SAYI 15 / 2012 BU BİR SÜRELİ YAYINDIR PARA İLE SATILMAZ YÖNETİM. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür A.Ş. Adına Sahibi Ahmet SELAMET



Benzer belgeler
YAHYA KEMAL BEYATLI ( )

11.SINIF TÜRK EDEBİYATI DERSİ KURS KAZANIMLARI VE TESTLERİ

Bilim,Sevgi,Hoşgörü.

EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI 11. SINIF TÜRK EDEBİYATI DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU KAZANIMLARI VE TESTLERİ PLANI

Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

TERCİH ETTİĞİN OKOL GELECEĞİNDİR MEVLÜT ÇELİK 8.SINIF KAVRAM HARİTASI. Mevlüt Çelik. T.C. İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük

Dünyayı Değiştiren İnsanlar

"15 Temmuz Şehidimiz hemşehrimiz Mustafa Cambaz ın kendisi artık belki aramızda değil, ancak onun Fotoğrafları Batı Trakya da sergileniyor.

IV.HAFTA XX.YÜZYIL BAŞLARINDA OSMANLI İMPARATORLUĞU

MİLLİ EDEBİYAT DÖNEMİ TEMSİLCİLERİ - III

VATAN ŞAİRİ MEHMET ÂKİF ERSOY

ÖZGEÇMİŞ VE ESERLER LİSTESİ. Doç. Dr. Rıza BAĞCI

Elveda Rumeli Merhaba Rumeli. İsmail Arslan, Kitap Yayınevi, İstanbul, 2013, 134 Sayfa.

Zirve 9. Sınıf Dil ve Anlatım

MEHMET RAUF - Genç Gelişim Kişisel Gelişim ( )

YENİ TÜRK EDEBİYATI - I

İBRAHİM ŞİNASİ

İÇİNDEKİLER SÖZ BAŞI...5 MEHMET ÂKİF ERSOY UN HAYATI VE SAFAHAT...9 ÂSIM IN NESLİ MEHMET ÂKİF TE GENÇLİK... 17

temlerini işlediği şiirlerinden bazıları: Yol Düşüncesi, Sessiz Gemi, Rintlerin Akşamı, Ufuklar, Mehlika Sultan.

Sosyal bilgiler öğretmeninin verdiği bu bilgiye dayanarak Mustafa Kemal Paşa ile ilgili aşağıdakilerden hangisi söylenebilir?

BEP Plan Hazırla T.C Ceyhan Kaymakamlığı ALTI OCAK MESLEKİ VE TEKNİK ANADOLU LİSESİ Müdürlüğü Edebiyat Dersi Bireyselleştirilmiş Eğitim Planı

Mustafa Kemal Atatürk ün Hayatı

10.SINIF TÜRK EDEBİYATI DERSİ KURS KAZANIMLARI VE TESTLERİ

MİLLİ EDEBİYAT DÖNEMİ TEMSİLCİLERİ - I

Sunum ve Sistematik 1. BÖLÜM: MUSTAFA KEMAL İN HAYATI

Necip Fazıl ın Yaşamındaki Düşünce Labirentleri - Genç Gelişim Kişisel Gelişim

II. MEŞRUTİYET DÖNEMİ

NECİP FAZIL KISAKÜREK

Aruzla şiire başlayan sanatçılar, Ziya Gökalp in etkisiyle sonradan hece ölçüsüyle yazmaya başlamışlardır.

Kazanım: : Vatanımız için mücadele eden insanların fedakarlıklarını öğrenerek vatanseverlik duygusunu artırır.

Kütahya Gazeteciler Cemiyeti Ziyareti:

-rr (-ratçi KÜLTÜR VE TURİZM BAKANLIĞI YAYINLARI: 961 HALDUN TANER. Mustafa MİYASOĞLU TÜRK BÜYÜKLERİ DİZİSİ : 98

8. SINIF T C İNKILAP TARİHİ VE ATATÜRKÇÜLÜK DERSİ

BAŞBAKAN YARDIMCISI HAKAN ÇAVUŞOĞLU, BATI TRAKYALI GENÇLERLE YTB DE BULUŞTU Cuma, 13 Nisan :47

Hazırlayan: «Benim ayrı odam olduğu gibi, yazı masam, kitap dolabım bile var idi.» Fatma ALİYE. Enes PALA

İnci Hoca YEDİ MEŞALECİLER

Selam size ey yüce şehitler, Yahya Çavuşlar, Koca seyitler. Uyuyan nice adsız yiğitler, Adınızı tarihe yazmaya geldim.

RUMELİ DEN GELEN SON MÜBADİL KAFİLESİ

HALİDE EDİB ADIVAR VURUN KAHPEYE ROMAN

Vizesiz gidilebilecek 10 popüler ülke

ÖZGEÇMİŞ Yaşar Kemal in Romanlarında Toplumcu Gerçekçilik (devam ediyor)

Sultan Abdulhamit in hayali gerçek oldu BÜLTEN İSTANBUL AZİZ BABUŞCU B İ L G İ. NOTU BALKANLAR 2 de İL SİYASİ VE HUKUKİ İŞLER BAŞKANLIĞI

Divan Edebiyatının Önemli Şair ve Yazarları. HOCA DEHHANİ: 13. yüzyılda yaşamıştır. Din dışı konularda şiir yazan ilk divan şairidir. Divanı vardır.

olduğunu fark etti. Takdir ettiği öğretmenleri gibi hatta onlardan bile iyi bir öğretmen olacaktı.

Derece Alan Üniversite Yıl. Lisans Türk Dili ve Edebiyatı Eskişehir Osmangazi Üniversitesi. Y. Lisans Yeni Türk Edebiyatı Hacettepe Üniversitesi 2010-

T.C. İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük ATATÜRK Ü ETKİLEYEN OLAYLAR VE FİKİRLER

Tanzimat Edebiyatı. (Şiir-Roman) YAZARLAR Dr. Özcan BAYRAK Dr. Muhammed Hüküm Dr. Taner NAMLI Dr. Celal ASLAN

FECRİ-ATİ EDEBİYATI SANATÇILARI

MehMet Kaan Çalen, tarihinde Edirne nin Keşan ilçesinde doğdu. İlk ve orta öğrenimini Keşan da tamamladı yılında Trakya

İNSANLIĞIN SAVAŞI YENDİĞİ YER; ÇANAKKALE SAVAŞ ALANLARI PROJESİ (TR R5)

Yusuf Ziya Ortaç ve Tiyatro Eserleri

EĞİTİM - ÖĞRETİM YILI... ANADOLU LİSESİ 12. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU KAZANIMLARI VE TESTLERİ

Yeni Osmanlılar Cemiyeti Kurucularından Mehmed Âyetullah Bey Dönem-İnsan-Eser

PROF. DR. MESERRET DĐRĐÖZ

100. Yılında Çanakkale ye Develi den güzel bir ziyaret gerçekleştirildi. Fethinin 562. Yılı olması münasebetiyle gezinin ilk yarısı İstanbul a

KUBBEALTI SOHBETLERİ

Amiral Turgut Reis 449 nci ölüm yıl dönümünde anıldı

1. görev İlk görevimize hoş geldiniz. Biliyorsunuz ki Sinan ilk görevinde şifreli mesajı çözdü ve Taksim Meydanı na gitmesi gerektiğini buldu. Sinan ı

İSTANBUL AYDIN ÜNİVERSİTESİ BU HAFTA ÜNLÜ ŞAİRİMİZ MEHMET AKİF ERSOY A AYDIN BAKIŞLAR KONFERANS DİZİSİNİN İKİNCİ OTURUMUNU GERİDE BIRAKTI.

BASKAN TOPRAK ISTANBUL ÜNIVERSITESI REKTÖRÜ PROF. DR. YUNUS SÖ...

En İyisi İçin. Cevap 1: "II. Meşrutiyet Dönemi"

BALKAN AVASLARI. alkan Savaşları, I. Dünya. Harbinin ayak sesleri niteliğinde olan iki şiddetli silahlı çatışmadır. Birinci Balkan Savaşı nda

TLL Uygulama. Aşağıdaki seçeneklerin hangisinde Hüseyin Rahmi Gürpınar a ilişkin bilgi doğru değildir?

MEHMET AKİF ERSOY - Genç Gelişim Kişisel Gelişim

Zeki DOĞAN-Sosyal Bilgiler Öğretmeni

TANZİMAT I. DÖNEM: ŞAİR VE YAZARLAR. * Şinasi *Ziya Paşa *Namık Kemal. * Ahmet Mithat Efendi *Şemsettin Sami

İÇİNDEKİLER SUNUŞ İÇİNDEKİLER... III GİRİŞ... 1 BİRİNCİ BÖLÜM BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI ÖNCESİ DÜNYADA SİYASİ DURUM 1. Üçlü İttifak Üçlü İtilaf...

İÇİNDEKİLER. Birinci Bölüm ÖABT Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği Konu Anlatımlı Soru Bankası ESKİ TÜRK DİLİ VE LEHÇELERİ...

D. Kodu Ders Adı Ders Saati Kredi Z/S TDE 501 AğızAraştırmaları 3 3 S TDE 503 Arapça I 3 3 S TDE 505 Âşık Edebiyatı 3 3 S TDE 507

Derece Bölüm/Program Üniversite Yıl Lisans Tarih Bölümü Ankara Üniversitesi 1997 Yüksek Lisans Tarih (Yakınçağ Tarihi) Ankara Üniversitesi 2000

Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi

Doç. Dr. Ahmet Özcan Çerkeş-ÇANKIRI da doğdu. İlkokulu Elazığ, ortaokulu Kars, lise öğrenimini Antakya da tamamladı. Ankara Üniversitesi Dil ve

Dünya üzümden sadece şarap yaparken, biz ise üzümden sadece şarap değil, başka neler yapacağımızı göstermeye devam edeceğiz.

TÜRK EDEBİYATININ DÖNEMLERİ

EĞİTİM ÖĞRETİM YILI NARLIDERE YATILI BÖLGE ORTAOKULU TC İNKILAP TARİHİ DERSİ AÇIK UÇLU DENEME SINAVI 1

Alter Yay. Rek. Org.Tic. Ltd.Şti. Yayıncı Sertifika No:11483

NOKTALAMA İŞARETLERİ MUSTAFA NAZIM ÖZGEN

CUMHURIYET DÖNEMINDE COŞKU VE HEYECANI DILE GETIREN METINLER (ŞIIR) Cumhuriyet Edebiyatında Şiir ve Soru Çözümü

HÜRRİYET İLKOKULU EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI 23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK ve ÇOCUK BAYRAMI KUTLAMA PROGRAMI

LYS 3 DENEME-5 KONU ANALİZİ SORU NO LYS 3 TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI TESTİ KAZANIM NO KAZANIMLAR. 26/05/2014 tarihli LYS-3 deneme sınavı konu analizleri

ATATÜRK İLKELERİ VE İNKILÂP TARİHİ DERSİ I.DÖNEM MÜFREDAT PROGRAMI

Makedonya Cumhuriyeti ; 1991 yılında Yugoslavya Sosyalist Federatif Cumhuriyeti nin iç savaşlara girdiği dönemde bağımsızlığını ilan etmiştir.

