Bu konudaki literatürün evrimi sonucu ortaya çıkan analitik ve politik bulguların neler olduğunu öğrenmek üzere, teorideki son.



Benzer belgeler
İçindekiler kısa tablosu

Makro İktisat II Örnek Sorular. 1. Tüketim fonksiyonu ise otonom vergi çarpanı nedir? (718 78) 2. GSYİH=120

Giriş İktisat Politikası. İktisat Politikası. Bilgin Bari. 28.Eylül.2015

Ekonomide Uzun Dönem. Bilgin Bari İktisat Politikası 1

Faktör Donatımı Teorisi (Heckscher Ohlin) Karşılaştırmalı Üstünlüklere Eleştiri. Heckscher Ohlin Modelinden Çıkartılan Teoremler

İktisat Anabilim Dalı- Tezsiz Yüksek Lisans (Uzaktan Eğitim) Programı Ders İçerikleri

Yılları Bütçesinin Makroekonomik Çerçevede Değerlendirilmesi

gerçekleşen harcamanın mal ve hizmet çıktısına eşit olmasının gerekmemesidir

BASIN TANITIMI TÜRKİYE DE BÜYÜMENİN KISITLARI: BİR ÖNCELİKLENDİRME ÇALIŞMASI

1 TEMEL İKTİSADİ KAVRAMLAR

iktisaoa GiRiş 7. Ürettiği mala ilişkin talebin fiyat esnekliği değeri bire eşit olan bir firma, söz konusu

FİNAL ÖNCESİ ÇÖZÜMLÜ DENEME MALİYE POLİTİKASI 1 SORULAR

FİYATLAR GENEL DÜZEYİ VE MİLLİ GELİR DENGESİ

MERCOSUR ÜLKELERİ - Ekonomik Genel Bilgi

MAKRO İKTİSAT KONUYA İLİŞKİN SORU ÖRNEKLERİ(KARMA)

1 İKTİSAT İLE İLGİLİ TEMEL KAVRAMLAR

TOPLAM TALEP I: IS-LM MODELİNİN OLUŞTURULMASI

Standart Ticaret Modeli

1. Yatırımın Faiz Esnekliği

KARŞILAŞTIRMALI ÜSTÜNLÜK TEORİSİ

2.BÖLÜM ÇOKTAN SEÇMELİ

İktisadi Planlamayı Gerektiren Unsurlar İKTİSADİ PLANLAMA GEREĞİ 2


DENEME SINAVI A GRUBU / İKTİSAT

DR. BEŞİR KOÇ KALKINMA

Polonya ve Çek Cumhuriyeti nde Tahıl ve Un Pazarı

8. BÖLÜM STAGFLASYONLA MÜCADELEDE MALİYE POLİTİKASI. Dr. Süleyman BOLAT

ORTA VADELİ PROGRAM ( ) 8 Ekim 2014

2012 YILI OCAK-EYLÜL DÖNEMİ BÜTÇE GERÇEKLEŞMELERİ 2012 YIL SONU BÜTÇE TAHMİNLERİ 2013 YILI MERKEZİ YÖNETİM BÜTÇE TASARISI MEHMET ŞİMŞEK MALİYE BAKANI

3. Keynesyen Makro İktisat Teorisi nin Bazı Özellikleri ve Klasik Makro İktisat Teorisi İle Karşılaştırılması

ORTA VADELİ PROGRAMA İLİŞKİN DEĞERLENDİRME ( )

INTERNATIONAL MONETARY FUND IMF (ULUSLARARASI PARA FONU) KÜRESEL EKONOMİK GÖRÜNÜM OCAK 2015

DURGUNLUK VE MALİYE POLİTİKASI

İÇİNDEKİLER BÖLÜM 1: EKONOMİ İLE İLGİLİ DÜŞÜNCELER VE TEMEL KAVRAMLAR...

B. Sermaye stoğunun durağan durum değerini bulunuz. C. Bu ekonomi için altın kural sermaye stoğu ne kadardır?

İKTİSAT BİLİMİ VE İKTİSATTAKİ TEMEL KAVRAMLAR

inşaat SEKTÖRÜ 2015 YILI ÖNGÖRÜLERİ

ÜNİTE 4: FAİZ ORANLARININ YAPISI

MAKROİKTİSAT BÖLÜM 1: MAKROEKONOMİYE GENEL BİR BAKIŞ. Mikro kelimesi küçük, Makro kelimesi ise büyük anlamına gelmektedir.

A İKTİSAT KPSS-AB-PS / Mikroiktisadi analizde, esas olarak reel ücretlerin dikkate alınmasının en önemli nedeni aşağıdakilerden


Dış Ticaret Politikasının Amaçları

IS-LM MODELİNİN UYGULANMASI

İÇİNDEKİLER Sayfa ÖNSÖZ... v İÇİNDEKİLER... vi GENEL EKONOMİ 1. Ekonominin Tanımı ve Kapsamı Ekonomide Kıtlık ve Tercih

SORU SETİ 11 MİKTAR TEORİSİ TOPLAM ARZ VE TALEP ENFLASYON KLASİK VE KEYNEZYEN YAKLAŞIMLAR PARA

Ders Notları Dr. Murat ASLAN. Bu notlar; Prof. Dr. ABUZER PINAR ın MALĠYE POLĠTĠKASI ders kitabından faydalanılarak hazırlanmıştır.

BÖLÜM I MAKROEKONOMİYE GENEL BİR BAKIŞ

1 TÜRKİYE CUMHURİYETİ DÖNEMİ (TÜRKİYE) EKONOMİSİNİN TARİHSEL TEMELLERİ

Dış Ticaret Politikası. Temel İki Politika. Dış Ticaret Politikası Araçları Korumacılık / İthal İkameciliği

SORU SETİ 2 TOPLAM HARCAMALAR VE DENGE ÇIKTI

DIŞ TİCARETTE KÜRESEL EĞİLİMLER VE TÜRKİYE EKONOMİSİ

EKONOMİ SORULARI VE CEVAPLARI

KONU 1: TÜRKİYE EKONOMİSİNDE ( ) İŞGÜCÜ VERİMLİLİĞİ ve YATIRIMLAR İLİŞKİSİ (DOĞRUSAL BAĞINTI ÇÖZÜMLEMESİ) Dr. Halit Suiçmez(iktisatçı-uzman)

2018/1. Dönem Deneme Sınavı.

İKTİSAT ANABİLİM DALI ORTAK DOKTORA DERS İÇERİKLERİ. Dersin Adı Kod Yarıyıl T+U AKTS. Dersin Adı Kod Yarıyıl T+U AKTS. Dersin Adı Kod Yarıyıl T+U AKTS

Dengede; sızıntılar ve enjeksiyonlar eşit olacaktır:

Kıvanç Duru 2015 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Programı Değerlendirmesi

Tarımsal Gelir Politikası/Amaç

Araştırmacı İlaç Firmaları Derneği AİFD Türkiye 2006 Yılı İlaç Harcamaları Değerlendirmesi. bilgilendirme notu. Sayfa 1

EKONOMİK GÖRÜNÜM MEHMET ÖZÇELİK

Faktör Donatımı Teorisi (Heckscher Ohlin) Karşılaştırmalı Üstünlüklere Eleştiri. Heckscher Ohlin Modelinden Çıkartılan Teoremler

Eğitimin Ekonomik Temelleri

ÜLKELERİN 2015 YILI BÜYÜME ORANLARI (%)

DERS NOTU 09 DIŞLAMA ETKİSİ UYUMLU MALİYE VE PARA POLİTİKALARI PARA ARZI TANIMLARI KLASİK PARA VE FAİZ TEORİLERİ

MALİYE ANABİLİM DALI ORTAK DOKTORA PROGRAMI DERS İÇERİKLERİ. Dersin Adı Kod Yarıyıl T+U AKTS. Dersin Adı Kod Yarıyıl T+U AKTS

2012 Nisan ayında işsizlik oranı kuvvetli bir düşüş ile 2012 Mart ayına göre 0,9 puan azalarak % 9 seviyesinde

Faktör Donatımı Teorisi (Heckscher Ohlin) Karşılaştırmalı Üstünlüklere Eleştiri. Heckscher Ohlin Modelinden Çıkartılan Teoremler

EK : DIŞSAL TASARRUFLAR ( EKONOMİLER )

BİRİNCİ BÖLÜM TÜRKİYE EKONOMİSİNE PANORAMİK BAKIŞ...

Büyümeyi Sürdürmek: Yurtiçi Tasarrufların Önemi

İÇİNDEKİLER. 1. Bölüm Kamu Ekonomisi Disiplinine Tarihsel ve Analitik bir Perspektiften Bakış,

2016 YILI I.DÖNEM AKTÜERLİK SINAVLARI EKONOMİ

Türk Bankacılık ve Banka Dışı Finans Sektörlerinde Yeni Yönelimler ve Yaklaşımlar İslami Bankacılık

EĞİTİMİN EKONOMİKTEMELLERİ. 6. Bölüm Eğitim Bilimine Giriş GÜLENAZ SELÇUK- CİHAN ÇAKMAK-GÜRSEL AKYEL

Klasik ve Neo-klasik Dış Ticaret Teorileri

KUZEY KIBRIS TÜRK CUMHURİYETİ DEVLET PLANLAMA ÖRGÜTÜ

EKONOMİ DEKİ SON GELİŞMELER Y M M O D A S I P R O F. D R. M U S T A F A A. A Y S A N

Erkan ERDİL Bilim ve Teknoloji Politikaları Araştırma Merkezi ODTÜ-TEKPOL

C.Can Aktan (ed), Yoksullukla Mücadele Stratejileri, Ankara: Hak-İş Konfederasyonu Yayını, 2002.

