman Merkez Bankası nın da bir zamanlar uyguladığı parasal hedef Merkez Bankası Parası'nı kontrol etmesi olmuştur. Temel olarak açık piyasa işlemi döviz işlemleri aracılığıyla yürütülen bu program, uygulamaya sokulduğu ilk altı ayda şartlı sonuçlar vermesine rağmen, Körfez Savaşı nın çıkmasıyla son bulmuştur. 6.2 5 Nisan 1994 Parasal Programı 1992 ve 1993 yıllarında da genişlemeci para politikaları sürmüştür. TL nin değeri yabancı paralar karşısında reel olarak devalüe edilmeyerek ve faizler Hazine nin baskıları düşük tutularak, sonunda enflasyon düşük tutulabilmiş, fakat dış dengeler, özellikle dış ticaret dengesi çok bozulmuştur. Öte yandan, giderek düşen kamu gelirlerinin yanı sıra iç talebin artması sonucu artan kamu harcamaları hem bir bütçe dengesi krizine neden olmuş, hem de döviz piyasalarına yansıyarak 5 Nisan 1994 tarihinde bir istikrar paketi zorunlu hale getirmiştir. Paketin ardından IMF yetkilileriyle yapılan görüşmelerde, bu kez parasal hedeflerin yanı sıra, döviz kuru hedeflerinin de göz önüne alınarak istikrarın sağlanması konusunda anlaşmaya varılmıştır. Bu parasal program da, 1990 yılı parasal programına benzer bir biçimde faizlerin yükselmesi ve durgunluğa bağlı olarak dış ticaretteki geçici düzelme sonucu önceleri döviz rezervlerini artırmış, fakat daha sonra ekonomik canlanmanın önemli ölçülerde artan ithalat talebiyle dış ticaret açığı oluşmasına neden olmuştur. Bu dönemin temel özelliği parasal program denemelerine gidilmesi ve Merkez Bankası nın döviz veya Hazine bonosu gibi iç borçlanma senetleriyle açık piyasa işlemleri ne daha fazla yönelmesidir. 7. 1995-1996 Dönemi ve 1997 Para Programı 5 Nisan Kararları ndan sonra ekonomide gözlenen en önemli olgu yüksek reel faiz döneminin pekişmesidir. Bu pekişme, mali liberasyonun kamu açıklarıyla beraber sürdürebilmesi için tüm maliyetlerin üstlenilmesi anlamına gelmektedir. 1994 yılında alınan kısa vadeli istikrar önlemlerin sonucunda kamu maliyesindeki olumlu gelişmeler gözlenmiştir. Özellikle kamu açıklarının frenlenmesiyle Hazine nin Merkez Bankası ndan kullandığı avanslar sınırlı ölçülere çekilebilmiştir. Bu gelişmenin bir nedeni, kamu açıklarının azalması, diğer bir nedeni de 25 Nisan 1994 tarihinde Merkez Bankası Kanunu nda yapılan değişiklik olmuştur. Böylece Hazine nin Merkez Bankası na, bağımlılığı azaltılmaya çalışılmış, ayrıca daha önceki yıllarda toplam bütçe ödeneklerinin yüzde 15 i kadar kısa vadeli avans kullanabilen Hazine ye, 1995 yılında yüzde 12 ve daha sonraki yıllarda azaltılarak 1998 de yüzde 3 e kadar inen bir borçlanabilme sınırı tanınmıştır. Ancak 1995 yılında ülkenin bir erken seçim havasına girmesi, kamu maliyesinde sağlanan dengelerin yeniden bozulmasına ve Merkez Bankası nın koyduğu hedeflerin şaşılmasına neden olmuştur. Para politikasının maliye politikasına bağımlılığını azaltmak, elbette sıkı ve etkin para politikasının en temel öğesidir. Bu yönde atılan bazı adımlar da Merkez Bankası bilançosunun kısa sürede yapısal değişiklik göstermesine ve parasal genişlemenin başka mekanizmalarla gelişmesine neden olmuştur. Merkez Bankası nın iç (TL) varlıklarına getirilen sınırlama, aynı zamanda TL faizlerinin çok yükseldiği bir dönemde Merkez Bankası dış varlıklarının aşırı düzeylere yükselmesine neden olmuştur. Yurtdışından gelen yabancı yatırımcılar bir yandan yurtiçine döviz getirmişler, diğer yandan da mali sistem içinde döviz varlık ve işlemleri arttıkça Merkez Bankası da yüklü döviz rezervleri taşımak zorunda kalmıştır. Bu durumda döviz kurundaki devalüasyon hızı istenen oranlardan daha düşük düzeylerde gerçekleşince Merkez Bankası zaman zaman döviz satın almak zorunda kalmış, bu da rezervleri büsbütün şişirmiştir. 12

