ZİHNİYET ÇÖZÜLÜŞÜNDEN EDEBÎ ÇÖZÜLÜŞE: LÂLE DEVRİ'NDEN TANZİMAT'A TÜRK EDEBİYATI

Benzer belgeler
XVIII. Yüzyıl. Tarihî, Sosyo-Kültürel Bağlam

Prof. Dr. Osman HORATA TDE 472 Eski Türk Edebiyatı Ders Notları

Divan Edebiyatının Önemli Şair ve Yazarları. HOCA DEHHANİ: 13. yüzyılda yaşamıştır. Din dışı konularda şiir yazan ilk divan şairidir. Divanı vardır.

OSMANLI İMPARATORLUĞU GERİLEME DÖNEMİ ISLAHATLARI XVIII. YÜZYIL

Zirve 9. Sınıf Dil ve Anlatım

ESKİ TÜRK EDEBİYATI TARİHİ- 14.YÜZYIL TEMSİLCİLERİ

EĞİTİM - ÖĞRETİM YILI... ANADOLU LİSESİ 12. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU KAZANIMLARI VE TESTLERİ

10.SINIF TÜRK EDEBİYATI DERSİ KURS KAZANIMLARI VE TESTLERİ

İnci. Hoca DİVAN EDEBİYATI NAZIM BİÇİMLERİ II (BENTLERLE KURULANLAR)

ÜNİTE:1. Osmanlı Devleti nde Yenileşme Çabaları ÜNİTE:2. Türkiye de Reform Arayışları ( ) ÜNİTE:3. Türkiye de Meşrutiyet Dönemleri ÜNİTE:4

İÇİNDEKİLER. ÖNSÖZ...9 GİRİŞ... Osman Horata 11

SORU CEVAP METODUYLA TEKRAR (YÜKSELİŞ-DURAKLAMA VE AVRUPA)

EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI 12. SINIF TÜRK EDEBİYATI DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU KAZANIMLARI VE TESTLERİ PLANI

TANZİMAT I. DÖNEM: ŞAİR VE YAZARLAR. * Şinasi *Ziya Paşa *Namık Kemal. * Ahmet Mithat Efendi *Şemsettin Sami

VEDAT ALİ TOK, ESKİMEYEN TÜRK EDEBİYATI ÜZERİNE MÜLAKATLAR, LAÇİN YAYINLARI, 2007 KAYSERİ, 209s.

AVRUPA VE OSMANLI (18.YÜZYIL) GERİLEME DÖNEMİ

EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI 11. SINIF TÜRK EDEBİYATI DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU KAZANIMLARI VE TESTLERİ PLANI

Doç. Dr. Tolga BOZKURT SAN CUMHURİYET DÖNEMİ TÜRK MİMARİSİ BATILILAŞMA DÖNEMİ OSMANLI MİMARİSİ

3. 18.yy da Grek ve Dakya projesi ile Osmanlıyı paylaşmayı planlayan Avrupalı iki devlet aşağıdakilerden hangisidir? I. Rusya. II.

İNTİHÂL Mİ MAHLAS DEĞİŞİKLİĞİ Mİ? ZİHNÎ VE ZÎVER DİVANLARI ÜZERİNDE BİR İNCELEME

Doç. Dr. MUSTAFA KĠBAROĞLU

-Rubai nazım şekli denince akla gelen ilk sanatçı İranlı şair.. dır.

Yeni Osmanlılar Cemiyeti Kurucularından Mehmed Âyetullah Bey Dönem-İnsan-Eser

10. SINIF TARİH DERSİ KURS KAZANIMLARI VE TESTLERİ

11.SINIF TÜRK EDEBİYATI DERSİ KURS KAZANIMLARI VE TESTLERİ

İSLAM UYGARLIĞI ÇEVRESINDE GELIŞEN TÜRK EDEBIYATI. XIII - XIV yy. Olay Çevresinde Gelişen Metinler

FECRİ-ATİ EDEBİYATI SANATÇILARI

EĞİTİM - ÖĞRETİM YILI... ANADOLU LİSESİ 11. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU KAZANIMLARI VE TESTLERİ

C D E C B A C B B D C A A E B D D B E B A A C B E E B A D B

Türkçe Şair ezkirelerinin Kaynakları

TEKNOLOJİ VE TASARIM DERSİ

Müşterek Şiirler Divanı

Devleti yönetme hakkı Tanrı(gök tanrı) tarafından kağana verildiğine inanılırdı. Bu hak, kan yolu ile hükümdarların erkek çocuklarına geçerdi.

EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI 10. SINIF TARİH DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU KAZANIMLARI VE TESTLERİ

İÇİNDEKİLER ÖN SÖZ KISALTMALAR

PROF. DR. MESERRET DĐRĐÖZ

DİVAN EDEBİYATI DİVAN EDEBİYATI

İnci. Hoca DİVAN EDEBİYATI NAZIM BİÇİMLERİ I (BEYİTLERLE KURULANLAR)

İnci. Hoca GEÇİŞ DÖNEMİ ESERLERİ (İLK İSLAMİ ESERLER)

İÇİNDEKİLER. Birinci Bölüm ÖABT Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği Konu Anlatımlı Soru Bankası ESKİ TÜRK DİLİ VE LEHÇELERİ...

AĞRI İBRAHİM ÇEÇEN ÜNİVERSİTESİ

CUMHURIYET DÖNEMINDE COŞKU VE HEYECANI DILE GETIREN METINLER (ŞIIR) Cumhuriyet Edebiyatında Şiir ve Soru Çözümü

Aruzla şiire başlayan sanatçılar, Ziya Gökalp in etkisiyle sonradan hece ölçüsüyle yazmaya başlamışlardır.

UZAKTAN EĞİTİM MERKEZİ Atatürk İlkeleri ve İnkilâp Tarihi 1 1.Ders

YAHYA KEMAL BEYATLI ( )

Prof. Dr. Sabahattin KÜÇÜK

MİLLİ EDEBİYAT DÖNEMİ TEMSİLCİLERİ - III

ETKİNLİKLER/KONFERSANS

İstanbul un Asırlar Boyu Hemşireliğe Tanıklığı. Prof.Dr.Hediye Arslan 12 Mayıs 2010

10. SINIF DENEME SINAVLARI SORU DAĞILIMLARI / DİL VE ANLATIM

ÖZGEÇMİŞ. Yasemin ERTEK MORKOÇ

TOPLUMSAL CĠNSĠYETLE ĠLGĠLĠ KURAMLAR. İlknur M. Gönenç

Türk Dili Anabilim Dalı- Tezli Yüksek Lisans (Sak.Üni.Ort) Programı Ders İçerikleri

BEP Plan Hazırla T.C Ceyhan Kaymakamlığı ALTI OCAK MESLEKİ VE TEKNİK ANADOLU LİSESİ Müdürlüğü Edebiyat Dersi Bireyselleştirilmiş Eğitim Planı

DEVRİM MUHAFIZLARI VE İRAN ELÇİLİKLERİ

TANZĠMAT TAN CUMHURĠYET E HÜKÜMET KONAĞI BĠNALARI. (Karadeniz Bölgesi Örneği)

MARKA ŞEHİR ÇALIŞMALARINDA AVRUPA ŞEHİR ŞARTI SÖZLEŞMESİ DİKKATE ALINMALI

ADI SOYADI: SINIFI: NUMARASI: PUANI:

BİRİNCİ MEŞRUTİYET'İN İLANI (1876)

Osmanlı Devlet teşkilatında, gerek yönetim alanında,gerekse askeri alanda bazı değişiklikler olmuştur. Bu değişikliklerin bir kısmı merkez

T.C. BİLECİK ŞEYH EDEBALİ ÜNİVERSİTESİ İSLAMİ İLİMLER FAKÜLTESİ İSLAMİ İLİMLER BÖLÜMÜ EĞİTİM-ÖĞRETİM PROGRAMI

OSMANLI YAPILARINDA. Kaynak: Sitare Turan Bakır, İznik

Prof. Dr. Osman HORATA TDE 471 Eski Türk Edebiyatı Ders Notları

İSLÂMİYET ETKİSİNDE GELİŞEN TÜRK EDEBİYATI İSLÂMİ İLK ESERLER SORU PROĞRAMI AHMET ARSLAN

Yüksek Lisans Öğretim Programı Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı

İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ...7 KISALTMALAR GİRİŞ İran ve Türk Edebiyatlarında Husrev ü Şirin Hikâyesi BİRİNCİ BÖLÜM Âzerî nin Biyografisi...

İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ...9 GİRİŞ...11

XVIII. YÜZYIL TÜRK EDEBİYATI

TÜRKİYE DE TARIM EĞİTİMİ. Yrd. Doç. Dr. M. Kazım Kara

PROF.DR. MUSTAFA İSEN İN ÖZGEÇMİŞİ VE ESERLERİ

İktisat Tarihi I Ekim II. Hafta

İnci Hoca TANZİMAT EDEBİYATI I. DÖNEM

divan edebiyatı Aruz ölçüsü

TAġINMAZLARIN ARSA VASFINI KAZANMASI

İstanbul da Kurulan Cumhuriyetin İlk Milli Hemşirelik Okulu Kızılay Hemşirelik Lisesi

SULTAN VELED DİVANI (ÇEV. PROF. DR. VEYİS DEĞİRMENÇAY) ŞEYDA ARISOY

şeh-nişin: pencere çıkması, balkon ; âgûş: kucak ; dâye: dadı ; pîraye: süs

SINIFTA ÖĞRETĠM LĠDERLĠĞĠ

YEREL MEDYA SEKTÖRÜ VE GLOBALLEġEN MEDYAYA GÖRE KONUMU

Tanzimat Edebiyatı. (Şiir-Roman) YAZARLAR Dr. Özcan BAYRAK Dr. Muhammed Hüküm Dr. Taner NAMLI Dr. Celal ASLAN

TÜRK İSLAM EDEBİYATI (İLH1010)

OSMANLI ARAŞTIRMALARI

T.C DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ ÇALIŞMA EKONOMİSİ VE ENDÜSTRİ İLİŞKİLERİ ÜCRET SİSTEMLERİ VE VERİMLİLİK DERSİ GRUP SİSTEM

TANZİMAT EDEBİYATI ( ) HAZIRLAYAN: Döndü DERELİ D GRUBU-105

XVIII. YÜZYIL KLASİK TÜRK EDEBİYATI: MESNEVİLER XVIII CENTURY CLASSICAL TURKISH LITERATURE: MESNEVİ

AYP 2017 ÜÇÜNCÜ DÖNEM ALIMLARI

GÜNLÜK (GÜNCE)

TANZİMAT DÖNEMİNDE ÖĞRETİCİ METİNLER. Ufuk KÜSDÜL Arhavi Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni

ÖZGEÇMİŞ. Kenan Erdoğan Unvanı. Adı Soyadı. Doçent Doğum Tarihi veyeri Yozgat 01 Mart 1963 Görev Yeri

PROF. DR. FİLİZ KILIÇ KİMDİR?