Chapter 4 (devam) Uluslararası İşgücü Hareketi

PARA, FAİZ VE MİLLİ GELİR: IS-LM MODELİ

Finansal Yatırım ve Portföy Yönetimi. Ders 5

ÇALIŞMA SORULARI TOPLAM TALEP I: MAL-HİZMET (IS) VE PARA (LM) PİYASALARI

ÇALIŞMA SORULARI. S a y f a 1 / 6

Ekonomi II. 21.Enflasyon. Doç.Dr.Tufan BAL. Not:Bu sunun hazırlanmasında büyük oranda Prof.Dr.Tümay ERTEK in Temel Ekonomi kitabından

2001 KPSS 1. Aşağıdakilerden hangisi A malının talep eğrisinin sola doğru kaymasına neden olur?

TARIM DIŞI İŞSİZLİK ARTIŞTA (Temmuz Ağustos - Eylül)

2017 YILI İLK ÇEYREK GSYH BÜYÜMESİNİN ANALİZİ. Zafer YÜKSELER. (19 Haziran 2017)

İktisat Anabilim Dalı- Ortak Doktora Ders İçerikleri

Teknolojik Gelişme ve Ekonomik Büyüme:

DERS BİLGİLERİ. Ders Kodu Yarıyıl T+U Saat Kredi AKTS MAKRO İKTİSAT TEORİSİ MAK

BİRİNCİ BÖLÜM: KALKINMA VE AZGELİŞMİŞLİK...

2005 YILI İLERLEME RAPORU VE KATILIM ORTAKLIĞI BELGESİNİN KOPENHAG EKONOMİK KRİTERLERİ ÇERÇEVESİNDE ÖN DEĞERLENDİRMESİ

Merkez Bankası 1998 Yılı İlk Üç Aylık Para Programı Gerçekleşmesi ve İkinci Üç Aylık Para Programı Uygulaması

tepav Mart2011 N POLİTİKANOTU Cari Açığın Sebebini Merak Eden Bütçeye Baksın Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı

İktisat Nedir? En genel haliyle İktisat bir tercihler bilimidir.

Kamu bütçesi, Millet Meclisi tarafından onaylanıp kanunlaşan ve devletin planlanan gelir ve harcamalarını gösteren yıllık bir programdır.

İŞLETMELERİN AMAÇLARI. İşletmenin Genel Amaçları Arası Denge Genel nitelikli kuruluş ve faaliyet amaçları Özel nitelikli amaçlar

Transkript:

Ekonomik Yaklaşım Cilt : 4, Sayı : 10, 1993 İÇSEL BÜYÜME TEORiSiNDE YENİ GELİŞMELER NELERDİR? BUNLAR GELiŞMEKTE OLAN VE PiYASA EKONOMİSiNE GEÇİŞ SÜRECiNi YAŞAYAN ÜLKELER AÇlSINDAN NE ÖLÇÜDE UYGULANABiLiR? Alessandro PIO* Çev. Nurcan ÖZKAPLAN** Son birkaç yılda büyüme teorisi önemli gelişmeler gösterdi. Nüfusu ve teknik ilerlemeyi dışsal faktörler olarak kabul eden Neoklasik Solow /Ramsey-Clark-Koopmans modeli, geçtiğimiz 10 yılda en çok kabul gören (tamamen tatmin edici olmasa da) paradigma: idi. Daha sonra, Romer (1986) ve Lucas (1988)'in öncü çalışmalarıyla desteklenen içsel büyüme teorisi, büyük ölçüde zenginleşti ve agrage büyüme modellerinin kapsamını genişletti. Günümüzde, artık teknik ilerlemeyi (Romer 1986, 1990), doğurganlık faktörünü (Becker, Murphy ve Tamura 1990) beşeri sermaye formasyonunu (Lucas 1988) ve hatta politik gelişmenin yol açtığı politik kararları, içsel değişkenler olarak kabul eden modeller bulunmaktadır. Bu konudaki literatürün evrimi sonucu ortaya çıkan analitik ve politik bulguların neler olduğunu öğrenmek üzere, teorideki son gelişmeleri değerlendirmek gerekmektedir. Daha belirgin olarak; ]fade edilirse; yenim odelierin gelişmekte olan ülkelr açısından uygulanabilirliği ve hangi konuların yeni araştırmalara yol açacak olgunlukta olduğu önem kazanmaktadır. Bu makalenin amacı da, bu tip sorulara en azından kısmi cevaplar bulabilmektir. (*) Bu makale, 10 Mayıs 199,3 tarıihinde, Bacconi Üniversitesinde gerçekleştirilen «İstikrar'dan Uzun Dönemli Büyüıne'ye» adlı seminerde sunulan araştırmaya dayanmaktadır; ve 15-18 Eylül 1993 tarihinde Berlin'de yapılan VII. Berlin Genel Konferansında (EADI tarafından düzenlenen) sunulmuştur. (**) Y. Doç. Dr., Gazi Üniv. İİBF., İktisat Bölümü.

110 Alessandco PIO Büyüme teorisine ilişkin literatür oldukça yaygındır; ve bir kaç mükemmel değerlendirme zaten mevcuttur (Sola-i-Martin, 1990a ve 1990b; Targetti, 1992). Bu nedenle, bu makalenin özgün dokusunu ve perspektifini ortaya koymak gerekmektedir. Herşeyden önce, gelişmekte olan ülkelerle ilgileniyoruz (1). Büyümeyle ilgili literatürün yaşadığı evrimin hangi ölçüde, gelişmekte olan ülkelerin en uygun kalkınma sorunlarını ve ekonomilerinin bazı özelliklerini yansıttığını ön plana çıkartıyoruz. İkinci olarak, nitelikli insangü cü üzerindeki vuı~guyla birlikte beşeri sermayenin rolü üzerinde durulacaktır. Bunun anlamı, nüfusun sağlık, eğitim ve beslenme düzeyleriyle, bu düzeylerden meydana gelen değişikliklerin uzun dönemli büyüme açısından değerlendirilmesidir. Bu bakış açısının altının çizilmesi, içsel büyüme teorisiyle «temel ihtiyaçlar» yaklaşımını birleştirme çabası olarak belirlenebilir. Sosyal koşullarda meydana gelen 1yileşmeler, sadece eşitlik (refah ve kalkınmanın dar kapsamlı tanımı temelinde) kaygısıyla değil, etkenlik anlamında da (uzun dönemli büyümeye katkıları nedeniyle) savunulabilinirse; beşeri kalkınma ve politikalar sonuçta güçlenecektir. Beşe~ ri sermaye üzerindeki vudgusuyla birlikte içsel büyüme teorisi; söz konusu olasılığı güçlendirmek ve analitik ve politik yargılar türe" tebilmek için ilginç bir çerçeve olarak gözükmektedir. Makale şu alt bölümlerden oluşmaktadır : Bölüm 2 içsel büyüme modelerinin esas yapısı ve varsayımlarını; Bölüm 3 gelişrnekte olan ülkelerin bugünkü durumlarının (kısmi ve kişisel olarak yanlı) değerlendirmesini; Bölüm 4 temel teorik yaklaşımları, ampij rik sonuçları ve içsel büyüme teorisinden kaynaklanan politik çıkarsamalarla, BöLüm 3'deki belirlenen konulara uygulanıp, uygulanamayacağını; Bmüm 5 ise, gelecekteki çalışmalara yol gösterecek şekilde ilgili bölümlerin özetini ve makalenin genel bir değerlendirmesini içermektedir. 2. İçset Büyüme ModkUerini;n Esas Yapısı ve Va):"sayımları Bu makale'de ele. alınan bütün konular, Neoklasik mikro bul~ gulara dayanmaktadır. Ekonomik birimler, zaman içindeki tüketim akışından elde ettikleri faydanın bugünkü değerini i) Mevcut teknoloji (modelin özelliğine bağlı olarak, değişen sayıda girdi kullanan Cobb-Douglas tipi üretim fonksiyonu) ve, ii) Mevcut tüketim ve tasarruf arasındaki rekabet (tasarruf yatırıma dönüşür, üretken kapasite artar ve böylece gelecekte daha

Ekonomik Yaklaşım 111 çok tüketim olanağı yaratır) tarafından belirlenen kısıtlar altında maksimize etmeye çalışır. Temsili problemin formülasyonu şu şekildedir : 00 Max S u (C) e-rt dt o Kısıtlar : Y = f (K, L,... ) dk K=--- dt Y-C Kısıtlar bir araya getirilerek K = f (K, L,... )-C şeklinde ifade edilir. Burada K birikime tabi girdiyi, yani fiziksel sermayeyi, L yeniden üretilemiryen girdiyi, Y toplam çıktıyı, C toplam tüketimi ve r iskonto oranını gösterir. Birden fazla birikime tabi girdisi olan modeller (örneğin, Lucas (1988)'de olduğu gibi fiziki ve beşeri sermaye birlikte), her girdi için bir dinamik kısıtı gerektirir. Bu tip dinamik optimizasyon problemini çözmek için, genellikle sürekli ve istikrarlı büyüme oranları (steady state growth rates) ile bu oranların, analiz edilen ekonominin «Önemli parametreleri» cinsinden determinantları (iskonto oranı, intertemporal ikame esnekliği, sermaye hasıla oranı vb.) veya politika değişkenleri (vergi oranları gibi) üzerinde yoğunlaşır. Tüketim ile sermaye birikimi arasındaki rekabetin altını çizmek oldukça önemlidir; çünkü bu rekabet beşeri sermaye birikimi sürecini tanımlarken, en azından kısmen uygun düşmez. Cari tüketimi olduğu kadar, beşeri sermaye stokunu artırmada; eğitim, sağlık ve beslenme harcamaları teeml «yeterlilik» unsurlarıdır, dolayısıyla bu tip harcamalar hem bugünkü, hem de gelecekteki faydayı yükseltir. Bu süreç ile «deneyerek öğrenme» süreci arasında paralellik kurulabilir. Formal (resmi) eğitim, cari süregelen üretimin (ve dolayısıyla tüketimin) çalışmaya zaman ayırmasını gerektiırirken, iş yerinde (on the job) eğitim iışgücünün yeteneğıi111i111 yükseltilmesiyle aynı anda, belli bir düzeydeki üretimin gerçekleşmesine olanak sağlar.