129 KADINI TEMSİLEN 129 KADIN MHP YE ÜYE OLDU

SERVETİFÜNUN SANATÇILARI - I

ESKİ GÜMÜŞHANE (SÜLEYMANİYE MAHALLESİ) VE PANAYIR ALANI

Iğdır Sevdası AVUKAT SEVDA DOĞAN

ŞANLIURFA İL KÜLTÜR VE TURİZM MÜDÜRLÜĞÜ YAYINLARI. Konusu: Urfa Üzerine Yazılmış Şiir Seçkisi

KİTAP GÜNCESİ VIII. GELENEKSEL KİTAP GÜNLERİ SAYI:3

EĞİTİM - ÖĞRETİM YILI... ANADOLU LİSESİ 11. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU KAZANIMLARI VE TESTLERİ

SÂMİHA AYVERDİ KİMDİR? Hazırlayan: E. Seval YARDIM

Adı-Soyadı: Deniz kampa kimlerle birlikte gitmiş? 2- Kamp malzemelerini nerede taşımışlar? 3- Çadırı kim kurmuş?

ÖZGEÇMİŞ. Derece Alan Üniversite Yıl Lisans Arşivcilik İstanbul Üniversitesi Ortadoğu Enstitüsü. Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü

Zeus tarafından yazıldı. Çarşamba, 11 Mart :05 - Son Güncelleme Perşembe, 27 Mayıs :12

Surre Alayı. Surre-i Hümâyun. Altınoluk. Surre Alayının Güzergâhları. Surre Alayının Güvenliği. Surre Alayının Yola Çıkması

Yıl Sonra. Yahya Kemal ULUSLARARASI NURETTİN TOPÇU KÜLTÜR MERKEZİ

OSMANLI BELGELERİNDE MİLLÎ MÜCADELE VE MUSTAFA KEMAL ATATÜRK

Savaş, kahramanlık ve vatan sevgisi gibi konuları destansı ve abartılı bir anlatımla işleyen şiirlerdir.

"Satmam" demiş ihtiyar köylü, "bu, benim için bir at değil, bir dost."

T.C. İNKILÂP TARİHİ VE ATATÜRKÇÜLÜK DERSİ DERS NOTU I. DÜNYA SAVAŞI ÖNCESİ OSMANLI DEVLETİ NİN GENEL DURUMU. Ekonomik Durum:

PROF. DR. ABDULLAH UÇMAN

Transkript:

SAYI 15 / 2012 BU BİR SÜRELİ YAYINDIR PARA İLE SATILMAZ YÖNETİM İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür A.Ş. Adına Sahibi Ahmet SELAMET Genel Yayın Yönetmeni Sabri DERELİ Yayın Danışma Kurulu Prof. Dr. Halil İNALCIK, Prof. Dr. Semavi EYİCE, Prof. Dr. İlber ORTAYLI, Prof. Dr. İskender PALA, Ahmet Faruk YANARDAĞ, Doç. Dr. Haluk DURSUN, Şevket DEDELİOĞLU Yayın Koordinatörü Fatih YAVAŞ YAYIN Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Alper ÇEKER Yayın Kurulu Müjdat ULUÇAM, Salih DOĞAN, Fatih DALGALI, Betül EREN, Esra ERKAL, Ömer OSMANOĞLU, Metin ÖZTÜRK, Hüseyin SORGUN, M. Lütfi ŞEN, Nurten ŞAFAK TOPCU, Altay ÜNALTAY, Yaylagül CERAN Sanat Yönetmeni Aydın SÜLEYMAN Grafik Tasarım Şükran KUMRAL Fotoğraflar Alp ESİN, Rabia YILMAZ Reklam Koordinatörü Mustafa YALMAN Rezervasyon / 0212 467 07 00-1469 (Dahili) İletişim iletişim@kultursanat.org YAPIM KÜLTÜR A.Ş. Baskı - Cilt Aktif Matbaa (0212)... Renk Ayrımı / CTP... Dergide yayımlanan yazı, fotoğraf, çizim ve planlardan yasal olarak eser sahipleri sorumludur. Yazılardan kaynak belirterek tam veya özet alıntı yapılabilir. Fotoğraflar izinsiz kullanılamaz. İSTANBUL BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ KÜLTÜR A.Ş. YAYINLARI İstanbul Kültür ve Sanat Ürünleri Tic. A.Ş. Maltepe Mahallesi Topkapı Kültür Parkı Osmanlı Evleri 34010 Topkapı - Zeytinburnu / İSTANBUL

10 100. YILINDA BALKAN SAVAŞLARI Erol Şadi Erdinç in hatırasına Prof. Dr. İlber ORTAYLI 42 RUM-İLİ NİN FETHİ VE ULUS DEVLET ANLAYIŞININ GETİRDİKLERİ Fatih DALGALI OYALANMALAR YA DA BİR AMERİKAN DİPLOMATININ İSTANBUL ANILARI Ahmet Akif TOSUN MİNİATÜRK 56 10 10 TÜRK EDEBİYATININ ÇEHRESİNİ DEĞİŞTİREN BEŞ EDEBİYATÇI Prof. Dr. Abdullah UÇMAN 30 18 İSTANBUL KÜLTÜRÜNDE BALKAN YEMEKLERİ Sennur SEZER HİLMİ BABA ve 1878 SONRASINDA OSMANLI İMPARATORLUĞU NDA BOŞNAK MUHACİRLERİN YAŞADIĞI MÜŞKİLAT Yrd. Doç. Dr. York NORMAN 36 50 İSTANBUL MEKAN 57 AJANDA 58

TAKDİM Rumeli, Türklerin yitik vatanıdır. İstanbul un Mecidiyeköy, Bağcılar gibi birçok semti Balkanlardan çeşitli dönemlerde yaşanan göçlerin sonucunda kurulmuştur. Kasımpaşa nın Ohri li Arnavut ciğercileri, Evliya Çelebi nin renkli tasvirleriyle gözümüzün önünde canlanır, sesleri kulaklarımızı çınlatır. İstanbul da adını bu coğrafyadan alan Rumeli Han, Selanik Pasajı ve Rumeli Caddesi gibi birçok yapı ve mekân vardır. Tüm bu içiçe geçmişlik sayesinde, toprak olarak geride bıraktığımız Rumeli nin adetleriyle, müzikleriyle, yemekleriyle ve diliyle İstanbul da yaşamaya devam ettiğini söyleyebiliriz. Şehrimizle özdeşleşen Yahya Kemal, Yaşar Nabi Nayır, Meh- met Akif Ersoy gibi isimler hep Rumeli kökenlidir. İstanbul daki Rumeli kültürü, en sevilen sinema filimlerine ve televizyon dizilerine konu olmuştur. 1453 İstanbul Kültür ve Sanat Dergisi nin bu sayısını, Balkan Savaşları nın 100. Yılı dolayısıyla Rumeli nin bilinmeyen ya da unutulmaya yüz tutmuş yönlerine ayırdık. Balkanlar, birbirinden değerli yazarlar tarafından tarihinden mutfağına kadar çok çeşitli yönleriyle ele alındı ve okurlarla paylaşıldı. Sizlere ilgi çekici bir sayı takdim etmenin hazzıyla sözlerimi noktalarken, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olarak dergimize katkıda bulunan yazarlara ve yayında emeği geçen mesai arkadaşlarıma teşekkürü borç bilirim.

SUNUŞ Osmanlı İmparatorluğunun son döneminde Türkler dünyanın çeşitli coğrafyalarında pek çok zulüme maruz kaldılar ancak Balkanlarda olup bitenler, yaşanan yoğun göçler nedeniyle şehrimiz İstanbul u doğrudan etkiledi. Bu sebeple Kültür A.Ş. de İstanbul a yerel yönetim alanında hizmet veren diğer kurumlar gibi Balkan Harbi nin 100. Yılı ile yakından ilgilenmektedir. Bu ilginin tezahürü olarak 1453 İstanbul Kültür ve Sanat Dergisi nin yeni sayısını Balkan Harbi ve Rumeli kültürüne ayırdık. İlber Ortaylı, Abdullah Uçman ve York Norman tarih ve edebiyat penceresinden konuya yaklaşırken, usta kalemlerden Sennur Sezer İstanbul da yaşatılan Rumeli mutfağı ile ilgili renkli bir yazıya imza attı. 1453 İstanbul Kültür ve Sanat Dergisi dosya konusunun dışında da tanıtım amaçlı yazılara yer veriyor. Bu sayfalarımızda çabuk tüketilen gündemi takip etme kaygısından çok, okurları kalıcı eserler hakkında bilgilendirmeyi hedefliyoruz. Geçmişin yeni nesillere bilgi kirliliği, bir tür yozlaşma ile takdim edildiği bir dönemde tarihe not düşen yayınların öne çıkarılması gerektiğinin bilincindeyiz. İstanbul un kültür ve sanat hayatının bir parçası olmak bizler için coşku verici. Kültür A.Ş. ailesi olarak, dergimizin yeni bir sayısında sizlerin huzuruna çıkmanın heyecanını yaşıyor; yazar dostlarımızın ve mesai arkadaşlarımızın emeklerini takdir edeceğinizi ümit ediyoruz. Kültür A.Ş.

8 TÜRK EDEBİYATININ ÇEHRESİNİ DEĞİŞTİREN BEŞ EDEBİYATÇI / Prof. Dr. Abdullah UÇMAN

100. YILINDA BALKAN SAVAŞLARI Erol Şadi Erdinç in hatırasına Prof. Dr. İlber ORTAYLI* Balkan Savaşlarının kendi cereyan tarzı kadar neticeleri de çok önemlidir. Bu neticeler Avrupa politikasını, özellikle Avrupa nın savunma politikalarını ve stratejilerini çok etkiledi.

