YIL 1 SAYI 8 EKİM 2012



Benzer belgeler
Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

Erbil Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Dara Celil Hayat ile Türkiye-Kürdistan Ekonomik ilişkileri. 02 Temmuz 2014

Aç l fl Vural Öger Çok değerli misafirler, Konrad-Adenauer vakfının 23 senedir yapmış olduğu bu gazetecilik seminerinde son senesinde bizim de k

BÜLTEN İSTANBUL AZİZ BABUŞCU. FİLİSTİN MESELESİ 2 5 te B İ L G İ NOTU. Öğretmenler ile öğrenciler yıllar sonra bir araya geldi

Arap Yarımadasından Mezopotamya'ya gelen Sami kökenli bir kavimdir.

DİASPORA - 13 Mayıs

SURİYE TÜRKMEN PLATFORMU I. TOPLANTISI ONUR VE ÖZGÜRLÜK MÜCADELESİ SONUÇ BİLDİRİSİ

Şiddete Karşı Kadın Buluşması 2

TÜSİAD YÖNETİM KURULU BAŞKANI HALUK DİNÇER İN KADIN-ERKEK EŞİTLİĞİ HAKKINDA HER ŞEY KISA FİLM YARIŞMASI ÖDÜL TÖRENİ KONUŞMASI

BURSA KENT KONSEYİ BURSA BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ NİN KATKILARIYLA

Resmi Gazete Tarihi: Resmi Gazete Sayısı: 26313

frekans araştırma

TMMOB ELEKTRİK MÜHENDİSLERİ ODASI DİYARBAKIR ŞUBESİ 17. DÖNEM ÇALIŞMA RAPORU PANEL, ÇALIŞTAY, FORUM, SEMPOZYUM, KURULTAY, KONFERANS, KONGRE

SİYASET BİLİMİ VE ULUSLARARASI İLİŞKİLER DOKTORA PROGRAMI DERS İÇERİKLERİ ZORUNLU DERSLER. Modern Siyaset Teorisi

Ulusal Entegrasyon Plani: Ulusal Entegrasyon Entegrasyon siyasetinin motoru Plani: Entegrasyon siyasetinin motoru Ulusal Entegrasyon Plani:

Cumhuriyet Halk Partisi

Suriye'den Mekke'ye: Suriyeli üç hacı adayının hikâyesi

KASIM 2011 FAALİYET RAPORU. Prof.Dr. Aytuğ ATICI Mersin Milletvekili

KARİKATÜRLERİN DİLİNDEN IRAK I ANLAMAK - 1

Araştırma Notu 12/124

Bush, Suudi Kralıyla petrol fiyatı konuştu

NEDEN. Türk ye Cumhur yet Cumhurbaşkanlığı S stem

15 Ekim 2014 Genel Merkez

Avrupa da Yerelleşen İslam

ÜLKE RAPORLARI ÇİN HALK CUMHURİYETİ Marksist-Leninist Tek Parti Devleti Yüzölçümü 9,7 milyon km 2

KADINA YÖNELİK ŞİDDETLE MÜCADELEDE ULUSLARARASI BELGELER VE KORUMA MEKANİZMALARI

Avrupa Ekonomik ve Sosyal Komitesi. Avrupa Ekonomik ve Sosyal

Saadet Partisi Yerel Basınla Buluştu Saadet Partisi Beykoz İlçe Teşkilatı Yerel Basınla biraraya geldi.

İÇİMİZDEKİ KOMŞU SURİYE

3. Global SATELLITE SHOW HALİÇ KONGRE MERKEZİ STK, Kurum ve Kuruluşlarımızın Değerli Başkan ve Temsilcileri,

NİSAN 2012 FAALİYET RAPORU. Prof. Dr. Aytuğ ATICI Mersin Milletvekili

Kasım 2013 FAALİYET RAPORU. Prof. Dr. Aytuğ ATICI Mersin Milletvekili

HAÇLI SEFERLERİ TARİHİ 3.Ders. Dr. İsmail BAYTAK. HAÇLI SEFERLERİ Nedenleri ve Sonuçları

Necla Akgökçe den bilgi aldık. - İlk olarak ülkede kadınların iş gücüne katılım ve istihdam konusuyla başlayalım isterseniz

Güncel Bilgiler. y a y ı n l a r ı

Paris İklim Değişikliği Taraflar Konferansı na bir adım atıldı

SAVAŞ, GÖÇ VE SAĞLIK. 18 Mayıs 2015 İstanbul Şeyhmus GÖKALP

Eylül 2013 FAALİYET RAPORU. Prof. Dr. Aytuğ ATICI Mersin Milletvekili

CHP İLÇE BAŞKANI RECAİ SEYMEN TEKRAR ADAY

BÜLTEN İSTANBUL B İ L G İ AZİZ BABUŞCU. NOTU Yeni Dünya ve Türkiye 2 de İL SİYASİ VE HUKUKİ İŞLER BAŞKANLIĞI

Bu bölümde A.B.D. nin tarihi ve A.B.D. hakkında sıkça sorulan konular hakkında genel bilgilere yer verilmektedir.

2017 İNSAN HAKLARI İHLAL RAPORU

Hakkımızda. Kuruluş Deklarasyonu 5 Ocak 2006

Trinidad ve Tobago 1990: Latin Amerika'nın ilk ve tek İslam devrimi

Sudan'da Türk-Sudan İlişkileri Sempozyumu düzenlendi

UYUŞTURUCU İLE MÜCADELE İL KURULLARININ ÇALIŞMA USUL VE ESASLARI

Temmuz 2013 FAALİYET RAPORU. Prof. Dr. Aytuğ ATICI Mersin Milletvekili

SORU- Bize kısaca kendinizi tanıtır mısınız? Hangi okullarda okudunuz? Nerelerde çalıştınız bugüne kadar?

YAŞ ta bedelliye olumlu bakıldı

OCAK 2012 FAALİYET RAPORU. Prof.Dr. Aytuğ ATICI Mersin Milletvekili

Serbest ticaret satrancı

YAPI FUARI TURKEYBUILD İSTANBUL FUARI ZİYARET ORGANİZASYONU SONUÇLARI

Cumhuriyet Halk Partisi

COĞRAFİK UYGARLIKLAR. Mezopotamya ya kurulmuş devletler: Sümerler, Akadlar, Babiller, Assurlar ve Elamlılar dır. SÜMERLER AKADLAR ASSURLAR BABİLLER

Trans Terapi ve Dayanışma Grubu Toplantılarının Yedincisi Gerçekleşti. SPoD CHP Beyoğlu Belediyesi Başkan Aday Adayı Gülseren Onanç ile görüştü

Türkiye küçük Millet Meclisleri Nisan 2011 Raporu Libya ya Uluslararası Müdahale ve Türkiye

ULUSLARARASI KARADENİZ-KAFKAS KONGRESİ

Suriye İnsan Hakları Ağı (SNHR), Suriye de insan hakları ihlallerinin

ABD İLE YAPTIĞIN GİZLİ ANLAŞMAYI AÇIKLA -(TAMAMI) Çarşamba, 03 Temmuz :11 - Son Güncelleme Perşembe, 04 Temmuz :10

(Resmî Gazete ile yayımı: Sayı : Mükerrer)

DİYARBAKIR TİCARET VE SANAYİ ODASI YENİ TEŞVİK MEVZUATI HAKKINDA EKONOMİ BAKANINA HAZIRLANAN RAPOR 2012

Temiz üretimin altı çizilmeli ve algılanması sağlanmalıdır

HAZİRAN 2012 FAALİYET RAPORU. Prof. Dr. Aytuğ ATICI Mersin Milletvekili

Çaldıran daha önceleri Muradiye İlçesinin bir kazası konumundayken 1987 yılında çıkarılan kanunla ilçe statüsüne yükselmiştir.

TV LERDEKİ PROGRAMLARA ÇIKANLAR KURAN OKUMASINI BİLMİYOR

TBD Antalya Şube Başkanı Akyelli: Özellikle yazılımcıların yatırımlarını Antalya da yapmamaları için hiçbir neden yok

TİCARİ İLİŞKİLER DURUM İKÖ ÜLKELERİ ARASINDA AVRUPA BİRLİĞİ >>

CHP Yalıkavak Temsilciliğinin düzenlediği Kahvaltıda Birlik ve Beraberlik Mesajı

ORSAM AYLIK IRAK TÜRKMENLERİ GÜNCESİ

Afetlerde Gönüllü Katılım ve Mahalle Afet Gönüllüleri

BEŞPARMAK DAĞLARI ŞENLENDİ

ORTADOĞU DA BÖLGESEL GELIŞMELER VE TÜRKIYE-İRAN İLIŞKILERI ÇALIŞTAYI TOPLANTI DEĞERLENDİRMESİ. No.12, ARALIK 2016

Hasankeyf ve Dicle Vadisi Sempozyumu Sonuç Bildirgesi

BALIKESİR TABİP ODASI AĞUSTOS 2016 ÇALIŞMA RAPORU

TANDEM - KÜLTÜR YÖNETİCİLERİ DEĞİŞİM PROGRAMI TÜRKİYE - AVRUPA BİRLİĞİ

Ateş Ülkesi'nde Ateşgâh Ateşgâh ı anlatmak istiyorum bu hafta sizlere. Ateş Ülkesi ne yolculuk ediyorum bu yüzden. Birdenbire pilot, Sevgili yolcular

MAYIS 2014 FAALİYET RAPORU. Prof. Dr. Aytuğ ATICI Mersin Milletvekili

İlkçağ Anadolu Uygarlıklarında Sosyo-Ekonomik ve Kültürel Yapı Bağlamında Kütüphane/Arşiv Kurumu

DÜŞÜN (Düşünce Özgürlüğü Derneği) Nacak Sok. 21/11 TR ISTANBUL

ULUSAL VEYA ETNİK, DİNSEL VEYA DİLSEL AZINLIKLARA MENSUP OLAN KİŞİLERİN HAKLARINA DAİR BİLDİRİ

Dağlık alanda yaşayan insanlar ve yaşadıkları çevreler için birlikte çalışmak

Türkiye de çocuk, çocuk olmak ve. Türkiye de Çocuk Çalışmaları Konferansı , ODTÜ Emrah Kırımsoy

Sayın Büyükelçiler, Değerli Kongre üyeleri, Çok değerli dostum Sayın Zügayir ve Brosh, Kıymetli basın mensupları,

SARAY Saray İlçesinin Tarihçesi:

İsviçreli siyasetçi ve örgütler: Diktatörlüğe karşı Kürtlerle dayanışma büyütmeli

Ortadoğu'da su ve petrol (*) İki stratejik ürünün birbiriyle ilişkisi... Dursun YILDIZ. İnş Müh Su Politikaları Uzmanı

Devrim Öncesinde Yemen

Faik ÖZTRAK Tekirdağ Milletvekili

TEMMUZ 2012 FAALİYET RAPORU. Prof. Dr. Aytuğ ATICI Mersin Milletvekili

Şef Makbul Ev Yemekleri'nin sahibi Pelin Tüzün Quality of magazine'e konuk oldu

Bu bağlamda katılımcı bir demokrasi, hukukun üstünlüğü ve insan hakları alanındaki çalışmalarımız, hız kesmeden devam etmektedir.

Her yıl kaç vize veriliyor? Türkiye deki Alman temsilcilikleri her yıl yaklaşık 160 bin vize veriyor.

EĞİTİM ÖĞRETİM YILI SORGULAMA PROGRAMI

ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ. Sorular Cevaplar

Musul Sorunu'na Lozan'da bir çözüm bulunamadı. Bu nedenle Irak sınırının belirlenmesi ileri bir tarihe bırakıldı.

