Tarihe devrim ısmarlamak



Benzer belgeler
Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

Cumhuriyet Halk Partisi

Cumhuriyet Halk Partisi

ABD İLE YAPTIĞIN GİZLİ ANLAŞMAYI AÇIKLA -(TAMAMI) Çarşamba, 03 Temmuz :11 - Son Güncelleme Perşembe, 04 Temmuz :10

KİTAP GÜNCESİ VIII. GELENEKSEL KİTAP GÜNLERİ SAYI:3

TERCİH ETTİĞİN OKOL GELECEĞİNDİR MEVLÜT ÇELİK 8.SINIF KAVRAM HARİTASI. Mevlüt Çelik. T.C. İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük

HALKIN DOKTORLARINDAN KORKUYORLAR

İÇİMİZDEKİ KOMŞU SURİYE

Cumhuriyet Halk Partisi

Genç Yazar Muhammed Akbulut Edebiyat alanında popüler olmaktan ziyade gençlere örnek olmak isterim.

DÜŞÜNCE KURULUŞLARI: DÜNYADAKİ VE TÜRKİYE DEKİ YERİ VE ÖNEMİ. Düşünce Kuruluşları genel itibariyle, herhangi bir kâr amacı ve partizanlık anlayışı

Hackerlar ortaya çıkardı: Birleşik Arap Emirlikleri İsrail yanlısı kurumları fonluyor!

Devrim Öncesinde Yemen

Erbil Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Dara Celil Hayat ile Türkiye-Kürdistan Ekonomik ilişkileri. 02 Temmuz 2014

Aç l fl Vural Öger Çok değerli misafirler, Konrad-Adenauer vakfının 23 senedir yapmış olduğu bu gazetecilik seminerinde son senesinde bizim de k

İNSANLIĞIN SAVAŞI YENDİĞİ YER; ÇANAKKALE SAVAŞ ALANLARI PROJESİ (TR R5)

KARANLIKTA FİLİZLENEN TOHUM

Güncel Bilgiler. y a y ı n l a r ı

KADIKÖY ANADOLU LİSESİ

Türkiye küçük Millet Meclisleri Nisan 2011 Raporu Libya ya Uluslararası Müdahale ve Türkiye

ATATÜRK İLKELERİ VE İNKILÂP TARİHİ DERSİ I.DÖNEM MÜFREDAT PROGRAMI

KILIÇDAROĞLU K.MARAŞ'TA

Sayın Büyükelçiler, Değerli Kongre üyeleri, Çok değerli dostum Sayın Zügayir ve Brosh, Kıymetli basın mensupları,

BÜLTEN İSTANBUL AZİZ BABUŞCU. FİLİSTİN MESELESİ 2 5 te B İ L G İ NOTU. Öğretmenler ile öğrenciler yıllar sonra bir araya geldi

Russell ın Belirli Betimlemeler Kuramı

İhvanı Müslimin'in kısa tarihi

İLERİ DÜZEY SENARYO YAZARLIĞI SERTİFİKA PROGRAMI

Halk Erdoğan'a Ey Tayyip, ananı da al ve git demiştir. Uğur Mumcu yine haklı çıkmıştır.

SİYASET BİLİMİ VE ULUSLARARASI İLİŞKİLER DOKTORA PROGRAMI DERS İÇERİKLERİ ZORUNLU DERSLER. Modern Siyaset Teorisi

KANSER HASTALIĞINDA PSİKOLOJİK DESTEĞİN ÖNEMİ & DEPRESYON. Uzm. İletişim Deniz DOĞAN Liyezon Psikiyatri Yük.Hem.

İSTANBUL AYDIN ÜNİVERSİTESİ SİYASET AKADEMİSİ ANKARA TÜRKİYE NİN DEMOKRATİKLEŞME SINAVINI DERİNLEMESİNE TARTIŞTI!

TÜSİAD YÖNETİM KURULU BAŞKANI HALUK DİNÇER İN KADIN-ERKEK EŞİTLİĞİ HAKKINDA HER ŞEY KISA FİLM YARIŞMASI ÖDÜL TÖRENİ KONUŞMASI

Ece Ayhan. Kardeşim Akif. Akif Kurtuluş'a Mektuplar. Hazırlayan Eren Barış. "dipnot

Hatta Kant'ın felsefesinin ismine "asif philosopy/mış gibi felsefe" deniyor. Genel ahlak kuralları yok ancak onlar var"mış gibi" hareket edeceksin.

MISIR IN SİYASAL HARİTASI

BAŞBAKAN YARDIMCISI HAKAN ÇAVUŞOĞLU, BATI TRAKYALI GENÇLERLE YTB DE BULUŞTU Cuma, 13 Nisan :47

Cezayir'den yükselen bir ses: Yalnızca İslam hükmedecek!

Bilgi güçtür. Sevdiğiniz kişiyi dinleyin ve kendinizi eğitin.

Budist Leyko dan Müslüman Leyla ya

Bazen tam da yeni keþfettiðiniz, yeni tanýdýðýnýz zamanda yitirirsiniz güzellikleri.

Y.Selçuk TÜRKOĞLU Bursa Milletvekili Aday Adayı. Biz Bir Ekibiz Ekibimiz Milletimiz

Hocam Prof. Dr. Nejat Göyünç ü Anmak Üzerine Birkaç Basit Söz

İşten Atılan Asil Çelik İşçilerinin okuduğu basın açıklaması: 15/03/2012

"Satmam" demiş ihtiyar köylü, "bu, benim için bir at değil, bir dost."

Ateş Ülkesi'nde Ateşgâh Ateşgâh ı anlatmak istiyorum bu hafta sizlere. Ateş Ülkesi ne yolculuk ediyorum bu yüzden. Birdenbire pilot, Sevgili yolcular

3. Global SATELLITE SHOW HALİÇ KONGRE MERKEZİ STK, Kurum ve Kuruluşlarımızın Değerli Başkan ve Temsilcileri,

Kazandı ama bu sonuç Erdoğan ı mutlu etmez

LÜTFEN KAYNAK GÖSTEREREK KULLANINIZ 2013

İSTANBUL AYDIN ÜNİVERSİTESİ SİYASET AKADEMİSİ ANKARA DEMOKRATİKLEŞME SÜRECİNDE KÜRT VE ERMENİ MESELELERİNİ TARTIŞTI!

Hükümet ile Gülen cemaatinin tartışması neyi ifade ediyor?

Samsun daki Pontusçu Faaliyetler

MÜSİAD İNGİLTERE ŞUBESİ AÇILIŞI , LONDRA. İş ve Siyaset Dünyasının, STK larının Başkan ve Temsilcileri,

Trinidad ve Tobago 1990: Latin Amerika'nın ilk ve tek İslam devrimi

Sudan'da Türk-Sudan İlişkileri Sempozyumu düzenlendi

Melih Güler. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

Yaz l Bas n n Gelece i

Geç Kalmış Bir Yazı. Yazar Şehriban Çetin

> > ADAM - Yalnız... Şeyi anlamadım : ADAMIN ismi Ahmet değil ama biz şimdilik

Sayın Başkanım, Sayın Müdürüm, Protokolümüzün Değerli Mensupları, Çok kıymetli Hocalarım, Değerli Öğrenci Arkadaşlarım, Velilerimiz

Cumhurbaşkanı Erdoğan, bayram namazı sonrası açıklama yaptı

İKİNCİ MEŞRUTİYET DÖNEMİ. Neslihan Erkan

1979 Kabe Baskını'nın yeni görüntüleri ortaya çıktı

3- Hareketimizin; Ankara'da Musab bin Umeyr Derneği dışında hiçbir grup, dernek, cemaat ya da örgütle bir bağlantısı bulunmamaktadır.

MEDYA'DA YER ALAN HABERLERLE ALAKALI KURTUBA GENÇLİK HAREKETİ AÇIKLAMASI

RAPORU HAZIRLAYANLAR: Azime Acar & Ender Bölükbaşı

Bu resmi ne yönden yada nasıl gördüğünüz,nasıl yorumladığınız çok önemli! Çünkü medya artık hayatımızın her alanında ve her an yanı başımızda!

BULUNDUĞUMUZ MEKÂN VE ZAMAN

tepav Ocak2013 N TÜRKİYE DE YOLSUZLUK ALGISI ÜZERİNE NOTLAR DEĞERLENDİRMENOTU Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı


"medya benim ayağımın altına muz kabuğunu biraz zor koyar" vari açıklamalarda bulunuyordu ki Olanlar oldu

İslam Dünyasından Darbe Girişimine Tepkiler

15 Mayıs 2009 al-dimashqiyye Salonu

İnönü Üniversitesi Fırat Üniversitesi Siirt Üniversitesi Ardahan Üniversitesi - Milli Eğitim Bakanlığı ‘Değerler Eğitimi’ Milli ve Manevi Değerlerimiz by İngilizce Öğretmeni Sefa Sezer


10 Ağustos. Cumhurbaşkanlığı Seçimleri Yazılı Medya Araştırması. 18 Ağustos Ağustos 2014 Cumhurbaşkanlığı Seçimi Yazılı Medya Araştırması

TV LERDEKİ PROGRAMLARA ÇIKANLAR KURAN OKUMASINI BİLMİYOR

14. ÇALIŞMA EKONOMİSİ VE ENDÜSTRİ İLİŞKİLERİ KONGRESİ

SURİYE TÜRKMEN PLATFORMU I. TOPLANTISI ONUR VE ÖZGÜRLÜK MÜCADELESİ SONUÇ BİLDİRİSİ

Konumuz sol içi cinayetler, özel olarak da Acilciler bünyesindeki cinayetler

"ben sana mecburum, sen yoksun."

İnsanı Diğer Canlılardan Ayıran Özellikler

Yine yapmak istediklerimizden birisi olan, spesifik sektörlerde, belki daha az, ama daha etkin iş adamları seyahatlerini önemsiyoruz ve buna

frekans araştırma

Taliban Esaretinden İslam a

Hikaye uzak bir Arap Alevi köyünde geçer. Ararsanız bambaşka versiyonlarını da bulabilirsiniz, hem Arapça hem Türkçe.