100. YILINDA BALKAN SAVAŞLARI/ Prof. Dr. İlber ORTAYLI 2012 yılı ve 2013 yılının başı, Balkan Savaşı nın yüzüncü yılıdır. Bu vesileyle, konu hakkında Belgrad vb. şehirlerde çeşitli toplantılar yapıldı. Şüphesiz ülkemizde de bazı etkinlikler gerçekleştirilecektir. Bu makalede Balkan Savaşları hakkındaki bazı gerçekleri sizlerle paylaşmak istiyorum. Balkan Savaşlarının kendi cereyan tarzı kadar neticeleri de çok önemlidir. Bu neticeler Avrupa politikasını, özellikle Avrupa nın savunma politikalarını ve stratejilerini çok etkiledi. Balkan Savaşları en nihayetinde de Balkan devletlerinin içtimai gelişimini etkileyen ve modern Türkiye nin oluşmasını sağlayan savaşlardan biridir. Türkiye bu zaman diliminde kapasitesinin üzerinde muhacir çekti. Genel yanılgının aksine biz 1923 yılındaki mübadelede Balkan Savaşları kadar mağdur olmadık. Çünkü mübadelede, büyük bölümü Yunanistan ın Trakya, Makedonya, Yanya bölgesinden ve adalardan (bilhassa Girit ten) olmak üzere 500.000 kadar mübadil geldi. Türkiye o sıradaki fakirliğe rağmen bu kitleyi oldukça ustalıkla yerleştirmiştir. Tamamen adil bir biçimde olmasa da giden Rumların arazileri mübadelede gelenlere tevdi edildi. Bu mübadillerin ilk iki sene büyük sıkıntı çekmelerine rağmen, açlıktan ve sari hastalıktan kitlesel ölümler olmadı. Mübadele konusunda Türklerin Rumları Anadolu dan attığı tarzında bir tarihçilik doğru değildir çünkü mübadeleyi Yunanistan istemiştir. Bu istek üzerine büyük devletler Yunanistan dan yana taraf oldu ve Türkiye yi baskı altına aldılar. Ancak Türk hükümetinin de uzun yıllar süren savaşlardan sonra bu insanları burada tutmakta istekli olmadığı gözlemlenmektedir. İlginç bir biçimde Anadolu da mübadeleye karşı çıkan yerler oldu. Örneğin 1915 yılında Ermeni tehcirine muhalefet eden Kayseri halkı, daha sonra da Rumların ayrılmasını istemedi. Çünkü sanayi ve zanaat ile meşgul olan bu girişimci insanlar, üretimi ticarete çevirdikleri için dışarıda ayağa ihtiyaç duymaktaydılar ve bu bağlantıyı sağlayan insanları yitirmek istemediler. Konu açılmışken, Türkiye de yerli ahalinin katıldığı büyük katliamların olmadığını bu vesileyle ifade etmek isterim. 6-7 Eylül olayları bile provakatörler ve İstanbul da o sırada bulunan işsiz güruh tarafından yapılmıştır; yerli halk buna katılmamıştır. Örneğin bu olaylar sırasında Samatya da semtin sakinleri yağmacıların buraya girişini engellemiştir. Balkan Savaşları en nihayetinde de Balkan devletlerinin içtimai gelişimini etkileyen ve modern Türkiye nin oluşmasını sağlayan savaşlardan biridir. Mübadeleye dönecek olursak, o sıradaki gevşeklik içinde, sayıları tahminen 200.000 olan Karamanlı Türklerin de gönderildiğini görüyoruz. Öz be öz Türklerin Ortodoks oldukları için mübadeleye dahil edilmeleri, geleceğin Türkiye si için her bakımdan büyük bir kayıp olmuştur. Buna karşılık 1912-13 yıllarında yaşananlar mübadele gibi değildir. Birkaç ay içinde yüzbinlerce insanın göçüne Türkiye hazırlıksız yakalanmıştır. Üstelik gelen Yunan ve Bulgar orduları, Rus, Britanya, İtalya gibi ülkelerin ordularında bulunan şövalyece ananelere sahip değildi ve bu nedenle katliamlar ve yağmalar gerçekleştirdiler. Köyleri yaktılar, kaçan insanlara çeşitli zulümler yaptılar. Açıkçası, geleceğin Türk hükümetlerinin bu yapılanları tarih kitaplarına geçirmemekte doğru mu yaptıklarına henüz karar vermiş değilim. Türkiye de gelecek nesillerin kin beslememesi adına yapılmış bir uygulamadır bu fakat tarihin unutturulmaya çalışılması feci neticeler doğurabilir. Bu nedenle üzerinden yüz yıl geçen bu olayın ciddi bir biçimde etüd edilmesi gerekmektedir. Balkan Savaşları esas itibariyle 1912 yılının Ekim ayında başladı. O sırada idarede parti olarak İttihat ve Terakki yoktu ama önemli yerlerde hep partinin adamları vardı. Bu insanlar olaylara karşı hazırlıksız yakalandılar. Yine de burada tarih kitaplarının bir hatasını düzeltmek gerekir. Genellikle bu dönem için saf Türk hükümet yetkililerinin uyanık Rusların taahhütlerine kandığı yazılır; oysa iş bu kadar basit değildir. Büyük Rusya İmparatorluğu nun içinde o sırada çeşitli akımlar yayılıyordu. İmparatorluk dahilinde Müslümanlar olarak adlandırılan Türkler vardı ve bu insanların 1900 lerin başlarında aşağı yukarı 40 yıllık bir eğitim geçmişi bulunuyordu. Küçümsenmemesi gereken bu 40 yıl içinde Rusya Türkleri eğitime ve matbuata büyük imkânlar harcamıştır. Kazan da medreseler kuruldu, bu medreseler için insanlar Kahire de El Ezher de ya da Bağdat ta okudu, Arapça öğrendi. Rusya Türkleri bunlarla yetinmeyip Avrupa ya gitti ve orada da eğitim gördüler. Tasvir ettiğimiz bu dünyaya açılım süreci sonucunda Rusya da liberaller, muhafazakârlar, sosyalist devrimciler, Bolşevikler ve Menşevikler gibi akımlar ortaya çıktı. Farklı düşünen insanlar bu evrede Rusya nın devlet hayatına da girdi. Örneğin Rus Dışişleri Bakanlığı na baktığınızda her zaman dışarıdaki Pan-Slavist çevrelerden farklı düşünen, daha reel politika yapan, ayağı yere basan insanlar görürsünüz. Maalesef Türk hükümeti o sırada Rusya da ilk temas kurduğu çevreye inanma eğiliminde oldu ve Rumeli deki tecrübeli askerlerden oluşan taburlarını terhis ederek Balkan Savaşı na hazırlıksız yakalandı. Balkanlar ne yazık ki askersiz ve savun- 12 * Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi, Öğretim Görevlisi

100. YILINDA BALKAN SAVAŞLARI/ Prof. Dr. İlber ORTAYLI 13

100. YILINDA BALKAN SAVAŞLARI/ Prof. Dr. İlber ORTAYLI masız kaldı. Üstelik diplomatik çevrelerde de Balkan ülkelerinin Türkiye ye karşı ittifak ederek savaş açabileceğine dair bir kanaat oluşmamıştı. Neticede Yunanistan, Bulgaristan, Sırbistan hatta Karadağ Prensliği bize karşı savaşa girişti. 1912 kışının zorlu şartlarına bizim komuta kademesindeki iç çekişmeler de eklendi. Ordunun subayları İttihatçıydı. Örneğin Yunanistan ın elindeki tek zırhlı olan Averof adaları alırken, Hamidiye zırhlısı bir şey yapmadı. Bu başarısızlık, İttihatçılarla geçinemeyen Kâmil Paşa hükümetinin sevap hanesine yazıldı. Yani bu savaşta hem düşmanla hem de iç hükümetle çarpışıldı. İnsanlar birbirini harcamaya çalıştı, bunu vatana ihanet amacıyla yapmadılar ama sonuçlar ağır oldu. Bu yazıyı ithaf ettiğim ve kısa bir süre önce aramızdan ayrılan Erol Şadi Erdinç, bahsi geçen İttihat ve Terakki Cemiyeti konusunun en önemli uzmanıydı. Edirne, Yanya, İşkodra gibi şehirler tüm yetersizliklere rağmen kahramanca savunuldu, bu cephelere komuta eden paşalar savaşı kaybetmelerine rağmen madalyalarla onurlandırıldı. Sonunda Rumeli vatanını yitirdiğimiz ve Fatih Sultan Mehmed in fütühatının beş asır sonra elden çıktığı Balkan Savaşı, Trablusgarp Savaşı olarak bilinen faciayı da tamamladı. Giremediği ve kıyılarında tutunmaya çalıştığı Trablusgarp ve adalar, İtalya ya bırakıldı. Oysa yeni bulunan raporlarda savaş sırasında Türklerle birlikte Rum halkın da adalarda emniyete casusluk yaptığı, yani buralarda Türkiye nin mirasının dolaştığı ortaya çıkmıştır. Adaların işgali geçici bir statü olduğu halde geri alınmaları hiçbir zaman mümkün olmadı. Türkiye Akdeniz deki hakimiyetini artık kaybetmişti. Dışarıda çeşitli ülkelerde Türklerin cengaverliğinin son bulduğu, harp gücünün tarihe karıştığı öne sürülmeye başladı. Artık hiç kimse Türkiye yi gelecek harp yani I. Dünya Savaşı için müttefik olarak istemiyordu. Ancak Türk ordusu Balkan Savaşı ndan sonra süratle modernize edildi ve gençleştirildi. İçeride de Türkçülük cereyanı ortaya çıktı. Türkler Türkçülüğü kitaplardan değil, göçmen kafilelerinde yaşayarak öğrendi. Örneğin İzmir çok hazin günler yaşadı. Yerlilerle göçmenler arasında, yapılan yardımlar yüzünden doğal olarak bazı gerilimler görüldü; buna karşılık Rumeli nin taze gücü Anadolu da çeşitli zanaatlarda gelişmeyi sağladı. Sonuç olarak bizlerin 100. yılında Balkan Savaşı üzerinde durması, kitaplardaki ihmali bırakması gerekmektedir. Gelen göçmenlerin intibakını, hükümetlerin bu konulardaki politikalarını çocuklarımıza anlatmak ve Balkanlarda kaybettiğimiz anavatan hakkında donanımlı, buraların dillerini bilen bir gençlik yetiştirmek zorundayız. Çatalca Mübadele Müzesi nde sergilenen mübadillere ait bavul ve sandıklar. Sağ tarataki sandığın üzerinde bulunan gemi resmi dikkat çekicidir. 15

16 100. YILINDA BALKAN SAVAŞLARI/ Prof. Dr. İlber ORTAYLI

TÜRK EDEBİYATININ ÇEHRESİNİ DEĞİŞTİREN BEŞ EDEBİYATÇI / Prof. Dr. Abdullah UÇMAN Alper 18 ÇEKER Arşivi