ŞUBAT 2013 FAALİYET RAPORU. Prof. Dr. Aytuğ ATICI Mersin Milletvekili

Milli Devlete Yönelik Tehdit Değerlendirmesi

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI SAYIN ÖMER DİNÇER İÇİN DEMOKRATİK VATANDAŞLIK VE İNSAN HAKLARI EĞİTİMİ PROJESİNİN AÇILIŞ KONFERANSI KONUŞMA METNİ TASLAĞI

Tarihi karanlık bir aile: Rockefeller

EYLÜL 2014 FAALİYET RAPORU. Prof. Dr. Aytuğ ATICI Mersin Milletvekili

Transkript:

Mardin Tarihini Arıyor YIL 1 SAYI 8 EKİM 2012 Hrant Dink Vakfı tarafından daha önceki yıllarda Adana ve Diyarbakır da yapılan sempozyum bu yıl; Turabdin Süryani Kültür ve Dayanışma Derneği, Mardin Sinema Derneği, Mardin Barosu, Mardin Tabipler Odası ve KAMER Mardin Şubesi nin katkılarıyla Mardin de yapılıyor. 2-3 Kasım 2012 de yapılacak sempozyumda; Mardin ve Çevresi Toplumsal ve Ekonomik Tarihi konu- Görülmeyen Yangınlar sunda sunumlar yapılacak. S. 10 Qadmoyutho SÜRYANİLER NE YAPMALI Ortadoğu da meydana gelen sıcak gelişmeler herkesi uyarmakta, duyarlı bir konuma sürüklemekte ve dolayısıyla gerginlikler büyümektedir. Her halk sürecin ruhuna uygun bir şekilde harekete geçmiş ve nelerin yapılması gerektiği konusunda projeler geliştirmektedir. Böylesi bir dönemde, uluslararası büyük güçlerin ve bölge devletlerinin neler yaptıklarını anlatmaktan ziyade Süryani halkının ne yapması gerektiği üzerinde durmak daha gerçekçi ve anlamlı olacaktır. Çünkü büyük bir potansiyel güce sahip olmasına rağmen en dağınık durumda olan ve büyük tehlikelerle yüzyüze kalan Süryani halkıdır. Bu nedenle Süryani halkının bütün kesimlerinin bir platformda buluşmalarına büyük bir ihtiyaç vardır. Ortadoğu da hiç kimse Süryaniler kadar ezilmemiştir. Dolayısıyla toplumsal dinamikleri yapılan baskılar nedeniyle zayıflatılmış ve birliğini sağlayan değerler tahrip edilmiştir. Devamı Say. 4 Gören-Duyan Var mı? Tuma ÇELİK Sayfa 3 YURTTA SAVAŞ, BÖLGEDE SAVAŞ Yavuz ÖNEN Sayfa 5 Turabdin de Süryaniler in yaşadığı bölgelerde 4 yıldır meydana gelen orman yangınları Süryanileri endişelendiriyor. Yüksek gerilim hatlarının birbirine çarpması sonucu çıktığı söylenen bu yangınlar, hemen her yıl aynı yerde başlayıp büyük bir alanı tahrip etmektedir. Buna rağmen meydana gelen bu yangınlara ilişkin hiçbir önleyici çalışma yapılmamakta ve bütün bu yaşananlar kamuoyuna yansımamaktadır. Büyük maddi zararlara neden olan bu yangınlar, aynı zamanda çevrenin doğal dokusuna da zarar vermektedir. S. 2 Ortak Hedef İçin Varız ESU daha çok Avrupa da bulunan Süryaniler in içinde yer aldığı bir kurum. Ancak yaptığı çalışmalarla, dünyadaki bütün Süryanilerin ihtiyaçların cevap olmaya çalışmaktadır. Dolayısıyla her ülkedeki Süryanilerle ilişki kurmaya ve onlarla birlikte ortak çalışmalar yapmak için çaba sarf etmektedir. Bu çalışmalar yapılırken de her ülkenin ve içinde yaşayan Süryanilerin koşullarını dikkate almaya çalışır. Büyük emeklerle korumaya, geliştirmeye çalıştığımız ormanların her yıl gözümüzün önünde küle dönmesi bir yana, yaşadığımız bu durumun kimseyi rahatsız etmemesi bizleri daha fazla üzüyor Türkiye, Süryaniler açısından çok önemli bir ülke. Geçmişte içinde çok büyük bir Süryani nüfus yaşıyordu. Ancak yaşanan birçok hadise sonucunda bu nüfusun büyük bir bölümü göç etti. Bugün Türkiye de 25 bin civarında Süryani yaşıyor Duruma göre de yapılan bu çalışmalar ya ESU adına ya da ülke koşullarına göre çalışma yürüten kurumlar aracılığıyla yapılır. Mesela ESU Suriye de, Lübnan da, Irak ta çalışma yapmıyor. Ama orada bulunan ve benzer hedefler için mücadele eden Süryani kurumlarıyla ortak çalışmalar yapıyor ve o ülkelerdeki Süryanilerin Avrupa daki sesi olmaya çalışıyor Son Keldaniler (2) Okuyuculardan Sayfa 7 Ortadoğu da Süryanilerin ve... Suphi AKSOY Sayfa 9 S. 6 Nefretin ucu dine de dokununca... Baskın ORAN Sayfa 11

2 Sayı 8 Ekim 2012 Görülmeyen Yangınlar Büyük emeklerle korumaya, geliştirmeye çalıştığımız ormanların her yıl gözümüzün önünde küle dönmesi bir yana, yaşadığımız bu durumun kimseyi rahatsız etmemesi bizleri daha fazla üzüyor Dünyanın her yerinde, gelişmiş veya gelişememiş, hemen hemen bütün ülkelerde, en çok değer verilen şeylerin başında; o ülkenin tarihi değerleri ve ormanlarıdır. İkisi de ulusal zenginlik sayılır. Çünkü birincisi yani tarihi değerler, o ülkenin geçmişle bağlantısını kurarken, ikicisi yani ormanları da, o ülkeyi ekolojik anlamda geleceğe taşır. Bu yüzden hemen herkes bu iki değere sahip olmaya, sahip olduklarını da korumaya çalışır. Bunun için hem resmi hem de sivil toplum kuruluşları oluşturulur, devlet harcamalarından önemli paylar bu çalışmalar için ayrılır. Bu anlamda, var olan siyasal sınırları tanımadan, faaliyet yürüten uluslar arası kurumlar bile var. Özellikle gelişmiş ülkelerdeki insanlar, bu tür kurumlara sundukları maddi-manevi destekle öğünür, topluma karşı sorumluluklarını bu şekilde yerine getirmeye çalışırlar. Bunu yaparken sakat kalan veya hayatını kaybeden insanlar az değildir. Aslında Türkiye de de bu türden kurumlar ve idealist bireyler var. TEMA Vakfı bunlar arasında en çok tanınanıdır. Bu vakıf, Türkiye de ormanların korunması ve geliştirilmesi için sürekli çaba sarf eder. Değişik dönemlerde düzenlediği kampanyalarla, yeni ormanlar oluşturmaya çalışır. Ama bütün bunlara rağmen her yerde olduğu gibi Türkiye de de ne ormanların ne de Tarihi değerlerin tahrip edilmesinin önüne geçilebiliyor. Tarihi değerlere yönelik tahribatlar genelde sessiz sedasız bir şekilde yapılırken, özellikle yaz aylarında hemen her gün, medyada bir orman yangını haberi ile karşılaşırız. Hepimizin içi, nerede olursa olsun, gördüğümüz bu yangın manzaraları karşısında, yanan ağaçlarla birlikte kavrulur küle döner. Ancak bazı yangınlar kamuoyuna yansımıyor. Üstelik devlet kurumları da bu yangınları görmüyor veya görmemezlikten geliyor. Türkçesi Dibek Dağı olan İzlo Dağı nın etrafındaki ormanlarda 4 yıldır çıkan yangınlar gibi. İçinde sadece Süryanilerin yaşadığı Mardin deki bu bölgede 4 yıldır, otomatiğe bağlanmış gibi çıkan yangınlara karşı duyarsızlığı dile getiren B. Demir; büyük emeklerle korumaya, geliştirmeye çalıştığımız ormanların her yıl gözümüzün önünde küle dönmesi bir yana, yaşadığımız bu durumun kimseyi rahatsız etmemesi bizleri daha fazla üzüyor diyor. Çevredeki köylülerin, elektrik tellerinin birbirine çarpması sonucu ortaya çıktığı söylenen bu yangınlar, bölgedeki bitki ve hayvan dokusunu da zedelerken, Süryani köylülerinin bağ, bahçe ve tarlalarına da büyük zararlar veriyor. 4 yıldır çıkan her yangını söndürmeye çalışanları arasında yer alan S. ERDEM de; 2. Mardin Bienali Yapılıyor TANITIM VE SANATSAL AÇIDAN KATKISI SON DERECE ÖNEMLİ OLAN VE BU YIL 2. KEZ DÜZENLENEN ETKİNLİK, BUNDAN SONRA HER YIL YAPILACAK. 21 Ekim 2012 tarihine kadar devam edecek Bienali n sponsorları arasında KASRRI NEHROZ ve YENİGÜN A.Ş de bulunuyor. SABRO (UMUT) AYLIK BAĞIMSIZ SIYASI GAZETE Sahibi ve Genel Yayın Yönetmeni: Tuma ÇELİK Süryanice Sorumlusu: Yuhanun VERGİLİ Yönetim Yeri: Akçakaya Mah. Cumhuriyet Cad. No 40 Midyat-Mardin Basıldığı Yer: Anadolu Ofset, Davutpaşa Cad. Kazım Dinçol San. Sit. No: 81/87 Topkapı İstanbul Basım Tarihi: Ekim 2012 İlişki Adresleri: Midyat: e-mail: gazetesabro@hotmail.com Tel: +90 506 674 53 00 Mardin: Gabi YERLİ Tel: +90 482 212 79 79 Tel: +90 533 643 76 49 İstanbul: Edip ARSLAN Tel: +90 530 787 28 21 Zeki AYDIN Tel: +90 532 296 57 69 İsviçre: Habib RIMMO Tel: +41 32 623 92 07 Amerika: Nuran TAŞÇI +1 201 621 11 33 Genel Kurallar: Gazetede yayınlanan yazılardan, altında imzası olan yazarlar sorumludur. Gazetenin imzasıyla yayınlanan yazılardan ise Genel yayın yönetmeni sorumludur. Kaynak göstermek kaydıyla, gazetede yayınlanan yazılar başkaları tarafından kullanılabilir. Gazeteye gönderilen yazılar, kullanılsın veya kullanılmasın, gazetenin malı sayılır ve başka bir dönemde kullanılabilir. Abone ve Reklam Fiatları: Fiatı: 3,50 TL, 2,00 (Yurtdışı) Abone: 1 Yıl; 35,00 TL, 25,00 (Yurtdışı) 6 Ay; 20,00 TL, 15,00 (Yurtdışı) 3 Ay; 10,00 TL, 10,00 (Yurtdışı) Reklam: Yıllık; 750,- (1/2), 500,- (1/4), 350,- (1/8), 250,-(1/16) 6 Ay; 500,- (1/2), 350,- (1/4), 250,- (1/8), 175,-(1/16) 3 Ay; 350,- (1/2), 250,- (1/4), 175,- (1/8), 125,-(1/16) Gazetemiz; Herkesin bireysel haklarına saygı gösterme konusunda ilke kararına sahiptir. Banka Bilgileri: Ziraat Bankası, İstanbul/Beyazıt Şubesi Hesap Sahibi: Tuma ÇELİK Hesap No: 59447239-5001 IBAN: TR09 0001 0006 0659 4472 3950 01 Abone olmak isteyen okuyucularımızın, abonelik ücretlerini banka hesap numaramıza yatırmalarını ve adreslerini elektronik veya normal posta yoluyla tarafımıza ulaştırmaları sonrasında gazeteyi ellerine ulaştıracağız.

