kızılbaş soykırımcı ittihatçı paşalar! - ermeni - süryani - êzidi - pontus - koçgiri - piran - dêsim - çorum - maraş - madımak - gop!?...



Benzer belgeler
Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

Kafkasya ve Türkiye Zor Arazide Komfluluk Siyaseti

Siyasette kutuplaşma. Ahval 13/8/2018

Aç l fl Vural Öger Çok değerli misafirler, Konrad-Adenauer vakfının 23 senedir yapmış olduğu bu gazetecilik seminerinde son senesinde bizim de k

> > ADAM - Yalnız... Şeyi anlamadım : ADAMIN ismi Ahmet değil ama biz şimdilik

Dünyayı Değiştiren İnsanlar

Milli Devlete Yönelik Tehdit Değerlendirmesi

ACR Group. NEDEN? neden?

Cumhuriyet Halk Partisi

Murat Çokgezen. Prof. Dr. Marmara Üniversitesi

İSTANBUL AYDIN ÜNİVERSİTESİ SİYASET AKADEMİSİ ANKARA TÜRKİYE DEKİ İFADE ÖZGÜRLÜĞÜNÜ VE STK LARIN DURUMUNU TARTIŞTI!

BAŞBAKAN YARDIMCISI HAKAN ÇAVUŞOĞLU, BATI TRAKYALI GENÇLERLE YTB DE BULUŞTU Cuma, 13 Nisan :47

TÜRKİYE - AFRİKA EKONOMİ FORUMU AÇILIŞ TÖRENİ KONYA 9 MAYIS İş Dünyası ve STK ların Değerli Başkan ve Temsilcileri,

1. Lütfen Araştırın!

MEDYADA NEFRET SÖYLEMİNİN İZLENMESİ

Sevgili dostum, Can dostum,


TÜRKİYE SOSYAL, EKONOMİK VE POLİTİK ANALİZ - 4

Siyasi Parti. Siyasi iktidarı ele geçirmek ya da en azından ona ortak olmak amacıyla örgütlenmiş insan topluluklarına siyasi parti denir.

BÜLTEN İSTANBUL AZİZ BABUŞCU. FİLİSTİN MESELESİ 2 5 te B İ L G İ NOTU. Öğretmenler ile öğrenciler yıllar sonra bir araya geldi

TV LERDEKİ PROGRAMLARA ÇIKANLAR KURAN OKUMASINI BİLMİYOR

Samsun daki Pontusçu Faaliyetler

Asker hemen komutanı süzerek cevap vermiş; 1,78! Komutan şaşırmış;

MATBAACILIK OYUNCAĞI

Haftalık ders sayısı 2, yıllık toplam 74 ders saati Kategoriler Alt kategoriler Ders içerikleri Kazanımlar Dersler arası ilişki IV.

TÜRKİYE DE AVRUPA- ŞÜPHECİLİĞİ KARŞILAŞTIRMALI BULGULAR


Cezayir'den yükselen bir ses: Yalnızca İslam hükmedecek!

Oylar bölünmesin Türkiye bölünmesin!..

KILIÇDAROĞLU K.MARAŞ'TA

Kampanyasına katıl, dilini yaşat!

15 Ekim 2014 Genel Merkez

CHP Yalıkavak Temsilciliğinin düzenlediği Kahvaltıda Birlik ve Beraberlik Mesajı

KİTAP GÜNCESİ VIII. GELENEKSEL KİTAP GÜNLERİ SAYI:3

ORTADOĞU DA BÖLGESEL GELIŞMELER VE TÜRKIYE-İRAN İLIŞKILERI ÇALIŞTAYI TOPLANTI DEĞERLENDİRMESİ. No.12, ARALIK 2016

Cumhuriyet Halk Partisi


Atatürk Üniversitesi, Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü Müdürlüğü Öğretim Üyesi

Bu yüzden de Akdeniz coğrafyasına günümüz dünya medeniyetinin doğduğu yer de denebilir.

frekans araştırma

SURİYE TÜRKMEN PLATFORMU I. TOPLANTISI ONUR VE ÖZGÜRLÜK MÜCADELESİ SONUÇ BİLDİRİSİ

Hükümet ile Gülen cemaatinin tartışması neyi ifade ediyor?

Hackerlar ortaya çıkardı: Birleşik Arap Emirlikleri İsrail yanlısı kurumları fonluyor!

TMMOB DANIÞMA KURULU 2. TOPLANTISI YAPILDI

TKP-1920 nin 1 Mayıs 2015 Mitinglerine ve 7 Haziran Seçimlerine Çağrısı

Kütahya Gazeteciler Cemiyeti Ziyareti:

Nâzım ın Cep Defterlerinde Kavga, Aşk ve Şiir Notları - 1 ( )

Kızla İlk Buluşmada Nasıl Sohbet Edilir? Hızlı Bağ Kurma Teknikleri

Şöyle ki ; Etnik köken olsaydı Bir şiir yüzünden yere düşen yiğidi %85 oy ve Üç Millet Vekili ile Parlamentoya gönderilmezdi,

Yrd. Doç. Dr. Bahadır Bumin ÖZARSLAN

tarikiyle Diyarbakır-İstanbul-Diyarbakır güzergâhı

Beyin Cimnastikleri (I) Ali Nesin

HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ TÖMER TÜRKÇE VE YABANCI DİL ÖĞRETİMİ UYGULAMA VE ARAŞTIRMA MERKEZİ DİL KURSLARIMIZ BAŞLIYOR

TÜRKİYE SOSYAL, EKONOMİK VE POLİTİK ANALİZ SEPA 5

NOKTALAMA İŞARETLERİ MUSTAFA NAZIM ÖZGEN

Takdim. Bu, Türkiye nüfusu göz önüne alındığından her 90 kişiden birinin aday olması anlamına geliyor (TV, Haberleri, ).

Sevgili Medine Abla - O Artik Bir YIBO Öğretmeni

ITUC KONGRESİ KARAR TASLAĞI NDA HAK-İŞ İN ÖNERİLERİ KABUL GÖRDÜ

Giovanni dışında bütün örenciler çok çalışıyor. O hiç çalışmıyor ama sınıfın en başarılı öğrencisi. Çok iyi Türkçe konuşuyor.

BURCU ŞENTÜRK Bu Çamuru Beraber Çiğnedik

Başbakan Yıldırım, Seyranbağları Huzurevi Yaşlı Bakım ve Rehabilitasyon Merkezini ziyaret etti

AK PARTi Genel Başkanı ve Başbakan Erdoğan Bosna-Hersek te

JORGE LUIS BORGES PIERRE MENARD A GÖRE DON QUIXOTE & HOMER İN BAZI UYARLAMALARI. Hazırlayan: Rabia ARIKAN

KİMLİK, İDEOLOJİ VE ETİK Sevcan Yılmaz

TÜSİAD YÖNETİM KURULU BAŞKANI HALUK DİNÇER İN İŞ DÜNYASI BAKIŞ AÇISIYLA TÜRKİYE DE YOLSUZLUK SEMİNERİ AÇILIŞ KONUŞMASI

"Satmam" demiş ihtiyar köylü, "bu, benim için bir at değil, bir dost."

Fransa'da, Hz. Muhammed'e hakaret içeren karikatürleri yayınlayan Fransız Dergisi'ne baskın düzenlendi ve 12 kişi öldürüldü.

HÜRRİYET İLKOKULU EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI 23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK ve ÇOCUK BAYRAMI KUTLAMA PROGRAMI

16 ŞUBAT 2011 CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ ÇETİN SOYSAL IN DİNLEMELERLE İLGİLİ BASIN AÇIKLAMASI

T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ BAŞKANLIĞI (T.M.K. 10. MADDE İLE YETKİLİ) TUTANAK

ÇEVRENİN GENÇ SÖZCÜLERİ

Ýstanbul hastanelerinde GREV!

İSTANBUL AYDIN ÜNİVERSİTESİ SİYASET AKADEMİSİ ANKARA DEMOKRATİKLEŞME SÜRECİNDE KÜRT VE ERMENİ MESELELERİNİ TARTIŞTI!

Burada öteki AKP yöneticelirenden değil, bizlerden söz ediyorum.

ATATÜRK İLKELERİ VE İNKILÂP TARİHİ DERSİ I.DÖNEM MÜFREDAT PROGRAMI

SIFATLAR. 1.NİTELEME SIFATLARI:Varlıkların durumunu, biçimini, özelliklerini, renklerini belirten sözcüklerdir.

Tek başına anlamı ve görevi olmayan ancak kendinden önce gelen sözcükle öbekleşerek anlam ve görev kazanan sözcüklerdir. Edatlar şunlardır:

Öğrenim Kazanımları Bu programı başarı ile tamamlayan öğrenci;

Ben bir yazarım demek, kullanacağım kelimeleri ben seçerim demektir.

ÇOCUĞUM BAŞARACAK MI?

Cumhuriyet Halk Partisi

AK PARTİ YE RAKİP ÇIKTI

Macit Gündoğdu:2019 Yerel Seçimleri ne hep beraber emin adımlarla yürüyeceğiz

Avrupa da Yerelleşen İslam

Bir$kere$güneşi$görmüş$ olan$düşmez$dara$

KÜÇÜK KALBİMİN İLK REHBERİNİN BU GÜNÜME UZATTIĞI HAYAT YOLU

Çözüm sürecinde kararlıyız

3 Kasım 2002 Seçimlerine Doğru: Senaryolar ve Alternatifler...

İslam Dünyasından Darbe Girişimine Tepkiler

ÇAĞDAŞ TÜRK EDEBİYATI. Süleyman Bulut. Bilmece ŞİPŞAK BİLMECELER DEYİM VE ATASÖZLERİ. 2. basım. Resimleyen: Ferit Avcı

Yaz l Bas n n Gelece i

Ateş Ülkesi'nde Ateşgâh Ateşgâh ı anlatmak istiyorum bu hafta sizlere. Ateş Ülkesi ne yolculuk ediyorum bu yüzden. Birdenbire pilot, Sevgili yolcular

1999 dan 2007 ye Seçmen Tercihleri ve Değişim

Vanlı futbolcu kızlar Bodrum da kamp yapıyor

Bundan sonra Sabahlatan da hayatın çeşitli alanlarına dair eğitim serileri bulunacak. Bunlara da bu İspanyolca eğitim makalesi ile başlıyoruz.

Hükümet in TSK İçinde Oluşturduğu Paralel Yapılar; Cumhurbaşkanı ve AYİM nin Konumu..

Tabu diyorum çünkü bu konuda iki sınırlama var. Yasal yasaklar (5816 nolu Atatürk ü koruma yasası) ve Atatürkçülerin duyarlılığı.

3. Global SATELLITE SHOW HALİÇ KONGRE MERKEZİ STK, Kurum ve Kuruluşlarımızın Değerli Başkan ve Temsilcileri,

Talihsiz bir biçimde diyorum başka bir kelime yok çünkü:

"Kentsel Dönüşümün Anahtarı Kooperatiflerde"

Transkript:

kızılbaş saresur Nisan 2014 - Sayı 37 kızılbaş alevilerin sorunlarının tartışıldığı demokratik kürsü! - ermeni - süryani - êzidi - pontus - koçgiri - piran - dêsim - çorum - maraş - madımak - gop!?... soykırımcı ittihatçı paşalar!

kızılbaş - sayfa 2 - sayı 37 - nisan 2014 - http://www.kizilbas.biz - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 kızılbaş yayınlayan / veröffentlicht generaldirektor freizugeben. sakine polat genelyayın yönetmeni: ali ülger tr. hukuk danışmanları: av. nadide metin erdoğan av. erdal doğan av. hıdır özcan avrupabirliği hukuk danışmanı: av. ertekin ceylan ankara temsilcisi: hatice çevik tel: 0532 358 25 08 kizilbasankara@hotmail.com kayseri temsilcisi a. rıza ülger kizilbaskayseri@hotmail.com Adana temsilcisi: Ugur Adsız kizilbasadana@hotmail.com berlin temsilcisi: ali koçak alikocak50@hotmail.com tel: 0177 457 79 78 stuttgart temsilcisi: ali usta info@ali-usta.net tel: 0176 78 56 12 71 adres: bergheimer str 51 d - 47228 duisburg almanya tel: +49 (0) 177 502 88 53 http://www.kizilbas.biz kizilbasdergisi@kizilbas.biz kızılbaş ta yayınlanan yazı ve ilanların sorumluluğu sahiplerine aittir. kızılbaş ta imzasız ve kaynaksız yazılar yayınlanmaz. 15 nisan 2014 sayı: 37 gönüllü katkı formu adı soyadı :... adres :... e-mail & tel :... ali ülger konto: Akbank hesap numarası: 5890 0441 8440 6536 6 sayı 75.00 tl - 12 sayı 150.00 tl. dünya ve avrupa için: adı soyadı :... adres :... e-mail & tel :... ali ülger konto: sparkasse duisburg 0300 23 23 29 bankleitzahl 350 500 00 IBAN: DE 05 350 500 00 0300 23 23 29

kızılbaş - sayfa 3 - sayı 37 - nisan 2014 - http://www.kizilbas.biz - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 içindekiler: Sayfa 4 - Cangözü ile görmek... Ali Ülger Sayfa 5 - ulus inşa sürecinde dilin rolü... Dr. İsmail Beşikçi Sayfa 7 - Umreye Giden Düşkünler... Erdal YILDIRIM Sayfa 8 - Erdoğan-Ergenekon İttifakı mı?... Cemil Gündoğan Sayfa 10 - Kardeş miyiz?... Herkül Millas Sayfa 11 - Yüzleşme... Ali Haydar KANLI Sayfa 12 - Olmak ya da olmamak... X. Çelker Sayfa 14 - DERSÊN KURMANCÎ(2) BEŞA DUYEM... Uğur Adsız Sayfa 15 - HALKLARIN VE KADINLARIN ÇIĞLIĞI ERBANE... Ayşegül Karadağ Sayfa 16 - Kızılbaş Kürtler Nasıl Türkleştirildi?.. Süleyman Şahin Sayfa 20 - alman generallerin komutasında ingilizlere karşı çanakkale zaferi... Recep Maraşlı Sayfa 24 - Fırat ağlıyorsa sebebi sensin... Sultan KILIÇ Sayfa 27 - Siyasetsiz secim. Hangi hırsız daha iyi seçimi... Özcan SOYSAL Sayfa 28 - Hevpeyvîn bi dengbêjekî civaka Êzdî, Teterê Eliyê Mamed re! Dengbêj Teterê Eliyê Mamed û... K. Tolan Sayfa 34 - Parçalanmış Ermenistan Arşaluys Mardiganyan Sayfa 36 - Kampanyanın muhatabı: Adalet Bakanı Bekir Bozdağ Sayfa 37 - Kaf kas ya da Er me ni le rin Kürd Soy kı rı mı... Mehr dad R. Izady Sayfa 39 - SÜRGÜN ÇİÇEKLERİ... Bedros Dağlıyan Sayfa 40 - NE OLDU? NE OLACAK? Hatice Çevik Sayfa 42 - İsmail Beşikci Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı İbrahim Gür-büz e Sayfa 43 - Apo nun Savunması... İbrahim Seven Sayfa 45 - UNUTULMUŞ BİR ETNİK CEMAAT: TÜRKİYELİ SABETAYCILAR... Ilgaz Zorlu Sayfa 49 - Muammer Güler ve Dr. Reşit; ya da Erdoğan ve Talat... Prof. Dr. Taner Akçam Sayfa 51 - Türkiye, her şeyden önce 1908-1924 dönemiyle hesaplaşmalı Prof. Bozarslan ile Sayfa 54 - Kessab ın durumu Diaspora Bakanlığında değerlendirildi Sayfa 56 - SEÇİM Mİ DEVRİM Mİ?... Mahmut Alınak Sayfa 57 - Mondros Mütarekesi nin imzalanması sonrasında Türkiye siyasi ortamı.... Meline Anumyan Sayfa 63 - Kapaklar... Ali İhsan Avgül