İNKILAP TARİHİ VİZE BÖLÜMÜ ALTIN SORULAR. 1- Osmanlı da ilk kez yabancı ülkeye seyahat eden padişah kimdir? CEVAP: Abdülaziz.

Kazak Hanlığı nın kuruluşunun 550. yılı dolayısıyla Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümümüzce düzenlenen Kazak

1-MERKEZ TEŞKİLATI. A- Hükümdar B- Saray

AR&GE BÜLTEN 2010 ġubat EKONOMĠ ĠZMĠR FĠNANS ALTYAPISI VE TÜRKĠYE FĠNANS SĠSTEMĠ ĠÇĠNDEKĠ YERĠ

ERCİYES ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ Eğitim-Öğretim Yılı 1.ve 2. Öğretim Eğitim Planları

Prof. Dr. Mehmet Ali BEYHAN Tel: [0 212] Oda no: 315

PROF. DR. TURGUT KARABEY ÖZ GEÇMİŞİ

SANAT VE SANATÇININ BESLENDĠĞĠ SOSYAL MĠRAS: GELENEK ve EDEBĠYAT. Hazırlayan. Müge KARAKUZU. Danışman Öğretmen. Seyfi ERDOĞAN

İnci Hoca YEDİ MEŞALECİLER

Transkript:

Beylikten devlete, devletten imparatorluğa geçiģ sürecini tamamlayarak gücünün zirvesine ulaģan Osmanlı Ġmparatorluğu, Kanunî döneminin ortalarından bilhassa III. Murad (1574-1595) dan itibaren 18. asrın sonuna kadar süren bir çözülme sürecine girmiģtir. Bu modernite/batılılaģma sürecinde, Karlofça (1699) dan sonra ülkenin üzerine çöken kâbus ortamında bir lâlenin ömrü gibi kısa bir süre devam eden Lâle Devri önemli bir dönüm noktasıdır. Tanzimat ise, bu sürecin ulaģtığı sonucu ve baģlayan yeni bir dönemi ifade eder. Orta Asya Türkleri için de bu asır, adım adım Rus iģgaline doğru giden bir dönemin baģlangıcı olmuģtur. Buna karģılık Avrupa, Rönesans tan itibaren gerçekleģtirilen yapısal değiģikler, bilim ve düģünce hayatındaki reformlar ile dünya dengesinde önemli bir güç hâline gelmeye baģlamıģtır. Bu asır, sanayi devrimini gerçekleģtirme sürecine giren batı için aydınlanma çağıdır. Ġlk dönemlerde büyük bir imparatorluk olmanın verdiği güvenle batıdaki geliģmeleri görmezlikten gelen Osmanlı bürokrasisi, devlet ve toplum düzeninde görülen bozulmanın sebebini kanun-ı kadîmden uzaklaģmakta aramıģ, çareyi de Kanunî döneminin görkemli günlerine dönmekte bulmuģtur. Bu gelenekçi ıslahat düģüncesi, her dönemde taraftar bulmakla birlikte bilhassa 18. asra kadar etkili olmuģ; Viyana bozgunuyla, gerek moral, gerekse insan gücü ve toprak bakımından büyük kayıplarla karģı karģıya kalan ve batının askerî-teknik üstünlüğünü istemeye istemeye kabullenmeye mecbur kalan Osmanlılar için, bu tarihten sonra çözümü kanun-ı kadîmde değil batıda aramaya baģlayacakları bir süreç baģlamıģ; baģta savunma alanında olmak üzere bilim, kültür ve hayat tarzında yüzler batıya yönelmiģtir. Osmanlılar bu asra, kökleri oldukça eskiye uzanan huzursuzlukların sosyal bir patlamaya dönüģtüğü Edirne Vak ası (21 Temmuz 1703) olarak bilinen isyanla girmiģtir. Bu olay sonrasında, ilk defa devletin Osmanlı hanedanı tarafından idaresi tartıģılmaya baģlanmıģtır. Edirne Vak ası nın ardından iç huzurun sağlanması 1718 leri bulmuģtur. SavaĢ yanlısı güçlerin yıkılması üzerine sadrazamlığa getirilen (1717) NevĢehirli Damad Ġbrahim PaĢa, toprak kayıplarına razı olup Pasarofça AntlaĢması yla (1718) Viyana dan beri süregelen karıģıklığa son vermeye çalıģmıģ; Avrupalıların askerî güçleri ve diplomasisi hakkında bilgi edinmek üzere ilk defa Paris, Viyana gibi Ģehirlere Osmanlı elçileri göndermiģtir. Bu antlaģmanın getirdiği barıģ yıllarında, Avrupalılara tepeden bakma bırakılarak sadece askerî-teknik alanda değil, sosyal-kültürel hayatta da batıdan aktarmalar baģlamıģtır. Sonradan Lâle Devri olarak adlandırılan,1718-1730 arısındaki 12 yıllık barıģ döneminde, III. Ahmed ve veziri NevĢehirli Damat Ġbrahim PaĢa nın gayretleriyle Kâğıthane merkez olmak üzere Ġstanbul un her tarafında bir imar ve kültür faaliyetine giriģilmiģtir. Ġsmi bizzat Ġbrahim PaĢa tarafından konulan Sadabad, 27 ġevval ll34/31 Temmuz 1722 de III. Ahmed in katıldığı muhteģem bir törenle açılmıģ; saray bu tarihten itibaren devlet erkânı, Ģairler, musikiģinaslar, rakkaseler ve zevk erbabının toplandıkları bir eğlence mekânı olmuģtur. Devlet erkânı, giyim kuģamda bir lüks ve israf yarıģına girerken, batılı ressamlara portrelerini çizdirmek, pahalı samur kürkler giymek moda olmuģtur. Yönetici kesimden baģlayarak, evlerde alçak divanların yerini koltuklar ve iskemleler almaya baģlamıģ, pantolon gibi batı tarzı giyim yaygınlaģmıģtır. Öteden beri Türkler arasında önem verilen bir çiçek olan ve döneme adını veren lâle, bu devirde hastalık derecesine varan bir çılgınlığa/tutkuya dönüģmüģ, nadir bir lâle soğanı yüzlerce altına kadar satılmaya baģlamıģtır. Lâle Devri, bu zevk ve sefa yanının yanında, bilim, kültür ve sanat faaliyetleri bakımından da önemli geliģmelere sahne olmuģtur. Bu alandaki yeniliklerin en önemlisi Ġbrahim Müteferrika (1727 1745) tarafından matbaanın kurulmasıdır. Bunun yanında, sadrazam Ġbrahim PaĢa tarafından, Arapça ve Farsçadan çeviriler yapmak üzere bir tercüme heyeti Sayfa No: 1

oluģturularak, dinî, tarihî eserlerin yanında felsefe ve astronomi ile ilgili eserler çevrilmiģtir. Daha önce Osmanlılarda farklı dillerde basım görülmekle birlikte, Türkçe ilk kitap bu dönemde basılmıģtır. Müteferrika nın ölümüne kadar dinî, tari hî- coğrafî eserler ve sözlüklerden oluģan 17 eser yayımlanmıģtır. Binlerce hattatın isyanı ise, bazı dinî eserlerin çoğaltılması iģi onlara verilerek bastırılmaya çalıģılmıģtır. Müteferrika nın ölümünden sonra ise uzun yıllar hiç kitap yayımlanamamıģtır. Bu olumlu geliģmelere karģılık, Lâle Devri ndeki israf ve lüks merakı, sadrazam ve ekibine karģı tepkileri körüklemiģ ve bu dönem Patrona Halil isyanıyla (1730) kanlı bir Ģekilde sona ermiģ, devrin sembolü hâline gelen Sadabad yerle bir edilmiģtir. Lâle Devri, bazı aģırılıklar bir kenara bırakıldığında toplumdaki değiģim arzusunun ulaģtığı boyutu göstermesi bakımından oldukça önemli bir dönemdir. III. Ahmed in isyan karģısında tahtı bırakıp köģesine çekilmek zorunda kalmasından sonra yerine I. Mahmud (1730-1754) geçmiģtir. Onun, Ġran, Avusturya ve Rusya karģısında elde ettiği bazı askeri baģarılar, Belgrat AntlaĢması ndan Rus savaģına kadar (1739-1768) sürecek 30 yıllık uzun bir barıģ ve rehavet dönemini getirmiģtir. Ruslar ve Avrupalıların kolaylıkla ittifak yapmaları, ilk kez bu kadar uzun bir süre savaģtan uzak kalan Osmanlılara, kuvvetler dengesinde diplomasinin önemini kavratmıģtır. I. Mahmud, barıģ yıllarında Lâle Devri ni hatırlatan boğaz sefaları ve imar faaliyetlerini devam ettirmiģ, Ġstanbul da ve diğer illerde kütüphaneler, Yalova da bir kağıt fabrikası kurmuģtur. Batılı ülkeler karģısında alınan mağlûbiyetler, ordunun Avrupaî tarzda talim ve teçhizini zaruri kılmıģ; sonradan HumbaracıbaĢı Ahmed PaĢa adını alan Fransız C. Alexandre Comte de Bonneval in yardımıyla, maaģlı, yeni bir Humbaracı Ocağı (Hendesehane) kurulmuģtur (1734). Fakat bu ocak yeniçerilerin baskısı üzerine bir süre sonra kapatılmıģtır. Gerek kuzeyde ve batıda, gerekse doğuda varlık mücadelesini sürdüren Osmanlılar, bu asırda bir taraftan da büyük yangınlar, binlerce insanın ölümüne sebep olan depremler ve veba salgını gibi doğal afetlere maruz kalmıģtır. Koca Ragıb PaĢa nın (1756-1763) sadrazamlığı döneminde, devlet Avrupalıların savaģ tahriklerinden uzak tutulmaya ve askeri ıslahatlar devam ettirilmeye çalıģılmıģtır. Baron de Tott un yardımıyla Tophane ıslah edilerek yeni top dökümhaneleri ve gemiler inģa edilmiģtir. Fakat bunlar mevzi düzeltmelerden öteye geçememiģtir. Uzun barıģ yıllarından sonra gelen Rus savaģının (1768) büyük bir felaketle sonuçlanması, III. Mustafa nın üzüntüsünden ölümüne sebep olmuģ (21 Ocak 1774), tahta çıkan kardeģi I. Abdülhamid (1774-1789); Karlofça dan sonraki en ağır antlaģma olan Küçük Kaynarca AntlaĢması (1774) nı imzalamak zorunda kalmıģtır.devletin bütün zafiyetini gözler önüne seren bu savaģlardan sonra, Osmanlıların kaderi Avrupa devletlerinin kuvvet dengesine bağlı kalmıģtır. Böylesine kritik bir dönemde tahta geçen I. Abdülhamid, askerî ıslahatlara önem vermiģ; Osmanlı ordusunu ıslah etmek üzere gelen Fransız heyetin baģında bulunan Baron de Tott un desteğiyle, tersanede matematik eğitimi veren Mühendishane (1776), daha sonra yabancı uzmanların idaresinde Ġstihkâm Okulu (1784) ve deniz subayı yetiģtirmek üzere Mühendishane-i Bahrî-i Hümayun (1776) açılmıģtır. Fakat asıl ıslahı gerektiren yeniçeri ocağına ise yine dokunulamamıģtır. Bu askerî faaliyetlerin yanında, matbaa Beylikçi RaĢid Efendinin gayretleriyle yeniden canlandırılmıģtır (1782).GeliĢen olaylar, Osmanlıların köhneleģmiģ sistemiyle Batılı devletlerle baģa çıkamayacağını bir defa daha göstermiģ, sadece askeri alanda değil, bütün devlet kurumları için bir düzenleme ve yeniden yapılanma ihtiyacını açıkça ortaya çıkarmıģtır. Bu sebeple, iyi bir eğitim gören, reform yanlısı bir devlet adamı olan III. Selim (1789-1807), askeri ve idari alanda Nizam-ı Cedid adı verilen ıslahat çalıģmalarına giriģmiģtir. Bunun için, baģta Fransa olmak üzere Ġngiltere ve Ġsveç ten uzmanlar getirmiģ, geçici elçiliklerin dıģında Londra, Sayfa No: 2