Sayı 8 Ekim 2012 3 birçoğumuz artık masrafa girip bağ ve bahçelerimizi yapmaktan korkuyoruz. Çünkü burada yangın çıkmamasının garantisi yok artık derken çaresizliğini ortaya koyuyor. Bize eliyle yangın çıkan bölgenin hemen ortasında yer alan büyük askeri karakolu gösteren M. ÇINAR; hem elektrik tellerinden sorumlu TEDAŞ a hem kaymakamlığa, hem de karakola defalarca ş i k a y e t t e bulunmamıza rağmen bugüne kadar hiç bir sonuç alamadık diyor ve ardından ekliyor; belki de bizleri yıldırmak için böyle davranıyorlar. Olabilir mi? Gerçekten bölgedeki insanları yıldırmak için böyle bir şey yapılabilinir mi? O zaman çok basit olan bu sorun neden giderilemiyor? Çevre örgütleri ve aktivistlerin konuya yaklaşımını sorduğumuzda ise; valla biz, yangınlar esnasında çevre köylüleri ve bazen de karakollardaki askerlerden başka kimseyi etrafımızda görmüyoruz diyor B. DEMİR. Aslında daha da ilginç bir şey söylüyor B. DEMİR; çevre örgütleri, aktivistler bir yana, haber vermemize rağmen medya kuruluşları bile yaşadığımız durumu ortaya koymuyorlar, kimseye duyurmuyorlar. Oysa yangınların yaşandığı yer, geri dönenlerin inşa ettiği villalar, açılan kafeteryalar ve kurulan kültür merkezleriyle defalarca medyada yer buldu. Oradaki yaşamın ne kadar güzel olduğu, yapılan bu haberler ile anlatılmaya çalışıldı. Yani haberciler için bu bölge hiç de bilinmeyen, yabancı bir bölge değil. O zaman sorun nedir? Neden bölgeyi her anlamda zarara uğratan basit bir sorun giderilemiyor? Neden bütün bu olanlardan hiç kimse haberdar olamıyor? Gerçekten bütün bunlar neden? Gören-Duyan Var Mı? Tuma ÇELİK Daha çok yurtdışından geri dönen insanların yeniden inşa ettiği evler, villa lar, kültür merkezleri ve pizzacı dükkanları ile Türkiye nin gündemine giren Turabdin, Türkiye de yaşayan Süryaniler in merkezi. Pek fazla bilinmez ama Turabdin, Dünyada en eski ve en çok dini mekanı içinde barındıran bölgelerin başında gelir. Midyat merkez alındığında Kuzeyde Hasankeyf, Doğuda Cizre, Güneyde Nusaybin, Batıda Mardin ve Kuzeybatıda Savur un yer aldığı bu coğrafyada insanlar, tarihin çok eski dönemlerinden beri yaşamaya başladılar. Bu bölgenin tam merkezinde yer alan İzlo (Dibek/Bagok) dağının doruklarında, Hıristiyanlığın ilk yıllarında oluşturulan birçok manastırr bulunur. Midyat-Nsibin (Nusaybin)-Bethzabday(İdil) üçgeninin ortasında kalan İzlo dağının etrafındaki köylerin yerleşimcileri bugüne kadar her zaman Süryaniler oldu. 1980 sonrasında yaşanan çatışma döneminde bir kısım Süryani köyü devlet tarafından boşaltıldı. Ancak Süryaniler günümüzde tekrar gelip bu köylerde yerleşmeye başladılar. Kimisi çok büyük masraflar yapıp evini-köyünü yeniden yaşanılır bir hale getirdi. Dünyanın her yanında Turabdin benzeri bölgelere, devlet ve özel sektör çok büyük yatırımlar yapar ve kendi reklemlarını yaparlarken para da kazanmaya çalışırlar. Her şeyden önce bu bölgelerde bulunan tarihi değeri büyük yapılar koruma altına alınır, restore edilir ve dünya turizminin kullanımına sunarlar. Ama maalesef burada Turabdin de böyle yapılmıyor. Buradaki tarihi yapıların yıkılıp yok olması için her türlü duyarsızlık yapılıyor. Sahipleri tarafından kurunmaya çalışılan yapılar da, Mor Gabriel Manastırı örneğinde olduğu gibi başlarına binbir bela getirilir. Sonuçta, aslında dünya mirası olması gereken birçok değer yok olup gider. Nitekim Turabdin de bu anlamda birçok tarihi değer heba olup gitti ve gitmeye devam ediyor. Midyat-Nsibin yolunun 15. Km başlayan ve İzlo Dağına giden yolun hemen başında Botaş pompa istasyonu ve Enhil (Yemişli) karakolu bulunuyor. Ardından yol güzergahı boyunca arka arkaya sıralanmış Süryani köyleri bulunuyor. Burada 7 Süryani köyü ve çok büyük bir asker noktası var. Ayrıca binlerce yıllık tarihe sahip onlarca hiristiyan dini mekan da bu bölgede yer alıyor. Dolayısıyla aslında bölge, nufusunun % 99,9 ü Müslüman olan ülkede bir Hiristiyan-Süryani adası. Yukarıda anlatmaya çalıştığımız İzlo Dağının eteklerinde, Süryani köylerinin arasında yıllardır çok basit bir nedenden; elektrik tellerinin birbirine çarpması sonucu çıkan kontaktan dolayı her yıl, bazen bir bazen iki kere üstelik aynı yerden yangın başlıyor. Kimi zaman 3-4 gün devam eden ve bölgede yaşayan insanların kendi dar imkanlarıyla söndürülmeye çalışılan bu yangınlar hem doğaya hem de bölgede yaşayan Süryanilere büyük zararlar veriyor. İşin daha da kötüsü yaşanan bu felaketlerden kimse haberdar olmuyor. Oysa çok daha dar bir alanda ve kısa sürede yaşanan başka yerlerdeki yangınlar, bazen bütün ülke gündemini işgal edebiliyor. Farzedelim ki bölgenin durumu nedeniyle ve devlet kurumları içerisindeki kişilerin işgüzarlığı nedeniyle devlet olaya müdahale etmiyor. Peki ya çevre örgütleri, hayvan hakları savunucuları, aktivistler ve daha birçok duyarlı insan niye koca bir coğrafya herkesin gözü önünde yok olup gitmesine sessiz kalıyor. Yoksa bölgenin sahip olduğu demografik özelliklerden dolayı, bilinçli bir göz yumma mı söz konusudur. Umarım böyle değildir. Umarım sorun birkaç kendini bilmez in duyarsızlığından kaynaklanıyordur. Umarım çevre örgütlerinin olaya sahip çıkmamasaının altında yatan şey imkansızlık lardır. Ve umarım herkes en kısa zamanda üzerine düşeni yapmaya çalışır. tuma.celik@esu.cc

4 Sayı 8 Ekim 2012 Qadmoyutho Süryani halkı; coğrafik, mezhepsel ve isimsel bir bölünmeyi yaygın bir şekilde yaşamaktadır. Söz konusu bölünmenin tarihi eskilere dayandığı için kökleşmiş kalıplara bürünmüştür. Bu bölünme ailelere ve hatta bireylere kadar yansımıştır. Süryaniler İçin Parlamenterler Grubu Bireysellik bir yaşam tarzı haline geldiği için toplumsal sorumluluk duygusu alabildiğine önemsiz bir noktaya gelmiştir. Bunun için bütün Süryaniler büyük birliği gerçekleştirmek için halklaşma mücadelesini yaygınlaştırmak zorundadırlar. Her birey birey olduğu kadar bir halkın kimliğini taşıdığında bilincinde olmalıdır. Süryani halkı günümüzde, sesini taleplerini yükseltebileceği ve ilgili taraflara duyurup etkide bulunabileceği bir zemini yakalamıştır. Bunun için her birey kurum ve kuruluş bu sürecin ortaya çıkardığı imkanları değerlendirebilecek sorumlulukla hareket etmesi büyük bir önem taşımaktadır. Süryani halkının haklarını elde etmesi için Süryanilerin en başta mücadele etme görevlerini yerine getirmeleri gerekmektedir. Bugün Süryani halkı istese de istemese de sürecin içinde yer almktadır. Dolayısıyla duyguda, düşüncede ve eylemde süreçten kopmak beraberinde zarardan başka bir şey getiremeyecektir. Buna bağlı olarak da gelişmelere kararlı bir şekilde cevap verilmesi gerekmektedir. Çünkü kazanımlar ancak ve ancak örgütlü bir irade ve karalı bir mücadeleyle elde edilebilir. Bu nedenle örgütlü ve kararlı bir şekilde hareket edilmelidir. Sonuç olarak Süryani halkı bölgemizde ve ülkemizde çatışmalar başladığında ilk baş vuracağı şey ortadan kaçmak ve göç etmek değildir. Tarih göstermiştirki böylesi bir yaklaşımı gösteren herkes yaşananlardan olumsuz bir şekilde etkilemiş ve yok oluşa sürüklemiştir. Dolayısıyla günümüzde yaşanan çatışmalarada aynı anlayışla yaklaşmamak gerekir. Aksine, daha güçlü ve karalı bir mücadele ile daha ileri ne gibi haklar elde edilebilirin yöntemleri üzerinde durulmalıdır. Unutulmamalıdır ki beklegör veya kaç-kurtul pratiği Süryani halk kimliğini itibarsızlaştırmaktan başka bir sonuç getirmeyecektir. Zaten Süryani halkı kendi anayurdunda varlığını devam ettirebilmesi için siyasi bir statuya ve birlikte yaşadığı halklarla eşit haklara sahip olması gerekmektedir. Dil, kültür ve bir halkı halk yapan bütün değerlerin yok olmaması için Süryani halkının önündeki engellerin, üzerindeki baskıların kaldırılması büyük bir önem taşımaktadır. Bunun için de bütün olumsuz koşullara rağmen Süryani halkı artık kendi özgürlüğü için onurlu bir mücadele vermek zorundadır. Kuracağı ittifak ve dostluklarla, geliştireceği ilişki, yapacağı siyaset ve talep edeceği bağımsız demokratik ve barışçıl bir yaşamlaı esas aldığını ve bunun için mücadele ettiğini göstermelidir. Ancak bu şekilde tarihi topraklarında bir değere ve onurlu bir yaşama sahip olur. İsviçre Parlamentosunda Süryaniler için çalışma yapacak parlamenterler grubu oluşturuldu. Avrupa Süryaniler Birliği (ESU) İsviçre yönetiminin yaptığı çalışmalar ve yürüttüğü ilişkiler sonucunda oluşan grup, İsviçre Parlamentosunda yer alan değişik parti milletvekillerinden oluşuyor. 26 Eylül de, İsviçre Parlamento binasında bulunan Galerie des Alpes adlı Restaurantta toplanan ESU yöneticileri ve parlamenterler, grubun oluşumu, işleyişi ve hedeflerini belirledi. Grubun oluşması için yapılan çalışmalarda baştansona kadar aktif bir şekilde yer alan ESU İsviçre temsilcisi Hülya GABRİEL, ile ESU Dışilişkiler sorumlusu Rima TÜZÜN, kuruluş toplantısına katılan ve destek veren bütün Milletvekilere teşekkür ettikten sonra, Ortadoğu da büyük değişimlerin y a ş a n d ı ğ ı günümüzde, O r t a d o ğ u halklarından biri olan Süryaniler için böylesi bir grubu oluşturmanın ne kadar önemli olduğunu söylediler. Daha sonra Schweiz Suryoye (İsviçre-Süryani) olarak belirlenen grubun Eş Başkanları belirlendi. Walter MÜLLER ve Martin CANDİNAS ın Eş Başkanlar olarak belirlendiği grubun içinde; Federal Meclisi oluşturan Eyaletler Konseyi ve Ulusal Konsey den 12 Milletvekili bulunuyor. Konu hakkında bilgisine başvurduğumuz Hülya GABRİEL; Bu grubun oluşması için yaklaşık bir yıldır çalışma yürütüyoruz. Parlamentoda yer alan bütün partilerden milletvekilleriyle görüşmelerde bulunduk. Oluşturduğumuz grupta, bir parti dışında bütün partilerden temsilciler yer alıyor. Bu da İsviçre nin halkımızın sorunlarına ne derece duyarlı olduğunu gösteriyor dedi. ESU Dışilişkiler sorumlusu Rima TÜZÜN ise; "Grubun ana hedefi kendi Türkiye, Suriye, Irak, İran ve Lübnan'daki Süryanilerin siyasal, kültürel ve toplumsal sorunları ile talepleri hakkında bilgi dağıtmak" olduğunu söyledi. "Schweiz Suryoye" (İsviçre Süryani) adlı grup, gündeme Türkiye ve Ortadoğu'da Süryanilerin sorunları getirmektir, Rima Tüzün, Brüksel merkezli Avrupa Süryani Birliği, dışişleri başkanı Hürriyet söyledi Daily News. Tüzün dedi. "Bu milletvekilleri halkımız için bir grup siyasi bir araya gelmiş ve bu nedenle bu grup bizim için tarihi bir adımdır ilk kez," Tüzün dedi. "Süryaniler henüz birleşmiş değildir ve güçlü bir ses yok...süryaniler haklarını yeniden kazanmak için bir şans var, "diye ekledi. İsviçre-Süryani Parlamenterler grubunun Eş Başkanı Walter MÜLLER de yaptığı açıklamada; Böyle bir grubun oluşturulması, Süryaniler ve bizler için tarihi bir önemi var. Bizler bunun bilincindeyiz ve bu nedenle de üzerimize çok büyük görevler düşmektedir. Bunların en başında da Süryanileri, dini bir kimlik değil etnik bir kimlik olarak her yerde tanınması ve kabul edilmesi için çalışmamız olacaktır dedi. 1960 lı yıllarda İsviçre ye gelmeye başlayan Süryaniler, 1990 lardan sonra hızla arttılar. Günümüzde İsviçre de büyük çoğunluğu Türkiye kökenli 10 000 civarında Süryani yaşamaktadır. Bunların da tamamına yakını İsviçre vatandaşlığına geçmiş bulunuyor.

