NEBE SÛRESİ Nuzul 47 / Mushaf 78

Benzer belgeler
KUREYŞ SÛRESİ Nuzul 21 / Mushaf 106

DUALAR DUANIN ÖNEMİ Dua

İsimleri okumaya başlarken- و ب س ي د ن ا - eklenmesi ve sonunda ع ن ه ر ض ي okunması en doğrusu.

Değerli Kardeşim, Kur an ve Sünnet İslam dininin iki temel kaynağıdır. Rabbimiz in buyruklarını ve Efendimiz (s.a.v.) in mübarek sünnetini bilmek tüm

KUR AN HARFLERİNİN MAHREÇLERİ (ÇIKIŞ YERLERİ)

TARIK SÛRESİ Nuzul 38 / Mushaf 86

Question. Neden Hz İsa Ruhullah (Allah ın ruhu) olarak adlandırılmıştır? Yüce Allah ın kendi ruhundan. Peygamberi Âdem e üflemesinin manası nedir?

KUR AN-I KERİM II Yrd. Doç. Dr. Remzi ATEŞYÜREK

HÜMEZE SÛRESİ Nuzul 34 / Mushaf 104

REHBERLİK VE İLETİŞİM 1

Gizlemek. أ Helak etmek, yok etmek أ. Affetmek. Açıklamak. ا ر اد Sahip olmak, malik olmak. Đstemek,irade etmek. Seçme Metnler 25

İmam Tirmizi nin. Sıfatlar Hususundaki Mezhebi

Öğretim İlke ve Yöntemleri 1

5. Ünite 1, sayfa 17, son satır

(Dersini sabah namazından sonra yapmanı tavsiye etmekle birlikte, sana uygun olan en münasip bir vakitte de yapmanda bir sakınca yoktur.

KUR AN-I KERİM II Yrd. Doç. Dr. Remzi ATEŞYÜREK

Kolay Yolla Kur an ı Anlama

(Allahım!) Yalnız sana ibadet ederiz ve yalnız senden yardım dileriz. (Fâtiha, 1/5)

Altı aylık iken anne karnından düşen ceninin cenaze namazını kılmanın hükmü

40 HADİS YARIŞMASI DİKKAT 47'DEN 55'E KADAR Kİ HADİSLERİN ARAPÇA METİNLERİ DÜZELTİLMİŞTİR. SINIFI 5-6,7-8 1-) 9-10,11-12 SINIFI 5-6,7-8 2-) 9-10

HADİS II DERSİ EZBER HADİSLER

ICERIK. Din kelimesinin sözlük anlami Din kelimesinin Kur an daki anlamlari Din anlayislari Dinin cesitleri Ayetlerle din

İman; Allah a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine ve âhiret gününe iman etmendir. Keza hayrı ve şerriyle kadere inanmandır.

BAZI AYETLER ÜZERİNE KÜÇÜK Bİ R TEFEKKÜR ( IV)

Kolay Yolla Kur an ı Anlama

Bir kişinin kalbinde iman ile küfür, doğruluk ile yalancılık, hıyanet ile emanet bir arada bulunmaz. (İbn Hanbel, II, 349)

Allah, ancak samimiyetle ve kendi rızası gözetilerek yapılan ameli kabul eder. (Nesâî, Cihâd, 24)

ALLAH IN RAZI OLDUĞU KULLAR

ON EMİR الوصايا لعرش

Tedbir, Tevekkül Ve Kader Anlayışımız Gönderen Kadir Hatipoglu - Ağustos :14:51

118. SOHBET Kadir Suresi SÛRE VE MEÂLİ:

KURAN DA TEKRARLANAN AYETLER

(40 Hadis-7) SEÇME KIRK HADİS

İNSAN ALLAHIN HALİFESİ Mİ? (HALEF- SELEF OLAYI) Allah Teâlâ şöyle buyurur:

Bayram hutbesi nasıl okunur? - İlyas Uçar - Ebû Rudeyha - Evvâh - Kişisel Bilgi Sitesi

األصل الجامع لعبادة هللا وحده

KALEM SURESİ. Nuzul Ortamı: Rahman ve Rahim Olan Allah ın Adıyla MEKKE. Nüzul Sırası 7 NÜZUL YERİ KALEM SURESİ. Nuzul Sıra 7.

NASR SÛRESİ Nuzul 111 / Mushaf 110

DÖRT KAİDE القواعد األربعة DÖRT KAİDE. Şeyhulislam Muhammed bin Abdilvehhab (rh.a)

Cihad Gönderen Kadir Hatipoglu - Şubat :23:10. Cihad İNDİR

DUA KAVRAMININ ANLAMI*

Onlardan bazıları. İhtilaf ettiler. Diri-yaşayan. Yüce. Sen görüyorsun ت ر dostlar. ..e uğradı

ی س ر و لا ت ع س ر ر ب ت م م ب ال خ ی ر

ARAPÇADA İSİMLER. Sonu ref ile biten sözcüğe ref edilmiş anlamında merfû adı verilir. Ref alametleri:

Hor görme, aşağılama, hakir kabul etme günahını ilk işleyen şeytandır.

Kur'an'da Kadının Örtüsü Meselesi - İlyas Uçar - Ebû Rudeyha - Evvâh - Kişisel Bilgi Sitesi

AÇIKLAMALI SÛRE MEÂLLERİ

Ders : 57 Konu: Şeytanla Mücadele

تلقني أصول العقيدة العامة

yoksa ziyana uğrayanlardan olursun." 7

Melek BOZDOĞAN Murat BOZDOĞAN

şeyh Muhammed Salih el-muneccid

BURÛC SÛRESİ Nuzul 29 / Mushaf 85

Kabir azabı kıyâmet kopuncaya kadar devam eder mi?

113. SOHBET Peygamberlerin Ortak Özellikleri

TEKVİR SÛRESİ Nuzul 8 / Mushaf 81

1- EBEVEYNLERİN ÇOCUKLAR ÜZERINDEKİ HAKLARI

NÛH SÛRESİ Nuzul 64 / Mushaf 71

Rahmân ve Rahîm olan Allâh ın ismiyle Hamd, - Allâh a mahsustur. O na hamd eder, O ndan yardım ve mağfiret dileriz. Nefislerimizin şerrinden ve

Kur an ın, şerî meseleleri ders verirken aynı anda tevhid dersi vermesi hakkında izahta bulunabilir misiniz?

CÂSİYE SÛRESİ Nuzul 85 / Mushaf 45

KEVSER SÛRESİ Nuzul 15 / Mushaf 108

Yarışıyorlarkoşuyorlar

Ayetlerin Mealleri: الله لا ا ل ه ا لا ه و ال ح ي ال ق ي وم لا ت ا خ ذ ه س ن ة و لا

EV SOHBETLERİ SOHBET Merhamet

bartin.diyanet.gov.tr/kurucasile

MÜZZEMMİL SURESİ. Rahman ve Rahim Olan Allah ın Adıyla MEKKE GİRİŞ SURENİN KONUSU. MÜZZEMMİL SURESİ Mushaf Yeri 73. Ayet Sayısı 20.

55. Sizi ondan (arzdan) yarattık, ve ona iâde ederiz ve bir kere daha ondan çıkarırız.

EĞER NEBİ MUHAMMED, BENDEN YAHUDİLİĞİ VE HIRİSTİYANLIĞI İNKÂR ETMEMİ İSTESE; YAHUDİLİĞİ VE HIRİSTİYANLIĞI İNKÂR ETMEM, MUHAMMED'İ İNKAR EDERİM

الصيام برؤية واحدة اسم املؤلف حممد بن صالح العثيمني

SECDE SÛRESİ Nuzul 57 / Mushaf 32

Bazı Âyetlerin Anlamları ile İlgili Mülahazalar

REFERANS AYET: HİCR 87

Ders : 185. Konu : MEKKE DE GİZLİ DAVET. MEKKE DÖNEMİ ve DAVET BYK&ŞYK DERSLERİ

IGMG EV SOHBETLERİ DERSLERİ

Îman, Küfür ve Tekfir 2

ALLAH YOLUNDA CİHAD1

TEVHİD KELİMESİ: İSLAMLA KÜFÜR ARASINDAKİ ALAMET-İ FARİKA. Şeyh Muhammed bin Abdulvehhab (rh.a) www. almuwahhid.com