Viyana Berlin ve Paris gibi önemli merkezlerde ilk daimi elçiliklerin açılmasını sağlamıģtır. Askeri alanda, modern Nizam-ı Cedid ordusunun kurulmasına karar vermiģ; Yeniçeri, Humbaracı, Lâğımcı ve Topçu Ocaklarına talim mecburiyeti koymuģtur. Ordunun ihtiyaçları için deniz mühendishanesinin yanında kara mühendishanesi (Mühendishane-i Berrî-i Hümayun) kurulurken (1794); bilim, sanat, ticaret alanında da Avrupa daki geliģmelere ayak uydurulmaya çalıģılmıģtır. Sosyal alanda da bazı düzenlemeler yapan III. Selim, devlet erkânında görülen lüks ve gösteriģ merakını yasaklamıģ, ahlakî çöküntüyü engellemek için içki yasağı getirmiģtir. Fakat aksaklıkların büyük boyutlara ulaģması, reform çalıģmalarını yürütebilecek yeterli elemanın olmaması, ıslahat çalıģmalarından beklenen sonucun alınmasını engellemiģtir. Nizam-ı Cedid askerinde görülen, Avrupai Ģekil ve üslûp bazı halk kitlelerini de rahatsız etmiģ, Rus seferinden sonra baģlayan Lâle Devri ni aratmayacak eğlence âlemleri ve mehtap sefaları padiģaha duyulan öfkeyi daha da arttırmıģtır. 1807 de Boğaz ı korumakla görevli muhafızlara Nizam-ı Cedid kıyafetinin giydirilmek istenmesi Kabakçı Mustafa ÇavuĢ un önderliğinde bir isyana sebep olmuģtur. Etrafındaki insanlara güveni kalmayan III. Selim, isyancılara karģı koymayarak Nizam-ı Cedid i kaldırdığını ilân etmiģ ve böylelikle reform hareketleri tam bir fiyaskoyla sonuçlanmıģtır. Görüldüğü gibi, bu dönemde yapılan ıslah çalıģmaları genel olarak eskilerin yanında yeni müesseselerin kurulması Ģeklinde gerçekleģmiģ, bu ise klâsik düzeni değiģtirmeye, çöküģe doğru giden imparatorluğa hayat vermeye yetmemiģtir (Siyasî ve sosyo-kültürel hayat için bk. Ġ. HakkıUzunçarĢılı 1978; UzunçarĢılı 1983; Shaw 1982; Kunt 1999; Emecen 1999; Beydilli 1999). Osmanlı zihniyet dünyasında 18. asrın baģlarından itibaren kendisini daha fazla hissettirmeye baģlayan çözülme, siyasî hayatın yanında sosyal yapıda da önemli değiģikliklere yol açmıģtır. Yıllardır biriken problemler, toprak kayıplarıyla gelen binlerce göçmenin iskânı, Celalî isyanları ve iç karıģıklıkların getirdiği huzursuzluklar, konar göçerlerin yerleģik hayata zorlanması, beraberinde iģsizlik, ekonomik sıkıntı ve ahlâkî çöküntü getirmiģtir. Ekonomik sıkıntıların artmasında, 17. asrın baģlarından itibaren Ġngiliz ve Hollandalıların Güney ve Güneydoğu Asya da egemenlikler kurmaya baģlamasıyla dünya ticaret yollarının açık denizlere geçmesinin de önemli bir rolü vardır (Faroqhi 1999: 200-208). Fakat, artan bu sefalete karģılık baģta devlet erkânından baģlamak üzere sefahat de artmıģ, israf ve lüks merakı herkesi sarmıģtır. Bu asırda, Paris te Turquerie diye Türk giyim kuģam tarzı moda olurken, Osmanlılarda da Batı taklit edilen prestij kültür hâline gelmiģtir. Osmanlı daki zihniyet değiģiminde, Batılı ülkelerle artan iliģkilerin ve kurulan elçiliklerin özel bir önemi vardır. Elçiliklerde seküler bir anlayıģla kendisini yetiģtirmeye baģlayan Osmanlı aydınları, modernleģme eğilimini besleyen temel kaynak olmuģtur. Paris e 1720/21 de elçi olarak gönderilen Yirmi sekiz Mehmed Çelebi nin sefaretnamesi, zihniyet dünyasındaki değiģimi/çözülüģü göstermesi bakımından önemli bir dönüm noktasıdır. Bu eserde olduğu kadar, daha önce hiç bir eserde Batı kültür ve medeniyetine duyulan hayranlık ifade edilmemiģtir. Yönetim kesiminde kendisini hissettirmeye baģlayan modernite/batılılaģma eğilimi, öncelikle savunma alanında kendisini göstermiģ; bu eğilim saray, ordu ve resmî kurumlardan baģlayarak, baģta mimari olmak üzere, musiki, tezyinat, giyim- kuģam ve hayat tarzını da etkilemeye baģlamıģtır. Bunlar içinde batılı öğelerin en hızlı uygulandığı sanat dalı mimari olmuģtur. Mimariye göre batılı resim anlayıģına geçiģ biraz daha uzun sürmüģtür (Ödekan 1999). Diğer sanat dallarına yansıyan batı etkisi bu asırda musıkiye yansımamıģtır. *** Karlofça (1699) dan itibaren belirgin bir Ģekilde kendisini hissettirmeye baģlayan sosyal ve Sayfa No: 3

siyasî yapıdaki çözülüģ, bilim, kültür ve sanat eserlerinde etkisini göstermeye baģlamakla birlikte; eskinin bütün heybetiyle varlığını sürdürdüğü bir dönemde bunlar dağınık, birbirinden kopuk arayıģlardan öteye geçememiģtir. Çünkü devri peģinden sürükleyebilecek bir fikir akımı veya bir ekol bu asırda henüz ortada yoktur. Edebiyatımızı, divan/klâsik, halk veya anonim, âģık, tekke (dinî-tasavvufî) olmak üzere tasnif etmek bir gelenek hâline gelmekle birlikte; bu ayırım inceleme kolaylığı sağlamasının dıģında fazla bir anlam ifade etmemektedir. Bilindiği gibi edebî eserler, sözlü ve yazılı kültür ortamlarında vücut bulmakta ve bunlar değiģen sosyal Ģartlara bağlı olarak sürekli bir etkileģim içinde geliģimini sürdürmektedirler. Anonim, âģık ve tekke edebiyatının bir kısmı, okumak yerine dinlemek amacıyla kaleme alınan sözlü kültür ortamına ait eserlerdir. Bunlar arasında da zamanla iyi bir eğitim gören, estetik edebiyat çizgisinde eserler veren temsilciler yetiģmiģtir. Batıda, edebî eserler popüler (hafif, toplumcu) ve estetik (gerçek, bireyci) olmak üzere ikiye ayrılarak incelenmektedir. Türk edebiyatını da, benzer bir Ģekilde, zorlama bir takım tasniflerden uzak, bütüncü bir yaklaģımla ele almak; gereksiz isimlendirmeler yerine bizzat edebiyatın kendi geliģimi esas alınarak belirlenecek dönemlere uygun isimler bulmaya çalıģmak, en doğru yol olsa gerektir. Arap edebiyatında Ģekillenen sanat ve estetik anlayıģı, bu edebiyatta 9-11. asırlar arasında klâsik dönemini yaģadıktan sonra, 19. asra kadar devam edecek bir durgunluk sürecine girmiģtir (Çetin 1991: 291). Bu sanat anlayıģı, asıl geliģimini büyük ölçüde Türk soyundan gelen hükümdarların himayesi ve teģvikiyle Fars edebiyatında göstermiģ; kuruluģ devrinin tipik özelliklerini gösteren Horasan üslûbundan sonra, Irak üslûbuyla klâsikleģme sürecine girmiģtir. Türk edebiyatını derinden etkileyen önemli Ģairler yetiģtiren Fars edebiyatında, Camî (ö. 1492) ile klâsik dönem kapanmıģ ve bundan sonra, Hz. Ali ve 12 imam inancını anlatmaya dönük dinî-mezhebî bir yola girilmiģtir (bk. Hümaî 1340). Anadolu sahasında geliģen Türk edebiyatı ise, üç asırlık bir kuruluģ ve geliģme döneminden sonra, 16. asırda Fuzulî (ö. 1556) ve Bakî (ö. 1600) gibi Ģairlerin elinde Fars edebiyatında olmayan bir derinlik ve incelik kazanarak klâsikleģme sürecini tamamlamıģtır. Fars edebiyatı, 16. asırda Herat Ģairleri arasında doğan ve 17. asırda Safevîlerin ağır baskılardan bunalarak Hint- Türk imparatorluğu sarayına sığınmak zorunda kalan Ģairlerin elinde geliģen Hint üslûbuyla, daha bediî, ince, zihnî ve girift bir özellik kazanmıģtır. Fakat bu, yeni bir akım değil klâsik estetiğin geleneksel konu, biçim, teģbih ve mecaz sisteminin kendi içinde yeni bir terkibe ulaģmasıdır. Bu dönemde, klâsik estetiğin açık, anlaģılır anlatım sistemi (imge) iģlene iģlene çok yönlü karmaģık bir nitelik kazanmıģtır. Bu üslûp, Nef î (ö. 1635) nin sanat hayatının ikinci yarısından itibaren Türk edebiyatında etkisini göstermeye baģlamıģ ve 17. asırda Nailî-i Kadîm (ö. 1666), NeĢatî (1674), Fehîm-i Kadîm (ö. 1648), Ġsmetî (ö. 1664) gibi önemli temsilcilerini yetiģtirdikten sonra Nabî (ö. 1712) den itibaren aģırı zihnîliği ve külfeti sebebiyle eleģtirilmeye baģlanmıģ ve Sabit le (ö. 1712) birlikte mahallî duyarlılığın ön plâna çıkmasıyla 18 ve 19. asırda asırda birkaç temsilci dıģında eski önemini yitirmiģtir. Divan edebiyatı bu asırda klâsik devrin son dönemini yaģar. Bu edebiyat, 18. asırda, önceki asırlarda oluģan zevk anlayıģları doğrultusunda bir geliģme göstermekle birlikte, çok daha renkli, zengin, eklektik bir görünüm arz eder. Anlamdan ziyade sese önem veren, açık, tabiî, zarif bir söyleyiģe dayanan klâsik üslûp; klâsik üslûp içinde kalmakla birlikte ses yerine anlamı (fikri) ön plâna çıkaran tebliğî (hikemî, didaktik) üslûp; anlamın ön plâna çıktığı, girift ve yeni mazmunlarla yüklü muğlak, tasannulu söyleyiģe dayanan bediî üslûp (Sebk-i Hindî) ve konuģma diline ait deyiģlerle yüklü, külfetsiz, açık bir söyleyiģe yaslanan mahallî/folklorik üslûp, bu dönemin belirgin çizgileri olur. Fakat, bu asırda Ģairler daha çok Hint üslûbuyla zirveye çıkan külfetli, sanatkârane söyleyiģe tepki olarak nesir üslûbuna Sayfa No: 4