Kafro da Bir Büyükelçi İsviçre nin Ankara daki Büyükelçisi Raimund KUNZ, geri dönen Süryanilerin yeniden inşa ettikleri Kafro (Elbeğendi) köyünü ziyaret etti. Büyükelçinin 25 Eylül de eşi ile birlikte yaptığı ziyaret esnasında köyde yaşayan Süryanilerle iki gün geçirdi. Ziyaretin birinci gününde köylülerle birlikte, harabe halindeki Mor Barsawmo Kilisesi, yeniden inşa edilen Meryam Ana Kilisesi ni ve yıkık durumdaki eski köyü gezen Büyükelçi daha sonra köyde inşa edilen Matay Rabo Kültür Merkezi nde hazırlanan yemeği birlikte yediler. Yemekten sonra, köylüler tarafından hazırlanan program çerçevesinde, geri dönen çocuklardan oluşan, köyün korosu tarafından söylenen Süryanice şarkıları dinleyen İsviçre Büyükelçisi ve beraberindekiler köylülerle sohbet ettiler. Hem köyde hem de kültür merkezindeki atmosferden etkilendiğini söyleyen Büyükelçi Raimund KUNZ; burada yeniden kurulan yaşam ortamının devem etmesi ve daha da gelişmesi için üzerimize düşeni yapmaya çalışacağız dedi. Büyükelçi yaptığı konuşmada ayrıca; bu güzel yerlerde İsviçrelilerin yaşıyor olması da bizleri sevindiriyor dedi. Büyükelçi KUNZ, Ertesi gün Kafro Köyü nün Muhtarı Aziz DEMİR ve Dernek Başkanı İsrail DEMİR ile birlikte, ilçeye yeni atanan Midyat Kaymakamı Oğuzhan BİNGÖL ü ziyaret etti. Kaymakamdan, Kafro da yaşayan Süryaniler ve bölgenin durumu hakkında bilgi aldı. İsviçre Büyükelçisi Raimund KUNZ, daha sonra ziyaretlerine devam etmek için Mor Gabriel e gitti. Bölgedeki çatışmalar nedeniyle 1990 lı yılların başında, devlet tarafından boşaltılan Mardin/Midyat ın Kafro Köyü, 2005 yılında geri dönenler tarafından yeniden inşa edildi. Köye geri dönen Süryaniler arasında, Almanya ile birlikte İsviçre den geri dönenler en büyük sayıyı oluşturuyor. İshok DEMİR Sayı 8 Ekim 2012 YURTTA SAVAŞ, BÖLGEDE SAVAŞ Yavuz ÖNEN Son otuz yıllık evre içinde ülkemizde dünyada ve komşularımızda savaş var. Seksenli yılların başında Irak İran savaşında ölenlerin sayısı milyon mertebesinde telaffuz ediliyor. Doksanlı yıllar Irak a Saddam a daha doğrusu Irak halkına uygulanan BM ambargosu. Açlıktan, hastalıktan binlerce ölüm. Özellikle çocukları vurdu ambargo. Gıdasızlığa ek olarak ilaçsızlık öldürdü çocukları. İkinci körfez savaşı Saddam ın sonunu getirdi ancak İngiliz tabiplerinin ünlü dergisi Lanset e göre çoğunluğu sivil halktan oluşan altı yüz elli bin kişinin de ölümüne neden oldu. İşgal güçlerine direnen halkın üzerine Felluce de izlerine hala rastlanmakta olan fosfor bombası, başka yörelerde de nükleer başlıklı silahlar kullanıldı. Savaş suçu işlendi. Esirlere İngiliz ve ABD askerlerince işkence uygulandı. İnsanlık suçu işlendi. Milyonlarca Iraklı komşu ülkelere kaçtı, göçmen oldu. Yerleşim yerleri, doğal çevre tarihi kalıntılar müzeler de tahrip edildi. Arap baharı denilen süreçte Libya da da Kaddafi rejimi ve ailesi savaş ve şiddet ortamında bertaraf edildi. Savaş komşumuz Suriye de de başladı. Yıkımlar ölümler göçler gözlerimizin önünde. Televizyon ekranlarından bir savaş filmi izliyoruz sanki. Çok etnisiteli çok inançlı akraba bir halk, savaşın ortasında ateş altında kaldı yıkımı ölümü dehşeti yaşıyor. Bu kargaşa ortamında Süryani halkı da kayıplar veriyor acılar yaşıyor. Tarihi Halep çarşısında Süryani esnafı da yıkım yaşadı. Irak ta askeri müdahale sonrası düzenlemeler ve kurulan yeni dengeler sonucunda Kuzey Irak ta bir Kürt yönetimi ve bölgesi oluştu. Bu kazanım kuşkusuz bu cehennem ortamında bir olumluluk olarak değerlendirilebilir. Suriye de de bazıları için benzeri sonuçlar gerçekleşebilir. Buna rağmen; müdahalelere insani bir veçhe atfederek, sivil halkı diktatörlerin zulmünden kurtarma misyonu üstlenerek, geri halklara uygarlık götürmeyi görev ilan ederek yüzbinlerce insa-nın katline sebep olanlara onay vermek bu cinayetleri kabullenmek bir hayli zor. Bu savaşların iddia edildiği gibi müdahale edilen ülke halklarına birlik beraberlik sükunet ve refah getirme-diği de ortada. Irak ta Libya da iç çatışmalar devam ediyor. Örneğin topraklarındaki üsleri kullandırarak askeri ikmal hizmetlerine imkan tanıyarak savaşı desteklemiş olan Hükümetimiz bu sava-şın sonrasında oluşmuş olan Irak hükümeti ile ihtilafa düştü, gerginlikler yaşıyor. Diktatörlüklerin tüm dünyada son bulması halkların kendi kendini yönetme iradesinin hayata geçmesi kuşkusuz hepimizin temel hedefi olmalıdır. Ancak elli milyon kadar insanın ölümüne yol açan ikinci dünya savaşından sonra BM ortamında varılan temel bazı ilkeleri ve kararları hatırlamak gerekiyor. Savaş ve korku yeryüzünden yok edilecek, bir refah dönemi başlayacaktı. İnsan hakları hukuku geliştirilecek ihtilaflı konuların çözümünde savaş başvurulacak en son çare hatta bir istisna olacaktı. Ancak bu ilkeler doksanlı yılların başından itibaren bir kenara bırakıldı. Dünya, tek odaklı bir hegemonya tarafından yeniden düzenleniyor. Bu düzenlemede insan ve insani değerler ayaklar altına alındı. İkinci dünya savaşı galip ülkelerinin oluşturduğu Güvenlik Konsey i tarafından yönetilen BM geçmiş asrın işe yaramaz bir kurumu olarak ilan edildi ve tümüyle bertaraf edildi. Uluslararası insan hakları hukuku rafa kaldırıldı. İhtilafların çözümünde savaş ve şiddet kullanımı kural oldu. Uluslararası alanda anlaşmazlıklarda müza-kere yolları kapandı, NATO nun ve esas olarak ABD nin askeri gücü ile istenilen sonucu elde etme yöntemi uygulanır oldu. Bu yeni dünya düzeninin liderliğini en büyük ekonomiye en gelişmiş teknolojiye en güçlü silahlara en büyük orduya sahip, mühimmatını ve ordusunu istenilen bir bölgeye intikal ettirmede en kabiliyetli ülke olan ABD yapıyor. Irak savaşından sonra müdahale edilen ülkelerde geri planda bir rol üstlenen ABD, Fransız uçaklarının gösteri ve propaganda mahiyeti taşıyan bombardımanından sonra, Kaddafi nin güçlü hava kuvvetlerini imha etmek üzere ön plana çıktı ve Akdeniz deki uçak gemilerinden bir günde Bingazi ye 120 Tomahawk füzesi atarak Libya nın gücünü yok etti ve rejim değişikliğinin yolunu açtı. ABD nin bu üstün gücünü idare edecek yetenek yine yalnızca ABD de var. Bu nedenle hem diplomatik hem siyasi hem askeri alanda söz sahibi ülke durumunda olan ülke ABD dir. Savaş, ABD yöneticileri cihetinde, G.W.Bush un savunma bakanının dediği üzere, çek yazmaktan ibarettir. Savaşa yapılan yatırımların geri dönüşünü sağlamaktır. ABD bu nedenle dünya enerji kaynaklarının bulunduğu ülkeleri denetim altına alma sürecinde çok yüksek miktarlarda harcamalar yapmaktadır. Şimdilerde Irak ve Libya petrolü denetim altındadır. Bu durumun bedelini yukarıda özetlemeye çalıştığım şekilde yerel halklar ödedi, ödemeye devam ediyor. Barış yanlısı güçler tarihi bir sorumlulukla karşı karşıyadır. Çağdaş sömürge savaşlarına dur diyecek. Dünyadaki uygar denilen zengin ülkelerin silahlanmaya ayırdıkları kaynaklara dikkat çekecek, karşı duracak. On yıl öncesinde dünyada yıllık yediyüz ila dokuzyüz milyar ABD doları olarak ilan edilen savunma denilen giderler günümüzde bir misli artarak 1.4 trilyon dolara ulaşmıştır. Bu trend hızla daha da yükselmektedir. Bu harcamaların yani silahlanmaya yapılan yatırımların %40 ından fazlası ABD ye aittir. Avrupa ülkeleri daha düşük oranla ikinci kategoriyi oluşturuyor. Kaynakların halkların refah seviyelerini yükseltecek yatırımlara yönlendirilmesi için sesimizi daha da yükseltmeliyiz. Bu ülkelerin barış yanlılarıyla dayanışma içinde olmalıyız. PKK ile TSK nin çatışmasında kayıplar bilançosu da çok ağır. Son aylarda her iki taraftaki yüksek insan zayiatı Türk halkı ile Kürt halkının arasındaki kırılmaları-kopuşları derinleştiriyor. İntikam ve nefret duygularını kökleştiriyor, linç kültürünü besliyor. Savaş hali ve onun yarattığı savaş psikolojisi her türden diyalogu bertaraf ediyor. Sivil siyasi çözümlerin yolunu zorlaştırıyor. Demokratik hakların ve özgürlüklerin kısıtlanmasına, her türden insan hakları ihlallerine gerekçe olarak gösteriliyor. Cezaevleri siyasi rehinelerle doldu taşıyor. Sivil siyasetin TBMM de en büyük üçüncü grubunu oluşturan BDP nin önü sudan bahanelerle kesilmek isteniyor. Böylesine gergin bir siyasi ortamda geçmişte mağduriyet yaşamış olan kesimlerin hak arayışlarını zorlaştırıyor. Savaştan başka seçenek bırakmayan bu gidişin durdurulması gerekir. AKP Hükümetinin bu acılı ve gelecek için de büyük tehlike içeren bu duruma son vermek üzere gerekli adımları atması gerekir. Ülkede gerçek bir demokrasiyi inşa etme yolunda adım atabilmenin temel koşulu barışı sağlamaktır. Dünya barışı için çaba harcaması gereken tüm savaş karşıtlarının ülkemizde de barışı samimi olarak hedeflemesi gerekir. Karşılıklı güven duygularının yaratılması Oslo görüşme sürecinin yeniden başlatılması için bu gereklidir. Barışa yönelmede en büyük sorumluluk Hükümetindir. Kürt halkının temsilcilerinin dile getirdiği taleplere yanıt vermelidir. Yanıtlar geciktikçe bölgede ve ülke genelinde savaşın derinleştiğini ve yaygınlaştığını görüyoruz. Bu gidişe elbirliğiyle karşı çıkma görevi hepimizindir. Not: Sabro nun 5.sayısındaki yazımda Luviza Kaya nın adı yanlışlıkla Roza Kaya diye yazılmıştır. Düzeltiyorum. 5