şeyh Abdulaziz b. Abdullah b. Baz

TEKASÜR SÛRESİ Nuzul 16 / Mushaf 102

AÇIKLAMALI SÛRE MEÂLLERİ

150. Sohbet TEVHÎDİN TARÎFİ VE MAHİYETİ (2/2)

şeyh Muhammed Salih el-muneccid

Kur an şöyle buyurmaktadır: Gökyüzünü de korunmuş bir tavan yaptık. Onlar ise oradaki,

tyayin.com fb.com/tkitap

İHLAS SÛRESİ Nuzul 25 / Mushaf 112

NÂZİ ÂT SÛRESİ Nuzul 48 / Mushaf 79

BİRKAÇ AYETİN TEFSİRİ

KURAN YOLU- DERS 3. (Prof.Dr. Mehmet OKUYAN ın Envarul Kuran isimli 3 no lu dersinin ilk 50 dakikasının özeti)

(Tanımı ve Dayanağı)

EV SOHBETLERİ. (Allah) her şeyi yaratmış, ona ölçü, biçim ve düzen vermiştir. (Furkan, 25:2)

SELÂMIN ŞEKLİ. Râşid b. Hüseyin el-abdulkerim. Terceme : Muhammed Şahin Tetkik : Ali Rıza Şahin

144. SOHBET ÖNEMLİ İMTİHAN: DİL

İsmi Tafdil. Alimde olan hilimden (yumuşaklıktan) daha güzel bir hilm hiçbir kimsede olmamıştır. Bu misalde ل الك ح lafzı, ismi tafdil olan

MÜNAFIKLARIN VASIFLARI MÜNAFIKLARIN VASIFLARI. Şeyh Muhammed bin Abdulvehhab (rh.a)

ŞEMS SÛRESİ Nuzul 28 / Mushaf 91

Borçlunun sadaka vermesinin hükmü

KADR SÛRESİ Nuzul 12 / Mushaf 97

IGMG EV SOHBETLERİ DERSLERİ

ALLAH HER ZAMAN DOĞRU OLMAMIZI İSTER 1. Ey iman edenler! Allah a karşı gelmekten sakının ve doğrularla beraber olun. 2

Transkript:

NEBE SÛRESİ Nuzul 47 / Mushaf 78 Surenin Adı: Sûre, kadim mushafların, tefsir ve hadis kitaplarının bir çoğunda Nebe adıyla anılır. İkinci âyetinde yer alan nebe, Önemli ve Büyük haber anlamına gelir. Haber kelimesi de Arapçadır, fakat haber i Nebe den ayıran husus, haber ; önemli ve önemsiz her tür haber için kullanılırken, Nebe ; sadece önemli ve duyanı doğrudan ilgilendiren ve tavır almaya mecbur bırakan haberler için kullanılır. Buhârî ve bazı tefsirler ilk âyetiyle anmışlardır. Kurtubî Sûretu Amme adıyla anmıştır. Ayrıca bu sûreye Tesâul ve Mu sırât adını verenler de olmuştur. Surenin Nuzul Yeri ve Zamanı: Mekke de nazil olmuştur.

MEKKE Mina Müzdelife Arafat KABE Nebe ve Nazi ât sûreleri, mushafta da nüzulde de birbirini izler. Ünlü tertipte Me âric-nâzi ât arasında yer alır. Sûre, muhteva itibarıyla iniş zamanına ilişkin bir delil sunmaz. Ancak inkârcı muhatapların üzerinde yoğunlaştığı âhireti inkâr konusuyla söze girmesi, bir ipucu sayılabilir. M. Bazergan, nüzul tertibinde sûreyi iki bölüme ayırarak 1-36 yı vahyin ikinci yılına, gerisini 6. yılına yerleştirir. R. Blachère ise üç dilimlik Mekke döneminin ilk dilimine ve 26. sıraya yerleştirir. Tertipteki yerine dayanarak sûrenin peygamberliğin 7. yılında nâzil olduğunu söyleyebiliriz. İbn Abbas tan gelen şu rivayet, bu tahminimizi pekiştirir mahiyettedir: Kureyş oturuyor, inen Kur an âyetlerini tartışıyordu; onlardan tasdik edenler de çıkıyordu, yalanlayanlar da; derken bu sûre indi. Surenin Konusu: Konusu bir bütün olarak insanın ebedi istikbalidir. Yeniden diriliş hakikatini eşsiz bir belagatla ele alır. Kendi aralarında neyi soruşturuyorlar. O muazzam olayın müthiş haberini mi? Ki onlar o (haber) hakkında farklı düşünüyorlar. Evet; bir gün (gerçeği) öğrenecekler. Evet, evet; Bir gün (gerçeği nasılsa) öğrenecekler (1-5).

Ardından insanoğluna sunulan nimetler hatırlatılır. Uykunuzu ölüm (sembolü) kıldık (9) ve gündüzü de hayat (sembolü) kıldık (11) diyen âyetler bu sûrede yer alır. Sûrede ilâhi ödül ve cezanın ayrıntılı tasvirleri yapılır (21-40). Bu pasajda, en etkileyici olarak cennet ve cehennem tasvirleri yer alır. Hepsi de ilahi rahmetin bir eseridir. Zira, iş işten geçmeden, yol yakınken insanı aklını başına almaya ve yaratılış amacına yönelmeye davet için indirilmiştir. Sûre, inkâr ettiği Hesap Günü ile karşı karşıya kalan bir inkârcının pişmanlık kokan şu acı yakınışıyla son bulur: Âh, n olaydım, keşke bir toprak olaydım!

ب س م للا ح ن م ا ر ح ن م م RAHMÂN RAHÎM ALLAH IN ADIYLA ع نم ت س اء ور ١ 1 KENDİ aralarında neyi (1) soruşturuyorlar? (2) (1) Amme nin aslı an+mâ edatlarıdır. Soru mâ sı harf-i cerle birleşince elif düşüp ona delaleten mim e bir şedde verilir. Cümledeki normal söz dizimi yetesâelûne an mâ şeklindedir. Soru edatı kural gereği başa gelmiştir. (2) Tefâul babında mâna hem özne hem nesneden sadır olduğu için, soruşturma karşılığını tercih ettik. Kur an eşsiz belagatıyla Arap dilinde daha önce kullanılmamış yöntemleri kullandı. Bunlardan biri de konuya soruyla girme üslubudur. ع ر ح ننب ا ح ع ظ م ٢ 2 O muazzam (olayın) müthiş haberini mi? (3) (3) Nebe ile haber arasında fark vardır. Nebe, sahibi için hayati haber anlamına gelir. Buradaki en-nebeu l- azîm, bağlamın da doğruladığı gibi yeniden diriliş tir. Bunu zımnen göklerin manşeti olarak da okuyabiliriz. ح نذى ه م ف ه ا خ ت ل ف ور ٣ 3 Ki onlar o (haber) hakkında farklı düşünüyorlar.(4) (4) Mekkelilerin yeniden diriliş konusunda kafalarının da, sözlerinin de karışık olduğunu beyan eder. Mekkeli bir düzine kadar kodaman kökeni karmaşık ve karanlık ilkel bir materyalizmi (Dehrilik) savunuyorlardı. İbn Habib in el-muhabbar da zındık olduklarını belirtip bir bir saydığı bu kodamanlar başta İran kökenli Mazdekizm ve Maniheizm olmak üzere kadim şamanizm in her türünden etkilenmişlerdi. İbn Habib in Kureyş Zındıkları başlığı altında değerlendirdiği bu isimlerin, zındıklığı Hîre Nasrânilerinden öğrendiklerini söylemesi ilginçtir (el-muhabbar, Beyrut, ty., s. 161). Âhireti kökten inkâr eden onlardı (Câsiye: 24 ve Necm: 27). Fakat geniş yığınların bilinç altında Hz. İbrahim den kalma belli belirsiz bir âhiret düşüncesi vardı. Casiye 32. âyet (ayrı ca Fussilet: 50 ve Kehf: 36) bunu ifade ediyordu. Zaten bu, şefaat beklentilerinden de anlaşılabilecek bir durumdu (bkz. Yûnus: 18) (Nuzul 85 / Mushaf 45 : Casiye 24 Aşağıdadır.) و ق ا وح ا ا ه ى ح ن ل ات ن ا ح د ن ا ن ا وت و ن ا و ا ا ه ل ك ن ا ح ن ل ح نده م و ا ا ه م ب ذ ك ا ر ع ل م ح ر ه م ح ن ل ظ ن ور ٢٢ 24 Bir de kalkıp dediler ki: Hayat sadece dünya hayatımızdan ibarettir; ölürüz, zira (bir kez) hayata gelmiş bulunuruz;(25) ve bizi sadece zaman yok eder.(26) Ama onlar bu hususta hiçbir bilgiye sahip değiller, onlar sadece (önyargıya dayalı bir) zanna sahiptirler. (25) Takdim-tehire gerek yoktur. Konuşan öznenin ilkel nihilizmi dikkate alındığında, vav ın tefsiriyye vurgusu taşıdığı anlaşılır. Yani: Bir kez doğmuş bulununca, ister istemez zamana maruz kalarak ölüp gideriz. (Bu sayfadaki 9 nolu nota bkz; ayrıca krş. Nebe : 3, not 4.) (26) Zamanı özne gören bir mantık, zamanın nesnesi olmaya kendini mahkûm etmiştir. Yani: Hayatın ölümle sonuçlanması sadece zamanın doğası gereğidir, dolayısıyla dirilmek için ölmek gibi bir ilâhi müdahale söz konusu değildir. Zamana taptığına dair bir bilgiye sahip olmadığımız bir kısım Mekkelilerin tasavvurunda zaman, varoluşun tek makul açıklamasıdır. Materyalistin maddeye yüklediği anlamı, bu akıl zamana yükler. Bu söylemin temelinde yaratılışın tesadüf olduğu düşüncesi yatar. Bu akıl Allah ın varlığını değil ama O nun zamana müdahil oluşunu ifade eden Rububiyyetini inkâr etmiş, onun yerine mutlak zamanı (dehr) ikame etmiş görünmektedir. (Bu düşüncenin nûzul dönemindeki temsilcilerine dair bir açıklama bkz. Nebe : 3, not 4.)