kızılbaş - sayfa 4 - sayı 37 - nisan 2014 - http://www.kizilbas.biz - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 cangözü ile görmek Ali Ülger neden böylesi bir ittifak yolunu aramadı? Yoksa Soykırımı artıklarıyla pay almak mı istedi? Aynı soruları Dersim aşiretlerine ve ağlerê Dêrsim önderlerine de sormak gerekiyor!.. Var olan Kızılbaş-Alevi-Bektaşi örgütlenmelerinde soykırımlarıyla ilgili resmi görüşleri inkâra dayalıdır. Devle siyasetinin tekrarıdır 29 Mart yerel seçimleri yapıldı. Sonuçları ortada. İsteyen istediği sonuçları çıkartabilir. 90 yıllık seçimlerde gene biz Kızılbaş-Alevilerin durumumuzda herhangi bir değişiklik yok. Cemşit pilavı gibi gene aynı siyaset dayatmalar yapıldı. Bizim partiye oy verirseniz eyisiniz vermezseniz zaten kâfirsiniz kötüsünüz siyaseti işletildi. Bundan daha eyisini beklemekte ayıptır derim. Biz Kızılbaş-Alevilerin bu durumumuzdan hicap etmesi gerekenler bizim aydınlarımızdır!. Aydınlarımız(!) gene el kapılarında sümsüklük yapmaya devam ettiler! Yeni oluşan gelişen Kızılbaş-Alevi gençliğimiz modern bir aydınlanmamızı başlatmalıdır, geliştirmelidir!. Bir yandan kendi tarihimiz ile yüzleşirken, bir yandan da yenilenip yeniden yapılanıp demokratikleşmemizi geliştirmelidir. Bu akademik demokratik işleyişimiz kendisini hayatımızın her bir alanında bütünleştirerek siyasal alana taşımalıdır. Kendi öz partimizi ile vücut bulmalıdır!.. Kendi özgül ve ortak toplumsal sorunlarımızı açık ve demokratik değerler dahilinde kamu vicdanı önünde dilli başlı yüksek sesle tartışmaları başlatıp geliştirmeliyiz!... Yapılan ve yapılacak bu hayırlı işlerimiz için yayınevimizi kütüphanemizi arşivimizi dergimizi kitapevimizi web sayfamızı bilgi belge paylaşımı için kamuoyunun kullanımına ve paylaşımına sunmak için İstanbul da RIZA-EVİ açmak için yer tutuldu. RIZA-EVİ için tüm gönüllü abonelerimiz ve dostlarımızın maddi manevi katkılarını bekliyoruz!.. * * * 24 Nisan Ermeni Soykırımının 99. yıldönümü. Yüzleşmeye önce kendimiz ile başlamak isteriz. Kızılbaş-Alevi-Bektaşi camiamızda şöyle bir görüş oluşturulmuştur Ermeni soykırımında bizimkileri saklayıp kollamışlar soykırımına katılmamışlar Sadece saklayan kollayanlar bizimkileri değiller!. Saklamak kollamak soykırımlarındaki suçu günahı azaltır mı? Bunun da tartışılması gerekir. Şöyle ki; 1915 + 1919 + 1920 Ermeni Pontus Koçgiri peş peşe yapılan soykırım ve sürgünlerde neden mazlumların örgütlü ittifakı olmadı? Bizim sevip saydığımız baş tacı ettiğimiz sevgili Aliser in en güçlü olduğu bir dönemde * * * Kürtlerin Hamidiye alayları ve sonrası ittihatçı ittifakı soykırımlarındaki aktifliği bilinmektedir. Kızılbaş Zaza (Kürt) Balaban aşiretinin Teşkilat-ı Mahsusa nın emrinde Ermeni Soykırımında aktif bulunmasının belgelerine Kızılbaş Dergisi nde yayınladık ttp:// kizilbas.biz/belgeler/98-belge.html bu kaynaktan da bire bir görmek mümkündür. * * * Güncel siyaset alanında bulunan beyaz Kürtlerin yaklaşan 100 yıl etkinliklerinde devletin yanında destekçi olduklarının mesajlarını verdiler paralel lobiler diye bu siyaset devlet ile dayanışma siyasetidir. Ne yazık ki özgürlüğe demokrasiye en çok ihtiyacı olan toplumsal kesimlerin soykırımlarından kendilerini tenzih etmeden kendileri için en küçük bir kırıntı bile alamayacaklarını bilemektedirler. Bu durumdan kurtulmanın yolu her bir kesimin kendi tarihiyle açık yüzleşerek başarılabilinir. İnkar ile devlet işbirlikçiliğiyle marabalıktan ve beyazlaşmadan kimse kendisini kurtaramayacaktır. Saygılarımla Can Cana

kızılbaş - sayfa 5 - sayı 37 - nisan 2014 - http://www.kizilbas.biz - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 ulus inşa sürecinde dilin rolü (*) (*) 16 Mart 1988 Halepçe de Kürd soykırımı. Bu soykırımda yaşamını yitiren herkesi hüzünlerle anıyorum. Halepçe denildiği zaman, genel-geçer bir söylem var. Soykırımda beşbinden fazla Kürd ün yaşamın yitirdiği söylenir. Hejare Şamil in Dünya Kürd e bir Devlet Borçludur (www. kurdistan-post.eu 16 Mart 2014) yazısında verdiği rakamlar çok daha gerçekçidir. Yaralananların akıbetini irdelemek de elbette önemlidir. Ulusun inşasında dilin ve edebiyatın büyük rolü vardır. Edebiyat dille yapılır. Kürd edebiyatı dediğimiz zaman Kürd diliyle yapılan edebiyat akla gelir. Türk edebiyatı ise Türk diliyle yapılan edebiyattır. Kürdistan ı, Kürd insanlarını, Kürd toplumunu, örneğin Türkçe ile anlatmak, kanımca Kürd edebiyatına girmez. Bu ürünler, ancak, Türk edebiyatı çerçevesinde değerlendirilir. Kürdistan ı, Kürd insanlarını, Kürd toplumunu, İngilizce veya başka dillerde de anlatabilirsiniz. Bunlar da Kürd edebiyatına dahil edilemez. Kürd edebiyatı, ancak Kürd dili ile yapılabilir. Söz oyunları, sözcüklerin estetize edilmesi ancak dil ile, burada Kürd dili ile gerçekleşir. Örneğin, Kürdçe anlatılan bir fıkra, Türkçe ifade edildiği zaman aynı tadı vermemektedir. Çünkü söz oyunları ancak, Kürdçe anlatımda yer almaktadır. Türkçe çevirisiyle, anlamda, epeyce kayıp yaşanmaktadır. Sözcüklerin estetize olması, ancak dil ile, burada Kürd dili ile mümkün olmaktadır. Ama, bir Fransızın, bir Rus un, romanları, nasıl Kürdçe ye çevriliyorsa, Türkçe yazan Kürdlerin kitapları da Kürdçe ye çevrilebilir. Bunları çeviri kategorisinde değerlendirmek gerekir. Ulus inşa sürecinde, tercüme faaliyetlerinin de rolü büyüktür. Kürdçe yazılan eserlerin Türkçe ye tercüme edilecekleri de açıktır. Kürdleri, Kürdistan ı, Kürd toplumunu, Dr. İsmail Beşikçi Türk diliyle anlatan, yazan, şairlerin, romancıların, yazarların durumunun irdelenmesi bu bakımdan önemlidir. Bu yazarların, romancıların, şairlerin ürünleri, ancak Türk edebiyatı içinde yer alır. Bu ürünlerin, Türk edebiyatı içinde değerlendirilip değerlenilmeyeceği, örneğin bir antolojiye alınıp alınmayacakları, Türk romanı antolojisi, Türk şiiri antolojisi gibi antolojilere alınıp alınmayacakları edebi olmaktan çok politik bir konudur. Kürd özgürlük mücadelesine yoğun destek veren, Kürdleri, Kürdistan ı, gerillayı, Kürd toplumunu anlatan, ama bunları Türk diliyle gerçekleştiren bir Kürd yazara, bugünkü siyasal ortamda, Türk romanı antolojisi, Türk şiiri antolojisi, Türk hikaye antolojisi gibi antolojilerde, seçkilerde yer verilmeyebilir. Bu, edebi olmaktan çok politik bir tutumdur. Kürd yazarın bu tutumu Türk editör tarafından, Türk yayıncı tarafından hoş karşılanmayabilir. Bu Türk editörünü Türk yayıncının Kürd karşıtlığıyla ilgilidir. Ama daha ileriki bir aşamada, Kürd/Kürdistan sorunları çözüm yoluna girince, gerginlikler yumuşayınca, Türk editörün, Türk yayıncının bu tutumunda olumlu değişiklikler olabilir. Kürdleri, Kürdistan ı, gerillayı, Kürd toplumunu İngilizce, Fransızca, Türkçe anlatan İngiliz in, Fransız ın, Türk - ün tutumuyla, Kürd yazarın tutumunun bir farklılık içerdiği söylenebilir. Ama bu fark en başta dilde olmalıdır. İngiliz in İngilizce, Fransız ın Fransızca, Türk ün Türkçe anlatması doğaldır. Kürd yazarın Kürdçe değil Türkçe yazmasında ciddi bir sorun vardır. Asimilasyon sürecine elbette karşı olmak gerekir. Asimilasyona karşı olmanın en güçlü yolu ise, kararlı bir şekilde Kürdçe yi kullanmaktır. Burada, ticari kaygılarla değil ulusal kaygılarla hareket etmek önemli olmalıdır. Kürdçeyi doğru konuşmak, doğru yazmak şüphesiz çok önemlidir. Bugün, Brezilya hariç bütün Latin Amerika ülkelerinde, İspanyolca konuşulmaktadır, yazılmaktadır. Brezilya da Portekizce kullanılmaktadır. Ama bunlara rağmen Meksika edebiyatından, Venezuela edebiyatından, Arjantin edebiyatından vs. söz edilmektedir. İspanyol edebiyatından değil, Meksika, Şili, Arjantin, Kolombiya edebiyatından söz edilmektedir. Ama, Kürdlerin Türkçe yi kullanmalarıyla, Latin Amerikalıların İspanyolca yı, Portekizce yi kullanmaları arasında çok büyük fark vardır. Düşünelim ki, 18. Yüzyıl sonunda, 19. Yüzyılın ilk çeyreğinde, Latin Amerika da, İspanyollara karşı ulusal kurtuluş mücadelesi yapanlar yine İspanyollardı. 16. Yüzyılın sonlarından itibaren, yani Amerika nın keşfinden itibaren Latin Amerika ya göç etmiş, İspanyollar ve Portekizlilerdi. Onlar orada, giderek çoğalmışlar, İspanya ya, Portekiz e karşı bağımsız devlet kurma gereğini hissetmişler, bu yolda mücadeleye başlamışlar. Simon Bolivar ın (1783-1830), Jose Marti nin (1853-1895) mücadelesini bu çerçevede değerlendirmek gerekir. Örneğin Simon Bolivar döneminde, Venezuela, Ekvator, Kolombiya, Panama, Peru, Bolivya bir bütündü. Giderek bu ülkeler ayrı ayrı devletler olarak örgütlendiler. Örneğin Güney Afrika da da, İngiliz yönetimine karşı, Güney Afrika ya, İngilizlerden daha önce yerleşen Hollandalılar, Afrikanerler karşı çıkmıştı. Burada, İspanyolca, Portekizce kullanılmasına rağmen, İspanyol veya Portekiz edebiyatından değil, Venezuela edebiyatından, Meksika, Kolombiya edebiyatından Arjantin edebiyatından

kızılbaş - sayfa 6 - sayı 37 - nisan 2014 - http://www.kizilbas.biz - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 vs. söz edilmektedir. Venezuela ya, Meksika ya, Arjantin e Brezilya ya ait renkler, formlar, İspanyolcayla, ifade edilmektedir. Bu, Kürdlerin Türkçe konuşmalarında, yazmalarından çok farklı bir durumdur. İspanyolların, Portekizlilerin, oraya göçlerinden itibaren yerlileri kılıçtan geçirmeleri, Astek, İnka, Maya medeniyetlerinin yıkmaları, zenginlikler yağma etmeleri Avrupa ya taşımaları ayrı bir konudur. Bugün Latin Amerika da, İspanyolca nın, Portekizce nin resmi dil olması yanında, yerli diller de filizlenmeye başlamıştır. Edebiyat, duyguların, düşüncelerin, hayalleri anlatımıyla oluşur. Dilin estetize edilerek kullanılması vazgeçilmez bir durumdur. Ulus inşa sürecinde, bu dille yazılan şiirlerin, masalların, şarkıların, fıkraların, bilmecelerin, atasözlerinin, mitolojik eserlerin, destanların kaydedilmeleri çok önemlidir. Bunlar, ulus inşa sürecini, hızlandıran, yaygınlaştıran, derinleştiren bir etki yaratmaktadır. Anadil Bilinci Devletin, Kürdler konusundaki temel politikası asimilasyondur. Kürdlerin Türklüğe asimilasyonu. Devlet bu konuda, maddi-manevi her türlü önlemi almış yürürlüğe koymuştur. Zora dayalı, rızaya dayalı politikalar da uygulanmaktadır. Bu politikanın yer yer başarıya ulaştığı da açıktır. Buna rağmen farklı bir sürecin yaşandığına da işaret etmek gerekir. Asimile olan, Kürdçe bilmeyen kişilerin de, Kürdlerden, Kürdistan dan, Kürd/Kürdistan sorunundan söz etmesi dikkate değer bir konudur. Bu, asimilasyonun dört başı mamur bir şekilde yaşama geçirilemediğini göstermektedir. Bu da şüphesiz önemlidir ama en kalıcı olanı, Kürdçe ye sahip çıkmak, bunu, konuşmada ve yazıda fonksiyonel bir hale getirmektir. Bu çerçevede, dilin işlevini kavramak dil bilincine ulaşmak önemlidir. Devletin bu konuda yürüttüğü temel politika Kürdlerin çok aleyhine bir durum yaratmıştır. Kürdlerin çok aleyhine olmasına rağmen bazı ilişkiler, kavramlar, Kürdler tarafından içselleştirilmiştir. Bu içselleştirme, asimilasyonun yoğunluğuyla, yaygınlığıyla ilgilidir. Türkü sözcüğü bu durumun çok çarpıcı bir göstergesidir. Örneğin, Kürdler, sık sık türkü sözcüğünü kullanmaktadır. Kürdler, Düzenlenen gecenin bir aşamasında Kürdçe türküler söylendi, programda Kürdçe Türküler de var vs. gibi cümleler kurabilmektedir. Bu sözcüğe romanlarda, hikayelerde, şiirlerde de sık sık rastlanmaktadır. Kürdçe türkü deyimini, asimilasyona karşı olan, hatta, asimilasyona karşı mücadele eden Kürdler de kullanabilmektedir. Halbuki, türkü Türk e ait demektir. Türk diliyle yazılmış bir şiir melodi ile ifade edildiği zaman türkü olur. Bu bakımdan Kürdçe türkü deyimi elbette yanlıştır. Bunun gibi, Ermeni türküsü, Arap türküsü, İngiliz türküsü ifadeleri yanlıştır. Bu ifadeler kulakları tırmalamıyor mu? Ama bu Kürdlerde en azından bazı Kürdlerde, bu durum içselleştirilmiştir. Çok doğal karşılanmaktadır. Bu asimilasyonun yoğunluğuyla, derinliğiyle, yaygınlığıyla, ilgilidir. Türkü yerine şarkı sözcüğünü kullanmak daha yerindedir. Kürd halk şarkıları, Ermeni halk şarkıları vs. Veya doğrudan doğruya, stran, dilok, kılam, lorik, lavik gibi sözcükleri Türkçe ye tercüme etmeden kullanmak daha doğrudur. Türkü sözcüğü konusunda şu şekilde yanlış bir anlayış da var. Halk türkü söyler, burjuvazi şarkı söyler Bu, Türk solundan gelen bir anlayış Türk solunun çok etkisinde kalan Kürdler de bu bakımdan, türkü sözcüğünü kullanıyor. Türkler için doğru bir kullanma olabilir. Kürdler için öyle değil