doğru açılan tasannudan uzak, açık, zarif ve külfetsiz bir söyleyiģi tercih ederler. Nedîm de zarif bir senteze ulaģan bu üslûp, daha çok Sebk-i Hindî öncesi, yani Bakî (ö. 1600), ġeyhülislâm Yahya (ö. 1643) gibi Ģairlerin elinde ifadesini bulan, Ģairlerin kudemâ tarzı dediği klâsik üslûptur. Bu, mevcut estetik anlayıģı içinde bütün imkânları zorlayan bir edebiyatın yeniden geriye dönüģüdür. Fars edebiyatında da, 18. asrın baģlarından 20. asra kadar Hint üslûbuna tepki olarak Sebk-i Irakî ve Sebk-i Horasanî Ģairleri örnek alınmaya baģlanmıģtır. Bu, bir geriye dönüģ hareketi olması sebebiyle BâzgeĢt-i Edebî olarak anılmıģtır (bk. Mîr Sadıkî 1376: 30-31; ġümeysa 1378: 305 339). Bu dönemde yetiģen Türk Ģairlerinin eserlerinde, bu Ģairlerin isimlerine rastlanmaması iki edebiyatın aynı saiklerle benzer bir yöne yöneldiklerini düģündürmektedir. Türk Ģairleri, bu asırda kendi klâsiklerinin yanında Fars edebiyatından Örfî-yi ġirazî (ö. 1590), Saib-i Saib-i Tebrizî (ö. 1669), Kelîm-i KaĢanî (ö. 1650), Tâlib-i Amulî (ö. 1626) ve ġevket-i Buharî (ö. 1699) gibi Hint üslûbunun önemli temsilcilerini örnek almaya, kendilerini onlarla karģılaģtırmaya devam etmiģlerdir. 16. asırdan itibaren ifade edilmeye baģlanan Fars Ģairlerine üstünlük iddiası bu asırda daha yüksek tonla söylenmiģ, bu küçümseyici eda ikinci sınıf Ģairlerde bile hâkim olmuģtur. Fars etkisi, Arpaeminizade Samî (ö. 1733) ve Hoca NeĢ et le (ö. 1807) birlikte yeniden canlanmıģ, klâsik imge sisteminden Sebk- i Hindî nin imge sistemine geçiģ en yüksek ve yoğun bir Ģekilde asrın sonunda ġeyh Galib (ö. 1799) le gerçekleģmiģtir. Siyasi ve sosyal hayatta belirgin bir Ģekilde kendisini hissettirmeye baģlayan zevâle karģılık, bu dönemde edebiyat hayatı önceki asrın devamı olarak kemal dönemini yaģamaya devam etmiģ; eski Ģiir, önceki asırda hikmet ve hünerle ulaģmaya çalıģtığı merhaleye, bu asırda günlük hayatı ve konuģma dilinin kendisine has lügatini Ģiire taģıyarak varmaya çalıģmıģtır.bu asır, Ģair kadrosu bakımından eski edebiyatın en zengin dönemidir. Bu sebeple 18. yüzyıl, kaynaklarda Ģiir ve Ģair asrı olarak kabul edilmiģ; Sabit ten itibaren "her kaldırım taģının altından bir Ģair in çıkması sık sık eleģtiri konusu edilmiģtir. Bu tür Ģikayetlere önceki asırlarda da rastlanmakla birlikte; bu asırdaki artıģ büyük bir geleneğin tekrarlana takrarlana boģ bir Ģablona dönüģmeye baģladığını göstermektedir. Ġstanbul kütüphanelerinde, 18. asra ait divanı olan Ģairlerin sayısı 168 dir (TYDK 1968: 901-934). Safayî (ö. 1725), Salim (ö. 1743), Belîğ (ö. 1729), Ramiz (ö. 1788), Silahdarzade Mehmed Emin (ö.?), Safvet (ö.?), Es adzade (1796), Enderunlu Akif (ö. 1796) tezkirelerine göre ise, bu asırda yetiģen Ģairlerin sayısı 1322 dir (Çeltik 1998: 49-85). Bunlar, eski Ģiiri besleyen kaynakların bu asırda eski gücünden fazla bir Ģey kaybetmediğini göstermektedir. Bu asırda Osmanlılar, birkaçı dıģında sanatkârları koruyan, onları teģvik eden Ģair, musikiģinas, yenilik yanlısı padiģahlar tarafından yönetilmiģ; artan iç ve dıģ sarsıntılara karģılık baģta saray olmak üzere diğer devlet adamları sanatkârları teģvik etmeye devam etmiģlerdir. III. Ahmed (1703-1730) Necib ve Ahmed mahlâsıyla, I. Mahmud (1730-1754) Sebkatî mahlâsıyla, III. Mustafa (1757-1774) Cihangir mahlâsıyla, III. Selim Ġlhamî mahlâsıyla Ģiirler söylemiģtir. III. Ahmed ve III. Selim (Elgin 1959) ise divan tertip etmiģlerdir. I. Mahmud ve bilhassa III. Selim Ģairliklerinin yanında iyi birer bestekârdır. III. Ahmed ve III. Selim in saltanat yılları sanatkârlar açısından en verimli dönemlerdir. Bu iki padiģahın sanat ve kültür faaliyetlerine yakın ilgisi, asrın baģında Nedîm (ö. 1730), sonunda ise ġeyh Galib (ö. 1799) gibi eski edebiyatın iki zirve ismini yetiģtirmiģtir. PadiĢahların yanında, Damat Ġbrahim PaĢa ve Koca Ragıb PaĢa gibi sadrazamların sanat ve kültür faaliyetlerine verdiği önem, sosyal ve siyasî hayattaki olumsuzluklara karģılık edebiyat hayatının canlılığını korumasında etkili olmuģtur. Sayfa No: 5

Bu asırda edebiyat ve sanat hayatının merkezi yine Ġstanbul dur. Edirne, Bursa, YeniĢehir, Mora, Edirne, Tokat, Erzurum, Antakya, Adana, Kerkük, Kırım gibi merkezlerde doğan devrin önde gelen isimleri, tahsil veya görevleri sebebiyle Ġstanbul a gelerek, kendilerini burada gösterme fırsatı bulmuģlardır. Bu, siyasî ve sosyal hayattaki çözülmenin kendisini iyice hissettirdiği 18. asırda, Ġstanbul un çekim merkezi olma özelliğinden bir Ģey yitirmediğini göstermektedir. Ġstanbul dıģında da Diyarbakırlı Hamî ve Âgâh gibi bazı Ģairlerin etrafında küçük muhitler oluģmuģtur. Bu asır, klâsik edebiyatın Ģiir ve Ģair bakımından en verimli çağı olmakla birlikte; bunlar arasında, nazımlıktan Ģairliğe çıkabilenlerin sayısı ne yazık ki fazla değildir. Bu dönemin Ģair kadrosu bakımından dikkati çeken bir özelliği de, klâsik edebiyatın en meģhur kadın Ģairi Fıtnat Hanım ın bu asırda yetiģmesidir. Bu dönemin ilk akla gelen isimleri, tezkirecilerin el değmemiģ düģünceler ve kendisine has hayallere sahip, yaratıcı Ģairler olarak vasıflandırdığı, kendisinden sonra birçok takipçi bulan üslûp sahibi Ģairler olan Nedîm (ö. 1730) ve ġeyh Galib (ö. 1799) tir. Bu üslûp sahibi Ģairlerin izinden gitmekle birlikte, üstat Ģairlerden aldıkları manalardan yeni bir mana çıkarmaya kadir; tezkirecilerce yaratıcı Ģairler gibi makbul tutulan, yer yer üstatları seviyesinde orijinal Ģiirler yazan Ģairler ise Ģunlardır: Kâmî (ö. 1724), Samî (ö. 1733-34), RaĢid (ö. 1735), Seyyid Vehbî (ö. 1736), Nahifî (ö. 1738?), Münîf (ö. 1743), Neylî (ö. 1748), Koca Ragıp PaĢa (ö. 1763), Sünbülzade Vehbî (ö. 1809). Bu grubu, Ģiir ve inģada mahareti olan, nazım ve nesri Ģairler arasında makbul tutulan ve devrinde Ģöhretin kapılarını aralamayı baģarmıģ, çağdaģları arasında nâdirü l-akrân olarak vasıflandırılan; doğuģtan iyi Ģair olmakla birlikte sanatlarını yeterince geliģtirme fırsatı bulamamıģ, eserleri gerekli titizlikten yoksun Ģairler takip etmektedir: Dürrî (ö. 1722), Osmanzade Tâib (ö. 1724), Nazîm Yahya (ö. 1727), Ġsmail Belîğ (ö. 1729), Vahîd (ö. 1732-33), Atıf (ö. 1742), Hatem (ö. 1754), Mehmed Emin Belîğ (ö. 1760-61), Çelebizade Asım (ö. 1760), Nevres-i Kadîm (ö. 1761-62), Hazık (ö. 1763), NaĢid (ö. 1791), Kânî (ö. 1792), Hoca NeĢ et (ö. 1807), Vak anüvis Pertev (ö. 1807-08), Esrar Dede (ö. 1796), Enderunî Fazıl (ö. 1810), Sürurî (ö. 1814). Taklit ve tekit seviyesinde kalmakla birlikte, yer yer mana ve hayali güzel tazmin ve iktibas edebilen; nazire Ģairleri içinde, bazı Ģiirleri ve çeģitli özellikleriyle dikkati çekmeyi baģarmıģ Ģairler ise Ģunlardır: Hevayî (ö. 1715), Ġzzet Ali PaĢa (1734), Enis Dede (ö. 1733), ġeyhülislâm Ġshak (ö. 1734), Sakıb Dede (ö. 1735), Feyzî (ö. 1739), Salim (ö. 1743), Fennî (ö. 1745), Kırımlı Rahmî (ö. 1752), ġeyhülislâm Es ad (ö. 1753), Ratib Ahmed PaĢa (ö. 1762), HaĢmet (ö. 1768), Fıtnat (ö. 1780), Beylikçi Ġzzet (ö. 1809), Ġlhamî (III.Selim) (ö. 1808). Devri temsil özelliğine sahip bu Ģairlerin yanında, tezkirelerde övgüyle bahsedilen, vezinli kafiyeli söz söylemeye kadir, heveskâran-ı nazm (nazm heveskârları) veya Ģair-i puhtegüftâr (ham sözlü Ģair) olarak nitelendirilen divan sahibi çok sayıda isim daha vardır. Bu dönem edebiyatı, yukarıda belirtildiği gibi daha önceki asırlarda oluģan edebî zevkler Sayfa No: 6

