Normal ve hastalıklı kaygı Korku ve kaygının birbirinden farkı Kaygı belirtileri Kaygı çeşitleri Kaygıyı etkileyen faktörler Anne baba tarafından yapılması ve yapılmaması gerekenler Çocukluk yılları insan hayatının en hızlı gelişim yıllarıdır. Bu yıllarda fiziksel, zihinsel, sosyal ve duygusal gelişimin temelleri atılır. Çocuk çevresini tanımaya çevresindeki ilişkileri kendince anlamaya, olaylara karşı bakış açısı kazanmaya ve olayları yorumlamaya çalışır. Bu gelişim süreci içinde çocuğun içinde bulunduğu çevre koşullarına göre kaygı düzeyi de şekillenmeye başlar. Kaygı duygusu anne babasının, öğretmenlerinin ve arkadaşlarının davranışlarına göre artar veya azalır. Kaygı iç ve dış dünyadan kaynaklanan bir tehlike olasılığı ya da kişi tarafından tehlikeli olarak algılanıp yorumlanan herhangi bir durum karşısında yaşanan bir duygudur. Kişi kendisini bir alarm durumunda ve sanki bir şey olacakmış gibi bir duygu içinde hisseder. Teknolojinin hızla gelişmesi, bilimsel buluşlar, nüfus artışı ve ekonomik sıkıntılar gibi stresi arttıran çevresel faktörler insanların kaygı durumlarını da arttırmaktadır. Organizmanın refahını tehdit eden her durumun bir kaygı oluşturduğu varsayılır. Fiziksel zarar tehditleri, benlik değerine yönelik tehditler ve bireyin yapabileceğinden fazla performans gerektiren durumlar da kaygı meydana getirmektedir. Çok hafif tedirginlik ve gerginlikten panik derecesine varan değişik şiddette kaygı durumu yaşanabilir. Endişe, gerginlik, ürkme ve kendini rahatsız hissetme, güvensizlik, korku, panik, şaşkınlık, tedirginlik, berrak düşünememe, ağız kuruluğu, baş ağrısı, baş dönmesi, bulantı, çarpıntı, güçsüzlük, halsizlik, iştahsızlık, kan basıncının düşmesi ya da yükselmesi, kas gerginliği, mide bağırsak yakınmaları, solunum sayısında artma, terleme, titreme, uykusuzluk gibi belirtiler ruhsal alandan bedensel alana doğru sıralanabilir. Ayrıca kaygı kişiden kişiye farklılık gösteren davranış belirtileri de gösterebilir. Alışılmamış bir durum, nesne ya da kişi ile karşılaşma, korku veren durum veya nesnelerle karşılaşma, takıntılı düşünceler (yaptım mı, yapmadım mı?), iç ve dış çatışmalar (karar verme güçlüğü) kaygıya neden olabilir. Genellikle, kaygı ile korku birbirine karıştırılır. Aralarında şöyle bir fark vardır: Korku, bilinçli olarak tanınan, belirli bir dış baskı veya tehlike karşısında ortaya çıkan heyecan dolu bir tepkidir. Ben köpekten korkarım örneğinde olduğu gibi korkunun kaynağını biliriz. Kaygı ise kişi tarafından bilinmeyen, belli olmayan tehlikelere karşı verilen bir heyecan tepkisidir. Bireyin kendi varlığı için gerekli olan değerlerin tehdit edilmesi halinin yaşandığı doğal içsel bir durumdur. Korkuda tehdit dışarıdandır, benliğinin bütünü tehlike altında değildir. Kişi tehlikeyi bilir ve bununla uğraşmak için kaçma veya savaşma biçiminde bir davranış gösterebilir. Korku veren durum ortadan kalktığında da rahatlar. Kaygı daha genel bir durumdur, korkudan daha şiddetli ve daha uzun sürelidir.