SÖYLEŞİ 6 Sayı 8 Ekim 2012 Aydın GABRİEL Ortak Hedef İçin Varız Türkiye, Süryaniler açısından çok önemli bir ülke. Geçmişte içinde çok büyük bir Süryani nüfus yaşıyordu. Ancak yaşanan birçok hadise sonucunda bu nüfusun büyük bir bölümü göç etti. Bugün Türkiye de 25 bin civarında Süryani yaşıyor Avrupa ülkelerinde yaklaşık 300 bin Süryani yaşıyor. Bunların büyük bölümü Türkiye kökenli ve çoğunluğu 1980 li yılların sonlarından itibaren Avrupa ya gittiler. Kendi ülkelerinde yapamadıkları birçok şeyi, yerleştikleri bu yeni ülkelerde yapmaya başladılar. Çok kısa bir süre içerisinde yaşadıkları bütün ülke-şehirlerde başta kilise temelinde olmak üzere her alanda örgütlenip kurumlar oluşturdular. Dinsel, kültürel, sosyal ve siyasal alanda çalışmalar yaptılar. Kiliseler inşa ettiler, dernek lokalleri açtılar, okullarını kurup, çocuklarına anadilde eğitim verdiler. Bütün bu çalışmaları da kurdukları kurumlar aracılığıyla hayata geçirdiler. Dolayısıyla Avrupa nın birçok ülkesinde Süryani dernek, federasyon ve birlikler ortaya çıktı. Avrupa Süryaniler Birliği (ESU) bu kurumlar arasında en belirgin, en büyük ve en aktif kurumların başında geliyor. Süryanilerin yaşadığı bütün Avrupa ülkelerinde örgütlülüğü bulunan ESU 2004 yılında Belçika/Brüksel de kuruldu. Gelin hikayesini beraber dinleyelim; Neden ESU, yani ESU ne anlama geliyor? ESU, Avrupa Süryaniler Birliği nin İngilizce European Syriac Union un kısaltılmışı. Bildiğiniz gibi 2004 yılına gelindiğinde Avrupa nın birçok ülkesinde çalışma yürüten birçok Süryani (Asuri- Arami-Keldani) kurumu bulunuyordu. Bu kurumların birçoğu benzer hedefler doğrultusunda çalışma yürütüyor ama aralarında koordinasyon eksikliği bulunuyordu. Bizler de yaşanan bu eksikliğin ortadan kaldırılması için, benzer düşünce ve amaçları olan kurumları bir araya gelmesini sağladık ve ESU ortaya çıktı. ESU yu ortaya çıkaran koşullar nelerdir? Aslında ESU kurulmadan çok daha önce, 1990 lı yılların başında Avrupa genelinde yaşayan ve bir şeyler yapmak isteyen Süryani gençleri bir araya gelip ortak çalışma yapma konusunda ilke kararları aldılar. Daha sonra herkes bulunduğu ülkede ve bildiği alanda, bu ilke kararları doğrultusunda çalışma yürütmeye başladı. Dolayısıyla değişik ülkelerde, ortak hedefler doğrultusunda, birbirinden ayrı birçok yapı ortaya çıktı. Ki bu yapılar arasında da bazı alanlarda zamanla kopukluklar ortaya çıkmaya başladı. İşte ESU yu ortaya çıkaran koşullar bunlardı. Tabi çalışma yürüttüğümüz ülkelerin birçoğunun Avrupa Birliği üyesi olması da böyle bir birliğin ortaya çıkmasında önemli bir rol oynadı. Çünkü sonuçta yaptığımız çalışmaların çoğunun nihai muhatabı Avrupa Birliği kurumları oluyordu. Bu yüzden de tektek kurumlar olarak, Avrupa Birliği kurumlarına müracaat etmek yerine, bütün bu kurumların temsilcisi olarak AB kurumlarına gitmek daha mantıklıdır diye düşündük. O zaman ESU nun bünyesinde kimler var? ESU nun bünyesinde, daha çok Avrupa ülkelerinde bulunan Süryani federasyonları, birlikler, dernekler, yayın organları ve bireyler bulunuyor. 2004 yılında Brüksel de yapılan kuruluş kongresine, bu kurumları temsilen 300 den fazla delege katıldı. Daha sonra ESU ye hem kurum bazında hem de bireyler bazında yeni katılımlar oldu. Bugün Avrupa da Süryanilerin yaşadığı bütün ülkelerde ESU ya bağlı kurumlar ve kurumların olmadığı yerlerde de temsilcilikler bulunuyor. ESU nun çalışmaları sadece Avrupa ya mı yönelik? Hayır. ESU daha çok Avrupa da bulunan Süryaniler in içinde yer aldığı bir kurum. Ancak yaptığı çalışmalarla, dünyadaki bütün Süryanilerin ihtiyaçların cevap olmaya çalışmaktadır. Dolayısıyla her ülkedeki Süryanilerle ilişki kurmaya ve onlarla birlikte ortak çalışmalar yapmak için çaba sarf etmektedir. Bu çalışmalar yapılırken de her ülkenin ve içinde yaşayan Süryanilerin koşullarını dikkate almaya çalışır. Duruma göre de yapılan bu çalışmalar ya ESU adına ya da ülke koşullarına göre çalışma yürüten kurumlar aracılığıyla yapılır. Mesela ESU Suriye de, Lübnan da, Irak ta çalışma yapmıyor. Ama orada bulunan ve benzer hedefler için mücadele eden Süryani kurumlarıyla ortak çalışmalar yapıyor ve o ülkelerdeki Süryanilerin Avrupa daki sesi olmaya çalışıyor. Peki ya Türkiye bağlamında ESU nun yeri nerde? Türkiye, Süryaniler açısından çok önemli bir ülke,

çünkü sınırları içerisinde ata topraklarımızın bir bölümü bulunuyor. Geçmişte de içinde çok büyük bir Süryani nüfus yaşıyordu. Ancak yaşanan birçok hadise sonucunda bu nüfusun büyük bir bölümü göç etti. Bugün Türkiye de 25 bin civarında Süryani yaşıyor ama örgütlenme koşulları, diğer ülkelere oranla zor. Bunun yanında Avrupa da yaşayan Türkiye kökenli yüz binlerce Süryani var ve Süryanilerin Türkiye ye yönelik birçok çalışması var. Dolayısıyla Türkiye ESU nun ilgi alanında. Şu an özgün örgütlenme koşulları olmadığı için çalışmalar direkt ESU temsilciliğiyle yürütülmeye çalışılıyor. İlerde özgün örgütlenme koşulları oluşursa ayrı bir örgütlenme yapılabilinir. Böyle bir durumda da kurumlar arasında ortak çalışmalar yürütülür. Ne tür faaliyetler yürütülmektedir? ESU her şeyden önce Süryanilerin yaşadığı durumu, karşılaştığı sorunları ve taleplerini ortaya koymaya çalışıyor. Bunu yaparken de farklı etkinliklerde bulunuyor. Farklı ülkelerin parlamenterleriyle g ö r ü ş ü y o r, yürüyüşler, mitingler düzenliyor. Oluşturduğu eğitim kamplarında toplumun her kesime eğitimler veriyor. Süryani kültürünün geliştirilmesi için çalışmalar yapıyor. Bütün bunların yanında, dünyanın değişik bölgelerine dağılmış olan Süryanilerin ortak hedefler doğrultusunda bir araya gelmesi için de çaba sarf ediyor. Birliğin kurulması Süryani halkı üzerinde nasıl etkiler yarattı? Evet. Süryaniler arasında yaşanan sorun sadece birçok kurum olması değildi. Bunun yanında bu birçok kurum arasında aynı halkı; Asuri, Arami, Keldani gibi farklı isimler altında temsil etme durumu da söz konusuydu. Biz ESU olarak bütün bu isimlerin tek bir halkı temsil ettiğini anlatmaya çalıştık. Bunu da ESU bünyesinde bulunan farklı isimlerdeki kurumlar ve yaptığımız yazışmalar aracılığıyla ortaya koyduk. Bunun sonucunda da marjinal ve belirli bir kesim dışında halkımızın hepsi, bütün bu isimlerin aynı halkı temsil ettiğini kabul etmeye başladı. Birlik, farklı ülkelerdeki Süryaniler için bir ortaklık sağladı mı? Süryaniler zaten birçok noktada ortak özellikleri bulunuyor. Yani köken olarak hepsi aynı özellikleri taşıyor ve hemen hemen hepsinin sorunları da aynı. Dolayısıyla yürütülecek ortak bir çalışma Süryanileri hemen bir araya getirir. Ki biz bunu yaptığımız birçok Miting, yürüyüş, festival, vb. etkinlikte defalarca yaşadık. Dolayısıyla birliğimiz, aslında var olanı ortaya çıkardı ve geliştirdi diyebiliriz. Birliğin Süryaniler için önemini birkaç cümleyle özetlemek gerekirse, ne dersiniz? Bugüne kadar Süryaniler, ister ata topraklarında ister göç ülkelerinde yaşadıkları her yerde birlik olma konusunda hep zorluk yaşadılar. Dolayısıyla aralarında birlik olma kültürü fazla gelişmedi. Kendilerini birbirlerinden ayıracak bir neden mutlaka buldular hep. Ayrıca çok değişik ülkelerde yaşadıkları için de farklı koşullara sahip bulunuyorlar. Dolayısıyla birlikte örgütlenme koşulları hemen hemen yok denecek kadar azdır. Bizler bu durumu ortadan kaldırmak için çaba sarf ettik. Her şeyden önce yaşam koşulları birbirine benzeyen ülkelerdeki Süryani kurumlarını bir çatı altında toplamaya çalıştık. Farklı koşullara sahip ülkelerde ise ortak amaçlar için mücadele edecek, o ülkenin koşullarına göre Süryani kurumları oluşturduk. Sonuç olarak da birçok ülkede ortak amaçlar için mücadele eden bir yapının ortaya çıkmasını sağladık. Teşekkür ederiz. Sayı 8 Ekim 2012 Okuyuculardan SON KELDANİLER (2) Ağalar, himayesindeki Hristiyan aileyi korumak için diğer Kürt ağalarla çatışmaya bile girebiliyor. Bunun karşılığında o aileden önemli bir hizmet bekliyor. Bu himaye- hizmet; ilişkisi daha önceki tarihlere uzanıyor. Komşu Kürt köyü Hilal in ağaları 1915 te İşşili Keldaniler i Şırnaklı Kürtlerin katliamından korudukları için, o zamandan beri İşşililer onlara işçilik yapıyor, katır ve öküzlerini çalıştırılmak üzere onlara veriyor; istedikleri zaman elbise, koyun, keçi ve tavuk gibi armağanlar veriyor. Yani İşşililer, 1915 te korunmanın diyetini hizmetçilik yaparak ödüyür. Buna rağmen Peder Yalap, en ciddi olumsuzluktan bir olumluluk payı bulmaya çalışıyor; Kürt aşiretleri, Hristiyanlara ne zaman birbirlerine karşı daha gaddar ve sert davranıyorlardı İyi Kürtler de vardır, bunu inkâr edemeyiz. Çünkü birbirlerine yaptıkları kötülükleri bize yapmıyorlar. Bu ironik değil, çaresizlik içindeyken kötünün iyisini kabullenen bir dil. Olumsuz yaklaşımlardan dolayı 1960 a kadar köy papazlarının Cizre ye gidemediğini, 60 tan sonra Mele Mustafa Barzani Hareketiyle Hristiyan-Müslüman çatışmasının azaldığını öğreniyoruz. Buna rağmen komşu Kürt köylerin Keldani köylerinin sınırlarını kemirmeleri; koyun-keçilerini çalmaları, otlaklarına hayvanlarını sürmeleri gibi tacizler eksilmiyor. 1978 in sonları bölgedeki Keldaniler için sonun başlangıcı. Yakın bir Kürt köyünden İşşi deki bir eve misafir gelen bazı Kürtler 12 yaşındaki Keldani kızı Feride yi yatağından kaldırıp sırtlayarak kaçırırlar. Keldaniler, kızı bulmak için ağalara, jandarmalara başvurur; sözler verilir ama bir sonuç çıkmaz. Katolik oldukları için gittikleri Vatikan Büyükelçiliğinden de eli boş dönerler. O günlerde başka bir Keldani köyün muhtarı Diyarbakır da öldürülür. Kürtler hergün adam öldüremez ama kız kaçırabilirler, denilerek köyün genç kızları çalışmak bahanesiyle İstanbul a gönderilir. Son göç başlar böylece. 7 80 lerde bölgedeki çatışmalarla Keldani köylerine de MİT ve jandarma baskınları olur, göç hızlanır ve 95 lere kadar devam eder. Keldaniler in bir kısmı İstanbul a gider. Dinsel törenlerini Beyoğlu ndaki küçük bir kilisede yapıyorlar. Büyük kısmı Fransa ya göç eder. Yoğun olarak Paris banliyösü Sancelles de yaşıyorlar şimdi. 8.000 Keldani bulunuyor orada Bu topraklarda yaşananlara bir de bu açıdan bakalım Ezen-ezilen ilişkisinde farklı rol dağılımlarını da görüp en alttakiler i, yani Keldaniler i unutmayalım. Halklarımızın özgür birliktelikleri için gerekecek bu Sadık ASLAN

