Tüy. gitmek nereye vardığının önemi olmadan.



Benzer belgeler
Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

ABDULLAH ALİYE CAN ANAOKULU ÇİÇEKLER SINIFI. Nİsan AYI BÜLTENİ. Sevgİ Kİlİmlerİmİz

Parlar saçların güneşin rengini bana taşıyarak diye yazıvermişim birden.

MUTLU HAFTALAR. Emrah&Elvan PEKŞEN

MUTLU HAFTALAR. Emrah&Elvan PEKŞEN

6. Sınıf sıfatlar testi testi 1

MÜBDÎ. Allah MUHSÎ dir. MUHSÎ, her şeyin sayısını bilen demektir.

O sabah minik kuşların sesleriyle uyandı Melek. Yatağından kalktı ve pencereden dışarıya baktı. Hava çok güzeldi. Güneşin ışıkları Melek e sevinç

Bir akşam vakti, kasabanın birine bir atlı geldi. Kimdir bu yabancı diye merak eden kasabalılar, çoluk çocuk, alana koştular. Adam, yanında atı,

DENİZ YILDIZLARI ANAOKULU MAYIS AYI 1. HAFTASINDA NELER YAPTIK?

yuvarlak masa yeşil erik üç kalem ihtiyar adam

Ramazan Alkış. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

Evren Nağmesinde Bir Gelincik Tarlası

Adım-Soyadım:... Oku ve renklendir.

C A NAVA R I N Ç AGR ISI

Cornelia, şarkı söylemek isteyen kaz

Muzaffer Asiltürk. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

TATÍLDE. Biz, Ísveç`in Stockholm kentinde oturuyoruz. Yılın bir ayını Türkiye`de izin yaparak geçiririz.

5. SINIF FEN BİLİMLERİ IŞIĞIN VE SESİN YAYILMASI TESTİ A) 3 B) 4 C) 5 D) 6

ABDULLAH ALİYE CAN ANAOKULU ÇİÇEKLER SINIFI OCAK AYI BÜLTENİ BELİRLİ GÜNLER VE HAFTALAR. Yeni yıl (31 Aralık-1 Ocak)

1 Anne çocuğuna ne öğütlüyor?

Einstufungstest / Seviye tespit sınavı

Ilgaz (14 Şubat 2010) Yazı ve fotoğraflar: Hüseyin Sarı (huseyinsari.net.tr)

2. Sınıf Cümle Oluşturma Cümle Bilgisi

ANKARA ÜNİVERSİTESİ TÖMER TÜRKÇE ÖĞRETİM ARAŞTIRMA VE UYGULAMA MERKEZİ TÜRKÇE SINAVI

KURALLI VE DEVRİK CÜMLELER. --KURALLI CÜMLE: İş, hareket, oluş bildiren sözcükler cümlenin sonunda yer alıyorsa denir.

MİRKET NİNELER. Parti Veriyor

SINAV ÖNCESİ SON UYARILAR...

ÖZEL İSTANBUL ÜNİVERİSTESİ VAKFI ADIGÜZEL OKULLARI ÇEKMEKÖY ANAOKULU TAVŞANLAR SINIFI MAYIS AYI KAVRAM VE ŞARKILAR

I. Metni okuyunuz ve soruları cevaplayınız. ÖNEMLİ BİR DERS

3 YAŞ AYIN TEMASI. Cinsiyetim, adım, özelliklerim, görünümümdeki değişiklikler nelerdir?

ÇALIŞKAN ARILAR EKİM AYI EĞİTİM PROGRAMI 1.HAFTA NELER ÖĞRENECEĞİZ HAFTANIN KONUSU:OKULUMUZ

MEVSİM İLKBAHAR SAĞLIKLI YAŞAM. İlkbahar mevsiminin özelliklerini öğreniyoruz.

Özel Gebze Eğitim Kurumları Öz-Ge Gündüz Bakımevi YILDIZLAR GRUBU ARALIK

ΥΠΟΥΡΓΕΙΟ ΠΑΙΔΕΙΑΣ ΚΑΙ ΠΟΛΙΤΙΣΜΟΥ ΔΙΕΥΘΥΝΣΗ ΜΕΣΗΣ ΕΚΠΑΙΔΕΥΣΗΣ ΚΡΑΤΙΚΑ ΙΝΣΤΙΤΟΥΤΑ ΕΠΙΜΟΡΦΩΣΗΣ

ÇAĞDAŞ TÜRK EDEBİYATI. Refik Durbaş. Şiir BEZ BEBEKLE KUKLASI. 2. basım. Resimleyen: Burcu Yılmaz

