KAHRAMANMARAŞ SEMPOZYUMU 3 ON SEKİZİNCİ YÜZYIL OSMANLI DÜŞÜNCE HAYATI VE KAHRAMAN MARAŞ'LI BAZI BİLİM ADAMLARI Prof. Dr. Bekir Karlığa I-Maraş'ın misyonu Şehirlerin de insanlar gibi kaderleri vardır ve buna bağlı olarak misyonları. Geçmiş asırlarda İslam fütuhatının güneyden kuzeye yayılmasında bir geçit noktası olma rolünü üstlenen Maraş, Emeviler devrinden itibaren Bizans'a karşı tertiplenen akınların önemli karakollarından birisi idi. Haçlı Savaşları ve Moğol istilası boyunca bir İslâm ser-haddi (sınır bölgesi) olarak ayrı bir önem kazanan yöre, özellikle Haçlı kontluklarıyla mücadelenin odağında yer almıştı. Ama Maraş'ın asıl misyonu, İstiklâl Savaşı'nda ve Milli Mücâdele'de ortaya çıkmıştır. İstilacı Fransız bayrağının gölgesinde Cuma namazının kılınmayacağım söyleyen Rıdvan Hoca'nın ve Türk kadınının iffetine dokunan elleri kıran Sütçü İmam'ın açtığı çığır, kısa zamanda bütün yurt sathına yayılarak "ezelden beri hür yaşayan"bir milletin yeniden bağımsızlık ve özgürlüğünü kazanmasına vesile olmuştur. Maraş, yalnız destansı kahramanlığıyla yer almaz elbetteki tarihimizde. Yetiştirdiği pek çok bilim, düşünce ve sanat adamıyla da kültürümüzde öncü bir rol oynamıştır. Nitekim Arapça kaleme aldığı serleri Osmanlı medreselerinde çok okunan Saçaklı-Zâde Mehmed Efendi'den, Matematikçi Abdürrahîm Paşa'ya, Divan şiirinin son büyük ustalarından Sünbül-Zâde Vehbi Efendi'den, sûfî şair Kuddûsî'ye kadar On sekizinci yüzyıla damgasını vuran pek çok ünlü bu topraklardan yetişmiştir. Yüz yılımızda ise büyük şair, düşünür üstad Necip Fazıl Kısakürek'ten başlayarak aynı çizgiyi sürdürmeye çalışan Nuri Pakdil, Erdem Bayazıt, Cahit Zarifoğlu ve Rasim Özdenören gibi değerli sanat ve düşünce adamları, Maraş'taki bu entelektüel iklimin ürünleridir. Ayrıca son dönem Türk düşüncesinin önde gelen isimlerinden Sezai Karakoç ile rahmetli Akif İnan başta olmak üzere pek çok bilim ve düşünce adamının da bir şekilde yolları bu kente uğrar. Ancak biz, bu tebliğimizde, Maraş'lı çağdaş düşünürlerden değil de, geçmiş yüz yıllarda buradan yetişmiş olan bazı bilim adamlarını zikrederek, On sekizinci yüz yıldaki Osmanlı bilim ve düşünce atmosferini değerlendirecek ve söz konusu dönemde İmparatorluk sınırları içinde geniş etkileri görülen Maraş'lı üç bilim, düşünce ve sanat adamının fikir sistemini analiz etmeye çalışacağız. Böylece dönemin Osmanlı ve İslâm bilim, düşünce ve sanat adamlarının entelektüel profilini gözler önüne sermek istiyoruz. II-On sekizinci yüz yıl Osmanlı düşüncesi Bilindiği gibi, On yedinci yüzyılı, Genç Osman olayı, IV. Murad'ın sistemsiz çırpınışları, Deli İbrahim'in akıl almaz davranışları, IV. Mehmed'in av merakları, Kadı-Zâdeliler ile Sûfîlerin çekişmesi, iç isyanlar, Avusturya, Alman, Venedik ve Moskof savaşlarıyla geçiren Osmanlı Devleti'nin önde gelen devlet, bilim ve düşünce adamları, Devlet-i Aliyye'nin bir çöküntü ile karşı karşıya bulunduğunu fark etmeye başlamışlardı. Yüzyılın sonlarına doğru Osmanlı ordusunun Viyana önlerindeki Kahlenberg'de bozguna uğraması (12 Eylül 1683), üç yıl sonra Batı ser-haddi olan Budin'in (Buda-Peşte) düşmesi ve nihayet yüzyılın son senesinde (2 Eylül 1699) yapılan Karlofça anlaşmasıyla, yüz yıllardır İslâm'ın alemdârlığını yapan bu büyük devlet, artık kadîm rakibi Hıristiyan Batı'nın üstünlüğünü resmen kabul etmek zorunda kalmıştı. Bu tarihten itibaren, Osmanlı devlet ricali, ilmiye sınıfı ve askerler, bir yandan galip Batı
