içindekiler içindekiler EHÂD (Ezilen Halkların Antikapitalist Duruşu) Esirgeyen, Bağışlayan Allah ın Adıyla 1 MAYIS TA MÜSLÜMANCA

Benzer belgeler
Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

İşten Atılan Asil Çelik İşçilerinin okuduğu basın açıklaması: 15/03/2012

Kültürümüzden Dua Örnekleri. Güzel İş ve Davranış: Salih Amel. İbadetler Davranışlarımızı Güzelleştirir. Rabbena Duaları ve Anlamları BÖLÜM: 3 URL:

1.Birlik ilkesi: İslam inancına göre bütün varlıklar, bir olan Allah tarafından yaratılmıştır.

Murat Çokgezen. Prof. Dr. Marmara Üniversitesi

MÜSİAD İFTARI ŞANLIURFA

Necla Akgökçe den bilgi aldık. - İlk olarak ülkede kadınların iş gücüne katılım ve istihdam konusuyla başlayalım isterseniz

Nasrettin Hoca ya sormuşlar: - Kimsin? - Hiç demiş Hoca, Hiç kimseyim. Dudak büküp önemsemediklerini görünce, sormuş Hoca: - Sen kimsin?

2017 İNSAN HAKLARI İHLAL RAPORU

Diyanet'in yaz Kur'an kursları bugün başladı

Kazova: Patronsuz üretim devam ediyor; herkes mutlu, herkes çalışmak istiyor.

Mirbad Kent Toplum Bilim Ve Tarih Araştırmaları Enstitüsü. Kadına Şiddet Raporu

Sosyoloji. Konular ve Sorunlar

İnsanı Diğer Canlılardan Ayıran Özellikler

TÜSİAD YÖNETİM KURULU BAŞKANI HALUK DİNÇER İN İŞ DÜNYASI BAKIŞ AÇISIYLA TÜRKİYE DE YOLSUZLUK SEMİNERİ AÇILIŞ KONUŞMASI

Cumhuriyet Halk Partisi

Moro Müslümanları Üzerine 99 KENDİ LİDERİNİN KALEMİNDEN BANGSAMORO MÜCADELESİ

Ana Stratejimiz Milletimizle Gönül Bağımızdır BÜLTEN İSTANBUL B İ L G. İ NOTU FİLİSTİN MESELESİ 12 de İÇİN 3 HEDEFİMİZ, 3 DE ÖDEVİMİZ VAR 3 te

İkrime Sabri: Mescidi Aksa nın. Bir Karışından Bile Taviz Vermeyiz

Dünyada servetin %99 u, nüfusun %1 ine aitmiş... Saddam ın arkasında %90 destek vardı; idam edildi... -Obama.

MARUF VAKFI İSLAM EKONOMİSİ ENSTİTÜSÜ AÇILDI

Orucun Manevi Hayatımıza Katkıları

Budist Leyko dan Müslüman Leyla ya

KILIÇDAROĞLU K.MARAŞ'TA

MİLLİ İTTİFAK BASIN'LA BİR ARAYA GELDİ

Çoğunluk olmak, azınlığı yok saymak

Patronun hizmetini yapıyor Çalışan kadından bahsediyorum. Ben kocama muhtaç değilim diye evvela ailesini dağıtıyor.

11. Kullara rızık olması için birbirine girmiş, küme küme tomurcukları olan uzun boylu hurma

İşyeri Temsilcileri Rehberi

EMRE KÖROĞLU BAŞKANLIK İÇİN ADAYLIĞINI AÇIKLADI

CHP Yalıkavak Temsilciliğinin düzenlediği Kahvaltıda Birlik ve Beraberlik Mesajı

ÖNCESİNDE BİZ SORDUK Editör Yayınevi LGS Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Yeni Tarz Sorular Nasıl Çözülür? s. 55

İ Ç İ N D E K İ L E R

Cumhuriyet Halk Partisi

T.C. ONDOKUZ MAYIS ÜNİVERSİTESİ SENATO KARARI KARAR TARİHİ TOPLANTI SAYISI KARAR SAYISI /

Gençler, "İrade, Erdem ve Hürriyet" Temasıyla Buluştu

İnönü Üniversitesi Fırat Üniversitesi Siirt Üniversitesi Ardahan Üniversitesi - Milli Eğitim Bakanlığı ‘Değerler Eğitimi’ Milli ve Manevi Değerlerimiz by İngilizce Öğretmeni Sefa Sezer

TV LERDEKİ PROGRAMLARA ÇIKANLAR KURAN OKUMASINI BİLMİYOR

MKÜ de İftar Coşkusu. Akademik ve İdari Personel İçin Düzenlenen İft ara Büyük Kat ılım Oldu

Allah Kuran-ı Kerim'de bildirmiştir ki, O kadın ve erkeği eşit varlıklar olarak yaratmıştır.

Göç yani hicret dini bir vazifedir.insanların dinlerini daha iyi yaşamaları,hayatlarını devam ettirebilmeleri için göç bir ihtiyaçtır.

1.4.Etik Sistemleri Etik ilkelerin geliştirilmesinde temel alınan yaklaşımlar hakkaniyet ilkesi, insan hakları, faydacılık ve bireysellik

Halk devriminin düşmanları: diktatör rejim ve karşıdevrimci gerici güçler

> > ADAM - Yalnız... Şeyi anlamadım : ADAMIN ismi Ahmet değil ama biz şimdilik

TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu

AİLEYE MUTLULUK YAKIŞIR! HAYAT SEVİNCE VE SEVİLİNCE GÜZEL

SORU : CEVAP: SORU: CEVAP:

ESP/SOSYALİST KADIN MECLİSLERİ

Erbil Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Dara Celil Hayat ile Türkiye-Kürdistan Ekonomik ilişkileri. 02 Temmuz 2014

Türkiye'de 3 Ay OHAL İlan Edildi

BAŞBAKAN YARDIMCISI HAKAN ÇAVUŞOĞLU, BATI TRAKYALI GENÇLERLE YTB DE BULUŞTU Cuma, 13 Nisan :47

SENDİKALAR VE İŞYERİ ÖRGÜTLENMESİ

SADETTİN ÖKTEN İÇİMDE AVM VAR!

Islam & Camii Diyanet İşleri Türk İslam Birliği

DİN VEYA İNANCA DAYANAN HER TÜRLÜ HOŞGÖRÜSÜZLÜĞÜN VE AYRIMCILIĞIN TASFİYE EDİLMESİNE DAİR BİLDİRİ

Sağlık Çalışanlarına Psikolojik Şiddet: Mobbing. Prof.Dr.Türkan Günay Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı AD.

Siyasette kutuplaşma. Ahval 13/8/2018

OSMANİYE KAHRAMANMARAŞLILAR YARDIMLAŞMA VE DAYANIŞMA DERNEĞİNE GÖRKEMLİ AÇILIŞ.

SURİYE TÜRKMEN PLATFORMU I. TOPLANTISI ONUR VE ÖZGÜRLÜK MÜCADELESİ SONUÇ BİLDİRİSİ

KÜÇÜK KALBİMİN İLK REHBERİNİN BU GÜNÜME UZATTIĞI HAYAT YOLU

Temiz üretimin altı çizilmeli ve algılanması sağlanmalıdır

TÜRKİYE DE KADIN İŞÇİ GERÇEĞİ: DAHA FAZLA AYRIMCILIK, DÜŞÜK ÜCRET, GÜVENCESİZ İSTİHDAM

5 Kimin ümmetisin? Hazreti Muhammed Mustafa nın (sallallahu aleyhi ve sellem) ümmetiyim. 6 Müslüman mısın? Elhamdülillah, Müslümanım.

Koç Üniversitesi nde neler oluyor?

Ben Allah ın (cc) kitabıyla kendini keşfeden ve O nunla bir anlam ifade eden her insan gibi, Eşref-i Mahlukat bir varlığım.

ARAŞTIRMA NEDEN YAPILDI?

Öğretmenlik Meslek Etiği. Sunu-2

ANAYASAL ÖZELLİKLER. Federal Devlet

GENEL BAŞKANIN MESAJI

Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın. Dizeleriyle başladı.

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü, Kapitalist Sömürü Sistemini Yıkmak için Örgütlenme ve Mücadelenin adıdır!

MÜSİAD İNGİLTERE ŞUBESİ AÇILIŞI , LONDRA. İş ve Siyaset Dünyasının, STK larının Başkan ve Temsilcileri,

Vakıfların toplumsal yaşamımızdaki hizmetlerini şöyle sıralayabiliriz. 1. Dini hizmetler. 2. Sağlık hizmetleri. 3. Eğitim ve öğretim hizmetleri

İRAN IN BÖLGESEL FAALİYETLERİ VE GÜÇ UNSURLARI ABDULLAH YEGİN

15 Mayıs 2009 al-dimashqiyye Salonu

RAPORU HAZIRLAYANLAR: Azime Acar & Ender Bölükbaşı

Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla;

14. ÇALIŞMA EKONOMİSİ VE ENDÜSTRİ İLİŞKİLERİ KONGRESİ

Teröre karşı mücadele cephesi!

BÜTÜNSEL LİDERLİK INTEGRAL LEADERSHIP Kişisel Bütünlük olmadan Şirket Bütünlüğü olmaz ve Zafer Kazanılamaz 3-4 IYUL 2015 BAKÜ MARRIOT ABSHARON HOTEL

1. İnanç, 2. İbadet, 3. Ahlak, 4. Kıssalar

Çalışma hayatında barış egemen olmalı

Sudan'da Türk-Sudan İlişkileri Sempozyumu düzenlendi

EMO GENÇ İZMİR ŞUBE BİLDİRİSİ NASIL BİR EMO GENÇ?