8 Sayı 8 Ekim 2012 MEZOPOTAMYA UYGARLIĞINDA SÜRYANİ HALKI Dizi Yazı 8 II. BÖLÜM ASUR, BABİL, ARAM, KALDE EGEMENLİKLERİ DÖNEMİ a) Hammurabi Kanunları (Kodeksi) Hammurabi, yönetiminin 21. yılında insanların sınıflarına göre haklarını koruyacak 49 kolom halinde 282 maddeden oluşan bir kanun kitabını yazdı. Hammurabi Kanunları; büyük bir yontu üzerinde, Hammurabi nin güneş tanrısı Şamaş tan aldığı kanunları tavsir eden bir resmin altında, çivi yazısıyla yazılmıştır. Bu kanunlar Babil de olanlar, kralın topraklarını işletenler (yarı-hür veya fakirler) ve köleler. Genel olarak Hammurabi Kanunları şu temel noktaları içermektedir: - Özel mülkiyete saldırı ve haksızlık - Tüccarların görevleri ve hakları - Taşınmaz malların sahipleri adına kaydedilmesi - Kredi ve deposito - Evlilik, aile ve miras hakkı (kanunların büyük bölümünü oluşturuyor) - Hakaret ve küfür - Haksızlığa karşı dişe diş ve göze göz yöntemi - Birçok meslek şeklinin işleyişi ve biçimi - Kölelerin, sahiplerine karşı olan görevleri ve sorumlulukları - Kaçan kölelere karşı uygulamalar vb. üyelerinden, şehir yöneticilerinden ve yüksek hakimlerden oluşmaktaydı. Bu tabakanın içinde yüksek dereceli askerler, büyük toprak ağaları ve önde gelen tüccarlar da yer alıyordu. Üçüncü tabaka: Eskiden büyük bir güce ve yetkiye sahip olan, fakat bu süreçte yetkisini önemli oranda yitiren, görevleri gereği insan ve tanrılar arasında bir bağ oluşturan ruhban kesimidir. Dini görevlerinin yanında memurların önemli bir kesimini de oluşturuyordu. Bunlar tapınak idaresi altında olan okullarda memur olarak yetiştiriliyorlardı. Dördüncü tabaka: Bu tabaka genellikle ticaretle uğraşan ve halkın çoğunluğunu kapsayan özgür insanlardan oluşuyordu. Savaş döneminde yaşayan insanların günlük yaşantısını belirledi. Özellikle kölelerin yaşantısını belirleyen bu kanunların büyük bir bölümü de toplumsal yaşamı, aile içinde kadın-erkek ilişkisini, miras haklarını, bireysel haklar ve ticaret anlaşmalarını konu alıyor. Hammurabi bu kanunlarla değişik hukuk geleneklerini tek sistem altında birleştirip, sosyal reformları kurumlaştırmayı istedi. Kanunlar, toplumu üç sınıfa ayırmaktadır. Hür Bu kanunların çoğunun kökleri Sümer kanunlarına ve geleneklerine dayanmaktadır. Ayrıca kurulmak istenen sistemin kurumlaşabilmesi için de barbar Amuruların geleneklerine dayanan sert ve kırıcı özellikler eklenmiştir. Özellikle bu kanunlara dayanarak verilen cezalar çoğu kez ölümle sonuçlanıyordu. b) Eski Babil de Sınıf ve Tabakalar Hammurabi döneminde Babil halkının tümü üç sınıfa ayrılmıştı. Hür insanlar (avilum), fakirler (muşkenum) ve köleler (vardum) diye tanımlanan bu sınıflar toplumsal tabakalara da ayrılmışlardı. Bunlar şu şekilde sıralandırılmıştı: Birinci tabaka: Babil toplumunun en üst tabakasını kral, kral ailesi ve saraydaki kral çevresi oluşturuyordu. İkinci tabaka: Büyük yetkiye sahip hükümet en ağır silahları kullanan ve birçok hakka sahip olan bu tabakayı oluşturan bireyler köy veya şehir meclislerinde yeralabiliyorlardı, memur ve askeri komutanların seçiminde söz hakkına sahiptiler. Beşinci tabaka: Bu tabaka yarı-özgür insanlardan oluşmaktaydı. Bu insanlar, krala ve tapınak yönetimine en çok bağlı olan kesimdi. Bunlar saray ve tapınaklardan küçük bir arsa kiralıyarak çiftçilik ve elişleri yapıyorlardı. Birçoğu askerlikte hafif silahlılar olarak görevlendirilirken, polis veya postacılık da bunların görevleri arasındaydı. Fırıncılar, bira yapıcıları, dokumacılar, kuyumcular, araba ve gemi yapıcıları, balıkçılar, inşaatçılar, maden işletmecileri, marangozlar ve çobanlar da bu tabakaya mensuptular. Genel olarak bu tabakaya

Akadca da fakirler anlamındaki muşkenu deniliyordu. Altıncı tabaka: Toplumun büyük bir kesimini oluşturan bu tabaka en az haklara sahip olan kölelerden oluşuyordu. Köleler üst sınıfa ait bütün tabakaların hizmetinde çalıştırılıyorlardı. Bu insanlar çoğunlukla savaştan sonra esir düşen komşu halkların askerlerinden oluşuyorlardı. Normal bir insanın en çok dört tane kölesi olabilirdi. Köleler en alt sınıfı teşkil etmelerine rağmen az da olsa bazı yasalarla korunuyorlardı. Örneğin evlilik hakkı, kendi özgürlüğünü satın alma, vb. haklar. c) Köleler Sümer ve Akad döneminde ortaya çıkan kölecilik sistemi Üçüncü Ur ve Babil dönemlerinde daha da geliştirildi. Babil de kölelerin bir kısmı kralın, diğer kısmı da zengin ailelerin hizmetinde bulunuyorlardı. Krala bağlı olan köleler savaş sonucu elde edilirken, özel köleler ticaret yoluyla elde ediliyorlardı. Devlet veya kral kölelerinin görevleri; toplu çalışma, sokak yapma, kanal kazma, yerleşim yerlerinin inşaası, Zigurat ve tapınak inşa etme, devlet topraklarını işleme ve atölyelerde çalışma gibi vazifeler içeriyordu. Kanunlara göre köle, köle sahibinin eşyası gibiydi. Eğer birisi tarafından yaralanırsa, yaralayan sahibinin malına zarar verildi diye cezalandırılırdı. Hammurabi Kanunları na göre, kaçmayı deneyen kölelere ağır cezalar verilirken, bunları yanlarında barındıranlara da ölüm cezası veriliyordu. Diğer yandan da köleye her zaman özgürleşme imkanı tanınıyordu. Bu da eski sahibine ömrü boyunca bakması ve yardım etmesi gibi şartlara bağlanmıştı. Babil Devleti ndeki sayıları oldukça yüksek olan fahişelerin büyük çoğunluğu köle kadınlardan oluşmaktaydı. Savaş dönemlerinin dışında ihtiyaç duyulan üretimde yeralacak nüfusu arttırmak için kölelere evlilik dayatılıyordu. Evlilik sonucu doğan çocuklar da köle sahibine ait oluyordu. d) Eski Babil de Ekonomi Eski Babil Devleti nin ekonomisini iki güç belirliyordu. Birincisi saray, ikincisi de tapınaktı. Şehir sanayisi, dokumacılık, inşaatçılık ve balıkçılık, sarayın denetimi altındaydı. Yün sanayii ise tamamıyla özel şirketlerin elindeydi. Tarım ve hayvancılık ise tapınakların elindeydi. Her ne kadar Babil topraklarında zengin bir tarım ve hayvancılık geliştirilmişse de, Akad döneminde başlatılan toprak reformları bu dönemde de devam etti. Devletin kuzeyindeki ziraate elverişli toprakların tümü vergi karşılığında çiftçilere kiralanıyordu. Toprak dağılımı, tabletler üzerinde çizilerek, böylelikle tarihteki ilk kadastro kayıtları da oluşturuldu. Devlet ve büyük toprak ağaları büyük baş hayvanları yetiştirirken, köylüler veya küçük çiftçiler daha çok koyun ve keçi yetiştiriyorlardı. Ticaret, eskiden olduğu gibi artık sadece devlete ait bir sektör olmaktan çıkmıştı. Çünkü tüccar tabakası olarak tanımlayabileceğimiz orta sınıflar, bunu yavaşça ele geçirmeye başlamışlardı. İhraç edilen eşyalar genel olarak yün, yağ, buğday, el işleri ve sanayi ürünlerinden oluşmaktaydı. İthal edilenler ise köle, baharat, taş, kereste ve metaldı. Numibya ve Mısır dan altın getirilirken, Elam ve Toroslar dan gümüş, Kıbrıs, Güney Arabistan ve Elam dan bakır, Ermenistan, Lübnan ve Amanoslar dan da kereste getiriliyordu. Devamı gelecek sayıda Sayı 8 Ekim 2012 Ortadoğu da Süryanilerin Ve Hıristiyanların Durumu Suphi AKSOY Kuzey Afrika ve Ortadoğu da yaklaşık iki yıl önce başlayan halk ayaklanmalarıyla birlikte birçok gerçeklik yeniden gündeme geldi. Bu gerçekliklerden birisi Ortadoğu da neredeyse hiç sayılmayan ve siyasetin dışına itilen Hıristiyanların ve Süryani halkının durumudur. Mısır halk devrimi sırasında bu ülkedeki Hıristiyanlar sadece dini kimlikleriyle değil, etnik Kıpti kimlikleriyle de gündemde yer almaya başladılar. Kıptiler artık Hıristiyan bir cemaatten öteye Araplardan ayrı bir halk olduklarını dile getirmektedirler. Ortaya çıkan bu duygudüşünce bilinçli bir örgütlülüğe dönüştüğü oranda, Kıptilerin ulusal kimliği de güçlü bir etki alanına kavuşacaktır. Böylece hiç kimse onları eskisi gibi Arap Hıristiyanlar olarak asimile etme politikalarını rahatlıkla uygulayamayacaktır. Ortadoğu da ortaya çıkan yeni koşullar nedeniyle aynı durum Süryani halkı için de geçerlidir. Suriye de Baas rejimine karşı başlayan halk ayaklanmasıyla birlikte Süryani halk kimliği de birçok platformda gündeme gelmiştir. Birçok gurup, kesim ve birey Süryani halkını Hıristiyan olarak değerlendirme alışkanlığından henüz kurtulamadı ama geçen bir buçuk yıllık süre içerisinde Suriye de Süryani halk kimliğinin savunması güçlü bir şekilde yapıldığı için muhalefet kesimleri, kısmen de olsa bu durumu kabullenmeye başladı. Dolayısıyla Suriye de iki temel halk (Arap, Kürt) var tezi temelden yoksundur. Çünkü bu tezin tamamlanması için Süryani halkının da temel bir halk olarak kabullenilmesi ve resmen tanınması gerekmektedir. Suriye de halkların adından söz ederken Süryani halkının da adını dile getirmek zorunluluk ve samimi bir yaklaşımı ifade etmektedir. Her kimlik yerinde kullanıldığında bir anlam ifade eder. Araplar Kürtler ve diğer halklar etnik kimlikleri yanında dinsel kimliklere de sahiptirler. Dolayısıyla hiç kimse bu halkların etnik kimliklerini yok sayarak sadece bağlı oldukları dinle tanımlamamaktadır. Nasıl ki bu halkların sahip olduğu etnik kimlik ve diğer kimlikleri yok sayıldığında anlamlar ve tanımlamalar çarpıtılıyorsa; Irak, Türkiye, Suriye, Lübnan ve Mısır da da geçmişte yapılmak istenen Hıristiyan inancına sahip olan halkların etnik kimliğini yok saymak yanlıştır. Günümüzde eski egemenlere, diktatörlere başkaldıran ve zulme karşı savaşan bazı güçler, eski alışkanlıklardan henüz kurtulamadıkları için şoven duygularla hareket etmekte, geleceğe olan beklenti ve özgürlük umutlarını zedelemektedirler. Yeni inkar anlayışlarının kök salmaması için bu olumsuz yaklaşımdan vazgeçmek ve şimdiden bazı tedbirlerin alınması büyük bir önem taşımaktadır. Bunun için güven verici doğru ve samimi adımların atılması lazım. Her bireyin toplumsal gurubun ve halkın ne kadar kimliği varsa bütün değerleriyle birlikte tanınması ve kabullenmesi gerekmektedir. Araplara Kürtlere ve diğer halklara sadece bağlı oldukları dinin kimliğiyle hitap etmek ve diğer tarihsel etnik kimliklerini inkar etmek ne kadar yanlışsa Süryani halkına Hıristiyanlar demek de o kadar eksik ve yanlıştır. Samimi adımlarla yeni bir Ortadoğu inşaa edilebilir. Avrupa Birliği kadar Ortadoğu Birliği de kurulabilir. Yeterki herkes Demokratik değerler etrafında biraraya gelmeli ve varolan gerçek kimlikler saygı görmelidir. Bu arada Süryani halkı da etnik kimliğini dinsel kimliğiyle birlikte büyük bir saygınlığa kavuşturması için bütün değerlerine bağlı kalarak kendini güçlü bir şekilde ifade etmeli ve inkarcı politikalara karşı çıkmalıdır. Ortaya çıkan koşullara bakıldığında Süryani halkının üç bölgede siyasi statü kazanma şansını elde etmiştir. Birinci statü Irak ta Ninova ovasında Kürt veya Araplarla kuracağı Otonomidir. İkinci statü Suriye nin Cezire bölgesinde Kürt ve Araplarla birlikte elde edeceği yerel İdari Özerkliktir. Üçüncü statü de Suriye nin Vadi El Nasara alanında Araplarla varılacak bir anlaşma sonucu kurulacak Özerk bir yönetimdir. Bu anlamda Suriye nin yeni sistemi merkezi olmayan Federal Özerk alanlardan oluşan bir sistem olmalıdır. Süryani halkının kendi öz yönetimine kısmen veya tamamen kavuşabileceği alanlara yönelik yoğun bir çalışma yapılmalı ve bu alanlarda diğer halklarla birlikte yerel Parlamentoların kurulması öngörülmelidir. Aksi taktirde Süryani halkı bir halk olarak değil Hıristiyan cemaatlere bölünmüş bir şekilde sürecin dışında bırakılacaktır. 9