112 Alessandro PIO «İçsel» büyüme modelleriyle, dinamik optimizasyon modelleri arasındaki temel ayrılık, üretim fonksiyonuyla ilgili varsayımlarda yatar. Hem Solow (1956) hem de Cass-Koopmans (1965) modelleri, sabit getiri oranlı (CRS) ve azalan getiri oranlı (a: + f3 = ı, a < ı ve f3 < ı) Cobb-Douglas tipi üretim fonksiyonuna dayanır : a: f3 Y =AK L Dışsal faktör olarak nüfus artışı ya da teknik ilerlemenin olmadığı modellerde, pozitif büyüme oranları sürdürülemez. Nüfus artışı, tamamlayıcı faktör olarak rol yapar, böylece sermaye birikiminin tek başına aazlan getiri ile gerçekleşmesini telafi eder. Teknik ilerleme ise sermayenin marjinal verimlilik eğrisini yukarı kaydırarak, kişi başına çıktı miktarını yükseltir. Sala-i-Martin (1990a)'nin sıkca tartıştığı gibi, içsel büyüme modelleri, bu varsayımlardan birini ya da her ikisini terkeder. Birikime tabi faktörlerin sabit getirisine dayalı bir dizi modelde (ct = ı, K'nın daha dar kapsamlı varsayımını kullanarak) (Rebelo, ı990; Barro, 1990; Lucas, ı988), ölçeğe göre sabit getiri varsayımını koruyabilmek için, yeniden üretilmiyen girdileri etkisiz kılmak (f3 = O) gerekmişti. Bu tip modellerin en dikkate değer sonuçları arasın 'da şu yer alır : tasarruf oramyla direkt orantılı istikrarlı pozitif büyüme oranının (a stable positive growth rate) varlığı. Dışsal büyüme modellerinde, aksine, tasarruf oranının sadece düzeyi belirli idi, büyüme etkisi yoktu. Sabit getiri varsayımını yumuşatan ikinci tip modellerde; yeniden üretilemeyen girdiler ((3 > O) ve birikime tabi girdiler için sabit getiıri (ct = l) varsayımları doğal olarak artan getiri (a + f3 > ı) sonucunu doğ urur. Artan getirinin mevcudiyeti, rekabetçi genel dengeyi sağlayan fiyat setinin var olmadığına ilişkin problemi ortaya çıkartır. Bu problem için iki tip çözüm öne sürülür: literatürün bir bölümü agrage düzeyde artan getiriyi, ancak dışsallıklar (dışsal ekonomiler) nedeniyle sabit getiriyi firma düzeyinde modele daihil eder. Firmalar, optimal davranışlarını belirlerken, dışsallığı agrege düzeyde üreten girdiyi veri olarak alır; ve girdileri marjinal verimliliklerine göre değerlendirir. Sonuç, ikinci derecede optimal (suboptimal) rekabetçi denge'dir; zira merkezi planlama altındaki optimal çözüme nazaran piyasa çözümü pozitif dışsallık üreten faktörün düşük üretimi (under production) veya düşük birikimi (underaccumulation) ile sonuçlanır. Literatürün diğer bölümü, aksak rekabeti şart koşarak rekabetçi davranış varsayımı-

Ekonomik Yaklaşım 113 nı terkeder. Bu durumda, üretimin bütün girdilerindeki iyileşme, toplam çıktıyı sarfetmez ve kiralar - direkt olarak üretken olmasada - bilgi donanımının sınırlarını genişleten (araştırma-geliştirme gibi) ve böylece büyürneyi sağlayan faaliyetlere tahsis edilebilir. Büyüme modellerine, aksak rekabet ve ölçeğe göre artan getiri varsayımlarının girişi, uluslararası ticaret teorisinde de paralel gelişmelere yol açtı ve her iki alan arasında çapraz-dölleurneye (cross-fertilizations) neden oldu; örneğin kalkınma sürecinin farklı aşamalarında, ülkelerarası dışa açılmadaki artışın etkilerini dikkate almak gibi. Gelişmekte olan ülkeler için :belirli modellerin, politika önermelerini tartışmadan önce, bu tip dinamik optimizasyon modellerinin bu çerçevede uygulanabilirliğiyle ilgili bazı metodolajik problemleri işaret etmek ilginç olacaktır. Bu tip teknikiere yönel'tilen ilk muhtemel ve belki de daha kolay uğraşılabilecek itiraz şöyle ifade edilebilir: gelişmekte olan ülkelerin çoğunun savaş sonrası deneyimlerinde büyüme oranları istikrarlı olmaktan uzaktı; oysa bu modeller istikrarlı ve durağan (steady state) büyüme oranı (yani sabit büyüme oranı) üzerinde yoğunlaşmıştı. Büyüme oranlarının önemli ötçüde dalgalandığını tespit etmek ampirik olarak tartışılmaz olmasına rağmen (1970'lerin datasını, 1980'lerin borç krizi sonrası datası ile karşılaştırmak yeterlidir), istikrarlı büyüme oranları varsayımının temel amacının modelleri matematiksel olarak daha işlevsel kılmak olduğunu unutmamız gerekir. Daha da önemlisi, gerçek dünyada gözlenen dalgalanmaların ardında yatan nedenler, en azından kısmen uluslararası koşullardaki ve/veya ulusal politikalardaki değişikiere bağlanabilir. Bu perspektifle bakınca, verimli (ve şimdiye kadar göreli olarak kabul gören) araştırma çabalarının, bu tip dışsal değişiklikler ve ülkenin büyüme oranını etkileyen parametreler arasında ilişkileri irdelemeye yönelmesi gerekir. Kamu harcamaları (Barro'nun 1990 modelinde vergi oranıyla temsil edilen) veya eğitimin içsel ve dışsal verimliliği (Lucas, 1988'de olduğu gibi) veya faiz oranları (ARGE faaliyetleri üzerindeki etkileri yoluyla) büyümeyi yönlendirirse, hükümet harcamalarını (muhtemelen eğitim alanında) azaltan yada faiz oranlarını yükselten istikrar politikaları uzun dönem büyüme üzerinde etkilr olagilecek gövünümdedir. Uzun dönemli büyüme oranından sapmalar, böylelikle büyüme oranlarını etkileyen parametreler üzerinde, uluslararası faktörlerin veya ulusal politikaların tesirlerini analiz etmek suretiyle açıklanabilir. Bu tip ampirik analizleııde karşılaşılabilecek

114 Alessandro PIO bir sorun, çeşitli değişkenler ıçın zamana ait geeikınelerin (time lags) oldukça büyük ve farklı gerçekleşebilmesidir. İkinci itiraz, içsel büyüme modellerinin gelişmekte olan ekanomilerin mevcut durumlarını yansıtan varsayımların gerçekliğine ilişkindir. Daha önce gördüğümüz gibi, temel varsayımlar; birikime tabi girdiler için sabit getiri, ölçeğe göre artan getiri, bazı girdilerin (bilgi donanıını g1bi) arzında dışsallıklar ve mali piyasasında aksak rekabet olarak belirlenmektedir. Gelişmekte olan ülkelerin tipik özellikleri sermaye kıtlığı ve işgücü bolluğu olarak kabul görür. Bu durumda, bu ülkeler orijinden uzak olmayan üretim fonksiyonu alanında pekala yer alabilirler; sermayenin getirisi ~hem fiziksel, hem beşeri) artan veya sabit, ancak büyük düşüşler göstermeyen eğilim içinde olabilir. İç piyasaların sınırlılığı, ölçeğe göre getiriye ancak ekonomi büyürken veya aynı zamanda ihracat pa:zarları için üretime başladığında ulaşabileceği hipotezini geçerli kılar. Bilgi donanımından kaynaklanan dışsallıklar (ister fiziki olarak içerilmiş, isterse beşeri sermaye şeklinde olsun), bu tip ekonomilerde, daha gelişmiş olan ekonomilerdeki kadar çok işlevsel olmalıdır. Bu çerçevede, dış ticarete ve dolaysız yabancı sermayeye düşük oranda açık olan, kent nüfus oranı küçük olan veya daha az gelişmiş kominikasyon ağına sahip ülkeler, dezavantajlı konumda olacaklardır, zira teknoloji akımının önünde iç piyasadan kaynaklanan engeller vardır. Gelişmekte olan ülkelerde, en azından sınai ve mali sektörde oligopol oldukça sık rastlanan bir piyasa türüdür. Bütün bu değerlendirmeler ampirik olarak sınanmaya açıktır; ve aslında sınanmalıdır. İddialı varsayımlar, iddialı teorilerin köşe taşları olduğuna göre, prensip olarak, gelişmekte olan ülkeler açısından bu varsayımların savunabilirliği önem kazanmaktadır. Bu da bizi, içsel büyüme teorisinin pozitif ve normatif çıkarsamalarmı araştırmaya itmektedir. Bu modellerde üçüncü ilgi alanı, talep yönün eksikliği ile ilgilidir. Daha önce tartıştığımız gibi, dinamik optimizasyon modelleri, tüketidierin aşağıdaki sa:bit intertemporal ikame esnekliğin söz konusu olduğu fayda fonksiyonunu maksimize etmelerine dayanır: 00 Max S U (C) e-rı dt o