ZANAATLA TEKNOLOJİ ARASINDA TIP MESLEĞİ: TEKNO-FETİŞİZM VE İNSANSIZLAŞMIŞ SAĞALTIM

TİN SURESİ. Rahman ve Rahim Olan Allah ın Adıyla TİN SURESİ TİN SURESİ TİN SURESİ TİN SURESİ TİN SURESİ TİN SURESİ. 3 Bu güvenli belde şahittir;

İSO YÖNETİM KURULU BAŞKANI ERDAL BAHÇIVAN IN KONUŞMASI

Dua ve Sûre Kitapçığı

T.C. 8. SINIF I. DÖNEM. ORTAK (MAZERET) SINAVI 14 ARALIK 2013 Saat: 11.20

EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI 10. SINIF DİN KÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU KAZANIMLARI VE TESTLERİ

19 EYLÜL MÜHENDİS, MİMAR, ŞEHİR PLANCILAR DAYANIŞMA GÜNÜ

Çalıştayda konuşan YEĞİTEK Genel Müdürü Tırnakçı, öğretmen atamaları döneminde çoğu yurt dışından yoğun siber saldırılara maruz kaldıklarını söyledi.

"medya benim ayağımın altına muz kabuğunu biraz zor koyar" vari açıklamalarda bulunuyordu ki Olanlar oldu

Fransa'da, Hz. Muhammed'e hakaret içeren karikatürleri yayınlayan Fransız Dergisi'ne baskın düzenlendi ve 12 kişi öldürüldü.

TÜRKİYE EKONOMİSİ Prof.Dr. İlkay Dellal Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Ekonomisi Bölümü

İş Yeri Hakları Politikası

İNSAN KAYNAKLARI YÖNETİMİ

Erkek egemenliğine, sömürüye, şiddete ve cinsel ayrımcılığa hayır demek için

TOPLUMSAL DAVRANIŞ KURALLARI ve HUKUK. Dr.Barış TEKSOY Hukukun Temel Kavramları Dersi

4 -Ortak normlar paylasan ve ortak amaçlar doğrultusunda birbirleriyle iletişim içinde büyüyen bireyler topluluğu? Cevap: Grup

Transkript:

Esirgeyen, Bağışlayan Allah ın Adıyla 2 1 Mayıs ta Müslümanca 6 Müslüman Öğrenciler Buluşuyor -4 ve 1 Mayıs ta Müslümanlar 8 Greif özelinde Sermaye ve Sendikacılık 10 Değişen Bir Şey Yok 13 Çağımız ve Varoluş 14 Bir İdeolojik Aygıt Olarak: Reklamlar EHÂD (Ezilen Halkların Antikapitalist Duruşu) Bağışlayan ve Esirgeyen Allah ın Adıyla De ki Allah EHAD DIR ( Birdir, Tektir ) Allah, SAMED DİR ( Bölünmez bir bütündür, Öncesiz ve Sonrasız, Bütün Evrenin Asıl Sebebidir. ) Ne doğurmuştur O, ne doğurulmuştur! ve hiçbir şey O na denk tutulamaz. İhlas Sûresi 1-4 17 Seçim Üzerine Kısa Bir Not 18 Diyanet Değil, Dine İhanet 20 Var Mısın Yok Musun 22 Ormandan Bahçeye 24 Arkayı Beş leyelim içindekiler içindekiler 25 529 CAN! 26 Açık Atlas / Ece Ayhan 27 Kapitalizmde Korku 28 Puslu Manzaralar / Film Okumaları ndan 30 Mihail Nuayme den Bir Pasaj Adana : 0537 823 48 31 Ankara : 0507 213 94 98 Antalya : 0555 500 83 99 Bolu : 0543 697 9139 Bursa : 0507 060 6282 İstanbul : 0212 523 5405 İzmir : 0507 832 0875 Kocaeli : 0553 543 5808 Samsun : 0531 911 15 82 Trabzon : 0535 783 8316 Mizanpaj, Emek, Dağıtım : Üniversiteli Antikapitalist Müslümanlar Bedeli: Antikapitalist Müslümanlar tarafından karşılanmıştır. Hiçbir telif hakkı yoktur, sınırsızca kopyası alınabilir. İletişim: ehaddergi@gmail.com Adres: Millet Cad. Selçuk Sultan Cami Sk. Anıl Han No: 2/6 1 MAYIS TA MÜSLÜMANCA 1 Mayıs özellikle ülkemizde sadece sol grupların kutladığı bir gün olarak görülür. Muhafazakar iktidarların mağdur, mazlum, mustazaf anlayışının ana eksenini emeği ile geçinen geniş kesimlerin uğradıkları mağduriyet oluşturmaz. Bunda özellikle tek parti rejiminden beri resmi ideolojinin kültürel ve dinsel öğelere karşı uyguladığı faşizmin etkileri çok büyüktür. İstiklal mahkemelerinden tutun da ezaniarın Türkçe okutulmasına Dersim katliamına ve Kürtlere Ermenilere yapılan o kadar haksızlıklara karşın halkların temel çelişkiler yerine temel değerleri üzerinden savunma refleksi geliştirmesi kadar doğal bir süreç olamaz. Tarihsel gerçeklik bizlere şunu göstermektedir ki, bütün acı çeken halklar birbirilerinin acılarıyla hemhal olmalı ve birlikte ortak amaclarımız uğruna mücadele vermeliyiz. Bu ortak mağduriyetlerimizin başında da son 12 yıldır 10 binden fazla işçinin iş kazalarında ölüme terkedilmesi yatmaktadır. Haseki / İstanbul Mayıs, 2014

ehâd 2014 Bugün sahip olduklarının getirdiği imtiyazlarla yoksullara, mazlumlara hayatı dar edenler bilmeliler ki sahip olduklarının özünde yatan bütün varlık alemi Yüce Allah a aittir. Allah bu sahiplik sorgulamasını Kur an-ı Kerim de çok veciz bir şekilde ifade etmektedir. Sermaye Allah ın bahşettiklerinin bir sonucu. Ondan dolayı hak Allah ın yani tüm insanların. Vakıa Suresi nde Allah anasır ı erbaa da denen dört öğeye atıfta bulunarak, üretilen herşeyin menşeinin kendisi olduğunu gösteriyor : Türkiye işçi ölümleri sıralamasında 3. sırada. Avrupa da ise en çok işçi ölümüne tanık olunan ülke ve hergün ortalama 4 işçi iş kazalarında ölmektedir. Antikapitalist Müslümanlar olarak bu yıl 3. kez işçi ölümlerini hatırlatmak ve özellikle de müslüman vicdanlarda bir karşılık oluşturmak için iş kazalarında kaybettiğimiz kardeşlerimiz adına gıyabi cenaze namazı kılacağız. Antikapitalist Müslümanlar olarak, modern kapitalist dünyanın parça parça ettiği toplumsal alanları bütünleştirmek; en temel ibadetlerimizin başında gelen namaz ile iş kazalarında katledilen işçilerimizin acısı arasında bir bütünlük oluşturmak istiyoruz. Müslüman için yaşam bölünemez. Bütün ibadetlerimizin nihai amacı Rabb imizin mülkün ve otoritenin tek sahibi olduğunu teslim etmek ve bu teslimiyetimizi yaşamın bütün alanlarında hakim kılmak için mücadele etmektir. Kur an-ı Kerim de Yüce Rabbimiz İnsana emeğinden başkası yoktur. (NECM 39) diyerek emek dışındaki kazanım yollarını sorgulamamız gerektiğini biz inananlara ifade ediyor. Burada açıkça emek salt kazanım aracı olarak görülüyor ve onun dışındaki bütün üretim ilişkileri kökten reddediliyor. Yani sermayeye bağımlı ölçülebilir bir emekten (ücret) ziyade, sermayeyi oluşturan ölçülemez emekten (sınıfsız toplum-üretim ilişkisi) bahsediyor. Günümüz kapitalist anlayışın temel varlık alanı ise emek dışı yollardan zenginleşme ve hegemonya oluşturmasıdır. Günümüz dünyasının en önemli sömürü aracı emek sömürüsü ve faiz gibi emek dışı gelirlerle zenginleşmedir. Özünde varlığı var eden ve varlığın kendisi olan Allah a ait olan değerlerin ve varlık alanında tüm canlıların ortak kullanım alanlarının belirli ellerde toplanması tevhid-şirk mücadelesinin de temelini oluşturmaktadır. 58. Attığınız meniyi gördünüz mü? 59. Onu siz mi yaratıyorsunuz yoksa yaratan biz miyiz? 60. Aranızda ölümü takdir eden biziz ve bizim önümüze geçilmez. 61. Böylece sizin yerinize benzerlerinizi getirelim ve sizi bilmediğiniz bir yaratılışta tekrar var edelim diye (böyle yapıyoruz). 62. Andolsun, ilk yaratılışı bildiniz. Düşünüp ibret almanız gerekmez mi? 63. Yine toprağa ektiğiniz tohumu gördünüz mü? 64. Onu siz mi bitiriyorsunuz, yoksa bitiren biz miyiz? 65. Dileseydik, onu kuru bir çöp yapardık. Hayret eder dururdunuz. 66. Doğrusu borç altına girdik. 67. Doğrusu, biz yoksul bırakıldık (derdiniz). 68. İçtiğiniz suya baktınız mı? 69. Buluttan onu siz mi indirdiniz, yoksa indiren biz miyiz? 70. Dileseydik onu tuzlu yapardık. O halde şükretseniz ya! 71. O çaktığınız ateşi gördünüz mü? 72. Onun ağacını siz mi yarattınız, yoksa yaratan biz miyiz? 73. Biz onu bir ibret ve çölden gelip geçenlere bir fayda yaptık. 74. Öyleyse büyük Rabbinin adını yücelt. Ayetlerde de görüldüğü üzere, bir sermayenin oluşumunu sağlayacak ne varsa, insan gücünden toprağa, suya ateşe kadar, herşeyin sahibi olarak Allah kendini var kılıyor. Böylelikle toplumsal düzlemde bu öğelere sahiplik oluşturacak her güce karşı da meydan okumuş oluyor. Dolayısıyla Allah ın otorite sahibi bir otorite kurulmasından ziyade, varolan ya da olabilecek otoritelere karşı deyim yerindeyse bir kalkan işlevi görüyor. Sermayenin emek üzerinden elde ettiği üretkenlik artı değere denk düşmekte böylelikle şirk toplumunun da parametrelerini açığa çıkarmaktadır. Emeği tek kazanım aracı olarak gören İslam, biriken sermaye üzerinden oluşan sermayenin belirli ellerde toplanmasını yasaklıyor. Allah Ekmek Özgürlük 3