Kanserli Hasta Yönetiminde Danışman Hemşirenin Rolü

Taliban Sözcüsü: Her ülke ile meşru yoldan diplomasi geliştiriyoruz

Esmâu l-hüsnâ. Çocuklar ve Gençlere, 4 Satır 7 Hece

3. SINIFLAR PYP VELİ BÜLTENİ (13 Mayıs Haziran 2013) Sayın Velimiz, 13 Mayıs Haziran 2013 tarihleri arasındaki temamıza ait bilgiler

Cesaretin Var Mı Adalete? Çocuklar günümüz haberleriyle, gündemle ne kadar iç içe?

Kadına Yönelik. Siddete Karsı. Uluslararası. Dayanısma Günü 25KASIM. Av. Selcen BAYÜN Stj. Av. Narin Ceren DİNÇER. 110 Hukuk Gündemi 2013/2

Milli Devlete Yönelik Tehdit Değerlendirmesi

Erkek egemenliğine, sömürüye, şiddete ve cinsel ayrımcılığa hayır demek için

Kırkayak Kültür - Sinema Atölyesi Çarşamba gösterimleri Mart ayı programı açıklandı. Saklı Yarı: Kadın

HÜRRİYET İLKOKULU EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI 23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK ve ÇOCUK BAYRAMI KUTLAMA PROGRAMI

KİTABIN TANITIM YAZISI Cuma, 12 Ekim :57

ABD NİN KURULMASI VE FRANSIZ İHTİLALİ

MEDYA ENTELEKTÜEL PAYLAŞIM PROGRAMI

Transkript:

. Geçen hafta 71.815 okura ulaştık Aydınlık KITA 19 Temmuz 2013 Cuma Yıl: 2 Sayı: 73 PAydınlık Gazetesi nin ücretsiz ekidir Ölümün büyüsüne tapınan yazar: Mişima! DAMLA YAZICI Üçlü çete dağıtılacak SUAT DUMAN Orhan Koloğlu röportajı BARIŞ DOSTER Tarihe devrim ısmarlamak Umuda sarılan gül buketi BİLGE MUTLU

Aydınlık KİTAP 19 TEMMUZ 2013 CUMA 3 White Sea yakınlarında bir Zeytindağı Hande Zapsu Watt ın Editör in chief olduğu ve olasılıkla tek sayı çıkmış, The Istanbul Review dergisindeki röportajında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ın dedikleri arasında şunlar da var: genç nesillerin, yeni nesillerin, tüzüklerle, yasaklarla, sansürle imtihan edilmesine tahammül de rıza da göstermeyiz. Topu topu bir yıl önce, 23 Temmuz 2012 de söylüyor bunları ve biz 27 Mayıs 2013 ten beri neler yaşıyoruz! Beş genç öldü, alanlar, caddeler, sokaklar yasaklandı, kapkara bir sansür gazete ve tvleri kapladı Başbakanın tümcesindeki tek doğru tahammülsüzlük ifadesiydi ve biz başbakanın tahammülsüz ve aslında nelere tahammülsüz olduğunu zaten biliyoruz. Yönetenlerin sürekli daha cahiline devir teslim yaptığı bir dünyada ve ülkede yönetilemeyen olmaktan başka seçenek yoktur. Ama iç acıtıcı bir şey Cahilin yerini daha da cahili alıyor ve kapkara cehalete kibir eklenince acıklı bir güldürü haline geliyor yönetici figürleri. Aydınlık KITA P Aydınlık Gazetesi nin ücretsiz ekidir Yazıişleri. Yayın Yönetmeni Haldun Çubukçu halduncubukcu@hotmail.com Yazıişleri Müdürü Damla Yazıcı damla@aydinlikgazete.com Sayfa Sekreteri İrem Halıç, Cenk Özdağ Alev Özgenç Adı geçen dergideki röportajında başbakan şu ifadeyi kullanmıştı: Falih Rıfkı Atay ın Zeytindağı adlı eseri ve Fahrettin Paşa nın Medine Müdafaası nı anlatan eserler, bence her siyasetçinin, sadece siyasetçi değil, her çocuğumuzun, her gencimizin mutlaka okuması gereken eserler. Bu toprakları anlamak ve anlamlandırmak, bugünlere nasıl ulaştığımızı görebilmek adına bu ve benzeri eserler mutlaka okunmalı ve okutulmalı. Medine Müdafaası nın anlamına ve yaşasaydı şayet, onun kahraman komutanı Fahrettin (Türkkan) Paşa nın bugün Ergenekon ya da Balyoz davalarında suçlanacağına dair olgulara geçen hafta değinmiştim. Söz şimdi Zeytindağı nda. Türkçenin büyük ustası Falih Rıfkı Atay ın o soluk kesici anılar, gözlemler kitabı olan Zeytindağı nı hararetle salık veriyor Başbakan. Veriyor ama, neyi önerdiği hakkında hiçbir fikri olmasa gerek! Şu satırlar kitabın Milli Eğitim Bakanlığı baskısından: Hür bir fikir eğitimi görmiyenler eski zamanların kulluk ahlakına esirdirler. Yerme yahut övme, iyilik yahut kötülük gördüğünüze göre, bu ikisini yapmakta onların ahlakına göre haklısınız. Tarihte gerçeğin ne lüzumu var?.. Osmanlı tarihi, bu sebeple, bir yalan alemi olmuştur. Yalan Şark ta ayıp değildir. (Önsöz IV) Yalanın Şark ta ayıp olmadığı gerçeğini biz zaten Camide içki içtiler gibi daha nicesiyle biliyoruz, ama inanası da gelmiyor insanın, bu kitabın başbakanca salık verildiğine. Sevinmeliyiz. Şu satırların ne anlama geldiğini idrak etmiş midir başbakan, eğer kitabı sahiden okuduysa: 1913 te bir Mustafa Kemal, yüzyıl sonrası için bile hayaldi, / fantezi bir romanda bile yeri yoktu. (21) Anlamış mıdır başbakan o satırlardaki muradın ne olduğunu gerçekten, anlamış, algılamış mıdır? Hele çöl bedevilerinin altın ve kıymetli taştan başka dinleri yoktu. Sınır boylarındaki şeyhlerin göğsünde İngiliz ve Alman nişanları Sahibi Anadolum Gazetecilik Basım Yayın San. ve Tic. A.Ş. Genel Müdür Yalçın Büyükdağlı Genel Yayın Yönetmeni Mustafa İlker Yücel Sorumlu Müdür Mehmet Bozkurt Tüzel Kişi Temsilcisi Metin Aktaş Yönetim Yeri İstiklal Cad. Deva Çıkmazı No:3/3 Beyoğlu / İstanbul Tel: 0212 251 21 14 / 251 21 15 / 251 55 04 Faks: 0212 252 51 22 yan yana idi (82) Sahiden, başbakan bu kitabı öneriyor mu? Suudlar üzerine (99 vd) yazılanları gerçekten okumuş mu acaba? O, pek sevdiği II.Abdülhamit için yazılmış su ifadeleri görmemiş mi acaba? Şark saraylarının nişan ve madalyalarında, elmas veya altın veya gümüşlerin çarşı değerinden başka hiçbir değeri olmamıştır. Hamit İstanbul una gelip de birkaç Bedesten malı ve bir iki nişanla geri dönmiyen hemen hiçbir Frenk yoktu. (106) Hele hele Bozgun havası içinde Türk ordusunun bütün destanının, kahramanlığının, ıstırabının unutulduğunu görüyordum. Orduya sövülmek moda idi. (137) Bu satırları okumuş, anlamış, ders çıkarmış da, onun için mi bu kitap mutlaka okunsun istiyor başbakan? Ama bunu da mı bilmiyor: o sövülen, onur ve gururlarıyla oynanan, itham edilen yorgun ve yaralı savaşçılar, birkaç yıl sonra, 1913 te varlığı mucize olan Mustafa Kemal in komutasında İstiklal Savaşı verip, bir Cumhuriyet kurup, bu kez mağrur ve muzaffer, mazlum bir milletin görkemli sevgisini göğsüne madalya iliştirmiş subayları olacaktır. Bu kadarını biliyordur canım! Bilse, bugünlere sokar mıydı ülkeyi? Kesinlikle başbakan ne bu kitabı okudu, ne de Medine Müdafaa sını biliyor; ya da her ikisini de zerre anlamamış. Ama eğrisi doğrusuna denk gelmiş, evet herkes bilmeli ve okumalı Medine Müdafaası nı ve Zeytindağı nı. En başta da başbakan. Reklam Servisi Genel Müdür Yardımcısı Saynur Okuroğlu saynur@aydinlik.com.tr Reklam Müdürü Kamile Karakadılar kamile@aydinlik.com.tr kitap@aydinlikgazete.com HALDUN ÇUBUKÇU Baskı: Toros Yay. Mat. Tur. Org. San. Tic. Ltd. Şti. Oruçreis Cad. Remzi Özkaya Sok. No:16 Bahçelievler / İstanbul Tel: 0212 655 44 34

