İ.Ü. İlahiyat Fakültesi Dergisi Bahar 2010/ 1(1) 319-323 Kitap Tanıtımı Sadru'l-Müteellihîn Muhammed b. İbrahim eş-şîrazî (Molla Sadra), Esrâru'l-Âyât, Tahkik: Seyyid Muhammed Musevî, Ta lik: el-hakîm en-nurî, İntişarât-ı Hikmet, 16+566 sayfa, Tahran, 1427/2006. Atik Aydın Esrâru'l-Âyât adlı eser, Molla Sadrâ olarak bilinen Sadru'l-Müteellihîn Muhammed b. İbrahim eş-şîrazî'nin (h. 979-1050) tefsire dair çalışmalarının mukaddimesi olarak kabul edilir. Seyyid Muhammed Musevî tarafından tahkik edilen Esrâru'l-Âyât, Hikmet Yayınevi tarafından hicri 1427 yılında Tahran'da neşredilmiştir. Tanıtmaya çalıştığımız bu kitabın yarıdan fazlası, Molla Sadrâ fesefesi olan el-hikmetu'l-müteâliye'nin önde gelen şarihlerinden el-hakîm ennurî'nin Esrâru'l-Âyât'la ilgili notlarından oluşmaktadır. Esrâru'l-Âyât'ı tahkik eden Seyyid Muhammed Musevi, bu kitabın din ile akıl arasında çatışma olmadığını ortaya koymak amacıyla yazıldığını söylüyor. Bu görüşü yadsımamakla birlikte kitabın içeriği ile ilgili belirtmek gerekir ki, Molla Sadrâ bu kitapta kâinat, din, marifet, vahiy ve Kur'an hakkındaki görüşlerini ortaya koyuyor. Bu konuları kendi felsefesi olan el-hikmetu'l-müteâliye zemininde ele almakla birlikte felsefeyi değil Kur'an'ı hareket noktası olarak kabul ediyor. Kitapta çok önemli, alışageldiğimiz kimi görüşlere aykırı, ilmî ve felsefî arka planı çok güçlü olan görüşler sade bir dil ve akıcı bir üslupla ele alınıyor. Eseri okuduğunuzda, kendinden emin ve derin ilim sahibi bir müellif ile karşı karşıya olduğunuzu hissedersiniz. Dr. İnönü Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
320 Atik AYDIN Esrâru'l-Ayât kitabı, bir mukaddime ile taraf olarak adlandırılan üç bölümden meydana geliyor. Taraflar meşhedlerden, meşhedler ise kâide olarak isimlendirilen alt bölümlerden oluşuyor. Mukaddime bölümü de kâide adındaki başlıklarla çeşitli bölümlere ayrılıyor. Mukaddimede, Allah yolunun yolcusu ile gerçek ilim ehli konusu işleniyor. Bu bölümde müellif bazı esaslar üzerinde duruyor. İlk ele aldığı esas ise, hakiki hikmetin, mutluluk ve güzelliklerin kaynağı oluşuna dairdir. Müellif hakiki hikmeti mutluluğun kaynağı olarak kabul ederken küfrü ise azabın sebebi olarak görüyor. Burada hikmet ilimle, küfür ise cehaletle bağlantılı olarak ele alınıyor. Molla Sadra'ya göre, Kur'an'ın üç temel konusu vardır: 1- İlk Hakk'ı, onun sıfatları ve fiillerini bilmek 2- Sırat-ı müstakim 3- Me'âd Bu üç konuya bağlı olarak Kur'an'ın üç konusu daha vardır: 1- Peygamberler (Peygamberler yoluna davet ve terğib) 2- İnkârcılar (İnkârcıların durumu ve terhib) 3- Ahlak Molla Sadrâ, Esrâru'l-Âyat kitabında yukarıdaki üç konuyu ele aldığını söylüyor ve şunu ilave ediyor: "Bu konularda Allah bize öyle kapılar açmıştır ki bu lütuf başka hiç kimseye nasip olmamıştır." Kitabın ana bölümleri olan üç tarafta ise şu konular ele alınır: 1- Birinci taraf: Rububiyyet ilmi 2- İkinci