5 Nisan Kararları sonrasında gözlenen bir başka gelişme, Hazine nin dış borçlanma yerine iç borçlanmayı yeğlemesi ve bunu sürdürebilmek için sürekli nominal faizlerin belirlenmesinde piyasaların daha etkin olabilmesine izin vermesidir. Ancak bu strateji mali derinleşmenin sınırlı kaldığı bir ekonomide reel faizlerin çok yüksek düzeylerde seyretmesine neden olmuş ve iç borç stoku hızla büyümüştür. Ayrıca Merkez Bankası, para politikalarının uygulanmasında Hazine ile borç yönetim stratejisini kolaylaştırıcı bir eşgüdüm içine girmiş, hatta 1997 yılında Hazine ve Merkez Bankası arasında bir protokol imzalanmıştır. 1994 sonrası izlenen para politikalarının ana ekseni reel döviz kuru sepetinin (1 ABD doları artı 1,5 DM) uzun vadede Merkez Bankası gözetiminde seyretmesi, ancak günlük hareketlerde piyasa tarafından belirlenmesidir. Bunun temel nedeni, enflasyonun büsbütün kontrolden çıkmaması için para otoritesinin döviz kurlarını heterodoks biçimde bir çeşit çıpa olarak kullanmasıdır. Ancak bu politika finans kesimi döviz yükümlülüklerini olabildiğince artırmaya yöneltmiş ve ülkeye giren döviz Merkez Bankası döviz rezervlerini hızla artırmıştır. Merkez Bankası, 1994 yılı sonrası bankaların ve diğer Finanssal kurumların ana ilgi alanı haline gelen devlet iç borçlanma senetlerinin ihalelerinin piyasa üzerinde yarattığı etkileri bertaraf etmeye çalışmıştır. Reel döviz kurunun uzun süre sabitleşmesi ve nominal faizlerin çok yüksek düzeylerde olması, bankaların yurtdışından elde ettikleri fonları Hazine iç borçlanma senetlerine yatırmalarına neden olmuştur. Bu gelişme üzerine bankaların döviz pozisyon açıkları riskli sınırlara dayanmış ve Merkez Bankası da döviz açık pozisyonlarını (sermaye tabanlarının yüzde 50 siyle) sınırlamıştır. Ancak bankaların ellerinde toplanan borç senetleri öylesine büyümüştür ki, bankalar bu senetlerden karlarını daha da artırmak için repo işlemlerini başlatmışlardır. Merkez Bankası, 1994 sonrası dönemde parasal programlamasını sürdürmüş, ancak sadece 1998 istikrar programıyla beraber hedeflerini açıklamıştır. 1990 para programında parasal hedef olarak ele alınan Merkez Bankası bilanço büyüklüğü ve Merkez Bankası parası yerine, 1995 yılından sonra göreli olarak daha istikrarlı hareket eden rezerv para ele alınmıştır. Bu büyüklük kısa vadeli işlemler olan, gerek Merkez Bankası açık para işlemlerinden (API), gerekse de Hazine nin Merkez Bankası nezrinde açmış olduğu hesap kamu mevduatı hesabı ndan etkilenmemektedir. Öte yandan, 1998 para programında Merkez Bankası yeniden hedef değiştirmiş, bu kez Merkez Bankası bilançosunun net iç varlıklar (iç varlıklar-api ler-kamu mevduatı) kalemini kontrol etmeye başlamıştır. Bu gelişmelerin yanı sıra bankaların para yaratma mekanizmaları üzerinde Merkez Bankası çeşitli önlemler almış, 1994 yılında gerek munzam karşılıkları (yüzde l6 dan yüzde 17 ye), gerekse disponibilite oranları (yüzde 8 den 9 a) birer puan yükseltilirken, 1996 yılında finans kesiminde maliyeti aşağıya çekme amacıyla tüm TL mevduat munzamları yüzde sekize, döviz mevduat munzamları da yüzde onbir e, disponibilite oranları ise TL de yüzde altıya, dövizde ise yüzde üçe çekilmiştir. Öte yandan, bankalara bu rahatlık getirilirken, Merkez Bankası bankalara açtığı reeskont penceresini daha da daraltmış ve iç varlıklarını daha etkin bir biçimde kontrol etmeye başlamıştır. 1995-1997 döneminde çok sıkı para politikası izlenememesinin temel nedeni kamu maliyesinde dengelerin sağlanamaması olmuştur. Merkez Bankası temel olarak döviz kurlarını kontrol etmiş, faizlerde belli bir serbestliği sağlamış ve Hazine nin borçlanmasını sürdürülebilmesi için de piyasalarda kısa vadeli dengelerin bozulmamasına çalışmıştır. Bunu rağmen, para piyasaları siyasal ve makroekonomik istikrarsızlık nedeniyle belli bir oynaklık göstermiş, bu da spekülatif hareketlerin gelişmesine neden olmuştur. Ancak gelinen nokta, özel kesimden kaynaklanan yüklü bir dış borç, kamu kesiminin faiz ödemelerinden kaynaklanan yüklü bir iç borç ve bunların beraberce güdülendiği şişkin iç talep sonucu ödemeler dengesindeki cari açıkların egemen olduğu bir ekonomik yapıdır. Bugüne dek genel olarak izlenen yapısal değişim sürecine bakıldığında, mali serbestleşme ile Merkez Bankası nın izlediği para politikalarının bir istikrar aracı olarak kullanılabileceği bir konuma yönelindiği belirtilebilir. Türkiye de tam istihdam koşulu bulunmamasına rağmen, esnek kur sistemine geçilmesiyle para politikalarının etkinliğinin göreli olarak arttığı veya daha yoğun kullanıldığı gözlenmektedir. 1990 yılında açıklanan para programıyla, 5 Nisan Kararları nın ardından IMF gözetiminde sürdürülen para programları bunun ilk ve en açık göstergeleri olmuştur. Ancak istikrarı sağlamada yalnız başına kullanılan politikalarının yeterince başarılı olamadığını da tekrarlamakta yarar var. 13