4 KAHRAMANMARAŞ SEMPOZYUMU karşısında mağlûp İmparatorluğun yeniden ayağa kaldırılması için gerekli askerî tedbirleri almaya çalışırken, diğer yandan da Batı'nın galibiyetinin sırlarını araştırmaya başladılar. Başta hükümdar olmak üzere devlet yönetimini elinde bulunduranlar, ardı arası kesilmeyen savaşlardan bir nebze olsun devlete nefes aldırmak için Batı ile sulh yolları bulmaya çabalarken, dönemin bilginleri de problemin entelektüel nedenlerini araştırmaya koyuldular. XVIII. yüz yılın sonlarında Osmanlı İmparatorluğu'nda yönetim-cevdet Paşa'nın ifadesiyle- "İlmiyye, Seyfiyye ve Kalemiyye"olmak üzere üçe ayrılıyordu. Askerlerden oluşan ve devletin yönetiminden birinci dereceden mesul olan Seyfiyye'ye göre, gelişen olaylara ve yenilgilere çözüm olmak üzere, askerî reformlar yapılmalı, düzeni iyice bozulmuş olan Yeniçeri müessesi lağvedilmeli ve yerine Avrupa tarzında eğitimli, düzenli modern bir ordu kurulmalıydı. Kalemiyye adı verilen iç ve dış bürokraside etkili olan aydınların büyük bir bölümüne göre ise, Avrupa'yı örnek alarak her alanda köklü reformlara gidilmeli ve hiç çekinmeden gelişmiş Batı müesseseleri aynıyla Devlet-i Aliyye'ye aktarılmalı idi. İlmiyye'ye gelince, onlar, başlangıçta ciddi olarak bu meselelerle pek ilgilenmediler. Bütün olayların sebebinin, Kanun-u Kadîm denilen eski devlet kurallarının terk edilmesinden kaynaklandığını düşünüyorlardı. Onlara göre, başımıza gelen her şey, neredeyse Şerîat ile özdeşleştirilmiş olan bu kurallardan uzaklaşıldığı için, Allah tarafından bize verilmiş bir ders, bir musîbet idi. Zaman ilerleyip olaylar vahim boyutlara ulaşınca, İlmiyye'nin de kendi içinde yeni arayışlara girdiğini görüyoruz. Ulemanın büyük bir bölümü, ya olanlardan habersiz, ya da olanlara hiçbir anlam veremeyerek geçmişin hülyaları içerisinde geleneksel hayatını sürdürüp gidiyordu. Bir kısmı da, her yenilgi ile birlikte biraz daha haklılık gerekçesi artan Selefi görüşü yeniden canlandırmayı ve Fıkıh merkezli bir yeniden yapılanışa gidilmesiyle sorunların çözüme kavuşabileceğini düşünüyordu. Bunlar, olayların, din dışı bilimlerin öğretilmesiyle bağlantılı olduğunu, özellikle de Felsefe ve Tabiat bilimleri gibi profan bilimlerin Müslüman zihinlerin safiyetini bozduğunu düşünüyorlardı. Sayıları oldukça az, fakat etkili konumlarda bulunan üçüncü bir grup ise-haklı olarak-sorunun en başta eğitim sisteminin bozulmasından kaynaklandığını savunuyordu. Ancak bunlar, çözümü, köklü eğitim reformları yapmak yerine, eski medrese geleneğinin canlandırılmasında görüyorlardı. Bu da ancak İslâm'ın klasik döneminde olduğu gibi, Aristoteles