Ekonomik Yaklaşım 115 l-er c -1 ' -- Öyleki burada U (C) = ---- l-er r sabit iskonto oranı ve cr sabit bir katsayıdır. Bu modeller, ekonominin arz yönüyle ilgilidirler, çünkü büyümeye sınır teşkil eden faktör, (hem birikime tabi, hem de yeniden üretilemeyn) girdilerin mevcudiyeti ve verimliliğidir. Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin tecrübelerine göre, büyüme sürecinde, talep yapısında da meydana gelen değişiklikler vardır. Lüks mallar, ihtiyaç mallarının yerini alır, hizmetler maddi üretimle yer değiş~ tirir, tasarruf eğilimi artar, terıcih ve zaman ufukları değişir. Büyüme sürecinin daha gerçekci (matematiksel olarak daha zor olsa da) irdelenmesi, cr ve r gibi bazı parametrelerin içsel olarak kabul edilmesini ve kalkınma sürecinin değişik aşamalarının dikkate alınmasını gerektirmektedir. Son olarak, nüfusun ve işgücü artışının rolü, dinamik optimizasyon modellerinde yer alan metodolojik bir gözleındir. Bir kaç istisnaya rağmen (Barro ve Bedeer, 1989; Bedeer, Murphy ve Tamura, 1990), nüfus artışı büyüme modellerinde dışsal bir faktör olarak ele alındı. Doğurganlık oranlarının (ve daha önemsiz olmakta birlikte, ölüm oranlarının) ekonomik büyümeyle olan yakın bağlantısı bilinmektedir. Gerçekte bu bağlantı kişi başına gelir düzeyi ve diğer sosyo-ekonomik göstergeleric (kadınların eğitimi, işgücüne katılma oranları, bebek ölüm oranları) büyümeyle olan ilişkisine göre, daha güçlüdür; zira bu, kadınlara ait zamanın fırsat maliyeti daha yüksek ve doğurganlığı kontrol etme şansını veren aile büyüklüğüne ilişkin daha iyi hedef belirleme kabiliyeti demektir. Nüfus dinamiklerinin modellerin dışında kalması matematiksel karmaşanın azaltılması avantajını sağlamakta, modelleri daha.şeffaf ve daha kolay işler hale getirmektedir. Bu durumun aynı zamanda iki sakıncası vardır. Gelişmiş ekonomilerde, nüfusun azalma eğilimini hesaba katmayarak, modele, en azından birıbirini etkisiz kılan, iki tane yanlılık (biases) getirdik. Nüfusun azalması, veri çıktı düzeyinde göreli daha yüksek kişi başına gelir anlamına gelir ve potansiyel olarak daha yüksek büyüme oranlarını yansıtır. Bu noktada Ramsey-Cass-Koopmans modelini ele alalım. Bu modelde, büyüme oranı (2) -(1-o:) k/k = sak -(8 + n) k/k = sak -(ô + n) k kişi başına geliri, s tasarruf oranı, o: Cobb Douglas üretim fonk-

116 Alessandro PIO siyonunda yer alan k'nin katsayısını, o sermayenin yıpranma oranını ve n nüfus artışını göstermektedir. Bir ülke geliştiğinde «n» düşerse, o + n zamanla azalma göstereceğinden, büyüme oranı A kadar yükselir. Bu artış dışsal teknik iıle:ı:1lemenin sak (1-a.)'yı yüksejtmesilnden kayınak!laıur. Nüfusun yavaş artışının 1aynı zamanda yavaş aırtan işgücü rurzı aın.tamına gelmesiı, böyı]ece b:iırikıime tabi olmayan gilrdiileriın. Cbu tip gkdilleri kapsayaın modeller için) gö,reli mevcudiyetimıi azaltınası ve yen~den üre1ıiılmeyen gıircliiler için sabit getiif1i varsayım~nı daha az geçerili kılması, urodeldeki yanhrhğı oluşturmaktadlir. Modele ilişkin ikinci sakınca, gelişmekte dlan ülkelerin konumunda daha da belirgindir. Büyüme modellerindeki standart varsayım, işgücünün nüfusun sabit bir oranına eşit olmasıdır. Sonuç olarak, nüfus artışı daha fazla işgücü mevcudiyeti ve daha hızlı büyümeyi kapsar (Solaw modelinde, ekonomi dışsal olarak belirlenen nüfus artış hızında büyür). Bu basitleştirici varsayımların gelişmekte olan ülkeler için geçerliliği oldukça güçtür; gelişmekte olan ülkelerde diğer üretken girdilerin (toprak ve sermaye) bozuk dağılımına bağlı olarak nüfustaki artış, çıktı düzeyinde anlamlı bir büyüme sağlamayabilir. Bu gibi durumlarda, nüfus artışı mevcut çıktıyı, kişi başına düşen anlamında etkileyebilir. Modellerin bu tür yetersizliği, eksik istihdam pekçok gelişmekte olan ü:lkenin standart özelliği iken, tam istihdam varsayımının yapılınası sonucu ortaya çıkmaktadır. Yukandaki çıkarsamalar, nüfus artışını, muhtemelen işgücünü, birikime tabi bir girdi olarak kabul ederek, ıiçselleştirilmesi gerekliliğine işaret etmektedir. Nüfusun büyümeyle birlikte azalma eğilimi göstermesine rağmen, bu içselleştiı-me zoruıı:ludur. Aynı zamanda talep üzerinde (kişi başına çıktı) bu tür gelişmelerin etkisini ve ekonomik sistemin arz (işgücü büyüklüğü) yönünü dikkate alarak nüfus artışının içselleştirilmesi önemlidir. Bu uyarıları akılda tutarak, gelişmekte olan ülkelerin uzun dönemli büyüme süreçleri hakkında, içsel büyüme teorisinin uygulanabilirliği açısından, bazı sorunları tanımlamak zamanı gelmiştir. 3. Geılişınekte Olaın Ekonomilerin A~al~inde Son Durum; 1980'lerdeki gelişmeler, kalkınına iktisatçıları ve politika uygulayıcıları için zengin malzeme sağladı. 1970'lerin dış mali doygunluğu, sermaye arzının artmasının, kalkınınayı sürüklemek için

Ekonomik Yaklaşım 117 yeterli olmadığını gösterdi. Sermaye ülke içinde kalmadığı ve üretken alanlarda kullanılmadığı ve tamamlayıcı girdilerin (alt yapı, yönetim becerileri vb.) arzındaki darboğaz giderilmediği sürece, bu gelişme doğaldır. Asya'daki yeni sanayileşen ülkelerin deneyimli, ihracata yönelik serıbest piyaas ve devlet müdahaleci politik alanın kombinasyonu ile kalkınına sürecinin yürütülmesinin, yüksek büyüme oranları için vesile olduğunu gösterdi. Bu saptama, uluslararası finans kuruluşlarının yoğun itirazı altında, diğer bölgelerin (özellikle Latin Amerika); daha önceleri uygulanan içe dönük kalkınma stratejisinin -üretken alanlarda devletin dolaysız katılımına dayalı- uzun dönemli geçerliliğini sorgulama fırsatını verdi. Geçen on yıllar, borç krizinin getirdiği yükün eşitsiz dağılımı ile sosyal maliyeti üzerinde tartışmaların yoğunlaştığı dönemdi. Ortaya çıkan endişe, maliyetin hepsinin bir yada iki on yı'lda kendini göstereceği üzerineydi. Beşeri sermayedeki düşük yatırım (düşük oranda beslenme, sağlık bakımı ve eğitim yoluyla) nüfus pramidi yoluyla etkisini gösterecek ve daha az üretken işgücü oluşumuna yol açacaktı. Sonuçta, ekonomik kalkınmanın çevre kirlerrmesi şeklindeki etkilerine yönelik bilincin artması (örneğin, Rio konferansında), sorunu literatürde gerilere iteledi; ancak bu, 1970'lerin aşırı iyimser yorumu bir müddet gözardı edildikten sonra gerçekleşti (3). Bu güncel ve zengin deneyilnden yola çıkarak, gelişmekte olan ülkelerin analizindeki son değişiklikleri dört başlık altında tanımlayabiliriz. Bu tanımlama içsel büyüme teorisinin teorik çerçevesini ve politika önerilerini değerlendirmek üzere bir taksonomi olarak kullanılacaktır. Başlıklardan ilk ikisi, etkeniilde (çıktının artış hızını ve düzeyini yükseltınede) ve devletin rolüyle, ekonominin dış ticaret ve yatırıma açılmasının sonuçlan üzerinedir. Daha sonra gelen ikisi ise, hem etl(enle hem eşitlikle ilişkilidir ve uzun dönemli büyümede, beşeri gelişme ile gelir dağılımının rolü konusunda yoğunlaşmaktadır. Makalenin yorumlandığı böluro de, daha ileri araştırmalara yol açacak iki ilave başlık daha tanımlayacağız : çevresel olarak sürekli kalkınma ve büyümeyle nüfus ve işgücü dinamiklerinin ilişkisi. a. Devletin Rolü : Kalkınmanın sürükleyici gücü olarak (planlama ve kaynakların merkezi dağılımı, üretken faaliyetlerde dolaysız müdahale, ekonominin düzenlenmesi, altyapının ve kamu hizmetlerinin gerçekleştirilmesi yoluyla) devletin merkezi birim olarak kabul edildiği dö-.