İnsan yaşamında normal ve hastalıklı olmak üzere iki tür kaygı vardır: Normal kaygı ölüm, yaşlanma, hastalık gibi gerçeklerle yüz yüze geldiğimiz, yalnızlık duygusu yaşadığımız ve yardıma ihtiyaç duyduğumuz zaman yaşanır. Bilinen ve belirli şeylerden, bilinmeyen ve belirli olmayan şeylere doğru hareket ettiğimizde normal bir kaygı yaşarız. Ancak kişi, kaygıyı taşıyamaz hale gelir, bastırma yansıtma, yüceltme, özdeşleşme vs. gibi savunma mekanizmalarını sıkça kullanırsa, bu hastalıklı kaygı olur. İnsanın gelişim sürecine bakarsak, bebeklik döneminden itibaren görülen normal kaygı yaşantıları, somut bir neden olmadan, yetişkinlik döneminde hastalıklı kaygıya dönüşebilir. Ortada görünür, geçerli bir neden olmadığı için bu tepkiler hastalıklı olarak değerlendirilir. Örneğin, yok olma kaygısı ve ayrılma kaygısı çocuklarda görülen, çeşitli tepkilerle ortaya çıkması beklenen normal kaygılardır. Ancak bunlar ileri yaşlarda bireyin günlük fonksiyonlarını ve performansını etkileyecek boyutlarda ortaya çıkarsa, hastalık olarak değerlendirilir. 1-2 yaş arasındaki çocuğun annesinden ayrılmaya bağlı olarak gösterdiği ayrılma kaygısı doğal karşılanırken, çok iyi imkânlar verilmesine rağmen yaşadığı bir şehirden başka bir yere gidemeyen bir kişinin kaygısı pek doğal karşılanmaz. Yani kaygı içinde bulunulan yaşa göre de normal veya hastalıklı olarak değerlendirilmektedir. Çocuk ve gençlerdeki kaygılar akademik, atletik veya sosyal konularla ilgili olabilmektedir. Küçük çocuklarda kaygı yaratan durumlar, ileri yaşlarda yaşanacak ruhsal tepkilerin temelini oluşturur. Çocuğun bebeklik döneminde temel ihtiyaçlarının karşılanmaması veya anneye aşırı bağımlı hale gelmesi, ilkel kaygı denilen durumun önemli bir unsurudur. Bütün gereksinimleri annesi tarafından karşılanan çocuğun annesinden ayrılmak durumunda kalması çocukta güvensizlik ve kaygı oluşturabilir. Birden ortaya çıkan çevre değişiklikleri de küçük çocukları endişelendiren en önemli durumlardan biridir. Çocuğun alıştığı rutin hayatının değişmesi veya herhangi bir şeyini yitirmesi kaygı duygusunu açığa çıkarabilir. Örneğin, anîden anne sütünden mahrum kalmak gibi engellemeler, çocukta kızgınlık ve düşmanlık duygularını ortaya çıkararak kaygıya neden olacak çatışmalar meydana getirebilir. İlerleyen yaşlarda; okula başlama, kardeş sahibi olma, arkadaş edinememe, başarılı olamama, arkadaşları tarafından istenmeme kaygıları görülebilmekte; ergenlikte ise gencin fizikî görünüşü, içsel ve sosyal çatışmaları, arkadaş ilişkileri, karşı cinsle ilişkiler ve anne baba tutumuna bağlı kaygılar görülebilmektedir. Kaygıyı insanlarda iki şekilde gözlemleyebiliriz: Ya kişi çok kaygılı birisidir (sürekli kaygılıdır), ya da çok kaygılı bir kişi değildir ama özel bir durum onu kaygılandırmaktadır (duruma göre kaygılanır). Bu, insanların özel durumları tehlikeli olarak yorumlaması sonucu oluşan kaygı ve kişinin içinde bulunduğu durumları genellikle stresli olarak algılaması veya yorumlaması sonucu oluşan sürekli kaygının bir başka biçimi şeklinde de açıklanabilir. Kaygı süreklilik kazandığında kişinin benliğini tehlikeye sokabilmektedir. Kaygının yararlı veya zararlı olduğunu anlayabilmek için kaygının şiddetinin ve başarılmak istenen görevin zorluk düzeyinin bilinmesi gerekir. Kaygının şiddeti ve başarılmak istenen görevin zorluk derecesi, kaygının yararlı mı yoksa zararlı mı olduğunu belirler. Zor bir fizik