bilim ve düşüncesine dayanan Gazzâlî-İbn Sînâ felsefesi ile temel dinî bilimlerinin birlikte öğretilmesi yoluyla mümkün olabilirdi. Halbuki aradan uzun asırlar geçmiş, Batı'da Rönesans ve Reform gibi iki büyük değişim yaşanmış, Aristoteles bilim ve felsefesi çoktan aşılmış, onun yerini Modern bilim ve düşünce almaya başlamıştı. Ama ulemanın, bunların hiç birisinden haberi yoktu. Onlar, sadece, Osmanlı ile anlamsız bir rekabete girişmiş olan Safevîler dönemi İran'ını göz önünde bulunduruyor ve muhtemelen Molla Sadra ekolünün felsefî tavrına benzer bir tavrın geliştirilmesini istiyorlardı. Özellikle On sekizinci yüzyılın başlarında İmparatorluğa çeki düzen vermek isteyen Damat İbrahim Paşa'nın çevresinde yer alan bilgin ve düşünürlerin büyük bölümünün bu yaklaşımda olduğu anlaşılıyor. Olaylar geliştikçe ve İmparatorluk her giden gün kan kaybetmeye başladıkça ulemanın zihni de daha fazla karışacak ve aralarında önemli fikir ayrılıkları meydana gelecektir. III-On sekizinci yüz yılda Maraş'ta yetişmiş üç ünlü bilim düşünce ve sanat adamı On sekizinci yüz yılda Maraş ve çevresi, Osmanlı fikir hayatının en canlı olduğu bölgelerden birisiydi. Kent, Kuzey-Güney ve Doğu-Batı istikametinde ulaşım yollarının kesiştiği noktada bulunduğundan, İmparatorluk dahilinde ve İslâm dünyasında yaygın olan değişik fikirlerin temsilcilerinin uğrak yeri durumundaydı. Özellikle Arabistan ve çevresinde yaygınlaşan Selefî
KAHRAMANMARAŞ SEMPOZYUMU 5 anlayış, bir süredir bütün İmparatorluk sathında egemen olmuş bulunan Sûfî eğilimler ve buna karşılık payitahttan esen yenileşme rüzgarları, bölgede geniş yankılar uyandırıyordu. Nitekim dönemin İmparatorluk sınırları içerisinde oldukça etkili ve ünlü bir bilgini olan Saçaklı-Zâde Mehmed Efendi (öl. 1732) birinci görüşü hararetle savunan ve karşıtlarını neredeyse dinsizlikle itham eden eserler kaleme almıştı. Hayatı hakkında fazla bilgi sahibi bulunmadığımız Maraş'lı Abdürrahîm Paşa'nın ise (öl. 1736) Felsefe ve Pozitif bilimleri yaygınlaştırmaya çalıştığı anlaşılmaktadır. Dönemin önde gelen şairi Sünbül-Zâde Vehbî Efendi (öl. 1809) ise, geldiği payitahtta, bir yandan şuh mısralarıyla divan edebiyatı zevkini canlı tutmak istiyor, bir yandan da didaktik eserlerinde hemşehrisi, belki de hocası Saçaklı-Zâde'nin görüşlerini, kolay ezberlenebilen mısralara dökerek zihinlere nakşetmeye çalışıyordu. Nitekim onun, klasik Felsefe ve Tabiat bilimlerini eleştiren mısraları, daha sonra İmparatorluk sınırları içerisinde yaygınlaşacak olan Felsefe karşıtı tavrın adeta manifestosu haline gelecektir. Şimdi biz bu üç şahsiyeti daha yakından tanımaya çalışalım: 1-Saçakh-Zâde Mehmed Efendi (öl. 1732) Muhammed ibn Ebubekir el-mer'aşî, Saçaklı-Zâde diye şöhret bulmuştur. Tibyân Tefsîri'nin müellifi Mehmed Efendi ve Dârende'li Hamza Efendi'in derslerine devam ederek öğrenimini bitirmiş ve memleketi olan Maraş'a giderek burada öğrenci yetiştirmeye başlamıştır. Daha sonra Şam'da Abdülğanî en-nablûsî'den, Hadîs, Tefsîr ve Tasavvuf dersleri almış, tekrar Maraş'a