kızılbaş - sayfa 7 - sayı 37 - nisan 2014 - http://www.kizilbas.biz - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 Umreye Giden Düşkünler Erdal YILDIRIM Gündemde AKP iktidarı Kültür Bakanlığınca organize edilen 100 Alevi kökenli 'dede'nin önce Necef'e, Kerbelâ'ya ve sonra da umreye götürülmesi olayı var. Ve (ben de dahil) bir çok yazar çizer, kanaat önderi, kurum yöneticisi günlerdir bu konuda, konuşuyor, yazıp çiziyor ve ülkenin başkaca bunca önemli yaşamsal sorunuları varken, bu konu gündemde önemli bir yer tutuyor. Bakıyor ve çok açık bir şekilde görüyoruz ki, başında İzzettin Doğan denilen kişinin olduğu Cem Vakfı devleti yöneten AKP iktidarı ve Fethullah Gülen'in başında olduğu Hizmet Vakfı ile bir takım karşılıklı çıkarlar doğrultusunda bir anlaşma yapıyor. Bu anlaşmaya göre de öncelikle Diyanet İşleri Başkanlığına bağlı bir daire başkanlığı oluşturulacak, bu daire başkanlığın emrinde de her vilayetten dede, zakir ve bir hizmetlinin olacağı bir kadro organizasyonu tesis edilecektir. Bu kadrolar da devletin memuru gibi çalışmaya başlayacaklar ve bu organizasyonun altyapısını oluşturacağı anlaşılan yüz kadar 'yüzsüz' Alevi kökenli dede de, bu inkârcı, imhacı, katliamcı devletin ve iktidarın memuru ve hizmetkârı olmaya gönüllü bir şekilde devam edeceklerinden umreye götürüldüler. Aslını sorarsanız çok da iyi bir zamandayız. Yani safları bir kez daha belirginleştirmenin, her bireyin aklına, vicdanına, inancına ve de karakterine uygun davranışlar sergilediği ya da sergileyeceği bir süreçteyiz. Tarih hem çeşitli dönemlerde toplumuna, yoluna, kültürüne ihanet eden, "Hınzır" paşalıktan kaçınmayan, Rayber/Rayver`liğe soyunanları yazıyor. Hem de Baba İlyas, Baba İshak, Kalender Çelebi, Şeyh Bedreddin, Şahkulu gibi zalimlere karşı çıkan, mazlumlarla birlikte direnip can verenleri, En-el Hak dediği için derisi yüzülen Hallac-i Mansur'u, "dönen dönsün ben yolumdan dönmezem" diyen Pir Sultan Abdal gibi darağacına giden ve ser verenleri de yazıyor. Tam da bu tarihi gerçekliklerden ötürü bırakalım, kimi satılmışlar, ilkesizler, yol düşkünleri, üç beş kuruşun, haramın, rantın peşinde savrulacakları yerlere doğru savrulup dursunlar.. Umreye gideceklerse umreye gitsinler. Bırakalım umre ziyaretini yapıp geldikten sonra Fethullah Efendi ve İzzettin Efendilerinin etekleri altına girip "Cami-cemevi" ucubeleri içinde birbirlerine al takke - ver külah ne diyeceklerse desinler. Bırakalım Kerbela'da, Malatya'da, Çaldıran'da, Koçgiri'de, Dersim'de, Maraş'ta, Çorum'da, Sivas'ta, Madımak'ta, Gazi'de, Suriye'de yitirdiğimiz yüzbinlerin katilleriyle, ya da Gezi direnişinde yitirdiğimiz gençlerin katili olan, devlet mantığını koruyan ve savunanlarla hem hal olsunlar. Bırakalım Şeyhülislam Ebu Suud'a, Yavuz Sultan Selim'e, Kuyucu Murat'a 'ecdat', Cem Evine "cümbüşevi" diyen, Alevi Kızılbaşlara tarihin birçok döneminde en insanlık dışı iftira ve karalamaları yapanlarla, çağımızın padişah özentili firavunuyla, susuzluktan öldüren, diri diri kazana atanlarla, boğazlayan, yakan katillerle birlikte nereye gideceklerse defolup gitsinler. Bırakalım yıllardır Aleviliği, Sünnilik ve Şiilik üzerindenmüslümanlaştırmaya çalışan, su an iktidarda olan inkarcı devletin AKP`si ve İran'la birlikte yürüyen bazı düşkünler saflarını iyice belli etsinler. Onlar inkârcı, asimilasyoncu ve takiyyecilerle beraber umreye gitsinler. Herkes bilmelidir ki, bu zavallılar Aleviliği temsil edemezler, Alevi toplumu nezdinde de itibar görmezler. Ve yine herkes bilmelidir ki Alevilik, islamiyete de, umreye de, Arap yarımadasına da asla sığmaz, sığdırılamaz. Aleviler her zamankinden daha uyanık olmalıdır. AKP iktidarı ve hizmet cemaati asimilasyon için birçok çakma dernek ve federasyon kurdu, kuruyor. Şimdi de paracı, çakma memur dedeler buldu. Onları umreye götürdü. Onlar umreye giderlerse gitsinler, biz Aleviler de Serçeşme'ye gideriz. Alevilerin gerçek Dede, Ana, Rayber / Rayver, Mürşit ve Pirleri binlerce yıldan beri her türlü zor koşullarda ve baskılara rağmen Alevilik "Yol" ve "Öğretisini" gönüllülük temelinde bugünlere taşımışlardır. Dedeler bu görevlerini yaparken, hizmetlerinin karşılığında da taliplerinin gönlünden kopan, "Kul Hakkı"na ve "rızalık" düsturuna uygun "çıralığ" veya "hakullah" alırlar. O dedelere aşk olsun. Alevi dedeleri asla yönetenlerin, sistemin, devletin Alevisi olmazlar, maaş almaz, memur hiç olmazlar. Hizmetlerinin karşılığı ödenecekse bile, bu durum din ve vicdan özgürlüğü temelinde, özerk Alevi kurumlarınca yapılmalıdır. Devlet buna karışmamalı, dinden elini çekmeli gerçek laikliği uygulamalıdır.. Diğer yandan anlaşılıyor ki, bu asimilasyon gönüllüleri için zalimliğin de, zulmün de hiçbir önemi yok ve bundan ötürü de zalimlere, sisteme hizmet ediyorlar. Bu mevkii, rant ve para sevdalısı çakma dedeler Necef'te, Kerbela'da gezerken, Suriye'de, yani hemen yanıbaşlarında, Suudilerin, Katarın ve AKP'nin her türlü destek sunduğu şeriatçı, gerici El Kaide ve El Nusracı paralı çetelerin adeta soykırımı andıran katliamlarını ve öldürülen Alevileri görmezden geliyorlar. Bu sebeplerledir ki, Alevi toplumu, Alevi dernek, dergâh, kurum yöneticileri ve kanaat önderlerine düşen önemli tarihi görev, resmi ideolojinin memurluğuna soyunan, küçük rantlar uğruna asimilasyoncularla kolkola giren, devlete gönüllü hizmetkâr olan bu düşkünleri Alevi ritüellerine uygun bir şekilde toplum içine almamaktır. Bunlar, AKP tarafından Avrupa'ya götürülen, gittikleri yerlerdeki Alevi kurumlarına alınmayan ve bin pişman geri dönen 65 dede örneğindeki gibi asla dernek, dergâh ve kurumlarımıza sokulmamalı, herhangi bir görev verilmemeli, her yerde teşhir edilmelidirler... 13-15 Şubat günleri Xızır orucunun tutulduğu günlerdir. Alevi inancında Xızır her yerde hazır ve nazırdır, yardımcımızdır. Dertlere deva, sorunlara çare olandır.. Aleviler ve Alevilik hem dışımızdaki Alevi düşmanlarınca, hem "bizden geçinen kalleşler, döner bizi taşlar" sözlerine uyan Hınzır Paşalarca asimile edilmeye çalışılıyor. Önümüzdeki dönemde biz Aleviler kendi inancımıza daha çok sahip çıkarak, "Alevileşerek" buna dur diyebiliriz. Yani her zamankinden fazla Xızıra ihtiyacımız var.. Xızıre Qal yardımcımız olsun!

kızılbaş - sayfa 8 - sayı 37 - nisan 2014 - http://www.kizilbas.biz - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 Erdoğan-Ergenekon İttifakı mı? Seyredenler olmuştur, 25 Aralık operasyonunun ertesinde davet edildiğim IMC TV deki bir programda Gülen cemaatiyle olan çatışmasında Erdoğan ın tutabileceği dört muhtemel yol olduğunu ileri sürmüştüm. Koşullara bağlı olarak birbirlerini destekleyecek veya birbirlerinden bağımsız biçimde yürütülebileceğini varsaydığım bu dört alternatif şunlardı: 1-Ek dış destek bularak iktidarına yönelik saldırıyı göğüslemek. 2-Her şeye rağmen Cemaatle uzlaşarak sorunu çözmek. 3- Hali hazırda arkasında bulunan güçlü kitle desteğini her türlü yola başvurarak kemikleştirmek suretiyle tek başına direnmek. 4-İçeride yeni müttefikler bularak savunma cephesini genişletmek. Kürtlerin önemli bir bölümü o sıralar dördüncü ihtimal dışındakilerle fazla ilgilenmiyordu. Bu ihtimale ilişkin yorumları ise kabaca şöyleydi: Erdoğan ın Kürtler dışında ittifak yapabileceği güç kalmamıştır. Bu nedenle içeride müttefik aramaya yönelik her adım, pratikte AKP ile Kürtlerin ittifakı anlamına gelecektir. Kürtler mevcut krizde AKP ye yakın durarak bu ittifakın yolunu kolaylaştıran bir politika gütmelidir. Sözü edilen programda izah etmeye çalıştığım gibi, değişik kesimlerin değişik hesaplarla ileri sürdüğü bu tezin dayandığı ana varsayım yanlıştı. Çünkü Kürtler, Erdoğan ın içeride ittifak yapabileceği tek güç değildi. Kürtlerden evvel Ergenekoncular vardı muhtemel müttefikler listesinde. Ergenekoncularla ittifak yapmak, Erdoğan açısından hem daha kolaydı hem de daha meşru. Böyle bir ittifakın önünde engel olarak görülen Erdoğan ın özsel ordu karşıtlığı, bazı aydınların desteksiz atıflarından başka bir şey değildi. Erdoğan ın amacı Türkiye yi yönetmekti. Bu amaç gerektirdiğinde askerle çatışacağı gibi, aynı amaca hizmet ettiğinde pekâlâ Ergenekoncularla ittifak da yapabilirdi. Bu nedenle Kürtler, Cemil Gündoğan cemil_gundogan@yahoo.se Erdoğan ın ittifak yapma ihtimali olan güçler arasında dördüncü alternatifin son şıkkını oluşturuyorlardı. Bu koşullar altında Kürtlerin izlemeleri gereken siyaset Erdoğan a en başından açık çek vermek değil, onu Kürt sorununu çözmeye mecbur bırakacak bir siyaset olmalıydı. Bu ise mevcut yönetememe krizinin aşağıdan, yani toplumsal dokudan yaratılacak baskılarla derinleştirilmesini öngörüyordu. (Sözü edilen televizyon programı şu linkte izlenebilir: http://www.youtube.com/watch?v= K9Lv950CH1w&feature=youtu.be) Bu tartışmanın üzerinden topu topu bir buçuk ay geçti. Ama olaylar öylesine hızlı aktı ki Kürtlerin bütün yumurtalarını AKP sepetine koymalarını öneren politikanın yanlış bir varsayım üzerine kurulmuş olduğu kısa sürede açığa çıktı. Erdoğan, 25 Aralıkta doğrudan kendisini sanık sandalyesine oturtmayı hedefleyen telefon kayıtlarının internete düşmesinden kısa bir süre sonra, yönünü bu kez açık biçimde Ergenekonculara çevirdi ve takip eden birkaç hafta içinde de Ergenekon tutuklularını serbest bırakan yasal düzenlemeleri gerçekleştirdi. Bu yazının yazıldığı gün itibarıyla Ergenekon davası sanıklarının ezici çoğunluğu serbest bırakılmış durumdaydı. PKK de önceki gün KCK adıyla yayımladığı bildirisinde AKP hükümetinin demokratikleşme hamlesinin muhatabı olmaktan çıktığını açıkladı. * * * PKK nin bu yeni yönelişin içini nasıl dolduracağını bilmiyorum. Fakat yarın Öcalan dan farklı bir açıklama gelirse kendi sözlerini yutacaklarını tahmin etmek zor değil. Tutsak bir lidere kayıtsız şartsız biat etme politikasının kaçınılmaz maliyetlerinden biridir bu. Dahası, açıklamanın eklektik ve çelişkilerle dolu niteliğine bakılırsa, yapılan deklarasyonun AKP ye karşı tertiplenmiş bir iyi polis/kötü polis oyununun ürünü olduğu da düşünülebilir. İzleyenler bilir, Öcalan bir süre öncesine kadar PKK içinde bu oyuna izin vermiyordu. İyi polisi de kötü polisi de kendisi oynuyordu ve bunun kaçınılmaz bir sonucu olarak iki rolü de yüzüne gözüne bulaştırıyordu. Fakat son dönemlerde bu tutumunu gevşettiğine dair belirtiler var. Belki de oldubittiler nedeniyle bu noktaya gelmiş durumda. Sebep ne olursa olsun ortada böyle bir olgu var. Son açıklamada bir yandan AKP muhatap olmaktan çıktı denirken diğer yandan AKP nin yeni- Osmanlıcılık siyasetinin Kürtler cephesindeki karşılığı olan Hamidiyeciliğin diplomatik metinlerdeki ifadesine dönüşmüş olan Misak-ı Milli lafının özel bir madde halinde vurgulanması, böyle bir iyi polis/kötü polis oyununu düşündürüyor. Bu ve bunun gibi başka ihtimallerin varlığına rağmen, PKK nin, Erdoğan ın Ergenekoncularla ittifak kurmaya yöneldiği bir dönemde yeni bir politik tutum belirlemeye çalışıyor olmasının bizzat kendisi önemlidir ve şimdiye kadarki açıkça ilan edilmiş AKP destekçiliğiyle karakterize olan politikasına oranla doğru yönde atılmış bir adımdır. Umarım bu adım Kürtlerle Alevilerin, Müslüman olmayan azınlıkların, devrimci-demokrat solcuların, liberallerin ve demokrat İslamcıların ittifakını sağlayıp geliştirir ve AKP-Cemaat-Ergenekon üçlüsünün karşısında (bazen de arasında) daha pro-aktif bir politikayı mümkün hale getirir. Böyle bir politika, hem Kürtle-