(Nuzul 26 / Mushaf 53 : Necm 27 Aşağıdadır.) ح نر ح نذ ر ل ؤ ا ن ور ب ا ل خ م ة س ا ور ح ا لئ ك ة ت س ا ة ح ل ن ثى ٢٢ 27 Elbet ahirete inanmayan kimseler, melekleri dişi isimlerle adlandırırlar.(20) (20) Müşrik Mekke toplumunda meleklerin şefaatine inanan bu kesimin, ikircikli de olsa ahirete de inandıkları söylenebilir. 38. âyetin nüzul sebebi rivayeti de bunu destekler. Buna rağmen onlar, ahireti inkâr eden dehri reislerle aynı gözede buluştular: yaptıkları nın sorumluluğunu üstlenmemek ve hesap vermekten kaçmak (krş. Câsiye: 23, 25, 32, 2, 6 ve 9 nolu notlar ve Nebe : 3, not 4). (Nuzul 85 / Mushaf 45 : Casiye 32 Aşağıdadır.) و ح ذ ح ق ل ح نر و ع د للا ق و ح نساع ة ل م ب ف ه ا ق ل ت م ا ا ن د مى ا ا ح نساع ة ح ر ن ظ ر ح ن ل ظ ن ا و ا ا ن ر ب ا س ت ن ن ر ٣٢ 32 Size ne zaman, Bakın, Allah ın vaadi gerçekleşecektir ve Son Saat asla kuşku kaldırmaz! denilmişse, siz şu cevabı vermiştiniz: Bilmiyoruz, Son Saat nedir? Ne ki biz onun bir zandan ibaret olduğunu sanıyoruz ve biz (bu konuda) ikna olmuş değiliz. (31) (31) Hepsi de müşrik olmakla birlikte, 24-25. âyetlerde ele alınan malum tipler ile bu âyette ele alınan tiplerin âhirete bakışları aynı olmasa gerektir. Zaten bu farka Kur an da dikkat çekilir: Ki onlar o (haber) hakkında farklı düşünüyorlar (Nebe : 3). İşte müşrikler arasında âhiretin varlığına ilişkin yaklaşımdaki farkı burada görüyoruz. 24-25. âyetlerde sözü edilenler, sayıları bir düzine civarında olan, kaynağı karanlık ve karışık ilkel bir materyalizm olarak yorumlayabileceğimiz, Allah ı kabul eden fakat Allah ın hayata müdahalesini reddeden, âhireti ise tümden inkâr eden nihilist ve dehri kodamanlardı. Bunlar zamana (dehr) tanrı rolü yüklüyorlar, tüm kevn ve fesad (oluş ve bozuluş) yasalarını dehr adını verdikleri bu mevhum ilâhın (!) eline veriyorlardı (24. âyete bkz). Bize göre, 24-25. âyetlerde sözkonusu olanlar âhireti tümden inkâr eden ve her şeyi kör zamanın kısır döngüsüne (dehr) bağlayan Mekkeli seçkinler, burada sözkonusu olanlar ise âhiret konusunda bilinemezci bir tereddüde sahip olan geniş kitlelerdir (Yûnus: 18, not 5 ve Nebe : 3, not 4). (Nuzul 81 / Mushaf 41 : Fussilet 50 Aşağıdadır.) و ئ ر ح ذ ق ن اه م ا ة ا ننا ا ر ب ع د ض ن محء ا نست ه ن و نر ه ذ ح ى و ا ا ح ظ ر ح نساع ة ق ائ ا ة و ئ ر م ع ت ح ى م ب ى ح نر ى ع ن د ه ل س ن ى ف ل ن ن ب ئ نر ح نذ ر ك ف م وح ب ا ا ع ا ل وح و ن ذ ن ننه م ا ر ع ذ حب غ ل ظ ٠٥ 50 Ama uğradığı bu musibetin ardından eğer katımızdan bir rahmet tattıracak olsak, tutar der ki: Bu zaten benim hakkımdı; hem Son Saat in kopacağını da sanmam ya! Bir ihtimal Rabbime döndürülürsem, beni O nun katında malum güzelliklerin beklediğinden kesinlikle eminim. Sonuçta, inkârda ısrar edenlere elbet yaptıklarını bir bir haber vereceğiz ve onları kesinlikle altında ezilecekleri bir azaba mahkûm edeceğiz. (Nuzul 62 / Mushaf 18 : Kehf 36 Aşağıdadır.) و ا ا ح ظ ر ح نساع ة ق ائ ا ة و ئ ر م د د ت ح ى م ب ى ل د نر خ مح ا ن ه ا ا ن ن ل با ٣٣ 36 Hoş, ben Son Saat in bir gün gerçekleşeceğini de düşünemiyorum ya! Fakat Rabbime döndürülecek olsam bile, sonuçta bundan daha iyisini bulacağımdan eminim. (Nuzul 69 / Mushaf 10 : Yunus 18 Aşağıdadır.) ب ا ا ل ع ل م ف ى ح نسا و حت و ل ف ى ح ل م ض س ب ان ه و ت ع ا ى ع ناا ش م ك ور ١١ و ع ب د ور ا ر د ور للا ا ا ل ض م ه م و ل ن ف ع ه م و ن و ور ه ؤ ل ء ش ف ع اؤ ن ا ع ن د للا ق ل ح ت ن ب ئ ور للا 18 Bir de Allah ın peşi sıra kendilerine yararı da zararı da dokunmayan varlıklara kulluk edip de, üstelik İşte şunlar Allah katında bizim kayırıcılarımızdır diyenler (iflah olmaz).(30) De ki: Yoksa siz Allah a, göklerde ve yerde bilmediği bir şey var da, onu mu haber veriyorsunuz? O, sınırsız yüceliği ve aşkın varlığıyla, onların putlaştırdığı her şeyden beridir. (30) Bu âyet şefaat (kayırıcılık) inancının müşriklerin şirkinin hem sebebi hem sonucu olduğunu gösterir. Buradaki kayırıcılık ile müşriklerin dünyada sahip oldukları refah kastedilmiş olabilir. Bununla âhiretteki kayırıcılık da kastedilmiş olabilir.