(22 Aralık 2012, Cumartesi) GRUP A Türkçe Ortak Sınavı Lise Hazırlık Sınıfı

ORTA HAZIRLIK TÜRKÇE ORTAK SINAVI Açıklamalar GRADE. (20 Aralık 2015, Pazar)

Pırıl pırıl güneşli bir günde, içini sımsıcak saran bir mutlulukla. Cadde de yürüyordu. Yüzü gülümseyen. insanların kullandığı yoldan;

Mutlu Haftalar! Mutlu Ramazanlar! ilkokul1.com

GÖKYÜZÜNDE KISA FİLM SENARYOSU

VÜCUDUMUZUN BİLMECESİNİ ÇÖZELİM

Çok Mikroskobik Bir Hikâye

ABLA KARDEŞ Gerçek bir hikayeden alınmıştır.

Haydi Deniz Kıyısına! Şimdi okuyacağınız hikâye Limonlu Bayır

Aşağıdaki resmin içinde yandaki eşyalar gizlenmiş. Onları bulalım ve boyayalım. -16-

En güzel 'Anneler Günü' şiirleri

T.C. M.E.B ÖZEL MANİSA İNCİ TANEM ANAOKULU DENİZ İNCİLERİ SINIFI

İsim İsim İsimlerin Tamamlanmış Hali

2.SINIFLAR 21.HAFTA (18-22 şubat) GÜNLER 1.DERS 2.DERS 3.DERS 4.DERS 5.DERS 6.DERS

1) O, bu işin. Yukarıdaki cümle aşağıdakilerden hangisi ile tamamlanırsa zor bir işi başarmak anlamına gelir?

Geç Kalmış Bir Yazı. Yazar Şehriban Çetin

Ö.Ç BİLFEN ANAOKULU 5 YAŞ GRUBU GÜNLÜK EĞİTİM PROGRAMI

BİZE KATILIR MISINIZ?

Kuşların Gizemli Yolculuğu -Göç!

Evimi misafirlerim gidince temizlemek için saatlerce uğraşıyorsam birçok arkadaşım

EZBERLEMİYORUZ, ÖĞRENİYORUZ. Hafta Sonu Ev Çalışması BEZELYE TANESİ

yeni kelimeler otuzsekizinci ders oluyor gezi genellikle hoş geldin mevsim hoş bulduk ilkbahar gecikti ilkbahar mevsiminde geciktiniz kış mevsiminde

kural tanımayan cafer Adı-Soyadı:...

Minti Monti. Tilki Tilki Baksana. Bana bak! Hayır, bana bak! Yavru Tilki Neyin Peşindesin? Okula Hazırlık İçin 5 Öneri TİLKİ OKULU

3 YAŞ EKİM AYI TEMASI

ÇAĞDAŞ TÜRK EDEBİYATI. Betül Tarıman. Öykü GÖKYÜZÜ PRENSİ PO İLE KÜÇÜK KIZ. 2. basım. Resimleyen: Uğur Altun

Şiir. Kategori: Şiir Cuma, 23 Nisan :15 tarihinde yayınlandı. Gösterim: / 7 Phoca PDF 1. SEN (1973) Senden, senden, hep senden,

TAVŞANCIK A DOĞUM GÜNÜ SÜRPRIZI

5 YAŞ VE HAZIRLIK SINIFI EKİM BÜLTENİ

Ö. Ç. BİLFEN ANAOKULU 6 YAŞ GRUBU GÜNLÜK EĞİTİM PROGRAMI

5. SINIF TÜRKÇE NOKTALAMA İŞARETLERİ TESTİ

.com. Faydalı Olması Dileklerimizle... Emrah&Elvan PEKŞEN

TEK TEK TEKERLEME. Havada bulut Sen bunu unut

Ekmek sözcüğü, sözlüklerde yukarıdaki gibi tanımlanıyor. Aşağıdaki görselin yanında yer alan tanımlar ise birbirinden farklı. Tanımları incele. 1.

Eskiden Amcam Başkötü ye ait olan Bizim Eski Yer,

YENİ YILINIZ KUTLU OLSUN.

FEN VE TEKNOLOJİ DERSİ 5.ÜNİTE :DÜNYA, GÜNEŞ VE AY KONU ÖZETİ

Göl, gökyüzü ve deniz... Eşsiz bir huzur içindesiniz...

.com. Faydalı Olması Dileğiyle... Emrah& Elvan PEKŞEN

SIFATLAR. 1.NİTELEME SIFATLARI:Varlıkların durumunu, biçimini, özelliklerini, renklerini belirten sözcüklerdir.

.com. Faydalı Olması Dileklerimizle... Emrah&Elvan PEKŞEN

2. Sınıf Kazanım Değerlendirme Testi -1

DENİZ YILDIZLARI ANAOKULU. NİSAN AYI 1. ve 2. HAFTASINDA NELER YAPTIK?