4 19 TEMMUZ 2013 CUMA Aydınlık KİTAP ARAKABLO / KAPAK O da kim, tarihe devrim ısmarlayan SEYYİT NEZİR seyyitnezir@yahoo.com Devrimden yana olan herkes; bütün mesele, devrim saati geldiğinde hazır olabilmektir, der. Ama devrimcisini o saat geldiğinde kapıda kendini beklerken bulan hiçbir devrim olmadı. Devrimci pratik, kendisini biçimlendirecek devrimci teoriyi gerektirir. Suyun akacağı oluklar ve dolacak havuzlar önceden hazır olmalıdır. Dünya Savaşı nın ayak sesleri henüz işitilmeye başlanırken, 20 yıldır söylemekte olduğu şeyi, devrim için çalışmak gereğini yeniden ve ısrarla vurgulayan Lenin, bunu her konuşma ve yazısında yinelemekle kalmayıp Şubat Devrimi nden 6 ay sonra yazmaya koyulduğu ve Ekim Devrimi nin hemen öncesinde bitirdiği Devlet ve İhtilal in tekrar basımlarında eklenen elyazması Sonsöz ünde şöyle der:... bir devrim deneyi yapmak, o konuda yazmaktan daha güzel ve daha yararlıdır. Böylece, devrime hazır olunup olunmadığı da işte şimdi görülecektir. Kimi devrimciler dünyaya küreselle meci (postmodern) söylemle yakla may öylesine içselle tirdiler ki, önce kafalar ndan kavram olarak büsbütün sildikleri devrimin tan m n imdi gerekli olunca küreselcilerden ödünç al yorlar 1908 JÖNTÜRK DEVR M Lenin; 1905-1907 yılları arasında Osmanlı coğrafyasını Tuna boylarından Basra ya kadar sallayan vergi ayaklanmalarının askerî isyanlarla büyüyüp bir ateş topuna dönüşmesiyle patlayan ve 23 Temmuz 1908 de II. Abdülhamit in Meşrutiyet i ilanıyla sonuçlanan Jöntürk Devrimi ni şöyle değerlendiriyor (Devlet ve İhtilal, Çev.: Süleyman Arslan, Bilim ve Sosyalizm Y., Eylül 1976): Portekiz [1910] ve Türk [1908] Devrimlerini burjuva devrimleri olarak kabul etmek besbelli kaçınılmaz bir şey olacaktır. Ama bu devrimlerin her ikisi de halk devrimi değildir; çünkü halk yığınları, halkın geniş çoğunluğu, kendine özgü ekonomik ve siyasal istemlerle, etkin, bağımsız ve hissedilir bir biçimde, bu devrimler içinde görünmezler. Buna karşılık, 1905-1907 Rus burjuva devrimi, Portekiz ve Türk devrimlerinin zaman zaman kazandıkları kadar parlak başarılar kazanmış olmaksızın, söz götürmez bir biçimde gerçek bir halk devrimi oldu. 1908 Devrimi nin arifesindeki ve sonrasındaki yıllarda halkın devrimdeki varlığı ve ağırlığı neye göre yeterli, neye göre eksiktir? Yine 27 Mayıs 1960 Devrimi nin hemen öncesinde ve devrimci süreçte halk girişiminin ne ölçüde belirleyici olduğu sorunu hep tartışıladurur. Portekiz deki 1910 ve 25 Nisan 1974 Devrimleri de böyledir. Toplumsal yapı ve bütünde oluşan sonuçlara bakıldığında olguyu doğru tanımlama imkânı doğar. Avrupa yı bir baştan bir başa kat ederek yurtsever demokrasi düşüncesinin yayılmasında belirgin bir rol oynayan Napolyon orduları, yenilgi sonrasında da kitlelerin arasına karışarak, aydın ve halk örgütlenmesinin oluşturulmasında Jöntürk Devrimi ne de esin veren Carbonari hareketine güç kaynağı sağlamıştır. Nitekim Hobsbawm, demokratik devrimin yaygınlaşmasında askerin rolüne dikkatimizi çeker: 1820-21 de Carbonarici türde bir dizi isyan baş gösterdi. Devrim için gereken siyasal koşullardan tümüyle yoksun bulunan ve (henüz olgunlaşmanın çok uzağındaki) ayaklanmanın yegâne kaldıracı durumundaki düzenden soğumuş orduya nifakçıların ulaşamadıkları Fransa da [devrimci girişimler] tam anlamıyla yenilgiye uğradı. Daha sonraları ve bütün bir XIX. yy boyunca Fransız ordusu devlet memuriyetinin bir parçası oldu; yani iktidarda hangi hükümet bulunursa onun emirlerini yerine getirmekteydi.... [İtalya ve İspanya da ise] Subaylar arasında, kendi kardeşlik cemiyetlerinde örgütlenmiş liberal albaylar, isyan sırasında alaylarına peşlerinden gelmelerini emretmiş, onlar da bu emre uymuşlardı. (Devrim Çağı / 1789-1848, Çev.: B. Sina Şener, Dost K. Y., Ekim 1998) BO AYI BOYNUZLARINDAN YAKALAMAK Kimileri devrimin hep ezici bir halk çoğunluğunun işi olduğunu zanneder. Engels, devrimin ne olduğunu 150 yıl önce onlara şöyle açıklamıştı: Bu baylar hiç devrim görmüş müdürler yaşamlarında? Devrim herhalde, olanaklı olan en otoriter şeydir. Devrim, nüfusun bir kısmının, tüfek, süngü ve top gibi, söz uygun düşerse, otoriter araçlar kullanarak, kendi iradesini nüfusun öteki kısmına zorla kabul ettirdiği bir eylemdir. Yenen taraf, egemenliğini, silahlarının gericilerde uyandırdığı korkuyla sürdürmek zorundadır. (Dveİ, s. 70, akt.: Lenin) Açıkçası bu sözleriyle Engels, tam da Lenin in dediği gibi, boğayı boynuzlarından yakalar. Lenin, devasa Bolşevik Devrimi nin farklı ve özgün niteliğini şöyle haber verir:... [durum] bize, uygarlığın temel önkoşullarını Batı Avrupa ülkelerinden farklı bir yolla yaratma olanağını sunmuştur. (s. 94) Nitekim Ekim Devrimi ne giden yolda yaşanacak güçlükleri apaçık belirtir: Burjuvazi, büyük bir olasılıkla - ve hattâ aşağı yukarı kesin olarak- proletaryaya barışçı tavizler vermeyecek, son belirleyici anda, kendi ayrıcalıklarını korumak için şiddete başvuracaktır. Böyle bir durumda, amacına ulaşması için proletaryanın devrimden başka bir yolu kalmayacaktır. Bu yüzdendir ki, işçi sınıfı sosyalizmi nin programı, kullanılacak yöntemi açıklamadan, sadece

Aydınlık KİTAP 5 genel olarak siyasal iktidarı ele geçirmekten söz eder; çünkü yöntem seçimi, tam olarak belirleyemediğimiz bir geleceğe bağlıdır. (Leninciliğin Devrim Teorisi, P. N. Fedoseyev, s. 191, Konuk Y., Ocak 1978) Günümüzde sözde devrimciler dünyaya küreselleşmeci (postmodern) söylemle yaklaşmayı öylesine içselleştirdiler ki, önce kafalarından kavram olarak büsbütün sildikleri devrimin tanımını şimdi gerekli olunca küreselcilerden ödünç alıyorlar. Lenin, bu tutumu, daha yüz yıl önce sarakaya almıştı: Devrimler, hiçbir zaman ısmarlama olarak meydana gelmezler, Jüpiter in kafasından fırlayıp çıkmazlar; ya da birdenbire tutuşmazlar. Devrimler; daima huzursuzluklar, bunalımlar, hareketler, ayaklanmalar ve devrim başlangıçları ile dolu bir süreci izlerler ve sonunda da, her zaman için (devrimci sınıf yeterince güçlü değilse) nihai başarıya ulaşmayabilirler. (s. 97) SLÂM VE KT DAR Ocak 2011 de patlayan Mısır Devrimi nin denetimini emperyalizm desteğinde adım adım ele geçiren Müslüman Kardeşler, gerçekte demokrasi kültürüne karşıdır, seçimi itaat sözleşmesi anlamında kullanmaktadır. Kendisine oy vermeyenler biat etmeyenlerdir ki hakları ölümdür: Kuran ın ayet ayet 20 yılda tamamlanması gibi, yeri ve sırası geldikçe cezaları inecektir. İtaat; itikat ve ibadetle somutlaşır. İtikat ve ibadetini yapan kişi ya da topluluk, itaat zemininde ankikapitalist ya da devrimci Müslüman olarak tarikatını oluşturabilir elbette. İslâmcıların demokrasi dedikleri şey, modern toplumu her türlü meclis ve oy imkânıyla biate zorlama rejimidir. Sözlerini kim nasıl isterse öyle çekiştirsin, Hasan El-Bennâ, 768 sayfalık Risâleler kitabını sadece şu tebliğ için yazmış ve Müslüman Kardeşler i (İhvan-ı Müslimin) örgütlemiştir: Ey Müslüman Kardeşler! Sizler, ne bir hayır kuruluşu, ne bir siyasi parti ve ne de sınırlı bazı amaçlar için kurulmuş bir heyetsiniz. Sizler, bu ümmetin kalbinde yer alan ve Kuran la insanları selamlayan yeni bir ruh, Allah ın marifetiyle maddenin karanlık etkisini dağıtan bir nur ve Resûlullah ın (SAV) davetini haykıran yüksek bir sedasınız. Gerçekte sizler kendinizi; insanların taşımaktan çekindiği bu davanın yükünü tek başına taşıyan birileri şeklinde hissetmelisiniz. Sizlere, İnsanları neye davet ediyorsunuz? şeklinde bir soru yöneltildiğinde şöyle cevap verin: Bizler, Hz. Muhammed in (SAV) getirdiği İslâm a davet ediyoruz. İktidar olmak İslâm ın bir gereğidir. Hürriyet ise, onun farzlarından birisidir. Mısır da, ısmarlanmamış ve bu nedenle de son derece görkemli bir devrimci süreç yaşanıyor.