Bu durumda 7 ve 15. âyette bizim huzurumuza çıkarılacaklarını asla ummayanlar ifadelerini, Mekke kodamanlarından olan ve kökeni karanlık ve karışık bir inkâr ideolojisine mensup çok özel bir guruba hasretmek gerekir. Mekke putperestlerinin çoğu nasıl ki Allah ı inkâr etmiyorlarsa, eline kemiği alıp da onu ufalayıp savurarak Ne yani, şimdi ölüp de toprak olup gittikten sonra yeniden mi diriltileceğiz? (Vâkı a: 47-48; krş. Yâsîn: 78) diyen ve ilkel bir materyalizm olan dehriliğin peşinden giden (Câsiye: 24) sınırlı sayıdaki; Ebu Cehil, Ümeyye b. Halef, kardeşi Ubeyy b. Halef ve Ebu Süfyan gibi dehri (nihilizme çıkan ilkel bir materyalizm) kişiler dışında, âhireti de mutlak anlamda inkâr etmiyorlardı. Ama Allah inançları nasıl yozlaşmışsa, âhiret inançları da öylesine yozlaşmıştı. Onların; Allah inancındaki çarpıklık şirk biçiminde, Ahiret inançlarındaki çarpıklık da şefaat biçiminde tezahür etmiştir. Ki onlar o (haber) hakkında farklı düşünüyorlar diyen Nebe 3, müşriklerin âhiret konusunda farklı düşünceler taşıdıklarına delalet eder (Bu konuda ayrıntı için bkz. Câsiye: 32; Me aric: 38; Nebe : 3, ilgili notlar). ك ن ل س ع ل ا ور ٢ 4 Evet: Bir gün (gerçeği) öğrenecekler; ث نم ك ن ل س ع ل ا ور ٠ 5 Evet, evet: Bir gün (gerçeği nasılsa) öğrenecekler. ح م ن ع ل ح ل م ض ا ه ادح ٣ 6 YERYÜZÜNÜ (sizin için) tarifsiz bir beşik kılmadık mı? (5) (5) Yeryüzü ve dağlar (7. âyet) özgül ağırlığı olan somut ve elle tutulabilir varlıklar olduğu için innâ ce alnâ şeklinde doğrudan mazi fiil yerine muzarinin lem ile mazi yapılmış hali olan lem-nec al şeklinde gelmiştir. Buna mukabil cinsiyet, uyku, gece ve gündüz özgül ağırlığı olmayan gerçeklikler olduğu için 8-11. âyetlerde halaknâ ve ce alnâ mâzi fiilleri doğrudan kullanılmıştır. Galibiyetle uygulanan bu kuralın istisnaları da yok değildir (Mesela bkz. Mûrselât: 27)

(Nuzul 35 / Mushaf 77 : Mürselat 27 Aşağıdadır.) و ع ل ن ا ف ه ا م و حس ى ش اا خ ات و ح س ن ن اك م ا اء ف م حتا ٢٢ 27 Ve başı yüce heybetli dağlar var ettik; ve size billur gibi suları sebil ettik. (9) (9) Sekaytuhu ona su sundum anlamına gelirken, eskaytuhu ona sudan bir pay verdim anlamına gelir (Furûk). Başı yüce haşmetli dağlar rahmet bulutlarının altına başını tutuyor da, şerefini Allah tan alan insan akleden kalbini neden vahyin rahmet bulutlarının altına tutmayıp hakikati yalanlıyor? Vahiy bir dağa inseydi dağ haşyetten paramparça olurdu (Haşr: 21). Fakat insana indiği halde insan neden vahye karşı taş kesilir? Bulut dağa nâzil olur vahiy insana. Bulutu çeken dağ yeşile kavuşur, vahiy hakikatine yüreğini tutan insan cennete kavuşur. Aksi halde dağ nasıl kıraç kalırsa, insan da cennetinden olur. و ح ب ال ح و ت ادح ٢ 7 Ve dağları da (o beşiğin) ayakları?(6) (6) Lafzen: Direkleri. Kur an ın eşsiz belagatına harika bir örnek. Yeryüzü ölçeğinde bir beşiğe dağlardan ayak yakışırdı. Bebeği insan olan bu beşiği sallayan el Allah ın kudret eli, bu eli harekete geçiren şefkat ilâhi rahmettir. Teşbihin îmâ ettiği hakikat karşısında akıllar secdeye kapanır.

و خ ل ن ن اك م ح ز و ح ا ١ 8 Dahası sizi çiftler halinde yarattık;(7) (7) Bu özellik türün her unsurunu içerdiği için, halaka l-insân yerine halaknâkum gelmiştir. Ezvâcen çift olarak, çifterli demektir. Âyet tüm yaratılmışlar âleminin çift kutupluluğuna delalet eder. Ezvâc zımnen zıt kutupluluk anlamını da içerir. Zira Kur an da bir çok yerde zıt kutupluluktan söz edilmesine reğmen, burada olduğu gibi Allah ın eşyayı zıt kutuplu olarak (ezdâden) yarattığından hiç söz edilmez. Bu tıpkı hayır Allah a doğrudan izafe edilirken şerrin Allah a izafe edilmemesine benzemektedir. Bu durumu lafzen temsil eden ezdâd yerine ezvâc kullanılması, âlemde zıtlar olarak algıladığımız şeylerin hakikatinin algıladığımızdan daha farklı olduğunun göstergesi sayılabilir. Belki bizim zıtlar gibi gördüğümüz şeyler de hakikatte biri olmadan diğeri düşünülemeyecek olan eşlerdir. Elbet işin hakikatini en iyi Allah bilir. و ع ل ن ا ن و ا ك م س ب اتا ٩ 9 Ve uykunuzu ölüm (8) (sembolü) kıldık;(9) (8) Veya, kesinti (el-kat ) kök anlamına istinaden: istirahat için ara. Fakat bu mâna, kelimenin asli mânası değildir. Nevmekum (uykunuz) kelimesi, insan uykusuna has bir özelliği ifade etse gerektir. Bu da can ile değil insana özgü ruh ile alâkalı olmalıdır (krş. En âm: 60). (9) 8. âyetteki çift yaratılış haleka fiiliyle, 9. âyetteki uykunun ölüm sembolü kılınışı ce ale fiiliyle ifade edilmiş. Halk eşyanın varoluş, tabiat, cevher ve fıtratına nisbetle, ca l ise eşyanın ahval, araz ve eylemine nisbetle kullanılır. Çift kutupluluk insanın cevheri özelliği, uyku ise arızi özelliğidir. İlki ontolojik, ikincisi biyolojiktir. (Nuzul 73 / Mushaf 6 : En am 60 Aşağıdadır.) و ه و ح نذى ت و ف ك م ب ا ن ل و ع ل م ا ا م ت م ب ا ننه ا م ث نم ب ع ث ك م ف ه ن ض ى ح ل ا س ا ى ث نم ح ه ا م ع ك م ث نم ن ب ئ ك م ب ا ا ك ن ت م ت ع ا ل ور ٣٥ 60 Nitekim, geceleyin sizi ölü (gibi) yapan ve gündüzün neler işlediğinizi bilen O dur. Sonra tayin edilen ömrü yaşamak üzere, sizi her gün hayata O geri döndürür En sonunda dönüşünüz O nadır ve nihayet yaptığınız her bir şeyi size bildirecektir. و ع ل ن ا ح ن ل ب اسا ١٥ 10 Ve geceyi tarifsiz bir örtü kıldık; (10) (10) Gecenin örtü kılınmasının üç gerekçesi vardır: Birincisi: Gecenin koynunda yapılması gereken meşru işler için bir örtü. İkincisi: Zerdüştlüğün Karanlık Tanrısı (Ehrimen) inancını red. Üçüncüsü: Gece koruyucudur: İlk muhatapların dünyasında gece saldırmak muruet e (insanlık) aykırıydı. و ع ل ن ا ح ننه ا م ا ع اشا ١١ 11 Gündüzü de hayat (sembolü) yaptık. (11) (11) Hayat anlamına gelen me âş, 9. âyetteki subât ın karşıtıdır.

و ب ن ن ا ف و ق ك م س ب عا ش د حدح ١٢ 12 Ve üzerinize yedi kat (göğü) sapasağlam bina ettik.(12) (12) Lafzen sayı ifade etse de mecazen çok katmanlılığı ve çeşitliliği ifade eder.

و ع ل ن ا س م ح ا و نها ا ١٣ 13 Ve (oraya) son derece güçlü bir ışık ve ısı kaynağı yerleştirdik. (13) (13) el-vehec, bir kaynaktan neşet eden ışık ve ısı (Râğıb). Burada güneş. و ح ن ز ن ا ا ر ح ا ع ص م حت ا اء ث ن ا ا ١٢ 14 Ve sıkılmaya hazır yağmur yüklü (bulutlardan) (14) şarıl şarıl sular indirdik; (14) Veya: (Rüzgarların) sıkıp suyunu çıkardığı (bulutlardan). Asr (1) ve u sıra (Yusuf: 36) hep sıkıp suyunu çıkarmak kök anlamından müştaktır.

ن خ م ج ب ه ب ا و ن ب اتا ١٠ 15 Ki onunla tohumlar ve bitkiler bitirelim; و ننات ح ف افا ١٣ 16 Dahası, salkım saçak bahçeler (yetiştirelim diye).