2014 ehâd Ücret kapitalizmin sınıflı toplumuna özgüdür. Grev gibi haklar da gene sınıflı toplum anlayışında yer bulabilir. Bu yönüyle ücretli emek, emeğin sermayeleştirilmiş bir halidir ve emeğin yaptırım gücü, sermayenin yapma gücüne dönüşmüştür. Böylece emek sermaye gibi üretime katkı sunan değerlerden biri olarak görünür. Allah ın peygamberlerine diğer memleketlerden savaşsız ele geçirmesini sağladığı o gelirler, içinizden sadece zenginler arasında dönüp dolaşan bir devlete dönüşmesin. Allah a, Peygamberine,muhtaç yakınlarına, yoksullara ve yolu kesilmişlere aittir. (Haşr 7) Bu ayette dikkat çeken şey, üretim ilişkisinin dışında kalan, fe y malları üzerinden sermayenin toplum içinde nasıl dolaşım sağlaması gerektiğini belirtmesidir. Fe y malları ki savaşmadan elde edilen ganimettir. Yani bir nevi elde biriken sermayedir. Kur an, üretim ilişkisi olmadan biriken bu sermayenin toplumun geneline yayılacak şekilde dağıtımını öngörmekte. Bugün tekelci kapitalizmin en önemli unsurlarından biri olan oligarkların durumunu apaçık bir şekilde deşifre etmekte. Ayetteki devletten kasıt da bir avuç sermaye sınıfı Oysa emek bu açıdan değer değil, değer üreten değerdir. Ku ran daki halife kavramı da burada anlam kazanmaktadır. Yapan, bozan, düzelten anlamlarına karşılık gelen halife, emeğin fonksiyonlarını kapsamakta ve insanı emek sahibi varlık olarak nitelendirmektedir. Aynı şekilde Mülk Allah ındır ve bundan ötürü ekonominin iktidarla olan ilişkisi de ortadan kaldırılır ve insanlar ekonomik güçleri sayesinde toplumda otorite kuramazlar. Modern kapitalist sistemin özellikle müslüman algısında uğrattığı en büyük tahrifat hayata parçalı bakmasıdır. Modern kapitalist algıda yaşam kurumlar üzerinden inşa edilir. Hukuk, siyaset, din ve ekonomi kurumlar eliyle var olurlar ve birbirinden farklı uzmanlık alanları oluşturularak birbirine yabancılaşırlar. Oysa Kur an ın vermiş olduğu bilinç hayata, topluma ve varlığa bütüncül bakabilmektir. Hukuk, siyaset, ekonomi ve din birbiriyle içiçedir. Namaz ne kadar dinsel bir ibadet ise emek mücadelesi de aynı şekilde dinsel bir mücadeledir. O yüzden Maun Suresi nde yoksul ile dayanışma ve namaz birbiriyle ilintili irdelenmiş; yoksullarla dayanışmayan namaz gösteriş olarak addedilmiştir. Sermayenin bir şekilde yığılı halde bulunmasını dağıtan Kur an ı Kerim zaten üretim ilişkisine dayalı önermesinde kazanımı sadece emek üzerinden meşru görüp geri kalan sermaye hareketlerini anlamsızlaştırmaktadır. Böylece emeği öngörülemeyen bir değer olarak görmektedir. Yani ücret konusuna değinmemektedir. Ragıp El-İsfahani Kur an da ecr olarak geçen ve genelde ücret olarak çevrilen kavramın, dünyevi mükafat anlamına geldiğini ve Kur an da anladığımız manasıyla ücret kavramının geçmediğini belirtmektedir. 4 Allah Ekmek Özgürlük

ehâd 1. Gördün mü dinini (Sünnetullâh ı) yalanlayan şu kimseyi? 2. İşte o, yetimi azarlayıp iter-kakar, 3. Yoksulları doyurmaya teşvik etmez (cimri, bencil)! 4. Vay hâline o (âdet diye) namaz kılanlara ki; 5.Onlar, salâtlarından (okunanların mânâsını yaşamaktan) kozalıdırlar (gâfildirler)! 6. Onlar gösteriş yapanların ta kendileridirler! 7. Hayrı da engellerler! (MAUN Suresi ) Biz müslümanları, özellikle diyanet eliyle kendi emeklerimizle yaptığımız ibadethanelere hem sahipleniyorlar hem de bizleri dört duvar arasına hapsetmek istiyorlar. Dini sadece belirli alanlarda ifa edilen bir inanış olarak göstermek istiyorlar. Oysa ki bizim inancımız yaşamın bütün alanlarında adaletin, kardeşliğin, özgürlüğün ve tevhidin tesisi için mücadele etmeyi emretmektedir. Din, kurumsal bir çatının temsiliyetine giremez. Tüm insanlar halife olarak yaratılmış, yaşadığı doğadan, çevresindeki haksızlıklardan ve tüm insanların barış içerisinde yaşamasından sorumlu tutulmuştur. 2014 İşte bu bilinçle ve inanışla Antikapitalist Müslümanlar olarak bir kez daha Fatih Cami inde iş kazalarında kaybettiğimiz kardeşlerimiz için gıyabi cenaze namazı kılacağız. En temel ibadetlerimizden olan namazımızı kuşanarak egemen kapitalist sistem karşısında mazlumlarla, ezilenlerle omuz omuza verecegiz. Çağrımız vicdanı olan bütün insanlığa. Gelin, hep birlikte emeğin kardeşliğin insanca yasamanın mücadelesini Fatih Camii nden başlatalım. Ne kadar farklı düşünürsek düşünelim, ne kadar farklı yaşam tarzlarımız olursa olsun, bu kubbenin altında Allah ın rızkı da, adaleti de hepimize yeter. Bir avuç kodamana haklarımızı teslim etmeyelim. Allah yeniden başlayanların yardımcısıdır. ALLAH! EKMEK! ÖZGÜRLÜK! Allah Ekmek Özgürlük 5

2014 ehâd MÜSLÜMAN ÖĞRENCİLER BULUŞUYOR - 4 ve 1 MAYIS TA MÜSLÜMANLAR Önceki yıllarda Müslüman Öğrenciler Buluşuyor programlarının ilk ikisi Özgür Açılım Platformu nun çağrıcılığıyla gerçekleşmiş. Üçüncü programda ise Özgür Açılım Platformu, Hür Beyan Hareketi, Umut Gençliği, Genç Öncüler, Felah Çağrısı, Mavera Gençlik Hareketi ve bağımsız müslüman öğrenciler tarafından Vicdani Ret konusunda ortak bir metine varılmıştı. Bu yıl 4.sü düzenlenen Müslüman Öğrenciler Buluşuyor adlı organizasyon ise Boğaziçi Üniversitesi nde Boğaziçi Mekteb: İslami Hareket'in çağırıcılığıyla gerçekleşti. Organizasyon hem bir arada olma hem de tartışma zemini oluşturma açısından çok verimli ve gerçekçi bir ortam oluşturdu. Müslüman öğrenciler çağrısına birçok farklı düşüncenin canhıraş biçimde katılmış olması oldukça hoş bir tablo ortaya koydu. Birbirimizi dinlemek konusunda şüphesiz ki eksiklerimiz var ve bu tip açık oturumlar bunu aşma konusunda oldukça isabetli olacak inşallah. Bu yılki tebliğ bölümünde genel olarak üniversitedeki İslamî Hareketin dili, uygulanış biçimi ve geleceği anlatıldı. Genel bir eleştiriden çok grup faaliyetlerinin iç dinamiklerine eleştiriler yapıldı. Sert olmasını arzulamıyorum ama bireyci bir yaklaşımla ele alındı konular. Yani etliye sütlüye pek karışmadan; kendi içimizde acaba eksiğimiz nedir? Nerede hata yapıyoruz? gibi masumane sorular soruldu. Adı üzerinde İslamî hareket "Hareketsizliği" bir sorun olarak ele almadı ve bunun sancısı da toplantıda çok net yansıdı. "Parça bütünün habercisidir." diye bir söz vardı. Bu sözün buluşmada yansıyışı mescid konusunda oldu. Boğaziçi Üniversitesi nde açılamayan bir mescid sorunu var. Açık oturumda konuşup mescid konusunda konuşmayan neredeyse yoktu. Herkes kendine göre bir yorum ve çare getirdi. Fakat kayda değer bulduğum cümle, M. İkbal Arkadaşın "Mescid; bize üniversi tenin yapmasını istediğimiz bir ihsan değil, doğru dan sahip olduğumuz ve elde etmemiz gereken bir haktır." cümlesiydi. Çünkü ancak burada mücadeleci bir tutumdan söz edebilirdik. Mescid için kimseden izin almaya ihtiyacımız yoktu elbette. Okulun meydanında öğle vakti 50 kişi her gün namaz kılsa ve böylece müslümanca bir tavırla protesto etse kimseden bir izin ve ihsan beklenmesine ihtiyaç olmaz veya ciddi anlamda bir muhalefetin sonunda öğrenciler okulda söz sahibi olduğunda burası mescidimizdir diyerek, kıbleye dönmekte çekince duymazdı. Şu kadar var ki mescid konusu tepkilerinde kısmileşen ve sorunlar karşısında takınılması gereken tavır nedir? sorusuna bakmak gerekir buradan. Biz muktedirlerden kendi sahip olduğumuz hakları lutfetmelerini temenni ederek ömür mü tüketeceğiz yoksa siz yalancı ve işgalcisiniz deyip Allah'ın bize verdiği hakkı müdafaa mı edeceğiz? İman LÂ ile başlar. Kelime-i Tevhid LÂ (hayır,yok) reddiyesiyle başlar. Kendini hüküm koyucu ve mülk sahibi olarak ilan eden yeryüzünün sahte ilahlarına karşı HAYIR demekle başlar. O yüzden biz Lâ diyoruz ve mücadeleye bu reddiye ile başlıyoruz. Müslümanın haksızlık karşısında seçim lüksü yoktur. Ayet-i kerimede geçen "kendileri, ana ve babaları aleyhine de olsa Hakkı söylerler" nitelemesine uymak zorundadır. Dünyanın şurasındaki haksızlık önemsiz, şurasındaki önemli deme lüksü yoktur. Maalesef toplantıda bazı arkadaşların " Gerekirse işçi ölümleri de dillendirilir" "icabında işçiler için de eylem yapılır" gibi sözleri işçilerin hak davasının diğerlerinden daha bayağı ve ucuzmuş gibi algılandığı düşüncesi uyandırıyor. Bu tepkiyi orada koyduğumuz için buraya da alıyoruz. Halbuki Peygamberimizin "Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır" sözünde hiçbir alt haksızlık, üst haksızlık tanımlaması yoktur. hala. 6 Allah Ekmek Özgürlük