dönerek burada bir yandan öğrenci yetiştirmeye çalışmış bir yandan da eserler telif etmeye başlamıştır. "Saçaklı-Zâde dünyâdan bakaya irtihâl itdi" mısraıyla belirtildiği gibi, 1145 (1732) yılında burada vefat etmiştir. Gerek yetiştirdiği öğrencileri, gerekse yazdığı eserleriyle On sekizinci yüzyılda Anadolu medreselerinde çok etkili olan Saçakh-Zâde'nin otuzun üzerinde eseri bulunmaktadır. Bunlar arasında Tefsîre dâir: Hâşiyetü Tefsîri'l-Keşşâf alâ Sûreti'l-Bakara; Aynü'l-Hayât fî Beyâni'l-Münâsebât fî Sûreti'l-Fâtiha; et-tenzîhât fî'1-ayâti'l-müteşâbihât; Gâyetü'l-Burhân fî tefsîri Ayeti'l-Kürsî isimli 4 eser bulunmaktadır. Tecvîd ve Kırâet ilmine dair: Cühdü'l-Mukill; Beyânü Cühdi'l-Mukill; Tehzîbü'l-Kırâe isimli üç eser yazmıştır. Bu sonuncusu, Kırâet ilmi konusunda yazılmış son önemli ve en geniş eserdir. Fıkh'a dâir: Teshîlü'l-Ferâiz;el-Eshel fî'l-ferâiz;risâle fî'l-fetâvâ;risâle fî İtlâfi'l-Kilâbi'l- Muzirre isimli dört eser yazmıştır: İslâm düşüncesi, özellikle Mantık, Kelâm, Münazara ve Tasavvufa dâir yazdığı eserler ise şunlardır: Risale fi İmânı Validey Resûli'l-lâh;Hâşiye alâ Şerhi Dîbâceti't-Tarîkati'l- Muhammediyye; Sübhatü'l-Kadîr fî Medhi'l-Meliki'l-Kadîr; Selsebîlü'l-Maânî; Zübdetü'l- Münâzara; Tavzîhu Zübdeti'l-Münâzara; Takrîrü Kavânîni'l-Münâzara; Tahrîrü't-Takrîr mine'l- Münâzara; Risâletü'l-Velediyye fî Adâbi'l-Bahsi ve'1-münâzara; Andelîbü'l-Münâzara; Hâşiyetü Şerhi Risâleti'1-Âdâb li-taşköprî Zade; Câmiü'l-Künûz; Risâle-i Âdiliyye; İsmetü'l-Ezhân fî'l- Mantık; el-arâis fi'1-mantık; Nehrü'n-Necât; Haşiye ala Şerhi'l-Metâli; Haşiye ala'l-hayâlî fî'l- Akâid; Risâletü't-Tenzîhât; Neşrü't-Tavali; Risale fî't-tevhîd; Risale fî Zemmi'd-Duhhân; Tertîbü'1-Ulûm. Saçaklı-Zâde'nin bu son eseri, düşünce tarihimiz bakımından son derece ilginç tespitlerle dolu olduğundan ve On sekizinci yüz yılın Osmanlı zihniyet yapısını iyi aksettirmesinden dolayı kısaca tanıtmaya çalışacağız. Klasik bilimler tasnîfi ilkesine dayanan Mefâtîhü'1-Ulûm türünden eserlerin sonuncularından olan Tertîbü'1-Ulûm isimli eserine müellif, bilimleri, yararlı, zararlı olarak ayırdıktan sonra, dinî ve dinî olmayan ilimler olmak üzere ikiye taksîm ederek başlamaktadır. Sonra bilimlerin din karşısındaki durumunu ele alıp kısaca (iktisâr), yeterli (iktisâd), genişçe (istiksâ) olmak üzere üç mertebeye göre değerlendiren Saçaklı-Zâde, bunların üstünde bir mertebe olarak da derinlemesine
6 KAHRAMANMARAŞ SEMPOZYUMU (tebehhür) bilgi mertebesi bulunduğunu bildirmektedir. (Saçaklı-Zâde, Tertîbü'1-UIûm, 104-105) Öğrenciler için ikinci mertebeyi uygun görmekte ve bu derecede bir bilgi edinebilmek için yapılması gereken şeyleri açıklamaktadır. Daha sonra her ilimle uğraşmanın dinî bakımdan durumunu açıklamaktadır. Yazara göre Büyü ve Felsefe'nin yaygın olmadığı bölgelerde bunlarla uğraşmak dinî bakımdan haramdır. Derinliğine Kelâm bilgisinin yararlı olmayacağını savunan Saçaklı-Zâde, sapık bir bölgede yaygın olmayan İslâm mezhepleriyle felsefecilerden uzun uzadıya bahsetmek ve Astroloji