ح نر و م ح ف ص ل ك ار ا ن اتا ١٢ 17 ŞÜPHESİZ Ayrışma Günü nün (15) belirlenmiş bir vakti mutlaka vardır: (16) (15) Hesap Günü iman ve küfrün, iyi ve kötünün, hak ve batılın ayrışma günüdür. Kur an da ayrıştırıcı bir kelamdır (kavlun fasl, Tarık: 13). Ayıran Söz ü dinlemeyen Ayrışma Günü cevhere değil, curufa ayrılır. (16) Kâne, sözkonusu zamanın Allah katında malum ve sabit olduğunu ifade eder. Yani, Tanrı yı kıyamete zorlamak isteyen haddini bilmezler boşuna çırpınırlar. (Nuzul 38 / Mushaf 86 : Tarık 13 Aşağıdadır.) ح ننه ن و ل ف ص ل ١٣ 13 Elbet bu (vahiy) hakkı batıldan ayıran bir sözdür, و م ن ف خ ف ى ح ص و م ف ت ا ت ور ح ف و ح ا ١١ 18 O gün sura üflenir, derhal amacına göre taksim edilmiş topluluklar halinde (hayat alanına) çıkarsınız; و ف ت ت ح نسا اء ف ك ان ت ح ب و حبا ١٩ 19 Ve kapıları varmış gibi gökler açılıverir; (17) (17) Veya: Ve gökler açılıverir ki zaten o kapılara (sahiptir) Tercihimiz, kâne nin teşbih edatı işlevine dayanmaktadır. و س م ت ح ب ال ف ك ان ت س م حبا ٢٥ 20 Ve dağlar yürütülür, sanki sir serap olur.

ح نر ه ننم ك ان ت ا م ص ادح ٢١ 21 Şüphesiz (o gün) Cehennemin gözleri yolda kalacaktır; (18) (18) Veya mirsâd ın mekân ismi anlamına dayanarak: gözetleme/ pusu yeri olacaktır. Ya da mastar anlamına dayanarak: pusuya yatacaktır. Tercihimiz kelimenin mübalağa anlamına dayanmaktadır. ل نطاغ ر ا ا با ٢٢ 22 (O), haddini bilmezler için bir son duraktır; ل ب ث ر ف ه ا ح ن ابا ٢٣ 23 Onlar orada uzun zamanlar boyu kalacaklar. (19) (19) Ahkâb, uzun zaman demektir. Bir hadise göre 80, İbn Abbas a göre 300 yıldır. 40 veya 30 bin yıl diyenler de olmuştur. Hasan Basrî süresi belirsiz der. Bu âyetten yola çıkarak Cehennem in sonlu mu sonsuz mu olduğu tartışılmıştır.

Sonlu olduğunu savunan her mezhepten farklı alimler başta bu âyet olmak üzere En âm 128 ve Hûd 106-108. âyetlerini ve Allah ın rahmetinin gazabını geçtiği ilkesini delil getirmişlerdir. (Konuyla ilgili ayrıntılı bir açıklama için bkz. Bakara: 35). Ebu Said el-hudrî den gelen bir hadis şöyledir: Hesap Günü cennetlikler cennete, diğerleri de cehenneme gider. Allah şöyle der: Kalbinde hardal tanesi kadar iman olanı oradan çıkarın! Cehennem ehli oradan çıkarılıp hayat ırmağına atılacak. Ve sonra bir çayın kenarında yeşeren otlar gibi filizlenecekler. Sen onun nasıl çimlenip filizlendiğini görmez misin? (Buhârî; Müslim; Nesâi; İbn Hanbel). (Nuzul 73 / Mushaf 6 : En am 128 Aşağıdadır.) و و م ش م ه م ا عا ا ا ع ش م ح ر ق د حس ت ك ث م ت م ا ر ح ل ن س و ق ال ح و اؤ ه م ا ر ح ل ن س م نبن ا حس ت ا ت ب ع ض ن ا ب ب ع ض و ب ل ن ا ح ل ن ا ح نذى ح ن ل ت ن ا ق ال ح ننا م ا ث و ك م خ ا د ر ف ه ا ح ن ل ا ا ش اء للا ح نر م نبك ك م ع ل م ١٢١ 128 Yine O, onların tümünü bir araya topladığı o gün, Ey görünmez (şerli) varlıklarla aynı safta duranlar! Siz insanlardan birçoğuna epey çektirdiniz! (diyecek). Onlara yakın olan insanlarsa; Rabbimiz! Biz birbirimizden epey yararlandık, nihayet senin bizim için tayin ettiğin sürenin sonuna geldik! diyecekler. (Ve) O, Ateş sizin içinde yerleşip kalacağınız ikametgahınız olacaktır; tabii ki Allah aksini dilemedikçe diyecektir. Kuşkusuz Rabbin her hükmünde tam isabet eder, her şeyin hakikatini bilir. (Nuzul 70 / Mushaf 11 : Hud 106-108 Aşağıdadır.) ف ا ناا ح نذ ر ش ن وح ف ف ى ح ننا م ه م ف ه ا ز ف م و ش ه ق ١٥٣ 106 Artık bedbaht olan kimselerin mekânı ateş olacaktır: onlar orada âh-u figân edecekler. خ ا د ر ف ه ا ا ا د حا ت ح نسا و حت و ح ل م ض ح ن ل ا ا ش اء م ب ك ح نر م نبك ف نعال ا ا م د ١٥٢ 107 Rabbin aksini dilemedikçe, gökler ve yer orada durduğu sürece onlar da orada kalmayı sürdürecekler (121) Unutma ki senin Rabbin dilediğini yapan (Allah)tır. (121) Bu ve buna benzeyen En âm 128, Hûd 106-108, Nebe 23 gibi âyetlerden yola çıkan bazı otoriteler, cehennem azabının uzun süre devam ettikten sonra sona ereceği görüşüne varmışlardır. Sahabeden Hz. Ömer, Abdullah b. Mes ud, Ebu Hüreyre, Ebu Said el-hudrî ve daha başkaları; tabiinden Abd b. Humeyd, İshak b. Rahuye, Hasan el-basrî, Hammad b. Seleme gibi otoriteler de aynı görüştedirler (İbn Kayyım, Hadi l-ervâh ilâ biladi l Efrâh, Dımaşk, 1419, s. 490-491). Taberî (ö. 310/922) de aynı görüşü işler (Tefsir). Cennet ve Cehennem konusundaki en çaplı eserlerden birine imza atmış olan İbn Kayyım el-cevziyye (ö. 751/1350) bu görüşü hocası İbn Teymiyye (727/1328) ve daha başkalarından nakleder (ay).