kızılbaş - sayfa 9 - sayı 37 - nisan 2014 - http://www.kizilbas.biz - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 rin hem de Türklerin yararına olacaktır. * * * Erdoğan ın Ergenekon a zeytin dalı uzatma yönündeki hamlesi sadece PKK nin konumunu etkilemiyor. Erdoğan dan böyle bir davranış beklemeyen aydınlar arasında da karışıklıklar ve şaşkınlıklar yaratıyor. Bu kişiler Erdoğan ın şimdiye kadarki otoriterleşme yönündeki hamlelerine iyi-kötü bir kılıf bulabiliyorlardı. Ancak katilliği herkesçe bilinen bazı Ergenekon sanıklarını göz göre göre tahliye etmesini izah etmekte zorlandılar. Erdoğan ın son on yıldır Kemalist bürokrasiye karşı bir devrim yapmakta olduğuna gerçekten inanan veya inanmış görünmeyi çıkarlarına uygun bulan bu yazarlar, şu sıralar o muazzam devrim in nasıl ellerinden kaymakta olduğuna dair hayıflanmalar kaleme almakla meşguller. Diğer bazıları, böyle olması gerekmezdi inlemesinin eşlik ettiği bir kaderciliğe sapmış görünüyorlar. Kendilerini olayların akışına bırakmış gibi bir halleri var. Bir de dinci harekete Türkiye yi demokratikleştirmede neredeyse özsel misyonlar yükleme noktasına savrulmuş eski solcular ve liberaller var. Onlar da Erdoğan ın yeni yönelişine rasyonel kılıflar uydurmakla meşguller. E. Mahçupyan ın, Erdoğan ın askerlerle flörtünü Kürt sorununu çözmeye yönelik yeni bir iktidar bloku inşa etme girişimi olarak lanse etmesi örneğinde olduğu gibi. Son olarak, Erdoğan ın yeni yönelişini Ergenekonla gerçek bir ittifak değil de Cemaat belasından kurtulmak için başvurulmuş geçici bir manevra olarak anlamak eğiliminde olan yazarlar var. Bu tür yorumculara göre, Erdoğan Cemaat belasını savdıktan sonra tekrar Ergenekoncuları dövmeye başlayacaktır. Ergenekon generalleri beraat etmedi, sadece tahliye oldular! diyen yazarların bir kısmı bu mezheptendir. Aslına bakarsanız bu düşüncede belli bir gerçeklik payı vardır. Çünkü ilk olarak hiçbir kişi veya parti elindeki iktidarı başkasıyla paylaşmayı istemez; paylaşmak zorunda kaldığında da onu geri alma eğilimi taşır. Bu ilişki, iktidarın mantığına içkindir. İkinci olarak da Ergenekoncular Erdoğan eliyle serbest bırakılmış olsalar bile yeni durumda Erdoğan ınkini değil, kendi oyunlarını oynayacaklardır. Diğerleri bir yana, sırf bu iki nedenden ötürü, Erdoğan ın kafasında ileride Ergenekonla yeniden hesaplaşma ihtimaline ilişkin fikirler dolaşıyor olabilir. Ancak bu tür fikirler mevcut güç dengeleri içinde gerçekleşebilir şeyler olmadıkları için Erdoğan ın ileride yeniden Ergenekonla hesaplaşacağı iddiası boş bir umudun ifadesi olarak kalmaya mahkumdur. Öte yandan Ergenekoncuların iktidar oyunlarına yeniden dahil olduklarını söylemek, Türkiye yi önümüzdeki dönemde eski Kemalistlerin yöneteceği anlamına gelmez. Son gelişmeler, Ordu da dahil politika üzerinde etkisi olan bütün güç ve örgütlerin pozisyonunda bazı değişiklikler yapacaktır. Bu cümleden olmak üzere Ordunun eli düne oranla biraz daha rahatlayabilir. Ne var ki bu durum, eski Kemalistlerin Türkiye yi tek başlarına yönetmelerine yetmez. Bunun temel nedeni, Türk toplumunun derin toplumsal yarılmalarla bölünmüş olmasıdır. Bu toplumsal yarılmalar, son iki aydaki gelişmelerin bir kere daha gösterdiği gibi, yeni fay hatlarının eklenmesiyle genişleyip derinleşmektedir. Bu koşullar altında, Türkiye yi tek başına yönetebilme kabiliyeti, giderek tesadüfe bağlı ve geçici bir niteliğe bürünmektedir. AKP seçimlerde %50 den fazla oy alsa dahi Türkiye yi eskisi gibi yönetemez, diyenler bu nedenle haklıdırlar. Ama AKP için geçerli olan şey, eski Kemalistler için de geçerlidir. Onlar da Türkiye yi tek başlarına yönetme kabiliyetine artık sahip değildirler. Böyle bir şeye kalkışırlarsa çok kısa süreli bir başarı sağlasalar bile Türkiye yi Mısır a veya Ukrayna ya dönüştürmekten başka bir sonuç alamazlar. * * * Sonuç olarak, Erdoğan ın yüzünü Ergenekonculara çevirmesiyle birlikte Türkiye deki siyaset sahnesi yeniden şekillenecektir. Kırım krizinin frenleyici potansiyelini göz ardı etmeksizin ekleyelim ki bazı dış faktörler de bu şekilleniş üzerinde katkıda bulunacaklardır. Söz konusu şekillenişin Kürt hareketi üzerine de bazı etkileri olacaktır. Bugüne kadar Erdoğan destekçiliğiyle ayakta kalmaya çalışan Kürt muhaliflerinin ayaklarının altındaki toprağın kayması ihtimali bunlardan birisidir. Erdoğan-Öcalan Yakınlaşmasının Mu haliflere Etkisi başlıklı bir önceki yazımda, Öcalan ın Erdoğan a yaklaşmış olmasının bu kesimler üzerinde ne tür olumsuz etkiler yarattığını tartışmaya çalışmıştım. Öyle görünüyor ki, Erdoğan ın yüzünü Ergenekonculara doğru çevirmiş olması, sözü edilen Kürt muhalifleri bakımından o yazıda tartışılanlardan da ciddi sorunlar doğurmaya adaydır. Yine de her krizin, aynı zamanda köklü zihniyet değişikliklerini gerçekleştirmek bakımından bir fırsat olduğu gerçeğini hatırlamakta fayda var. Mevcut kriz hali de Hamidiyeci ideolojinin son on yılda Kürt aydın ve siyasetçilerinin bagajına kattığı açık ve gizli tortulardan arınmak ve Kürt hareketini, Türk siyasal sistemini oluşturan tarafların basit bir uzantısı olmaktan çıkararak kendi ayakları üzerinde durabilen toplumsal bir harekete dönüştürmek bakımından bir fırsata dönüştürülebilir. Sizce böyle bir şeyi ummak çok mu safça olacaktır? Bizdeki Hamidiyeci hegemonyayı besleyen Türkiye deki merkezler birbirine girmişken. Türkiye deki merkezleri besleyen küresel aktörler konuyla ilgili politikalarını değiştiriyorken. Ve son olarak korucular bile Türk siyasal bütünlüğünden kopma eğilimine girmişken. 2014-03-17

kızılbaş - sayfa 10 - sayı 37 - nisan 2014 - http://www.kizilbas.biz - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 Kardeş miyiz? Herkül Millas Azınlık üyesi olmak da, ama azınlık üyesini mutlu kılmak da zor. Ben, örneğin Hepimiz kardeşiz söylemini sevmem, hatta bundan rahatsız olurum. İlk elde en iyi niyetli söz gibi görünür, ama bana gizli amaçlı bir projenin ifadesi gibi gelir. Sanki birileri Sen kendini farklı görüyorsun, ama biz senin farklılığını kabul etmiyoruz, seni bizim gibi, bizden farksız kabul ediyoruz diyorlarmış gibi algılarım bu sözü. Yani benim azınlık kimliğim tanınmıyor bu durumda, ve dolayısıyla bu söz rahatsızlık kaynağı oluyor. Ne zaman Bu insanlar bizdendir, kardeşlerimizdir, hiç ayırt etmeyiz lafını duysam, içimde sıkıntının doğmasını bu biçimde açıklıyorum. Bu lafları söyleyenin, birilerini asimile etmek istediğini düşünürüm. Komplodur bu söz derim. Hatta, ikiyüzlülük sezerim: Güzel laflarla maskelenmiş bir yok etme, yok farzetme yordamı. Bunun aksi ifadesi de vardır: Bu insanlar bizden değildir, biz bu insanlarla kardeş kardeş yaşayamayız, bizden çok farklıdırlar. Bu laf da beni, daha da rahatsız eder. Bu kez ayırımcılık vardır diye, yeniden azınlık damarım tutar. Ne demekmiş Siz farklısınız! Anayasa ya göre, ama en temel insan hakları bağlamında da, çağdaş bir toplumda siz-biz nasıl olur? Hepimizin eşit ve farksız olmamız ve öyle sayılmamız gerekmiyor mu? Zaten azınlıklar ne çektiyse bu anlayıştan çekmiştir diye düşünürüm. Siz bizden değilsiniz diye başlar ve dışlama, hakkın yenmesi, aşağılanma diye sürer gider. Bu lafın arkasında da ırkçılık vardır diye kızarım. Her iki lafın da beni ayrı ayrı rahatsız etmesi beni ayrıca rahatsız ediyor. Bu konular aklıma takıldığında, aynı anda aklıma Hüseyin Rahmi Gürpınar gelir, çünkü onun Ben Deli miyim? diye bir romanı vardır. Roman bir yana, Ben ne istiyorum? sorusu günceldir ve önemlidir. Çünkü, düşünün, çoğunluktan biri, Sevgili dostum, seni nasıl görmemi istiyorsun, kardeş mi sayayım seni yoksa benden farklı bir kimse olarak mı? diye sorsa, benim doğru dürüst bir cevap vermem gerekmiyor mu? Onun da bir yanıt alma hakkı doğmaz mı bu sitemlerimin sonunda? Nasıl bir yanıt vermeliyim bu sorusuna? Bu konuda açık, yani kolay anlaşılır bir yanıtımın olmaması bana çok ilginç geliyor. Ama durum rahatsızlık verici de. Bu açmaz, azınlıkların mutlu olamamalarının bir ek nedeni gibi beliriyor. Yoksa tatminsizlik, her yanda düşman ve her zaman komplolar gören bir azınlık algılamasından mı doğuyor? Bu algılamaya azınlık kompleksi demek daha doğru mu acaba? İşte bunları düşüne düşüne bu yazıya koyuldum. Bitirmek için de son bir gayrette bulunacağım. Kendimi (her zaman değil, arada sırada) bir azınlık üyesi olarak gören ben, bana kardeş muamelesi de, yabancı muamelesi de yapılmasını veya beni bu nitelemelerle belirlemelerini istemiyorum. En başta, kimsenin bu konuda görüş bildirmek hakkı olmamalıdır diye bir duygu var içimde. Azınlıklar ve azınlık üyeleri birileri tarafından belirlenmemeli. Kendi kendilerini belirlesinler, gerekirse veya böyle bir ihtiyaç duyarlarsa. Siz şusunuz, busunuz lafının kendisi rahatsızlık kaynağıdır (en azından benim için). Ne olduğum konusunda konuşma hakkı yalnız bende olmalıdır. Birilerinin belirleyici sıfatıyla dolayısıyla üstün ve egemen bir statüde kardeş veya düşman söylemine girişmesidir sorun. Aslında bu söylemlerin her ikisi de (kardeş/düşman), bir kim üstündür, kim güçlüdür kavgasında yer almakta ve aynı mesajı vermektedir: Senin ne olduğuna ben karar veriyorum! Bu, kişisel düzeyde de (yani iki kişi arasında) olabilir, gruplar düzeyinde de (çoğunluk azınlık arasında). Ne söylendiği ikincildir. Önemli olan, konunun hangi biçimde ele alınmış olduğu ve konuşma hakkının kullanılması. Bu hakkın birilerince kullanılması, başkalarının başka bir hakkının kısıtlanması anlamını taşır. Rahatsızlık bundan doğar gibi geliyor bana. Tabii, akla en doğal soru geliyor: Çoğunluk veya çoğunluktan bir kimsenin nasıl hissettiğini ifade etme, bu kimsenin azınlığı ve üyesini nasıl algıladığını söyleme hakkı olmayacak mı? Tabii ki olacak. Ama öteki ni nasıl gördüğünü söylerken öteki konusunda değil, kendi hakkında (duyguları, algılamaları, korkuları, ideolojisi hakkında) konuştuğunun bilincinde olması şartıyla. Sen kardeş sin veya Sen düşman sın diyenin, aslında kendi duygularını ifade ettiğini bilmesi gerekir. Oysa günümüzde yapılan bu değil. Konuşan, kendi algılamalarını ifade ettiğini bilmiyor; bir gerçeği ifade ediyor ettiğini sanıyor. Örneğin, fetva verircesine Kardeşiz diyen, bununla yetinmeyip, Ben seni kardeşim sayıyorum, sen beni nasıl görüyorsun? diye sorsa ve sonra, iyi niyetle ve yanıtı kabul etmeye hazırlıklı durumda, ötekini dinlemeye ve anlamaya açıksa, durum bambaşka olur. Böyle bir durumda kişiler gerçek bellediklerini dayatmıyor, kendi iç dünyalarını ifade ediyorlar demektir. Buna kim itiraz edebilir? Yani ben birilerince belirlenmek istemiyorum. Yarın sabah kalktığımda bu toplumun eşit vatandaşı olmak isteyebilirim. Ama yarın öğleden sonra, saat beşte diyelim, bazı arkadaşlarla buluştuğumda azınlık üyesi olarak onlarla sohbete de başlayabilirim. Gece bastırınca da başka birileriyle dünya vatandaşı oluveririm. Bu, Doktor Jekyll ve Mr. Hyde olmak demek değildir. Hepimiz öyleyizdir. Birçok kimliğe sahibiz. Tek birine sokulunca sıkıntı basar ve çelişkiler doğar. Bir tek kimliğin gömleği dar gelebilir birçok kimseye. (Gelmeyene ne demeli? Bilmiyorum! Yakıştı diyebiliriz) Asıl güzel olan, bu konularda serbest olmamız, dikkatin odağı olmamamız, konu olmamamız. Azınlık olmak zor ama onu anlamak daha da zor, öyle değil mi? Kaynak: Azınlıkça Dergisi