ile uğraşmak dinî bakımdan haramdır. Et-Tîbî'den: İlimler arasında öğrenilmesi en fazla haram olanın Tabîat felsefesi ve özellikle de Metafizik (İlahiyat) olduğunu ve bilginlerin bu konuda görüş birliğine vardıklarını nakleder. Mantığa gelince, müellif, kendisi de bu konuda pek çok eser kaleme aldığından, bu ilmin haram olmadığı kanısındadır. Her ne kadar İbn Nüceym, el-eşbâhü ve'n-nezâir isimli eserinde, Mantığı da Felsefe gibi haram saymışsa da, bu konuda iyi düşünmek gerekir. Zira Aritmetik, felsefenin bir dalı olduğu halde, haram olmak şöyle dursun, farz-ı kifâyedir. Doğrusu haramın kendisine bağlı olduğu her şey haram değildir. Sadece harama götüren şey haramdır. Nitekim İbn Hacer, Nevevî'nin Kırk Hadis kitabına yazdığı şerhte filozofların inançlarının karıştırıldığı Mantık ilminin haram olduğunu, yoksa günümüzde talebeler arasında dolaşan ve medreselerde okutulmakta olan Mantık ilminin haram olmadığını bildirmiştir. (Age., 113-114) Daha sonra ilimlerin dinî bakımdan durumunu birer birer ele alıp değerlendiren Saçaklı-Zâde, o günlerde medrese öğrencilerinin okumakta oldukları Mantığın, filozofların inançlarından arıtılmış aklın kanunlarından ibaret olduğunu ve bu nedenle okutulmasında bir beis bulunmadığını bildirmektedir. Ona göre Mantık, Kelâm ve Felsefe'nin içerisinde yer alan bir disiplindir ve her ikisinin de temel ilkesidir. Felsefenin içerisinde yer alması, onun haram olmasını gerektirmez. Zira Felsefe bütünüyle haram değildir. Kelâm ilmi içerisinde yer alması ise, Kelâm öğrenmenin farz-ı kifâye olduğunu söyleyenlere göre Mantığın da farz-ı kifâye olması gerekir. (Age., 139) Saçaklı-Zâde, özellikle filozofların inançlarının yaygın olmadığı bölgelerde onların tartışmalı görüşleriyle dolu Kelâm kitaplarını okumanın da haram olduğu konusunda kuşku bulunmadığını bildirir. (Age., 153) Ona göre felsefecilerin görüşlerine yer veren Kadı Beydâvî tefsîrînî de okumak caiz değildir. Ancak, bu tefsirdeki felsefecilerin görüşleri bilinip onlar ayırt edilebilirse bu tefsirin okunması caiz olabilir. Daha sonra Gazzâlî'nin el-munkizu mine'd-dalâl isimli eserine dayanarak felsefî bilimleri anlatan Saçaklı-Zâde, felsefeyi kötüleyen bilim adamlarından alıntılar yapar. Ona göre ilkin yüce Allah: "Peygamberleri, onlara apaçık belgelerle geldiğinde, kendi yanlarındaki bilgiyle sevindiler"(ei-gâfir, 83) buyurarak felsefeyi kötülemiştir. Daha sonra, Gazzâlî, Sühreverdî, Sübkî, Sünûsî, Süyûtî gibi bilginler de felsefeyi kötüleyen eserler kaleme almışlardır. İbnü'l-Kayyim el- Cevziyye'nin İğâsetü'l-Lehefân isimli eserinden aldığı şu ifadeyi: "Müslümanlar, felsefeyle meşgul oldukları için Allah Teala, onların başlarına Hıristiyan Haçlıları ve putperest Moğolları musallat etmiştir"ifadesini, bir belge niteliğinde olduğu için nakleder. (Age., 227-234) Eserin sadece bir yazmasında yer alan kısa notta da şöyle bir değerlendirmeye rastlanmaktadır: "Bu fakîr der ki: Doğrusu bizim zamanımızda, 1130 tarihlerinde diyâr-ı Rûm'da (Rumeli) felsefe yaygınlaştı. Bu tarihten