6 19 TEMMUZ 2013 CUMA Aydınlık KİTAP Üçlü çete dağıtılacak SUAT DUMAN redkorsan@twitter.com Haziran direnişi anılmadan mektup bile yazılamaz bugün. Büyük halk hareketi bütün tartışmaların üzerinden dozerle geçmiştir. Haliyle bütün ilişkiler yeniden tanımlanmak, her eylem sil baştan örgütlenmek durumundadır. Millet oradadır. Artık, uyanır uyanmaz sevgilinin akla düşmesi gibi, ne iş görürsek görelim, büyük eylemimizin aklımızdan çıkmayacağı aşikârdır. Bu nedenle ister istemez, Cüneyt Ülsever in Haziran ayında yayınlanan yeni romanı Ayna Paramparça yı okuduğumda yaşadığımız günlerden bir iz, hayatımıza giren yeni dilden bir ses aradım. Roman, yazarının son noktanın hemen ardından kitabın bitimine eklediği nottan anlaşıldığı kadarıyla, 2012 yılının Temmuz ayı ile 2013 yılının Şubat ayı arasında yazılıp tamamlanmış. Cüneyt Ülsever i köşe yazılarından da takip edenlerdenseniz, eylemlerin henüz ortada olmadığı bir tarihte eylemlerin dilini koklamasını beklememi anlayışla karşılarsınız sanırım. Türkiye de bazı kavramlar hala defnedilmediyse Cüneyt Ülsever in de adı anılmalıdır. Demokratlık gibi. İleri demokrasiden, sosyal demokrasiden ve türevlerinden söz etmiyorum. Tüm görüşlere aynı mesafede ve her görüşe saygılı; doğru bildiğinden menfaati için şaşmayan ve çıkarına olmasa bile gerçeğin peşinden ayrılmayan: Demokrat diye buna diyoruz. Yazılarını takip edenler Ülsever de bunu görür. Bu nedenle biraz da, Haziran direnişi baskın vermeden çok önce ayak seslerini duymuş olması beni şaşırtmayacaktı. Politik yazılar yazan bir yazardan politik polisiyeye göz kırpan bir roman okurken bu kadarını beklemek hakkımdı ne de olsa. Her görü e sayg l ; do ru bildi inden menfaati için a mayan ve ç kar na olmasa bile gerçe in pe inden ayr lmayan: Demokrat diye buna diyoruz. Yaz lar n takip edenler Ülsever de bunu görür Cüneyt Ülsever ÇAPULCUYUM ÇAPULCUSUN ÇAPULCU Roman 2011 yılında yaklaşık bir aylık bir zaman dilimini anlatıyor. 24 Temmuz ile 1 Eylül arasında gelişiyor olaylar. Kısaca ve açık vermeden söylersek, cinayet bürodan, orta yaş sınırında üç komiserin peşlerine düştükleri bir seri katille oynadıkları köşe kapmacayı anlatıyor roman. Çevrelerinde üçlü çete olarak da bilinen bu ekibe sonradan ve amirleri sıfatıyla ABD de seri cinayetler konusunda çalışma yapmış, akademik sıfat taşıyan Deniz Ersoy katılıyor. Deniz Hanım. Şüpheli Doktor Muzaffer Bey ile ikizi Zafer üzerinde yoğunlaşıyorlar. Fakat Deniz Hanım ekibin başına geçtikten sonra işler karmaşıklaşıyor. Zira zor insanlara karşı anlamlandıramadığı bir çekim hisseden Deniz Hanım, şüpheli Muzaffer in etkisinden bir türlü kurtulamıyor. Muzaffer ünlü ve başarılı bir psikiyatr, yakışıklı ve oldukça da zeki bir adam. Mazisinde de benzer karakterde bir erkekle ilişkisi olan Deniz, trajik bir şekilde sonlanan o ilişkinin ardından yeniden sevebileceğine dair bir umuda kapılıyor, fakat doğru erkeği bulmuş mudur? Hem polisiyenin hem romansın sorusu bu. Yanıtını romanda buluyorsunuz, burada yazmayacağım. Peki, çapulcu nerede? İktidarın dili bölücüdür. Bir değil onlarca bölen, parçalayan, düşman eden kavrama maruz kaldık bir ay içerisinde. Çapulcu yalnızca biri. Ayna Paramparça, belli bir ağırlıkta Hatay sorununu da deşiyor. Malum, iktidar Suriye de başlayan iç savaşı Türkiye nin iç meselesi saymıştı ve kısa sürede gerçekten de kanlı bir sorun yumağıyla baş başa kalıverdik. Yazar sorunu iktidarın tarif ettiği şekliyle değil, milletin çıkarları ve temel insan hakları açısından algılıyor. Bunu dilinden anlıyoruz. AKP medyasının muhalifler dediği katil sürüsü romanda pek de makbul anılmıyorlar. Soruna hükümetin müdahale biçimi satır aralarında sorgulanıyor. B R ZEK KAT L N T RAFLARI Polisiyemizde genel bir sorun bu, katilin fiilini ayrıntılı ve inandırıcı bir şekilde kurguluyor yazarlarımız, fakat suçu polis/dedektife çözdürmüyor. Suçlunun peşinde çaresiz dolaşıp duruyor onlar, olayın çözümüne pek bir katkıları olmuyor. Seri katil hikâyelerinde katil hep zeki oluyor ama polisin zekâsı onu parmaklıklar arkasına göndermeye ne yapsa yetmiyor. Ayna Paramparça nın da bu sorundan mustarip olduğunu görüyoruz. Katil kendi isteği ile dâhice planlarını, sebepleriyle bir bir anlatmasa kimsenin onu karşısına alıp konuşturacağı yok. Sonunda akıl akılla Ayna Paramparça, Cüneyt Ülsever, Do an Kitap, 230 s. alt edilmiyor, düğüm devletin kılıcı ile çözülüyor. Bu bir zaaf. Fakat dediğim gibi yalnızca Ayna Paramparça ya ait bir sorun değil bu, polisiyemize hâkim olan temel bir zaaf. Çözümü nedir bilemiyorum, doğrusu haddim de değil. Yine de sorunun kaynağında, anlattığımız seri katiller fazlasıyla kurgusal iken polislerimizin fazlasıyla gerçek olmasının yattığını düşünüyorum. Polisi buralardan alıyoruz, seri katili ithal ediyoruz. Polisimiz duygularıyla hareket ederken katilimiz hep akılcı davranan, elbette zeki, megaloman tipler oluyor. Kısacası katil sanatını sahiplenmese onu keşfedip halka tanıtacak bir polis bulunamıyor. Ya polis tipini değiştireceğiz o halde ya yerli katiller arayacağız. Değilse dedektif hikâyelerimiz bu gidişle itirafnamelere dönüşecek gibi görünüyor. C NAYET AYRINTIDA G ZL D R Yazar romanda cinayetlerin işleniş biçimlerinden, cinayet aletlerine çok sayıda ayrıntı veriyor. İşin bu kısmında ciddi bir araştırma yapıldığı belli oluyor. Yer yer tekrara düşülmüş olsa da bu ayrıntıların hikâyeyi zenginleştirdiği, hikayeye inandırıcılık kattığı bir gerçek. Silahlar gerçeğe uygun teknik bilgilerle tanıtılmış. Cinayetler de, artık filmlerden de kanıksamış olduğumuz üzere iç organların ortaya saçıldığı, kanın su gibi aktığı sahnelerle tasvir edilmiş. Sinema seyircisi genç okura hitap edeceğini düşünüyorum. Ayrıntıdan kaçınılmayan bir diğer nokta ise roman kişilerinin cinsellikleri. Romanın bu anlamda erotik yazının sınırlarını zorladığını söylersek abartmış olmayız sanırım. Zaten roman kişileri belirgin şekilde cinsel kimlikleriyle birbirinden ayrılıyorlar. Özellikle kadın karakterler tamamıyla cinsellik üzerinden tarif edilmiş. Katilin temel motivasyonu nedeniyle romanın böyle bir ton tutturduğu varsayılabilirse de, özellikle tecavüz sahnesinde, yine de kadının vücudunun diri görünmesinin rahatsız edici olduğunu belirtmeden geçemeyeceğim. PEK, ÇAPULCU NEREDE? Romanda da var. Elbette iktidarın tarifiyle değil. Kendi dilini oluşturarak, iktidarın söylemini reddederek. Orada duran herkes çapulcudur artık. Bir çeşit heyula. Sorgulayan, didikleyen, sürüleştirilmeyi reddeden, isyan eden herkese çapulcu diyorlar, romanda da var. Artık her şarkıda, her fıkrada, çizgi filmlerde bile çapulcu gören bir iktidarımız var. Biz yok desek, inkâr da etsek korku bedeni sardı bir kere, özel konutlarında dahi çapulcu bulmakta gecikmeyeceklerdir!