ehâd 2014 EHÂDÜN EHÂD! Haksızlık nerede ise müslüman onun karşısındadır. Türkiye gibi dünyanın bütün ülkelerinde kapitalist sömürü düzeni milyonlarca işçiyi katletmektedir Helal para kazanmak uğruna can siperane çalışan işçiler, asgâri ücret adındaki modern prangalarla kürek mahkumluğu yaparken, elitist bir siyaset anlayışıyla kürsülerde, yemek masalarında İslami Hareket yaptığını iddia edenler kendilerini gözden geçirmeliler! Toplantıda bizim bu çığlıklarımıza "sosyalizme benzeyerek İslam müdafaa edilir mi?" diyerek tepki gösterdiler. İşçinin, memurun, yolda kalmışın, yetimin, düşkünün hakkının savunulması ve müdafaası neden sosyalizm olarak adlandırılıyor? Biz bunları Kur an dan ve Peygamber Efendilerimizden öğreniyoruz. Hepsi Hakkaniyet uğruna mücadele etmişler ve bu uğurda canlarını ortaya koymuşlar. Biz, çevresinde aç yatan insanlar olduğu sürece rahat uyuyamayan bir peygamberin ümmeti iken hangi batılı terminolojinin bize kaynaklık etmesine ihtiyaç duyalım. Mazluma kimliği ve inancı sorulmaz, mazlum mazlumdur. Zalim bir idarecinin müslüman olması hiçbir şey ifade etmez, çünkü o bir zalim olarak önce zulümden vazgeçmeli ve Hakkı sahibine teslim ederek İslam olmalıdır. Din, sürekli iktidarların elindeki bir araç olmaktan çıkarılıp, ezilenlerin hakkını savunan, peygamberî bir duruşla hakkı örten kafirlerin (örtenlerin) karşısına, "ayakta dimdik duran bir din" şeklinde çıkmalıdır. Unutulmamalıdır ki Allahu Teala bunu yapmayanlardan Kur an'da hesap sormuştur." Sizden önceki asırlarda faziletli kimselerin yeryüzünde bozgunculuğu önlemesi gerekmez miydi? " Bu soruyu kendimize bir kere olsun samimiyetle soralım. Önlemeye çalışıyor muyuz?bunu sadece sandığa gitmek olarak mı görüyoruz? Bu soruya İslamın direniş usulünden başka hangi usül cevap verebilir?ayetin devamında "Ancak onlar arasından kendilerini kurtardığımız pek az kişi böyle yaptı. Zulmedenler ise KENDİLE- RİNE VERİLEN REFAHIN PEŞİNE DÜŞTÜLER. Zaten onlar günahkâr idiler." (Hud :116) Arkadaşlar! Kardeşler! Hz. Nuh, Hz.Hud,Hz. Salih, Hz. İbrahim ve Hz. Lut Peygamberlerin kavimlerini ve kıssalarını anlatan Hud suresinin son ayetlerinde geçen bu sözler kime? Zulmedenlere verilen REFAHın müsebbibi kim? Eğer Hakkı ayakta tutan ve mücadeleyi sürdüren bir kavim olsaydı böyle olacak mıydı? Ayetin devamında, Halkı, salih ve ıslahtan yana kimseler olsaydı,rabbin o memleketleri haksız yere helak edecek değildi" Hud 117 Arkadaşlar! Islahtan yanayız ve bu yüzden HAYIR (Lâ) diyoruz. ZULMEDENLERE REFAH VERMEYECEĞİZ, bu yüzden HAYIR (Lâ) diyoruz. Zulmeden kim olursa olsun karşısında, mustazaf (ezilen),hakkı yenen kim olursa olsun yanında olacağız. Biz parti veya isim etrafında değil, işçi, emekçi VE MÜSLÜMAN olarak Haktan yana olmak için meydanlarda olacağız. 1 Mayısta Fatih Camii nden Alanlara doğru yürüyeceğiz. Müslümanca bir tavırla. Barış ve kardeşlik içinde. Allah Kıyamımızı mübarek kılsın. Biz de 1 Mayıs'ta zalim idarecilere ve sömürgeci sermaye sistemine karşı emeğin ve alınterinin yanında olmak adına meydanlardayız. Gönül ister ki Peygamberlerin mustazafların yanında olduğu gibi, ümmeti de mustazaflara sahip çıksın ve müslümanca bir duruşla silahsız, küfürsüz bir hak arayışının mümkünlüğünü göstersin. Bizim elimizde silah olmayacak, top tüfek olmayacak, vücudumuzla orada olacağız. Yalnız yukarıya doğru diktiğimiz bir parmağımız ve dilimizde tekrarlayarak haykırdığımız şiarımız olacak. Allah Ekmek Özgürlük 7

2014 ehâd özelinde iktidar sermaye ve sendikacılık işbirliği İstanbul Esenyurt ta, toplu sözleşme sürecinde yaşanan tıkanma ve taleplerinin patron tarafından kabul edilmemesi üzerine, GREIF çuval fabrikası işçileri fabrikayı işgâl ederek direnişe başladılar. GREIF adında bir fabrikanın olduğunu, 1500 işçi çalıştırdığını ve bunların 1000 kadarının taşeron olarak çalıştırıldığını, birçoğumuz 9 Şubat 2014 tarihinde yukarıdaki cümleyi sosyal medyada okuduğumuzda öğrendik. Hak, emek ve adalet konusunda duyarlı olan kesimlerin bir anda dikkatlerini çeken ve ne olduğunu anlamak için gerek sosyal medya üzerinden organize olarak, gerekse bizzat direnişe dahil olarak meseleyi daha yakından öğrenmek adına bir süreç başladığına hepimiz şahit olduk. İşçilerin ağzından ilk edindiğimiz bilgiler; maddimanevi kötü çalışma koşullarına isyan edip 2013 te DİSK e bağlı Tekstil Sendikası nda örgütlenme iradesi gösterdikleri, o günden bu yana patronun baskısıyla karşılaştıkları, örgütlenmeye öncülük eden işçilerin işten çıkarıldığı, diğer işçilerin sendika üyeliğinin patron tarafından engellenmeye çalışıldığı ve çeşitli tehditlerle işçilerin sindirilmek istendiği bilgilerini edindik. Fakat işçilerin buna rağmen yılmadığını, örgütlenme çabalarına devam ettiklerini, Çalışma Bakanlığı ndan sözleşme yetkisini alıp, toplu sözleşme için patronu masaya oturtmayı başardıklarını da mutlulukla dinledik. Ancak; patronun örgütlenme sürecindeki işçi ve sendika düşmanı tutumu, müzakereler sırasında da devam etmiş. Gerek görüşmeleri sağlıklı yürütmemek adına kasıtlı tutumları, gerekse bu süreçte işçilerin direnişini bölebilmek adına yapmaya çalıştıkları dalavereler, süreci epey uzatan sebeplerden olmuş. İşçilerin bu denli öfkeli oluşlarının bir sebebi de; ABD sermayeli Greif in Esenyurt ve Dudullu fabrikalarındaki taşeronlaştırma uygulamaları. Greif deki yaklaşık 1500 işçinin 1000 kadarının taşeron olarak çalışması, Greif çatısı altında 44 ayrı taşeron şirketin faaliyet göstermesi, sürecin bu noktaya gelmesini kaçınılmaz kılmış. Anlaşılan o ki, patron taşeronlaştırmayı temel istihdam politikası haline getirmiş ve bunu yaygınlaştırmak istiyor. Taşeronda çalışmayan 500 e yakın işçinin örgütlenmesi ve işverenin buna karşı çıkması, sendikal örgütlenmeye neden engel olunmaya çalışıldığını da açıklamaya yetiyor. Bu süreçte işçileri öfkelendiren ve hatta hayal kırıklığına uğratan bir gelişme de, örgütlenmeye çalıştıkları sendikanın yöneticilerinin yeterince yanlarında olmamaları ve direnişe gereken desteği vermemeleri. Gerek Türkiye deki gerekse dünyadaki sendikacılığın içinde bulunduğu yozlaşmayı, bu örnek üzerinden okumak da çok mümkün. Tabi bütün bu gelişmeler, bir sistemin yarattığı mağduriyetin sonucu olarak karşımıza çıkan belirgin örnekler. Kapitalizm in hüküm sürdüğü bütün topraklarda, bu ve buna benzer örnekleri çoğaltmak mümkün. Bize düşense, bu olay özelinde esaslı bir tespitte bulunup, köklü bir sistem eleştirisi yapmak. Bilindiği üzere Kapitalizm, yeryüzü nimetlerini ve üretim araçlarını özel mülkiyete dönüştürüp, daha çok kâr edebilme mantığı üzerinden kurgulanmış bir ekonomik sistemdir. Fakat aynı zamanda da, bireyin ve toplumun ekonomik koşullarını doğrudan belirleme gücü elinde olduğundan, onların sosyal yaşamlarını da kendi çıkarına hizmet edecek bir şekilde dilediği gibi ölçülendirebildiğinden, bu şekilde otorite kuran bir iktidar biçimidir. Öyleyse Kapitalizm maddi-manevi sömürüye dayalı bir sistemdir. Taşeronlaşmanın da işte bu sömürü ilişkisini had safhaya çıkararak daha çok kâr etme amacına hizmet eden bir uygulama olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Kendi kadrosunda çalıştırdığı bir işçinin ekonomik ve sosyal ihtiyaçlarıyla yüzyüze kalan işveren, bunlara direkt muhatap olduğunda çok daha fazla para ve enerji sarfederken, taşeron bir şirket aracılığıyla işçi kiraladığında çok daha az para ve enerji harcayarak kendince daha kârlı ve verimli bir çözüm üretmiş oluyor. Özellikle iktidarın çıkardığı yasaların da bu amaca hizmet etmesiyle, hukuki anlamda da diledikleri gibi at koşturabildikleri bir alan bulup, gariban emekçi insanlara, isyan etmekten başka bir çözüm bırakmıyorlar. Dolayısıyla bu koşullarda, taşeronlaşmanın emekçi insanlara getirdiği şey, daha çok sömürü, daha çok yoksullaşma ve hatta açlık oluyor. 8 Allah Ekmek Özgürlük