10 Sayı 8 Ekim 2012 Mardin Tarihini Arıyor Hrant Dink Vakfı tarafından daha önceki yıllarda Adana ve Diyarbakır da yapılan konferans bu yıl; Turabdin Süryani Kültür ve Dayanışma Derneği, Mardin Sinema Derneği, Mardin Barosu, Mardin Tabipler Odası ve KAMER Mardin Şubesi nin katkılarıyla Mardin de yapılıyor. 2-3 Kasım 2012 de yapılacak konferansta; Mardin ve Çevresi Toplumsal ve Ekonomik Tarihi konusunda sunumlar yapılacak. Osmanlı İmparatorluğu nu son yılları ile Türkiye Cumhuriyeti nin kuruluş yıllarını kapsayan yıllarda ortaya çıkan siyasal, ekonomik ve toplumsal gelişmelerin ele alındığı konferansa, dünyanın değişik ülkelerinden akademisyan ve araştırmacıların katılması bekleniyor. Bilimsel Komitesini Prof. Dr. David GAUNT (Södertörn Üniversitesi-İsveç), Prof. Dr. Taner AKÇAM (Clark Üniversitesi-Amerika), Doç. Dr. Cengiz AKTAR (Bahçeşehir Üniversitesi-Türkiye) ve Prof. Dr. Suavi Aydın (Hacettepe Üniversitesi- Türkiye) nin oluşturduğu konferansın Organizasyon Komitesi, yaptığı yazılı açıklamada; Osmanlı İmparatorluğu ve sonrasında Türkiye de, 19. yüzyıl başından itibaren başlayıp 20. yüzyılın ilk çeyreğinde devam eden toplumsal ve ekonomik değişimin algılanması, anlaşılması, akademik olarak temellendirilmesi sürecinde Anadolu nun batısıyla ilgili çalışmalar ağırlıklı olarak karşımıza çıkmaktadır. Hâlbuki aynı coğrafi bütünün parçaları olarak, Anadolu nun doğusunda da benzer değişimler yaşanmış, çeşitli nedenlerle bu bölgeler hakkında yapılan akademik çalışmalar daha sınırlı kalmıştır. Aynı doğrultuda bu yörelerde ortaya çıkan toplumsal hareketlerle ilgili kayıtlar, arşivler ve monografiler daha azdır. Hatta Anadolu nun doğusunda meydana gelen dönüşümler hakkında, bugün bariz bir ilgisizlik ve hafıza kaybı söz konusu olduğunu söyledikten sonra, daha önceki yıllarda Adana ve Diyarbakır da yapılan ve bu yıl Mardin de yapılacak konferansla, 1838 1938 yılları arasında, Anadolu nun çok çeşitli din, dil ve kültürünü barındıran bölgelerinden olan Mardin ve çevresindeki illerde yaşanan toplumsal ve ekonomik değişimlerin ayrıntılı bir biçimde ele alınması ve bu konuda yapılan yeni çalışmaların akademik dünyaya duyurlması amacında oldukları belirttiler. Mardin Erdoba Elegance Otel de düzenlenecek olan ve herkesin serbestçe dinleyim sorularıyla katılabileceği konferans; 2 Kasım Cuma günü saat 10.30 da başlayacak ve 3 kasım Cumartesi günü tamamlanacak. 4 kasım Pazar günü de, konferansta sunum yapan katılımcılar, Mardin ve çevresindeki tarihi yerleri dolaşacaklar. Anadolu nun geri gelen hafızası Hafıza bu topraklara nihayet geri geliyor. Çok gerilerden, ulusun inşası döneminden geliyor. Yüzyılı aşkın bir zaman dilimi bu. Ulusun inşası sürecinde bu toprak7larda yaşayanlara devlet tarafından reva görülenler, yaşayanların birbirlerine reva gördükleri, çekilen acılar, yaşanan toplu şiddet, unutulmaya ve esas unutturulmaya çalışılan her kötü hatıra geri geliyor. Geri gelen sadece kötü hafıza değil, bu toprakların barındırdığı farklılıklar, uluslaşma sonucunda yok edilen veya yok sayılan zenginlikler de geri geliyor. Bu memleket onyıllardır hergün yeni ama aslında yeni olmayan bir dolu bilgiye, varlığa, yokluğa tanık oluyor. Uluslaşma uyarınca varlıkları neredeyse tamamen silinen Ermeniler, vatanlarına tutunmaya çalışan soykırımdan kurtulmuş bir avuç Süryani, yollanan ve yok edilen Rumlar; varlıkları yoksayılan Kürtler, Ezidîler, Aleviler; kamusal alandaki varlıkları gayrimeşrulaştırılan müslümanlar, bu topraklarda yaşayanların neredeyse tamamı ile ilgili hatıra ve bilgi geri geliyor artık. Ancak bu hatırlama kolay olmuyor. Çokpartili sisteme geçirildiğimiz 1946'dan bu yana toplumla ittihatçıkemalist tahayyülün taşıyıcısı devlet arasında inişli çıkışlı bir çekişme mevcut. 1980 askeri darbesi sonrasında müslümanlar ile Kürtlerin aktörleşmeleri bu çekişmenin şiddetlenmesini, irtica ve şekavet olarak literatüre geçmiş olan devletin kırmızı çizgilerinin silinmeye başlamasını beraberinde getirdi. İşte bu dinamik dayatılan ulus tanımını altüst etti. Ve o tanımın yokettiği ve yoksaydığı bütün farklılıklar ortaya yeniden çıkıverdiler. Geri gelen hafızanın daha çok başlarındayız, yol daha çok uzun. Ama cin şişeden bir daha girmemek üzere çıktı. Bu topraklarda yaşayanların ezici çoğunluğu inkar etmiyor aslında, öğrendiği yanlışı tekrar ediyor. O yüzden rahmetli Hrant Dink in dediği gibi mesele ne inkâr, ne ikrar esas olan idrak etmek. 2005'de İstanbul da düzenlenen ve bir milad olan Osmanlı Ermenileri konferansının ardından batının büyük kentlerinde kaybettirilmiş hafızamızı irdeleyen pek çok toplantı düzenlendi ve düzenlenmeye devam ediyor. Bizler de Hrant Dink Vakfı olarak son birkaç yıldır bu yeniden öğrenme çalışmalarına elimizden geldiği kadar destek veriyor, bu acılı toprakların tarihini, geçmişini, güzelliklerini resmî tarihin masallarını bir kenara koyarak anlamaya ve anlatmaya çalışıyoruz. Bu yıl Mardin deyiz. 2 ve 3 Kasım da Erdoba otelde Mardin ve Çevresi Toplumsal ve Ekonomik Tarihi başlıklı uluslararası bilimsel bir toplantı düzenleyeceğiz. Toplantının amacı, önceki yıllarda gerçekleştirdiğimiz Adana ve Diyarbekir ile çevrelerini ele alan toplantılarda olduğu gibi 1839 1938 yılları arasında, Anadolu nun çok çeşitli din, dil ve kültürünü barındıran bölgelerinden Mardin ve civarında yaşanan toplumsal ve ekonomik değişimlerin ayrıntılı bir biçimde ele alınması ve bu konuda yapılan yeni çalışmaların akademik dünyaya duyurulmasıdır. Osmanlı İmparatorluğu ve sonrasında Türkiye de, 19. yüzyıl başından itibaren başlayıp 20. yüzyılın ilk çeyreğinde devam eden toplumsal ve ekonomik değişimin algılanması, anlaşılması, akademik olarak temellendirilmesi sürecinde karşımıza daha ziyade Anadolu nun batısıyla ilgili çalışmalar çıkmaktadır. Hâlbuki aynı coğrafi bütünün parçaları olarak, Anadolu nun doğusunda da benzer değişimler yaşanmış, çeşitli nedenlerle bu bölgeler hakkında yapılan akademik çalışmalar daha sınırlı kalmıştır. Aynı doğrultuda bu yörelerde ortaya çıkan toplumsal hareketlerle ilgili kayıtlar, arşivler ve monografiler daha azdır. Hatta Anadolu nun doğusunda meydana gelen dönüşümler hakkında, bugün bariz bir ilgisizlik ve hafıza kaybı söz konusudur. Hrant Dink Vakfı olarak bu hafıza kaybına deva olmaktan onur duyduğumuzu söyleyeyim. Cengiz AKTAR Hrant Dink Vakfı Yönetim Kurulu üyesi