Aydınlık KİTAP 7 Keşfetmek edebiyatın tadıdır MUSTAFA BEZİRCİLİ Zihinlerin kurgulanmasında sanatın işlevine bağlı olarak edebiyat da artık alabildiğine endüstri nesnesidir; pazarlanan üründen ziyade yazardır. Nasıl pazarlandıkları da artık ortalama algısı olan tarafından bile çok iyi biliniyor. Dolayısıyla, reklam üzerinden para kazanmak ve pazarın bir ayağını oluşturmak derdinde olmayan kitap ekleri, kaldıysa dergileri, hatta elektronik ortamdaki yayınlarda edebiyat eleştirmeni, yazarı ve sahici okur pazarlananı ve ahbap ilişkilerinin ürünlerini değil de, gerçek edebiyatı aramak, bulmak, önermek zorundadır. Faruk Ergöktaş ın Kanser romanı (aslında uzunca öyküsü) keşfedilmesi gerekenlerden. Kanser ne kadar yaygın olarak kaplıyor yaşamlarımızı. Kim, yakınlarında kanserle mücadele eden, kimi zaman yitiren, kimi zaman kazanan birilerini tanımıyor? Özellikle de kadınlara göğüsleri üzerinden musallat olmuşken bu illet, edebiyata yansıması ne ölçüdedir? Hastane, hasta psikolojisi ve dert anlatımının ilk örneği Peyami Sefa nın Dokuzuncu Hariciye Koğuşu kabul edilirse, olgunun toplumsallığımızdaki yerine göre edebiyatımızda ne denli az bir bölge kapsadığı görülebilir. Oysa, örneğin halk edebiyatında hastalık, hastane türküleri ne denli önemli yer kaplar ve bir o kadar da içtenliğiyle, etkileyicidir. Ergöktaş Kanser de yer yer tümce kurmaya da gerek görmeden, sözcüklerin tekil çağrışımlarında anlam açılımlarının çeşitliliğine yüklediği duygular, imgelerle kuruyor anlatısını. Okumayı seyredilebilir kılıyor. Ustalık işidir. Yoksul, dünyadaki yerleri tıpkı anlatının karakterlerini alabildiğine belirsiz hale getirişindeki gibi, gölge ağırlığındaki insanların, özellikle de biri çamaşırcı-temizlikçi iki kadın ve dertlerinin bilinç akışsal bir teknik ve üslubun yeğlenmesiyle, ki bu ruh halinin de verilmesini sağlıyor, dilin imgeselliği, gerçekçilikle alabildiğine bütünleştiriyor: Eski Osmanlı duruşu, Müslüman sessizliği denecek gölgeleriyle doğruldu. (s.12) Yine de lirik yapı, anlatılanın hoyrat ve acımasız gerçekliğe dair olmasından ötürü bilinçli bir bozunuma uğratılıyor: Doktorlar diyemedi. Yok mu hiç? Ölmek boğuldu (s.17) Tümcenin dilbilgisi açısından tarumar edilişi, bir kanser tanısı karşısındaki ilk tepkinin tarumar olmuş bilinç ve duygu dünyasına ait oluşunu göstermek için yetmez mi? Durağan şeylerin, nesnelerin yalın betimlemelerinde, tekil simgelerin uzamdaki birbirleriyle ürkek, gönülsüz ilişkilerinde, anlamı ancak insanların onlara verdiği değerle buluşlarında bile o vakur, tekil acı sızdırılıyor: Gitmiş eşyasına, ipekli bohçasına, entarilerine, başörtülerine ağlamıştı (s.11) Hayalet halinde gezinen aile bireylerinin sorumluluğunu yüklenmiş kanserli, çamaşırcı annenin, yoksul fırıncı babanın tevekkülle, dine sığınışının acı umarsızlığını da, aynı yalın soyutlama ve metaforların gücünde doruğuna taşıyor. (s.40) Un çuvalları ak tozlu alnında yeminler etti. (s.41) Ananın en sevdiği ve en çok kırıldığı büyük oğlu ise Feneralaylı askerler arasından kimsesiz karanlık yıkıntılara doğru açılan eski bir sokağa saptı. (s.27) Ama anlatının doruğuna, mezarlık ve genç kadının defin sahnelerinde varılıyor. Şu kısacık tümceler neler söylemiyor ki: G Mezarlığı herkes için olan budur. (s.18) İki mezar taşı arasında öpüşürlerdi. En uygun yer, öz ve biçim. (s.21) Yoksul, umarsız, endişeli insanlar, hastaneler, ameliyatlar, evliyalar, mezarlık Kesişmeler içinde zaman yalnızca bir ufuk olarak var; anlatım derinliğini, sesleri görselliğe dönüştürerek kuruyor ve zaman eriyor: Bir tümseğe yerleştirilen tabut üstünden, aşağılara, ta uzaklara; ağaçlar ve öteki dikili taşlar ararsından şehre doğru bakılınca, tabut kocaman bir korkuyla bütün şehre çökmüş (s.56) Edebiyat pazarında, metanın cilalısını değil hasını keşfedin. Kanser i mesela. Kanser, Faruk Ergökta, Pia Yay nlar, 71 s.

8 19 TEMMUZ 2013 CUMA Aydınlık KİTAP ARAP DÜNYASINI EN İYİ BİLENLERDEN GAZETECİ, TARİHÇİ ORHAN KOLOĞLU: Türkiye nin Ortadoğu politikası iflas etmiştir BARIŞ DOSTER Orhan Kolo lu Türkiye nin seçkin tarihçilerinden ve Ortadoğu yu, Arap alemini en iyi bilen uzmanlarından olan Orhan Koloğlu, bölgeye demokrasi getireceği söylenen Büyük Ortadoğu Projesi nin (BOP) çöktüğünü belirtti. Avrupa nın ve Ortadoğu nun tüm arşivlerinde çalışan, yıllarca gazeteci, basın ataşesi, Basın Yayın Enformasyon Genel Müdürü ve 1980 öncesinde Başbakan Bülent Ecevit in danışmanı olarak görev yapan Koloğlu ile Mısır da yaşananlardan hareketle Ortadoğu yu konuştuk. Tarihe, dış politikaya ve basına ilişkin 70 kadar kitabınız var. Milli Mücadele kahramanı olan Arap Kaymakam lakaplı babanız Sadullah Koloğlu, Mülkiye nin ihraç ettiği ilk başbakan olarak Libya da başbakanlık yapmış. Ortadoğu yu tarihiyle, toplumuyla, kültürüyle çok iyi bilen bir uzman olarak Mısır da son haftalarda yaşananları nasıl yorumluyorsunuz? Mısır daki soruna sadece Mısır da yaşananlardan ibaretmiş gibi bakmak yeterli olmaz. Çünkü dünyayı yöneten güçler tarafından bütün İslam alemini kapsayan bir politika yürütülüyor. Birden bire Tunus, Cezayir, Libya ve Mısır başta olmak üzere Arap dünyasını kapsayan bir Arap Baharı ilan edildi. Süreç başladığında bana bu konuda sorular sorulduğunda bir baharın mevzu bahis olamayacağını, demokrasinin geldiği anlayışına bağlı bir baharın düşünülemeyeceğini söylemiştim. Arap baharı deyince, sanki demokrasinin yerleştiği gibi bir görüntü yaratılmak isteniyor. Oysa demokrasi dini anlayışın dışında halkın kendi kararlarına yönelmesidir. Hıristiyanlık kendi içlerindeki kavgalar yüzünden Kilise yi dışlamış, demokrasi doğrudan halkın içinden gelmiştir. Ben İslam ın da Allah ile kul arasında başkalarının rol almasının reddedilmesi sebebiyle Hıristiyanlığın o geri kalmışlığını aştığını kabul ederim. Ama eğer bugün bahar geldiği söylenen ülkelerin hepsinde eylemleri öncelikle dinci kesimler yürütüyorsa, demokrasiden veya bahardan bahsetmek mümkün olmaz. Mısır da Müslüman Kardeşler (İhvan), Suudi Arabistan da Selefiler, Lübnan da Hizbullah, Filistin de Hamas, Irak ta El Kaide, Afganistan da Taliban, İran da ise kendi İslami örgütlenmeleri varken, bütün İslam alemine çözüm getirmek isteyen tek bir İslami görüşün olduğunu söyleyemeyiz. Nitekim bu ülkelerde İslami gruplarla ilgili politikalar üzerindeki asıl etki sahibinin dünyayı yöneten emperyalist güçler, öncelikle de ABD olduğu görülüyor. Birlikte anımsayalım. Büyük Ortadoğu Projesi diye bir proje ortaya atılmıştı. Türkiye nin de buna önderlik etmesi tezi ileri sürülmüştü. 2003 yılı Mayıs ayında Dışişleri Bakanı olduğu zaman Abdullah Gül Ortadoğu daki tüm rejimler değişecek demişti. Irak ta yaşananlara dikkat çekerek, Bütün bölge halklarına özgürlük verilmedikçe sistemler böyle devam edemez diye konuşmuştu. Bugün varılan noktada, 10 yıl sonra hiçbir şeyin değişmediği görülüyor. Dolayısıyla Mısır daki olayları Mısır a özgü olaylar olarak değil, bütün İslam dünyası üzerindeki eylemler çerçevesinde değerlendirmek gerekir. Yıllarca Mübarek i, sonra da Mursi yi destekleyen ABD, son haftalarda İhvan ı da fazla rahatsız etmeden, Mursi yi devirenleri destekler bir tutum içinde. Bu da uluslararası politikanın devam ettiğini gösteriyor. MISIR IN KÖKLÜ GEÇM Mısır ın tarihinde Cemal Abdül Nasır gibi büyük bir devrimci devlet adamı da çıkmıştır. Yıllardır emperyalizme bu kadar bağımlı olmasını nasıl açıklıyorsunuz? Mısır ın köklü bir geçmişi ve uygarlığı vardır. O nedenle İslam dünyası ile tam bir uyum içinde değildir. Kendi çizgisi içinde evrim gösteren bir toplum olmuştur. Mısır milliyetçiliği akımı daha 1880 lerin başında ortaya çıkmıştır. Bu akımın önceliği de, İslam dünyasının bağımsızlığından ziyade, Osmanlı Devleti nden kopmak ve Mısır ın bağımsızlığını kazanmak olmuştur. İngilizler 1882 de Mısır ı işgal ettiklerinde, hedefleri Süveyş Kanalı nın denetimidir. Ama Mısır toplumu içinde de devamlı olarak ayrılıkçı, milliyetçi hareketi desteklemişlerdir. Gerçi Mısır da Sultan İkinci Abdülhamid in paşa sıfatı verdiği Kamil Bey gibi Osmanlı ya bağlılığı savunanlar görülmüşse de, Osmanlı mensubiyetini ve Türk niteliğini reddetmekten ziyade en büyük Arap dilli kampanya Mısır dan çıkmıştır. Bu kampanya da tüm İslam alemini kurtarmak amaçlı olmamıştır. Arap Baharı olarak nitelendirilen süreç sizce nereye varır? Farklı ülkelerdeki farklı İslami akımların tek bir çözüme ulaşması kolay değildir. Tüm bu akımların İslami kökeninin farklı anlayışlara dayanması, tek bir İslami anlayışta birleşmenin imkânsızlığını da büsbütün ortaya koyuyor. Örneğin, 57 devletten oluşan İslam İşbirliği Teşkilatı na dikkat ederseniz, bütün bu olayların içinde en ufak bir yönlendirici etkisinin, akılcı bir önerisinin olmadığını görürsünüz. Çünkü İslam ülkelerinin kendi aralarında hiçbir anlaşma, uzlaşma yoktur. Üstelik önümüzdeki seneden itibaren bu teşkilatın başkanlığına Suudi Arabistan ın gelecek olması,