doğrultusunda geliģmesini devam ettirmiģtir. Mevcut estetik anlayıģı içinde dilin imkânlarını sonuna kadar zorlayan üstat Ģairlerden sonra; Nedîm ve ġeyh Galib, üstün yetenekleriyle eski Ģiire derin bir nefes aldırmıģlardır. Bunların dıģındaki Ģairlere ise eskilerin ve devrin üstat Ģairlerin izinden gitmek kalmıģtır. Bu sebeple, bu asır daha çok bir nazire edebiyatı görünümü arz etmektedir. Bu asırda en çok tanzir edilen Ģairlerin baģında, gazelde Nabî (ö. 1712), kasidede ise Nef î (ö. 1635) gelmektedir. Asrın baģında Nedîm in, sonunda da ġeyh Galib in yetiģmesiyle, Ģairlerin ilgisi yukarıdaki üstatların yanında onlara da yönelmiģtir. Bu durum, her aģırılıkta olduğu gibi tepkilere yol açmıģ, nazirenin basit bir taklit, hatta sirkat (hırsızlık) seviyesinde kalması bazı Ģairlerce eleģtirilmiģ; kudemanın köhne tarzının terk edilip yeniyi bulmanın gereği ifade edilmiģtir. Divanlardaki nev-zemin, nev-âyin baģlıklı Ģiirler, Ģairlerdeki değiģim arzusunu göstermesi bakımından son derece önemlidir. Buna karģılık, eskinin küçük istisnalar dıģında hayat tarzı ve edebiyat anlayıģıyla bütün heybetiyle devam etmesi, Ģairleri kudema tarzından kurtaramamıģ, onlardaki yenilikler de yeni bir mazmun, alıģılmadık bir kafiye ve rediften öteye geçememiģtir. ġairlerin yeni olandan anladıkları da açık değildir. ġairlerdeki bu yenilik arzusu, gerek Ģekil, gerekse içerik bakımından klâsik estetiğin katı kurallarında çözülmelere yol açmıģtır. Eski Ģiirin kadim konuları, aģk, tasavvuf, rintlik ve tabiat, önceki asırdan itibaren artmaya baģlayan mahallî konular bu asırda da devam etmekle birlikte; Ģairlerin yüzü iç ve dıģ gerçekliğe daha fazla dönmüģ, sosyal hayat ve zihniyet dünyasındaki değiģimin iz düģümleri az da olsa edebiyatta görülmeye baģlamıģtır. Bu dönemde tasavvufî aģk birkaç temsilci dıģında pek görülmemiģtir. Kadim, her dem taze konu olan aģk, geleneksel soyut kalıplarından çıkıp Nedîm, Enderunî Fazıl gibi Ģairlerin elinde daha gerçekçi, yer yer müstehcen ve bayağılık boyutlarında ifade edilmeye baģlanmıģtır. Fakat, Ģairlerin bu tavırları tepkilere yol açmıģ, Nedîm ahlâk bozuculukla suçlanırken; Fazıl ın Zenan-nâme si Tanzimat döneminde bile müstehcen bulunarak toplatılmıģtır. Yerli konular, gerek mesnevîlerde, gerekse kaside nesiblerinde baģarıyla sahnelenmiģ, yer yer modern hikâyeleri andıran örnekler ortaya konulmuģtur (Kortantamer 1993:391-412; Horata 1997: 593-599, 423-433). Bunların yanında, yeni, orijinal benzetmeler, alıģılmadık mazmunlar divanlardaki çizgi dıģı söyleyiģlerin sayısını ciddî bir Ģekilde artırmıģtır. ġairler, mavi gözlü ve sarıģın güzellere, kâfir dilberlerine olan meylini ifade edip esmerden Ģikayet etmeye baģlamıģlar, sevgilinin her Ģeyine razı olan âģıkların yerini cefalı sevgili istemeyen âģıklar almaya baģlamıģtır. Bunun dıģında divanlarda, belâgat, sarf, nahiv ve usûl ilmine ait terimlerle örülü kasideler ve musiki terimleriyle dolu Ģiirlere yer verilmiģtir. Bunlar, eski Ģiirin söz dağarcığındaki ve zevk anlayıģındaki çözülüģün önemli ölçülere ulaģtığını; klâsik estetiğin katı kalıpları içinde eskinin devamı olmayan farklı bir durumun ortaya çıkmaya baģladığını göstermektedir. Bu, geleneğin içinde ferdin doğuģunu, yani klâsik Ģairlerin kendisini ben olarak ortaya koymaya baģladıklarını iģaret etmektedir. Bu tür yenilik arayıģlarına karģılık, bu asır edebiyatının genellikle taklit seviyesinde kalması, buna karģılık ortalığın Ģair geçinen insanlarla dolması bazı Ģairleri edebiyat dünyasının hakemliğine soyundurmuģtur. Osmanzade Taib, resmî fermanla reis-i Ģairan ilan edilmesinden sonra Sultan Ahmed için kaleme aldığı kasidesinde; çağdaģı Ģairleri değerlendirmiģ, Ģairle müteģairi (Ģair geçinen) ayırmaya çalıģmıģtır. Daha sonra da bu görevi yerine getirmek üzere Seyyid Vehbî yi vekil bırakmıģtır. Vehbî de 170 beyitlik uzun vekâletnamesinde, Sultan III. Ahmed devri Ģairlerinin Ģiir ve inģalarını değerlendirmiģ, o da kendisinden sonra Nedîm i görevlendirmiģ, onun da son hükmü vermek için Selim Efendi (ö. 1725) yi vekil bırakmasını tavsiye etmiģtir. Fakat Nedîm in zamansız ölümü bu görevini Sayfa No: 7

yerine getirmesini engellemiģtir. Selim ise edebiyat dünyasında fazla bir varlık gösterememiģtir. Asrın sonunda sultanu Ģ-Ģuara seçilen Sünbülzade Vehbî (ö. 1809) ise, sühan redifli kasidesinde çağdaģı Ģairleri isim vermeden istihza yoluyla hicvetmiģtir. Bu asırdaki yozlaģmayı gösteren bir örnek de müģterek gazel sayısındaki artıģtır. Nabî de bir örnekle sınırlı kalan bu yöneliģ, bu asır Ģairleri bilhassa bir muhit etrafında toplananlar arasında oldukça rağbet görmüģtür. Beylikçi Ġzzet gibi bazı sanatkârlarda Ģairlerin sayısı dörde kadar çıkarılmıģtır. Bu asırda, heceyle yazılan bazı Ģarkı ve koģmaların yanında klâsik nazım Ģekilleri kullanılmaya devam etmiģtir. Fakat eski nazım Ģekilleri içinde alıģılmadık, yeni konular daha fazla görülmeye baģlamıģtır. Nazîm, Fıtnat, Sünbülzade Vehbî, Enderunî Fazıl gibi Ģairler, bazı müstezatlarında gazelin yerine kıt ayı tercih etmiģlerdir. Bunun dıģında, Nazîm müstezat Ģeklinde naat, Hevayî ise hezl yazmıģtır. Kaside, tarih, mesnevî, musammat ve gazeller arasında içeriğiyle dikkati çeken orijinal Ģiirlere rastlanmaktadır. Bu dönemde, önceki asra göre kaside ve mesnevî sahasında ciddî bir azalma görülmektedir. Buna karģılık, gazeller ve tarihler ile, Ģarkı, tahmis, murabba, muhammes gibi musammatların sayısında artıģ olmuģtur.bu olumsuzluklara karģılık, kaside sahasında baģta Nedîm (Macid 1997) ve Galib (Okçu 1993) olmak üzere önemli isimler yetiģmiģtir. Bu Ģairler asıl kudretlerini gazellerinde göstermekle birlikte, kaside Ģeklinde de ilk akla gelen isimlerdir. Nedîm ve Galib ten sonra, kaside sahasının ilk akla gelen ismi Münîf tir. (Küçük 1999) Nef î ve Fars edebiyatından Saib, ġevket ve Örfî gibi Ģairlerin etkisinde kalan Ģair, orijinal hayaller ve güçlü bir söyleyiģle yüklü kasideler kaleme almıģtır. Münîf in dıģında Seyyid Vehbî ve Sünbülzade Vehbî anılması gereken önemli kaside Ģairleridir. Edirneli Kâmî, Samî, Neylî, Kânî, Yahya Nazîm, Sakıb Mustafa, Nevres, HaĢmet, NaĢid ve Enderunî Fazıl kasideleriyle de dikkati çeken Ģairlerdir. Fazıl, kötü talihinden Ģikayetleri ve günlük konuģma diline açılan üslûbu; Sakıb, Kânî ve Yahya Nazîm naatları; Münîf, Kânî ve Sakıb ise kasidelerinin uzunluğuyla dikkati çekmiģlerdir. Diğer Ģairlerde ise, kasidelerin beyit sayısında önceki asra göre bir kısalma göze çarpmaktadır. Sebk-i Hindî ile birlikte, sanatın hüner göstermeye dönüģmesi tarih, muamma ve lügaz türünde artıģa sebep olmuģtur. Tarihler genellikle kıt a-i kebire Ģeklinde yazılmıģtır. Nabî nin 150 nin üzerinde kıt aya yer vermesi takipçilerini de kıt a yazmaya yöneltmiģtir. Dürrî ve Sürurî, tarih türünün bu asırdaki en önemli isimleridir. Seyyid Vehbî, Kâmî, Kırımlı Rahmî, Nedîm, ġâkir, RaĢid, Eenderunî Fazıl divanında çok sayıda tarihe yer veren Ģairlerdir. Dürrî nin Divanı nın önemli bir kısmı tarihlerle doludur. Bu asrın ve klâsik edebiyatın tarih düģürmedeki üstadı ise Sürurî dir. Tarih yazmayı sanatının aslî gayesi hâline getiren Ģairin divanı her kesimden insan için yazılmıģ tarihlerle doludur. Tarihler, kliģeleģmiģ ifadelerin yanında devrin sosyal hayatıyla ilgili realist tasvirleriyle dikkati çeken Ģiirlerdir. Sosyal konulu tarihlerin yanında, Kâmî nin eģi ve babasının ardından, Ġzzet Ali PaĢa nın da kızının ardından yazdığı lirik tarihlere de rastlanmaktadır. Gazel bu asırda da en çok rağbet gören nazım Ģekli olmuģtur. BaĢta Nedîm olmak üzere, ġeyh Galib, RaĢid, Nahifî, Kâmî, Vahîd Mahtumî, Samî, Neylî, Çelebizade Asım, Ġzzet Ali PaĢa (Aypay 1998), Mehmed Emin Belîğ, Hazık, Fıtnat, Sünbülzade Vehbî, HaĢmet (Arslan ve Aksoyak 1994), NaĢid, Esrar Dede (Horata 1998), Pertev gazelleriyle tanınan Ģairlerdir. Nedîm, Lâle Devri nin coģkusunu, duygularını bütün içtenliğiyle dile getirdiği gazelleriyle kendisine has yeni bir vadi açan, eski Ģiirimizin en büyük gazel Ģairlerinden biridir. Sebk-i Hindî nin en önemli temsilcisi olan Galib, asıl kudretini mesnevîsinde göstermekle birlikte gazel tarzının da güçlü Ģairleri arasında yer almıģtır. Divanında, basit bir Türkçeyle kaleme alınmıģ bir gazeli de vardır. Pertev 500 civarındaki gazeliyle asrın en çok gazel söyleyen Ģairidir. Bu asırda, geleneksel rindane, âģıkane ve dinî-tasavvufî neģveyle alınan gazellerin yanında, Hevayî ile birlikte hiciv ve Sayfa No: 8