Yukarıdakilere ilaveten sahabeden Hz. Ali, İbn Abbas, Abdullah b. Amr, Cabir b. Abdullah, tabiinden şa bi, mutasavvıf Mevlana Celaleddin er-rumi (672/1273), İbnu l-vezir (840/1436), çağdaşlarımızdan Musa Carullah ve İsmail Hakkı İzmirli de aynı görüştedir (Y. fi. Yavuz, DİA, Azap md. IV, 305; B. Topaloğlu, Cehennem md. VII, 231-232). Taberî, bu âyetin tefsirinde yukarıda adı geçen sahabilerin ve tabiin otoritelerinin içerisinde huld (bkz. Bakara: 39, not 3) ve ebed geçen tüm âyetlerin bu âyetle tahsis edildiğini savunduklarını dile getirir. Âlemin sonsuzluğu düşüncesini başta Gazali olmak üzere hemen tüm İslâm kelamcıları küfür olarak görmüşlerdir. Âyete dönecek olursak: bu âyetin gaybi birer hakikat olan cennet ve cehennemin sonsuzluk-sonluluk tartışmalarıyla doğrudan bir ilgisi olmasa gerektir. Verili âlemde en uzun ömürlü nesneler yer ve göklerdir. İnsan tasavvurunun lâyıkıyla algılamaktan aciz olduğu âhiret hayatının uzunluğu, insanın bilip tanıdığı en uzun ömürlü nesneler üzerinden anlatılmaktadır. Elbette Allah en doğrusunu bilir. و ح ناا ح نذ ر س ع د وح ف ف ى ح ننة خ ا د ر ف ه ا ا ا د حا ت ح نسا و حت و ح ل م ض ح ن ل ا ا ش اء م ب ك ع ط اء غ م ا ذ وذ ١٥١ 108 Ve bahtiyar olanlara gelince: işte onlar da Rabbin aksini dilemedikçe, gökler ve yer orada durduğu sürece içerisinde yerleşip kalacaklar: kesintisiz bir bağış olarak!..(122) (122) Kur an daki göndermelere bakarak cennet ve cehennemin bu dünyada kurulacağı söylenebilir. Bazı müfessirler bu âyettekilerin, içinde yaşadığımız yer ve gökler değil âhirete ait yer ve gökler olduğunu dile getirirler. Fakat, söz konusu yer ve göklerin şu anda içinde yaşadığımız yer ve göklerin değiştirilmiş biçimi olacağı İbrahim 48 de dile getirilmektedir (Bu konudaki itirazlara verilmiş bir cevap için bkz. İbn Teymiyye, et-tefsiru l-kebîr V, 51). (Nuzul 94 / Mushaf 2 : Bakara 35 Aşağıdadır.) و ق ل ن ا ا ح د م حس ك ر ح ن ت و ز و ك ح ننة و ك ل ا ن ه ا م غ دح ث ش ئ ت ا ا و ل ت ن م ب ا ه ذ ه ح نش م ة ف ت ك ون ا ا ر ح نظا ا ر ٣٠ 35 Ve dedik ki: Âdem! Sen ve eşin şu bahçeye(58) yerleşin, orada canınızın çektiği her şeyden serbestçe yiyin, şu ağaca(59) da yaklaşayım demeyin, sonra zalimlerden olursunuz. (60) (58) Arap dilinde c-n-n kökünden türetilen tüm kelimeler örtme, gizleme anlamına gelir. Cennet in zemini görünmeyecek kadar örtülü, kapalı kök anlamının nedeni bizce; insan bilincine ve tecrübesine kapalı olduğu, aklın kavrama kapasitesi dışında olduğu içindir. Ağaçlarının sıklığından tabanı görülmediği için böyle denmiştir açıklaması hiçbir aklın almayacağı sonsuz güzellik diyarı olan cenneti değil, dünyanın has bahçelerini ifade eder. (59) Burada geçen ağaç şu âyetler ışığında anlaşılmalıdır: Sana sonsuzluk ağacını ve sonu gelmez bir saltanatın (yolunu) göstereyim mi? (Tâhâ: 120) Aynı hakikat A râf sûresinde başka bir üslûpla ele alınıyor: Rabbinizin sizi bu ağaçtan uzak tutması, başka değil, sadece siz (ondan yiyince) iki melek (gibi) olursunuz veya ölümsüzleşirsiniz de ondandır (A râf: 20). (60) Âdem in konulduğu cennet Nerededir? Ahirette vaad edilen cennet mi, Yoksa dünyada bir bahçe midir? Alimlerden bir kısmı, üçüncü bir görüşü dile getirerek bu cennetin gökte olduğunu savunurlar. Buna delil olarak da bazı haberleri ve ilgili âyetlerdeki ininiz (ihbitû) ifadesini gösterir ve eklerler: eğer bu cennet yüksek bir yerde olmasaydı ininiz denilmezdi. Bu görüşe karşı çıkanlar ise ihbitû kelimesinin 61. âyette olduğu gibi çıkmak, dönmek anlamında kullanıldığını söylemişlerdir. Ubey b. Ka b, İbn Abbas, Süfyan b. Uyeyne, Ebu Hanife ve Mâtürîdî bu bahçenin yeryüzünde olduğunu söylemişlerdir (İbn Kayyım, Dımaşk, 1419, Hâdi l-ervah, s. 25). Âhiret cennetinde yasak yoktur. Oraya giren bir daha çıkarılmaz. Allah sizi yerden tarifsiz bir bitirişle bitirmiştir (Nûh: 17) buyurulur. Sembolik bir okumayla, ana rahmi, Âdemoğlunun cenneti olarak yorumlanabilir. Âdem kıssasında; Cennette; iskan, Yasak ağaçtan yeme ve Tevbeden oluşan üç aşama, Abduh a göre insanın yaratılışındaki üç evreye tekabül eder. Âdem kıssası Âdemoğlu nun kıssasıdır. Âdem in adının anılması, kavmi büyüğünün adıyla anmak kabilindendir. Cennette iskan, üzüntü ve kederin olmadığı, kederden kaç hazza koş sözünde ifadesini bulan çocukluk evresine delalet eder. Ağacın meyvesinin yasaklanması ve bu yasağı çiğneme iradenin ortaya çıkma evresine, Pişman olarak Allah a yönelme ise olgunluk evresine tekabül eder.

Allah tan kelimelerin verilmesi, insan aklının hakikati bulmaya yetmediği, mutlaka nübüvvete ihtiyaç duyduğuna delalet eder (Menâr I, 282-284). İnsanlığın sembol ( sembolik değil) atası Âdem in yaşadığı bu süreçle, her bir insanın anne karnında yaşadığı embriyolojik gelişim süreci arasında, tedebbür için bazı paralellikler kurulabilir mi? Anne rahmi, Âdemoğlunun zahmetsizce yaşadığı bir tür cenneti ; Âdem in kovuluşu, insanın dünyaya gelişini; Âdemin yasak ağaçtan yedikten sonra cinselliği keşfetmesi, insanın akıl-baliğ olarak cinselliği keşfetmesini çağrıştırır. İnsanın dünya hayatının âhirete nisbeti, ana rahmindeki sürenin dünya hayatındaki süreye nisbeti gibidir. Allahu a lem. ل ذ وق ور ف ه ا ب م دح و ل ش م حبا ٢٢ 24 Orada ne (yürek) serinletici bir (haber) tadacaklar, (20) ne de (iç yangınını söndürecek) bir içecek. (20) Parantez içi açıklamalarımız, zâka fiilinin mecazi karşılığına dayanmaktadır. ح ن ل ا اا و غ نساقا ٢٠ 25 Ancak kavurucu bir umutsuzluk ve zift gibi sıvanan buz gibi bir karanlık. (21) (21) Ğassâk için bkz. Felak: 3 (Nuzul 23 / Mushaf 113 : Felak 3 Aşağıdadır.) و ا ر ش م غ اس ق ح ذ ح و ق ب ٣ 3 Ve (aklı-iradeyi) bastırdığı zaman zehirli-zifiri bir (cehalet) karanlığının şerrinden! (5) (5) Ğask, karanlıkla dolup taşmak kökünden. Gariptir ki İbnu l- Enbarî, Türk lisanından geçtiğini rivayet eder (el-ezdâd). Kokuşmuşluk, zehirlilik, buz gibi olmak, şiddet kelimenin anlam alanına dahildir (Zeccâc ve İbn Fâris). Gece, bilinmeyen ve görünmeyenden duyulan korku ve endişeyi artıran unsurdur (Kurtubî). İlk muhataplar geceyi öylesine öcüleştirdiler ki, onu bir tür şer ilâhı gibi görmeye başladılar. Dinlenme vakti olarak insana Allah ın ikram ettiği geceye şer ilâhı rolü yüklemek, hiç şüphesiz akıl ve iradeyi bastıran cehalet karanlığının şerrine maruz kalmaktır. ز حء و ف اقا ٢٣ 26 (İnkarlarına) uygun bir karşılık ح ننه م ك ان وح ل م ور س ابا ٢٢ 27 Şu kesin ki onlar vaktiyle, hesaba çekilmeyi arzu etmiyorlardı; و ك نذب وح ب ا ات ن ا ك نذحبا ٢١ 28 Üstelik âyetlerimizi de açık bir dille yalanlamışlardı; و ك نل ش ی ء ح ص ن اه ك ت ابا ٢٩ 29 Biz de her şeyi bir bir sayarak kayıt altına aldık.