ehâd 2014 Tam bu noktada Sendikacılık hakkında da birkaç söz söylememiz gerekir. Emek ve Sermaye arasında tarih boyunca süre gelen bu çatışma ortamı, emeğiyle geçinen insanların örgütlenip hep birlikte mücadele etmelerini zorunlu kılmıştır. Özellikle Fransız Devrimi sonrası, Burjuvazinin yükselişi ile birlikte buharlı makinelerin yoğun olarak kullanılışı ve seri üretime geçilmesi, emeğin sermaye tarafından giderek değersizleştirilmesine ve bu çelişkinin iyice ayyuka çıkmasına sebep oldu. İşte tam bu süreçte 19. yy ın ilk çeyreğinde, önce İngiltere de sonra Fransa da sendikalar kurulmaya başlandı. Özünde sermayeye karşı işçilerin yanında olmak ve onları örgütlemek amaçlı kurulan sendikalar, tarihsel süreç içerisinde hiyerarşiye dayalı bir iktidar biçimine evrildiğinden, sistemin var ettiği kurumlara dönüştüler. Yani üye olan işçinin 1 günlük yevmiyesi ile geçimini sağlayan sendikalar ve sendikacılar, milyonlarca insanın emekleriyle sağladıkları para akışı ile öyle bir güce ulaştılar ki, karşı durdukları güçten beslenir hale geldiler. Bu da mücadelenin bir danışıklı döğüşe dönüşmesine sebep oldu. Çünkü karşı durdukları sistem ortadan kalkarsa, sendikalar ve sendikacılar da bu para akışından ve güçten mahrum kalacaklardı. Tabi bu tespit bütün sendikalar ve sendikacılar için yapılabilecek bir genelleme değildir. Fakat sistemin yarattığı bu çelişkili durum bir gerçektir. Gerek iktidarı, gerek sermayeyi, gerekse sendikaları ayakta tutan şey, yoksul gariban insanların emekleriyken, kendi emekleriyle oluşturdukları kurumlar tarafından mağdur ediliyor olmaları da ayrıca üzerine çok düşünülmesi gereken bir başka konu. Aslında bu üç kurumsal yapının, yapılanma modeli olarak yanlışlığının sebepleri aynı şeyler. Sorun yine Mülk ve Otorite sorunu. Siyasi iktidarın, sermaye sınıfının ve bu iki yapıya benzer temellerde yürütülmeye çalışılan sendikacılığın, bu koşullarda bu kadar halkın gerçeğinden kopuk olması gayet anlaşılabilir bir durum. Piramidel bir yapı ekseninde kademe kademe yükselen ve en tepede bir tek insanın olduğu, aralarda da benzeri bir hiyerarşik örgütlenmenin olduğu, içe kapalı, eleştiri kabul etmeyen, tek çözümü seçim olarak gören, içerisinde yer alan tüm organların bir şekilde tepedekine bağımlı kılındığı, açıklığın-şeffaflığın olmadığı ve dolayısıyla eşitliğin-adaletin ve özgürlüğün mümkün olmadığı yapılanmalar hepsi. Fabrikaya bu sabah polis müdahale etti, 91 işçi gözaltına alındı. Bazı işçiler müdahale sırasında yaralandı. 12 işçi ise fabrika çatısında eylemini sürdürüyor. Fabrika önünü kapatan polis, işçilere su ve yiyecek götürmek isteyen avukatlarına ve milletvekillerine izin vermedi. *cnnturk.com ihtiyacımız var. Dini, etnik kökeni, mezhebi vb. aidiyetleri ne olursa olsun, kimsenin ötekileştirilmediği, hiyerarşi barındırmayan, elde edilen kazanımın azınlık bir sınıfın mülküne ve otoritesine dönüşmediği, ortak sorumluluk alınıp, ortak değerler üretilen bir yapı olmalı bu. Artık başkanların, patronların, özel statü sahibi insanların dönemi kapanmalı. Herkes kendi ve diğer bireylerin geleceği ile ilgili konularda söz ve sorumluluk sahibi olmalı. Meseleler ve çözümler mutlaka herkesin karşılıklı istişaresiyle ele alınmalı. Kararda, sorumlulukta ve kazanımda herkes adaletli bir eşitliğe tâbi olmalı. Eşitler arası sorumluluk bilinciyle hareket edilmeli. Kendine duyduğu sorumluluğu diğerlerine de duymayı alışkanlık haline getiren, yardımlaşma ve dayanışmayı esas alan, kimsenin kimseden üstün olmadığı, herkesin gücü ve yeteneği ölçüsünce emek verdiği ve kimsenin emeğinin kimsenin emeğinden üstün olmadığı bir örgütlenme biçimi yaşamın bütününe hakim kılınmaya çalışıldığında, inanıyoruz ki şu an var olan sorunları bir bir çözmeye başlayıp, hayatı bize zından eden haram yiyicilere hak ettikleri dersi vereceğiz. Onlar Rablerinin çağrısına kulak verir ve destekleşirler. İşleri aralarında istişare ederler. Onlara rızık olarak verdiğimiz şeylerden de infak ederler. Ve onlar bir haksızlığa uğradıklarında, yardımlaşıp YEKVÜCÛD olurlar (ŞÛRÂ 38-39) Ezilenlerin mücadele geçmişinde, aynı tip örgütlenme biçimlerinin kalıcı çözümler getirmediği bir dolu örneklerle dolu geçmiş deneyimler var. Ve hepimiz artık iyice emin olmalıyız ki, bu örgütlenme biçimleri, bizim ideallerimize hizmet etmiyor. Artık toplumun bütününü kapsayan, yeni bir örgütlenme biçimine Allah Ekmek Özgürlük 9