seksen ya da biraz daha fazla sene önce, Hıristiyan orduları Rumeli'yi istila ettiler, defalarca İslâm hükümdarının ordularını kırıp geçirdiler, sayısız Müslümanları esir alıp götürdüler. Hıristiyanların istilasının yaygınlaşmasından korkulmaktadır. Allah'tan dileğimiz, İslâm hükümdarının ve onun saltanatının vekillerinin üzerinden bu belayı kaldırmasıdır. Onlardan da, ulemanın, filozofların kitaplarını okutmalarını yasaklamalarını ve bundan vazgeçmeyenleri takibat altına almalarını bekliyoruz. Nitekim Endülüs'te böyle olmuştur. Oradaki bilginlerden bir kısmı, filozofların görüşlerine aşinalık sağlayarak onları talebelere öğretmeye çalışmışlar, İslâm bilginleri de oradaki Müslüman hükümdarı tahrîk ederek onları dövüp uslandırmasını sağlamışlar, hem onları, hem de yandaşlarını telin ettirmişlerdir."
KAHRAMANMARAŞ SEMPOZYUMU 7 2-Abdürrahîm Paşa (öl. 1736) Maraş'lı olup Sarı Ahmed Efendi-Zâde diye meşhurdur. Memleketinde eğitim gördükten sonra İstanbul'a gelmiş ve bir müddet sonra kendi isteğiyle Maraş valiliğine tayin edilmiştir. Fakat çekemeyenlerin hilesi sonucu 1736 yılında öldürülmüştür. Fıkıhla ilgili bazı eserlerinin yanı sıra Kasîde-i Münferice ve Emâlî şerhi bulunmaktadır. Bahâeddîn el-âmilî'nin Hülâsatü'l-Hisâb isimli eserine bir şerh yazmıştır. M. Tâhir Efendi, bu şerhi iki farklı eser sanmış olmalı ki "Hülâsatü'l-hisâb ile yine ilm-i hisâb'adan Behâiyye şerhleri vardır." demektedir. (Bursalı Mehmet Tâhir, Osmanlı müellifleri, III, 285) Bursa Eski Eserler Kütüphanesi Kurşunî Zade Bölümü'nde bulunan 129 nolu manüskri bunun, belirttiğimiz gibi, sadece bir şerh olduğunu göstermektedir. Bu eser, her ne kadar Aritmetik ve Matematik'te yeni görüşler ve buluşlar meydana getirecek boyutta değilse de, artık bu bilimlere dair eserlerin pek ortada görünmediği dönemde kaleme alınmış olması nedeniyle dikkat çekicidir. Ayrıca eser, bu yüz yıldan itibaren Medrese mollaları arasında yeniden rağbet görmeye başlayan Aritmetik ve Matematik ile ilgili başlangıç bilgileri vermesi nedeniyle de çok tutulmuş, fazlasıyla okunup okutulmuştur. Abdürrahîm Paşa'nın, devrin muhafazakâr görüşüne rağmen, Matematik ile fazlasıyla ilgilendiği ve bunu yaymak için çaba harcadığı anlaşılmaktadır. 3-Sünbül-Zâde Vehbî Efendi (öl. 1809) Her ne kadar on dokuzuncu yüzyılın başlarında vefat etmiş olsa da sanat hayatı On sekizinci yüz yılda geçtiği için Sünbül-Zâde Vehbî Efendi'yi de bu yüz yılın entelektüel hayatı içinde değerlendirmek gerekir. Onun şiirlerinin felsefe karşıtlarınca adeta bir manifesto haline getirildiğini daha önce belirtmiştik. Kimi modern yazarlar da onun ifadelerinden hareketle Osmanlı devletinde felsefe karşıtı tavrın çok güçlü olduğunu, hatta medreselerde felsefe okutulmasının yasaklandığını savunmaktadırlar. Ancak şiir dikkatlice okunduğu zaman, bu yargının çok da doğru olmadığı anlaşılır. Sünbül-Zâde Vehbî Efendi, oğlu Lutfî'ye verdiği öğütte, bilginin önemini ve ilim öğrenmenin zorunluluğunu anlattıktan sonra devrin öğrenim kurumlarında okutulan bilimleri bir