5.SINIF FEN VE TEKNOLOJİ DERSİ

Ö.Ç BİLFEN ANAOKULU 5 YAŞ GRUBU GÜNLÜK EĞİTİM PROGRAMI

Adı-Soyadı: Deniz kampa kimlerle birlikte gitmiş? 2- Kamp malzemelerini nerede taşımışlar? 3- Çadırı kim kurmuş?

Bahar Ateşi Evet! Hayır! Belki? Ne? Merhaba.

İLK ADIMLAR SINIFI HAFTALIK BÜLTENİ

Ay Yine Gecikti. Ferhat Şahnacı

Kulenizin en üstüne koşup atlar mısınız? Tabii ki, hayır. Düşmanınıza güvenip onun söylediklerini yapmak akılsızca olur.

ADIN YERİNE KULLANILAN SÖZCÜKLER. Bakkaldan. aldın?

SU, HALDEN HALE GİRER

Maksut Genç. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

KÜÇÜK UYKULAR BAHÇESİ

Anneye En Güzel Hediye Olarak Ne Alınması Gerekir?

BU AY ÖĞRENDİKLERİMİZ ATATÜRK Atatürk kim olduğunu hatırladık. Atatürk ün hayatını inceledik. Atatürk ün kişisel özelliklerini ifade ettik. Atatürk ün

EYLÜL AYI BÜLTENİMİZ

Birinci kadın; Oğlunun çok hareketli olduğunu, ellerinin üzerinde dakikalarca yürüyebileceğini söyledi.

Hafta Sonu Ev Çalışması HAYAL VE GERÇEK

Doğada Keşif Yapıyoruz

MART AYINDA ÖĞRENDİĞİM DİL GELİŞİM ÇALIŞMALARI

a 3 -<» rt3 ft3 Ö o\3 CO o\3 Ö o\3 CO v-< 0x3 Ö V-i -i» 3 Gezi / İlgaz Anadolu'nun Sen Yüce Bir Dağısın 0x3 Ö 0x3 Kitap / Kayıp Gül

küçük bizon kızılderili köyü

Transkript:

ehbap14@gmail.com

Devam Etmek Üzerine Siyah pardösümü, foter şapkamı, siyah deri eldivenlerimi giyip gizlice geceye karışıyorum. Gölgelerde gizlenip, kuytularda yoluma devam ediyorum. İz sürerek hepsine tek tek ulaşmaya çalışıyorum. Kiminin evinin önünde pusuya yatıyor, kiminin penceresinin önündeki ağaca çıkıp içerisini camdan içerisini gözetliyorum. Biri sayfaları rastgele karıştırıp öylece çekyatın üstüne bırakıyor. Kimi resimlere bakıp sıkılıyor. Birkaçı yazıları okuyor, çizimleri inceleyip ne lan bu böle diye eleştiriyor. Bakıyorum da kimse dergimizi faideli bir şekilde kullanmıyor. Dergiye devam etmeyi orada kafama koyuyor ve sevgili yazar ve çizer arkadaşları tek tek topluyorum (toplu yorum diye köşe mi yazsam) ve dünyanın en faideli dergisini yapmak için sabah akşam çalışmaya başlıyoruz (valla çalıştık lan). Hatta deri eldivenlerden ellerim temmuz sıcağında pişik oldu. Kimi çizer arkadaşların başına güneş geçerken, bazı yazarlarımız da buharlaşarak yok oldu (yeminle). İşte bu emekleri heba etmemeniz için kalktık dergimizle neler yapabileceğinizi tek tek yazdık. Size bir nevi hayatın anlamını da vermiş olmaktan gerçekten gurur duyuyoruz. 1) içine tost sarılıp servis yapılabilir. 2) çekirdek külahı yapımında kullanılabilir ( hacı bakkallar için) 3) her türlü kuşun kafesinin altına konulabilir. 4) aerodinamik yapısı sayesinde kağıt uçak yapımında kullanılabilir. 5) külah yapıp kafaya takılabilir. 6) kıyma, kuşbaşı, pirzola sarılıp satılabilir ( şen manav) 7) koli bandıyla bantlanıp top haline getirilip evde japon kale maç yapılabilir. 8) cam sil 9) yazları mangal, kışları soba tutuşturmada etkilidir. 10) üzerinde kahvaltı yapılmak üzere masaya örtülebilir. 11) tuvalette detarjan kutularını okumaktan bıkmış olanlar için yeni okuma alanları yaratır. 12) kenarlarına telefon numarası, adres, isim falan filan şeyler rahatlıkla not edilebilir. 13) petekli dokusu sayesinde özel gün dostudur. 14) origami yapımında kullanılabilir. 15) öss, öys, yds, kpss, les, tüs, envai çeşit sınava hazırlık. listede yazmayan aksiyonlardan müessemiz sorumlu değildir.