2014 ehâd DEĞİŞEN BİR ŞEY YOK SEFA GENÇ Mazideki ihtişamına kavuşma istikbali vadediyor her akım. O zamanlar kendini ortaya koyduğu gibi tekrar koymak istiyor her seferinde. Baş döndürücü geliyor düşününce ve bir zamanlar.. diye söze başlıyor, böyle olmuştu. deyip bitiriyor. Anlatmak istediği, tekrar olabilir, o günde olduğu gibi yine yaşanabilir. Zafer hatırasını yaşatıyor. O fikri meşru kılan şeyin zafer elde edilmiş olması diye düşünüyor. Yaymak için o fikri, zafere götüren yol bu yoldur deyiveriyor. Roma imparatorunun 230 lu yıllardaki ihtişamını bir düşünün mazisi ne kadar zengin.zaferlerle ve gösterişlerle dolu.hedeflediği İstikbali o zengin, güçlü maziye dayandırıyor. İnsanlar onun sözde ululuğunu o mazi üzerinden tasavvur ediyor, kabule şayan görüyor. İnsanlar imparatoru desteklerken onun sahip olduğu gücü ne tür gayrı meşru işlerle elde ettiğine ve her türlü zorbalığına aldırmaksızın kendilerini o güç gösterisine bırakıveryorlar. Buna da genel tabirle güce tapıcılık deniliyor. İnsanların bu acizliği, binlerce yıl önce olduğu gibi maalesef bugün de aynı taassupla devam ediyor. Gücü tartışmaksızın, meşruiyet olarak addediyor. Yüzbinlerce camide beş vakit En Büyük Allah tır derken üstelik. Hiçbir zaman özne olmamış olan halk doğal olarak kazanılmış zaferlere tabi oluyor ve o güç sahiplerinin kendilerini emin kılacağını zannediyorlar.bunda şaşılacak bir durum görmüyorum.halk edilgen oldukça, kapitalist sömürü içerisinde sadece birkaç boğazı doyurabilmek için ömür boyu köle gibi kullanıldığı müddetçe, gücün iyi ellerde toplanması yalnızca hayalden ibaret kalır. İnsanların yönetim üslübu tepeden dibe şeklinde olduğu müddetçe dip her zaman tepeye muhtaç olduğunu düşünür. Dipten tepeye doğru bir yönetim tanrıkral anlayışa terstir. Bu yüzden gelenek hep tepeden inmeci bir anlayışla süregelmektedir.tanrı-kral anlayış bu düşünce ile yaptığı her zorbalığı meşru gösterecektir elbette. İslam bu noktada bütün peygamberlerle o tepedeki benlik abidesi mütekebbir zihniyeti hedef alır. Onu oradan indirip, devirip, yıkıp kurmuş oldukları pramidi tepetaklak eder. Aslında o mütekebbiri tepeye çıkaran şey farkındalık kılacağını iddia etmiş olmasıdır. Araya fark koymasıdır. Bunun günümüzdeki hali palementer sisteme bakacak olursak, karşısına abuk sabuk birkaç parti alır ve sürekli onları dövüp güç sahibi olduğunu ve meşruiyetininde bu dayaktan geldiğini iddia eder. Halkta işin kötüsü bu dayağın kendisi adına atıldığına kani olmuştur. Halk derken, asgari şartlar adı altında zulüm içinde yaşamak zorunda bırakılan insanlardan bahsediyorum. Peki iktidarlar bunu nasıl kullanıyorlar? Günümüzün tartışmaları çok cıvık ve sorgulamacı değil tarafçı tartışmalar gibi geliyor güzüme. Bu sebepten kaçıp 1900lerin ilk çeyreğine gidiyorum. Bu yıllarda gücün insanlık üzerinde ne tür bir trajediye sebep olduğunu söyleyen ve sorgulamayı insanlık tarihinin tohumlarından başlarcasına yapmış olan Erich Maria Remarque nin romanına çeviriyorum. Kendisi de benim kaçış bahanem dediğim bir içsellikle kitabın ismini Batı Cephesinde Yeni Birşey Yok olarak uygun görmüş. Burada bu güç algısının temellerini sarsan bir yaklaşımla genel bir savaş sorgulaması yapmış ve çok güzel bir şekilde net bir sebebe kavuşturmuş. Bir bölümünü çekip buraya alıyorum. Erler arasında çatışmanın olmadığı bir sıra, cephede geçen bir konuşma Çok şey var içinde, bir dünya tarihi sorgulaması var. Ben ülkenin son dış politikasızlık durumuna değinmek için konuyu biraz genişten alacağım. Kropp: Bizler vatanımızı savunmak için burada bulunuyoruz. Ama Fransızlar da yine vatanlarını savunmak için buradalar. Şu halde haklı olan hangi taraf? Ben kendimde inanmadan Belki iki tarafta diyorum Albert : Peki öyle olsun. Diyor ve beni düç duruma sokmak ister gibi ekliyor. 10 Allah Ekmek Özgürlük

ehâd 2014 Ama bizim profesörlerimiz, rahiplerimiz ve gazetecilerimiz sadece bizim haklı olduğumuzu söylüyorlar. İnşallah öyledir! Şu var ki Fransız profesörleri, papazları ve gazetecileri de sadece kendilerinin haklı olduğunu söylüyorlar. Şu halde doğrusu ne? Ben Bilmiyorum. diyorum. Kesin olan şu ki savaştayız ve her an yeni yeni ülkeler de savaşa katılıyor. Tjaden yine gözüküyor. Halâ heyecanlı. Bir savaşın nasıl patlak verdiğini öğrenmek isteyerek, konuşmalarımıza katılıyor. Albert, oldukça üst perdeden: Çoğu böyle olur, diye yanıtı konduruyor. Bir ülke ötekini ağır surette tahkir eder. Ama Tjaden, vurdumduymaz görünüyor: Bir ülke mi? Ne demek istediğini anlamadım. Almanya daki bir dağ, Fransa daki bir dağı nasıl tahkir edecekmiş! Ya da bir ırmak, bir orman ya da bir buğday tarlası bu işi nasıl yapabilir? Kropp: Bu derece budala mısın, yoksa mahsus mu yapıyorsun? diye homurdanıyor. Elbette ki bunu demek istemedim.bir millet ötekini tahkir ederse Tjaden: Şu halde burada benim işim yok. karşılığını bastırıyor. Ben hiçbir şekilde tahkire uğramış değilim. Albert, öfkeli öfkeli: Seninle bu işi konuşanda kabahat. diyor. Bu işte benim gibi bir zavallının ne gibi bir rolü olurmuş? Tjaden: O halde ben evime rahat rahat dönebilirim. diye ayak diriyor ve herkes gülüyor. Müller: Yahu bundan murat bütün millet, yani devlet demek istiyorum. diyor. Tjaden: Devlet, devlet diye parmaklarını kunaz kurnaz şaklatıyor. Sizin devlet dediğiniz şey jandarma, polis ve vergi. Senin bununla bir işin varsa, benden paso. Kat : Orası öyle diyor. Kırk yılda bir doğru laf ettin. Devlet, ülke ve Tjaden arasında gerçekten fark vardır. Kropp: İyi ama bu ikisi birbirinden ayrılamaz ki. diye fikir yürütüyor. Devletsiz bir ülke hiçbir yerde yoktur. Doğru. Ama bir düşünsene! Hemen hepimiz de sıradan kişileriz. Fransa da insanların çoğu da yine işçiler, zanaatkârlar ve küçük memurlar. Şu halde bir Fransız demircisi veya kunduracısı bizlere neden saldırsın? Hayır, hayır. Bunları yapan hep hükümetler. Ben buraya gelinceye kadar hiçbir Fransız görmüş değildim. Fransızların çoğu da bizimle aynı durumdalar. Bize ne kadar ise onlara da o kadar soruldu. Tjaden : Şu halde neden savaş var yeryüzünde? diye soruyor. Kat omuzlarını kısıyor: Savaştan yararlanacak kimseler olmalı. Tjaden sırıtıyor: Ama ben onlardan değilim. Sen de değilsin, Buradakilerin hiçbirisi de değiller. Tjaden işin arkasını bırakmıyor: Şu halde yararlanan kim? Kaiser e bir yararı dokunacağını sanmıyorum. Onun her şeyi var. Kat : Bence öyle değil. diye karşılık veriyor. Şimdiye kadar hiçbir savaş yapmadı. Oysa her imparator en azından bir savaş yapmıştır. Yoksa gerçek bir imparator olamaz. Okuldaki tarih kitaplarına bir göz atsana!. Belki bütün savaş tarihçesi bu elekten geçirilse ayrılacak üç beş diriliş mücadelesi hariç hepsi açık bir şekilde ötede kalır. Bu kesitte bir çok değinilecek yer var fakat ben yalnızca iki önemli noktaya değineceğim. Kropp ismindeki arkadaşımızın üzerinde şekil bulan devlet millet ikilemi ve buna olan küçük isyanı İyi ama bu ikisi ayrılamaz ki. Evet ideal olan budur, devlet ve mlletin birbirinden ayrılmaz bir bütün halinde iç içe olması ideal olandır. Yönetim olgusunun halktan bağımsız, tepeden inmeci bir şekilde algılanması düşünülemez.insanlar için hayat ve ölüm kararı birkaç yönetici vasıflı zorbanın ihtiraslarına bırakılamaz. Asıl savaş, insanlar üzerinde böyle bir tahakküm kurmak isteyen zalimler ile mazlumlar arasındadır. Bu ikilemden kurtulmalıyız. İslam, yönetim algısını bu şekilde parçalı oluşturmaz. Tam tersi bunu yıkan bir dindir. İslamda soylular, lordlar, aristokratlar bulunamaz. Yönetim anlayışı, emanet ve sorumluluktan ibarettir. Tahakküm söz konusu değildir. Çünkü hüküm ve otorite yalnız Allah a aittir. Bu ikilemi oluşturduğumuzda Kropp a karşılık veren Kat ın deyimiyle savaşanlar, didinenler, üretenler millet; yiyenler, sömürenler, zulmedenler devlet olacaktır. Bu istenmeyendir. İdeal düzen içerisinde böyle katmanlara yer yoktur. Bu bizim tabirimizle parçalı bakış tır. Bu bakış göz ile değil şuurlarda zihinlerde bütün idrak sistemini sarmalamış bir hastalık gibi kişiyi her yolda çıkmaza sokan bir bakıştır. Halk zemininde de olsa devlet ve millet kadrosunun hep birbirinden ayrı gören kafalar her zaman yanılmış ve toplumun ezilenler ve sömürenler olarak hep parçalı hale gelmesine neden olmuştur. Dikkat ederseniz burada iyi niyetli olarak parçalı bakanlardan bahsediyorum. Bu tam olarak şuanki Türkiye halkını ifade ediyor. Kendisinin hep pasif kalabileceğine inananların insanların başına, herşeyi tamam olmasına rağmen yine de gücünü daim kılmak isteyen zorba müktedirler gelmektedir. İnsanlık bunu bu şekilde anlamlandıramadıkça, kendisini hep altta müktediri hep üstte asla değişmez ve müdahale edilemez olarak gördükçe ölmeye, ezilmeye, açlığa ve perişanlığa mahkum olarak kalacaktır. Allah Ekmek Özgürlük 11