TÜRK EDEBİYATININ ÇEHRESİNİ DEĞİŞTİREN BEŞ EDEBİYATÇI / Prof. Dr. Abdullah UÇMAN TÜRK EDEBİYATININ ÇEHRESİNİ DEĞİŞTİREN BEŞ EDEBİYATÇI Prof. Dr. Abdullah UÇMAN* Türk edebiyatının çehresini değiştiren Şemseddin Sami, Rıza Tevfik, Cenab Şahabeddin ve Yahya Kemal, o yıllarda Osmanlı Devleti sınırları içinde bulunan Balkan coğrafyasındaki çeşitli şehirlerde dünyaya gelmişlerdir. Bu gruba dahil edebileceğimiz Mehmed Âkif ise İstanbul da doğmuş olmakla beraber aile kökleri itibariyle Rumelili dir. 19

TÜRK EDEBİYATININ ÇEHRESİNİ DEĞİŞTİREN BEŞ EDEBİYATÇI / Prof. Dr. Abdullah UÇMAN Edebiyat tarihçilerinin Tanzimat tan Sonraki Türk Edebiyatı veya Yenileşme Dönemi Türk Edebiyatı şeklinde isimlendirdikleri Yeni Türk Edebiyatı kadrosu içinde yer alan ve edebî faaliyetleriyle Türk edebiyatının çehresini değiştiren Şemseddin Sami, Rıza Tevfik, Cenab Şahabeddin ve Yahya Kemal, o yıllarda Osmanlı Devleti sınırları içinde bulunan Balkan coğrafyasındaki çeşitli şehirlerde dünyaya gelmişlerdir. Bu gruba dahil edebileceğimiz Mehmed Âkif ise İstanbul da doğmuş olmakla beraber aile kökleri itibariyle Rumelili dir. Tanzimat sonrası Türk edebiyatında gazeteci, lügatçı, dil bilgini, tiyatro ve roman yazarı olarak tanınan Şemseddin Sami 1850 yılında Yanya vilâyetinin Ergiri sancağına bağlı Fraşeri köyünde dünyaya gelir. Yanya daki Zosimea adlı ve modern eğitim programının uygulandığı bir Rum mektebinde küçük yaşta Latince, Rumca, İtalyanca ve Fransızca; bazı özel hocalardan da Arapça ve Farsça öğrenir. 1872 yılında İstanbul a gelen Şemseddin Sami, bir taraftan Matbuat Kalemi nde çalışırken diğer taraftan da devrin çeşitli gazetelerine Fransızca dan tercümeler yapar. Bir yandan memuriyet hayatı devam ederken diğer yandan da gazetelerde hemen her konuda yazılar yazar, kendi adına bazı der-gi ve gazeteler çıkarır. 1 1882 de Fransızca dan Türkçe ye Kāmus-ı Fransevî yi, 1885 te de Türkçe den Fransızca ya Kāmus-ı Fransevî yi neşreder; bu eseri dolayısıyla Sultan II. Abdülhamid tarafından kendisine Ûlâ sınıf-ı sânîsi rütbesiyle İftihar Madalyası verilir. 1889-1898 yılları arasında tek başına hazırlayıp tamamladığı tarih, coğrafya ve meşhur adamlar ansiklopedisini Kāmusü l-a lâm adıyla neşreder. XX. yüzyılın başında, 1900 de de Türk dilinin en önemli lügatlarından biri olan Kāmus-ı Türkî yi yayımlar. Şemseddin Sami Tanzimat ın ilânını takip eden yıllarda kendi kendini yetiştiren kişilerden biri olan Şemseddin Sami roman ve tiyatro yazarlığından gazeteciliğe, lügatçılıktan ansiklopedi yazarlığına kadar değişik alanlarda faaliyet göstermiş ve önemli eserler vermiş bir şahsiyettir. Elli dört yıllık hayatına tek başına bir insanın gerçekleştirmesi pek mümkün görünmeyecek sayıda eser sığdırmıştır. Yenileşme dönemi Türk edebiyatında Batılı edebî türlerden roman ve tiyatro denemeleri yapmış, 1872 yılında yayımladığı Taaşşuk-ı Talât ve Fitnat adlı romanıyla Türk edebiyatında roman türünün ilk örneğini ortaya koymuştur. Telif roman türünde ilk deneme olmasının getirdiği bazı acemiliklerle birlikte eserinde kadın-erkek ilişkilerini farklı bir bakış açısıyla ele alması, anne-babanın zorlamasıyla yapılan bir kısım evliliklerin faciayla sonuçlanması yüzünden görücü usulü evliliğin tenkidi ve Türk toplumunda artık kadına da değer verilmesi gibi meseleler üzerinde durması bakımından, bu roman, aynı konu etrafında daha sonra kaleme alınacak eserler için de örnek teşkil etmiştir. 2 Piyesleri ise, gerek yazıldığı devrin konuşma dili, gerekse kuruluşu ve sahnelenmeye uygun oluşları dolayısıyla benzerlerinden daha başarılı bulunmasına rağmen fazla şöhret kazanmamıştır. Birçok tercümesi ve öğretici nitelikte telif eseri bulunan Şemseddin Sami nin Türk dili ve kültürü bakımından üzerinde durulması gereken en önemli tarafı ansiklopedi ve sözlük yazarlığıdır. Türk kültür hayatında tarih ve coğrafya ile dünya sahnesinden çekilmiş devletler, milletler ve ülkelerle meşhur adamlar üzerine Doğu ve Batı kaynaklarından faydalanarak hazırlamış olduğu ve Türkiye de ilk ansiklopedi kabul edilen Kāmûsü l-a lâm, kendisi tarafından Tarih ve coğrafya fenlerinin bir mahzen-i kebîri şeklinde nitelendirilmiştir. Devrinde şarkiyatçıların da takdirini kazanan eser, önemli bir başvuru kaynağı olma özelliğini hâlâ korumaktadır. Türkçülüğün ilmî mânâda bir nevi beyannâmesi kabul edilen dille ilgili yazılarında ise, Türk dilinin ve Türk milletinin Osmanlı Devleti nin kurucusu olan Osman Gazi den çok önce de var olduğu üzerinde durmuş, Osmanlıca yerine Lisân-ı Türkî denmesinin daha uygun olacağını belirtmiş ve bu görüş doğrultusunda hazırladığı sözlüğe de Kāmus-ı Türkî adını vermiştir. Türk dilinin belli bir düşünceyle hazırlanmış ilk sözlüğü kabul edilen bu eser, Türkçe kelimelere alfabetik bir sıra ile yer verilmesi ve Türk adının yine ilk defa bir sözlüğe konulması bakımından ayrı önem taşımaktadır. Yayımlandığı zaman büyük bir ihtiyaca cevap veren eser, üzerinden yüzyıldan fazla bir zaman geçmiş olmasına rağmen değerini hâlâ korumaktadır. 3 Tanzimat tan sonra hemen hemen bütün edebiyatçı ve fikir adamlarının üzerinde durduğu Türk dilinin ıslahı meselesinde Şemseddin Sami yi en fazla meşgul eden şey, konuşma ve özellikle yazı dilinin Arapça-Farsça kelime ve terkiplerin hakimiyetinden kurtulması konusudur. Ancak o bu hususta hiçbir zaman aşırılığa kaçmamış, sadece, Türkçe de karşılığı bulunan ve konuşma dilinde pek fazla kullanılmayan kelime- 20 * Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölüm Başkanı

TÜRK EDEBİYATININ ÇEHRESİNİ DEĞİŞTİREN BEŞ EDEBİYATÇI / Prof. Dr. Abdullah UÇMAN lerin tasfiyesini istemiş; kökeni ne olursa olsun, konuşma dilindeki bütün kelimelerin Türkçe ye dahil olduğunu kabul etmiştir. Bütün bunların yanında onun Latin harflerinin kabulü doğrultusunda da bazı görüşler ileri sürdüğü görülmektedir. * Türk edebiyatı tarihinde daha ziyade hece vezni ve âşık tarzı şiirleriyle tanınan Rıza Tevfik, 1869 yılında, o sırada babasının kaymakamlık yaptığı, bugün Bulgaristan sınırları içinde kalan Edirne vilâyetine bağlı Cisr-i Mustafa Paşa (Tsaribrod) kasabasında dünyaya gelir. 4 Küçük yaşta annesini kaybeden Rıza Tevfik ilk tahsilini babasının yanında Sion Mektebi, Beylerbeyi ve Davutpaşa rüştiyesi gibi okullarda yaptıktan sonra bir süre Mekteb-i Sultanî ye devam eder. Gelibolu Rüştiyesi nden sonra bir vakit Mekteb-i Mülkiye ye devam ederse de bir öğrenci olayına karışınca 1889 -da buradan uzaklaştırılır. 1891 yılında Tıbbiye-i Mülkiye ye kaydolan Rıza Tevfik, uzun ve maceralı bir öğrencilik hayatından sonra, ancak 1898 yılında buradan mezun olabilir. 1908 de II. Meşrutiyet in ilânından sonra İttihat ve Terakkî Fırkası ndan Edirne mebusu olarak Meclis-i Mebusan a giren Rıza Tevfik, bir süre sonra Hürriyet ve İtilaf Fırkası nda muhalefet saflarına katılır. 1918 de iktidara gelen Tevfik Paşa kabinesinde Maarif nâzırı, Damat Ferit Paşa kabinesinde de âyan âzası ve Şûrâ-yı Devlet reisi olan Rıza Tevfik, 1920 yılında imzalanan Sevr Antlaşması nı imzalayan heyette yer alması dolayısıyla 150 likler e dahil edilir ve 1943 yılına kadar Ürdün ve Lübnan da bir nevi sürgün hayatı yaşamak zorunda kalır. Şiir yazmaya devrin birçok genç şairi gibi Abdülhak Hâmid tesiri altında başlayan Rıza Tevfik, kısa bir süre sonra kendi üslûbunu bulmakta gecikmez. II. Meşrutiyet i izleyen yıllarda yayımladığı divan, koşma ve nefesleriyle, daha önce Mehmet Emin le (Yurdakul) başlayan hece vezni ve sadece Türkçe şiir tarzının en dikkat çekici örneklerini veren Rıza Tevfik, Türk şiirinde şekil ve estetik bakımdan tekke ve halk şiiri geleneğine, duygu bakımından impressionisme e bağlı yeni bir şiir anlayışının öncülüğünü yapar. 5 Rıza Tevfik dil, şekil ve üslûp bakımından en mükemmel şiirlerini 1911-1922 yılları arasında kaleme alır. Aruz vezniyle yazdığı ilk şiirlerinde daha çok ferdî ıztırapları etrafında bazı temalar çevresinde dolaşan Rıza Tevfik in şiirlerine bu yıllarda birçok yeni konu dahil olur. Bu dönemde ferdî ıstıraplarıyla beraber içinde yaşadığı toplumun çeşitli meseleleriyle de Rıza Tevfik ilgilenen şairin eserlerinde kuru bir didaktizme düşmeden, başta tarih ve vatan sevgisi olmak üzere, din ve felsefeyle ilgili birçok yeni konu işlenir. Rıza Tevfik in küçük yaştan itibaren felsefenin esas problemlerinden biri olan varlık, yokluk, Tanrı, ölüm, kâinat, ruh ve mutlak hakikat gibi konular üzerinde düşünmesinde, eserlerinin büyük bir kısmının felsefî endişeden doğduğunu ileri sürdüğü Abdülhak Hâmid kadar, oldukça erken sayılabilecek yaşlarda Batılı romantik şairlerle birlikte bir kısım materyalist filozofların eserlerinin de rolü söz konusudur. Şair mizacıyla gelenekten büyük bir ustalıkla yararlandığı için, gelenek içinde bir değer ve anlam taşıyan Rıza Tevfik in divan, koşma ve nefesleri başta devrin aydınları olmak üzere toplumun değişik kesimlerinde büyük bir ilgiyle karşılanır. Rıza Tevfik bu yeni tarzdaki şiirlerini yayımlamaya başladığı sırada bir yandan da, artık iyice unutulmaya yüz tutan folklor, halk ve tekke edebiyatını tanıtıcı mahiyette çeşitli yazılar yayımlamak suretiyle şiir estetiğini gelenek içinde sağlam bir zemine oturtur. Böylece, bir yandan da, bu kültürün yeniden ele alınıp değerlendirilmesinde önemli bir katkısı olur. 6 1914-1922 yılları arasında doğrudan doğruya bu konuyla ilgili olarak 50 kadar makale yayımlayan Rıza Tevfik in bu yazılarının, aynı zamanda, Millî edebiyat cereyanını fikrî planda hazırladığı ve bir kamuoyu meydana gelmesine büyük ölçüde yardımcı olduğu anlaşılmaktadır. Genel planda bütün bu hazırlıkların arkasından Rıza Tevfik in bir devre damgasını vuran şahsiyeti, tekke şairleri ve halk âşıklarının genellikle musiki eşliğinde okudukları divan, koşma ve nefes gibi âhenkli şiirlerden yola çıkarak kaleme aldığı şiirleriyle ortaya çıkar. Millî edebiyatın henüz yeni yeni oluşmaya başladığı II. Meşrutiyet ten sonraki yıllarda onun divan, koşma ve nefesler yazmak suretiyle Türk edebiyatının asıl kaynağına yönelmesi, o sırada daha birçok genç şaire de yol gösterir. Millî edebiyat anlayışını doğrudan doğruya hece vezni ve sade Türkçe ile yazmak şeklinde anlayanlar, onun yer yer Arapça, Farsça kelime ve tamlamalar bulunan şiir dilini tenkit edip âşık tarzı geleneğini devam ettirmesini boş bir gayret olarak görürlerse de, II. Meşrutiyet ten sonraki yıllarda Ahmet Hâşim ve Yahya Kemal in şiirleriyle ortaya çıkmasına kadar Rıza Tevfik şair olarak âdeta tek başınadır. Balkan Savaşı nın hemen arkasından Rumeli deki Türk topraklarının büyük bir kısmı düşmanın eline geçince, Rıza Tevfik, Edirne İçin başlıklı bir divan ile Rumeli İçin adıy- 21