hezl türünde yazılan gazeller de artmaya baģlamıģtır. Gazellerin beyit sayısı genellikle 5 beyit civarına düģmekle birlikte, ġeyh Galib ve Sakıb Dede gibi Ģairlerde artmıģtır. Musammatlar, Ģarkının gördüğü rağbet sebebiyle bu asırda divanlar içinde ön plâna çıkmıģtır. Ġlk örneğini, Ubeydî (ö. 1573) ve Nailî de (ö. 1666) gördüğümüz Ģarkı yazma 18. asırda daha da yaygınlaģmıģ, Nazîm, Nedîm, Vahîd, Galib, E. Fazıl gibi Ģairler çok sayıda Ģarkı yazmıģlardır. Edebiyatımızda, kendisine has özellikleri olan bir nazım Ģekli olmaktan ziyade, bestelenen veya bestelenmek amacıyla yazılan Ģiirlerin adı olan Ģarkı genellikle murabba Ģeklinde yazılmıģtır (Cengiz 1986: 314-335). Nedîm, devrin eğlence hayatının coģkusundan, III. Ahmed in tıraģ olmasına kadar her konuda yazdığı Ģarkılarıyla türün klâsik konularını geniģletmiģtir. Vahîd, yazdığı 101 Ģarkıyla (bestelenen 2 gazeliyle bu sayı 103 e çıkmaktadır), sonraki asırda yaģayan ve kendisi gibi Enderunlu olan Vâsıf tan sonra (ö. 1824-25) edebiyatımızın en çok Ģarkı söyleyen Ģairi olmuģtur. Pertev, gazellerinin yanında musammatlarının çokluğuyla da tanınan bir Ģairdir. Divan ında terbi den ta Ģire kadar 72 musammat vardır. Bunlar arasında yer alan Nev-âyin baģlıklı muaģģeri, Galib ve Nedîm le karģılıklı konuģma tarzında yazılan orijinal bir Ģiirdir. Mehmed Emin Belîğ in müseddes Ģeklinde kaleme aldığı Hammam-nâme, Terzi-nâme, Berbernâme, KefĢger-nâme si folklorik özellikleriyle dikkati çeken türünün orijinal örneklerindendir. Nevres in (Akkaya 1996) sürgün yıllarındaki vatan özlemini dile getirdiği terkibi, musammatlar arasında lirik ve realist özelliğiyle dikkati çekmektedir. Rubaîde Nahifî asrın en önemli ismidir. O, Haletî den sonra edebiyatımızda en çok rubaî söyleyen Ģairdir. Esrar Dede ve Galib de divanlarında çok sayıda rubaîye yer vermiģtir. Neylî ise, fazla rubaî söylememekle birlikte Hayyam la boy ölçüģebileceğini iddia etmiģtir. Bu asır önceki yüzyıllara göre mesnevîler bakımından oldukça fakirdir. Çift kahramanlı aģk ve macera konulu mesnevîler itibardan düģmüģ, dinî-tasavvufî mesnevîlerde önceki döneme göre büyük bir azalma olmuģtur. Buna karģılık, realist, orijinal mesnevîlerin sayısı ise önceki döneme göre artmıģtır. Mesnevî sahasının ilk akla gelen ismi Hüsn ü AĢk Ģaheseri ile ġeyh Galib tir. Refî-i Âmidî (ö. 1815?) nin Cân u Cânan mesnevîsi Galib in kötü bir taklididir. Ġsmail Belîğ, Sünbülzade Vehbî, Nahifî ve Enderunî Fazıl, asrın diğer önemli mesnevîcileridir. ġevk-engiz (Sünbülzade Vehbî), Hûban-nâme, Zenan-nâme ve Defter-i AĢk (Enderunî Fazıl), SergüzeĢt-nâme-i Fakîr Be-Azimet-i Tokat, Bursa ġehrengizi (Ġsmail Belîğ), Lâlezâr ve Yenice ġehrengizi (Vahîd) devrin realist-yerli mesnevîlerin baģarılı örneklerindendir. Atayî izinde yazdığı realist mesnevîleriyle Feyzî (Arslan 1999), Sâhil-nâme (Tansel 1976) adlı orijinal mesnevîsiyle Fennî de bu türde anılması gereken diğer isimlerdir. Fennî den baģka bu asırda, Ġzzet (ö. 1797-98) ve DerviĢ Hilmî tarafından da sahilname yazılmıģtır. Ayrıca yazarı bilinmeyen Dâstan-ı Medhiye-i Ġstanbul adlı 43 beyitlik küçük bir sahilname vardır. Sünbülzade Vehbî nin oğlu Lütfullah a öğütlerden oluģan Lutfiyye (Beyzadeoğlu 1996) si, Nabî nin Hayriyye si örnek alınarak yazılan bir didaktik bir nasihatnamedir. Nahifî nin devrinde oldukça rağbet gören manzum Mesnevî tercümesinin yanında, diğer Ģairlerce de küçük hacimli dinî-ahlâkî mesnevîler kaleme alınmıģtır. Bunlar Miraciye (Nayî Osman Dede), Bi set-nâme dir. (ġeyhül Ġslâm Ġshak) Bekayî nin 6600 beyitlik dinî-destanî halk hikâyesi olan Battalnâme (Paçacıoğlu 1993) si, Müminzade Hâsib in Silkü l-leâl-i Âl-i Osmanî adlı 18.000 beyitlik ġehnâme si, hacminin büyüklüğüyle dikkati çeken mesnevîlerdir. AĢk ve macera konulu mesnevîler rağbetten düģmekle birlikte, Edhem ü Hümâ (Na tî), Leylâ vü Mecnun (Örfî Mehmed PaĢa), Yusuf u Züleyha (Köprülüzade Es ad PaĢa, Ahmed-i MürĢid, Molla Hasan) gibi türünün önemsiz birkaç örneğine rastlanmaktadır. Divanların sonunda yer alan küçük mesnevîlerde ise, Neylî nin mesnevî Ģeklinde manzum mektubu ve Hristiyan kızın Müslüman gence aģkını Sayfa No: 9