ف ذ وق وح ف ل ر ن ز د ك م ح ن ل ع ذ حبا ٣٥ 30 Sonunda (onlara diyeceğiz ki): (Büyüttüğünüz Cehennem ağacının meyvelerini) tadın; artık size tarifsiz bir mahrumiyetten başka bir şey artırmayacağız. (22) (22) Azâb ı çevirimizin gerekçesi için bkz. Kalem: 33 (Nuzul 7 / Mushaf 68 : Kalem 33 Aşağıdadır.) ك ذ ل ك ال ع ذ اب و ل ع ذ اب ا ل خ ر ة ا ك ب ر ل و ك ان وا ي ع ل م ون ٣٣ 33 İşte (dünyevî) mahrumiyet (29) böyle bir şeydir; ve ahiret (30) mahrumiyeti, hiç kuşkusuz daha beterdir: keşke bilmiş olsalardı. (29) Azâb ın ilk kullanıldığı iki yerden biri (diğeri Müzzemmil: 13). Kur an da azâb kelimesinin, kök anlamına nisbetle mahrumiyet anlamında kullanılmasına tipik bir örnek. Kıssa kahramanları sonunda cennete kavuştuklarına göre, burada bilinen anlamda bir azap tan değil ancak mahrumiyet ten söz edilebilir. Azab Kur an da 41 yerde geçer. Hz. Süleyman ve Zülkarneyn e isnat edilen iki yer hariç (Neml: 21; Kehf: 86-87) diğerlerinin tümünde Allah a isnat edilir. Azab, terk ve mahrum etmek anlamına gelen azb kökünden türetilmiştir (Lisân; Tâc; Esâs). Kelime ta zîb formunda fiilî şiddet ile buluşmuş, buradan da dayak aleti olan kamçının vurunca yakan tarafı anlamını kazanmıştır (Râ-ğıb). Her halükarda azab acının aracına değil sonucuna işaret etmekte ve nedenler değiştikçe azabın niteliği de ( azâbun elîm, azâbun muhîn, azâbun azîm, azâbun ğalîz) değişmektedir. Azab ın dünya hayatındaki Allah tarafından terk edilmişlik anlamına kullanıldığı bir yer için bkz. Sebe : 8. İnsana zor gelen ve onu hedefine ulaşmaktan alıkoyan her şey azabtır. Istılahta insanı kendi haline terk eden, hedefe ulaşmasını engelleyen, yalnız ve yardımsız bırakan bütün bunların sonucunda da mutsuz, umutsuz ve kahredici bir iç yangını ve vicdan azabına mahkûm eden durum dur (krş. Külliyyat). Azab ı, Allah la birlikte başka bir ilâh edinme! Sonra kınanmış olarak bir köşeye atılıp orada bir başına kalakalırsın (İsra: 22) âyeti ışığında anlamak gerekir. Bu durumun verdiği acı öylesine dayanılmazdır ki, bu duruma düşen kişi yok olmak gibi ölümden öte bir şeyi (sübûr) isteyecektir. Onlara Yoo! Bugün yok olmak için bir tek ölümü çağırmayın, yok olmak için tüm ölümleri çağırın! denilecek (Furkan: 14; ayrıca krş. İnşikâk: 11). (30) Âhiret için muhtemelen ilk kullanıldığı Müddessir 53 ün notuna bkz. ح نر ل ا نتن ر ا ف ازح ٣١ 31 NE var ki, Allah bilinciyle hareket edenleri tarifsiz bir mutluluk yurdu (23) bekliyor; (23) Veya mastar anlamıyla: Kurtuluş.. د حئ ق و ح ع ن ابا ٣٢ 32 İçinden su çıkan göz bebeği bahçeler, (24) bağlar (24) Hadika yı çevirimiz için bkz. Neml: 60 (Nuzul 53 / Mushaf 27 : Neml 60 Aşağıdadır.) ح نار خ ل ق ح نسا و حت و ح ل م ض و ح ن ز ل ك م ا ر ح نسا اء ا اء ف ا ن ب ت ن ا ب ه ح د ائ ق ذ حت ب ه ة ا ا ك ار ك م ح ر ت ن ب ت وح ش م ه ا ء ح ه ا للا ب ل ه م ق و م ع د ور ٣٥ 60 (Allah) değilse kimdir gökleri ve yeri yaratan? Dahası, gökten sizin için su indiren? Üstelik onunla sizin bir tek ağacını bile yetiştiremeyeceğiniz, içinden su çıkan göz bebeği seçkin bahçeler yeşertmişiz.(62) Allah la beraber başka bir ilâh ha?! Yoo, onlar yoldan sapmış bir toplum olmalı.

(62) Hadîka (ç. hadâik) içinden su çıkan sık ağaçlı bahçe/orman. Hadkatu l- ayn: göz bebeği. Kişi için göz bebeği gibi kıymetli olan bahçe. Bu nedenle, cennât a ilaveten kullanılan tabanından ırmaklar akan ifadesi, hadâik için kullanılmaz (bkz. Nebe : 33; Abese: 30). و ك و حع ب ح ت م حبا ٣٣ 33 Dahası, dengi dengine gözalıcı eşler (25) (25) Kevâ ib, yüksek, yüce, kaliteli, değerli, gözalıcı anlamına gelen ka b kökünden (Mekâyîs). Sonradan Ka be gibi kübik, ka beyn (ayak bileği) gibi dairevi cisimler için de kullanılmaya başlanmıştır. Yalnız burada geçen kelime dişil olmadığı gibi, tek bir cinse de hamledilemez. Her iki cinsi de kapsar. Tam denk anlamındaki etrâb da tercihimizi doğrular. و ك ا سا د ه اقا ٣٢ 34 Ve dolup taşan kadehler ل س ا ع ور ف ه ا وح و ل ك نذحبا ٣٠ 35 Orada kimse ne boş bir laf, ne de yalan bir söz duyacak. ز حء ا ر م ب ك ع ط اء س ابا ٣٣ 36 (Bütün bunlar) Rabbinden, tarif(e)siz bir hesaba göre bahşedilen limitsiz bir ödül olacak:

م ب ح نسا و حت و ح ل م ض و ا ا ب ن ه ا ا ح ن م ا ر ل ا ل ك ور ا ن ه خ ط ابا ٣٢ 37 Göklerin, yerin ve o ikisi arasındakilerin Rabbi nden; Rahmân dan Ve hiç kimse O na (karşı) söz söyleme cesaretini kendinde bulamayacak; (26) (26) Zımnen: şuna neden şu kadar verdin diye hesap sorma cüretini و م ن وم ح م وح و ح ا ل ئ ك ة ص ف ا ل ت ك لنا ور ح ن ل ا ر ح ذ ر ه ح ن م ا ر و ق ال ص و حبا ٣١ 38 O gün (insanlığa ait) bütün ruhlar (27) ve melekler saf saf kıyama duracak; kimse ağzını açamayacak; ancak Rahmân ın izin (28) verdikleri müstesna; onlar da sadece doğruyu söyleyecek. (29) (27) Ruh tekildir, fakat belirlilikten dolayı çoğul anlamı taşır. Tercihimiz İbn Abbas, Katade ve Hasan Basri gibi ilk otoritelerin görüşüne dayanmaktadır (Taberî). Allahu a lem, Bu, İnsanoğluna dünyada üflenen ve Onda fıtrat, vicdan, irade ve akıl biçimlerinde tezahür eden, teveffi ettirildikten sonra asli vatanında şahid olarak İlâhî huzura çıkartılacak olan ruhtur. (28) İzn, kulak anlamındaki uzn e nisbet edilir. Kulağını dikerek izin bekleyen kimseye verilen müsaade olduğu için izn denmiştir. (29) Müşriklerin sapık şefaat inancını red. Tüm şefaat tasavvurları, Enbiya 28, Sebe 23, Zümer 44, Necm 26. âyetlere arz edilmelidir. (Nuzul 79 / Mushaf 21 : Enbiya 28 Aşağıdadır.) ع ل م ا ا ب ر ح د ه م و ا ا خ ل ف ه م و ل ش ف ع ور ح ن ل ا ر ح م ت ض ى و ه م ا ر خ ش ت ه ا ش ف ن ور ٢١ 28 O, onların bildiklerini de bilmediklerini de bilir.(34) Ki zaten onlar, O nun hoşnut ve razı olmadığı hiç kimseye şefaat edemezler:((35) zira onlar O nun yüceliği karşısında derin bir saygıyla titrerler.(36) (34) Bir başka ifadeyle: geçmişlerini de geleceklerini de (bkz. Tâhâ: 110). (35) Kur an, Allah tan bağımsız bir kayırma ve şefaat iddiasını tümüyle reddeder. Burada olduğu gibi reddetmediği şefaat biçimi, sadece Allah ın razı olduğu birine verdiği ödülü, sahibine takdim etmekle onurlandırılmaktır. Ödülü takdim eden ödülü veren değildir. Onun ödül üzerinde hiçbir tasarrufu yoktur. O sadece, ödül sahibi tarafından ödül takdimine mazhar kılınmakla onurlandırılmıştır (Ayrıca bkz. Sebe : 23 ve Zümer: 44). (36) Haşyet sıradan bir korku değil, özellikle de muşfikîn ile birlikte kullanıldığında saygı ve sevgiden dolayı duyulan derin bir ürperti halidir (bkz. Kehf: 49). (Nuzul 76 / Mushaf 34 : Sebe 23 Aşağıdadır.) و ل ت ن ف ح نشف اع ة ع ن د ه ح ن ل ا ر ح ذ ر ه ت ى ح ذ ح ف ز ع ع ر ق ل وب ه م ق ا وح ا اذ ح ق ال م ب ك م ق ا وح ح نق و ه و ح ع ل ى ح ك ب م ٢٣ 23 O nun nezdinde, kendisi lehine izin verdikleri dışında hiç kimse için şefaat fayda vermez:(41) nihayet (kıyametin) dehşeti (ödül tevdi edeceklerin) kalplerinden giderilince(42) (ödüllendirilenler) soracaklar: Rabbiniz sizin hakkınızda ne buyurdu? Berikiler Hak neyse onu: zaten mükemmel olan da, büyük olan da sadece O dur (43) diyeceklerdir. (41) limen in hem şefaat edilen hem de şefaat edeni kastetme ihtimaline binaen kendisine izin verdikleri dışında hiç kimsenin şefaati fayda vermez anlamı da verilebilir. Fakat buradaki lâm ın da gösterdiği gibi tenfa u fiili tümlece geçmeyip özne üzerinde kaldığı için şefaatin tür olarak tamamı olumsuzlanmıştır. Bu ve tüm şefaat âyetleri; onlar, O nun hoşnut ve razı olmadığı hiç kimseye şefaat edemezler (Enbiya: 28) ve De ki: şefaat yetkisi tamamıyla ve sadece Allah a aittir (Zümer: 44) âyetleri ışığında anlaşılmalıdır.