Aydınlık KİTAP 19 TEMMUZ 2013 CUMA 9 kendi içindeki anlaşmazlığın daha da devam edeceğini gösteriyor. İslam dünyasında Irak ın iç karmaşası biliniyor. Afganistan kaos içinde. Pakistan da iç çarpışmalar sürüyor. Suriye yi karıştırmak için oyunlar oynanıyor. Mısır ın durumu ortada. Arap Baharı adında yeni bir yapıya yönelen Libya da ise yeni anayasa gelecek, sonrasında da ayrılıkçı akımlarla mücadele edilecek. Bu durumda yeni ve ortak bir çözümden bahsetmek, dünyada hedeflenen demokrasinin yerleşeceğini ummak hayal olur. Mısır ve Türkiye deki gelişmelerin benzerliği yönündeki iddialara ne diyorsunuz? Türkiye de Gezi Parkı eylemleri ile Mısır da yaşananları birbirine benzetmek hatadır. Çünkü Türkiye de en az 140 sene önce başlayan parlamenter sistem kavgası, daha sonra bütün gücü Meclis e tanıyan sisteme dönüşmeyi başarmıştır. Ama toplumun tabanının, en alt sınıfın etkin olması için de en az 80 yıldır mücadele sürmektedir. Bu süreç ve bu yapının olgunlaşması Mısır ınkiyle aynı değildir. Dahası, Türkiye sadece kendi açısından demokrasiye yönelmeyi değil, Avrupa Birliği içinde demokratik yapısıyla yer almayı da hedeflemiştir. Dolayısıyla toplumun davranışında özellikle Gezi Parkı olaylarını ele alınca, çok farklı bir anlayışın bulunduğu hemen görülüyor. Mısır da yaşananlar ile Gezi Parkı sürecini aynıymış gibi sanmak yanlıştır. Ancak ne yazık ki bizdeki iktidar böyle bir değerlendirmeye meyyal görünüyor. Fiziki şiddetten ve silahlı eylemlerden tamamen arınmış masum gösterileri Mısır daki olaylara benzetmeye kalkışmak büyük hatadır. YEN OSMANLICILI IN PER AN HAL Batının Ortadoğu ya, İslam dünyasına, Türkiye ye bakışı değişiyor mu yoksa oryantalist bakış açısı sürüyor mu? Batıdaki bakış açısı, bundan önce oluşturulan doğuyu sömürmeye odaklanan politikasından farklı değildir. Dikkat ederseniz, batının tam desteğine sahip olan Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri, olaylar yüzünden ekonomik bunalımı derinleşen Mısır a destek vermede öne çıkarıldılar. Öte yandan bundan evvel Katar tarafından yapılan ekonomik destek şimdi kesilmiş oldu. Demek ki sermayelerinin en büyük kısmı Batı dünyasında yatmakta olan bu Arap ülkeleri, politikalarının ve mali güçlerinin etkilenmesini önlemek için dalgalanan politikanın içinde yerlerini almaktalar. Yoksa bütün İslam dünyasına bağımsızlık hareketi getirme gibi bir anlayışları yoktur. Batı perde gerisinden oyununu sürdürüyor. Hükümetin Yeni Osmanlıcılık politikası ne durumda? Hükümetin iktidara gelişiyle birlikte, yeni bir dış politika oluşturma yolunda önemli adımlar atıldı. Bunda özellikle bir akademisyen olan Ahmet Davutoğlu nun etkisinin büyük olduğunu kabul etmek gerekir. Çok farklı bir anlayışla, özellikle İslam dünyasına ve Ortadoğu ya yönelik görüşler getirdi. Bu görüşlerin Arap Baharı denilen süreçte de etkisi vardır. Elimde bir rapor var. Dışişleri Bakanlığı Stratejik Araştırmalar Merkezi nce Mayıs 2013 te basılmış. Adı A Dictionary of Turkish Foreign Policy in the AK Party Era: A Conceptual Map. Yazarları Sakarya Üniversitesi nden Murat Yeşiltaş ve Ali Balcı. Bu raporda Davutoğlu nun politikası ayrıntılı olarak anlatılıyor ve savunuluyor. Bakanlığın bastığı bu resmi yayında hükümetin dış politikası şöyle izah ediliyor: Davutoğlu nun genel egemen görüşüne göre, 2000 in ilk 10 yılının son çeyreğinde Ortadoğu daki girişimler artmış, klasik Batı politikasından kopulmuştur. Açıkça batıdan doğuya yönelme olarak laiklikten İslamcılığa ve Avrupa Birliği nden Ortadoğu ya yönelinmiştir. Bunu AK Parti nin İslamcılığı diye niteleyenler vardır. AK Parti ise Ortadoğu meselesinin parti ideolojisiyle ilgisi olmadığını, bunun tarihin normalleşmesi ve batıya yönelik tek boyutlu politikanın yerini çok boyutlu politikanın alması olduğunu savunmaktadır. Bu raporun en son paragrafı ise Büyük Ortadoğu Projesi ile ilgili ve şöyle deniyor: BOP bölgedeki Müslüman ülkelere demokrasi ihracı amaçlı bir siyasi projedir. Bush zamanında başlatılmıştır. Bölge ülkelerinin ekonomilerini evrensel ticarete açmaları da amaçlanmıştır. Ama dünyada ABD nin terörizmle mücadele konulu egemenlik projesi çerçevesinde nitelendirilmiştir. Türkiye de bile Türk dış politikasının ABD nin tekeline sokulması şeklinde yorumlanmıştır. Bu raporun son cümlesinde de AKP hükümetinin BOP u reddettiği yazılmış. Bu rapor gerçeklerle ne kadar örtüşüyor? Başbakanın ilk günden beri kendisini Büyük Ortadoğu Projesi çerçevesinde eş başkan olarak tanımladığını biliyoruz. Bu yönde çok sayıda açıklaması, demeci var. Bu konudaki gayreti biliniyor. Onun partisine yakın iki akademisyenin yazdığı ve Dışişleri Bakanlığı nın bastığı bir raporun son cümlesinde AKP hükümetinin BOP u reddettiğinin yazılması, BOP un işlemez hale geldiğinin kabul edildiğini gösterir. Aynı zamanda İslam dünyasının iç olaylarının da çözülmez hale geldiğinin itirafıdır. Irak ı üçe bölme çabalarını, Suriye deki dış destekli iç savaşı, Türkiye deki Kürt ayrılıkçı hareketini, Filistin e yönelik İsrail eylemlerini incelediğimizde, bölgeye demokrasi getireceği söylenen BOP un hayal olduğunun, iktidar çevrelerinde bile kabul edilmeye başlandığını görüyoruz. B R ZAMANLAR L BYA VE KADDAF Çok iyi bildiğiniz ve uzun yıllar yaşadığınız Libya da olanları nasıl görüyorsunuz? Kaddafi nin 40 yıl yönettiği Libya ile Türkiye nin ilişkileri çok ilginç bir süreç izlemiştir. Bir yandan Kaddafi, hem mali desteği, hem de benzin ve askeri malzeme yardımıyla Kıbrıs olaylarında Türkiye ye büyük destek vermiştir, bir yandan da dünyayı idare etme hayali çerçevesinde Türkiye yi peşine takmaya çalışmıştır. Onun bu tutkusu kalıcı işbirliği yapılmasını engellemiştir. Kaddafi nin iktidardan düşürülmesinden 5-6 ay önce Başbakan Erdoğan kendisini Libya da ziyaret etmişti. İki lider baş başa, Afrika ya yönelik açılım konusunu da içerdiği anlaşılan bir görüşme yapmışlardı. Önemli olan bu görüşmenin içeriğinin Türk hariciyesi tarafından dahi bilinmemesidir. Çünkü baş başa yapılan bu görüşmede tercümanlığı Libya kökenli tercüman yapmıştı. Bundan birkaç ay sonra Kaddafi devrilip öldürüldü. Libya iç savaş süreci yaşarken Türkiye nin NATO çerçevesinde Libya daki isyancılara yardımda bulunması düşündürücüdür. Olayların sonunda Türkiye nin Libya ile ilgili tüm maddi bağlantısı ve geliri koptu. Tıpkı Irak ve Suriye de olduğu gibi ekonomik kayıplar gündeme geldi. Tüm bu yaşananlar, bir yandan BOP ya da ondan bağımsız bir İslam dünyası projesi gibi düşünceler oluşturulurken, gerçekte tam tersi gelişmelerin yaşandığını gösteriyor. Ülkeler bölünüyor, parçalanıyor. Türkiye nin Libya politikası da çökmüş oluyor. Hükümetin Suriye yle ilgili politikası da çöktü, beklentileri gerçekleşmedi. Bu konudaki yorumunuz nedir? Suriye nin özellikle İsrail in Filistin ve Lübnan a yönelik eylemleri nedeniyle, daha Hafız Esad zamanında sert bir rejime dönüştüğü bilinir. Bu dönüşümde iç etkenlerden çok dış etkenler yönlendirici olmuştur. Hem Hafız Esad zamanında hem de Beşar Esad zamanında Suriye ye gitmiş, o ülkeyi yakından tanımış biri olarak şöyle düşünüyorum. Beşar Esad, zaten asker kökenli olmaması nedeniyle ılımlı bir politika izliyor, bunu da topluma yerleştirmeye çalışıyordu. Ben buna tanık oldum. Hatta katıldığım bir tarih kongresinde, hep adet olduğu üzere, Arap bilim insanlarının Osmanlı Devleti ni ve Türkleri yeren bildiriler sunmak yerine, daha soğukkanlı ve bilimsel bildiriler sunmaları dikkatimi çekmişti. Kaldı ki AKP iktidarı da Beşar Esad ile dostça ilişki içindeydi. Bu birden bire tersine döndü. Hatta Türkiye nin Suriye ye müdahale etmeyi düşünmesi, bu müdahaleye ABD ve AB den destek gelmesi çabaları öne çıktı. Bu da çok şaşırtıcı bir politika değişikliği oldu. Bölünmesi için Suriye ye Irak tan Kürt girişi sağlandı. Ancak Türkiye için de aynı Kürt eyleminin geliştirildiğini unutmamak gerekir. Gelişmeler sonrasında Türkiye nin ekonomi gelirinde çok önemli rolü olan Güneydoğu sınır ticareti sıfıra düştü. Böylesine büyük bir etkiyi hazırlayan politikaya çok dikkat etmek gerekir. Bu Suriye nin gerçekleştirebileceği bir şey değildir. Büyük güçlerin işidir. Türkiye nin kendi içinde önemli bir Kürt sorunu gündemdeyken, Suriye deki olaylarla ilgili ne yapabileceğimiz hakkında fikir yürütmek kolay değildir. Nitekim yukarıda adını verdiğimiz Dışişleri Bakanlığı raporunda da bu konuda hiçbir kayıt yok. Bu da Suriye politikamızın iflas ettiğini gösteriyor.