118 Alessandro PIO nemden sonra, devletin sadece kaynakların (eksik) yanlış dağılımını (misalleştirmeye) teşvik ederek ekonomiye zarar verdiği görüşü ağır bastı. Kısıtlayıcı mali politikalar ve öze11eştinne programları sonucu, teorik/ideolojik merkezdeki bu kayma, kamuya ayrılmış kaynaklarda azalmaya yol açtı; ve devletin rolünün önemli 1 öh;:üde azaldığı bir aşamaya gelindi. GSYİH'nın payı olarak bütçe açıkları önemli öl1çüde aazldığı; örneğin 1987-92 arası Arjantin'de 1% 6.7'den % O'a; Brezilya'da % 5.7'den % 1.5'a; Meksika'da % 15.5- 'dan.% 3.4 düzeyine indi; bu arada devlet kontrolündeki işletme sayısı da azaldı. Şili' de 1986-89 arasında özelleştirme 1,34 milyar dolara ya da mali kazançların % 6'smdan daha fazlasına ınal oldu; 1982-90 arası Meksika'da kamu işletmelerinin sayısı 1.155'den 254'e indi. Şimdilerde daha dengeli bir görüş açısına göre, bazı alanlarda kamu müdahalesi, ekonomik büyümenin sürdürülmesi açısından gereklidir; ancak diğer faaliyetlerin özel sektöre bırakılınası daha yerinde olur. İçsel büyüme teorisi, bu alanların neler olacağına dair bazı açıklamalar getirmektedir. b. Ekonommm Ticlarota v~ Yatınm~J Açılması : Gelişmekte olan ülkelere yönelik olarak, 1980'lerin neredeyse evrensel hale gelen reçetesi ekonominin dışa açıklığının artınlınasıyla ilgilidir. Bu reçetenin gerekçesi, etkenliği yükseltmek ve yurtiçi piyasayı uluslararası rekabete açarak enflasyonist baskıları azaltmaktır. Pek çok Asya ülkesinin benzer politikalan izlemiş olmasına rağmen, Afrika ulusları için bu dönüşüm oldukça sınırlı kaldı; Latin Amerika belki de bu konularla en yoğun şekilde uğraşan kıta oldu ve bazı ülkeler (özellikle Şili ve Meksika) ekonomilerini dışa açınada önemli sonuçlar elde etti. İthalat + ihracat/gsyih oranı, Meksika'da 1980-1990 arası% 21'den% 26'a, Şili'de % 41'den% 61'e ıyükseldi. Daha uygun makro ekonomik ve düzenleyici koşullar nedeniyle dolaysız yabancı sermaye yatırımları da arttı, gelişmekte olan ülkeleııde de dolaysız yatırım, 1983 yılındaki % lüluk (9.2 milyar dolar) oranına göre, 1991 yılında net kaynak akımının % 20'ine (28.4 milyon dolara) ulaştı. Uzun dönemli persfektif açısından, bazı içsel büyüme modellerinin sonuçları, bu tip politikaların hem olumlu, hem de olumsuz yönlerini ortaya çıkartmıştır. c. Beşeri Kalkınma)vıe Ekonomik Büyü~e : 1980'lerde uygulanan istikrar programlarının pek çoğunun, sosyal refah üzerinde önemli etkisi olmuştu. Bu programların en belirgin sonuçları; kötü beslenme, sımfta kalma ve okuldan atılma

Ekonomik Yaklaşım 119 oranlarında artış, çocuk ölüm oranlarındaki aazlmanın hızının kesilmesi; ve bazı ülkelerde sosyal programlarda kamu payının düşmesi şeklinde gerçekleşti. Bazı durumlarda sonuçlarm çok farklı olması nedeniyle uluslararası düzeyde gerçekleşen bir dizi eleştiri Cornia, Jolly, Stewart, 1987 tarafından bir araya getirilen)'den sonra, istikrar paketlerinin çoğuna artık «açık sosyal güvenlik» (social safety net) bileşeni dahil olmuştur. Sağlık, eğitim ve beslenmeyle ilgili kamu ve özel harcamalarının, cari tüketim düzeyi üzerinde sadece kısa dönemli etkileri yoktur, aynı zamanda beşeri sermaye birikimini de biçimlendirirler. Pek çok çalışma eğitime dönük yatırımların pozitif sosyal ve özel getirisi (Psacharopoulos, 1988) olduğunu göstermiştir; ve bir araştırınayı (Immink et al., 1982) göre, geçmiş yıllardaki daha iyi beslenme düzeyleri (boy uzunluğu ile ölçülen), çalışma hayatı boyunca daha yüksek verimlilik ve öğrenme kapasitesinin bir gösteııgesidir. Beşeri sermaye birikimi yoluyla, beşeri gelişme ile uzun dönemli büyüme arasmda kurulan bağlantı, bu nedenle içsel büyüme literatürünün bir parçası olarak dü~ şünülmelidir; zira aşağıda göreceğimiz gibi bu alan, teorik olarak gelişti rilmeye duyarlıdır. d. Geli~ D~ğılımı v:~ Uzun Dönemli Büyüme : Bu konudaki analizin merkezini, gelir dağılımı ile büyüme arasındaki potansiyel çelişki oluşturmalıdır. Agrage refah açısm" dan, bütün tüketiciler için sürekli ve ikinci dereceden türevi alına:bilen aynı fayda fonksiyonu, u''(c)>o ve u"(c)<o, varsayarsak; tüketimi zengin tüketiklerden (düşük marjinal fayda) fakir olanlara (yüksek marjinal fayda) kaydıran daha eşit bir gelir dağılımı, aynı zamanda toplam refahı da yükseltmelidir. Daha eşit bir gelir dağılımı geliri düşük tasarruf oranlı birimlere kaydırarak agrage tasarruf oranını düşürür. Bu konunun tam olarak irdelenmesi için, fakir tüketidierin daha yüksek tüketim düzeylerinden kaynaklanan, beşeri sermaye birikimine -ve kuşkusuz büyümeyeyönelik katkmm dikkate alınması gerekir. Dolayısıyla, bu analiz beşeri sermaye (3 no'i'u başlık) ve kamu harcaları (1 no'lu başlık) konuları içiçe geçmiştir. Geçmiş 10 yılda, hem reel ücretler de hem de kamu sosyal hizmetlerinde önemli indirimler gerçekleştiren istikrar önlemlerinin ardından, gelirin yeniden dağılımı sorunu bu noktada önem kazanmaktadır. Daha sonra göreceğimiz gibi, yukarıda anlatılan dört başlıktaki konuları, üçüncü dünya ülkelerinin gelişme sürecindeki deği- şikliklerin ve kalkınma iktisatçılarının karşılaştığı sorunların tanım-

120 Alessandro PIO lanması olarak ele alabiliriz. Bu durumda, içsel büyüme literatü TÜnün gelişme düzeyinin oldukça eşitsiz olduğu, 1,2 ve 4 no'lu başlıklardaki konuları çoğunlukla kapsayıp, aanlizin merkezine gelişmiş ülkeleri yerleştirdiği ortaya çıkmaktadır. 4. İçsel Büyüllli~ Teoı:jisi vıe Gelişrr..ekte Olan Ülkdeır : Teorik Y!a;klaşımlaı.ı, Ampirik Sonuçl~-ı( ve Politika Öneıril~ri Aşağıdaki değerlendirmelerin, genel yapısıyla ilişkili bir kaç eleştiriyle karşılaşmış olması büyük bir şanstır. İlk olarak, içsel büyüme teorisi, oldukça zengin bilimsel çalışmalarla çok çeşitli alanlara yayılmıştır. Bu kısa değerlendinne, belirli konulardaki temel yaklaşımların ve önemli bulguların neler olduğu üzerinde duracaktır. Bazı önemli katkıların yer alınaınası, ya genel bakış açısının hakim olmasından ya da yazarın kısmen haberdar olmasın~ dan kaynaklanmaktadır. İkinci olarak, matematiksel yapının karınaşıklığına paralel olarak, dinamik optimizasyon modelleri değişkenler arasında çok nadir ve basit ilişkherle ilgilenir. Hükümet harcamaları değişkenini kapsayan bir model (Barro 1990 gibi) kapalı ekonomi bağlamında geliştirilecektir; uluslararası ticaretin yer aldığı modeller sektörel uzmaniaşmayı veri olarak alacak (Young 1989) nüfus artışını dışsal değişken olarak kabul eden araştırmalar teknik ilerlemeyi modelleıneye çalışmayacaktır (Becker, Murphy, Tamura 1990). Sonuç olarak, belirli bir modelin pozitif ve normatif sonuçları ancak kendi belirlenmiş çerçevesinde ve modele yön veren varsayımlar altında geçerlidir. Dolayısıyla, iki yada daha fazla koşulun (örneğin, kamu sektörünü ve nüfus artışının olduğu açık ekonomi) karşılıklı etkileşimi farklı analitik sonuçlar ve politika önerıneleri yaratacaktır; özellikle bu sonuçlan her biri temel konulardan biri ile uğraşan üç modelin toplaınının elde edeceği analitik sonuçlarla karşılaştırdığ1mızda, farklılık açıkca ortaya çıkar. Üçüncü nokta; Shaw'ın (1992, s. 619) gösterdiği gibi: «Modelin ortaya koyduğu sonuçlan analizin dayandığı koşul yada varsayımların değiştirilmesiyle büyük bölümü ampirik olarak yeniden çözümlenenıez- kolayca alt-üst olabileceği gerçeği, büyüme reçetelerine olan güveni zayıflatır)}. Bu uyarıyı akılda tutarak, analizimizi sürdürebiliriz.

