ALEVİ BEKTAŞİ EDEBİYATI Alevi-Bektaşi edebiyatı aynı zamanda Anadolu halk edebiyatıdır. Halk şiiri yaşam gerçeği, felsefesi ve inancın belli edebi kurallarıyla edebiyata yansımasıdır. Ayrıca Alevi-Bektaşi ozanları şiirleriyle ve deyişleriyle halk edebiyatını en güzel yorumlayan ve yansıtanlardır. Halk aşığı olan bu ozanlar aynı zamanda Doğa aşığıdır. Ayrıca inancında olduğu gibi edebiyatında da Vahdeti Vücut/Vahdeti mevcut felsefesi, İnsan-Tanrı ve Doğa üçlüsü egemendir. Çoğu şiirlerin ana kaynağı bu üçlüden (insan-tanrı-doğa sevgisi) oluşur. Ayni zamanda Alevi-Bektaşi öğretisine göre halka hizmet Hakka hizmettir, halkın sessi Hakkın sesi olmuştur. Saz ve ozanlık geleneği, İslamiyet'ten çok önceki tarihlere dayanır. İslamiyet öncesi, Orta Asya inançları ve kültürleri saz ve aşıklık geleneğinin çok büyük önemi vardır. Halk aşıkları Şamanlıktan Ozanlara, Ozanlardan bakışlara uzanan bu geleneği en iyi temsil etmişlerdir. Halkın sorunlarını dile getiren halk aşıkları bıkmadan, yorulmadan il il dolaşarak halk yaşamını, töresini geleneğini, ellerinde kopuzlarıyla (çura, bağlama ve çöğürü) meclislerde, ocak başlarında, şölenlerde ve daha bir çok yerde sorunları dile getiren nefesler, türküler söylemişler, hikayeler anlatmışlardır. 16.ve 19 yüzyıl Aşıklığın Altın çağını yaşadığı dönemdir. Bu dönemde Anadolu'da ve Azerbaycan'da saz şairleri yetişti ve değerli eserler verildi. Aşıklarda kendi aralarında ağırlık verdiği konulara göre (er aşığı, yar aşığı ve pir aşığı diye) üçe ayıra biliriz. Mesela Köroğlu ve onun gibilerine er aşığı denir. Çünkü kahramanlığa, mertliğe ve yiğitliğe ağırlık verir. Karacaoğlan ve onun gibilerine yar aşığı denir. Nedeni ise daha çok yar, sevgili ve dost üzerine türkü yakarlar. Yunus Emre, Kaygusuz Abdal, Pir Sultan Abdal gibileri daha çok Tasavvuf yani Mistik konulara ağırlık verirler bunlara' da 1 / 8
Pir aşığı denir. Ayni zamanda bu şairlerimize çok şeyler borçluyuz. Özelikle Arapça ve Farsca'nın etkisinde kalan medreseliler ve saray çevresinde kalan aydın zümre tarafından ve kısacası tarihin her döneminde dışlanmış, horlanmış ve kendilerine ait o güzelim eserleride yok edilmeye çalışılmıştır. Bu nedenle çoğu eserler sözlü olarak ve mecmualara kaydederek günümüze getirilmiştir. Bir çoğu siyasi, ekonomik ve dinsel nedenlerden dolayı savaştan, sürgünden, isyanlardan ve göçlerden unutulmaya ve yok edilmeye yüz tutmuştur. Bir çoğunun anonim olması da bundandır. Ve bu eserlerin bazıları halka mal olmuş, bazılarıda aynı türden eserler söyleyen bir başkasına (şaire) mal edilmiştir. 13.yüzyıldan sonra Anadolu'da edebiyat ve etkisinde kalan çevreler: 1) Divan edebiyatı: Ortodoks İslam anlayışının eğitim kurumu olan Osmanlı saray çevrelerinde ve Medreselerinde oluşan Arapça ve Farsca karışımı olan yazım ve konuşma dilidir. 2) Divan Tekke edebiyatı: Daha çok batini akımların, Hertodoks İslam anlayışının, başka bir deyişlede halk inancının merkezi olan İslam öncesi inanç ve törelerinde yer alan yazım ve konuşma dili Türkçe olan hecelerle yazılan edebiyat, saray ve medrese zümresinin diline uygun yazılardır. 