taraf: Allah'ın fiilleri, fiilerin O'ndan sadır olma ve O'na dönüş şekli 3- Üçüncü taraf: Me'âd ilmi ve cismanî haşir Müellif daha sonra, Kur'an'ın isim ve sıfatları konusunu ele alıyor ve bu konunun devamı niteliğinde ama ayrı bir bölümde de 'Allah'ın kelamı' ile 'Allah'ın kitabı' kavramları ve bunlar arasındaki farklar üzerinde duruyor. Sadrâ'ya göre 'Allah'ın kelamı' 'emr âlemi'nden, 'Allah'ın kitabı' ise 'halk âlemi'ndendir. Emrin müşahhas hâli fiil olduğu gibi kelamın müşahhas hâli ise kitabtır. Fiil zamanın etkisi altında olduğu için değişim ve dönüşüme tabidir. Fakat emirde böyle bir durum yoktur. Binaenaleyh kelamda nesh ve değişim olmaz ama kitapta olur. (s.17)
Sadru'l-Müteellihîn Muhammed b. İbrahim eş-şîrazî (Molla Sadrâ), Esrâru'l-Âyât 321 Molla Sadra burada da bir ayırıma gidiyor ve Hz. Muhammed (s) ile birkaç peygamberin dışında peygamberlerin çoğuna nazil olanın, kelam değil kitab olduğunu söylüyor. Kur'an ise hem Allah'ın kitabı hem de kelamıdır. Müellif, kelam ile kitab arasındaki ilişkiyi çekirdek ile ağaç arasındaki ilişkiye benzetiyor. Kur'an ile diğer semâvî kitaplar arasındaki başka bir fark ise şudur: Kur'an Hz. Peygamber'in kalbine, diğer kitaplar ise peygamberlerin göğüslerine indirilmiştir. Bu, şu anlama gelir: Diğer peygamberlerin kendilerine indirilen kitapları öğrenme biçimi ders alma şeklinde iken, Hz. Muhammed'inki Kur'an'la ahlaklanma şeklinde olmuştur. (s.21) Müellif, Allah'ın emrinin ve hitabının hem tekvinî anlamda hem de hitap manasında devam ettiğini söylüyor. Zira tekellüm, Allah'ın sıfatlarındandır. Onun sıfatları ise vahdet âleminden olduğu için adem ve zevale maruz kalmazlar. Binaenaleyh, Sadrâ'ya göre Allah'ın hitabı kün emri ile tekvin alanında devam ettiği gibi insanlık âleminde de ilham boyutuyla devam etmektedir. Hz. Muhammed'le birlikte teşriî anlamda hitap son bulmuş olsa bile ilham ve bildirimler manasında devam etmektedir. Zaten hakiki tekellüm için harflere ve lafızlara ihtiyaç yoktur. Manânın kalbe ilka edilmesi yeterlidir. (s. 56) Müellif, gaybî sayılan kimi konulara rivayetlere dayalı bazı açıklamalar getirdikten sonra aklî açıklamalarda da bulunur. Mesela levh ve kalem konusunda bazı rivayetler aktardıktan sonra şöyle der: "Kalemden kasıt akıl âleminin tümü, levhten kasıt ise nefs âleminin tümüdür." Müellif bu izahı, daha önce aktarmış olduğu menkul bilgilerden daha ikna edici bir aklî izah olark takdim eder. Müellifin bu tarz açıklamalarını onun el-hikmetu'l-müteâliye diye adlandırdığı düşünce sisteminin çerçevesinde anlamak gerekir. Yoksa yanlış anlama ve haksızlık etme riski her zaman için söz konusu olabilir. Esrâru'l-Âyât kitabında genel olarak güçlü bir mantıkî örgü ve felsefî arka plan müşahede edilirken kimi zaman mukni olmayan ve itiraza açık görüşler de mevcuttur. Mesela Hakikat-i Muhammediyye konusunda müellif şöyle diyor: "Allah her peygambere bir burhan / mucize vermiştir. Peygamberlere verilen mucize, kendi vücutlarının dışında gerçekleşmiştir. Mesela Hz. Musa'nın mucizesi âsâda gerçekleşmiştir. Oysa Hz. Muhammed'in bizzat kendisi ve bütün vücudu kendisine mucize olmuştur." Bu görüşünü kanıtlamak için müellif, Hz. Peygamber'in vücudundan tek tek deliller getirir. Mesela eli için "Sen attığında; sen değil Allah attı." (Enfal, 17) ayetini, dili için "O, hevasından konuşmaz, onun konuştuğu vahiydir." (Necm, 3-4) ayetini, dokunuşu için "Allah elini iki omzumun arasına bıraktı, öyle ki elinin soğukluğunu hissettim." hadisini, tükürüğü için Hayber savaşında Hz. Ali'nin gözünün Hz. Peygamber'in tükürüğü ile iyileşmesini delil olarak gösteriyor. Müellif, bu minval üzere giderek Hz. Peygamber'in bütün vücudundan örnekler ve deliller sıralıyor. (s.110)
322 Atik AYDIN Molla Sadrâ'nın bazı ayetlere getirdiği kimi yorumlar tamamıyla kendi felsefesinin ürünü olan yorumlardır. "İnsan, çok zalim (zalûm) ve çok cahildir (cehûl)." (Ahzab, 72) ayetine getirdiği şu yorum bu durumun açık örneklerindendir: Zalim başkasına zulmeden, zalûm ise kendine zulmeden demektir. Cahil kendi dışındakileri bilmeyen, cehûl ise kendini bilmeyendir. "Kendini bilen rabbini bilir." sözünün zıddı "Allah'ı unuttular, Allah da onları kendilerine unutturdu." (Haşr, 19) ayetidir. (s.161) Bu yaklaşım, Molla Sadrâ'yı bazı tekellüflü yorumlara bile sevk etmiştir. Mesela "Allah O'dur ki, sizin için yeri bir karargâh, göğü bina yaptı, size şekil verdi, sonra da şekillerinizi güzelleştirdi ve hoş nimetlerden size rızık verdi." (Mü'min, 64) ayetindeki şekil (suret) ifadesinden kastın akıl olduğunu söylemiştir. (s.136) Sadece ayete bakılırsa böyle bir tefsir yapmak mümkün olmaz, ancak müellifin insanın yaradılışı hakkındaki anlayışı ile mümkün olabilir. Müellif, bazen eski semavi kitaplardan da nakiller yapıyor. Mesela insanın anne ve babasından iyi ya da kötü nitelikler devraldığını anlatırken "Babaları iyi idi." (Kehf, 82) ayetinin yanı sıra Tevrat'tan da şu alıntıyı yapar: "Ben razı olduğum zaman bereketimi yağdırırım. Benim bereketim ise yedinci kuşağa kadar ulaşır. Kızdığımda ise lanet ederim. Benim lanetim ise yedinci kuşağa kadar ulaşır." (s.140) Bazı konuları ayet ve hadislerle açıkladıktan sonra müellif, onları bir de 'hikmet' açısından değerlendiriyor. Mesela Allah'ı bilmemenin ve tanımamanın insanı fıtratından uzaklaştırdığını "Yaptıklarından dolayı kalbleri pas tutmuştur." (Mutaffifîn, 14) ayeti ile delillendirdikten sonra konuyu bir de hikmet açısından değerlendiriyor. Mesela diyor ki, bu konunun hikmet açısından izahı şudur: İnsan ruhu ayna gibidir, eşya onda yansır. Ruhun bu özelliği başlangıçta kuvve halindedir, daha sonra kişinin ameline göre kuvveden fiile ve kemâle yükselir ya da bu özellik / fıtrat çürür ve yok olur. (s. 10) Müellif, bazen 'işrâkî uyarı' başlığı ile kimi konuları kendisinin de mensubu olduğu