problemini anlayarak çözümleme gibi, oldukça karmaşık bilişsel işlemleri içeren bir görevi başarma durumunda, kaygının zararlı olduğu gözlenmiştir. Öte yandan, basit bir işlemi gerektiren durumlarda orta derecede kaygı, göreve daha erken başlama ve daha erken bitirme açısından yararlı bulunmuştur. Kaygıyı Etkileyen Faktörler Yaş: Yaş, kaygıyı etkileyen önemli bir faktördür. Çocuk gelişiminde her yaşın kendine has özellikleri vardır ve çocuğun kaygıları, içinde bulunduğu yaşın özelliklerine göre farklılık göstermektedir. İlk yıllarda anneye bağımlı olan çocuğun en büyük kaygısı, annesinden ayrılmaktır. 3-4 yaşında kızlarda babalarının sevgisini, erkeklerde ise annelerinin sevgisini kazanma kaygısı; ilkokul yıllarında arkadaş edinememe, derslerde başarılı olamama kaygısı ve ergenlik yıllarında ise yakın arkadaşlar edinememe, bir grubun üyesi olamama, karşı cinse hoş görünmeme kaygısı ve bedende gerçekleşen değişikliklerin doğurduğu kaygılar görülür. Her yaş düzeyinde kaygının şiddeti veya sürekliliği değişir. Kaygının en yoğun yaşandığı yıllar, doğumdan sonraki iki yıl ve ergenlik yıllarıdır. Araştırmalar küçük çocukların kaygı düzeyinin büyük çocuklardan daha düşük olduğunu göstermiştir. Yaşa bağlı olarak hayattan beklentilerin artması, gerçeklerin daha iyi farkına varılması ve sorumlulukların artması buna sebep olabilir. Cinsiyet: Kaygı düzeyi cinsiyete göre farklılık göstermektedir. Araştırmalar, kızların kaygı düzeyinin erkeklerin kaygı düzeyinden daha yüksek olduğunu göstermiştir. Bu durum, kızların daha duygusal bir yapıya sahip olmalarından kaynaklanıyor olabilir. Anne baba tutumları: Kaygı, kökenini çocukluk yıllarından almaktadır. Çocukluk döneminde maruz kalınan aşırı reddedici, küçük düşürücü tutumlar, ergenlik döneminde diğer yetişkinlerin alaycı tutumları, ceza verirken anne babaların cezaya eşlik eden itici davranışları, çocuğun fiziksel veya psikolojik baskı altında tutulması, çocuğun altını ıslatma ve cinsel oyunlarının tepkiyle karşılanması, aşırı koruyucu tutumlar, anne babaların birbirine karşıt düşen istekleri, tutarsızlıkları, boşanmış ailelerde anne baba arasında boşandıktan sonra bile devam eden çekişmeler, çocukta kaygının oluşmasına neden olabilmektedir. Kaygı bulaşıcı bir duygu olduğundan, çevresinde kaygılı insanların (anne baba veya öğretmeni gibi otorite figürlerinin) varlığı çocuğun onlarla özdeşim kurmasına yol açabilir. Çocuklar ebeveynlerinin veya onların yerine geçen kişilerin kaygı, kızgınlık ve düşmanlık gibi çeşitli duygularını algılayabilirler. Kaygılı ve telaşlı bir annenin ses tonu çocuğu etkisi altına alabilir. Anneden geçen kaygı sonucu çocuk, zihninde yeni bağlantılar kurarak çevresindeki bazı kişiler ve durumlar karşısında da kaygı duymaya başlayabilir. Koşullu sevgi ortamında yetiştirilmiş çocuklar, sevgi ve ilgi görmek için yetişkinlerin kendilerinden beklediklerini yerine getirmeye çalışırlar. Çocuk, yetişkinlerden istediği ilgi ve sevgiyi göremezse kaygı duyar. Kaygıyı önlemek isteyen çocuk, birtakım savunma mekanizmaları kullanır; bu mekanizmaların sık kullanılması karakter oluşumunu olumsuz etkileyebilir.
Sosyoekonomik durum: Sosyoekonomik durumun yetersiz olması ailenin temel ihtiyaçlarını karşılayamamasına ve çocuğun gerek fiziksel, gerekse psikolojik açıdan yeterince tatmin olamamasına neden olabilmektedir. Bu da aile ilişkilerine gerginlik, sinirlilik, sebatsızlık, tedirginlik şeklinde yansıyarak, çocuğun yaşamını sürdürme kaygılarının oluşmasına yol açabilmektedir. Ayrıca çocuğun, okul veya ev çevresindeki arkadaşlarının yediğini yiyememe, giydiğini giyememe ve bunları içine sindirememesi de kaygı düzeyini yükseltebilir. Araştırmalar sosyoekonomik düzeyi düşük olan çocukların kaygı düzeylerinin yüksek olduğunu göstermektedir. Bu bağlamda anne babanın eğitim durumu ve mesleğinin de çocuğun gelişimi üzerinde etkili olabileceğini hatırlatmalıyız: Anne babanın eğitim düzeyi: Eğitim bireylere toplumca istenilen davranışları edindirmeyi amaçlar. Dolayısıyla eğitimin her kademesi, bireyi bu amaca yaklaştırır. Bu nedenle eğitim açısından, en yüksek kademede bulunan kişinin, çevresiyle uyumunun daha iyi olacağı düşünülür. Yani, eğitim durumu ebeveynlerin çocuklarına karşı tutumlarının belirlenmesinde de etkili olabilecektir. Yapılan araştırmalar da eğitim düzeyi yüksek ebeveynlerin çocuklarına yönelik tutum ve davranışlarının daha doğru olduğunu göstermektedir. Anne babanın