Tüy gitmek nereye vardığının önemi olmadan. Bir tüy kadar hafif, ruhu Ve bedeni bir kaya kadar ağır. Nereye ve ne zaman? Asla sorulmamış, Hala başlanmamış. Her şey rüzgâra havale, Bırak götürsün ceplerindekini. Bir tüy kadar hafif, içinden ilkbaharın ılık rüzgârı geçip gidiyor. Kiraz çiçekleri, elma yaprakları, tozlu yollar, yağmurda ıslanmış çatılar, oluklar, bacalar, duvarlar. Eriyen karlar, çeşmelerden akan sular içinden geçip gidiyor. Pastoral coşku, dağların bitiminde kendini kentsel bir yorgunluğa, kalabalığa bırakıyor. Baş döndürücü güneşli sabahların, hayran olunası gün batımlarının ardında bir arayış. İçinden geçen ılık rüzgâr yağmur getirdiğinde ise bir hüzün bir yalnızlık. Şemsiyeni alıp şehri adımlamaktan başka çaren yok, içini bir tuhaf etse de tüy kadar hafif olmayı bir kaya gibi ağır ve durağan olmaya yeğliyor çoğu zaman. Şehrin yolları kaldırımlar boyunca uzayıp gidiyor. Mazgallardan akan su yağmuru bulutların çok uzağına toprağın derinlerine taşıyor. Kaldırım kenarlarında derecikler oluşturan yağmur suyunun üzerinde bir sağa bir sola savrularak gidiyor, şimdi içinden soğuk yağmur suyu geçiyor. Şehir yerini ovalara, tarlalara, bostanlara bırakırken şehir sonunda yitip gidiyor gözlerinden. Yolculuğu hep şehirden uzakta bitiyor, belki de şehri arkada bırakıp gitmesi gerekiyor. Bir yerde olmak var aslında ama nerede, kendisi de bilmiyor. Ne dört rüzgâr ne yedi deniz hiçbirinde değil cevap, asıl olan Sakinleriyle apartmanlar, mankenleriyle vitrinler, otomobilleriyle asfaltlar, kaldırımlarıyla caddeler, afişleriyle duvarlar, şarkılarıyla meyhaneler, köpekleriyle tenha sokaklar, ışıklar, sesler, gürültü, duman ve yıldızsız gökyüzü hiç de varılabilecek bir yer değil buralar. Bir nehir boyunca denize varmak mıdır olay yoksa akıp gitmek midir kumu, taşı, toprağı ceplerine doldurup. O zaman doğa kabul eder mi seni cebindeki hediyelerle? Vadilerin, ovaların, zirvelerin, çukurların, çöllerin ve kumun bittiği yerde okyanusların yanında var olabilir misin? Bir tüy kadar hafif misin tüm bunların içinden geçip gidecek kadar? Yaşamak bu kadar hafif olmayı gerektiriyorsa insan nerde yaşar? Cumhur illüstrasyon: sibel

Remzi

Sana.. Savaşçı İllüstrasyon: Melike Kırılmış aynanın aynına bakıyor dalıyor daralıyor genişliyor korktuğu noktada bir salındı bir kıvrımında ses aralıklardan geçen tizlik titizliğinde ezildi aynı ruhunun aynası çağırdığında korktuğu acıdığı toklukta ve seslendi uyan dedi uyaklarım ulaklarım hizmetkarlarım kırbacımı taşıyan ikibüklüm kamburu çıkmış dişleri sökülmüş sıcaklığımın bekçisi uyan majestelerine uyan bir parmakta yüzüğe uyan vebalı köylülere ve son düşte kurtar*ay*ını