işrak felsefesi açısından değerlendiriyor. Mesela tevhid ve varlığın hakikati konusunu Kur'an açısından ele aldıktan sonra "işrakî uyarı" alt başlığı ile şunları da ilave ediyor: "Allah'ın varlığı, yokluk ve kesretten beri varlığın bizzat kendisi ve sırf varlıktır. Eğer böyle olmazsa, O'nun varlığı bazı şeylerin varlığına sebep olduğu gibi bazı şeylerin de yokluğuna sebep olur. Bu durumda da onun varlığında hem imkân hem de vücûb söz konusu olur ki bu muhaldir." (s. 39)
Sadru'l-Müteellihîn Muhammed b. İbrahim eş-şîrazî (Molla Sadrâ), Esrâru'l-Âyât 323 Molla Sadrâ'nın sistemini ve varlık anlayışını ortaya koyması bakımından kullandığı ifadelerden biri de "arş hikmeti (el-hikme el-arşiyye)"dir. Mesela âlemin kıdemi hakkındaki tartışmayı gündeme getiren Molla Sadra "Sizin yanındaki fani Allah katındaki bâkidir." (Nahl, 96) ayetini de dikkate alarak âlemin aklî yönünün kadîm, maddi yönünün ise hâdis olduğunu söylüyor. Bu izahını ise arşî bir hikmet olarak nitelendiriyor. (s.69) Müellif, kimi zaman okuyucu ile ipleri koparma noktasına getiriyor. Mesela bir yerde şöyle diyor: "Eğer bu işin adamı isen bunu anlamaya çalış yoksa bu kitabı okumayı ve Kur'an'ın sırları ile uğraşmayı bırak ve git kıssalar, rivayetler, fıkıh, arapça ve saire ile uğraş." (s.151) Kitaptan bazı alıntılarla tanıtımı noktalamak istiyoruz: "Allah'ın Âdem e öğrettiği isimlerden amaç lafızlar değil mânâlar ve mefhumlardır." (s.129) "İman, aklî bir nur olup kişiyi kuvveden ve eksiklikten kurtarıp fiil ve kemale ulaştırır. Beden ve karanlık âleminden çıkarıp ruh ve nur âlemine yükseltir. Böylece insan Allah'a kavuşmaya hazır hale gelir." (s.31) "İnsan, Allah'ın bütün isimlerine mazhar iken, diğer varlıklar sadece bazı isimlere mazhardırlar." (s.43) "Allah ismi, Yüce Tanrının ism-i a'zamıdır, el-hayy el-kayyûm ise O'nun lâkabıdır. Bu iki isim, kendisine tecelli ettiği kişi için ism-i a'zamdır. O kişi beyan dili ile değil a'yân dili ile ismi zikrederek dua ederse duası makbul olur." (s.45) "İnsan cansızlar, bitkiler, hayvanlar, canavarlar, şeytanlar ve meleklerden parçalar taşıyan ve onlardan meydana gelen bir varlıktır." (s. 137) "Ameller ve sözlerin kalb üzerindeki tesirleri, yazının levhalar ve kâğıtlar üzerindeki tesirlerine benzer. Bu tesirle birlikte zamanla kalbî sahifeler ve levhalar oluşur. İşte bu kalbî sahife ve levhalara amel defteri denir." (s. 195) "İçimizde katlanmış olarak bulunan amel defterlerimiz, kıyamet gününde neşredilecektir." (s.206) "İnsan bu dünyada beden ve gıdalardan, kıyamet gününde ise niyetler, bilgiler ve inançlarından ibarettir." (s. 199) "Kur'an, gökten inen ve çeşit çeşit yemeklerle donatılmış bir sofradır. Herkesin bu sofradan kendine göre bir nasibi vardır. Bu sofradan kimisine hikmet ve burhan düşerken, kimisine öğüt ve vaaz, kimisine ise mücadele ve şöhret düşmüştür." (s. 203)
324 Atik AYDIN İnönü Üniversitesi İlahiyat Fakültesi 2010