TÜRK EDEBİYATININ ÇEHRESİNİ DEĞİŞTİREN BEŞ EDEBİYATÇI / Prof. Dr. Abdullah UÇMAN 22 la iki şiir kaleme alır. 7 Balkan Savaşı ndan sonra Edirne nin Bulgarların eline geçmesi ve doğum yeri olan Cisr-i Mustafa Paşa nın tamamen harab edilmesi üzerine Edirne hakkındaki şiiri kaleme alan Rıza Tevfik burada, ıssız bir bahçe halinde tasvir ettiği vatan topraklarını bir mezarlık a benzetir. Diğer şiirinde de, büyük bir felâkete uğrayan vatanın perişan halini ayrıntılarıyla tasvir eden şair, acı bir dille, memleketi bu hale düşürenlerden hesap sorar. 8 Devrinde birçokları tarafından adının başına koyduğu Feylesof lâkabı hafife alınan Rıza Tevfik in felsefe konusundaki yazılarından, onun Doğu ve Batı felsefesine ait son derece zengin bir birikime sahip olduğu anlaşılmaktadır. O bir felsefeci olarak yeni bir ekol kurmak veya yeni bir anlayış getirmekten ziyade mevcut felsefî görüşleri yeniden ele alıp yorumlamak suretiyle bunlarla modern görüşler arasında dikkate değer benzerlikler üzerinde durmuştur. 9 * Edebiyat tarihlerinde esas olarak 1896-1901 yılları arasında faaliyet gösterdiği üzerinde durulan Servet-i Fünun topluluğunun Tevfik Fikret le birlikte şiir alanındaki ye-gâne temsilcisi olan Cenab Şahabeddin de Manastır da doğmuş (1870), babasının Plevne de şehit düşmesi üzerine ailenin diğer fertleriyle birlikte küçük yaşta İstanbul a gelmiştir. 10 Tanzimat tan sonraki yenileşme dönemi Türk şiirinde Abdülhak Hâmid den sonra en büyük yenilikleri gerçekleştiren Cenab Şahabeddin, şiir yazmaya henüz Mekteb-i Tıbbiye de öğrenci iken başlamış, tıp tahsili için Paris te bulunduğu 1890-1893 yıllarında Fransız parnasyen ve sembolist şairlerini tanımış, özellikle Verlaine den etkilenmiştir. Burada parnasyenlerden şiirin, kelimelerle resmedilen bir levha olduğunu öğrenmiş, İstanbul a döndükten sonra yayımladığı şiirlerle kelimelerle çizilen tablo tarzında yeni şiir anlayışının ilk örneklerini ortaya koymuştur. 11 Daha sonra Servet-i Fünun mecmuasına geçerek orada Tevfik Fikret le birlikte Türk edebiyatında yeniliğin ikinci devresini meydana getiren Edebiyat-ı Cedîde topluluğunun içinde yer alan Cenab Şahabeddin, burada Tevfik Fikret ve Halid Ziya ile birlikte yeniliğin üç isminden biri olmuştur. Bu dönemde yazdığı şiirlerde gerek denemiş olduğu yeni şekiller, gerek kullandığı orijinal tamlamalar, gerekse okuyucunun zihninde uyandırdığı değişik imajlarla, eski edebiyat taraftarlarınca en çok eleştirilen şairlerden biri olmuştur. Onun özellikle Servet-i Fünun ekolünün teşekkül etmeye başladığı 1896 yılından sonraki şiirlerinde, şiirde bir âhenk Cenab Şehabettin ve yapı unsuru olarak, daha belirgin bir şekilde resim ve musikiden yararlandığı dikkati çeker. Bazan kelimelerin uyandırdığı pitoresk hayallere, bazan da onların fonetik imkânlarına ağırlık veren şair, ideal olarak, şiir ile resim ve musikiyi birleştirme çabasına girer. 12 Terâne-i Mehtâb ve Riyâh-ı Leyâl gibi bir kısım şiirlerinde geçen sâat-i semen-fâm, nây-ı zümürrüd ve tûf-ı tesliyyet gibi tamlamalar yüzünden ağır tenkitlere hedef olan Cenab Şahabeddin, bu konuda Ahmet Midhat Efendi nin onu dekadanlıkla itham etmesi üzerine başlayan ve o sırada Türk edebiyatçılarını uzun süre meşgul eden Dekadanlık tartışmasının doğmasına sebep olur. 13 Şiiri bir resim ve okuyucu da tatlı bir hülya uyandıran güzel bir musiki nağmesi olarak gören Cenab Şahabeddin, Elhân-ı Şitâ, Yakazât-ı Leyliyye, Temâşâ-yı Leyâl ve Temâşâ-yı Hazân gibi şiirlerinde, arzu ettiği bu tarz bir uyumun en güzel örneklerini ortaya koymuştur. Şiirde âhenge büyük önem veren şair, bundan dolayı hayatının sonuna kadar hece veznine ilgi duymamış, bütün şiirlerini aruz vezniyle yazmış; ayrıca çeşitli yazı ve polemiklerinde âhenksiz bulduğu hece veznini küçümsemiştir. Dil konusunda da, şiire âhenk verdiği için, Arapça ve Farsça ağırlıklı Osmanlıca da ısrar etmiş, bu konudaki kanaatlerini Yeni Lisan hareketinden sonra da sürdürmüştür. 14 Sanatı yegâne gaye edinen ve sosyal konularla ilgili herhangi bir şey yazmadığı hakkında yaygın bir kanaat bulunan Cenab Şahabeddin in de, şiir müsveddeleri içinde henüz son şeklini bulmamış çeşitli şiirleri arasında Hilâl-i Giryân adını taşıyan bir şiirin doğrudan doğruya Balkan felâketi üzerine kaleme alındığı anlaşılmaktadır. 15 Birbirinden farklı birkaç müsveddesi bulunan bu şiirde şairin Rumeli topraklarındaki korkunç katliam ve yıkımdan duyduğu acı, ıztırap ve hüznü bütün samimiyetiyle dile getirdiği görülmektedir. Cenab Şahabeddin 1918 yılında Avrupa yolculuğu sırasında trenle Sofya dan Bükreş e giderken yolda babasının şehit düştüğü Plevne den geçtiği sırada duygularını şu cümlelerle dile getirir: Sabaha karşı Plevne civarından geçiyorduk. Alaca karanlıkta pencereyi açtım. Plevne ovasını görmek, arz üzerinde hakir bir mezarı bile kalmayan zavallı babamın rûh-ı menfânişînini biraz teneffüs etmek istiyordum. Eyvah, yüksek ve zengin ekinleri okşayan gece rüzgârı -madde ve hakikat gibi insafsız- dedi ki:

TÜRK EDEBİYATININ ÇEHRESİNİ DEĞİŞTİREN BEŞ EDEBİYATÇI / Prof. Dr. Abdullah UÇMAN Babanın kanını emen bu toprak şimdi babanın cisim ve ruhundan yabancı açlıklara sünbüle-i gıda hazırlıyor. Şimdi ufk-ı şarkî kızarıyor, kızarıyordu; Osmanlı bayrağı gibi al, kan gibi al olmuştu. Bir rûh-ı şehîd için bu ufk-ı sabah ne güzel kefendi: Baba, seni bu Ağustos ayının son seherinde Plevne ufkunun bu geniş, kanlı mendili içinde kokladım! 16 Halid Ziya dışındaki çağdaşlarından daha büyük bir nesir ustası olan Cenab Şahabeddin, üslûba vermiş olduğu önemle, aynı zamanda sanatkârane nesir dilinin önde gelen isimlerinden biri olarak da hatırlanmaktadır. Zaman zaman siyasî yazılar, zaman zaman da mizahî makaleler yazmaktan geri durmayan Cenab Şahabeddin, özellikle polemiklerinde oldukça hırçın davranmış ve muhataplarına karşı kırıcı olmaktan çekinmemiştir. Dil ve edebiyatla ilgili bir kısım yazılarında Râik Vecdî, siyasî yazılarında Ahmed Peyman, mizahî yazılarında da Dahhâk-ı Mazlum takma adlarını kullanmıştır. Cenab Şahabeddin, önemli bir üslûp ustası olarak devrinde dikkati çeken nesirlerinden bir kısmını daha sonra Evrâk-ı Eyyâm (1913) ile bir kısmını da Nesr-i Harb, Nesr-i Sulh ve Tiryaki Sözleri nde (1918) bir araya getirmiştir. * Ahmet Haşim le birlikte modern Türk şiirinin kurucularından biri kabul edilen Yahya Kemal, 1884 yılında hem anne, hem baba tarafından bir Evlâd-ı Fâtihân torunu olarak, o sırada henüz Osmanlı coğrafyası sınırları içinde bulunan Üsküp te dünyaya gelir. Kaybolan Şehir adlı şiirinde, kendi ifadesiyle Bursa nın Şar Dağı nda devamı olan Üsküp, fethedildiği 1392 yılından beri tamamiyle Osmanlı-Türk ruhunun sinmiş olduğu Müslüman bir şehirdir. Yahya Kemal Üsküp te, tam anlamıyla halkın dinî inançlarıyla, yer yer hurafelerin de karışmış olduğu, son derece renkli ve mutlu bir çocukluk hayatı geçirir. Çocukluk ve ilk gençlik yılları ezan ve Kur an sesleri, Yunus Emre nin ilâhileri; dualar, ilâhiler ve Âmin Alayları ile gidilen mahalle mektebi hâtıraları, Rumeli ve serhat türküleri, evlerinin yakınındaki Rifâî Dergâhı ndaki zikir ve tekbîr sadaları arasında geçen Yahya Kemal, bu çağlarda kuvvetli bir şekilde dinî ve millî duyguların tesiri altındadır. 17 Hayatının bu dönemine ait hâtıralarında dikkati çeken en önemli husus, âdeta içine sindire sindire yaşamış olduğu bu hayatın onda tam anlamıyla bir terkip göstermesidir. Bu çağlarında, özellikle beş vakit namazını kılan, ikindi sonrası ölmüşlerine daima Yâsin-i şerîf okuyan, sık sık peygamberimizden ve âhiretten bahseden annesinden dinlemiş olduğu Yunus ilâhileriyle Ahmediye ve Muhammediye nin, çocuk ruhunda, İslâmiyetin müşfik yanının derin izler bıraktığı anlaşılmaktadır. 18 Yahya Kemal in, daha sonraki yıllarda Türk kültür ve edebiyatına getireceği yeni fikir ve görüşlerde, hep bu yetişme çağlarında almış olduğu dinî ve millî terbiyenin mutlak denecek tesiri olduğu görülecektir. Onun özellikle bu yıllarda Üsküp le ilgili olarak zihnine yerleşen vatan toprağı ve vatan toprağının değerleri gibi kavramlar, daha sonra Paris te geçirdiği kısa süren kimlik buhranı yıllarının arkasından çok açık bir şekilde kendisini gösterecektir. Paris te gerek Ecole Libre des Sciences Politiques te Albert Sorel ve Camille Julien gibi hocalardan aldığı tarih disiplini, gerekse Charles Maurras ve Maurice Barrés gibi Action Française ekolüne mensup Fransız milliyetçilerinden öğrendiği tarih ortasında ve Fransız toprağında Fransızlığı arama düşüncesini, kendi fikir dünyasına ve Türk tarihine aktarmak istediği zaman, derhal şuuraltındaki çocukluk yıllarına gittiğini görürüz. 19 Dolayısıyla, Yahya Kemal de daha sonraki yıllarda iyice şekillenecek olan İslâmiyet i estetik bir bakışla yorumlama biçiminin ilk tohumlarının, Üsküp teki çocukluk döneminde, küçük yaşta kaybettiği annesi Nakiye Hanım vasıtasıyla edindiği anlaşılmaktadır. Annesi Nakiye Yahya Kemal BEYATLI Hanım dinine öylesine bağlı bir kadındır ki, kocasının eviyle ailesini Üsküp ten Selânik e taşımak istemesi karşısında, Selânik in Yahudi ve gâvurla karışık bir ağyâr diyârı olduğu gerekçesiyle, böyle bir teklife şiddetle karşı çıkar; halbuki onun gözünde Üsküp tam bir Müslüman şehri dir. Yahya Kemal in çocukluk yıllarına ait unutamadığı diğer bir hâtırası da, 1897 yılı baharında Selânik te Teselya Harbi kahramanlarını karşıladıkları o heyecan dolu ve anlı-şanlı merasimdir. Eğil dağlar eğil üstünden aşam, Yeni talim çıkmış varam alışam. mısralarıyla başlayan meşhur türkünün yakıldığı muharebe, o sırada 80 yaşlarındaki Abdülezel Paşa kumandasındaki Osmanlı ordusu tarafından üç ay gibi kısa sürede zaferle sonuçlanmış ve 93 Muharebesi ile moral çöküntüsü yaşayan Türk milletini yeniden eski şanlı günlerine dönmüştür. Yahya Kemal ilk mısralarını 1911 yılında Brötanya seyahati sırasında yazmaya başlayıp ancak 1925 yılında tamamladı- 23

TÜRK EDEBİYATININ ÇEHRESİNİ DEĞİŞTİREN BEŞ EDEBİYATÇI / Prof. Dr. Abdullah UÇMAN 24 ğı Açık Deniz şiirinde, acısını çok derinden duyduğu kaybolmuş vatan topraklarının ıstırabını kuvvetli bir şekilde ifade eder. Ancak o burada acılarının içine gömülmek yerine, akıncı cedlerinin fetih ihtirası ile maddî planda değil de sanat ve kültürel bağlamda içine hapsolduğu sınırları aşmayı dener. 20 Kendisinin bizzat, Bu manzume en uzun zamanda yazdığım şiirdir ve benim hayatımı ihtiva eden bir hikâyedir. dediği Açık Deniz in daha ilk mısralarında, onun yaşadığı trajediyi ve derin hüznü farketmemek mümkün değildir: Balkan şehirlerinde geçerken çocukluğum; Her lâhza bir alev gibi hasretti duyduğum. Kalbimde vardı Byron u bedbaht eden melâl Gezdim o yaşta dağları, hulyâm içinde lâl, Aldım Rakofça kırlarının hür havasını, Duydum akıncı cedlerimin ihtirâsını. Mısra benim haysiyetimdir! diyen ve kendisinin anladığı tarzda şiirin de, tıpkı taş üstüne taş konulmak suretiyle ortaya çıkan bir mimarî eser gibi, bazan yıllarca süren son derece meşakkatli bir ameliye sonunda inşa edildiğine inanan Yahya Kemal, bunun için kendi yazdıklarını da kolay kolay beğenmez ve kafasındaki ideal güzelliğe ulaştığına inanmadığı şiirlerinden kimseye söz etmez. 21 Yahya Kemal aynı zamanda, Türk edebiyatında Tanzimat tan sonraki Batılılaşma sürecinde mâzi ile kopan bağları birleştiren zincirin önemli bir halkası kabul edilmektedir. Türk edebiyatında gerçekleştirmiş olduğu köklü değişiklikler ve yenilikler hakkında, Ben daima bize lâzım olanı düşündüm! diyen Yahya Kemal, aynı zamanda, yenileşme adına bir dönem inkâr edilen ve fuzulî bulunan mâziye ait birçok değer hükmünün bizim aslî değerlerimiz olduğunu kabul ettiren bir yol açıcıdır. Dolayısıyla, onun şiirleri kadar kültür, sanat, edebiyat, medeniyet, tarih, millet ve İstanbul hakkında yapmış olduğu tespit ve tahliller de son derece önemlidir. 22 * Bu gruba dahil edilebilecek diğer bir isim de Mehmed Âkif tir. Mehmed Âkif her ne kadar 1873 yılında İstanbul da Fatih te dünyaya gelmişse de baba tarafından Rumelili dir. Çevresinde İpekli Hoca diye tanınan babası Mehmed Tahir Efendi, aslen Arnavutluk un İpek kasabasının Suşisa köyünden tahsil için İstanbul a gelip icazet almış ve İstanbul da kalmıştır. İstanbul da Baytar Mektebi nde okuduğu yıllarda Servet-i Fünuncuların şiir anlayışlarının yaygınlaştığı bir sırada şiir yazmaya başlayan Mehmed Âkif in sanat anlayışı onlardan Mehmet Akif ERSOY çok farklıdır. II. Meşrutiyet ten sonraki fikir akımları arasında İslâmcılık içinde yer alan Mehmed Âkif in sanat anlayışının temelinde, şiiri ve bütünüyle edebiyatı toplumu aydınlatmada ve birtakım hakikatleri ifade etmede bir araç olarak görmek söz konusudur. Sözüm odun gibi olsun hakikat olsun tek! diyen Mehmed Âkif için önemli olan, yaşanan hayatın bütün yönleriyle şiire dahil edilmesidir. Mehmed Âkif e göre, Türk milletinin tarihi boyunca uğrunda savaştığı ve gerektiği zaman canını feda edebileceği bazı kutsal değerler vardır. Meselâ hürriyet ve istiklâl, Türk milletinin en kutsal değerleri arasında yer alır. Bu değerler, beraberinde vatan gibi, bayrak gibi başka değerleri de getirir. Ona göre vatan, bir milletin üzerinde doğup büyüdüğü, ecdadından kanı ve canı pahasına miras kalan mukaddes bir emanettir. Bundan dolayı vatan, millet unsurundan asla ayrı düşünülemez. Vatan bir coğrafya, millet ise bir insan topluluğudur. Bir insan topluluğunu millet haline getiren de, hürriyet ve istiklâl gibi; hak, hukuk, dil ve din gibi bazı mukaddes değerlerdir. İşte bu ebedî değerlerin başında gelen vatan tehlikeye düştüğü zaman, millet olabilme şuuruna ermiş ve vatanını seven her fert, vatanını kurtarmak için en değerli varlığı olan canını bile feda etmekten çekinmez. 23 Mehmed Âkif, Safahât ın dördüncü kitabı olarak 1914 yılında yayımladığı Fatih Kürsüsü nde, doğrudan doğruya Balkan Savaşı nı söz konusu eder. İki Arkadaş Fatih Yolunda başlıklı ilk bölüm, Galata Köprüsü nde vapurdan inen iki arkadaşın, Fatih Camii ne kadar yürüyerek yol boyunca yaptıkları konuşmalardan meydana gelmektedir. Bu konuşma sırasında pek çok toplum ve kültür meselesi nükteli bir üslûpla dile getirilir. Vâiz Kürsüde başlıklı ikinci bölümdeki vâizin konuşması ise, birçok yönüyle Mehmed Âkif in Balkan Savaşı sırasında Fatih Camii kürsüsünde yaptığı konuşmaya benzer. Önce kâinattaki nizam ve düzenden söz eden hoca, çalışan Batı dünyasının yeryüzüne ve gökyüzüne hükmederken tembellik içindeki Şark dünyasının miskinlik içinde bocaladığını anlatır. Ecdat böyle miydi? diyerek mâzideki kahramanlıkları anlatan vâiz, kader ve tevekkülün yanlış anlaşılması üzerinde de durur. Konuşmasında milleti, artık hiçbir şeye aldırış etmeyen avam, her şeyden ümidini kesmiş bedbinler, Batı nın rezillikleri peşinden koşan zübbeler ve eğlenceden başka bir şey düşünmeyen sefiller olarak dört gruba ayıran vâiz,