Ekonomik Yaklaşım 121 4.1. Devletin Rolü 2. Bölümde tartışıldığı gibi, içsel büyüme çerçevesinde, pozitif ve sürekli büyüme oranları, birikime tabi girdilerin sabit getirili olmasından kaynaklanır. Rebelo modeli (1990) hariç, rekabetçi çözüm elde edilmesi, sermaye ve işgücüne, dışsallıklar yaratan üçüncü bir girdinin ilavesiyle gerçekleşir. (Romer 1986, Lucas 1988). Bu formulasyon ölçeğe göre sabit getirinin tek tek firma düzeyinde olmasını ve böylece girdilerin kendi marjinal veriml'ilikl'erine göre yeniden değerlenınesini sağlar. Dışsallıklar nedeniyle, bu modeller, merkezi planlamacı tarafından uygulanan bir başka modele göre, optimal altı (subaptimal) rekabetçi çözüme ulaşır. Burada, devletin rotü ortaya çıkar; ekonomiyi ikinci en iyi optimum noktasından uzaklaştırıp; dışsallıkları enterne eden komut ekonomisinin optimal çözümüne yakınlaştırmak için gerekli politikaları uygulamak. Hem Lucas'ın hem de Romer'in modellerinde, üçüncü girdi beşeri sermaye (H) olarak tanımlanır. Ancak H'nın birikim süreci iki yazar tarafından farklı olarak ele alınır. Romer'in H kavramı, fiziki sermaye stoku biçiminde somutlaşmış «bilgi donanımının genel düzeyi»ne benzer. Böylelikle, fiziki sermayeye yapılan yatırım, hem K'yı hem de H'i artırır; ve tek tek firmalar H'i veri olarak alırken, agrage dzeyde H, K ile çakışır; aşağıdaki ölçeğe göre artan getirili üretim fonksiyonuna ulaşılır : rı+ 8 f3 Y =AK L ô, H'nin firma düzeyindeki karşılığıdır. Devlet, daha yüksek düzeyde H'i ve böylelikle büyürneyi nasıl teşvik edebilir? Yatırım teşvikleri ve dar anlamda, bilgi doanımının ekonomiye nüfuz etmemesini destekliyerek. Romer (1990)'in daha sonraki bir çalışmasında, ölçeğe göre artan getirinin aksak rekabet il'e bir araya gelmesi; bilgiyi ayrı bir araştırma geliştirme (ARGE) sektöründe üreten monopolistik firmalar sistemi yardımıyla olmuştur. Bu düzenlernede firmaların ARGE ile ilgilenmelerinin sebebi, belirli ölçüde piyasa hakimiyetine ve aşırı karlara sahip olmalarıdır. Bu durumda bile, bilgi ciananımı kendi pozitif dışsal etkileri nedeniyle eksik üretilir ve büyüme oranı, faiz oranlarını düşüren ve beşeri sermaye formasyonu için var olan kaynakları artıran (örneğin, araştırma faaliyetlerini sübvanse ederek) kamu politikası yoluyla hızlandırılabilir.

122 Alessandro PIO Lucas'ın H tanımı, işgücünün eğitim düzeyiyle daha yakından ilgilidir. Üretim fonksiyonuna dahil edilen etken işgücü (hl), bireysel beceri düzeyi h ile işgücünün büyüklüğünün L çarpılması :Sonucu elde edilir. Ücretler eğitimle yükseltilebilen marjinal verim Jilik tarafından belidendiği için, iş becerilerinin birikimi, eğitim ağırlıklı üretim tarafından gerçekleştirilir. «Etken işgücü»nün yamsıra, h'nin ortalama düzeyi de üretim fonksiyonuna ayrıca girer ve bireysel düzeyde dışsallıklar yaratır. Tekrarlamak gerekirse; rekabetçi çözüm, merkezi plancınınkine nazaran optimal altı (subaptimal) çözümd!ür, beşeri sermaye düşük düzeyde arz edilir ve olağan politika önermesi, devletin daha yüksek düzeyde okuilaşmayı teşvik etmesidir. Yukarıdaki her iki modelde de, devletin bir rolü olmasına rağmen, bu rolü gerçekleştirmesi için gerekli kaynaklara sahip değildir. Barro (1990) modeli ise, kapalı ekonomide kamu sektörünü dahil eder. Hem fiziksel sermaye h'em de cari hükümet harcamaları, aşağıdaki üretim fonksiyonu için gerekli girdilerdir : y = A:k 1-ıx a g Kamu harcamalan (G), tamamlayıcı mal ve hizmetler (alt yapı, sözleşmelerin güçlenmesi için yasal çerçeve) oluşturulması yoluyla bir dışsallık yaratır. Oransal gelir vergisi gelirlerinin cari harcamaları karşılamasıyla, kamu bütçesi dengelenir. Modelin çözümü, rekabetçi dengenin bir kez daha optimal-altı (subaptimal) olduğunu gösterir; çünkü çözüm çok düşük oranlı tasarrufları kapsar. İlave olarak, istikrarlı-büyüme oranının (steady state growth) maksimize eden ve:rgi oranının t = olduğunu göstermek mümkün 'dür. İçs'el büyüme teorisnin genel çözümleri, devl,etin çift yönlü rolüne işaret eder : a) araştınna ve geliştirme faaliyetleri ile eğitime uygun oranda yatırım yoluyla, bilgi donanımının (teknoloji) yeterli ölçüde «Üretim»i ve yayılması için gerekli teşvikleri sağlama ve b) üretken süre,çlerde tamamlayıcı girdiler olarak yer alan kamu hizmetlerinin yeterli düzeyde sağlanması. Bilimsel ve teknolojik kapasiteleri genellikle gelişmiş ülkelerin gerisinde seyreden gelişmekte olan ülkelerde, kalkınma hamlsi, maliyetlerle getiriler arasında tatmin edici bir dengeye ulaşabilmek için, dikkatli olarak bölgesel ihtiyaçlara uygun hale sokulmalıdır. Tarımsal araştırma (örneğin Peru'da «Patates Araştırma Enstitüsü'nde yürütüldüğü gibi) muhtemelen çok uygun düşmek-

Ekonomik Y,aklaşım 123 tedir. Böylelikle, yeniliklerin uygulanması ve yayılmasına dönük politikalar daha başarılı ve daha maliyet düşürücü nitelikte olabilir. Benzer düşünceler nüfusun eğitim düzeyini artıran politikalar için de geçerlidir; ve bu bağlamda gelişmekte olan ülkelerin hükümetlerinin pek çoğu oldukça uzak görüşlü davranmıştır, zira istikrar dönemlerinde bile, eğitim sektörü bütçe kısıtlamalarından uzak tutulmuştur. Bölüm. 4.3'de anlatılacak olan beşeri sermaye.gelişmesi tespitinden ayrı olarak, kamu hizmetleri politikası, mevcut sınırlı kaynakları, doğrudan üretken faaliyetlere yöneltmek yerine, maksimum yayılmacı etki (spillover) yaratan ve özel sektör yatırımlannın verimliliği artıran harcamalar için dağıtması zorunludur. Var olan modelleri gözelen geçirdiğimizcle, gelişmekte olan ülkelerin bazı özelliklerinin eksik kaldığını farkedebiliriz. Sermaye üzerinden alınan vergiye göre (Bölüm 4.4'de özetlenen bazı içsel politika mocleherinde olduğu gibi), kamu geliri açısından gelir vergisinin kullanımı, tipik bir az gelişmiş ülkenin vergi yapısını temsil etmede uygun bir araç değildir. informal sektörün (vergilenclirmeyi engelleyen) varlığı, kamu gelirlerin~ ve kamu harcamalarının etkenliğini önemli ölçüde etkilemektedir; bu saptama modelleme çabalarına gerçekçilik katabilir (Mori, 1993'cle denendiği gibi). Sonuç olarak, gelişmekte olan ülkelerin kutuplaşmış sınıf yapısı gözönüne alındığında, genel temsili birimin faydasını maksimize.edilmesinden çıkan sonuçlara dayanarak, politika uygulayıcılannın amaç fonksiyonuna ilişkin alternatif bileşimleri bulma isteği, bu bölümdeki kapsaının en üst sıralarında yer almamıştır. Bu konu, mali politikalarla gelir dağılımını iyileştirmeele devletin rolü ile birlikte bölüm 4.4'de ele alınacaktır. Son saptama olarak şu söylenebilir; sağlık, eğitim ve beslenme alanlarında beşeri sermaye yatırımlarını sürdürmeele devletin rolü daha ayrıntılı olarak araştırınalı dır. 4.2. Ekonomiyi Tic~tlete ~e Yatırıma Açma; İçsel büyüme modellerinde ekonominin dışa açılma derecesi, üç teeınl mekanizma yoluyla büyüme oranını etkiler. İlki, ülkelerarası mal ve yatırım akımı, uluslararası düzeyde bilgi donanunının yayılınasını sağlar; zira bilgi donanıını pozitif dışsall'ıldar yaratır, ticarete bağlı olarak artan bilgi stoku, aynı zamanda ekonominin üretken kapasitesini yükseltir. Ticar,etin ülkeler arasında ortak bilgi stoku yaratma gücü ne kadar fazlaysa, pozitif etki o kadar büyük olacaktır. Bunun anlamı, ticaret ve yatırım akımları-

124 Alessandro PIO nın yön değiştireceği ve az sayıda sektörel kısıtlamaya tabi olacağıdır; ve teknoloji transferi büyümeyi sürdürmeele önemli bir role sahiptir. İkinci mekanizma olarak, büyüme oranı ticaret ortaklannın sektörel uzmaniaşması tarafından yönlendirilir. Muhtemelen statik karşılaştırmalı avantajlardan kaynaklanan bir eğilimle, modeller genellikle sektörel uzmaniaşmayı veri olarak alır. Bölüm 4.l'de gördüğümüz gibi, beşeri sermaye birikimi eğitime yapılan yatırımlar yoluyla gerçekleşirken, Lucas (1988) da, H'nin «yaparak öğrenme» yoluyla artacağı varsayımını katarak modelin bir versiyonunu geliştirmiştir. Ticarete bağlı olarak, bir ülke düşük beşeri sermaye yoğunluğundaki sektörlerde yoğunlaşırsa, H stokları da daha yavaş olarak büyüyecektir; tersi de geçerlidir. Sonuç olarak, üretimin uluslararası uzmanlaşması, daha düşük oranda büyüyen, düşük H malı ihraç eden ülkeler için caydırıcı olabilir. açıklığın bü Görüldüğü gibi, içsel büyüme teorisi artan dışa yüme oranını pozitif olarak etkileyen dinamik avantajlanı yol açacağını söylemektedir; böylece uluslararası mali kurumların on yılda gelişmekte olan ülkelere sunduğu reçeteleri desteklemektedir. Teorinin dikkatli bir şekiltle okunması, yine de elde edilecek kazançların şu koşullarda önemli olduğunun vurgulandığını gösterecektir: a) eğer daha yakın entegrasyona giren ülkelerde zaten farklı bir bil!gi stoku mevcut idiyse veya entegrasyon sonucu (ortak telekominikasyon standartları, vd.) enformasyon akımı gelişirse b) eğer entegrasyon ölçek ekonomilerine yol açarsa. Tersine olarak, bir ülke kalite yada piyasa kapasitesi açısından rekabet edemezse, piyasanın daralmasını ve yerleşik küçük ölçeğin dışsal kayıplarını göze almış olacaktır. Düşük beşeri sermayeli endüstrilerde uzmaniaşma da bir ülkeyi düşük büyüme trendinde tutabilir. Son olarak, Grossman ve Helpman (1991), entegre olan ülkelerin kaynak dağılımı çok farklıysa, H'nin fiyatının beşeri sermaye açısmdan zengin ülkede yükselerek, ARGE faaliyetlerini daha pahalı hale getireceğini, diğer ülkede ise bunun tersinin gerçekleşeceğini göstrmişlerdir. Bu durumda, daha yavaş büyüyen ülke daha fazla gelişmiş olan ülkedir beşeri sermaye yönünden göreli daha fakir olan ülke ise ticarete açılma sonucu kaynakların yeniden dağılımından yarar sağlayacaktır. Literatürün hızla gözden geçirilmesiyle elde edilecek sonuç şöyledir : artan oranda dışa açılmadan maksimum kazancı yakalamak için, ölçek ekonomilerine ulaşmalarını sağlayacak olan piya-