kızılbaş - sayfa 11 - sayı 37 - nisan 2014 - http://www.kizilbas.biz - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 Yüzleşme Ali Haydar KANLI Berlin; bir üçgeni andırdı bana üç ucunda üç kat gerildim çarmıha ötekiydim ben Jenosid kıskacında Ermeni,Süryani, Pontus Rum u, Kızılbaş ve daha ne kadar öteki varsa Anadolu`da Talat, Enver, Cemal, Kemal paşalar karşımda refakat etmek istiyorum Teleryan a Lemkin in sıcak insan yüzü beliriyor karşımda içimdeki volkan kabarıyor, hiçkırıklar takılıyor boğazıma kısık bir sesle sadece hayır, şimdi degil diyebiliyorum röportaj yapmak isteyen Elif Kabukcu ya İşte tüm iticiligiyle duruyor Brandenburger Tor da tanrılaştırılmış Sovyet Ordusu, meydan okurcasina insanlığa. Sachsenhausen Toplama (İmha) Kampı beni üç boyutlu bir kıskaca aldı adeta 12 eylül zindanlarından Erzurum Toplama (İmha) Kampına oradan da Sibirya ya ve tekrar Almanya ya savruluyordu insan yanım... sanki gizli bir güç itiyordu beni gerisin geri çakılıp kalmıştım adeta, gitmiyordu ayaklarım ileri... oysa işte orada, on adım ilerde Krematoyum denen insanlığın ibret abidesi 41 dereceye firlamış ateşim daha fazla ayakta kalamıyorum Peter den alıyorum daha sonra Pepeyi ve Turgud adlı türk istihbarat seflerinin Berlin (sachsenhausen KZ) ziyaretine ait fotograf ve bilgilerini.. yıl bin dokuzyüz kırk iki Nazi kampında ne arıyorlardı (yapıyor) acaba? Üstelik gelmeden birkaç gün önce Erzurum a sürmüşlerdi bin Yahudiyi sahi, Hitler in ögretmeni de Mustafa Kemal degilmiydi? ve Mustafa Kemal in başkomutanı Liman von Zanders... Yıllar önce okumuştum İlya Ehrenburg ve daha birçok yazarın kitaplarından ama bizzat yaşamak bambaşkaydı bu yeryüzü cehennemlerini... Villa Wansee; Kemal yaşasaydı diye söze başlıyor Alman Führeri.. ve devamla; " Mussolini de iyi ögrencisiydi, ama en iyi ben kavradım Mustafa Kemal`i şimdi hedefimiz Polonya, İleriiiiiiiiiiii! Almanlara yeni yaşam alanları açacağız, Silip atacağız tarihten Lehleri.. Polonya işgali öncesi son gizli toplantı Stugart duruyor karşımda 1935 Nürnberg Anayasasının baş mimari DR Azmi ve Bahettin beyler mi? 1878 Berlin kongresindemiyim yoksa? sahi aralarındaki kayıp kimdi? Talat Pasa degil mi? iyi de neden 1921 hepsinin ölüm tarihleri? EL-DE Haus; (eski Gestapo Merkezi) ürperiyorum! Onbinlerce insanın kimlikleri okunuyor ve duvara yasıtılıyor kimlik bilgileri.. okunuyor aynı zamanda ne zaman nereden alınıp nerede ve nasıl öldürüldükleri. Hücrelere aşina gözlerim ama buradaki durum bizimkinden çok daha vahim... Sinti, Rom, Romalar toplanmış Deutz taki Schwars-Weiß sahasına buradan, bir gecede on bir bin Yahudi ve BİN BEŞ YÜZ ÇİNGENE yollanıyor Ausschwitz toplama (İmha) kampına... yanılıyormuyum yoksa? hafizam yine gelgitlerde Der-Zor yolu sanki burası ve sürüklenen cesetler; Ermeni, Süryani cesetleri.. ve su geçen kamyonların üzerindeki insan iskeletleri sahi nereye yollanıyor, kim neyler ki insan kemiklerini? Pontus Rumlari mi yoksa Kimbilir! Kocgiri yad Dersim`dir belki de öyle gerginim ki sığmıyorum, sığamiyorum kabuguma İspanyol Antifaşit Cephesindeyim şimdi çomak sokuyorum zulmün çarkına ahh! keşke yoldaş olaydım Aliser ben sana binbir ihanetin, ihanetçinin inadına... Yahudi Mezarlığı (Boklemünd) iste orada ayakkabı topuğu formundaki mezartaşı Josef in mezarı burası hemen canlanıyor gözümde Ermenilerin o dülger (sanatkar) elleri şimdiki Kempgen ayakkabı magazaları zincirinin ilk dehası el konmuş Nazi lerce nasıl ki Gayrimüslümlerin tüm varlıklarına elkonduysa bizde de o da ne? Bir mezar kurşunlanmış birkaç adım ötede soyunu kırdıkları yetmemiş kin kusuyorlar hala mezar taşlarına bile.. ah şu benim sefil insanlığım bak işte surada Ani Harabeleri oysa daha yüzyıl evvel ışıl ışıl dı geceleri ve insanın içini ışıtırdı cıvıl cıvıl çocuk sesleri peki ya Ahdamar`a ne demeli? nerede o eski görkemi? ya Ayintap`in, Diyarbakir`in, Mardin, Siirt, Sebastia, Erzurum`un dülgerleri? acının her yanı ezer içimi ammaaaaa... ille de Gomidas`ın suskunlugu öldürür beni... Nisan 2014 / Almanya

kızılbaş - sayfa 12 - sayı 37 - nisan 2014 - http://www.kizilbas.biz - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 Olmak ya da olmamak X. Çelker Shakespear Dersim'i bilir miydi, Dersimliler'den haberdar mıydı bilinmez. Ama o, Dersim'i bilmezse de, Dersimliler'den haberdar olmazsa da Dersim'in geleceği bu sözde saklı. Dersimliler açısından artık "olmak ya da olmamak"tan daha ivedi bir gerçeklik yoktur. Çünkü Dersimliler'in küçümsenmeyen bir kesimi kendisini ya Türk, ya da Kürt görmekte. Yanısıra kendisini Ermeni veya Arap görenler de var. Bu durumda akla hemen şu sorular gelmekte: Dersimliler neden hep kendinden daha büyük, daha güçlü bir olguya ait olmak ister? Bu makalede Tunceli-Pülümür'lü Musa Tanrıkulu atalarının tüm baskılara, kıyımlara rağmen koruduğu aidiyet duygusundan yoksun bir vaziyette, uğrdığı asimilasyonun dahi farkına varmadan, T.C. milliyetciliğine soyunarak, cahilliğini "bilgiyi ve teoriyi Cumhuriyetin okullarında ve Türkçe olarak" edinmekle giderdiğine vurgu yapıyor. Oysa T.C. okullarında okutulan tarih bilgisi sağ kanat bir ideoloji olan Türk-İslam sentezinden ibarettir. Dersim Soykırımı da bu teoriyle hazırlanıp uygulanmış. Fakat böylesi zavallılar bunun dahi farkında değildirler. Bu nedenle kendisini, tarihi coğrafyanın adı olan Dersim'le değil de "Cumhuriyet ve ilericiliği ifade ettiği için Tunceli ile ifade ediyor ve bundan gurur duyuyor. "Bölgemizde bu özelliklere sahip Türkler, İranlılar ve Araplar gibi milletler yaşamaktadır. İleri ve uygar toplumların dillerinden, geri kalmış toplumların dillerine sürekli olarak kelime ve kural akışı olmuştur. (..) Bu nedenledir ki Zazacada kullanılan kelime sayısı 1500-2000 i geçmez", diyen Musa Tanrıkulu yayınlanmış olan Zazaca sözlükleri alıp bir gözden geçirse yalan söylemlerinden ötürü utanır mı aceba? Türkçe'de "m" harfiyle başlayan tek kelimeni olmadığını biliyor mu? kelimelere karşılık ne diyecek?" Bunu yazan Tanrıkulu fizik, matematik, sosyoloji, asit, alkol, glikoz, tanjant, kare sözcüklerinin Farsça; kimya, hukuk, edebiyat, fen sözcüklerinin ise Arapça olduğunu biliyor mu? Bilmez, haberdar değildir, onu ilgilendirmez. Çünkü o artık Tanrıkulu değil T.C.'nin kuludur. "Tarihi süreç içinde coğrafyamızda öncelikle ölmeye mahkûm Zazaca, Kürtçe, Süryanice ve benzeri diller olacaktır", diyen T.C. kulları olduğu sürece muradına ermeleri de ne yazık ki olasılık dahilindedir. İkinci örnek "http://www.zazaki.net/haber/zazalarkurt,-zazaca-kurtcedir-1305.htm" linki ile "zazakî.net"de yayınlanan "Zazalar Kürt, Zazaca Kürtçedir" başlıklı makale. Bu makaleyi Dil Sanat ve Kültür Derneği (ziwan-kom), Newepel gazetesi, Şewçila dergisi, Zazakî.net, Vate dergisi gibi kurum, dergi ve internet sayfalarının yanısıra Roşan Lezgîn, Bîlal Zîlan, Munzur Çem, J. İhsan Espar gibi bireyler de imzalamışlar. Neden bir başka ırka, bir başka dine, bir başka dile, bir başka coğrafyaya ait olmak ister? Asıl olan bir yere ait olma duygusu mu, yoksa kendi gücüne güvenemeyip başka şeylerden medet ummak mı? Şucu-bucu olma isteğinin nedeni yalnızlıktan kaçış mı, korku mu? Yoksa kendinden güçlüyü arama isteğinin nedeni kendine güvensizliği mi? Aşağıda vereceğim iki örnek kuşkularımda haklı olduğumu gösteriyor. Birinci örnek Doğu Perinçek'in 06 Temmuz 2012'de, "ip.org.tr" sitesinde Musa Tanrıkulu'- nun Tunceli liyim ve anadilim Zazaca adlı makalesini yansıttığı Zazaca ve Kürtçe öğretim dili olabilir mi? adlı makalesi. Cömerd, çadır, çarmıh, çeper, çeyrek, desimetre, destek, dezge, fırsat, göçer, herkes, kelepir, namerd, pehlivan, pergel, pervane, peşin, piyade, rehber, sarhoş, serbest, serseri, sınır, vadi vb. daha bir çok kelimenin Zazaca veya Kürtçe'den Türkçe'ye geçtiğini biliyor mu? Cumhuriyetin kuruluşunda bu yana her türlü imkan seferber edilmesine rağmen Türkçe kelimelerin sayısının 8.000 olduğunu Nişanyan Etimoloji Sözlüğünde belirtir. Musa Tanrıkulu sayın Musa Canpolat'ın sözlüğünü eline alıp sözcükleri sayabilse bu sayıyı en az ikiye katlayacağından haberdar mı? "Mesele gelip burada düğümleniyor. 1500-2000 kelime ile hayatını ancak devam ettirebilen Zazalar fizik, kimya, matematik, hukuk, edebiyat, sosyoloji kısacası fen, edebiyat ve kültür eğitimini hangi kelimeleri kullanarak öğrenecek. Asit, alkol, glukoz, tanjant, karekök, açı, dikdörtgen, üçgen vs vs İlk kez olsa gerek bu kadar kurum ve birey biraraya gelip devletin bir kurumu olan Milli Eğitim Bakanlığı'nın bir çalışmasını avazları çıktığı kadar desteklemekte ve minettarlıklarını şöyle ifade etmektedirler: "Artuklu Üniversitesi akademisyenlerince hazırlanan KURDÎ 5 Kurmancî ve KURDÎ 5 Zazakî ders kitaplarında kullanılan tanımlar, dil ve terminoloji doğrudur. ( ) hazırlanan kitaplar, hem dilin kullanımı açısından hem de içeriği açısından titiz ve değerli bir çalışmanın ürünü olup, takdir edilmesi gereken bir çalışmadır. Bundan dolayı, kitabı hazırlayanları kutluyor, kendilerine teşekkür ediyoruz." Bu kutlama ve teşekkürün nedeni ne aceba? Akla tarihi Türk-Kürt itifakının devamı olasılığı ile yakın gelecekte "Kurdi"nin eğemenliği altına girecek olan Zazaca'nın akibeti geliyor. Kitapta Kurdî, Kurdki isimleri geçmekte ve yanısıra Zaza Kürtleri demekte. " Gerek Kurmancca gerekse

kızılbaş - sayfa 13 - sayı 37 - nisan 2014 - http://www.kizilbas.biz - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 Zazaca lehçesinde kullanılan dil, standartlaşmaya doğru giden bir dildir. Bunu destekliyor, çalışmalarından dolayı kendilerini kutluyoruz" diye de temenilerini ifade etmekteler. Burda sorulması gereken, Standartlaşmaya doğru giden bir dil mi, Kurmanci'leştirilen bir dil mi? sorusudur. Başta C. M. Jacobson, M. Sandonato ve daha sonraları Prof. Gippert, Dr. L. Paul gibi dilbilimcilerle Zazaca'ya yönelik çalışmalara Ware (Dergisi) Grubu olarak 1991'de başladık. 1992 yılında Elifba Warey diye adlandırdığımız Zazaca Alfabeyi yayınladık. C. M. Jacobson eşliğinde yapılan bu çalışmaları, yine C. M. Jacobson 1993 yılında "Rastnustena Zoné Ma" adıyla kitaplaştırdı. Vate grubu ise tam 5 yıl sonra, 1997 de ilk sayısını yayınladı. Kendilerinden önce yapılmış olan bu çalışmaları sırf siyasi görüşlerine tekabul etmediği için -kısacası Kürtcülük yapılmadığı için- görmezden geldiler. Fakat, Zazaca'ya yönelik hiç bir çalışması olmayan E. C. Bedirxan'ı kendilerinin kılavuzu edindiler. Vate dergisinin Ware dergisine alternatif olarak çıkarıldığını Roj TV'de Lerrzan Jandil bizzat ifade etti. Ware dergisini çıkaranlar kürtçülük yapmıyorlar diye "bölücü" oluyorken, kimliğini inkar edenler dilbilimci mi oluyor? Ware Grubu olarak Zazaca alfabeyi oluştururken, Bedirxan alfabesini incelemiş ve bazı seslerin karşılıklarının o alfabede olmamasından (x-ğ harfi) dolayı, Zazalar'ın da Türkçe'yi bilmelerinden hareketle Latin harflerinin Türkçe üzerinden alınmasının okuma-yazmayı kolaylaştıracağını baz alarak hareket etmiştik. Örneğin "ı"ve "i" harflerini Bedirhan Alfabesinin "i" ve "î"sine tercih etmiştik. Attığımız adımın doğru olduğunu da pratikte gördük. Bunu isteyen her kes Ware ve Bedirxan albesiyle yazılmış aynı metni bir Zaza okuyucuya okutarak sınayabilir. Divengî adıyla alfabede işledikleri ses ise "xw" sesi ve buna da xwazgîn, xwe, xwendî, xwezila örnekleri verilmiş. Dilden anlayan birinin bu ses kombinasyonunun Zazaca olmadığını bilmesi gerekir. Onlar da Zazaca'da bu sese örnekler bulamadıklarından Kurmanci örnekler vermek zorunda kalmışlar. Ayrıca Ware Alfabesi'nin teknik olarak da büyük bir kolaylık sağladığının altını da çizmeliyim. Ders kitabında "dibistan" ile "Wendegeh" kelimeleri bolca kullanılırken, Zazaca konuşanlar tarafından yaygın olarak kullanılan mektebe kelimesi kullanılmamış. Kelimelerde tabelada gösterildiği gibi özellikle Kurmanciye benzetme çabası sözkonusu. MEB tarafından yayınlanan Zazaca'- da yaygın kullanılan şekli kitapta kullanılan şekli bajar paca baş/başe pîrozkerdene başûr rewşe belê rojawan birine rojhelat candar sipas cilan şanbaş ciwîyênê şodirbaş cu taşti cugeh tehmserd çalakî temaşe kerdene dorûverê vakur gelek xebat mamosta xîzikoke kerdene nêmroj yewşeme suke qula rınd şén kerdene vervaroc hal héya ğerb dırbete şerq roene berxudar be kınci şano xér weşiya xo ramıtene şodıro xér weşiye ara mekan bé tam kar u gure sér kerdene / téy niadaene der u dor zıme xélé/zaf kar/gure malım ğıj kerdene peroc bazar Bahsi geçen Kürtçe'leştirme çabaları aşağıdaki isim ve örnek cümlelerde olduğu gibi bir bütün olarak kitaba yansımış bulunmakta. Azad, Berfin, Bawer, Bınefşe, Hêlîn, Beybûn, Zana, Roni, Baran, Rénas, Mizgîne, Loran, Lorane, Soran, Zerga, Terfa, Tajdîn, Goran, Solîne, Dilgeş, Rûmete... Gelî Kurdan, bêrin têde biwanîn. Beyta Feqî ya Vengê Xanî yo Ziwané kurdkî yo Pirtûka Xwendina Kurdki Zazaca'nın en yoğun konuşulduğu yerlerden biri olan Mamekiye ve Bingöl'un adı hiç geçmezken, Hekari-Çolamerik, Muş, Wan yaygınca kullanılmış. Tarihi Désim (Dersim) adı da Tunceli anlamında sadece bir kez kitapta yer almış. Aidiyet ile ilgili yukarıda sorulan sorulara verilecek cevap ne olursa olsun doğuştan gelen bu duygunun kaybolmakla yüzyüze olduğu "Herkesin bildiği sır"dır. Sağlıklı bir şekilde tatmin edilemeyen, yok olmakla karşıkarşıya gelen bu duygudan dolayı ne yazık ki kendi olmaktan öte, hep başka arayışlara yönelme ihtiyacı duyulmuştur. Sağlıksızlık çocuklukta başlamış. Aile ortamında özgün bir birey olarak büyütülmemiş. Kendisine sürekli, "ben Dersimli'yim, ben Alevi'yim, benim dilim Zazaca'dır deme", denmiş. Kırsalda etrafını saran Müslüman kesim, şehirlerde mahalle baskısı, herhalükarda zorbannın gücünü ensesinde his ederek büyümüş, korkularla büyütülmüş. Yanısıra kuşaklararası kopukluk yaşanması nedeniyle ne özgünlüğünü hissedebilmiş, ne de aidiyet duygusundan payını alabilmiştir. Kendimizi kimseyle kıyaslamadan özgünlüğümüzü, bir yere ait olduğumuzu hissetmek zorundayız. Bunun da yolu aidiyet duygusundan geçer. Ait olma duygusu insanın varlığını devam ettirebilmesi için gerekli bir duygudur. Çünkü insanın tek başına varlığını sürdürebilmesi mümkün değildir. İnsan aidiyet duygusu ile büyür ve ölür? Kamillerimiz lafanlamazlara herslendiklerinde, "Mı névake kıré mıra niyo, mı va ke mıra niyo" derlerdi... Kaynak: http://www.vartositesi.com/makale/128/42/