Kuşluk Vakti Bodrum katında, ışığın zorla fakat büyük bir parlaklıkla girdiği pencerenin önünde duruyordu tezgâh. Günün yükselmeye başladığı, gölgelerin kısaldığı saatlerde içeriye vuran ışık; önce tezgâhı, ardından keskilerin, keserlerin, raspaların, ıskarpelaların asılı olduğu çivit rengi duvarı, öbek öbek talaş kaplı yerleri, oraya buraya dağılmış zımpara kâğıtlarını ve en sonunda odanın bir duvarına üst üste istiflenmiş meşe, ardıç, gül, ceviz, çam, ladin odunlarını aydınlatır, bu eski marangozhaneye adeta can verirdi. Bir gün öncesinden kalan işler tezgâhın üzerinde bitmeyi beklerken, duvara intizamla sıralanmış odunlar ise kendilerine sıra gelmesi için sabırsızlıkla bekleşip dururlardı. Şehir sabahları güne kuş sesleri ile başlamasa da herkes kuşların bir yerlerde olduğunu bilir, ağaç dallarının, çatılardaki kiremitlerin, baca boşluklarını, apartman aralarını kendilerine mesken tutuklarını düşünülerdi. Üst üste binmiş yüzlerce apartmanın, uzayıp giden yolların, kaldırımların, park etmiş arabaların, tabelaların, vitrinlerin, seyyar satıcıların, dilencilerin, oradan oraya koşturan binlerce insanın arasında köşeyi dönünce ilk binanın bodrumundaki marangozu kimse bilmezdi. Güneş tüm bu hengâmenin arasında yükselip de tezgâhı aydınlattığında; yükselen altın renkli talaşların arasında hayal meyal biri belirir, keskisiyle önünde ölü yatan ahşaba can verirdi. Ter, toz, talaş, reçine, vernik, cila, boya odayı tüm hücrelerine kadar doldururken, tezgâhın önünde güvercinler, saksağanlar, karakargalar, alacakargalar, sığırcıklar, serçeler, bülbüller, kanaryalar uçuşmaya başlar, ufacık atölye kanat çırpışların, şakıyışların, binbir çeşit sesin, çığlığın içinde kalırdı. Tezgâhının başında, atölyenin tam ortasında belli belirsiz, yıllar yılı eğrilmiş sırtı, çatlamış

elleri, duymayan kulakları, biri görmez olmuş gözleri ile kalın camlar arkasından tüm bunları izleyen yaşlı marangozun etrafında döne döne tavandaki tüneklerine tünerler, yeni kardeşlerinin aralarına katılmalarını beklerlerdi. Marangoz saçına sakalına takılmış, tırnaklarının, çatlaklarının, derin çizgilerinin arasına dolan ufacık tahta yontularıyla sanki kuşlar gibi ahşaptan imal bir hal alır, kuşlar vücuda gelip, güneş açısını kaybettikçe bronzlaşan ışığıyla onu saçı sakalı, eli ayağı ahşaptan imal bronz renkli bir yontuya çevirirdi. O ufacık kuşlara can verdikçe adeta kendisi ahşabın dokusuna karışır, ağaçların öz suyu boyunca akıp giderdi. Kuşların hiçbirinin sesini duyamasa da her kanadının, her kıvrımının, her çentiğinin, her tüyünün kıvrılışını, bükülüşünü, oyuluşunu, çentiklerini, cilasının ve boyasının her damlasının sayısını bilir, kulakları dışarıdaki sese kapalı olsa da için için her notanın ayrımını zaten kendi içinde yaşardı. Akşam; şehrin üzerine yavaş fakat kararlı bir hızla, suya damlatılmış bir damla mürekkep gibi yayılırken, bir gün öncesinin oğulları ve kızları ağaç kovuklarındaki böceklerin, oraya buraya rastgele uçan sineklerin, ağları üzerindeki örümceklerin, yerin altındaki solucanların peşini bırakıp, döne döne ağaçların üzerinde toplanırlar. Akşamın kızıllığı gecenin karanlığına doğru ilerledikçe yaprakların, ibrelerin, dalların, ökse otlarının aralarında kaybolup kocaman ağaç gövdelerindeki kovuklarında, dallarında uykuya dalarlardı. Sabahın ilk ışıklarına kadar tüm o kuş ahalisi ağaçlarla bir olur. Cevizin, karaağacın, çınarın, ıhlamurun, kayının, meşenin, gülün, köknarın hücrelerine, dokularına karışır, tüm o kan, et ve kemik yüzlerce yaşındaki ağaçların yaşam kanallarında dolaşan özsuyuyla hayat döngüsüne tekrar başlardı. Gün ağarmadan şehri sessizlik kaplar, kuşların toptan yok oluşunu Allah ın tek kulu bile işitmez, görmez, hissetmezdi. Şehrin bu ani fakat sürekli dönüşümü, en hisli, en hassas kulaklardan bile gizli, ihtiyar marangozun elleri gibi hünerli, ağır ve arifane bir şekilde tamamlanmaya doğru yol alırdı. Gün şehrin üzerine yükselmeye başlamadan az evvel, şehir ahalisinden bazısı, uykusunun bilemem kaçıncı evresinde, kimisi ara sokakların kaldırımlarında, kimisi işinin başında, kimisi uykusuzluktan kıvrım kıvrım sabahı gözlerken, kimi ise hiç dönmeyecek birilerinin yolunu sıkıntılar içinde beklemekteyken ortaya o ürpertici sessizlik en derin halini alırdı. Tüm o binalar, İllüstrasyon: Sibel

