Yüksek Topuk Gölgesinde Hayatlar Kadın ve erkek yaratılıştan bu yana birbirinin yarısı olarak kabul edilir. Bu elmanın birbirine hiç de benzemeyen iki yarısı, her anlamda birbirlerinden oldukça farklıdır. Günümüz dünyası, yaşadığımız toplum, kurallarımız, örf ve adetlerimiz yüzünden ezilen ve mağdur olan kadının hemcinsinden desteği oldukça fazla diye düşünürdüm hep Ben onlardan mıydım bilemem. Mağdur olana karşı insan olma gereği her zaman destekçiydim fakat günümüz kalıplaştırılmış modern ve şehirli kadın görüntüsü her geçen gün biraz daha korkutuyordu beni. Kendimi bildim bileli okuduğumu aklında tutan, hayat akışında bu okuduklarımdan en etkilendiklerimi sık sık aklıma getiren biri oldum. Fakat bu durum her zaman olumlu sonuçlar doğurmadı. Bir kitap okudum ve hayatım değişti diyemem fakat bir kitap okudum ve kadın olmayı, kadın kalmayı, kadın yaşamayı idrak ettim. Murathan Mungan ın Yüksek Topuklar adlı eseri bende tarif edilemez duygular uyandırdı. Kitap otuzlu yaşlarında olan Nermin in arkadaşının ricası üzerine kızı Tuğde ye kısa süreliğine bakmasını konu alan ve bu süreçte Nermin in kendini ve çevresini analizini içeren bir eser. Aslına bakarsanız konu gereği bir yaratıcılığı olmamasına karşın Mungan asıl hedefinin Nermin in analizleri olduğunu olağanüstü tespitlerle göstermiştir. Kitabı okumaya başladığımdan itibaren hem kitaba hem de yazara öfkeliydim. Kadın ruhunu, bu kadar iyi bir şekilde tasvir etmesinden olsa gerek yabancı biri günlüğümü okumuş hissine kapılıp kızgınlık duyuyordum bu kitaba. Bu yüzdendir ki bir çırpıda okunacak bu kitabı ara vererek, kendimi sakinleştirerek okumaya devam ettim. Kitap bittiğinde hissettiğim şeyin öfke değil korku olduğunu anladım. Kitapta her açıdan fikirlerini acımasızca bulduğum ve kadının yaratılışına karşı gelen Nermin aslında bendim. Bu mutsuz kadının fikirlerine öylesine katılıyordum ki on yıl sonraki hâlimin Nermin olmasından duyduğum korkunun üstesinden gelemiyordum. Bu açıdan beni bu denli içine alan bütün bu kurgunun bir erkek tarafından yazılmış olmasına hâlâ şaşkınım.
Her an her anlamda beğenilme ve seçilme baskısıyla birlikte yaşanılan bir hayat kadınınki. Bütün koşullar altında estetiği ve güzelliğini kaybetmemekle yükümlü hissedilen bir ruh hâli Bunun karşısında ise yaptığı her şekilde kabul gören ve bu hazır duruma kolayca ayak uydurabilen ve seçen erkek. Yüzyıllardır kadın ve erkek arasındaki bu oyun ne yazık ki değişmiyor. Bu döngü öyle bir hâl alıyor ki kadın bir süre sonra ilişkiyi erkek olmadan kendisi ve sorgularıyla devam ettiriyor. Bunu oldukça güzel anlatan bir örnek var kitapta: "... Ve külkedisi kaçarken, pabucu ayağından fırladı. Ertesi gün prens ayağı bu pabuca sığacak genç kızı aramaya koyuldu. Ülkenin tüm kızları, prens tarafından beğenilmek için, ayaklarını daha ufak hâle nasıl getireceklerinin çabasına giriştiler. İste o gün bu gündür kadınlar, ayaklarını, erkekler tarafından belirlenmiş kalıplara sıkıştırmaya çalışır, böyle yaparak erkeğin "prensesi" olacağını düşler dururlar. zaman geçtikçe topallamasının, kendini depresif hissetmesinin sebeplerini sürekli kendi eksikliklerinde arayarak Ve pabucun ne denli geçerli olduğunu hiç düşünmeden erkekler ise ellerindeki "ayakkabıya" (veya düşlerindeki kalıba) "ayağını"
(kendini) sıkıştıracak kadını arar; "ayağı sıkışmış" bir kadının ne denli gerçek, ne kadar huzurlu, mutlu olup, mutlu edebileceğini düşünmeden... Ve... Ve birlikte yalınayak yasayabilmenin özgür keyfinden habersizce..." (Syf 75). Peki, bu döngünün bu kadar farkındaysak, yani bir erkek tarafından bile gözle görülebilir şekilde kalıplar içerisindeysek bu kalıplara devam etmek ne derece doğru? Bu noktada bir kadın olarak belirtebilirim ki hepimiz kendimizi bu döngünün dışarısında görüyoruz. Koşup kalkarken, kaçıp kovalarken hep bu düzenden uzak durduğumuzu sanıyoruz. Ben dahi bu yazıyı yazarken eleştirel bir açıdan bakmayı düşünüyorum bu olaya. Fakat biraz düşününce taşlar yerine oturuyor ve o topuklularla oradan oraya koşup kendini ispatlamaya çalışan hemcinslerimize alaycı bir tavırla gülerken aynı hız ve şekilde bizim de koştuğumuzu fark edebiliyoruz. Her nedense zorlu mücadelemizi kendimize pek de çaktırmadan ilerletmeyi uygun görüyoruz. Çünkü bu hikâyede ayaklarını ayakkabı kalıplarına uydurmaya çalışan değil her zaman ayağı cuk diye girebilen prensesler olmak isteriz. Bu nedenle de hepimiz bu kalıplara sığmaya çalışıyorken bir yandan da bizim gibi bu kalıba sığmaya çalışanları eleştiririz.
Kadının bu zorlu mücadelesinde kendini sorgulayışının ve bu sorgunun onu gitgide yorulmasına sebep oluşunu en iyi açıklayan şey ise topuklu ayakkabılardır. Topuklu ayakkabılar üzerinde duruşunu kaybetmemek adına uğraşan kadının, zaman geçtikçe bu uğraşının yalnızca kendi ayaklarını yormasına sebep olduğunu fark eder. Yüksek ölçeklilerinizi giyerken iki kere düşünmenize sebep olacak bu kadın kılavuzunu muhakkak okuyun ve hem kendiniz hem de hemcinslerinizi daha yakından tanıyın. Ezgi Dilan Acar
Kaynakça Mungan,Murathan,2002,Istanbul,Metis Edebiyat