TÜRK EDEBİYATININ ÇEHRESİNİ DEĞİŞTİREN BEŞ EDEBİYATÇI / Prof. Dr. Abdullah UÇMAN 25 Üsküp II. Murad Camii

TÜRK EDEBİYATININ ÇEHRESİNİ DEĞİŞTİREN BEŞ EDEBİYATÇI / Prof. Dr. Abdullah UÇMAN eğlence düşkünlerine: Alın eğlenin! diyerek, birkaç sahne gösterir. Bunlar: Üzerine Bulgar bayrağı çekilmiş Edirne kalesi; Meriç le Tunca nehri üzerinde yüzen ceset kümeleri; aylarca kandan kıpkızıl akan Arda nehri; Gümülcine de süngülerle karnı deşilen, alnına haç işareti çizilen Müslümanlar ve sarıklarıyla idam sehpasında sallanan din adamlarıdır. Canlandırılan bütün bu sahneler, üzerinde sarhoşların tepindiği Kosova şehitliği, Vardar da boğulan masumlar, kandan kızaran Selânik ovası, cesetler, cesetler ve cesetlerle devam eder.. Vâiz konuşmasının sonunda göz yaşlarına hakim olamayan cemaatle birlikte dua ederek vaazını bitirir. 24 Mehmed Âkif sadece Balkan Savaşı sırasında değil, Millî Mücadele yıllarında Balıkesir de Zağanos Paşa Camii nde, Kastamonu da Nasrullah Camii nde verdiği vaazlarla da halkı birlik ve beraberliğe davet ederek artık Anadolu dan başka gidilecek bir yer kalmadığını, ırz ve namus düşmanlarını hep birlikte vatan topraklarından püskürtmek gerektiğini anlatmıştır. 25 Leylâ, Bülbül ve Çanakkale Şehitlerine adlı şiirlerinde yer yer lirizmin doruğuna çıkan Mehmed Âkif, bütün İslâm dünyasıyla beraber Anadolu nun bir ateş çemberi içinde bulunduğu bir zamanda doğrudan doğruya sanatla meşgul olmayı lüzumsuz bir meşgale saymış ve sanatını doğrudan doğruya milletinin ve memleketinin ıstıraplarını anlatma yolunda kullanmıştır. Türk milletinin ölüm-kalım mücadelesi verdiği bir zamanda Türk İstiklâl Marşı nı kaleme alan Mehmed Âkif, her yönüyle Türk edebiyatının örnek şahsiyetlerinden biri olma özelliğini taşımaktadır. EDİRNE İÇİN (*) Ağla sevdiceğim! Gül ruhlerinden, Jâleler dökülsün, nevbahâr oldu! Harâbât ellerin bülbüllerinden Bu ıssız bahçeler nâlekâr oldu! Gördüğün goncalar elem dağıdır, Ağla rûhum ağla!.. Şimdi çağıdır. Ilık göz yaşları keder dağıdır! Sular bile coşup bî-karâr oldu. * Sevgilim, seninle bağdaşalım gel! O geçmiş günlere ağlaşalım gel!. Sînende tuttuğun gonca-i emel, Sarsar-ı kahr ile târümâr oldu! Hey Rıza hastayım, gönül şen değil, Misafirhânedir bu, gülşen değil! Sevgilim! Ağlayan sade sen değil, Bu mâtemle herkes zâr zâr oldu!. Rıza Tevfik,1 Nisan 1914 (*) Edirne nin sukutu günü yazılmış bir manzumedir. Ben o taraflarda doğmuşum. Maskat-ı re sim Cisr-i Mustafa Paşa dır. O kasabanın külliyen harâb olduğunu haber almıştım. (Rıza Tevfik) RUMELİ İÇİN Gülşeni açmadan emel goncası, Sarsar-ı felâket perişan etti. Sevgilim, düşmanın hâin pençesi Saçından bir tutam tel aldı gitti. Biz tazen vârını talan etmiştik, At sürüp o bağı harman etmiştik. Atalar yurdunu vîran etmiştik, O vîran binâyı yel aldı gitti. Biz hakkın yüzüne sille vurmuştuk Vicdânın emrine karşı durmuştuk. Cehennem üstüne köprü kurmuştuk, Nâmert köprüsünü sel aldı gitti. Allah ın gazabı şarka uğradı, Katil çetesini kırdı, doğradı. Anama sövenin kızı, avradı Domuz çobanından döl aldı gitti. Hey Rıza, dökülen bu kan bizimdi. Düşmana kul olan cânân bizimdi. Rumeli!.. O nazlı vatan bizimdi Biz benimsemedik el aldı gitti Rıza Tevfik 26 Bir vakit başında hümâ uçardı; Ağaçlar yoluna çiçek saçardı; Bastığın yerlerde çiğdem açardı, Bir yıldır o yerler hep mezâr oldu!

TÜRK EDEBİYATININ ÇEHRESİNİ DEĞİŞTİREN BEŞ EDEBİYATÇI / Prof. Dr. Abdullah UÇMAN KAYBOLAN ŞEHİR Üsküp ki Yıldırım Bayezid Han diyârıdır, Evlâd-ı fâtihâna onun yâdigârıdır. Fîrûze kubbelerle bizim şehrimizdi o; Yalnız bizimdi, çehre ve rûhiyle bizdi o. Üsküp ki Şar Dağı nda devâmıydı Bursa nın, Bir lâle bahçesiydi dökülmüş temiz kanın. Üç şanlı harbin arşa asılmış silâhları Parlardı yaşlı gözlere bayram sabahları. Ben girmeden hayâtı şafaklandıran çağa, Bir sonbaharda annemi gömdük o toprağa. İsâ Bey in fetihte açılmış mezarlığı Hulyâma âhiret gibi nakşetti varlığı. Vaktiyle öz vatanda bizimken, bugün niçin Üsküp bizim değil? Bunu duydum, için için. Kalbimde bir hayâli kalıp kaybolan şehir! Ayrılmanın bıraktığı hicran derindedir! Çok sürse ayrılık, aradan geçse çok sene, Biz sende olmasak bile, sen bizdesin gene. Yahya Kemal Beyatlı HİLÂL-İ GİRYÂN (I) Kızlar paralandı, köy soyuldu, Çiğnendi vatan, ezildi sînem... Yanya mla Manastır ım ne oldu? Kimlerde Selânik im, Edirne m? Mescidleri yıktılar ayakla Çiğnendi minâreler, dirîgâ! Mü minleri kovdular dayakla Kandiller edildi câm-ı sahbâ Bir gül üstünde bin çarık gezdi Ezdi ebkârı, ezdi ezhârı... Muhterem her ne varsa hep ezdi! Kan gölleri eyliyor temevvüc Menba lar inildiyor yanında Her ev kül içinde bir harâbe (*) HİLÂL-İ GİRYÂN (2) Baktıkça sana görür hayâlim Akşamı, hazânı, ihtizârı!.. Bedbaht-ı vatan bugün işittim Düşmen seni darbe cür et etmiş... Sen galib iken taaşşuk ettim Mağlûb iken eyledim perestiş! * Artık o zavallı Rumeli nde Öksüz gibi kaldı şimdi her yer Bir âsıfa-i memât içinde Ağlar dereler, ağaçlar inler Şûyîde olur cebîn-i millet Emvâc-ı sirişk ü demle ancak (**) (*) Cenab Şahabeddin in Bütün Şiirleri, s. 271. (**) Cenab Şahabeddin in Bütün Şiirleri, s. 273. Cenab Şahabeddin 27