kızılbaş - sayfa 14 - sayı 37 - nisan 2014 - http://www.kizilbas.biz - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 DERSÊN KURMANCÎ(2) BEŞA DUYEM ROJÊN HEFTÊ DUŞEM SÊŞEM ÇARŞEM PÊNCŞEM ÎN ŞEMÎ YEKŞEM ROJÊN HEFTÊ Uğur Adsız Dudu dudu, duşem tê Sêşem li pê duşemê Çarşem roja çaran e Daye pêşiya pêncşemê Pêncşem çû mala xalo Xalo çû mala kalo Ka navê kalo çi ye? Navê kalo înî ye. Şemî rojek pir xweş e Dilê me dike şahî Em dilîzin bi hev re Bi lîstok û biyarî A va ye hatiye yekşem Zarok çûne çem û çem Duşem, sêşem û çarşem Pêncşem û roja înê Diçe bi kar û xebat 01-RÊBENDAN 02- REŞEMÎ 03- ADAR 04- AVRÊL 05- GULAN 06- PÛŞPER 07- TÎRMEH 08- TEBAX 09- ÎLON 10- KEWÇÊR 11- SERMAWEZ 12- BERFANBAR 01-DEMSALÊN SALÊ 1-BİHAR 2-HAVÎN 3-PAYÎZ 4-ZİVİSTAN SERENAVÊN MEH Û ROJÊN TAYBET Eger mebest ji navên meh û rojan meh û rojên taybet bin, bi tîpên girdek dest pê dikin. Lê eger mebest daraz û ragihandin be, bi tîpên hûrdek dest pê dikin. Mînak: Roja Evîndaran 14ê reşemîyê ye. 14ê Reşemiyê Roja Evîndaran pîroz be. 21ê Adarê Cejna Newrozê hat pîrozkirin. Cejna Newrozê 21ê adarê ye. 1ê Gulanê Cejna Karkeran pîroz be. Her sal yekê gulanê Cejna Karkeran e. JİYAN Bİ KURDÎ XWEŞ E Zimanê me him rûmeta me ye him jî resm û reng û dengê me ye. Bi zimanê xwe, xwe nas bike û bi zimane xwe, xwe naskirin bide. Eger mirov bi zimanê xwe bifikre bi zimanê xwe dipeyve, bi Kurdayî jiyana xwe derbas dike. Di jiyana Kurdan de Xeyal û xewn û evîn bi zimanê dayîkê xweş e. Eger mirov huner û edebiyata xwe bi zimanê Kurdî kar bîne şewqa wî di mêjî û dilê mirov de cîh digire. Ji binbîraxwe de siya reş paqij bikin ku, rûyê we sipî, jiyan û qedera we gul û behar be. DEMÊN ROJÊ SİBE SİBÊ NÎRVO ÊVAR ŞEV PEYVÊN Jİ BO SLAVDAYİNA DEMÊN ROJÊ ROJBAŞ / SİBÊ TE Bİ XÊR DEMBAŞ/ - ÊVARBAŞ/ ÊVARÊ TE Bİ XÊR ŞEVBAŞ / ŞEVÊ TE Bİ XÊR DANÊN ROJÊ DANÎ SİBÊ /06-12 DANÎ NÎRVO /12-18 DANÎ ÊVARE /18-24 DANÎ ŞEVÊ /24-06 Daniyek demekîi ji sedî sed ne diyarê lê em dikarin daniyekî wekî 6 demjimar hesep bikin. Lo û lê, lê û lo Ka werin vê şahiyê Hatiye dawiya heftê Bi xweşî be li her derê MEHÊN SALÊ madergisi@gmx.de

kızılbaş - sayfa 15 - sayı 37 - nisan 2014 - http://www.kizilbas.biz - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 HALKLARIN VE KADINLARIN ÇIĞLIĞI ERBANE Ayşegül Karadağ Erbane Mezopotamya da yaşayan halkların yaşam biçimlerine de uygun enstrüman. Def e benzediğini gördüğümde hele de kadının elinde her alanda çalınması dikkatimi çeken en büyük özelliği olmuştu. Erbane halkların ve kadınların çığlığı. Dikkatimi çeken en büyük yönü kadının çok hassas ve çok nazik bir şekilde belki de çığlık çığlığa Erbane yi kullanması olmuştur.erbane çalan kadınları gördüğümde içim büyük bir coşku ve heyecanla dolup taşar. Bu büyük coşku ve heyecan beni Erbane nin tarihine götürdü.neden kadın? Erbane İbranice de 'tef', Sümerlilerin dilinde 'dup' Arami dilinde ise 'doff, daff', Şırnak ve Serhat bölgelerinde 'def' Xerzan ve Diyarbakır yörelerinde ise 'erbane' ismiyle kullanılıyor. Erbanenin sesi doğanın sesidir. Erbaneyi M.Ö binli yıllarda kadınlar ortaya çıkarıyor. Diyarbakır'da çok sık kullanırken Ortadoğu ve Asya'da çok yaygın. Erbane müziğin bir parçasıdır ve Kürt kültüründe önemli bir enstrümandır. Kürt, Arap, Ermeni, Süryaniler düğünlerinde, dinsel ayinlerinde erbane çalıyor. Tarihin derinliklerine inersek, asıl anlamda Zerdüştler zamanında yani islamiyetten önce Kürtler, ateşler yakarak özellikle kadınlar bu ateşin etrafında halay çekerlerdi. Bu enstrüman hem eski hem de çok sesli ve renkli. Gerçekten 5. yüzyıldan önce varolan bu enstürman şu an unutulmanın eşiğinde. Erbane Mezopotamya da yaşayan halkların yaşam biçimlerine de uygun enstrüman. Erbaneyi diğer vurmalı çalgılardan ayıran özelliği, vuruşların dıştan içe doğru olmasıdır. Bu da çalgıcı ile çalgının bütünleşmesini sağlıyor, içselleştirme sözkonusu. Hunermend Sosin in Erbane ile ilgili sözleri ciddi anlamda beni etkiledi. Erbanenin Eğer gücün yoksa beni çalma dediğini belirten Sosin, Eğer o gücün yoksa, ruhsal açıdan enerjik olmayıp ve hayallerini onunla birleştirmezsen, o seni kabul etmez. Hem estetiktir, hem nazik hem de asildir diye konuşuyor. Erbanenin kadının rengi ve kadını tanımladığının da önemine değinen Sosin, Zerdüştlük döneminde kadınlar çalıyordu ama islamiyet geldikten sonra birçok şey kadına yasaklandı. Sanat alanından, erbane çalmaya ve daha birçok şey.. diyor. Erbanenin unutulmayla yüze yüze kaldığının çok acı bir durum olduğuna dikkatleri çeken Sosin, bundan dolayı erbaneyi bir hastalık gibi yaymak istediğini de söylüyor.. Sosin, ilaçtan daha etkili bir şekilde insan ruhunun derinliklerine ulaşabildiğini anlatıyor.. Şu an günümüze baktığımızda yürüyüşümüzde, mitingimizde, taziyemizde, düğünlerimizde kullanıyor. Zerdüşlük döneminde kadınlar çalıyordu ama islamiyet geldikten sonra birçok şey kadına yasaklandı. Sanat alanından, erbane çalma ve daha birçok şey... İslamiyet döneminde Kaside-i bürde gibi camilerde, mevlütlerde çalınıyordu. Buralarda da erkekler rol sahibi olduğu için kadınların yeri yoktu. Dervişler, sofiler çalıyordu mesela. Kadını tanımlayan bir alettir ve kadının rengidir. Erbane perdeli bir enstrüman olmayışından notaları farklıdır. Solfejle değil bona ile çalınıyor. Yani melodiyle değil, ritimle... La ve do tonlarında çalınır. Erbane bugün her herkesin elinde kullanılarak bizlere güç veriyor. Hem estetiktir, hem nazik hem de asildir. Aslına bakıldığında kadının rengidir ve kadını tanımlıyor. Mesela şeklini un eleğinden (bêjing ve moxil) almıştır. Doğaya bağlı ve yaratıcı olanlar bunu kullanmıştır. Bu da kadının doğasında vardır. Özelliklerine ve farkındalıklarına gelirsek, değişik çalma şekilleri vardır. Mesela etrafında halkacıklar var, ritimler eşliğinde 10 a yakın versiyonla çalınabiliniyor. O halkacıkların sesi, insanı yüreğin derinliklerine götürüyor. Çalarken bunları hissetmeniz lazım. Farklı bir yanı daha; stresli anlarda, üzgün ve kederli anlarda ve hatta keyifli anlarda can arkadaşınız oluyor. Öfkeli ve kızgın anlarda çok sertçe vurup, bütün öfkenizi bırakabiliyor ve rahatlayabiliyorsunuz. Kederli anlarınızda ruhun derinliklerine inip kederinizi paylaşıyor ve mutluluğunuzu da aynı şekilde. İlaçtan daha etkili ve yararlıdır. Erbane, kültürümüz, kuruluşumuz ve varlığımızdır. Bir Kadın erbane çalıyorsa kutsaldır. Her zaman Erbane çalan Kadını kutsanmış olarak görmeye devam edeceğim. Kadının tarihi yazgısı bende hep böyle özel, coşkulu ve heyecanlı kalacak. o çaldığında sömürülen, öldürülen, ezilen, intihara zorlanan, terk edilen, çaresiz bırakılan tüm kadınların çığlığı olur.

kızılbaş - sayfa 16 - sayı 37 - nisan 2014 - http://www.kizilbas.biz - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 Kızılbaş Kürtler Nasıl Türkleştirildi? Süleyman Şahin Devlet Kızılbaş ve Kürtler üzerinde dil asimilasyonunu Köy Enstitüleri ismi altındaki okullarla başlattı. Bu okulların ilerici bir yönü de vardı elbette. Köyü ve çevreyi maddi yönde geliştirmek ve okumayı yaygınlaştırmak için faydalı idi. Sadece devletin niyeti bu değildi. Kızılbaş ve Kürtlerin inancını ve dilini nasıl yok ederiz? diye bu projeyi hazırladılar. Bu stratejiye uygun çalışmalar yürüttüler. Ben bu açıdan bunun bizim için bir yıkım olduğunu açıklamaya çalışacağım. İnanç ve Kürt dilini yasaklamadan bu proje genişletilmiş olsaydı ben bunu tamamen desteklerdim. Elbette Kürt Kızılbaşlar sadece asimile olmadılar; Anadolu da yaşayan tüm halklar bu sistemle kendi inanç ve ana dillerini unuttular. İşte, karşı çıktığım ve eleştirdiğim konu budur. Bu okullarda mezun olanlarla bir konuşun. Eğer bu ortamdaki yeniliklerde kendilerini geliştirmemişlerse tamamen Kürt ve Alevi düşmanıdırlar. Öteki halkların da aynı yöntemle asimile olduklarını belirtmek isterim. Elbette Anadolu daki Kürt, Laz, Çerkez, Arap, Ermeni gibi onlarca halk Osmanlı Devletinin son dönemlerinden itibaren çeşitli kırımlardan geçirilerek, bu halkların mozaiğini bozarak, sadece hayali bir Türk ulusu fikri yaratmaya çalışan Mustafa Kemal ile hayata geçmiş oldu. Dağlarına ve taşlarına da çeşitli sloganlar yazarak devletin tüm kurumlarında Türk ten başka hiçbir halkın olmadığını yok sayarak, asimile propagandasını geliştirdiler. Bu karamsar tablo günümüzde halen devam etmektedir. Elbette bu Anadolu mozaiği bir gün kendine gelerek demokratik hakkı olan dil özgürlüğüne ve diğer haklarına kavuşacaktır. Kızılbaş Kürtler nerede olursa olsunlar tamamen Kürtçenin Kurmanci lehçesiyle konuşurlar. Başka bir dil bilmezdi. Hele bizden önceki kuşaklar kesinlikle bir tek sözcük Türkçe bilmezlerdi. En büyük dil katliamı Cumhuriyet döneminde, bu okulların açılmasıyla ve bizim kuşakla başlamıştır. Zaten Cumhuriyet dönemine kadar halk hiçbir zaman devleti sistemini tanımadan yaşamıştır. Cumhuriyet döneminde devlet halkın üzerinde çeşitli bahanelerle baskı yaratmıştır. Bazı kendini bilmez sözde Kürt ve Kızılbaş Aleviler de Kürtçe diye bir şey bilmiyorlar. Dediklerinden biz de bir şey anlamıyoruz. dediler. Ben bu görüşe hiç katılamam. Sebebine gelince; her Kürt Kızılbaş bir düşünsün önce. Anne ve babaları ile kaç kelime Türkçe konuşuyorlardı? Ben şu kanaatteydim; bizim kuşağa kadar Kızılbaş Kürt Aleviler hiçbir zaman asimile olmamıştır. O kendini bilmez kişiler kendilerinden önceki kuşakları bir düşünsünler. Onlar sadece hem Kızılbaş hem de Kürt kimliğini muhafaza edenlerdir. İşte, cumhuriyet döneminden sonra hem Kürt kimliği hem de Kızılbaşlık bizimle tarihe gömülmek istenmiştir. Onu da bizim kuşaklarla yapmayı başarmışlardır. Tahminim odur ki, yeni kuşaklar buna müsaade etmeyecektir. Benim esas görüşüm budur. Yöre insanının sabrını tüketerek, isyan ettirmişlerdir. Bu isyanlara da çeşitli kılıflar uydurarak, bunlar gericidir bunlar şapka giymiyor gibi söylem ve bahanelerle kıyımlar yapmak suretiyle, gelecek kuşaklara hiçbir şey bırakmadan, bütün bilgileri ve yazılı olan ne varsa hepsini yok etmişlerdir. Aynı bugünkü köy korucu sistemi gibi bir çalışma içerisine girerek, Kürdü Kürde kırdırma politikasını yürütmüşlerdir. Yani isyanlar hiçbir zaman durmamıştır. 1938 yılına kadar bu isyanlar devam etmiştir. Tabi bunlar yöresel düzeyde kalmıştır. Yani tüm Kürdistan ı içerisine alacak bir örgütlemeye gitmeden hepsini imha etmişlerdir. Kürdistan özgürlük hareketi çıkana kadar bu böylece devam etmiştir. Ancak özgürlük hareketi bütün bölgelerde mücadeleyi omuzlayarak birleştirmeyi başarmıştır. Cumhuriyet döneminde de bölgeyi eritememişlerdi. Bu dönemler, dünya durumlarını da göz önüne alarak, çeşitli incelemeler de bulunduktan sonra Biz bu halkın dilini nasıl yok ederiz? konusuyla hayli meşgul olmuşlardır. Bunun üzerine çeşitli araştırma komisyonlarını kurarak, buna kafa yormaya başladılar. Belirli projeleri o dönemin Avrupa devletlerinin çeşitli kurumlarıyla beraber hazırlamışlardır. Tabi bu projeleri hayli zaman aldı ve nelerin yapılacağını iyice araştırdıktan sonra bu konuları uygulamaya koydular. Nihayet belli bir sonuca gittiler. 1940 yılında bilhassa Kürt ve Kızılbaş bölgelerinde öğretmen yetiştiren okullar açmayı başardılar. Bu okulların adına da Köy Enstitüsü diyerek bu bölgelerde yaygın bir şekilde hayata geçirdiler. Köy Enstitülerinin başına o zamanın ilericisi olan Tonguç Babayı görevlendirdiler. Türkiye deki tüm halkları, Arapları, Ermenileri, Süryanileri, Çerkezleri velhasıl halkların hepsini Türkleştirmek için yaptılar bunu. Bu okullarda kız ve erkekler beraber eğitim yapardı. Öğretmen olanlar her çeşit el sanatlarını okullarda öğrenerek kendi köylerine gönderirlerdi. Bu okullara sadece köy çocukları alınacaktır. Bunlar öğretmen olduktan sonra da herkes kendi köyüne görevli olarak gideceklerdir. Ancak bu yolla biz bu bölgelerde belirli bir ilerleme kaydederiz düşüncesi bir strateji oldu. İlk olarak Akçadağ kazasında bu okulu hayata geçirdiler. Bundan belirli tecrübeler edindikten sonra bunu öncelikle Kızılbaş Kürtlerin bölgelerinde açtılar. Sonra bunları çeşitli bölgelere yaydılar. Bütün civar köylerden belirli çocukları jandarma ve köy muhtarları vasıtasıyla toplamaya başladılar. Velinin razılığı olup olmadığını hiçbir zaman göz önüne almadan, bunu gerçekleştirdiler. Karşı çıkan aileleri ise jandarma aracılığıyla sindirdiler. Bu çocukları Köy Enstitülerinde yatılı olarak tam beş sene bir erozyona tabi tutarak benliklerini ve kişiliklerini tamamen yok ederek, kendi ideolojisine hizmet edecek birer robot halinde yetiştirdiler. Bu projelerini öyle uzmanlara hazırlattılar ki, bunlar devrimcilik adına köyleri kalkındırma faaliyeti olarak lanse etmeye başladılar. Şunu her zaman gizli tuttular; Mademki siz bunu köylerin kalkınması için yapıyorsanız, neden bu halkın kendi dili ile bunu gerçek-