10 19 TEMMUZ 2013 CUMA Aydınlık KİTAP EN ESKİ UYGARLIĞIN EN YENİ DEVRİMİ VE NECİB MAHFUZ Umuda sarılan gül buketi BİLGE MUTLU Müslüman Kardeşler in iktidarını devrimle yıkan Mısır halkının hikayesini en iyi anlatan yazarlardan biridir Necib Mahfuz. Haziran Devrimi ni göremedi ama, bütün romanlarında Mısır ın bağımsızlık hareketi, işgal dönemi, Nasır Devrimi, Enver Sedat iktidarının özellikle orta sınıfta yarattığı etkileri, toplumsal dönüşümleri gerçekçi sanat anlayışıyla ortaya koydu. Mısır halkı için son derece belirleyici olan bu önemli dönemlerde sergilediği siyasi duruşundaki dalgalanmalar çok tartışma yarattı. Özellikle Enver Sedat ın İsrail le imzaladığı Camp-David Anlaşması na destek vermesinden sonra gelen Nobel Edebiyat Ödülü edebiyat çevrelerinde hep sorgulandı. İşin daha da ilginci 1988 de Necib Mahfuz a edebiyat ödülü verilirken, Mısır ve İsrail devlet başkanları Enver Sedat ile Menahem Begin Nobel Barış Ödülü ne layık görülmüştü. Necib Mahfuz ödülü almadan önce, Nobel ödülüne kuşkuyla yaklaştığına dair açıklamalarına rağmen ödülü reddetmemesi de çok konuşulan tutumlarından biri oldu. Aynı şekilde İsrail le yakınlaşma politikasını izleyen Enver Sedat a destek verdiği için köktendinciler tarafından eleştirilmesine karşın, yakın zamanda Müslüman Kardeşlerle girdiği dostluk ilişkisi de çok tartışıldı. Son dönemde Müslüman Kardeşler e üye olduğunu söylentilerini sürekli yalanladı. 1950 li yıllarda Milliyetçi Parti nin sol kanadına yakın duruyordu. 1952 de Temmuz devrimini destekledi. El Ezher tarafından Dini aşağılıyor gerekçesiyle Mahallemizin Çocukları adlı romanına uzun süre yasak getirildi. 1980 lerde Necib Mahfuz u yayımlamak ve okumak, Salman Rüşdü nün başına gelenler gibi tehlikeli bir hale dönüştü. Necib Mahfuz BA KANIN ÖLDÜRÜLDÜ Ü GÜN Romanlarında Mısır ın bu önemli dönemleri, orta sınıfa ait kahramanları simgeleştirerek, devrimlerini, karşıdevrimlerini, isyanların gelişme gerilimini, geçmişin hesaplaşmasını ustaca yansıttı. Siyasi konumundaki çelişkili durum ne olursa olsun, toplumsal değişmenin dinamiğini kavrayarak, siyasi açmazların toplumda yarattığı patlamaları gerçekçi bir biçimde verebildi. Mısır ın güçlü tarihi geçmişi, kültürü acımasızca parçalanırken, çaresiz isyanını ve öfkesini somutlaştırdığı kişilerle romanlarından yansıttı. Başkanın Öldürüldüğü Gün romanı, Enver Sedat ın öldürüldüğü günü anlatıyor. Roman ilerledikçe büyüyen gerilimi, içten içe dalgalar halinde okuyucuya aktarmayı başarıyor. Romanda 1980 lerin başında, yazarın hiç ayrılmadığı ve romanlarının değişmeyen mekanı Kahire de yaşayan orta sınıfa mensup bir aile konu ediliyor. Necib Mahfuz toplumsal gerçekçilik adına tipik olanı seçip çıkartıyor ve başarılı bir şekilde karakterize ediyor. Kahramanlar, simge adlar taşıyor. Necib Mahfuz, hemen hemen bütün romanlarında simgeleşmiş tiplerle, gerçekleri ve geleceği derin bir sezgiyi somutlaştırıyor. Başkanın öldüğü gün de Enver Sedat fırsatçı, ikiyüzlü Enver Elem tipinde karakterize ediliyor. Randa nın duyarsız, ilgisiz, halk gerçeğinden uzak, neoliberal babası Mübarek, Enver Sedat dan sonra Mısır ın Ba kan n Öldürüldü ü Gün, Necib Mahfuz, K rm z Kedi Yay nevi, Çev: lknur Özdemir, 104 s. üzerine kabus gibi çöken Hüsnü Mübarek in habercisidir. Romanda kahramanlar, dede Muhteşim Seyid, torun Elvan Favaz Muhteşim ve nişanlısı Randa Süleyman Mübarek, olayları ve düşüncelerini, sıkıntılarını kendileri anlatıyor. Yazarın genellikle romanlarında tercih ettiği bu teknik, içerikte yaratmak istediği etkiyi güçlendiriyor. MUC ZE BEKLENT LER 80 li yaşlardaki Muhteşim Seyid, Mısır ın gelenekselci yapısını temsil ediyor. Diğer romanlarında da eski Mısır ın tüm geleneksel yapısını bünyesinde toplamış bu tiplemeyi, farklı karakterlerle izleyici ve gözlemci olarak işlevlendiriyor. Zamanın iki ucundaki eki ben ile şimdiki ben karşı karşı geliyorlar diyerek ikiye bölündüğünü hisseden Muhteşim Seyid, sürekli geçmişiyle hesaplaşarak, yenilgiyi dualarına saklanarak kabullenmiş biri. Nasır dönemini de yaşadığı için ister istemez sürekli o zamanlar ile şimdiki Enver Sedat dönemiyle karşılaştırmalar kuruyor. Geleceği temsil eden torunu Elvan için çok endişeleniyor. Sakin sakin dualarla başlayan iç konuşmaları, yoksulluk ve çaresizliğin etkisiyle Allah a siteme dönüşüyor. Kaderini değiştirememenin bunalımıyla yarattığı öfkesini, mucize beklentisiyle yatıştırmaya çalışıyor: Dua et, göster mucizelerini Seyid el Hanefi! Enver Sedat ın İnfitah Açık Kapı politikasının yarattığı orta sınıfın hızla yoksullaşması, toplumun bozulması, rüşvetin yaygınlaşması, fırsatçıların zenginleşmesi en çok Muhteşim Seyid in simgelediği kesimi etkiler. Nasır dönemini de yaşamıştır çünkü. Kıyaslamalar yapar, toplumsal yıkımı yakından görür. İntifah, açık kapı 1980 li yıllarda Mısır ın karanlık geleceğini belirlerken, 1980 li yılların karanlığı Türkiye de de yayılmaya başlamıştır. Şaşırtıcı benzerliklere romanı okurken rastlamak mümkün oluyor. Torun Elvan Fayaz Muhteşim, nişanlısı Randa dan yoksulluğu yüzünden ayrılıyor. Geleceğin temsilcisi olmasına rağmen, her geçen gün yıkıma giden Mısır ın karanlığından ürküyor. Umutsuzdur. Çıkış yolu bulamaz. Sizi halkın ta içinden seçtik sözünü tekrarlayarak, olup bitenden şaşkın şöyle düşünür: Biz halkız, sizi halkın ta içinden seçtik. Aşk, umudun içine sardığımız bir buket güldü. İlk başkanımızı kaybettik Bir başka başkan, öteki ile taban taban zıt biri, gelip bizi yenilgimizden selamete çıkarmak istiyor Enver Sedat ın öldürülmesinin, Elvan ın kaderini de belirleyen olaylarla aynı paralellikte gelişmesi, suikast sonrası belirsizliği, karanlığın daha koyulaşmasını okuyucu derinden hissediyor. Elvan ın, çalışmaktan kendilerine bile ayıracak zamanları olamayan anne ve babası yitik kuşağın temsilcileri olarak arka planda yer alırlar. Nişanlısından ayrıldığı için çok üzgün olan Elvan a anne ve babasının söylediği şu sözler, o yitik kuşağın ne halde olduğunu anlamaya yetiyor da artıyor: Senden ve ülkeden konuşmayalım artık! Sanki sadece senin uğruna çalışıp didindiğimizi sanıyorsun. Kendi sorunlarını kendin çöz, bırak ülkenin sorunlarıyla da Allah ilgilensin EN BÜYÜK MUC ZE Mısır edebiyatının en üretken yazarı olan Necib Mahfuz, bu kısa ama etkili romanında yer yer şiirsel anlatımıyla dönemin Mısır ını edebiyatın gücüyle gözler önüne seriyor. Anlıyoruz ki, devrimler hiçbir zaman suikastle başlamaz. Suikastler karşıdevrimin tetikçisidir. Mısır halkının nefret ettiği Enver Sedat ın suikastla öldürülmesi, emperyalizmin kışkırttığı ve yönettiği dinci gericiliğin egemenliği Mısır ı yıllarca kıskacına alsın diyedir. Ta ki, 2013 ün Haziran ına kadar. Haziran da ayağa kalkan, emperyalizmin oyunlarını boşa çıkarma gücünü gösteren halkın, 1980 lerde içten içe kaynamaya başlayan sıkıntısı, öfkesi, umutsuzluğu yeni kuşaklarca umuda, devrime dönüşüyor. Zaman, mucizeler bekleme zamanı değildir artık, en büyük mucizeye; halkın haklı gücüne inanma zamanıdır.