yollar, kaldırımlar, ağaçlar, parklar, meydanlar, caddeleri sessizliğin içinde yitip gidecek sanabilirdi bazı hisli bünyeler. Koskoca dünyanın ortasında yapayalnız bir melankoli içinde yitip gidebilirdi koca şehir kimse ellerinden tutmasa. Tan vaktinin hüzünlü serinliği yerini sabahın hafif rüzgârına bırakırken, güneş eteklerindeki ilk ışınlarını ortaya dökerken, göğün gümüşi rengi kızıllığa bırakıverirdi kendini. Camlara yansıyan kızıllıkla birlikte, kaybolmak üzereyken ellerinden tutulmuş şehir, döne döne uçan binlerce kanadın sesiyle uyanıverirdi güne. Sabah mahmurluğunu atamadan tüm kuşlar tüneklerinden çoktan ayrılıp göğün her yanına yayılmışlardır artık. Yaşlı eller kapatırken atölyenin tepesindeki sürgülü büyük camı, içeride bir sessizlik, bir durağanlık alıp götürür alıp götürür bir gün öncesinin yorgunluğunu. O bronz renkli ahşaptan imal yontu bitirmiştir artık görevini, bir sonraki tan vaktine kadar. Eski battaniyesini yavaş yavaş üstüne çekerken içinde bir rahat, bir huzur, çığlık çığlıya başlamak isteyen bir gün, kocaman bir şehir. Kulaklarında binlerce kuşun şen ötüşlü notası, çınlaması. Ve şimdi güneş yükselene kadar kapatırken gözlerini yorgunluk akıp gidiyor tahta parçalarından yapılmış yatağına. Güneşin can verdiği, ellerinden çıkan tüm oğulları ve kızları şehri, şehir olarak bütünlerken kendi bütünlüklerini gökyüzüne savurup tekrar ve tekrar var oluşun tadına bakacakları zamanı beklemekteydiler. Ciğerlerine çekerken tozlu, talaşlı, reçine kokulu havayı dünya yeniden yuvarlanarak güneşin en dik, gölgelerin en kısa, insanların en sabırsız olduğu zamana yolculuğa devam etmekteydi. Bir kuşluk vaktiydi. Cumhur

tonga

İŞTE SİZE ehbap yayıncılıktan büyük bir hizmet daha bilimin... sizin için araştırdı düşündü ve üşenmedi yazdı Human mind (insan aklı) (dikkat okuyacağınız yazının bir biçimi,yoktur ve giderek cıvıtır.yüksek oranda hayal kırıklığı ve düşük cümleler içerir. ama bilimseldir çünkü içinde gen,mutasyon,beyin, biyolojik ve uzaylı kelimeleri geçer.) Tanıtıma başlamadan önce; hatırlanması gereken en önemli bilgiyi anımsatmak isterim. normal,ortalama, genelde olan bir beyne ve zekaya sahip insanların kültürel, ırksal,dinsel,cinsel vs...ne olurlarsa olsunlar, anlama kavrama düşünme açısından birbirlerinden farkı yoktur.nasıl mı? yüksek öğretim görmüş oll doktora yap ilkokul üç, anaokulu terk FARK ETMEZ! biraz düşün, herşeyi anlayacaksın. üstüne yapıştırılmış, kazınmış, dövülmüş, zımbalanmış etiketini kimliğini at üstünden ve öylece pür bir halde günde sadece 30 dk nı ayırarak düşün.karşılığında hiç bir şey beklemeden zamanı,mekanı unutarak.nitelikleri nicelikleri dikkate almadan.bir kilo demir mi ağırdır bir kilo pamuk mu hafif aldatmacalarını umursamadan. hatta şuana kadar sana anlatılan herşeyi unut ve yalnızca yaşadıklarını düşünerek başla.ve bana inan bu sürecin sonunda öyle şeylerin farkına varıcaksın ki,bir yandan nasıl bu kadar kör,sağır,asırlar boyu böylesine hazırcı,ayrımcı,kul,köle,mankafa olduğunu farkına varmanın üzüntüsü ve bunu eninde sonunda anlamış olmanın inanılmaz hazzıyla gaza geldiğinin farkına var ve kıçının üstüne otur. kimin söylediğini bilmediğin atasözlerini dinleyerek,gökten indiğini anlatan bir adama inanarak,kıçını sildiğin ve kıçını uğruna verdiğin şeyin aynı olduğunu bilerek yaşadığının farkına varmak için okula gitmene çalışıp terfi almana gerek yok.ortalama zekan olsa yeter ken neden insan düşünmeden yaşar? ve insan düşünmeden nasıl yaşar? sorularına bu dizimizde yanıt bulucaz. önemli not.: bu dizinin sonunda dinsel, siyasi politik felsefi hiç bir şeye çağrıda bulunulmayacak.yalnızca var olduğun şeyin insan olmanın ne olduğu yani ne olduğunun farkına vararak yaşamanın yanısıra içinde bulunulan dünya,insanlar ve doğaya bakışın yeni boyutlar kazanabilmesi için hazırlanmıştır. hizmette sınır yoktur.