kızılbaş - sayfa 17 - sayı 37 - nisan 2014 - http://www.kizilbas.biz - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 leştirmiyorsunuz? Zaten bunu diyen insanları da hepten bu proje içerisine almadılar. Yani bu Kürt çocuklarını beş veya altı sene gettolarda yetiştirerek kendi köylerine göndermeye başladılar. Bu çocukları öyle yetiştirdiler ki, tamamen kendi kendilerine yabancılaştılar. Bunlara insan demeye bin şahit gerekirdi. Kendi adet ve ananelerine ve de kendi yaşam biçimine ters düşecek şekilde yetiştirildiler. Kendi köyündeki yetişmeye göre güzel yedirdiler, güzel giydirdiler. Kendi yöre halkına tamamen yabancı bir duruma getirerek, kişiliklerinden kopardılar. Yani eski durumlarından utanır duruma getirdiler. Elbette oradan okuyanlar kısa zamanda kendilerini unuttukları için, bu oyunun farkına varmadan bu durumu sevinçle karşıladılar. Çocukları senenin belirli tatil günlerinde evlerine gönderdiler. Bunlar kendi ailelerine tamamen yabancı geldiler. Anne ve babaları onlardan bir şey anlamadan onlarla hiç sohbet etmeden sadece onları kendi kucaklarına alarak onların üzerine ağladılar. Çünkü anne ve babaları onların dilinden bir şey anlamıyorlardı. Ancak bir insanın birbiriyle kaynaşması kendi ana diliyle olur. Bütün canlılar ancak kendi ana dilleriyle birbirine ısınırlar. Yani kaynaşma aracı kendi ana dilleridir. İşte, cumhuriyet projesi tamamen bu aracı ortadan kaldırdı. Kendi çocuklarına tamamen yabancı bir aile durumuna düştüler. Bir de okullarda şunu öğrettiler: Siz annelerinize giderseniz mutlaka bir hediye alınız. Onların gönlünü alırsınız Yani kısacası ne gibi oyunlar varsa hepsini denediler. Bunların tek sebebi ise o yörelerin tamamen isyan ruhunu yok etmekti. Bir de kendi kendilerine yabancı bir insan türü yetiştirmekti. Çocuklar evlerine hediyelerle gelince anneler; Yavrum bu hediyeler yerine kendi dilimle benimle konuş, beni daha çok sevindirmiş olacaksın. dediler. Mesela kendim yaşadığım bir örneği vermek istiyorum: Devlet yetkilileri kendi benliğinden uzak, kendi öz yaşantısını inkâr eden, kendi ana dili olan Kürtçeyi unutarak, Türk ten daha da Türk olan bir nesil yetiştirmeyi başardılar. O çocukları en güzel bir şekilde giydirdiler. Ancak böylelikle getto hayatıyla özgeçmişlerini unutturdular. Öğretmenler içinde köy hayatını yazan yazarlar da yetişti. Sadece Türkçe yazdılar. Bunlar bilhassa Türkçenin gelişmesinde ve yerleşmesinde harç görevini üstlendiler. Bir de Köy Enstitülerinin ikinci aşaması olarak, her köyde en az askerliğini yapmış olan bir kişiyi bularak bunları eğitmen olarak yetiştirdiler. Bunları tam altı ay bir kurstan geçirerek, ellerine de basit bir çalışma programı verdiler. Bu eğitmenler altı aylık kurstan mezun olan her adayı da kendi köyüne gönderdiler. Bunların asil görevi kendi köylerinde birinci derecede yetişkin halkın ana dilini yasaklamaktı. Aynı zamanda gece okulları da açarak, halka anadillerini unutturmaya çalıştılar. Böylece onları kendilerinden utanır bir duruma getirdiler. Karşı çıkanlar da yakın karakollarda baskı ve sindirmeye tabi tutuldu. Bunların kontrolleri ise, birer gezici başöğretmenlere verildi. Halk bunlara gezici öğretmen derdi. Gerek eğitmenler gerekse öğretmenler birbirlerine de birer kontrolcü gibi oldular. Köye gezici öğretmen geldiği zaman, bu köylerde yetişkinleri de kontrol ederdi. Eğer köylü vatandaşlar belirli derecede Türkçe bilmiyorlarsa, o eğitmen hakkından tahkikat açardı. Bunlara gereken cezalar verilirdi. Öteki öğretmenleri bunun üzerinde tamamen bir üst dereceyle taltif (nişan, ödüllendirme) ederlerdi. O dönemde köylerdeki bu eğitimcilere belirli bir şekilde devlet yardım yapmaya başladı. Tabi bu yardımlar tamamen karşılıksız olarak veriliyordu. Devletin amacı, eğitimcilerin hayat şartlarını halkın hayat şartlarından farklı bir şekilde yükseltmekti. Her sene eğitimcilere iki takım elbise, hanımlarına ve çocuklarına da elbiseler veriyorlardı. Ayrıca her türlü yiyecek, un, şeker, çay, gibi eşyalar veriyorlardı. Öğretmenin hiçbir geçim derdi olmazdı. Devletin istediği, öğretmenin kendi insanını iyice ezmesi kendi dilini yasaklayarak birer Türk ten daha fazla bir Türk olmasını sağlamaktı. Eğer o eğitimci kendisine verilen görevi yerine getirmezse, ceza olarak başka bir yere sürgün mahiyetinde tayin ediliyordu. Bu eğitimciler kendi okullarında öğrenciler arasında tamamen bugünkü korucu sistemi gibi bir uygulamaya girdiler. Öğrencileri birbirlerine karşı ajanlaştırdılar. Bunların evde Kürtçe konuşmalarını engellemek için bazı çocukları ajan seçiyorlardı. Eğer çocuk evde kendi nenesiyle ve de annesiyle Kürtçe konuşmuşsa ertesi gün o ajan çocuk bunu tez elden öğretmene yetiştirirdi. Öğretmen o çocuğu sıraya kaldırarak sorguya çekerdi. Sen filan saatte kendi annenle şu kelimeyi konuşmadın mı diye sorardı. Ben seni orada dinledim. Sen beni hiç göremedin. Ya da Ben evin bacasından seni dinledim sen kendi nenenle Kürtçe konuşuyordun. gibi uydurma laflar söyleyerek, çocukları öğrencilerin huzurunda ölesiye döverlerdi. Bunu anne ve babaları işittiği zaman, eğer anneleri veya babaları karşı çıkarsa, onları da karakolda dövdürürdü. İşte, böylesi zalim bir çemberden geçerek asimile olduk. Bunların hepsi birer gerçektir. Ben de o öğretmenlerden az sopa yemedim. Keller köyünde Alo nun oğlu Hüseyin Çolak başında geçen bir olayı şöyle dile getiriyor: Ben ilkokul dördüncü sınıftaydım. Bizim köyün öğretmeni, bir gün biz derste iken, Hüseyin sen tahtaya kalk dedi ve tahtaya kaldırdı. Sen evde Kürtçe konuşmuşsun ben seni dinledim. dedi. Hâlbuki öğretmen dinlememiştir. Benim arkadaşlarımdan herhangi birisini ajan olarak peşime takıp öğrenmişti. Beni iyice dövdü. Ben o gün anneme söylemeden okuldan kaçarak Akçadağ kazasının Örüçki köyüne, bir akrabamın yanına gittim. Tabi o köy bize en az 20 km uzaklıkta. Birkaç gün sonra annem geldi, beni oradan alarak tekrar okula getirdi. Böylece benim okuma hevesim kaçmış oldu. Ben o sene sınıfta kaldım. Öğretmen ise bizim köyden birisiydi. Elbette ki öğretmen kendi görevini yapıyordu. Hiçbir şeyin farkına varmadan vatan aşkıyla çalışıyordu. Ondan dolayı o kişi çok mutlu idi. Eşim Döne Şahin bir misal veriyor: Benim birkaç erkek kardeşim öldü. Kardeşim İbrahim Şahin bizim köye yakın Bekiruşağı köyünde ilkokula başladı. Nenem Döne de onu o kadar seviyordu ki hiç tarif edemem. Öğretmen ise Keğali Köyünden. Yıl 1955 idi. Tabii öğretmen Kürtçe konuşmayı yasaklamıştır. Benim kardeşim eve gelince hiç konuşmuyor. Nenem kar-

kızılbaş - sayfa 18 - sayı 37 - nisan 2014 - http://www.kizilbas.biz - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 deşim okuldan geleceği zaman hemen evin yanına gider ağlamaya başlardı. Yine benim torunum geliyor. Benimle konuşmayacak, ben onsuz nasıl yaşarım diyerek, bunu nasıl ben konuşturayım? diye de bize sorardı. Her zaman Ahmet Mordeniz e beddua ederdi: Senin de torunun olursa seninle konuşmaya O zamanlar Ahmet Mordeniz bize sık sık gelirdi. Kardeşim okula başlayınca, nenemle de konuşmayınca nenem Ahmet Mordeniz i evden kovdu. Artık öğretmen gelmez oldu. Bunun gibi binlerce misaller var. Bunlar her evde her gün yaşanan zorluklardı. Benim yeğenim Kazım Bektaş başında geçeni şöyle anlatıyor: Bekiruşağı köyünde 1970 ile 1971 yıllarında Akçadağ kazasına bağlı olan Kajıklı köyünden bir öğretmen görev yapıyordu. Aynı yılda ben de okula gidiyordum. Öğretmen öğrenciler arasından kendine has bir ajan grubu oluşturmuştu. Bunlar bir gün benim amcaoğlu Halil Bektaş ve Mehmet Temur adındaki çocukları Kürtçe konuştular diye şikâyet ediyorlar. Öğretmen bu iki çocuğu sınıfın huzurunda sıralar üzerine çıkararak dövmeye başladı. Benim amcaoğlunun kulakları sağır oldu. Mehmet Timur o anda sınıfın içine hem çişini hem de altına kaçırdı. Bu korkunç bir olaydı. Bu olay ne zaman aklıma gelse sinir krizi geçiriyorum Her evde böyle işkence çektirilen onlarca çocuk vardı. Çünkü öğretmenin öncelikli görevi ana dilinin unutturulmasıydı. Onu da devlet başardı. Bu sistemi tüm Türkiye de yaşayan her halka uyguladılar. Bir tek halk ortaya çıkardılar, ona da Türk ismini verdiler. Bu sorunlar o kadar çoğalmaya başladı ki, öğretmeler artık kendi kendilerine tamamen yabancılaştılar. Yine bir misal verilecek olursa; Bizim oralı bir kişi Akçadağ ın bir köyünde öğretmenlik yapıyor. O arada kendisinin babası da yanına geliyor. Tabi köylü olduğu için, bir de fakirliği işin içine girince daha da vahim bir giyiniş akla gelir. Bir köylü bakıyor ki, yabancı bir adam köyün içinde gezip öğretmeni soruyor. Adam hemen öğretmenin yanına gelerek Bir adam seni soruyor. diyor. Öğretmen cevap veriyor diyor ki; O benim hizmetkârımdır. Onu görürsen yanıma gönder Böylece kendi gerçekliğini inkâr ediyor. Keller Köyünde İnsaf Çolak başından geçenleri şöyle anlattı: Ben öğretmen okulunda okuyordum. Gerek öğretmenlerin gerekse öğrencilerin üzerimizde hayli baskıları vardı. Ben, Kürt ve Kızılbaş olduğum için, okul yönetimi üzerime çok geldi. Bu altı sene zarfında bana oruç tutturdular. Ben, hem Kürtlüğümü hem de Kızılbaşlığımı artık inkâr eder duruma düştüm. Eğer Kürt ve Kızılbaşlığımı inkâr etmemiş olsaydım zaten orada okuyamazdım. Aynı zamanda oradan sağ da dönemezdim. Mutlaka intihar ederdim. Ya da sakatlanarak eve dönerdim Halk devletin asimilasyonuna çaresiz katlandı. Hiçbirimiz anlayamadık. Ancak birbirimizi düşman olarak gördük. Tabi bu da yine devletin üst kademelerindeki insanlara yaradı. Onlar sanki bize birer uyuşturucu iğne yaparak uyuşturdular. Bizim öz benliğimizi elimizden alarak bizi bize yabancılaştırdılar. O dönemin yönetici kadroları belirli bir şekilde kendi gayelerine ulaştılar. Okullarına aldıkları öğrencileri güzel giydirerek, halkın yaşantısına ters düşmelerini sağladılar. Öte yandan halkın onlara imrenmesini sağlayarak çelişkileri derinleştirdiler. Yine ikinci bir mühim mesele de, halkın içinden yandaş bulmaları oldu. Bu iki konuyu irdelediğimizde şu sonuçlara varırız: Çocukları okula giden vatandaşlar, belirli bir zaman sonra, çocukları mezun olunca, durumlarını biraz düzelttiler. Bu aileleri öteki ailelerle çatışma durumuna düşürdüler. Yani o çocuklarını okutan aileler tamamen devletten yana çıkmaya başladılar. Devlet kendi çevresini genişletmeye başlamış oldu. Böylece eski inançlarına ve kendi yaşam biçimine ters düşmeye başladılar. Artık o halk arasındaki eski paylaşımcılık sistemi tamamen zayıflamaya başladı. Köylerdeki eğitimciler köylülerin çocuklarına işkenceler yaptıkça, halk ile tamamen ters düşmeye başladılar. Halk önceleri onlara ne kadar karşı çıktıysa da bu karşı çıkanlar belirli dönemlerde karakollarda işkenceye alındılar. Bu eğitimcilerin taraftarları daha da çoğalmaya başladı. Bu şu sonucu çıkarmış oldu ki, artık halkın birliği ve beraberliği bozulmaya başladı. Halk öyle bir duruma geldi ki kendi yörelerinden göçmek zorunda kaldılar. Zaten devletin amacı da halkı göç ettirip eski yaşam şekillerine son vermekti. Yoksa devletin, halkın yaşam seviyesini yükseltme diye bir sorunu yoktu. Binlerce yıl katliamlarla ve kıyımlarla yapamadığını, basit bir şekilde ana dilini yasaklayarak, kendi kendine yabancılaştırarak amacına ulaştı. Kızılbaş Kürtler bu projeyle bilhassa çok okuyan ve memur olan, Türk devletinin birer savunucusu oldular. Aynı zamanda şiddetli entegrasyonda Türk ten fazla Türkleri savundular. Bu proje milli şef olan İsmet İnönü tarafından gerçekleştirildi. Eskiden silahla yapamadığını, en kısa zamanda ve basit bir şekilde hiç kendini yormadan, oradaki yaşayan halkı birbirine düşürerek halletmiş oldu. Yukarıda belirtilen Asimilasyon neticesinde, Kızılbaş Kürtler kendi anadili olan Kürtçeyi unutmak mecburiyetinde bırakıldılar. Böylesi zalim bir asimilasyon politikası uygulanan halkı Kürtçe bilmiyor diye eleştirmek büyük bir hata olur. Biz yurtdışında yaşayan torunlarımızdan kendi anadilini konuşmasını beklemenin hata olduğu gibi -ister istemez büyük bir asimilasyondan geçtikleri için- kendilerini o ülkenin birer vatandaşı olarak görmektedirler. Biz onlarla hiçbir şekilde tercüman olmadan anlaşamıyoruz. Bu projeye bile hâkim sınıflar tahammül etmeden, çeşitli bahaneler uydurarak bunlar komünisttir, vatan hainidir diye suçlayarak 1952 yılında Köy Enstitülerini kapattılar. Oradaki okuyan kızları hemen başka okullara gönderdiler. Bu okulların ismini de Öğretmen Okulu olarak değiştirdiler. Bu konuyu kendi yazmış olduğum bir şiirimle sonuçlandırmak isterim. Not: Konu biraz uzun olduğu için, beni bağışlamanızı, yeni yetişen genç kuşaklar bu konuyu bilmediklerinden dolayı biraz teferruatlı yazmak mecburiyetinde kaldım. EĞİTİMCİLER EĞİTİMCİLER Kurdunuz Köy Enstitülerini Talan ettiniz Kürt çocuklarını Irkçı, inkârcı yöntemlerle Boşalttınız benliklerini Türkçüleştirdiniz Kürt Gençleri! Önce Anadilinden başladınız Folklor, edebiyat ve türkülerini Birer birer açık ve gizli