Ekonomik Yaklaşım. 125 salara girmek zorundadırlar ve hem ARGE hem de beşeri sermaye yönünden yoğun olan bazı sektörlerinde üretimi artırabilmeleri gerekmektedir. Bu ikinci amaca ulaşmak kısmen zordur, zira uluslararası düzeyde bu ülkelerin yüksek teknolojili endüstrilerde karşılaştırmalı dezavantajları mevcuttur. Buna rağmen, Hindistan sofware (bilgisayar programcılığı) endüstrisinde olduğu gibi bir kaç istisnai durum gözlenmiştir. Yukarıda adı geçen son bulgu, uluslararası mali kuruluşların desteklediği özellikle ilk öğretime vurgu yapan bazı eğitim politikaları konusunda sorular uyandırmaktadır. İlköğretim, sosyal getiri oranı daha yüksek olduğu için desteklenmektedir. Daha gelişmiş sınai sektörlerin çoğalması yeterli sayıda bilim adamı ve teknisyeni gerektirir; bu da orta ve daha yüksek eğitimin gelişmesini zorunlu kılar. Eğitim sektörü için ayrılan kaynaklar kıtsa, bu potansiyel alış-veriş, ulusal politikalarm planlanmasında dikkatli olarak gözden geçirilmelidir. 4.3. Beş~~ Kalkınma: «Beşeri kalkınma» tanımı zorunlu olarak dar kapsamlıdır; ancak kapsamını daha da daraltma ve göreli konumuna uygun göstergeler (UNDP, 1990; Morris, 1979) bulma, genellikle «temel ihtiyaçlar» yaklaşımı çizgisinde yer alan ortalama yaşam süresi, okur-yazar oranı, beslenme statüleri, bebek ölüm oranları veya diğer sağlık göstergelerinin kullanım:mı getirmiştir. Sağlık, eğitim ve beslenmenin yeterli düzeyde gerçekleşmesi, bu amaca yönelik özel veya kamu kaynaklarına bağlıdır. Kaynaklar özel ise, bireylerin serbest piyasada gerekli hizmetleri satın almasına olanak tanıyacak yeterlilikte eşit gelir dağılımı ön koşuldur. Eğer kaynaklar kamuya aitse, gerekli harcamalar için, uygun gelir kaynakları artırılmalıdır. Birinci durumda, gelir dağılımı (Bölüm 4.4) makuldur; ikinci durumda bu tür hizmetleri sağlayan devletin rolü (Bölüm 4.1) açıkca tanımlanmalıdır. Her iki tarafın da, ülkenin büyüme trendi üzerinde, önemli etkileri söz konusudur. Beşeri sermayenin yeniden değerlendirilmesinde, esas vurgunun «bilgi düzeyi» mi yoksa daha dar olarak eğitim üzerine mi.olduğu pek ayırdedilemez. (Bölüm 4.2'de) bahsedilen Romer (1986) ve uluslararası ticaret Hteratürü bilgi donanımını daha çok mevcut teknolojinin düzeyi açısından ele alır ve bu bilgiyi insandan çok bir makinada içerilmiş olarak düşünür. Lucas (1988), aksine,

126 Alessandro PIO formal eğitim ve işte yetiştirme :.ılanlarına yapılan yatırım olarak görme eğilimindedir. Beşeri sermayenin kalkınmaya katkısını ölçen ampirik testler, bu katkıyı ya okuma-yazma oranı (Romer 1989) ya ilk ve orta okul kayıtlı oranları (Baro 1989) yada nüfusun okula devam ettiği ortalama yıl sayısı (Barro ve Lee 1991) olarak tanım" lamışlardır. Mankiw, Romer ve Weil (1992), beşeri sermaye yatırım oranı olarak, orta okuldaki çalışma-çağı nüfus yüzdesini kullanmıştır. Beşeri sermaye stokunu, işgücü ve verimlilik verilerini (Gundlach, 1992) birleştirerek tahmin eden daha özenli çalışmalar,bile, okulda geçen yıllar açısından nüfusun çapraz sınıflandırılmasına dayanmak zorundadır. Bu son yaklaşım, beşeri sermaye stoku tahminine iş deneyimini katma çabalarını temsil etmekte dir. Ayrıca eksik veriler, gözlemlerin güvenilir serilerini tahmin etmede inanılmaz başanlara yo'l açmaktadır. Daha da önemlisi, zaman serilerinin hazırlanması, geçmiş bilgilerin toplam eksikliği üzerinde ilerlemek zorundadır; ülkelerarası veri tabanının oluşturulması, karşılaştırma yapma açısından sorunlar yaratmaktadır!(bir eğitim yılı işgücü verimliliğini eşit olarak tüm ülke'ler için kapsar mı?). Bütün yazarlar genellikle, diğer yaklaşımların kullanılabilecğini kabul eder; ancak eğitim öncesi (proeducation) yanlılık kuvvetlidir. Romer (1989, s. 3) sözgelimi «ilk, orta veya daha yüksek eğitim için ö'lçümleri yada bilim adamı, mühendis ve teknisyenler için ölçümleri>> muhtemel alternatifler olarak sunar. Beşeri kalkınma ile büyünıe arasındaki ilişkiyi araştınrken, iki yaklaşım ümit verici olabilir. Teorik açıdan, belirli harcama (ve cari fayda) tiplerinde yer alan konumları ve beşeri sermaye yatınmını (ve büyümeyi) incelemek ilginç olabilir. Bu yaklaşım belirli sağlık ve beslenme harcama tipleriyle ve kısmen de eğitim harcamaları için geçerli olabilir. Biçimsel olarak, h'nin üretim fonksiyonuna dahil edildiği bir eşitlik, Lucas (1988)'da olduğu gibi, yazılabilir: f3 Y =AK (uhl) 1-[3 o h Cari gelir, tüketime, beşeri birikimine bağlanabilir : sermaye birimine ve fiziki sermaye y=k+h+c Anıcak fayda, hem c hem de h üzerindeki haııcamaların birleşik sonucudur:

Ekonomik Yaklaşım 127 ı -0" (c+ h) -1 u = -------------- 1-a- İkinci yaklaşım, hem kestirme tekniklerini hem de beşeri sermaye tanımını geliştirmeyi aı-naçlamalıdır; böylece tek tek işçi düzeyinde verimliliği etkilediği gösterilen (Burzi, 1993) sağlık ve beslenme ile ilgili ö'lçümlerin biraraya getirilmesi olarak olur. Söz konusu gelişmelerin analitik ve politika uzantıları ilginç olabilir. Literatürün şu andaki düzeyi, süregelen tüketim yoluyla fiziki sermaye ve eğitim alanındaki yatırım üzerinde ısrarlı dururken, beşeri sermayenin daha kapsamlı bir tanırnma verilecek önem, ekonomik büyürneyi hızlandırmak için, geçimlik düzeyin üstünde en az azından minimum düzeyde bir tüketim hacminin korunması ihtiyacının altını çizecektir. 4.4. Gelir Dağılımı ve Uzun Dönemli Büyüme Gelir dağılımı ile büyüme arasındaki (çift yönlü) ilişki üzerine yapılan tartışmalar, kalkınma literatürü için bir stepne gö 'revi görmüştür. Bu ilişkiyi içsel büyüme modeli kapsamına dahil etmek iki belirgin karmaşaya yol açmıştır. ilki, gelir dağılımı ide~ ali bütün birimlerin eşitliğini ileri sünnez. Bütün birimler aynı!fayda fonksiyonunu paylaşabilirler, ancak tüketim ihtiyaçlarını karşılamak üzeer var olan gelir miktarı ve bu geliri elde ediş biçimlerinde farklılaşırlar (4). Bu durum bizi, bir tek temsili birim şeklinde ifade ettiğimiz basitleştirici aracı kullanmayıp, birimlerin ait oldukları sınıf veya kategorileri düşünmeye zorlar. İkinci sorun, ölçeğe göre artan getirirlin modele sokulmasıyla ilgilidir. Artan getirinin karşılığını alamayan dışsallıklardan kaynaklandığını varsaymadığımız sürece, çıktının üretken faktörleri arasında, marjinal verimliliklerine göre dağılımı artık uygun bir kural olmaktan,çıkar. Sonuçta, gelirin üretim faktörleri arasında nasıl dağıldığının tanımlanması zorunlu hale gelir. Bu bölümün girişinde, bu ikinci sorundan kısaca bahsetmek yerinde olacaktır, çünkü gelir dağılımını kapsamayay önelik analitik çabaların çoğu, ya girdilerin kendi marjinal verimliliklerine :göre karşılığını aldığını yada onlara karşı gelen gelirin veri olduğuna (Bertola, 199l'de kiralar'ın ele alınışı gibi) varsayarlar. İstikrar döneminden çıkartılan derse göre bazı ülkelerde reel ücretler düzenli olarak azalmıştır. (1980 yılında 100 olan bir indeks