mesleği: İnsanlar zamanlarının yarısından çoğunu çalışarak geçirirler. Ebeveynlerin meslekleri onların kişilik özelliklerini etkileyebilir. Sürekli stresli ortamda çalışan ebeveynler gün boyu gergin ve sinirli olacak ve bunu istemeden de olsa çocuğa yansıtabileceklerdir. Meslekler, ebeveynler üzerinde psikolojik etkiler yaratacağı gibi, çocukta da bazı kaygılara sebep olabilir. Anne veya babasının tehlikeli işlerde çalışması (polis, asker vs.), gece nöbetlerinin olması, iş saatlerinin düzenli olmaması, sürekli seyahati veya evden uzun süre ayrılmayı gerektiren bir işlerinin olması çocukların kaygı düzeylerini etkileyebilmektedir. Kardeş sayısı: Kardeş sayısı ailenin tutum ve davranışlarına ve ekonomik duruma bağlı olarak kaygıyı etkileyebilir. Ebeveynlerin çocuğu yeni kardeşe hazırlamamaları, kardeşler arasında ayırım yapmaları gibi tutumlar kardeşler arasında anne ve babanın sevgisini kazanamama gibi kıskançlıktan doğan kaygılar oluşturabilir. Ekonomik düzeyi yetersiz olan ailelerdeki çocukların ihtiyaçlarının karşılanamaması da kaygı yaratabilir. Kardeş sayısı arttıkça, çocuk sadece anne babasının ilgisini değil; odasını, eşyalarını, kitaplığını, harçlığını paylaşmak zorunda kalmaktadır. Oysa çocuk odasına çekilip kendi başına kalmak isteyebilir, kardeşlerine ters davranabilir ve tartışmalar yaşanabilir. Bu koşullar da onun kaygı seviyesinin yükselmesine yol açabilir. Çocuğun kardeşinin olması da onun kaygı düzeyini etkileyebilmektedir. Çocuğun başarı durumu: Çocukların çoğu, doğrudan veya dolaylı olarak aileleri tarafından derslerinde başarılı olmaya zorlanır. Sınıfını geçersen sana bisiklet alırım, Zayıf getirirsen eve gelme! gibi ifadeler çocuğun başarı konusunda aşırı hassasiyet kazanmasına neden olabilir. Araştırmalar, okul başarısı düşük çocukların kaygı düzeylerinin yüksek olduğunu göstermektedir. Sonuç ve Öneriler
Çocuğun sağlıklı gelişiminde temel amaç; onun fiziksel ve zihinsel ihtiyaçları kadar sosyal ve duygusal ihtiyaçlarının da karşılanmasıdır. Sevgi olgusuna dayanan duygusal gelişim, anne baba çocuk etkileşiminden kaynaklanır. Çocuğun anne ve babası tarafından sevilmesi, sözel olarak desteklenmesi, korunması ve ilgi görmesi onun duygusal ihtiyaçlarını oluşturmaktadır. Bu ihtiyaçların karşılanmaması veya karşılanmasındaki aksaklıklar ve dengesizlikler, duygusal örselenmelere neden olmaktadır. Duygusal örselenmeler önlenemediğinde ise çocukta istenmeyen süreğen kaygının oluşmasına zemin hazırlanmış olur. Çocuğun tehlikelerden korunması, tehlikelerle baş edebilmesi ve yaşamını sürdürebilmesi, hayata uyum sağlayabilmesi için gerekli olan kaygının fazla ve sıkça yaşanması çocuğun aktivitelerini, ilişkilerini dolayısıyla yaşamını olumsuz etkilemeye başlayacaktır. Bu sebeple çocuklarda kaygının anormal boyutlara ulaşmasını önlemek için; 1. Çocuk doğduğu andan itibaren kaygılı düşünceler, tutum ve davranışlarla değil, sevgi ve güven duygusu içinde yetiştirilmeye çalışılmalıdır. Kaygıyı arttıracak anne baba tutumları yerine, hoşgörülü ve tutarlı tutumlar sergilenmelidir. 2. Çocuk hem anne babası hem de öğretmeni tarafından iyi bir şekilde tanınmalı, yaşıtlarıyla karşılaştırılıp yapabileceğinin üstünde bir performans için zorlanmamalıdır. Yapamadığı durumlarda dalga geçmeden destek olunmalı, bir daha denemeye teşvik edilmelidir. Başarılı olduğunda takdir edilmelidir. 3. Çocuk; kardeşinin doğumu, yeni eve taşınma, okula başlama veya yeni bir okula geçiş yapma gibi yeni durumlara hazırlanmalıdır. Çocuğun açıklamalarla yeni durumlara hazırlanması, onun kaygıya olan hassasiyetini azaltacaktır. 4. Evde anne ve babalar, okulda öğretmenler çocuğun gelişim özelliklerini ve kaygı düzeyinin temel özelliklerini bilmeli ve iyi birer gözlemci olmalıdırlar. Kaygı düzeyi yüksek olan çocukların hem kendileri hem de aileleri rehberlik hizmetinden yararlanmalı, çocukların ilerideki davranışları ve başarı durumları incelenmelidir.