1-Neden insan düşünmeden yaşar? WHY HUMAN İS NOT UNTHİNK LİVE? insanların var olduğu sürece keşfettikleri öğrendikleri deneyimledikleri ne varsa,var olduğumuz ilk günden bu zamana kadar öğrendik,yaptık,bizde bir üstünü yapmaya çalıştık.peki ama ya yanlış yerden başladıysak,sırasını şaşırdıysak hayat ne kadar farklı olurdu diye düşünerek delirmemek için var olanı devam ettiririm gerisine karışmam anlayışının keşfedilmesi ve yayılmasıyla insanlık kafası karışık,kanlı,muamalı çağları kapatıp düşünmeden yaşa çağını başlatmıştır bu çağın başlangıcı çokomelin keşfedildiği güne de tekabül eder. öyleki çokomelin parlak,renkli paketini açtıktan sonra önce üstündeki çikolatayı sonra aradaki pembe marşmelovu en sonda sanki paketin ağzı açıkta kalmış yumuşaklığında bisküviiyi yiyip folyo paketini tırnağının ucuyla kırışıklıklarını dümdüz ettikten sonra ellerine bulaşan metal parlaklığının zevkine vardığı an insan düşünmeyi tamamen unutmuştur. çokomel bir neden değil yalnızca bir silahtır. çokomelden sonraki en büyük silah ise underground arabesk (yeraltı arabeski)in yaygınlaşması beynimizdeki düşünme hücrelerimizi (beynimizin düşünme hücreleri yani bdh beynimizde düşünme işini yapan küçük hücreler)köreltmiş, üçü birlik kahveyle de genlerimizi mutasyona uğratarak geri dönülmez bi sürecin içine girmemize neden olmuştur. kedilerde bu korkunç silahlar arasında sayılabilir.biyolojik silah olarak tasarlanan bu canlılar sokaklarımıza evlerimize salınarak hayatın düşünmeden yemek yiyip,sevişerek ve sıcak bir yerde uyuklamaktan başka amaç taşımayacağını bize empoze edilmesi için üretilmişlerdir.insan neden düşünmeden yaşar? ASLINDA daha önce sebebi açıkladım fakat uzaylıların hayatımızdaki etkisi de yadsınamaz bir gerçektir. peki ama neden uzaylılarda bunu istemiş? bizim düşünmeden yaşamamızı istemiş. Çünkü biz onların bilgisayarları başında yarattığı sims karakterleri gibiyiz. tamamen canları sıkıldığında vakit geçirmek eğlenmek için. aranızdan bunu saçma bulacak bir kaç aklı evvel çıkacağına eminim ama kanıtlarım var.isteyene e posta yoluyla gönderirim.kendimi ezdirmem teorimi çürüttürtmem. 2-insan düşünmeden nasıl yaşar? how HUMAN İS NOT UNTHİNK-kunthink LİVE? Bu soruya yanıtım ise maalesef çok uzun olucağından ve şuan çok üşendiğim için ne biliyim düşünmek istemiyorum daha sonra yazarım yav çokomelin 10 lu paketi çıkmış kahveyle yeyip keduşlarıma sarılıp yatıcam.yani ne biliyim be ağbiii kafam çok karışık bu günlerde maddi,ailesel sorunlarım var kabız oldum harman kaldım, hayatta herşey olur falan FEŞMEKAN... pamuk prens iskender