anlattığı mesnevîleri gibi orijinal örneklere rastlanmaktadır. Asrın önemli özelliklerinden biri de, yükseliģ dönemlerinde sosyal aksaklıklara fazla yüzünü çevirmeyen Ģairlerin, sosyal ve siyasî hayatta görülmeye baģlayan çözülmenin insanlarda yol açtığı çöküntü psikolojisinin etkisiyle olsa gerek, bu asırda sosyal tenkit ve hicve daha fazla ağırlık vermesidir. Hayatın daha çok olumsuz yüzüne dikkatini yönelten Ģairler, gördükleri aksaklıkları bazı tiplerin Ģahsında ağır bir Ģekilde hicvetmiģlerdir. Bu tür Ģiirler, içerik itibariyle olduğu kadar üslûbuyla da klâsik estetikten ciddî bir sapmayı göstermektedirler. Fakat bu tür Ģiirler, klâsik edebiyatta faydasız hatta zararlı çabalar olarak görülmüģ, bazı Ģairler tövbe ederek hiciv yazmayı terk etmiģlerdir. Hiciv ve hezlin 18. asırda oldukça yaygınlaģmasında, Hevayî mahlâslı Kuburîzade Abdurrahman ın önemli bir rolü olmuģtur. Kânî nin, hezl yazmaktaki asıl amacının Hevayî-i Kadîm ile buluģmak olduğunu söylemesi, kendisinden sonra bu mahlâsla Ģiir söyleyen Tırsî, Sürurî, Pertev, Ref î-i Kalayî (ö. 1821) gibi Ģairlerin yetiģmesi, onun bu dönem Ģairleri üzerindeki etkisini göstermektedir. Fakat Hevayî nin etkisi bu asır hicivlerinde seviyeyi düģürmüģtür. Çünkü, Hevayî nin kendi ifadesine göre hezlleri lâtife amacıyla söylenmiģ maskaralıklardan (herze-gûluk) baģka bir Ģey değildir. Osmanzade Taib, HaĢmet, Kânî, Sürurî, hiciv ve hezl türünde örnekler veren diğer Ģairlerdir. Taib, daha çok sosyal tenkitleriyle tanınmıģtır. Kânî nin, Letâif ve musammatlarında hiciv türünün Ģaheser örneklerine rastlanmaktadır. Fakat çoğu zarafetten ve zekâ ürünü olmaktan uzak argo ve müstehcen söyleyiģlerdir.bu asırda, zihniyet dünyasında ve sosyal hayatta kendisini hissettirmeye baģlayan değiģim klâsik estetikte de ciddî bir kırılmaya yol açmıģ, daha canlı ve konuģma diline daha yakın bir üslûp Ģairlerce büyük bir rağbet görmüģtür. Fakat bunlar, klâsik mimariye canlılık ve hareket kazandıran Barok figürleri gibi, klâsik üslûp içinde birbirinden kopuk küçük parantezler olmaktan öteye geçememiģ; klâsik estetiğin hayata daha çok hikmet ve hüzün ufkundan bakan, insanın ruh dünyasının derinliklerine hitap eden geniģ soluklu, cansız, mutantan söyleyiģi asrın hâkim çizgisi olmaya devam etmiģtir. Bu asırda, bir taraftan Sebki Hindî nin çetrefil üslûbu devam ederken, bir taraftan da mahallî ve günlük konuģma diline açılmanın önem kazanması, Ģairlerin daha çok tasannudan uzak külfetsiz bir söyleyiģi tercih etmesi, hiciv ve hezl türünün yaygınlaģmasına paralel olarak Türkçe kelime ve deyimlerin artması, dilde önceki asırlara göre bir sadeleģmeye yol açmıģ, Ģiire daha yerli bir kimlik kazandırmıģtır. Günlük konuģma diliyle yazma bazı Ģairlerde bilinçli bir çabaya dönüģmüģ, bilhassa Türkçe kelimelerden kafiye ve redif kullanma konusunda özel bir çaba sarf edilmiģtir. ġeyh Galib, bu yöneliģin etkisiyle Türkî-i basîtle bir gazel ve heceyle Ģarkı, Nedîm ise heceyle iki koģma yazmıģtır. Vahîd ise, yazdığı 30 un üzerindeki heceyle yazdığı Ģiirleriyle bunlar arasında farklı bir konuma sahip olmuģtur. Bu asırda âģık edebiyatı mensuplarının aruzla Ģiir yazmaya baģlamaları, Ģiirlerini klâsik estetiğin teģbih ve mecaz sistemine daha fazla açmaları, tekke ve âģık edebiyatıyla klâsik edebiyat arasında önceki asırlarda açılan farkın kapanmasına, aynı kültürün ürünü bu edebiyat anlayıģlarının birbirlerine daha da yakınlaģmasına sebep olmuģtur (bk. Kurnaz 1990: 45-74). Bu asırda oldukça rağbet gören Ģarkı, aydın kesimle geniģ halk yığınlarını buluģturan bir tür olmuģtur. ġeyh Galib, gazelin nüsha-i kamus olmadığını söyleyerek Sebk-i Hindî nin külfetli söyleyiģini eleģtiren Nabî yi, Hayr-âbâd ındaki Farsçayı andıran ve Türkçe içinde bir sıklet oluģturan beyitleri sebebiyle eleģtirmiģtir. Bunlar, Sebk-i Hindî ile birlikte daha da ağırlaģan dile, Nabî den itibaren baģlayan tepkinin bu asırda daha da arttığını göstermektedir. Fakat bu konudaki zorlamalar, zevksiz, incelikten yoksun örneklerin ortaya çıkmasına sebep olmuģtur. Önceki asırda olduğu gibi, bu asırda da Nedîm, ġeyh Galib ve Edirneli Kâmî gibi Ģairler tarafından Çağatay Türkçesiyle Ģiir yazma geleneği devam ettirilmiģtir.sabit te bir tutku hâline gelen halk zevkinin dili ve hayat tarzıyla Ģiire taģınması, bu asrın birçok Sayfa No: 10

temsilcisinin aslî gayelerinden biri olmuģtur. Bu tarz Nedîm de güçlü ve zarif bir senteze ulaģmıģtır. Bir taraftan önceki asra ait olan, bir taraftan da 18. asrı müjdeleyen Sabit, günlük konuģma dilini, yer yer müstehcen ve argo boyutlara ulaģmakla birlikte, görülmedik bir Ģekilde Ģiire sokarak bu asır Ģairleri üzerinde yönlendirici bir güç olmuģtur. Nedîm den sonra ise bu tarz incelik ve zarafetten yoksunlaģmıģ, yer yer bayağılık seviyesine düģürülmüģtür. Nedîm in asıl takipçisi Ġzzet Ali PaĢa dır. Vahîd, Neylî, Ġsmail Belîğ, Çelebizade Asım ve Seyyid Vehbî, az da olsa Nedîm tarzında Ģiirler söylemiģlerdir. Sünbülzade Vehbî ve Neylî ise Nabî ve Nedîm arasında gidip gelen Ģairlerdir. Bunların yanında mahallîleģmeyi daha çok sabit çizgisinde devam ettiren Taib (Yatman 1989), Hevayî, Kânî, Sürurî, M. Emin Belîğ ve Enderunî Fazıl da da folklorik üslûp önemli bir yer utmaktadır. Enderunî Fazıl, günlük hayatı, dıģ dünyayı incelik ve zarafetten yoksun sathî bir üslûpla eserlerine aksettirmesiyle tanınmıģ, asıl kudretini mesnevîlerinde göstermiģtir.folklorik üslûbun yüzeyselliğine ve Sebk-i Hindî nin aģırı zihnîliğine tepki gösteren Ģairler, baģta da belirtildiği gibi Bakî ve ġeyhülislâm Yahya da ifadesini bulan klâsik estetiğe dönmeyi yeğlemiģlerdir. Anlamın yanında daha ziyade sese önem veren, tasannudan uzak, nükteli, açık ve zarif söyleyiģ bu asır Ģairlerinde büyük bir rağbet görmüģtür. Bu tarz söyleyiģin örneklerine gerek Nedîm takipçilerinde, gerekse Nabî takipçilerinde rastlanmaktadır. ġeyh Galib in Divanı da genellikle klâsik estetik çizgisinde yazılan Ģiirlerle doludur. Sebk-i Hindî ise bütün özellikleriyle Hüsn ü AĢk ta kendisini göstermiģtir. ġeyhülislâm Yahya ve NeĢatî yi üstat kabul eden Nazîm Yahya, Enîs ve Esrar Dede, Nahifî gibi Mevlevî Ģairler, Nevres-i Kadîm, Kırımlı Rahmî, Pertev, Beylikçi Ġzzet, klâsik estetik çizgisinde kalmayı yeğleyen Ģairlerdir. Dönemin en çok takipçi bulan Ģairlerin baģında Nabî nin gelmesi sebebiyle; bu asırda klâsik üslûptan duygu ve sesin yerine fikri ve manayı öne çıkarması bakımından ayrılan tebliğî üslûp (hikemî/didaktik), en verimli çağını yaģamıģtır. Fakat Koca Ragıb PaĢa dıģındaki diğer Ģairler Nabî nin güçlü, akıcı üslûbuna eriģememiģler, kendilerini kuruluğa düģmekten kurtaramamıģlardır. Hikemî Ģiirin rağbet görmesinde, Nabî nin etkisinin yanında sosyal ve siyasî hayattaki aksaklık ve huzursuzlukların had safhaya çıkmasının da önemli bir etkisi vardır. Hikmetli söyleyiģin en önemli isimleri, RaĢid, Seyyid Vehbî ve Koca Râgıp PaĢa dır. Dürrî, Atıf, Kâmî, Fıtnat, Hazık, ġeyhülislâm Es ad, NaĢid asrın diğer Nabî takipçileridir. Sünbülzade Vehbî ve Neylî ise hikemî Ģiirlerinin yanında Nedîm vadisinde de Ģiirler söyleyen Ģairlerdir. Gerek klâsik, gerekse folklorik üslûptaki sathîlik, zaman zaman tepkilere yol açmıģ, bazı Ģairler Sebk-i Hindî nin sanatlı, külfetli üslûbuna yönelmiģlerdir. Hint üslûbu veya Ģairlerin ifadesiyle Acem tarzı, asrın bütün Ģairleri üzerinde etkisini göstermekle birlikte, Samî ve ġeyh Galib dıģında önemli bir temsilci yetiģtirememiģtir. Galib, kendisinin de belirttiği gibi ġevket te en güzel ifadesini bulan bu söyleyiģi, Türk edebiyatında en yüksek düzeyde kullanan bir Ģairdir. Asırlarca iģlene iģlene bütün imkânları yoklanan bir dilin mevcut estetik anlayıģı içinde bunun ötesinde ulaģabileceği bir merhale kalmamıģtır. Nazım gibi nesir de bu asırda verimli bir dönem geçirmiģtir. Biyografi, tarih ve bilhassa sefaretname türünde önemli eserler verilmiģtir. Önceki asrın ağır, bediî söyleyiģi rağbetten düģmeye; nazımda olduğu gibi mahallî/folklorik üslûp yaygınlaģmaya baģlamıģtır. Bu dönemde, nesir vadisinin önemli isimleri, münģeat ve hezl türünde Kanî; tezkire türünde Safayî ve Sâlim, tarih türünde Naima (ö. 1716), biyografik eserlerde Beliğ (ö. 1729), sefaretname türünde 28. Mehmed Çelebi (ö. 1732) dir. Asrın tanınmıģ Ģairlerinden olan Kânî ve Dürrî, nesri nazmına galip gelen, asıl Ģöhretlerini mensur eserlerine borçlu olan Ģahsiyetlerdendir. Bilhassa Kânî, inģada mahallî/folklorik deyiģlerle yüklü üslûbuyla yeni bir vadi açmıģtır. Hayata mizah gözüyle bakan, müģahede Sayfa No: 11