Süryani Ulusal Konseyi kuruldu Dünyanın değişik ülkelerinde bulunan Suriyeli Süryani kurumları 8 Eylül 2012 de İstanbul da yaptıkları toplantıda; Suriye Süryani Ulusal Konseyi(SNC) i kurdular. Süryani Dernekler Federasyonu ile İstanbul Mezo- Der in ev sahipliğinde yapılan toplantıya aralarında; Uluslararası Süryani Birlik Partisi, Suriye Süryani Birlik Partisi, Süryani Gençlik Birliği, Bethnahrin Kadınlar Birliği, Suriye Süryani Kültür Derneği, Amerika Süryaniler Birliği, Suriye Gençlik Hareketi nin de yer aldığı Süryani kurumlarından 18 temsilci katıldı. Daha önce değişik yerlerde yapılan hazırlık toplantılarında bir araya gelen ve birlikte çalışma kararı alan Süryani kurumları, İstanbul da yapılan ve 2 gün süren toplantının birinci gününde SNC nin program ve tüzüğü karara bağlandı. Ayrıca SNC nin ilk yönetim kurulu da yapılan toplantının birinci gününde seçildi. Toplantının bitimi sonrasında basına dağıtılan SNC nin kuruluş bildirgesinde; Günümüzde Suriye de yaşanan savaş ortamında halkımız zor anlar yaşamaktadır. Bizler Suriyeli Süryani kurumları olarak, halkımızın ulusal taleplerine cevap olmak için bir araya geldik ve Suriye Süryani Ulusal Konseyi ni kurduk. Daha önce yaptığımız toplantılarda ana hatlarını belirlediğimiz program ve tüzüğümüzü karara bağladık ve Yönetim Kurulu üyelerimizi seçtik. Demokratik bir seçim sonucunda Konseyimizin başkanlığına Bassam İSHAK ı getirdik denildi. Konsey kuruluşunun Süryani halkı açısında tarihi bir öneme sahip olduğunun belirtildiği bildirgede, Suriye de yaşayan Süryani, Arap, Kürt, Çerkez ve diğer halkların hiçbir ayırım gözetilmeksizin eşit haklara sahip olduğu, Suriye nin demokratik ve çoğulcu yapısının korunması gerektiği üzerinde duruluyor ve uluslararası kurumlarını da, yaşanan insanlık dramı nın bir an önce durdurulması için göreve çağırıyor. Suriye de daha çok Hıristiyan (bazen de Arap Hıristiyan) olarak bilinen Süryaniler, değişik isimler (Asuri, Arami, Keldani, Melkit ve Maruni) altında nüfusunun yaklaşık % 15 ini oluşturuyor. Gozarto (Cezire) bölgesinde, Halap te, ve Lübnan ın kuzeyindeki alanlarda yaşıyorlar. Sayı 8 Ekim 2012 Nefretin ucu dine de dokununca Her şerde bir hayır vardır sözünün büyüklüğü yine kanıtlandı. Tabii ki şimdiden 28 insanın öldürülmesi apayrı bir şer oldu, onu dışarıda tutuyorum ve sırf Türkiye için söylüyorum: İyi ki Müslümanların Masumiyeti adlı o rezil rüsva film yapıldı da şu haberi okuduk: Başbakan talimat verdi, AKP hukukçuları çalışmaya başladı. Şimdi dine nefret söylemi ve hakaret yasaklanacak. Umudumuz, Komşuda pişer, bize de düşer misali, her türlü nefret söyleminin yasaklanması. Nefret söylemi ve hakaret ifade özgürlüğüne girmez. Açıkça şiddete davet etmese bile engellenmesi gerekir. Çünkü farklı kimliklere izin vermeyen Türkiye gibi azgelişmiş bir ülkede derhal nefret suçuna yol açar. Bunları söyleye söyleye dilimizde tüy bitti. Hükümet hiç üstüne alınmadı. Polisine iki buçuk misyoneri sürekli takip ettirdi. Travestilerin ve öğrencilerin yerlerde sürüklenmesine karışmadı; hatta, yapanları terfi ettirdi. Halk da mesajı aldı tabii. Mesela, o iki buçuk misyoneri birer birer öldürmeye başladı. Hrant meselesini hiç açmıyorum, yüreğim kaldırmıyor. Hem yürütme, hem yargı Türk yargısı da burada kendine düşeni yaptı. Mesela, daha önce de yazdım, Nisan 2007 de Malatya daki Zirve Yayınevi nde işkenceyle öldürülen üç Hıristiyan ın davasında savcının iddianamesi 32 klasörden oluşuyordu, ama bunlardan sadece 8 i cinayetle ilgiliydi. Savcı, sanki Türkiye de din yaymak suçmuş gibi, 24 klasörü misyonerlik faaliyetlerine ayırmıştı (E. Önderoğlu, Bianet, 20.11.2007). Aslında, ayrımcılığı ve nefret söylemini önlemek için yasal bir zemin mevcut. 6 Şubat 2002 de çıkarılan ilk AB Uyum Paketi nde, Avrupa nın zoruyla, TCK Md. 216 ya bir ekleme yapıldı: Halkın bir kesimini sosyal sınıf, ırk, din, mezhep, cinsiyet veya bölge farklılığına dayanarak alenen aşağılayan kişi, altı aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Böylece, savunmasız insan ve gruplara hakareti önlemek hukuken mümkün hale geldi. Ayrıca, yine AB nin zoruyla, BM 1966 İkiz Sözleşmeleri nden Kişisel ve Siyasi Haklar Sözleşmesi de nihayet Haziran 2003 te onandı. Bunun 20. Maddesi, her türlü savaş propagandası ile ayrımcılığa, nefrete ya da şiddete teşvik eden ulusal, ırksal ya da dinsel düşmanlığın savunulması nı ifade özgürlüğü kapsamı dışında tutmakta. Fakat yargımız, hayret bir şeydir, bunları bizzat nefret söylemine hedef olanlara karşı uyguladı. Daha önce de yazmıştım: Ekim 2004 te Başbakanlık İnsan Hakları Danışma Kurulu nun dezavantajlı grupları korumaya çalışan Azınlık Hakları ve Kültürel Haklar Raporu yayınlanınca, Cumhuriyet Savcısı Md. 216 nın yukarıdaki fıkrasından dava açtı! Şimdi sıkı durun. Samsun da çıkan Statüko dergisinde Okan Baş adlı kişi şöyle bir yazı yayımladı: Ogün Samast gibi gürbüz bir genç, işi Türk ün kanı pistir demeye getiren Hrant denen herifi vurduğu için ağır bir cezayla karşı karşıya kaldı. Kötü mü yaptı yani? Bana göre bu milletin geneline ağır hakaretler yağdıran adamın ölmesi zaten müstehaptır [hoşa giden şeydir]. Devlet yapması gereken işi yapmıyorsa, Türk ün kanı pistir diyen ecnebiye göz yumuyorsa, Ermenilere yaranacağım derken, milliyetçilik ilkesini düpedüz çiğniyorsa, kimse kusura bakmasın bu noktada millet devreye girer ve bu adamı yargılamanın hiçbir anlamı yoktur (Y. Koçer, Radikal, 08.02.2012). Burada yok, yok. Nefret söylemi var, açıkça şiddete teşvik var, suç ve suçluyu övme var. Irkçılığa ve Milliyetçiliğe DurDe hareketi hemen suç duyurusunda bulundu, 7 ay geçti üstünden, hiçbir sonuç yok. Bu durumda, aziz halkımız niye öldürmesin yahu? Var mı bi sebep elini korkak tutması için? Nefrete hayır, eleştiriye evet Şimdi, başbakanımız talimat verdiğine göre, nefret söylemi ve suçu yasası çıkacak veya bu suçlar TCK ya girecek. Yalnız, burada iki şeye çok dikkat etmek lazım çünkü hem hava çok puslu, hem de bu cennet vatanda ifrat ile tefrit tek yumurta ikizidir: 1) Hakaret olmadıkça, nefrete teşvik olmadıkça, sadece eleştiri söz konusu ise, söz veya yazı cezalandırılamaz. Nefret söylemi, GS Üniversitesi nden Prof. Yasemin İnceoğlu nun ifadesiyle, belli kesimleri bir gruba aidiyeti yüzünden tehdit saçan öcüler gibi sunan söylemler dir. Bu söylem, yıllar yılı beyni yıkanmış insanlara ulaştığı zaman nefret suçunun oluşuvermesi saniyelik meseledir. Onun için, nefret söylemine asla izin verilmemelidir. Ama çıkacak yasayı fırsat bilip, sadece eleştiri olduğu zaman da balyoz inecekse, ifade özgürlüğü diye bir şey kalmaz ve ortalık birbirine girer. Bunu din somutunda anlatmak gerekirse, İslam ı her eleştireni suçlu saymaya gitmek işin cıvığını çıkarır ve önce İslam a zarar verir. Burada, Prof. Samim Akgönül ün İslamofobi ile Müslümanofobi ayrımını akılda tutmak yararlı olacaktır. 9/11 saldırılarından sonra Batı daki olumsuz gelişmeye Müslümanofobi demek daha doğrudur. İslamofobi entelektüel bir boyuta da sahiptir ve kimi Batı düşünürleri İslam ı hakaret etmeden eleştirmekte, onun bir din ve düşünce sistemi olarak reforme edilmesi gerektiğini söylemektedirler. Fakat sınıfsal bir boyutu da içeren Müslümanofobi, İslam dininden değil, birey ve cemaat olarak Müslümanlardan korkmak ve/veya nefret etmek anlamındadır. Bu kişiler, aidiyet olarak Müslüman gördükleri herkese düşmandır. Almanya daki Neo Nazilerin işlediği döner cinayetleri nde Türkiyelilerin yanı sıra, Müslümana benzediği için bir de Yunanlı öldürülmüştür. Diğer bir deyişle, İslamofobi felsefe olarak mütalaa edilebilir, ama Müslümanofobi bir ırkçılık türüdür. Eğer İslam ı eleştirmeyi de suç sayarsanız, o zaman İsrail e en ufak bir laf söylemeyi antisemitizm sayanların (bkz. O. K. Cengiz, Radikal, 14.09.2012) seviyesine düşersiniz. Bütün dezavantajlı grupları 2) İnşallah AKP sadece İslam ı korumaya kalkmaz. Bu, zaten kendisi hakkında ülke içinde ve dışında süratle olumsuza giden ibreyi sadece hızlandırır. Bu rezil rüsva filmden yararlanarak, DurDe sözcüsü Cengiz Alğan ın dediği gibi, bütün dezavantajlı gruplar koruma şemsiyesine alınmalıdır. Yani soy, din, mezhep, dil, cinsiyet, cinsel eğilim vs. türünden, tüm ezilmiş ve dışlanmışlar. Çıkacak yasa, Müslüman samimiyetinin ve ciddiyetinin turnusol kağıdı olacaktır. Bu konuda MazlumDer e güveniyorum doğrusu. 11 Baskın ORAN

12 Sayı 8 Ekim 2012

Sayı 8 Ekim 2012 13

S. 12 S. 13