2014 ehâd Biz diyoruz ki Allah ın bir bütün olarak yarattığı insanlığın muhtaç olduğu adalet kendi makam mevki ihtirasları içinde vahşileşmiş siyasilerin, her değeri kendi sermayesiyle unufak edip sömüren sermayedarların elinde değildir. Bu adalet Allah ın ölçüsündedir. Siyasetin, ilmin, mal ve gücün bir elde dönüp durmasını yasaklıyor. Çünkü Mülk ve Otorite Allah ındır. Bunların eşitçe yayılmasını istiyor. O nun hükmüne tabi olarak. Bir diğer hususta da görüyorsunuz bir anda hiçbir sorunumuz olmayan ülkelerle bile savaş haline gelebiliyoruz ve bize ait olmayan bir savaşta taraf olmak durumunda bırakılıveriyoruz. Emperyalizmin ortadoğu topraklarındaki malum petrol ve pazar planları yüzünden değiştirdiği hükümetlerden birini tutmak gibi anlamsız bir çıkmaza sürükleniyoruz. Erdoğan hükümetinin üç yıldır sergilediği Suriye tavrı herkesin malumu. Bölge çok karışık bir hâl aldı. Birçok silahlı grup toprak paylaşımına kadar gitti. Bölgenin ağabeyi olmak adına gizli el lerden alınan desteklerle ona buna hareket çekiliyor. Binlerce yıldır birbirinin içine karışmış ortadoğu halkları, birbirine düşman ediliyor, edilmek isteniyor. Her türlü ahlaksızca hareket ile sürekli yara taze tutuluyor. Taciz saldırılar, kaçırmalar, öldürmeler devam edip duruyor. Bu coğrafyada dönen hesaplar yüzyılı aşkın ancak bu savaşlar, demokrasi savaşı ve özgürlük mücadelesi adı altında otuz yıldır petrol ve pazar düşkünü karterlerin, hesabına yeni haliyle hizmet ediyor. Bölgenin kendini yönetmesi istenmiyor, çok açık. Heder olan milyonlarca insan da kimsenin umrunda değil. Türkiye bunun neresinde peki? Hele şuanki savaş çığırtkanlığı ile yapmak istediği nedir? Suriye de kurulan Işid Türkiye toprağına saldırı tehdidinde bulunuyor. Suriye de çıkartılmak istenen savaşa zemin hazırlıyor, savaş isteğini toprakla, türbeyle kamuya mâl edip diri tutmak işini lâyıkıyla yapıyor. Nato üyesi Türkiye nin Suriye de söz sahibi olması isteniyor. Yine bir tesadüf olacak ki kamuoyunda cemaat-hükümet kavgası yaşanırken aynı zamanda amerika da Türkiye ye sırtını dönmüş gibi gözüküyor. (Böyle bir tavır takınmış gibi davranıyor.) Tek adam üzerinden savaş başlatmak istiyor çünkü. Savaşı Erdoğan ın savaşı yapmak istiyor. Çünkü hükümetin de bu zafere çok ihtiyacı var, gücünü meşrulaştırmak, bölgenin ağabeyi olmak adına. Biz sözde sürtüşmelere aldanmayız. Koltuklar arasındaki bürokrasi bizi bağlamaz. Halk olarak bu savaşın neresindeyiz? Suriye de zulüm var ve biz mazlümların yanındayız öyle mi? İşte Irak örneği İşte Mısır İşte Filistin İşte Çeçenistan İşte Afganistan Ne oldu onlara? Tek bir fiili müdahale ve yardım hani nerede? Süleyman Şah Türbesi ne saldırdılar da ata yadigârı emanet mi sadece sebebi savaşın? Necef te Hz Ali türbesi etrafında yapılan zulümler sırasında neredeydi bu hassasiyetiniz? Amerikan askerleri tarafından tecavüze uğrayan kadınların çığlıkları yankılanırken o türbenin duvarlarında ve yıkarken tüm camilerin duvarlarını o mazlum çığlık o zaman neredeydi bu hassasiyet! Ebu Ubeyde (R.a) fethettiği şehir Kûfe nin üzerine bombalar inerken; 1400 yıllık camilerin tepesine havan topları düşerken neredeydi sizin külhanbeyliğiniz? Hayır! Hayır bu savaş o hassasiyetin savaşı değil. Bu savaş zafer kazanmak zorunda olan, imparatorculuk oynayan bir zalimin savaşıdır. Binlerce masumun kanı üzerinde kendi koltuk savaşını yapan mütekebbirin savaşıdır. Bu savaş ne oradaki halkın ne de Türkiye deki halkın başlattığı bir savaştır. O halkların savaşı bambaşka bir tavırla ve çok daha acımasızca olacaktır.binlerce yıldır içiçe yaşamış bir halkın kaderini birkaç başı bozuğun eline teslim edemeyiz. Onlar Rablerine inanmış gençlerdi. Biz de onların Hidayetini artırdık. Kalplerini kuvvetlendirdik. AYAĞA KALKARAK dediler ki: -Bizim Rabbimiz yerlerin ve göklerin Rabbidir. Biz ondan başka otorite ve güç sahibi tanımayız, ondan gayrısından da yardım istemeyiz. Yoksa gerçek dışı iş yapmış oluruz. (Kehf 13,14) Allah bu azmi ve kuvveti bize de versin. Kıyamımızı mübarek eylesin. Kapitalizm ve onun gayrı meşru çocuğu emperyalizmin iki eli kurusun! 12 Allah Ekmek Özgürlük

ehâd 2014 çağımız ve varoluş Funda doğan Kâr oranındaki artış hızının düşüşe geçişiyle 70 lerde krize giren sistem, kendisine yeni meta alanları yaratma ve taşeronlaşma ile emeği değersizleştirerek, düşüşe geçen ivmeyi tekrar artışa döndürmeyi amaçladı. Özellikle 80 sonrası bu amaçla ortaya koyulan açık liberal politikalar ile doğa, hava ve insan yoğun bir metalaşma sürecine girdi. İmara açılan orman alanları, şirketlere kullanım hakkı satılan nehirler, muazzam sayıdaki HES ler, sağlık, eğitim gibi hizmet alanlarının sektöre dönmesi gibi bir dizi süreci yaşayan Türkiye nin de dahil olduğu birçok ülkede, insanın metalaşması kaçınılmaz oldu. Öncelikle bu metalaşma sürecinin işlemekte olduğu yerlerde hayatta kalmanın maliyeti ciddi şekilde artıyorken, bir yandan da emek gücü ucuzlamaktadır. Asgari yaşam şartlarını sağlamanın gittikçe zorlaştığı bu düzlemde, kapitalizmin özünde olan rekabetçi anlayış sistem tarafından bireylere gittikçe artan bir yoğunlukta işlenmektedir. Öyle ki plaza insanları performans kaygısı ile gece gündüz çalışmakta, beyaz yakalılar artık avantajlı konumunu kaybetmekte ve asgari ücretle çalışan emekçi kesim taşeronlaşma gibi politikalar yüzünden en kötü şartlarda çalışmayı kabul etmektedir. Narsisizm çağın hastalığı olarak görülüyor. Bireyselci tüketim toplumunda bireyler kendi başarılarına odaklı, bencil, bir birlerinden uzak ve rekabetçi ilişkiler kurmaktalar. Yaratılan yapay ihtiyaçlar ve alışkanlıklar sistematik sömürünün bir parçası. İnsan ilişkileri zayıflarken, tatmin satın alınanabilinen metalara kayıyor. Bu kültürün getirdiği ruhsal sıkıntılar, artan intihar oranları, ekonomik sıkıntıdan cinnet geçirerek ailesini öldürenler bireylerin kayıplarından sadece bir kaçı iken, sistem için narsisizm başarıyı olumlu etkilediği için aslında artık hedeflenen bir şey. Öyle ki, populasyonun çoğunun narsist olduğu ABD'de bugün, narsisizmi psikolojik rahatsızlıklar listesinden çıkarmayı konuşuyorlar. İnsan bir birine ve kendine yabancılaşıyor. Sadece ortaya koyduğu performansı ile değer bulduğu bu sistemde, değeri başarı üzerinden verilen insan kendine ve emeğine yabancılaşıyor. Bir birini rakip olarak gören bireyler gittikçe yalnızlaşıyor. Kapitalizm özü itibari ile rekabetçiyken, İslam bütünleştiricidir. Rekabet bizim için şeytandandır. Şeytan insanoğluyla rekabete girmiştir. Ben ateştenim, o ise o topraktan diyen Şeytana Allah; hepinizi tek bir özden yarattım o yüzden aranızda üstünlük yok, üstün olan ancak Allahtir diye cevap vermiştir. Bu noktada İslam insanları sadece yatay olarak eşit bir düzlemde değil, aynı zamanda onların tek bir özden meydana geldiğini anımsatarak kardeşlik noktasında dikey olarak da eşitlemektedir. İslam da insanlar rekabet eden değil, tamamlayandır. Bir binanın tuğlaları gibi bütünü oluşturan parçadırlar. Bütünü destekleyen parçalardır insanoğlu. Salat yani destek olmak dinin temelidir. Namazda saf tutmanın da, Hac'da Kâbe'yi tavâf etmenin de temel noktası destekleşmektir. Birleştirici olan bu dayanışma kültürü sömürünün en büyük panzehiridir. Bu yüzdendir ki dayanışma kültürü olan tarım kültürünü yok etmek için bir dizi politikalar geliştirmişlerdir. Eşitliğin ve kardeşliğin önündeki en büyük engel sahip olma güdüsüdür. Kendini bütünden ayrı gören parçalar, bireyselci kültürün tuzağına düşüyor ve rekabet duygusuna kapılarak daha çok sahip olmak istiyor. Mülkün ve otoritenin Allah'a ait olduğunu kabul etmek kişiyi bu sahiplik duygusunun esiri olmaktan koruyor. Kapitalist sistem bize planlı, programlı ve geleceğe yönelik olmayı öğretirken aslında biriktirmeyi öğretiyor. Gelecek kaygısı ile endişe yaşayan bireyler sistemin tuzağına daha çabuk düşüyor. Biriktirebilmek için daha çok çalışıyor, bir başkasını daha kolay eziyor. İnsan iki kutup arasındadır. Yapıcı da olur yıkıcı da. Kapitalist sistem insanın içindeki yok edici gücü rekabetçi politikalarıyla destekliyorken, İslam insanlığı bir olmaya çağırarak yer yüzünü tevhid bilinci ile cennete çevirme yolunu açığa vurarak kurtuluşu insanlığa gösteriyor. Yeryüzü artık sömürüye karşı alarm veriyor. İnsanlık doğal kaynaklarının tükenişi, kuraklık, küresel ısınma, karbon salınımın artması gibi bir dizi tehdit ile karşı karşıya. Aynı şekilde insanlıkta artık sömürüye karşı alarma da. Para için milyonlar katlediliyor, her sınıfsal yapıdaki insanlar mutsuz, özünden uzaklaşıyor, yalnızlaşıyor. İnsanlık için tek kurtuluş, sınıfsız bir dünya kurmak için bir olmayı başarabilmekte. İnsanlığın bir bütün olarak kendi içinde örgütlenebildiği gün, dıştan müdahalelerle sömürünün önü kapanacaktır. Allah Ekmek Özgürlük 13