yeteneği yüksek bir Ģair olan Kanî, bu özelliklerini daha çok MünĢeat ında ve manzum ve mensur hezl ve hicivlerini içeren Letâif inde göstermiģtir. MünĢeat ında yer alan "Tekir binti Pamuk imzasıyla bir kedi ağzından yazdığı Hırre-nâme si çok beğenilmiģtir. Letâif i ise, genellikle yeğen Mehmed PaĢa nın hizmetinde görevli Dadî ve Badî adlı iki askerin ağzından yazılan manzum ve mensur lâtifelerden meydana gelmiģtir. Kânî, hiciv ve lâtifelerinde argo ve müstehcen ifadelerle dolu bir üslûp kullanmıģtır. Yer yer küfür derecesine varan bu folklorik deyiģlerle yüklü bu üslûp, sanat açısından bir değer taģımamakla birlikte; onun geniģ birikimini, gezip gördüğü yerlerin özelliklerini, günlük konuģma dilini aksettirmesi bakımından önemlidir. Bu asırda, nispeten sade bir dille yazılan münģeatlar artmıģtır. Asrın münģeat sahibi diğer isimleri Osmanzade Taib, RaĢid, Çelebizade Asım, Razî, Nahifî, Koca Ragıp PaĢa, Nevres-i Kadîm, Âtıf, Kânî ve Beylikçi Ġzzet Bey dir. Dürrî ise, asıl Ģöhretini tarihlerinin yanında ömrünün sonlarına doğru kaleme aldığı, Ġran olaylarının iç yüzünü ve yolculuğu sırasındaki gözlemlerini içeren Sefaret-nâme siyle (Ġstanbul 1820, Paris 1810) kazanmıģtır. Bu eser Lâtince ve Fransızcaya da çevrilmiģtir. Bu asırda, batıyı daha yakından tanımak amacıyla ilk elçiler gönderilmeye baģlanmıģ ve bunların yazdığı tahrir/roporlardan edebi değeri olanlar sefaretname adıyla anılmıģtır. Bu türün ilk örneğine 17. asırda rastlanmıģtır. 18. asır sefaretnameleri arasında türünün en güzel örneği, 28 Mehmed Çelebi (ö. 1732) nin Sefâret-nâme-i Fransa adlı eseridir. Bu eser modernite sürecinde önemli bir dönüm noktası olarak kabul edilmektedir. Bunların dıģında, Ahmed Resmî (ö. 1783) nin Viyana Sefaret-nâmesi, Berlin/Prusya Sefaretnâmesi ve Vasıf Ahmed Efendi (ö. 1806) nin Ġspanya Sefaret-nâmesi ve Rahmî (ö. 1751) nin, Ġran Sefaret-nâme si, anılması gereken sefaretnamelerdendir. Seyyid Vehbî nin, Sultan Ahmed in kızlarının düğün törenleriyle Ģehzadesinin sünnet düğünlerini anlatan Sûr-nâme si, canlı tasvirleri, sanatkârane üslûbuyla dikkati çeker. HaĢmet de, Sultan Mustafa nın kızı Hibetullah Sultan için bir Sûr-nâme yazmıģtır. Vehbî, Gıyaseddin NakkaĢ tan Hıtay Seyahat-nâmesi ni Acâibü -Letâif adıyla Türkçeye çevirmiģtir. Aziz Efendi (ö. 1798) nin Muhayyelat adlı tercümesi, modern anlamdaki hikâyelerden izler taģımasıyla dikkati çekmektedir. Eser Arapçadan tercüme olmakla birlikte, yazar birçok ilaveler yapmıģtır. Tezkirecilik bu asırda önceki asra göre önemli bir geliģme göstermiģtir. Bunlar arasında, Mustafa Safayî (ö. 1725) ve Sâlim (ö. 1743) in tezkireleri (Ġnce 1997), bediî/sanatkârane üslûbuna karģılık, Ģairler hakkındaki ayrıntılı değerlendirmeleriyle devrin önemli kaynaklar arasında yer almaktadır. Salim, Safayî yi küttâb sınıfından Ģairlere çokça yer verdiği için eleģtirmiģ, kendisi daha çok ilmiye mesleğinden olanlara ağırlık vermiģtir. Mustafa Safvet in tezkiresi ise Safayî nin bir özeti mahiyetindedir. Mucib in (ö. 1727) eseri ise önemli bir tezkire değildir. Râmiz (ö. 1784-86) in, Sâlim e zeyl olarak yazdığı Âdâb-ı Zurefâ sı (Erdem 1995) eksik ve müsvedde hâlinde kalmakla birlikte devrin önemli kaynaklarındandır. Enderunlu Akif in Mir ât-ı ġi r i ise, Enderun da yetiģen 24 Ģair hakkında kısa bilgiler vermektedir. Bursalı Belîğ in (ö. 1729-30) Faizî ye zeyl olarak yazdığı, Nuhbetü l-âsar Li- Zeyl-i Zübdeti l-eģ âr i (Abdülkadiroğlu 1999) ve Silahdarzade Tezkiresi, antoloji türündeki tezkirelerdendir. Esrar Dede nin Tezkire-i ġu ara-yı Mevleviyye (Genç 2000) si ise, Mevlevî Ģairlerle ilgili önemli bir kaynaktır ve ilk zümre tezkiresi olmasıyla dikkati çekmektedir. Tezkirelerin dıģında devrin tanınmıģ âlim, Ģeyh ve Ģairlerinden bahseden biyografik eserlerden en önemlileri, Atayî ye zeyl olarak yazılan UĢĢakîzade Hasib (ö. 1723) in Zeyl-i Sayfa No: 12

Hadâikü l-hadâik fi- Tekmileti Ģ-ġakaik ı ve ġeyhî nin Vekayiü l-fuzalâ sıdır. (Özcan 1989a,b) Osmanzade Taib in, Hadîkatü l-vüzera ve Hadîkatü l-mülûk adlı eseri, dönemine kadar görev yapan vezirler ve padiģahların hayatlarını içermektedir. Ġsmail Beliğ, tezkiresinin yanında Bursa da yetiģen meģhurlarından bahsettiği Güldeste-i Riyaz-ı Ġrfan ı ve Vefayât-ı DâniĢverân-ı Nadirân adlı vefayetnamesi ile tanınmıģtır. Sâkıb Mustafa Dede (ö. 1735) nin Sefîne-i Nefîse fi-menakıbi -l- Mevleviyye si ise, Mevlevî büyüklerinin biyografilerinden bahseden 3 ciltlik önemli bir kaynaktır. Bunların dıģında, devrin reisülküttap, Ģeyhülislâm, bilim adamları, hattatları hakkında bilgi veren biyografik eserler de kaleme alınmıģtır. Devrin önemli vak anüvisleri RâĢid, Çelebizade Asım, Samî, ġakir, Subhî ve Süleyman Ġzzî dir. Bunlardan sonra ġefik, Abdurrahman PaĢa, Rahmî, Hakîm, Nurî, Vasıf vs. gibi resmi tarihçiler bu görevde bulunmuģlardır. Asrın baģında vefat eden Naima (ö. 1716) nın tarihi, 1574-1659 yılları arası olayları anlatan, kendisine özgü canlı, sürükleyici üslûbu, verdiği bilgilerin sağlamlığıyla dikkati çekmiģtir. Asım ın tarihi ise Lâle Devri için önemli bir kaynaktır. Ahmed Vasıf (ö. 1806) ın, kendisinden önceki vak anüvislerin yazdıkları ve 1752-1804 arası olayları ele alan Mehâsinü l-âsar ve Hakayıkü l-ahbâr (Ġlgürel 1978) adlı tarihi, 18. asrın temel kaynaklarından biridir. Bu resmi tarihçilerin dıģında, Deftardar Mehmed PaĢa (ö. 1716), Silahdar Fındıklılı Mehmed Ağa (ö. 1724), ġeyhî Mehmed (ö. 1732), Abdî (ö. 1764), ġamdanîzade Süleyman Efendi (ö. 1779) gibi tarih yazarları da yetiģmiģtir. Dinî-tasavvufî ve ilmî-ansiklopedik mahiyetteki mensur eserler veren Ģahsiyetler arasında ise, ilk akla gelen isimler ġeyhülislâm Ġshak, ġeyhülislam Es ad ve Sâlim dir. Esrar Dede nin Lügat-i Talyan adlı (Horata 2000), Ġtalyanca-Rumca bir lügatin tercümesi olan yarım kalmıģ sözlüğü ise, Anadolu sahasında yazılan ilk Ġtalyanca sözlüklerden biri olmasıyla dikkati çekmektedir. Asrın Ģairlerinden Hatem in Tuhfe-i ġahidî ġerhi, Elfaz-ı Küfr Risalesi ġerhi, Mülteka ġerhi, ġerhü l-lem a gibi mensur Ģerhleri vardır. Âtıf ın, Mi yarul-kelam ve Hikâye-i Zen-dost ve Telhisler; Tâib in, III. Ahmed in hastalığı sebebiyle yazdığı Sıhhat-âbâd adlı manzum-mensur karıģık kırk hadis tercümesi; Vahîd in Mora Fetih- nâmesi, Nevres in Tarihçe-i Nevres, Vekayi-i Tebriz, Mebâligu l-hikem, Terceme-i Târih-i Cihangir ġah belirtilmesi gereken mensur eserlerdir. Halk edebiyatı nazım Ģekilleri ve heceyle yazdıkları Ģiirlerin yanında klâsik nazım Ģekillerini de kullanan; tamamıyla tasavvufu anlatmaya dönük, nispeten sade bir dille eserler veren mutasavvıf Ģairler etrafında oluģan edebiyat, tekke edebiyatı, tasavvufî edebiyat, dinîtasavvufî halk edebiyatı gibi isimlerle anılmaktadır. Bu edebiyat, zaman içerisinde geliģerek daha da incelmiģ, iyi eğitim görmüģ mutasavvıfların elinde klâsik estetik çizgisine yaklaģmıģtır. Sözlü kültür ortamında üretilen, yani okumaktan ziyade dinlemek amacıyla kaleme alınan örnekleri olmakla birlikte; daha çok yazılı kültür ortamına ait olan bu eserler; bir taraftan bediî/yazılı edebiyatın popülist yüzünü, diğer taraftan da heceyle yazdıkları ilahî vb. Ģiirlerle ferdî sözlü edebiyatın tekke muhitini temsil etmektedirler. Tekke muhitinde yetiģen bazı mutasavvıf Ģairler ise (ġeyh Galib, Esrar Dede vs.) tamamıyla klâsik estetik çizgisinde eserler vermiģlerdir. 18. asır tasavvufî edebiyatın ilk akla gelen isimleri, Sezayî-i GülĢenî (ö. 1737), Bursalı Ġsmail Hakkı (ö. 1724), ġi rî (ö. 1762?), Ġbrahim Hakkı (ö. 1722), Azbî Baba (Mustafa) (ö. 1747), Nasuhî (ö. 1130/1717), (ö. 1797), Zatî (ö. 1738), Ahmed MürĢid (ö. 1760), Selamî (ö. 1813), Mahvî (ö. 1715), Nuzulî (ö. 1744), Cemalî-i UĢĢakî (ö. 1164/1750-51), Üsküdarlı HaĢim (ö. 1783) dir (Bu konuda bk. Uçman 1988). Sayfa No: 13