128 Alessandro PIO 1990 yılında Meksika'da 78'e, Uruguay'da 71'e ve Peru'da 36'a düşmüştü; milli gelirde ücretierin payını Peru'da, 1980'lerin sonunda % 25'e inmişti). Bu gelişmeler, kuşkusuz, çıktı'nın paylaşımında süregelen eşitsiz mücadeleyi ve uyum sürecinden kaynaklanan işgücünün marjinal verimliliğindeki 'azalma eğilimini yansıtmaktadır. Gelişmekte olan ülkelerde, sermaye sahipleri ve işgücünün veya nüfusun farklı katmanlarının pazarlık gücü oldukça farklıdır. Bu nedenle, gelişmekte olan ülkeleri analiz ederken, faktörle :rin değerlerinin nasıl karşılığını bulduğunu araştırmaya yönelik ilave teorik çabaların sarfedilmesi gerekir. Gelişmekte olan üllkelerin pek çoğunda işgücü arzında kronikleşen fazlalık ile yüksek işsizlik ve eksik istihdam oranlarının varlığı bu saptamayı doğrulamaktadır. Daha belirgin olarak oyun teorisi yada aksak rekabet teorisi kullanılmalıdır. Daha basit bir yaklaşımla marjinal verimliliğe dyalı faktör karşılıklarının, faktörlerin göreli paylarını yansıtan bir katsayı tarafından belidendiği varsayımına dayandırılabilir: r = MPK (1 +!J..) ve w = MPL (1 + T) [J. ve T pozitif işaretlidir ve büyüklükleri gelir dağılımındaki değişikliğe yada diğer grupların çıktıdan daha büyük pay alma kabiliyetini gösteren ölçürolere bağlıdır. Buradaki kısıt şöyledir: rk +wl== Y İçsel büyüme teorisinin tasarruf oranını, uzun dönemli büyümenin belirleyicisi olarak kabul etmesi, gelir dağılımını tartışan pek çok modelin değişik tasarruf oranları ve farklı alt grupların birikimleri etrafında yoğunlaşmasına yol açmıştır. Bu çerçevede, ilginç bir yaklaşım gelir dağılımının seçimlerdeki davranışları etkilediği ve dolayısıyla iktisat politikasını biçimlendirmeye katkıda bulunduğu ön bilgisine dayanmaktadır. Bu tip modele örnek teşkil edenlerde (Alesina ve Rodrik 1991, Bertola 1991 veya Persson ve Tabellini, 1991), büyüme oranları göreli eşitsiz gelir dağılımı altında, daha yüksek tasarruf eğilimi ve sermaye sahipleri birikimi nedeniyle, daha yüksek olacaktır. Demokratik rejim altında, ortalama seçmen teoremi, çoğunluğun oyunun, tipik bir gelir dağılımında geliri ortalamanın altına düşecek olan ortalama vatandaşın (5) tercihlerini yansıtacağını ileri sürer. Buna bağlı olarak, eğer vatandaşlar kamu mal ve hizmetlerine yönelik harcamaları

Eko noıntk Y ı:ıklaşıın '129 veya götürü transferleri karşılamak üzere gelir yada sermaye üzerine konan vergiyi oylamak durumunda olsalardı, pozitif vergi oranını seçerlerdi; zira ortalama seçmen için yeniden dağılım getirisi maliyetleri aşmış olurdu. Bu yüzden, modeller, eşitsiz refah dağılımının, demokratik rejim altında daha düşük büyüme ile sonuçlanacağı öngorüşünü yorumlayıp başarıyla test ederler. Daha düşük büyüme oranları, birikimi engelleyen optimal olmayan (oldukça yüksek) vergi oranları sonucu ortaya çıkar; çelişkili bir durum olarak, gelir dağılımı oldukça eşit olsaydı, ortalama seçmen daha yüksek vergilerneden kaybedecek ve birikim daha yüksek gerçekleşecekti. Analitik bakış açısıyla, bu modeller çok ilıginç bir gelişmeye karşı gelir; zira bu modeller politika kararlarını içselleştirir. Normatif açıdan değerlendirilirse bu analitik çerçeveden çok farklı ıreçeteler çıkarmak mümkündür. Eşitsiz gelir dağılımından ötürü, 'düşük büyüme oramndan kurtulamayan bir ülke, refah ve beşeri sermayenin yeniden dağılımı (toprak reformu, el koyma, entansif okullaşma) programıyla uğraşabilir; çünkü bu yolla daha düşük {sermaye) vergisi oranı lehine, ortalama seçmenin desteğini kaza :nabilir. Alternatif olarak, nüfusun (veya düşük geliri kesiminin) oy verme hakkını kısıtlayabilir; ve böylece ekonominin tekrar demokrasiyi «kaldırabileceği» noktaya kadar büyümesine izin vermiş olur. Bu modellerin gelişmekte olan ülkelere uygulanabilirliği ve bazı uzantılarla daha gerçekçi kılınabilecekleri hakkında tartışırken çeşitli öngörüler ileri sürülebilir. ilk olarak, modeller kapalı,ekonomi varsayımına dayalıdır. Açık ekonomi ele alındığında, sermaye kaçışı ihtimali tasarruf yatırım özdeşliğini önemli ölçüde etkiler. Sermaye kaçışı, en azından kısmen dış mali piyasalardaki daha iyi getiri oranına bağlıdır (6), ancak bir ö1çüde mülkiyet haklarına yada sosyo-politik koşulların istik.rarına yönelik belirsizliği.yansıtır. Modellerimizde sermaye kaçışı iki yönlüdür. Birincisi,. büyük miktarda sermaye sahibi olanların dı:ş mali piyasalara girme şansı daha yüksektir ve böylece daha eşitsiz bir gelir dağılımı ulusal tasarruf oranını artırma yerine azaltır. İkincisi, gelir dağılımındaki eşitsizliğin hangi ölçüde sosyo-politik istikrarsızlığı getireceği ve böylelikle sermaye kaçışını hızlandırarak sorunu içselleştireceğini incelemek ilginç olacaktır. Aslında, sosyo-politik istikrarsızlık negatif dışsallıklar yaratabilir, çünkü bireylerin daha yüksek güvenlik ha11camaları yapmalarına yol açar, mülkiyet haklarıyla ilgili güven düzeyini ve belirliliği azaltır, vd.

130 Alessandro PIO İkinci öngörü olarak; Bölüm 4.3'de tartışıldığı gibi, düşük gelir grupları (yada işçiler) düşük tasarruf oranına sahiıp olabilirler, fakat birikim sürecine katkıları beşeri sermaye şeklinde olabilir. Uygun gelir düzeyinde, işçilerin sağlık, beslenme ve eğitim alanlarında yatırım/tüketim olanağıyla donatılması yoluyla, bir ülke aslında kendi beşeri sermayesini ve büyüme potansiyelini artırmış o~maktadır. Bu tip akıl yürütme süreci Peratti (1991)'nin modelinde yer almaktadır. Perotti, büyümenin eğitimde özel yatırım sayesinde sürekli kılındığı bir dünyayı inceler. Eğitimin yüksek maliyeti ve sermaye piyasasının yokluğu veri alındığında, gelir dağılımı belirli bir dönemde nüfusun hangi kesiminin eğitim olanağına kavuştuğunu ve böylece verimliliğini artırarak bir sonraki dönemde potansiyel kazandığını tayin eder. Model çoklu çözümün mümkün olduğunu gösterir : daha büyük yada daha küçük eşitsizlik büyüme için vesile olduğunda tam eşitliğin herhangi bir anlamlı ilerlemeye izin vermediği bir durumdan diğer aşamalara doğru. Hem gelirin ve1:1gileme yoluyla nasıl yeniden dağıtılacağına yönelik poli~ tika hem de gelir dağılımı modelin içsel değişkenleridir. Bölüm 4.3'de tartışıldığı gibi, büyüme sürecinde beşeri sermayenin rolüne özel bir önem verilmesi gereken gelişmekte olan ülkeler açısından, bu yaklaşım daha anlamlı gözükmektedir. Son olarak, politika kararlarının modelde içselleştirilmesi üzerinde durmak gerekir. Ortalama seçmen teoremi, fikirlerini bir tek konu üzerinde, yani sermaye ve gelir üzerindeki vergi oranıyla ifade eden seçmeniere dayanmaktadır. Gerçek dünyada seçmenler normal olarak, bir kısmının vergi sistemini etkiliyebileceği iktisat politikalarını uygulayacak parlamentoyu (ve bazen cumhurbaşkanını) seçerler. Latin Amerika örneğinde, ne gelir ne d esermaye vergilendirmesi, kamu gelirinin ana kaynağı olmuştur; ve daha da önemlisi bazı ülkelerde henüz uygulanmakta olan (örneğin, Arjantin ve Meksika) vergi reformları, azalan oranlı katma değer vergisini uygulamaya sokmuştur. O halde, ortalama seçmenin çıkarları (reel yada görünen) ile seçilmiş temsilcileri tarafından yürütülen politikalar arasındaki bağlantı en hafif deyimle çok zayıftır. Siyaset bilimcileri iktisatçılara göre bu konuyla ilıgilenme açısından daha donanımlıdırlar, ancak ekonomik gücün, politikaların tanımlanmasında önemli rolü olduğu tezini ileri sürmek doğru olacaktır. Eğer durum böyleyse, bunun aksininde geeçrli olduğu düşünülebilir; gelir dağılımının çok çarpık olduğu bir ekonomide vergilendirme sermaye yada refah üzerine yapılmayacaktır. Bu durumda neden büyüme oranları daha düşük olacaktır? Çünkü fiziki sermaye birikimi, sermaye kaçışına göre düşüktür ve beşeri ser-