Adnan Binyazar GÜNIŞIĞINA YOLCULUK KAÇIŞ 1 ÇAĞDAŞ TÜRK EDEBİYATI Roman Resimleyen: Mustafa Delioğlu 1. basım
Adnan Binyazar GÜNIŞIĞINA YOLCULUK KAÇIŞ 1 Resimleyen: Mustafa Delioğlu
Can Sanat Yayınları Yapım, Dağıtım, Ticaret ve Sanayi Ltd. Şti. Yayın Koordinatörü: İpek Şoran Editör: Ebru Akkaş Kuseyri Kapak ve İç Tasarım: Gözde Bitir Tasarım Uygulama ve Dizgi: Güldal Yurtoğlu Kapak Baskı: Azra Matbaası İç Baskı ve Cilt: Ayhan Matbaası 1. Basım: 3000 adet, Mart 2013 ISBN 978-975-07-1775-8 Can Sanat Yayınları Ltd. Şti., 2013 Tüm hakları saklıdır. Tanıtım için yapılacak kısa alıntılar dışında yayıncının yazılı izni olmaksızın hiçbir yolla çoğaltılamaz. Hayriye Caddesi No. 2, 34430 Galatasaray, İstanbul Telefon: (0212) 252 56 75-252 59 89 Faks: 252 72 33 www.cancocuk.com cancocuk@cancocuk.com
Bu kitabın sahibi:...
Adnan Binyazar Yazarın yayınevimizden çıkan diğer kitapları: ATATÜRK ANLATIYOR ON BEŞ TÜRK MASALI 1934 te Diyarbakır da doğdu. Dicle Köy Enstitüsü nü bitirdi. Gazi Eğitim Enstitüsü Edebiyat Bölümü nde okudu. İlköğretmen Okulu ndan üniversiteye, değişik okullarda anadili öğretmenliği yaptı. Berlin de, ders kitapları yazma projelerinde çalıştı. Cumhuriyet gazetesinde Ayna ve Pazar Yazıları köşelerinde denemeler yazdı. Deneme ve eleştirilerini Toplum ve Edebiyat, Ağıt Toplumu, Ozanlar Yazarlar Kitaplar, Ayna, Duyguların Anakarası, Edebiyatın Dar Yolu, Ardında Leke Bırakmamalı Sevgi adlı kitaplarında topladı. Toplum ve Edebiyat a 2010 da Sedat Simavi Edebiyat Ödülü verildi. Halk yazını ile ilgili kitapları ise Dede Korkut, Kan Turalı, Halk Anlatıları, On Beş Türk Masalı, Elif ile Mahmut, Kerem ile Aslı adlarını taşıyor. Masalını Yitiren Dev adlı romanını 2000 de, Orhan Kemal Roman Armağanı ve Ebubekir Hazım Tepeyran Roman Ödülü ne değer bulunan Ölümün Gölgesi Yok u 2004 te, öykü kitapları Şairin Kedisi ni 2005 te, Şah Mahmet i 2009 da, Bozkır Aydınlığında Aşk ı 2011 de yayımladı.
GÜNIŞIĞINA YOLCULUK KAÇIŞ 1 İçindekiler ÇİLELİ YILLAR Baban Gidecek, Bir Daha Dönmeyecek!, 12 Tak Tak Kabacık..., 18 Ben Annenizsem O da Babanız..., 25 Tren Arkadaşlarımız, 31 BABA EVİ Denizi de, Vapuru da İlk Görüyorum, 45 İşte Yeni Anneniz!, 47 Mum Almaya Bile Paramız Yok!, 50 Ben Dilenci Değilim, 53 Kış Boyunca Sokaklarda Yattık, 65 ÇIRAKLIK YILLARI Her İşi Yaparım, Usta, 75 Kardeşimin Öyküsü, 78 Ustanın Dayakları İşkenceye Dönüşmüştü, 81 Kuş Gibi Kanadım Olsaydı, 89 VEDALAŞMALAR Fesleğen Kokanda Gel!, 97 Abla, Kitap da Kiraya Veriyordu..., 102
Adnan Binyazar GÜNIŞIĞINA YOLCULUK 1 Evlatlıkların Hep Boynu Bükük müdür?, 107 Çıraklık, Hizmetçilikten de Beterdi, 109 Yol Ver Dağlar, 113 Kulağına Adını Seslendim: Garip!, 118 Su Getir Bana, Su; İçim Yanıyor!, 123 Kaç, Oğul, Buralardan Kaç!, 127 Süzgün Yüzlü Bir Nevin!, 130 Sekiz inde Bir Yaşlı, 133 Bisikleti Kuş Olup Uçuyordu Necati nin, 137 SON GECE Son Gece: Çalınan Taç la, 145 Gün Işıdı Işıyacak, 148 6
Kanatlar verirdim çocuğa ama uçmayı öğrenmeyi ona bırakırdım. Gabriel García Márquez
ÇİLELİ YILLAR