TÜRK EDEBİYATININ ÇEHRESİNİ DEĞİŞTİREN BEŞ EDEBİYATÇI / Prof. Dr. Abdullah UÇMAN DİPNOTLAR: 1 Hikmet Turhan Dağlıoğlu, Şemseddin Sami, Hayatı ve Eserleri, İstanbul 1934. 2 Robert Finn, Türk Romanı: İlk Dönem, 1872-1900 ( çev. Tomris Uyar), Ankara 1984, s. 17-23; Mehmet Kaplan, Türk Edebiyatı Üzerinde Araştırmalar, C. II, İstanbul 1987, s. 73-92. 3 Ömer Faruk Akün, Hayatı, Hizmetleri ve Eserleri İle Şemseddin Sami, Temel Türkçe Sözlük, İstanbul 1985, s. VII-XX. 4 İsmail Hikmet (Ertaylan), Türk Edebiyatı Tarihi, C. III, Bakü 1925, s. 799; (Feridun) Kandemir, Kendi Ağzından Rıza Tevfik, İstanbul 1943, s. 94; İbnülemin Mahmud Kemal İnal, Son Asır Türk Şairleri, 2. b., İstanbul 1970, s. 1486. 5 Mehmet Kaplan, Şiir Tahlilleri, C. I, 4. b., İstanbul 1969, s. 175-181. 6 Rıza Tevfik in bu yazıları Rıza Tevfik in Tekke ve Halk Edebiyatı İle İlgili Makaleleri (Ankara 1982; 2. b., İstanbul 2001) adıyla tarafımızdan bir kitap halinde yayımlanmıştır. 7 Serâb-ı Ömrüm, İstanbul 1949, s. 82-83; s. 110-111. 8 Abdullah Uçman, Rıza Tevfik in Şiirleri ve Edebî Makaleleri Üzerinde Bir Araştırma, İstanbul 2004, s. 267-268. 9 Hilmi Ziya Ülken, Türkiye de Çağdaş Düşünce Tarihi, Konya 1966, s. 408-410. 10 Hayatı için bk. Sadettin Nüzhet (Ergun), Cenap Şahabettin, Hayatı ve Seçme Şiirleri, İstanbul 1934; İnci Enginün, Cenap Şahabettin, Ankara 1989. 11 Hayatta iken şiirlerini bir araya getirip yayımlamayan Cenab Şahabeddin in şiirleri, kızları Reşîka Ozankan ve Şîvezat Erez tarafından verilen evrakı Mehmet Kaplan ın yönetiminde ele alınıp değerlendirilerek Bütün Şiirleri (haz. Mehmet Kaplan, İnci Enginün, Birol Emil, Necat Birinci, Abdullah Uçman, İstanbul 1984; 2. b., İstanbul 2011) adıyla yayımlanmıştır. 12 Mehmet Kaplan, Cenab Şahabeddin in Şiirlerinde Pitoresk ve Cenab Şahabeddin in Şiirlerinde Ses ve Musiki, Türk Edebiyatı Üzerinde Araştırmalar, C. I, İstanbul 1976, s. 392-424. 13 İnci Enginün, Yeni Türk Edebiyatı-Tanzimat tan Cumhuriyet e, İstanbul 2006, s. 27-31; Fazıl Gökçek, Bir Tartışmanın Hikâyesi- Dekadanlar, İstanbul 2007. 13 Hasan Akay, Cenab Şahabeddin in Şiirleri Üzerinde Stilistik Bir Araştırma, İstanbul 1998, s. 60-67. 13 Cenab Şahabeddin in Bütün Şiirleri, 2.b., s. 270-273. 15 Cenab Şahabeddin in Avrupa Mektupları (haz. Zeynep Uluant), İzmir 1997, s. 19-20. 16 Nihad Sami Banarlı, Yahya Kemal in Hâtıraları, İstanbul 1960, s. 20-28. 17 Yahya Kemal Beyatlı, Çocukluğum, Gençliğim, Siyasî ve Edebî Hâtıralarım, İstanbul 1973, s. 3-4, 21. 18 Ahmet Hamdi Tanpınar, Yahya Kemal, İstanbul 1963, s. 39-41. 19 Şiirin geniş bir şekilde tahlili için bk. Mehmet Kaplan, Şiir Tahlilleri, C. I, s. 189-198. 20 H. Vehbi Eralp, Yahya Kemal İçin, İstanbul 1959, s. 14. 21 A. H. Tanpınar, Yahya Kemal, s. 179-180. 22 İstiklâl Marşı-İstikbal Marşı:41 Dize 41 Yorum (ed. Hasan Akay- M. Fatih Andı), İstanbul 2010, s. 167-168. 23 Mehmed Âkif Ersoy, Safahât (haz. M. Ertuğrul Düzdağ, 6. b., İstanbul 2005, s. 203-260. 24 Eşref Edip, Mehmed Âkif-Hayatı ve Eserleri, İstanbul 1962, s. 128-130. 28

TÜRK EDEBİYATININ ÇEHRESİNİ DEĞİŞTİREN BEŞ EDEBİYATÇI / Prof. Dr. Abdullah UÇMAN 29

30 İSTANBUL KÜLTÜRÜNDE BALKAN YEMEKLERİ / Sennur SEZER

İSTANBUL KÜLTÜRÜNDE BALKAN YEMEKLERİ / Sennur SEZER İSTANBUL KÜLTÜRÜNDE BALKAN YEMEKLERİ Sennur SEZER* Balkan halkları daha çok hamur işleriyle tanınır. Adları farklı da olsa Boşnakların oklavasız açtıkları pitalar (börek), Arnavutların ise pırasalı börekleri ünlüdür. 31

İSTANBUL KÜLTÜRÜNDE BALKAN YEMEKLERİ / Sennur SEZER Balkanlar, son yıllardaki moda söyleyişle Güneydoğu Avrupa, Avrupa kıtasının Güneydoğu kesiminde, İtalya Yarımadası nın Doğusu, Anadolu nun Batısı ve Kuzeybatısında yer alan coğrafi ve kültürel bölge. Hırvatistan, Sırbistan, Karadağ, Kosova, Slovenya, Arnavutluk, Makedonya, Bosna-Hersek, Bulgaristan, Romanya, Yunanistan ve Trakya yı kapsar. Avrupa nın yoksul, geri kalmış ve sorunlu yerlerinin başında gelir. İstanbul un Suriçi mahallelerinin dışına kız vermeyi düşünmeyen hanımlar için: Rumeli. İlk anda nedense bitmeyen göç kervanları düşüyor akla. II. Beyazıt ın sefere giderken düğüne gitmelerine kızdığı Tatar kabilesinin sürgünü, suikasta yeltenen derviş yüzünden Kalenderilerin sürgünü... Akıncılar ya da evlad-ı Fatihan... Ve bitmez tükenmez Balkan savaşları. İnsan Rumeli türkülerindeki hüznün bu savaşlarda ölenlerden yansıdığını sanıyor... İlk anda Anadolu dan Rumeli ye daha çok gidilmiş, Anadolu Rumeli yi daha çok etkilemiş gibi geliyor insana. Balkan dillerindeki uygarlık sözcüklerinin Türkçe asıllı oluşu, İvo Andriç in Boşnakça denilen Slav asıllı dille yazdığında kullandığı Türkçe asıllı sözcükler: (minderluk, çayzanluk, şeçerluk, akşamluk, çiviluk), Balkan ülkelerindeki adı Türkçeden geçtiği açık yemekler (bekri meze, köfteta, dolmadakis, cacikis, tıranata, musakka) hatırlanınca yazacaklarımın yönünü değiştirebilir. Evet, Anadolu Balkanları etkilemiş ama biz Balkanların İstanbul daki etkilerine öyle alışmışız ki, fark bile etmiyoruz. Ortodoks İstanbul Fatih İstanbul la birlikte bir Ortodoks şehri fethetti. Galata, ticaret yüzünden buraya yerleşip, buralı olmuş Katolik Levantenlerin şehriydi, karşı yaka ise Ortodoks Rumların. Genç Sultan Mehmet, şehre daha önce burada yaşama şansları olmayan Gregoryen Ermeniler ile kadim Süryanileri getirtti. Böylece Ortodoks nüfus arttı. Fetihler artınca yeni topraklardan başkente akın başladı: Bulgar, Makedon ve Ortodoks Arnavutlar şehir nüfusuna katıldı. Epirli Ortodoks Arnavutlar, Üsküplü, Gostivarlı, Kalkandelenli Ortodoks Makedonlar geldiler İstanbul a. Geldiler gelmesine ama İstanbul halkı kendi bildiğince adlandırdı onları, Ortodoks Arnavutlara Rum, Ortodoks Makedonlara da Bulgar dedi. Bu halklar İstanbul da çoğunlukla pastacılık, tatlıcılık, muhallebicilik, sütçülük, yoğurtçuluk, peynircilik, ekmekçilik, ciğercilik, işkembecilik, tavukçuluk, bahçıvanlık gibi benzeri işlerde çalıştılar. En eskisinden başlayalım. Süt ve süt ürünleri konusunda İstanbul un günlük yaşamının Bulgar/Makedon etkisinde olduğunu söyleyebiliriz. Yaşı yetmişe ulaşanlar küçük semtlerde daha çok kahvaltı edilen sütçü dükkânlarını anımsar. Onların genel adı Bulgar Sütçü dür. Sahipleri yaşlandıkça el değiştiren bu dükkânlardan biri 1910 larda Beyoğlu ndaki Tomas Süthanesiydi. Sonra pastane biçimini aldı: Güven Pastanesi. Bugün şehrin Çerkeso, Baylan, İnci gibi ünlü pastanelerinin kurucuları ve şu andaki yöneticileri de Balkanlardan gelmiştir. Aralarında hem Makedon hem de Arnavut olanlar vardır. Bugün tatlıcılarda tulumba tatlısının Balkan Tulumbası diye satıldığını da hatırlayalım. İstanbul daki Arnavutlar Fatih in Arnavutluğu fethinden sonra İstanbul a gelmişler ve yerleştikleri semte de adlarını vermişlerdir: Arnavutköy. Arnavutların bahçıvanlığının İstanbul mutfağına neler kazandırdığını ayrıntılarıyla bilemiyoruz. Ancak çok acı bir kırmızıbiberin adı da onlarla (belki de tohumu da) gelmiştir İstanbul a: Arnavut biberi. Arnavut sözcüğü İstanbul mutfağının yemeklerinden birinin de adıdır: Arnavut ciğeri. Arnavutların seyyar çiğ ciğer satıcısı olduğunu da biliyoruz. Evliya Çelebi, Seyahatnamesi nde şu tespiti yapar: Bu ciğercilerin hepsi Ohri, Görice, Horpuşta Arnavutlarıdır. Nice bin taze ciğeri kırkar ellişer tanesini, yüreği, böbreği, şirdeni bumbarıyla sırıklara dizip İyi koyun ciğeri diye feryat ederler. Yine Evliya ya göre İstanbul da tam 400 ciğer kebabı dükkânı çalışanı varmış. Bu ciğer kebabı dükkanlarında ciğer, kara tavuk (dalak), böbrek, yürek, şirden, ciğer kebabı ve köftesiyle pençeviş pişer. Pençeviş birden fazla anlamı olan bir sözcüktür : 1. Karaciğer. 2. Koyun, keçi bağırsağı, bumbar. 3. Bumbarı pirinç, bulgur, kıyma, kimyonla doldurarak yapılan bir çeşit yemek. 4. Koyun ve keçi bağırsaklarının çevresindeki yağlar. Çelebi bu yemeklerin de yoksul yemeği olduğunu vurgular. Ama bozahanelere gidenlerin bu yemeklere düşkün olduğunu da söz arasında söyleyiverir. Evliya Çelebiye göre İstanbul işkembecilerinin hepsi Rum dur ve vergiden muaftır. Daha önceki açıklamamıza göre işkembecilerin Ortodoks Arnavut olması gerekir. Sakatatın etten ucuz oluşu, yoksul halkı ciğer (hem karaciğer hem akciğer), dalak, işkembe, bumbar yemeye, satıcıları da sakatat yemeklerine emek vermeye özendirmiştir. Evliya Çelebi nin garip gurebâ yemeğidir açıklaması da bizi tasdik ediyor. Bu müşterilerin akşamdan kalma olmaları da muhtemeldir: Bunların dükkânlarında seher vakti olunca yüzlerce fakir mahmur dostlar toplanıp mahmurluğu gidermek için zarafet ve kabahat çorbası yani işkembe aşı yerler. Gerçekten seherle mahmurluğu def için paça, işkembe iyidir derler. Karşılığı tam alınamayan bu emeği Arnavutlar bir göç bedeli olarak ödemiş olabilirler. 32 * Yazar