Bu da şefaat in Allah a ait bir yetkinin kula devri değil, Allah ın takdir ettiği ödülün sahibine tevdii olduğunu gösterir. Ödülü veren Allah tır. Ödülü takdim izni verdiği kimseyi de böyle onurlandırır. Dolayısıyla ödülün asıl sahibinin onu sunan olmadığını ifade eder. Âyetin öncesi de ödülü gerçek sahibi dışında kimseden istememeyi ifade etmektedir (şefaatle ilgili ayrıntılı bir sayım-döküm için bkz. Zümer: 44, not 5). (42) Buradaki diyalog ödül verilenlerle o ödülü sahiplerine tevdi etmekle onurlandırılanlar arasında gerçekleşecektir. Anlaşılan o ki bu ikinciler de büyük korku ve endişe yaşayacaklardır. Fakat onların endişesi ödül takdim izni çıkınca giderilmiş olacaktır. (43) Hem şefaat konusundaki hakikat neyse onu, hem de herkes neyi hak ettiyse onu anlamına gelir. Ama özellikle ödül sahibinin sadece Allah olduğu ve bu nedenle de ödülün kime verileceğini belirleme hakkının da zatına ait olduğu gerçeğini ifade eder. (Nuzul 77 / Mushaf 39 : Zümer 44 Aşağıdadır.) ق ل ل ل ح نشف اع ة ا عا ه ا ل ك ح نسا و حت و ح ل م ض ث نم ح ه ت م ع ور ٢٢ 44 De ki: şefaate (izin verme) yetkisi tamamıyla ve sadece Allah a aittir: (47) Gökler ve yerin mutlak otoritesi (de) O na aittir: sonunda sadece O na döndürüleceksiniz. (47) Krş. Sebe : 23, not 1. Tüm şefaat âyetleri bu âyet ışığında anlaşılmalıdır. Bu âyet açık ve net olarak şefaati yalnızca Allah a tahsis etmektedir. Bu durumda illâ istisna edatıyla gelen ve ancak onun izin verdikleri müstesna gibi bir karşılığı olan ibâreler bu âyetle çelişmeyecek bir biçimde anlaşılmak zorundadır (izahı için bkz. Müddessir: 48, not 1). Burada şöyle bir soru akla gelebilir: İstisna cümleciğiyle gelen âyetleri bu âyet ışığında anlamak yerine, bu âyeti onlar ışığında anlayamaz mıyız? Mesela burada, âyette olmayan bir parantez içi takdir kullanarak, âyeti şefaate (izin verme) yetkisi tamamıyla ve sadece Allah a aittir şeklinde anlayamazmıyız? Bunun; biri asla, hayır olan, diğeri de evet olan iki cevabı vardır: 1) Kur an da içinde şefaat geçen âyet sayısı 25 tir (Bakara: 48; Bakara: 123; Bakara: 254; Bakara: 255; Nisâ: 85; En âm: 51; En âm: 70; En âm: 94; A râf: 53; Yûnus: 3; Yûnus: 18; Meryem: 87; Tâhâ: 109; Enbiya: 28; şu arâ: 100; Rûm: 13; Secde: 4; Sebe : 23; Yâsîn: 23; Zümer: 43; Zümer: 44; Mü min: 18; Zuhruf: 86; Necm: 26; Müddessir: 48). Bunlardan 23 tanesinin belagat çatısı olumsuzlama (nefy) üzerine kuruludur. Bu olumsuzlama lâ, mâ, men, leyse, lem, em ile yapılır. Geriye kalan ikisinden biri müşriklerin ağzından nakil (Yûnus: 18), diğeri de şefaati tamamıyla Allah a hasreden bu âyettir. Bu durumda 25 ten geriye kalan 2 âyet de delaleten menfi çatıya dahil olurlar. Bu olumsuz çatı garip değildir. Zira Kur an şefaatten, şefaati isbat için söz etmez. Muhatapları inkâr ediyormuş da, Kur an onları şefaate imana çağırıyor değildir. Durum tam aksinedir. İlk muhatapların, Allah ın astları olarak (min dûnillah) daha başkalarına kulluk etme gerekçeleri, onların kendilerine şefaat edeceğine olan inançlarıdır. Bu hakikat, tam da bu sûrenin 3. âyetinde dile gelen hakikattir: O ndan başkalarını sığınacak otorite edinenler, Biz bunlara sadece bizi Allah a yaklaştırsınlar diye kulluk ediyoruz (derler). Kur an şefaat konusundaki âyetleri menfi çatı üzerine kurarken, işte muhatapların bu sapık şefaat inançlarını hedef alıyordu. Bütün bunlardan dolayı, istisna cümleleriyle gelen âyetler bu âyet ışığında anlaşılmak zorundadır. 2) Tam bu noktada zorunlu olarak şu soru sorulacaktır: Peki, şu halde şefaati reddeden âyetlerin tümü de buradaki gibi mutlak red ve Allah a tahsis ile gelmek yerine, bir kısmı neden istisna cümlesiyle geldi? Evet, 25 ten 8 tanesi istisna cümlesiyle gelmiştir. Üstelik bunlar standart kalıpta da değildirler. Özellikle Necm 26, Meryem 87 ve Zuhruf 86 da kullanılan üslûp, istisnayı dikkate almamızı gerektirir. Son bir soru: Hem tüm şefaatle ilgili âyetleri şefaati yalnız Allah a has kılan bu âyet ışığında anlayacağız, hem de istisnayı dikkate alacağız: bu çelişki olmaz mı? Çelişki insanın zihnindedir, Kur an da çelişki olmaz. Bunun açıklaması şudur: İstisna cümlelerinde izin verilecek şey şefaat değil, Allah ın şefaatini takdim etme, bildirme iznidir.

Tıpkı peygamberlerin Allah ın insanlığa gerçek şefaati olan vahyi iletmeleri gibi. Ahrette Allah ın şefaati en büyük ödüldür. O ödülü takdim ve tevdi etme izni verilenler de ödülendirilmiş olurlar. Ödülün elinden alındığı kimse ödülün sahibi değildir, ödülün sahibi Allah tır. Allah birine ödül vererek, diğerine ödül verdirerek, ikisini de ödüllendirmektedir (bkz. Müddessir: 48, not 1). (Nuzul 26 / Mushaf 53 : Necm 26 Aşağıdadır.) و ك م ا ر ا ل ك ف ى ح نسا و حت ل ت نى ش ف اع ت ه م ش پا ح ن ل ا ر ب ع د ح ر ا ذ ر للا ا ر ش اء و م ض ى ٢٣ 26 Her ne kadar göklerdeki melek sayısı çoksa da, Allah ın dilediği ve razı olduğu kimseler için verdiği şefaat izni olmadıkça, onların şefaati hiçbir fayda sağlamayacaktır. (19) (19) Tüm şefaat âyetleri Zümer 40 ve Zuhruf 26 ışığında anlaşılmalıdır (bkz. Sebe : 23; Müddessir: 48 ve Zümer: 44, ilgili notlar). ذ ك ح و م ح ق ف ا ر ش اء ح نتخ ذ ح ى م ب ه ا ا با ٣٩ 39 İşte bu, hakkın tecelli ettiği gündür: artık dileyen Rabbine varan bir yol tutsun! ح ننا ح ن ذ م ن اك م ع ذ حبا ق م با و م ن ظ م ح ا م ء ا ا ق ندا ت د حه و ن ول ح ك اف م ا ت نى ك نت ت م حبا ٢٥ 40 Kuşku yok ki Biz sizi, çok yakın bir azaba karşı uyarıyoruz: o gün kişi elleriyle takdim ettiği şeylere bakacak; ve (yeniden dirilişi) inkâr eden kişi şöyle diyecek: Âh, n olaydım, keşke bir toprak olaydım! (30) (30) Zira bu kişi, yaşarken yeniden diriliş gerçeğine inanmak yerine toprak olacağını sanmıştı.