O Babam, Diyarbakır da davavekilliği yapıyordu. Bir gün, kapıdan soluk soluğa girdi, Yarın Sivas a gi diyorum, dedi. Kardeşimle, Bizi de götür, bizi de götür! diye babamın bacaklarına sarıldık. Yüzümüze bile bakmadı, itti ikimizi de. Annem, Nereden çıktı Sivas a gitmek? diye soruyordu ki her zaman olduğu gibi, Bir şey sorma da çantamı hazırla sen! diye bağırarak onu susturdu. Sözde, Sivas a bir iş için gidecek, bir hafta sonra da dönecekti... Bu gidişin bizi terk ediş olduğunu, aradan haftalar, aylar geçince anlayacaktık. O sırada annem yirmi üç yaşındaydı. Kardeşim Cengiz dört yaşına bastı basacaktı. Ben ise bir ay sonra altı yaşımı dolduracaktım... 11
Baban Gidecek, Bir Daha Dönmeyecek! Bir faytona doluşup babamı uğurlamaya gittik. O günü unutmuyorum. Olanlar, bugünkü gibi gözümün önünde. Faytoncu atları hızlandırmak için durmadan kırbacını şaklatırken kafamın içinde sanki dev bir arı vızıldıyordu. Vızıltının arasında sürekli şu cümleyi duyuyordum: Baban gidecek, bir daha dönmeyecek! Fayton sur kapısından geçerken ses nerdeyse kulağımın zarını patlatacaktı. Tıkanırcasına ağlıyor, uzakta babamı götürecek trene bakıyordum. Lokomotifin bacasından püsküren duman, bulutlara karışıyordu. Duman dalgalanmalarını görünce öy le bir çığlık attım ki faytoncu yerinden fırladı. Tırnakla rı kaldırıma çarpan atların nalı parçalandı. Annem, Sus! diye etimi büktü ama susmadım. Gözlerini be lertip beni korkutmaya kalkan faytoncuya da aldırma dım. 12
Sonunda istasyona vardık. Babam trene bindi. Kompartımanın penceresinden bize bakıyor, yüzünde o güne değin görmediğim gülücükler bir belirip bir kayboluyordu. Babam hiç öyle gülmezdi. Sıcaklığını yitirmiş kupkuru bir gülüş! Vagonun penceresinden bize bakan adam, babam değildi, trenin dumanına karışan bir hayaldi sanki. Tren çufff çufff diye hareket ederken ben de sesimi çufçuflara uydurarak, Baban gidecek, bir daha dönmeyecek! Baban gidecek, bir daha dönmeyecek! Baban gidecek, bir daha dönmeyecek! diyordum. Öyle oldu, babam gitti, bir daha dönmedi... O gün annem, babamın yüzünü son kez görüyordu. Babamın yüzü benim gözümde de hayal bile değil, duman karası bir buluttu... Diyarbakır ın Arbedaş mahallesinde oturuyorduk. Ev sahibimizin çocuğu yoktu. Ben de kardeşim de o evde doğmuştuk. Onların çocukları gibiydik. Evin hanımı Atiye Abla yemeyip yediren, içmeyip içiren bir kadındı. Babam gittikten sonra bize aylarca onlar baktı. Hiçbir şeyimizi eksik etmiyorlardı. Atiye Abla nın kocası Şah Mahmet in, sokak satıcılarından bir şeyler alalım diye bize harçlık verdiği bile oluyordu. İçime doğan gerçekleşmişti. Ne denli yakın da davransalar el evinde ne kadar kalınır? Annem, elindeki parayla üç-beş ay direnebildi. Gücü tükenince Adnan Binyazar GÜNIŞIĞINA YOLCULUK 1 13
Adnan Binyazar GÜNIŞIĞINA YOLCULUK 1 evdeki eşyaları satışa çıkardı. Neyimiz vardı ki: Ortası açılmış bir halı, bir iki eski kilim, iki bakır sini, kapkacak; bir de annemin, kapağı her açılışında sabun kokan çeyiz sandığı... Evin neresinde olursam olayım, sandığın açıldığını kokudan anlar, annemin yanına koşardım. Sabunlara elma, armut, muz gibi meyve biçimleri, renkleri verilmişti. Bir gün, elma sanıp elimi uzattığımı gören annem uyarmıştı: Onlar elma değil, sabun... Annem, bir gün, sandığın içinde gözü gibi sakladığı eşyaları da satmak zorunda kaldı. Geride iyi cilalanmış bomboş bir sandık kaldı. Artık