Gayb Sanıyorum orayı ben keşfetmiştim. Ağaçların arkasında, metruk bahçenin tam ortasındaydı. Bir totem gibi heybetli fakat kulları tarafından terk edilmiş ve unutulmuş. Heybetli günlerinin anılarıyla baş başa orada öylece tek başınaydı. Dönerek gökyüzüne yükselişi, pürüzsüz, yarı saydam, bembeyaz yüzeyi ile onca zamana, yaşanmışlığa ve hüzne inat halen ayaktaydı. Onu kesinlikle ilk ben bulmuştum ve sadece kendime saklıyordum. Gökyüzüne metrelerce yükselen, tepesi görünmeyen, kare tabanlı upuzun bir dikdörtgen prizma. Akşama doğru yaymaya başladığı sönük beyaz ışığı gece boyunca, insanı o unutulan dine yeniden inandırmak için büyülemeye çalışırcasına bahçeyi gölgesiz, kontursuz, renksiz bir şekilde aydınlatırdı. Defalarca bu ana tanıklık etseniz bile, devinen, dönen, dönüşen, göz kırpan bu ışık oyununun karşısında inanmak veya inanmamak şöyle dursun insan kendi varlığından bile şüphelenirdi. İçindeki onbinlerce yılın yaşanmışlığına, bilgisine ve duygusuna ulaşmak, ondan bir parça olmak, iletişime geçip bir olmakla insan varlığını ancak ispatlayabilirdi. Kendini ispatlayabilmek ise orda olmanın en büyük ödülü olmalıydı. Elimi yüzeyinde gezdirirken tüm o yaşanmışlık insanın damarlarından geçip, dokularına dolarak olmak kavramını nesnelleştirip, zaman ve mekânda kendi referansıyla varlığınızın ispatlarını benliğinize işleyebilirdi. Sabaha doğru azalan ışığıyla kendini gün ışığına teslim etmeden son nasihatlerini eder ve etrafını saran ağaçların arasında, bir gece önce hiç var olmamış gibi sönüp giderdi. Unutulmuş inançlar kendini gün ışığından gizleyip, yosun kokulu ağaçların, karınca yuvalarının, çalıların ve nemli yorgun toprağın içinde bir sonraki geceye dek kaybolurdu. Bu dönüşüm ben ne zaman burayı keşfetmişsem o zaman başlamış olmalıydı, başkalarının bu dönüşümü ve içselliği paylaşmış olabileceği düşüncesi beni bencilce huzursuzlandırıyordu. Bir başkasının

burada varlığını ispatlamış olması benim varlığıma yapılmış bir saygısızlık gibi görünüyordu. Çünkü herkesin zaman ve mekân kavramı kendi kıvrımlarıyla oluşmalıydı. Bu benim totemim olmalıydı. Yıllar ve yıllar boyunca. Saydamlık gitgide artarken, ışığın geldiği tarafta olduğumu anlamak beni fazlaca ürpertmişti. Gökyüzü kızıldan geceye dönüşürken tüm ışık huzmelerini bir araya toplanmaya başlaması, içimde başlayan hareketlilik hissi, artan ışık bu kez o metruk bahçenin içine yapılan yolculuğu değil bu kez yolculuğun merkezinin oluşmasını anlatıyordu. Şimdi topraktan başlayıp, artık kararmış olan gökyüzüne uzanan kare tabanlı prizmanın içindeki bendim. Kendini gerçekleştirebilmenin verdiği heyecan artık kendini garip bir hüzne ve meraka bırakmıştı. Bin yıllarla, dağlarla, denizlerle, anılarla, yaşanmışlıklarla, hüzün ve mutluluklarla artık aynı

illüstrasyon: remzi taraftaydım. Yıllar süren yolculuğumdan sonra kendimi ispatlamayı aşmış o sonsun beyaz ışık içinde gittikçe saydamlaşan mekânımda burayı ilk kez keşfettiğini düşünecek olan silueti beklemeye başladım. Cumhur

Soğan illüstrasyon: Melike Balığın karnında iç karnında doğumunun zarında bir soğanın cücüğü bir salonun perdesi örtüsü kaplayıcısı tırnakları ile açtığı dudakları ile yama yaptığı bir denize düştü bir balığın karnına bir sesin ortasında ol dedi zarı sıyırdı gözleri temizledi bir camın arkasında karnını tuttu yaşamını tuttu bebeğini tuttu soğanını doğradı bulutlarını perdeledi balığa gözlere baktı bütün gelişlerle hatırladı perdelerin evi olduğunu hatırladı durduğu yeri ve an geldi bir sesle irkildi evet bu buzdolabının sesiydi ne bir deniz ne bir balığın karnı olağanüstülüğü olmayan bir mutfaktı soğanı soydu balığı yıkadı ve saatine baktı perdeleri araladı... Melike

Bira kaç derecede donar? Odam kaç metrekare? Bir sigara kaç dakikada içilir? Aşk nasıl bişeydir? Göründüğünden daha mı zordur? Olduğundan fazla mı acıtır? Kafamdaki nakarat hangi şarkıya ait? Geceleri neden uyunmaz? Bunları ben mi uyduruyorum? Sen gerçek misin? Ard arda kaç soru sorabilirim? Kafayı mı yiyorum? Kendi kendime mi konuşuyorum? Bunlar senin ellerin mi? Hayal mi görüyorum, yoksa uyudum ve rüya mı görüyorum? Allahım acı ile aşk ile mi büyüyorum? Hava çok mu soğuk? Ben niye sokaklardayım yine? Bir aşktan diğerine kaç saatte gidilir? Artık şiir okumamalı mıyım? Belki şarkıda dinlememeliyim. Neden herşey bu kadar belirsiz?