2014 ehâd İDEOLOJİK BİR AYGIT OLARAK REKLAMLAR Behlül Dânâ Sosyal medyanın yaygınlaşması ile beraber viral reklam kavramı da hayatımızda daha çok yer kaplamaya başladı. Zaten kentlerdeki gündelik yaşam içerisinde, kamusal alanı kullandığımız müddetçe reklam bombardımanına maruz bırakılıyorduk. Artık buna mahremimiz olduğuna inandığımız telefonlarımız ve bilgisayarlarımız da dahil ve bu çirkin algı çöplüğünden kaçabileceğimiz alanların sayısı gittikçe azalıyor. Reklam kültürü ile yerleşik neokapitalist sistem arasında, göründüğünden çok daha güçlü ve derin bir ilişki vardır. Bu ilişkinin kavranması sayesinde de, neden reklamların örgünleştirilmeye çalışıldığını, reklamsız alanların neden ücretli ve belirli kimselerin ulaşımına açık hale getirildiğini anlıyor olacağız. Reklamlar, yapısal olarak incelendiğinde aslında aynı kökene dayanan fakat farklı gibi görünen iki iç işleyişi barındırırlar. Bu iç dinamiklerden ilki, reklamın, ürüne kattığı değerdir. Yani bilindik fabrikasyon süreci esnasında ürüne fiziksel olarak kazandırılan işleve ek olarak, reklamla eklenen bir değer söz konusudur. Bu ek değer, ürünün tüketilmesi esnasında ortaya çıkan ve ürünün temel değeriyle pek bir ilintisi bulunmayan enstantelerdir. Örneklemek gerekirse, otomotiv sektörüne ait reklamlarda yaygınlaşan özgür hissettirme, hayatın tekdüzeliğinden ve boğuculuğundan uzaklaştırma gibi, traş bıçaklarının erkeksiliği körüklediği ve vurguladığı gibi ya da konut reklamlarında bolca geçen geleceğe ve refaha açılan bir kapı gibi telkinleri sayabiliriz. Tüm bunlara ek olarak, bu tarz reklamların mutlaka belirli noktalarında mahrem ve müstehcen olana atfedilen bir bileşen bulmak ta mümkündür. Bu erojen öğenin kaynağına daha sonra değineceğiz. Reklamların üstlendiği bu temel işlevi -yani üretim sürecinin sonunda olmayan bu ekstra deneyimi- en net haliyle algılayabildiğimiz yer Fransız psikanalist Lacan'ın, Marxist teori ile Freudyen Psikanalist kuramı eşleştirdiği haz tanımıdır. En kaba tabirle betimlemek istersek, Jacques Lacan'a göre haz, nesnede, nesnede olandan fazlasıdır. Yani doyuma ulaşmadaki bilişsel sürecin artık değeridir. Bu noktada, tıpkı değer ve kâr kavramları arasındaki ayrımda olduğu gibi, klasik haz ilkesi ile de bir ayrıma gidilmektedir. Klasik psikanalizde bahsi geçen haz, içsel bir takım itkelerin doyumu esnasında ortaya çıkarken, bizim burada konu edindi ğimiz yeni haz tanımında, içsel, doğal ya da spontane olan hiç bir şey yoktur. Reklamların eksenlendiği neohedonist bakış açısı da tam bu noktada devreye girer. Reklamda yönlendirilen insan istenci de tamamen yapaylıklar üzerine kurgulanmıştır. Reklamın içeriğinde bahsi geçen doyum sürecinde, istencin kendiliğinden olan hiçbir somut koşul yoktur. Reklamlar bize hangi nesne ya da hizmetten, ne şekilde, ne kadar ve nasıl doyuma ulaşılabileceğini ve bu doyumun mahiyetini telkin ederler. Bu noktada, reklamların ikinci unsuru olan fantezi nin tanımına giriş yapmış oluyoruz. Reklamların asıl yaratmaya çalıştığı gerçekliğin tezahürü işte budur. Fantezi, doyuma ulaşma ve hazzı mümkün olan üst seviyeye çıkartmadaki metodun işlendiği gerçekliktir. İtkelerimizin yönelimi olan nesnenin belli bir şey ya da şekilde olduğunu yahut olmadığını düşleriz. Bu şekilde, en üst doyumu isteyen id ile, kural koyucu süperegonun uzlaşısını da sağlamış oluruz. Öte yandan, neokapitalist sistemin ve onun getirdiği neohedonist anlayışın da uç bir raddede sapkınlaştığına tanık oluyoruz. Zîra günümüzün reklam anlayışı, vaadettiği bu fazlalık deneyimler üzerinden, hedef kitlesini sürekli Haz al! komutuna mağruz bırakırken, bir yandan da alttan alta, bireyin doyumunu koşullarla bağlantılandırarak, ketleyici ve yasaklayıcı bir despotluk sergilemektedir. Slovenyalı Marxist bir düşünür olan Slavoj Zizek in çok fazla üzerinde durduğu çikolatalı laksatif drajeler, alkolsüz biralar, kafeinsiz kahveler, doymuş yağsız ve kolesterolsüz margarinler, hep bu anlayışın sonucudur. 14 Allah Ekmek Özgürlük

ehâd 2014 Meta, kendi içerisinde, kendisinin tam zıttını barındırmakta ve böylelikle, yekünde hiç olmaktadır. Kendisini sınırsız miktarda tüketmemize olanak sağlayan bu ürünlerde, aslında nesnedeki temel değer olan unsurlar yoktur. Dolayısıyla tüketilmekte olan şey, aslında nesnenin değil hiçin kendisidir ve aynı sebepten, kesin ve nihai bir doyum sağlanamaz. Nihai doyum sağlayabilmenin yolu ise, suçluluk hissiyatı yaşanmadan mümkün değildir. Çünkü tüketilmesi amaçlanan nesnenin, ve amaçlanan doyumun koşulları, zaten nesnede gömülü halde verilmiştir. Kahve içilebilir, ama kafein asla! Yukarıda bahsi geçen, reklamlarda kıyıya köşeye sıkıştırılmış müstehcen atıfların işlevine bu noktada varmış oluruz. Özellikle otomotiv sektörü bu çirkin oyuna fazlaca başvurmaktadır. Otomobilin sahibi olan adamın eşi, kocasında daha önce meydana gelmemiş bir cinsel performans artışı gözlemlemektedir. Bu durumu yakın arkadaşlarından birine açtığında, birlikte vardıkları sonuç, adamın eşini aldatmakta olduğudur. Tam bu anda sahne değişir ve adamı arabasının kaportasını -belki de müstehcen bir şekilde- okşarken görürüz. Buradan anlamamız gereken iki şey vardır: başta yalnızca bedenleri iken artık bu ikiliye adı otomobil olan üçüncü bir yatak arkadaşı eklenmiş ve, cinsel iktidarı, kendisi dışında bir nesneye koşullandırılan erkek, cinsel yaşamdaki temel nesnesini yitirmiş, kapsamsızlaştırılmıştır. Ve nihayetinde, aslında Haz al! komutu verip, cinselliği körüklüyor gibi görünen otomobil reklamı, bireyi, vaaddettiği sürecin tam zıttına ulaştırmıştır. Cinselliğin her türlü medyaya sindiği günümüzde, gittikçe artan doyumsuzluğun ve tatminsizliğin sebeplerinden biri de, başka bir takım kavramlar bünyesine yedirilerek işlenen cinselliğin, temel de boşluk ve yoksunluktan başka hiç bir merkeze hizmet etmemesi vardır. Bu verdiğim örneklere ürün ve reklam bazında, makyaj malzemelerinden tutun da, pastörize süte kadar her şey girer. Fakat, reklamlardaki bu düşünüş tarzı sadece ürün ve hizmetlerle sınırlı kalmaz. Toplumsal fikirlerimizin, çevreye ve insana bakışımızın ve inançlarımızın da aynı şekilde temel nesnelerinden uzaklaştırıldığını görürüz. Birincisi, adam, eğer cinsel birleşmede, her iki taraf için de varılabilecek en üst doyuma ulaşmak gayesinde ise, bu sadece o otomobile sahip olduğunun bilgisi üzerinden mümkündür. Bu sonuç zaten varılması kaçınılmaz olandır. İkincisi ise ilk sonucumuzdan sonraki aşamadır. Söz konusu otomobil, bir kavram olarak erkeğin hayatına girdikten ve reklam üzerinden, erkeğin fantezisinin sınırları belirlendikten sonra, işlerin eski haline dönmesi mümkün değildir. Çiftin mutlu ve tatminkâr bir mahremiyet yaşamaları için gereken somut nesne, ilk Allah Ekmek Özgürlük 15