bir ele alarak değerlendirmekte ve felsefeye karşı aşırı eleştirel bir tavır sergilemektedir. Gizlidir hikmet-i Rabb-i Müteâl, Hükemâ sözleridür vehm ü hayâl. Görinür gerçi muvafık akle, Ekseri, lîk muhalif nakle. Göresin, Şerh-i Mevâkif de tamâm, Redd ider ânları, her ehl-i Kelâm. Felsefiyyâta tevağğul itme, Rûz u şeb ânı ânı, teemmül itme. Felekiyyât ü Tabîiyyâtı, İnfial ü Kemm ü Keyfiyyâtı, Okuyup ben dahî, keyf itmişidüm, Felsefî meslekine gitmiş idüm. Cümle burhânlarıdur, nâ-mevsûk, Hikmet-i Hâlik'i bilmez, mahlûk.
KAHRAMANMARAŞ SEMPOZYUMU 9 isimli eseri bilinmektedir. 4-Hüseyn ibn Haydar et-tebrîzî el-mer'aşî, er-rûmî (öl. 1763). Tebrîz'de doğup Maraş'ta eserler kaleme aldığı anlaşılan bu zatın Câmiu'l-Künûz isimli bir eserle Nefâisü't-Takrîr isimli bir Velediye şerhi kaleme almış olduğu bilinmektedir. 5-Muhammed el-mer'aşî (öl. 1894). Mantık ve Gramer ile ilgili çalışmaları bulunan bu zatın özellikle medrese öğrencilerine yönelik ders kitapları kaleme aldığı anlaşılmaktadır. Bunlar arasında İthâfü't-Talebe bi'1-es'ileti'l-mantıkiyye ve'el-ecvibe, et-tuhfetü'n-nahviyye ala'l- Avâmili'l-Birgiviyye isimli iki eseri bulunmaktadır. 6-Mahmûd Hamdî ibn Dâvûd el-mer'aşî (öl. 1894). Hayatı hakkında bilgimiz bulunmmayan bu zatın Fıkıh, Kelâm ve Arap edebiyatı ile ilgili eserlerinin bulunduğu anlaşılmaktadır. Bunlar arasında Bülğatü'l-Mürîd fî'1-fıkhı ve't-tevhîd, Tuhfetü'n-Nâsik fî'1-menâsik, Tuhfetü'l-İhvân ve Neylü'1-İreb fî Masrifi'1-Edeb isimli eserleri meşhurdur. 2-İran kökenli el-mer'asîler: İran'ın Amül kentinde hüküm süren el-mer'aşî ailesinin büyüklerinden olan Kıvâmü'd-Dîn ibn Kamâleddîn el-mer'aşî (öl. 1378), "Mîr Büzürg"olarak anılır. Taberistan yöresinde yaşamış bir hükümdar ailesine mensuptur. Bu nisbeyi taşıyan pek çok ilim adamı da İran'ın muhtelif bölgelerinde görülmektedir. Bunlar arasında şu isimleri sayabiliriz: 1-Miladî XIII. Yüzyılda yaşamış olan Murtazâ el-mer'aşî ile onun oğlu Müntehâ el- Mer'aşî'nin doğum ve ölüm tarihleri tespit edilememiştir. 2-Isfahân'da yaşamış olan Muhammed el-mer'aşî, el-isfahânî (öl. 1648). 3-Isfahân'da yaşamış olan Hidâyetullah el-mer'aşî, el-isfahânî (öl. 1657). 4-Kıvâmü'd-Dîn ibn Muhammed el-mer'aşî (öl. 1728). 5-Seyyid Muhammed el-mer'aşî (öl. 1752). 6-Muhammed ibn Kıvâmü'd-Dîn el-mer'aşî (öl. 1786). 7-Mîr Muhammed ibnü'1-feth ibn ali es-sâlis ibn ishâk el-mer'aşî (öl. 1793). 8-Muhammed el-mer'aşî, el-isfahânî (öl. 1863). Hatta el-mer'aşî nisbesini taşıyan bilim adamlarını konu alan "Tekmiletü'r-Risâleti'l- İsmâîliyye fî Ensâbi'l-Mer'aşiyye"başlıkh biyografik bir çalışma günümüze ulaşmış bulunmaktadır. Ayrıca Ömer Rıza Kehhâle'nin Mu'cemü'l-Müellifîn isimli eserinde taşıyan 45 bilim adamının adı zikredilmektedir. el-mer'aşî nisbesini Biz bu araştırmamızda yalnızca, kaynaklarda adı geçen bazı Maraş'lı bilim ve düşünce adamları hakkında kısa bilgiler vermeye çalıştık. Ancak bu konuda yapılacak daha detaylı araştırmalar, eminiz ki önümüze daha geniş bir isim listesi ve daha zengin literatür çıkaracaktır.