3)Halk edebiyatı; Mani, ağıt, destan ve taşlama gibi türden şairlerin (saz aşıkları) çalıp söyledikleridir. Alevi-Bektaşi edebiyatı 13.Yüzyıla dayanır. Anadolu da ilk başlatan Yunus Emre, Kaygusuz Abdal, Sait Emre gibi halk şairleridir. Daha sonra hiç kuşkusuz edebiyatın oluşundan Alevi-Bektaşilikle bütünleşen Babai, Haydari, Hurufi, Ahi ve Kalenderi gibi inanç kurumlarınında etkileri büyüktür. Aşıkların (zakirlerin) cemlerde, Alevi-Bektaşi törenlerinde çalıp söyledikleri tasavvuf ağırlıklı şiirlere genelde nefes denir. Halk arasında değişebilir bazı yörelerde deyiş, beyit, ayet, nutuk ve deme de denir. Mutasavvıf şairler tarafından söylenenlere ve yazılanlara Yesevilerde hikmet, Mevlevilerde ilahi veya ayin, Halvetilerde durak, Gülşenilerde tapuğ ve bazı tarikatlarda ise cumhur denir. Alevi Bektaşi şiirlerinde şu şekilde sıralaya biliriz, konularıyla: 1) Alevi-Bektaşi yolunu ve erkanını anlatan (Deyiş, beyit, ayet, nutuk deme ve destur) eğitici ve öğretici bir nitelik özelik taşıyan en fazla on birli sekizli ve yedili hece vezniyle yazılan ve cem törenlerinde sazla beraber okunan Töre şiirleri ve Nefesleri. 2) Mersiye ve ağıt, Muharrem ayında, Hz. Hüseyini, Kerbela şehitlerini, Kerbela dıramını ve acısını anlatan, Cem ayinlerinde Mersiyeler (Divan 2 / 8
edebiyatında) Ağıtlar (halk edebiyatında) genellikle ölülerin ardında yakılır bu tür türküler. 3) Düvaz, Duvaz-ı imam, Düvazde(h) veya Düvazdeh-i imam adındaki bu nefesler oniki imamları ve diğer Alevi Bektaşi ulularını konu ederler, onlara yönelik övgüleri içerirler. 4)Hz. Ali'nin doğum günüyle ilgili çalıp söylenilen Nevruziyeler 5) Semah (semailer) nefesleri; semah törenlerinde kendine has ezgilerle çalınıp söylenir. 6) Devriye veya Vahdetname; Tenasuh (ruh göçü), Vahdeti Vücut konu eden nefesler. 7) Yergi (Hiciv) veya Şahtiye (Taşlama) (Şahtiye daha çok Tanrıya, Kadere ve Ahirete yazılmış şiirlerdir) adı verilen eserler genellikle içerik olarak haksızlığa, yolsuzluğa, toplumsal sorunları ve kişiye yönelik hataları iğneleyici, bir dille eleştiren eserlerdir. 8) Toplumsal, siyasal ve sosyal sorunlarını değinen başkaldırı niteliği taşıyan bir kısım ise doğa ve insan sevgisini, acıyı, sevinci, ayrılığı ve özlemi dile getiren ağıt, koşma, koşuk, türkü, varsağı ve destan gibi Halk edebiyatı ürünleri. Bunlarla birlikte dörtlü bendeler biçimde düzenlenen divan ve Alevi Bektaşi ulularını öven selamname gibi türleride vardır. Nutuk ve desturlar ise daha çok Bektaşiliğe yeni girenlerin eğitimi için yazılıp söylenilen öğretici nefesler. Alevi Bektaşi geleneğinde sazla aşık özdeşir. Alevi Bektaşi cemleri sazsız sözsüz düşünülemez. Her Alevinin evinde bir Saz vardır. Halk dilinde ozanların çaldığı saza bağlama denir.6-8 ve 12 telden oluşan sazın en büyüğüne aşık sazı, Çöğür, veya divan denir. Saz parlaklığını ağacından, düzenini ise ustasından alır. Genellikle aşıklar gövdesi dut ağacından, göğsü akça ağacından, kolu ardıç veya gökçe ağacından yapılanları tercih ederler, Kavak Ihlamur ve kızılağaç gibi yumuşak ağaçlardan da oyma veya dilimli sazlar