ne meyve biçimli sabunlar ne onların içimize dolan hoş kokuları... Satılanlardan gelen para ekmek peynir almaya bile yetmiyordu. O da bitince onun bunun eline bakmaktansa aç kalmayı yeğliyorduk. Ev sahibi kira almıyordu ama o duruma ne kadar dayanılabilirdi? Durumumuz her gün biraz daha kötüleşiyordu. Şen şakrak annemin sesi sönmüş, güleç yüzü gülmez olmuştu. Komşulara gidemiyor, köşelere çekilip bize belli etmeden ağlıyordu. Annemi ağlar görünce ben de ağlıyordum. Ne olup bittiğinin ayrımında olmayan kardeşim, Ağlama, ağlama! deyip küçük elleriyle annemin gözyaşlarını siliyordu. Sözde açlığımızı gizliyorduk. Gizlesek de ölgün bakışlarımız her şeyi anlatıyordu. Annem, evden çıkışımızda, Biri bir şey verirse açgözlülük yapıp hemen 14
kapmayın, karnımız tok deyin, diyordu. Misafirliğe gittiğimizde bize kaş göz ediyor, sofraya oturmamızı önlüyordu. Bizse boynumuzu büküp susuyorduk. Aç çocuğun gözünün önüne yiyecekler dizilsin, ona elini uzatması yasaklansın... Bundan acı ne olabilir? Öbür kadınların çocukları yerken midemde atlar tepiniyordu. Hem açtık hem de tok görünmek zorundaydık... Kardeşim, annemin eteğine yapışıp mızırdanınca evin kadını elimize bir parça ekmek tutuşturup sokağa salıyordu. İki lokmada yutuverdiğim bir dilim ekmek bile beni cana getiriyordu. O anda ben de öbür çocuklar gibi açlığı unutuyor, onların arasında oyuna katılıyordum. Bahar aylarıydı. Doğa diriliyor, biz açlıktan kırılıyorduk. Artık sabrı tükenen annem, bir gün, büyük adammışız gibi bizi önüne aldı. Çocuklar, buralarda rızkımız tükendi, Diyarbakır dan göçüyoruz, dedi. Hemen pılıyı pırtıyı toplamaya girişti. Olanlar satılmış, toplayacak bir şeyimiz kalmamıştı. Annem giysilerimizi, çulu çaputu denk yaptı. Her şeyimizi uyuz iki atın çektiği arabaya yükledik. Bu ani ayrılış, ev sahibimizi üzmüştü. Bizi kapının önünde uğurlayan Şah Mahmet, gözlerini bizden ayıramıyordu. Atiye Abla, yumruk kadar kalmış bedenini kapıya yaslamıştı. Gözyaşlarını ak örtüsünün ucuyla silerken babama beddualar yağdırıyordu: Adnan Binyazar GÜNIŞIĞINA YOLCULUK 1 15
Adnan Binyazar GÜNIŞIĞINA YOLCULUK 1
Bunu mu yapacaktın gül gibi karına, bu sabilere, ey Allah tan korkmaz, kuldan utanmaz! Ayrılış ağlamalarından sızlanmalarından sonra Diyarbakır dan ayrıldık. Bir trenin tahta sıralı vagonunda Elazığ a vardık. Oradan da katırlara binerek annemin Ağın ilçesindeki baba evine döndük. Kardeşimle ben gittiğimiz yerin neresi olduğuna aldırmıyorduk. Yeter ki orası karnımızı doyuracak bir yer olsun. Annemin anlattığına göre, gittiğimiz yerde nenemin bağları, bahçeleri vardı. Orada istediğimiz kadar ekmek, süt, yoğurt, meyve bulacaktık. Annemin dediği doğru çıktı. Her şey çok bol değildi ama hiç değilse açlıktan ölmeyecek kadar bir şeyler buluyorduk. Adnan Binyazar GÜNIŞIĞINA YOLCULUK 1 17
YAŞ 11 12 13 + Adnan Binyazar GÜNIŞIĞINA YOLCULUK KAÇIŞ 1 Kuş gibi kanadım olsaydı... Kaçma hayalleri kurarken çektiğim acıları unutuyorum. Karar verdiğim günden beri ot yatağımda rüya içinde rüya görüyorum. Kaçma planımı sır saysam da rüyamda bir arkadaşa anlattım. Öyle korktum ki, Eyvah, herkes öğrenip ustaya duyuracak kaçacağımı! diye bağırarak yataktan fırladım. ISBN 978-975-07-1775-8