kızılbaş - sayfa 19 - sayı 37 - nisan 2014 - http://www.kizilbas.biz - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 Talan ettiniz birliğimizi, kimliğimizi! Birçok hile birçok düzen Bizi asıl kahredip ezen Demokratlık, sosyalistik adına Bin bir maske bin bir düzen Birer birer açık gizli Yok ettiniz dilimizi kimliğimizi! Okullarda meydanlarda sinsi sinsi Dolandınız kiminiz milli, kiminiz dini Yedi yaşında Kürt çocuğunun canını Türk varlığına armağan ettiniz En büyük Türk, ey yüce Türk! Irkçılıkta yok üstünüze, evvel Allah! Tekinize bile karşı çıkamaz cihan haşa! En büyük Türk, büyük yok başka!.. Kokuşmuş kurduğunuz düzen Zindan hücre ve işkence Zulüm kalınlaştıkça sona yaklaşır Çöküyorsunuz şanlı mücadelemiz yüklendikçe! Kaynak: http://www.nurhakisigi.com/?p=3707 Öcalan'la görüşecek gazeteciler için 6 isim İmralı adasındaki Öcalan-gazeteciler görüşmesinin iki hafta içerisinde gerçekleşeceği öne sürüldü. Radikal.com.tr - Çözüm sürecinde yeni bir adım olarak Öcalan'ın İmralı'da bazı gazeteciler ve akiller heyetinden isimlerle görüşmesi bekleniyordu. Yerel seçimler öncesi yavaşlayan süreçte bugün yeni bir iddia ortaya atıldı. Artıbir Haber 'den Yaşar Can'ın haberine göre, Abdullah Öcalan'ın Newroz mektubunda çözüm sürecine devam mesajı vermesinin ardından gazetecilerin İmralı'ya iki hafta içerisinde gitmesi bekleniyor. Habere göre, Öcalan'la görüşecek gazeteci ve yazarlar şunlar: Orgeneral Necdet Özel Bakü de Türk Silahlı Kuvvetleri Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel, bazı resmi temaslarda bulunmak amacıyla Azerbaycan a geldi. Orgeneral Özel ve beraberindekiler, başkent Bakü programı kapsamında Azerbaycan ın Merhum lideri Haydar Aliyev in Fahri Hıyabanda bulunan mezarını ziyaret ederek çelenk bıraktı. Daha sonra Türk Şehitliği ne geçen Özel, şehitlik anıtına çelenk bırakarak saygı duruşunda bulundu. Anıt özel defterini imzalayan Orgeneral Özel deftere Yüce Türk milletinin kahraman evlatları aziz şehitlerimiz. Birinci Dünya Savaşı nda dünyanın en güçlü orduları karşısında bir çok cephede savaşmış bir milletin askerleri olarak sizler, daha yaralarınızı sarmadan Azerbaycanlı kardeşlerinizin yardımına koştunuz. Gence de başlayıp Bakü de zaferle sonuçlanan harekatta Azerbaycanlı kardeşlerinizle omuz omuza çarpıştınız ve onların özgürlüğü uğruna da canlarınızı feda ettiniz. Tarihte eşine çok az rastlanabilecek bu fedakarlığınız asil Türk milletinin şanlı tarihine altın harflerle yazılmıştır. Canınızı hiçe sayarak yapmış olduğunuz bu kahramanlık Azerbaycan, Türkiye kardeşliğinin sarsılmaz temellerini oluşturmuştur yazdı. Temsili şehit mezarlarına karanfiller bırakan Özel ve beraberindekiler Azerbaycan şehitliğini de ziyaret etti. Şehitlik hakkında yetkililerden bilgi alan Özel, şehitlik anıtına çelenk bırakarak saygı duruşunda bulundu. Orgeneral Necdet Özel bu gün ayrıca Azerbaycan Milli Savunma Bakanı Zakir Hasanov la da bir araya geldi. Basına kapalı gerçekleşen görüşmede iki ülke askeri ilişkilerinin ele alındığı bildirildi. Necdet Özel in Cuma gününe kadar devam edecek Azerbaycan temasları çerçevesinde Cumhurbaşkanı İlham Aliyev tarafından da kabul edilmesi bekleniyor. 2014/04/03 (CİHAN) http://www.aktifhaber.com/orgeneral-necdet-ozel-bakude-959362h.htm 1- Vatan Gazetesi yazarı Hüseyin Yayman 2- Türkiye Gazetesi yazarı Yıldıray Oğur 3- Habertürk Gazetesi yazarı Nihal Bengisu Karaca 4- Radikal yazarı Oral Çalışlar 5- Milliyet yazarı Nagehan Alçı 6- Sivil Dayanışma Platformu'ndan Ayhan Ogan 04/04/2014 Türk Milli Takımdan Nazi Selamı Federasyon reisliğini ittihadçılardan ve Altınordu Kulübü eski reislerinden Hamdi Emin Bey in yaptığı bu dönemde kulüplerin Türk olmayan futbolcu oynatmaları da yasaklanıyor. Sırf bu yüzden 1930 31 sezonunda İstanbul spor, Türk olduklarını ispat edemediği oyuncuları Kâzım ve Ramiz sebebiyle berabere bitirdikleri Beşiktaş ve Süleymaniye müsabakalarından hükmen mağlup sayılıyor. Alıntı: Memleket Futbolu.com sitesinden

kızılbaş - sayfa 20 - sayı 37 - nisan 2014 - http://www.kizilbas.biz - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 alman generallerin komutasında ingilizlere karşı çanakkale zaferi Çanakkale Savaşı Türk milliyetçi hamasetinin tepe noktalarından birini oluşturur. Giderek bir ulusal kuruluş efsanesi ne dönüştürülen Çanakkale savaşı, Türk milliyetçi duygularını yücelten bir kahramanlık destanı olarak görülmektedir. Tarih boyunca Türk ırkının kahramanlığı, savaşçılığı, cesareti üzerine izafe edilen söylem, yakın tarih söz konusu olduğunda Çanakkale de somutlaştırılmaktadır. Türk milliyetçi edebiyatında belki de üzerine en çok epik şiir, destan, güzelleme yazılan bir savaştır Çanakkale Buna karşın Çanakkale Savaşı hakkında yapılmış akademik çalışmalar, bilimsel tezler ise bir o kadar azdır. Yazılmış olanlar da hamaset edebiyatını aratmayacak cinsten Genelkurmay ın Savaş Bildirileri düzeyindedir. Dünyada Çanakkale savaşı üzerine yazılmış ciltler dolusu külliyatla, bibliyografyayla karşılaştırıldığında Türkiye deki akademik Çanakkale literatürünün alt düzeylerde seyrettiği görülür. Hamaset ve belagat söz konusu olduğunda gerçekten de Çanakkale geçilmez! ama bilimsel, akademik araştırmalara gelince Dur Yolcu! Bu yazımda Çanakkale Savaşı üzerinden yapılan iki önemli resmi tarih, resmi ideoloji çarpıtmasına dikkat çekmek istiyorum. - Bunlardan ilki Çanakkale Savaşı nı Türk Milli Mücadele sinin, Türk ulusal kurtuluş savaşının, Anadolu İhtilali nin bir parçası olarak sunan, hatta giderek onu bir ulusal kurtuluş bir sembolü haline getiren çarpıtmadır. - Diğeri ise orada sadece bir cephe komutanı olduğu halde sanki savaşın kaderini belirlemiş gibi Mustafa Kemal in Çanakkale deki rolünü, askeri yeteneklerini abartarak yapılan çarpıtmadır. Türk Milli Mücadelesi, Ulusal Kurtuluş Savaşı, Anadolu İhtilali kavramları Recep Maraşlı Türk resmi ideolojisi ve tarihinin adeta iki miladı vardır: Birisi 1071 Malazgirt savaşı, Anadolu nun Türkler tarafından fethi.. Diğeri de 19 Mayıs 1919; Türk ulusal kurtuluş savaşının başlangıcı Geçtiğimiz son 30 40 yıl içerisinde Türk ulusal kurtuluş savaşı nın niteliği ve anlamı üzerine genel olarak sosyalist harekette ve özel olarak da Kürt ulusal demokratik hareketinde uzun uzadıya tartışmalar yapılmıştır. Kemalist resmi tarihin belirleyici etkisi Kurtuluş savaşı efsanesinde görülür. Türk solu genellikle Türk ulusal kurtuluş savaşında güdük de olsa anti-emperyalist bir öz olduğunu, ve fakat bu mücadelenin kesintiye uğrayıp yarım kaldığını, Cumhuriyetin kuruluşundan sonra adım adım emperyalist hegemonyaya teslim olduğu görüşünü kabul eder. Bundandır ki 1920 lerde yarım kaldığı düşünülen ulusal kurtuluş mücadelesinin(milli-demokratik devrim) tamamlanması Türk solunun başat program maddesi olmuştur. Bu genel tezin çeşitli anti-tezleri geliştirilmiş olsa da Türk kurtuluş savaşı nın ulusal demokratik ve anti-emperyalist bir öz taşıdığı görüşü Türk/Türkiye sosyalistleri açısından bugün için de geçerliliğini koruyan temel bir referans niteliğindedir. Kürt ulusal demokratik hareketi de hemen hemen benzer bir noktada durur. Buna göre aslında ulusal kurtuluş mücadelesini Türklerle Kürtler, omuz omuza birlikte vermişler, fakat kuruluştan sonra Kürtler ihanete uğramış, ulusal varlıkları inkâr ve hakları gasp edilmiştir. Dahası kurtuluş savaşının ortağı olma argümanından yola çıkarak Cumhuriyetin kurucu ortağı olduğu görüşü kabul görmektedir. Bana göre Türk ulusal kurtuluş savaşı denen şey; 1900 lü yılların başında bile halen çok uluslu, çok kültürlü, çok etnikli toplumsal bir yapı sürdüren Osmanlı Devleti sınırları içinde bir Türk milli devleti oluşturmak üzere, İttihat- Terakki yönetiminden beri ( Rum, Ermeni, Asuri-Nasturi) gibi bölgenin en eski Hıristiyan halklarına karşı sürgün, katliam ve soykırımla sürdürülen etnik arındırma programının Kemalist kadrolarca tamamlanmasıdır. Türk ulusal kurtuluş mücadelesi Önasya, Ege ve Karadeniz de Rum halkını, Batı Ermenistan, Yukarı Mezopotamya, Kürdistan ve Kilikya da Ermeni halkını; Asuri-Nesturi halklarını göç ettirerek veya yok ederek, Misak-ı Milli denen sınırlar içinde bir Türk ulusal devleti kurulmasını sağlamıştır. Kemalist kadrolar önderliğindeki 1919-22 Türk milli mücadelesi İttihat-Terakki kadrolarınca yürütülen soykırım ve etnik arındırma siyasetinin dolaysız bir devamıdır. Kürtler, Çerkezler, Lazlar, Balkan ve Kafkas göçmeni Müslüman halklar ise Türk Müslüman özdeşleşmesi ile Türk milleti içinde tarif edilmiş; bu ulusların etnik hafızalarının zayıf olduğu, var olanların ise eğitim ve asimilasyon politikalarıyla köreltilerek kolaylıkla Türkleştirileceği varsayılmıştır. 2012 yılında TC Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül, Brüksel deki bir toplantıda Eğer Ege de Rumlar devam etseydi ve Türkiye nin pek çok yerinde Ermeniler devam etseydi, bugün acaba aynı milli devlet olabilir miydi? diye sorarken -sürgün ve mübadelenin kaçınılmaz oluşunu savunuyordu- tam da Türk Kurtuluş Savaşı nı özetlemekteydi. Türk ulusu Kurtuluş savaşıyla kimlerden kurtuldu?