yapılmaktadır. Ağaç tasaruffu nedeniyle bugün çok dilimli (yapraklı) sazlar üretilmektedir. Dünya'da üç çalgı türü vardır, yardımcı bir çalgı istemeden çalınabilenler: Piyano, Gitar ve bağlamadır. Bunlarla saatlerce çalışıla bilinir takviye bir çalgı olmadan. Alevi Ozanları, aynı zamanda sazı insana benzetmişlerdir, Bağlamanın sapın baş tarafına baş-kaş burgularına kulak, sapına kol, yüz kısmına göğüs, göğsündeki deliklere göz, tanbur kısmına gövde demişlerdir. Sazın gövdesi Hz. Ali'ye, bam teli Hz. Muhammed'e sesini ise 12 imamlara ve Hz. Davut'a benzetilmiştir. Aşık Kul Cevri ise sazını dilli Kuran'a benzetmiştir. Kopuz; 3 / 8
Tanguzlarda Şaman, Kırgızlarda baskı, Yakutlarda oyun, Altaylarda kamdenen ozanların çaldığı sazın adıdır. Kopuzun Oğuz geleneklerinde, Oğuz dedesi Dede Korkut hikayelerinde anlaşıldığı gibi saygın ve özel bir yeri varır. Bununla ilgili bazı dualarıda vardır. Alevi-Bektaşilerde saz çalıp, söylemek bir nevi ibadettir. Aynı zamanda saz, hala haldaş, yola yoldaş, mazlumun, fakirin dostu umudu ve silahı olmuştur. Rahmetle andığımız sevgili Yılmaz Güney'de sazı anlatırken sazın teline vurulan her mızrap, bir atom bombasından daha da güçlüdür demiştir. Bazı karanlık güçlerin (aydınlığı hazmedemeyen) Ozana, saza ve türkü'ye düşman olmaları; Ozanı Şeytanlıkla sazı şeytan icadı diye suçlamalar ve sazı çalmayı günah sayarlar. Taşlama Telli sazdır bunun adı Ne ayet dinler, ne kadı Bunu çalan anlar kendi Abdest alsan aldın demez Namaz kılsan kıldın demez Kadı gibi haram yemez Venedik'ten gelir teli Ardıç ağacından kolu Be Allahın şaşkın kulu İçinde mi, dışında mı Burgusunun başında mı Göğsünün nakışında mı Dut ağacından teknesi Girişten bağlı perdesi Behey insanın teres'i 4 / 8
Dertli gibi sarıksızdır Ayağı da çarıksızdır Boynuzu yok, kuyruksuzdur Alevi Bektaşi edebiyatında mizahında, şiir gibi önemli bir yeri vardır. Alevilerin-Bektaşiler üzerinde önyargılardan ve baskılardan dolayı ifade edemedikleri sorunlar, haksızlık ve yolsuzlukları sazlarıyla, sözleriyle ve fıkralarıyla dile getirmişlerdir. Tanınmış Gazetecilerden ilhan Selçuk, Ruhi Su hakkında yazdığı bir Makalesinde şöyle diyor: Türkü deyip geçmeyin Türkünün bir ayrıcalığı ve özelliği vardır. Bir müzik parçası bestelemek ayrı şey, türkü yakmak ayrı şey. Ayrıca Türkü yakılır, bestelenmez. Türkü'nün yakılması için insanoğlu'nun yanması gerek. Sen yanmazsan, ben yanmazsam, o yanmazsa, biz yanmazsak nasıl yakılırdı türküler? Seferberlik olmazsa, savaşlar olmazsa, Analar evlatlarına yanmazsa, Pir Sultanlar için dar ağaçları kurulmasa ve daha niceleri yaşanmasa nasıl yakılırdı türküler? Selçuklu ve Osmanlı sarayının çevresindeki zümre ve medresseliler (dil, din ve düşüncesiyle Fars ve Arap edebiyatı etkisinde kalanlar onlara övgüler sıralarken, Alevi-Bektaşi ozanları ezilen halkın sesi gönlü ve dilli olmuşlardır. Halkın acılarını sevinçlerini, hüzünlerini, sancılarını ve coşkularını dile getirmişlerdir. Nefesleriyle, sazlarıyla, deyişleriyle, çalıp söyledikleriyle halına haldaş, yoluna yoldaş olmuşlardır. Hüseyin Aydugan 5 / 8
6 / 8
7 / 8
8 / 8