Aydınlık KİTAP 19 TEMMUZ 2013 CUMA 11 Grange sokağının Uzakdoğu su ERDEM GEZGİNCİ erdemgezginci@hotmail.com Pirincin içindeki kara taşlardan korkma ak olanlardan kork. Japon Atasözü Jean Christophe Grange in romanları kapsamlı, gerilim dolu ve içinde macera haritaları barındıran birer rehber. Dünyanın değişik coğrafyalarını romanlarına mekan olarak seçip seçtiği ülkelerin geleneklerini, insanlarını, hayat tarzlarını, tarihlerini, çekincelerini ve umutlarını irdeleyen Grange, gerilim/macera kalıbını estetize ederek genişletenlerden. Yazarın Doğan Kitap tarafından çıkan son romanı Kaiken ile bu sefer Japonya ya doğru akan sayfalar bu ilgi çekici büyük uygarlığa adım adım girişi sağlıyor. Japon kültürü içindeki onur ve intihar kavramlarının özünde var olan geleneksel gerilim, romanın ilk bölümünde kendini hissettirmeye başlıyor. Japon kimliği küreselleşen davranışların içinde en çok ve en çabuk ayırt edilen özel kimliklerden ve bu durum Kaiken de olaylara emdirilmiş. Cinayetlerin izdüşümünde Avrupa dan Uzakdoğu ya akan hikaye bıçak sırtı bir okuma sunuyor. Grange nin a rtmadaki ustal yine ön planda. ki kola ayr lan kurgu, alg kap lar n zorlarken okuman n verdi i hazz da ikiye katl yor Ç DÜNYALARIN A IRLI I Bilinen polisiye/macera romanlarının aksine Grange in kitaplarındaki karakterlerin psikolojik irdelemeleri okuyucuyu yabancılaşmadan kurtarıyor. Kaiken deki Komiser Passan da, etrafında şekillenen diğer karakterler de iç dünyalarıyla romanı dolduruyorlar. Passan ın Japonya merakı ve bu merakın geçmişe ulaşan izleri hikaye hakkında ip uçları verse de Grange in şaşırtmadaki ustalığı yine ön planda. İki kola ayrılan kurgu, algı kapılarını zorlarken okumanın verdiği hazzı da ikiye katlıyor. Hamile kadınların ve bebeklerinin öldürülmesiyle, gerilim; geçmişin sayfaların koridorlarından koşar adım ilerlemesiyle de bir macera romanı Kaiken. Konunun karmaşık fakat kaostan uzak olması zihinlerde bulmaca çözüyor hissi bırakıyor. Grange in daimi okuyucusu Grange in sürprizlerine aşina olsa da seri olarak okuduğu kitabın sonunda yine şaşıracak. Grange i okumaya Kaiken ile başlayan okuyucu ise usta gerilim/macera yazarının diğer kitaplarını merak edecektir kanısındayım. Daha da önemlisi diğer kitapları da okuduğunda Grange in kendi romanı üzerinde ilk deneysel değişikliklere Kaiken ile başladığını saptayabilecektir. Passan ın ve karısı Naoko nun hayatları hakkında derinlemesine bilgiler edinirken teknik olarak klasik Fransız edebiyatının izlerini bulmak çok satan bir kitaptan beklenmeyecek bir şey. Yine de küçük bölümlerle göze ve akabinde zihne domino etkisi yaratmak, bilindik bir Hollywood taktiğinin romana uyarlanmış hali. Konu olarak ise Passan ın ve Naoko nu arkadaşları Sandrine nin öldürülmesiyle oluşan keskin çatallanma bir yerden sonra iki ayrı kitap okuyormuş duygusu bırakabilir. BROWN MU, GRANGE M Gerilim/macera/polisiye türü romanlardan söz açıldığında günümüzde tartışmasız iki yazar karşılaştırılır: Dan Brown ve Jean-Christophe Grange. Dan Brown un gizemci havası, Grange in ise gerçekçi kurgusu ön plandadır. Buna istinaden Dan Brown göstermemek le merak unsurunu uyandırmayı seçer ve bu çoğu zaman uyuşturma hissi yaratır. Grange ise coğrafyayı, karakterleri ve olayları apaçık önümüze sererek okurdan yeni bir yol seçmesini ister, bu da çoğu zaman okura, üretiyor olma duygusu verir. Kurguda derinlik açısından Grange bir adım önde olsa da şekil olarak tüketime yönelik kitaplar ürettiklerinden hızlı okunmayı sağlayacak senaryovari tarzı her ikisi de romanlarında aynı şekilde uygular. Dünya nın değişik yerlerini mekan olarak seçmek kronolojik olarak Grange in icadıdır. Brown seçtiği ülkeleri popüler kültürün ışığında anlatırken Grange ise geçmişten geleceğe uzanan derinlemesine bir profil çıkarır yazdığı ülkeler hakkında. B R YAZAR HANET Ticarete endeksli edebiyatın son yıllarda en çok kullandığı yöntemlerden biri gizli reklam. Kahramanın arabası, saati, giysileri, yiyecekleri, içecekleri, silahı, gözlüğü ve akla gelebilecek bütün nesneleri tasvir edilmeden sadece markası verilerek sayfaların arasına serpiştirilir. Okuyucu sistem tarafından pompalanan markaların ablukası altında olduğundan bu ayrıntıyı çoğu zaman atlar hatta uzun uzadıya anlatılması yerine kısa kısa marka isimleri verilmesi işine gelir. Yazarın tasvir ve tanım yaparak enerji harcamak yerine var olan çarkın enerjisinden faydalanması ve bunu yüksek miktarda paralar için yapması hoş karşılanabilir mi? Roman sanatının ticari kaygılar ve sistematik sömürü ile anılması onaylanabilir mi? Hızlı tüketim malı haline getirilen kitapların hipnoz aracı olarak kullanılması da kabul edilemez. Yine de bazı anlatımlarda marka adının karaktere ve ortama birçok şey kattığı da bir gerçek. Bu ikilemde iyimser veya karamsar olmadan sanatın, emeğin, yazarın ve okuyucunun yanında olmalı. Bir sayfada dört beş tane küresel firmanın ismi yazılmış olması edebiyat adına sırıtıyorsa yazar ihanet içindedir. Kaiken e bu açıdan baktığımızda durum maalesef iç açıcı Kaiken, Christophe değil. Grange in diğer romanlarından daha yoğun Grange, Do an Kitap, Çev: Tankut Gökçe, 384 s. bir şekilde gizli reklam karşımıza çıkıyor. Önceleri araba, silah ve giysi üzerinden seyrek bir şekilde kullanılan marka isimleri son romanında yerli yersiz her nesne için kullanılmış. Muhakkak ki yazarların çok para kazanmasını isteriz ancak bunu nitelikli edebiyat ürünleri vererek kolaya kaçmadan yapmaları en doğru olanı olmalı. Bir sayfa içinde küresel içecek içen, bilindik bir arabaya binen, köşedeki mağazaya gözü çarptığında iç sesin bunu kendi kendine tekrar etmek zorunda hissetmesi gizli reklam olmaktan çıkıyor ve açık reklama dönüşüyor. Belki de böylesi hor kullanılan reklamlar benliğimiz için daha iyidir. Nasıl der Japon atasözü: Pirincin içindeki kara taşlardan korkma ak olanlardan kork. Pervasızca yapılan reklamların tepki çekmesi gizli reklam unsurunun komple tartışılmasına yol açabilir.

12 19 TEMMUZ 2013 CUMA Aydınlık KİTAP Ölümün büyüsüne tapınan yazar: Mişima! DAMLA YAZICI damla.yazici@msn.com Bazı yazarlar eserlerinde büyük çarpıcılıklar kurgulayarak okurun aklına mıhlanmayı hedefler, Yukio Mişima ise bunu hedefleyerek bir eser verseydi ve sadece hayatını yazsaydı, aklımıza çakılmak için sanırım ek bir çarpıcılık kurgulamaya pek gerek kalmazdı. Yirminci yüzyıl Japon edebiyatının en önemli temsilcilerinden olan, gerçek adıyla Hiraoka Kimitake, babasının yazar olmasına karşı çıkması sonrası takma adıyla tanınan Yukio Mişima sanatın pek çok alanında özgün eserler vermeyi başarmış, en çok da edebiyatta adını duyurmuş bir entelektüeldi. Onu öykücülüğü, şiirleri, sayısı kırka varan romanları, yazdığı modern kabuki ve no oyunları (bulmacalarda sorulan haliyle lirik Japon dramı) yazarlığı, yönetmenliği, oyunculuğu ve üç kez Nobel Edebiyat Ödülü ne aday gösterilmesiyle tanımakta yarar var. Zira 1970 de gözler Tokyo ya çevrildiğinde hem edebiyat tarihinin hem de Japon dünyasının unutamayacağı bir ölüm seremonisinin baş aktörü oldu Mişima. Mişima 12 yaşına kadar büyükannesi Natsu nun yanında yaşar ve büyükanne Mişima nın karakterinin temellerini oluşturan en önemli etmenlerin yöneticisi Denizi Yitiren Denizci, Yukio Mi ima, Can Yay nlar, Çev: Seçkin Selvi, 156 s. konumunda olacaktır. Mişima nın eşcinselliğinin, Japon değerlerinin sözcülüğünün, hayatının ve ölümünün nedenleri üzerinde derine inildiğinde karşımıza büyük ihtimalle büyükanne Natsu çıkacaktır. Samuray geleneğinden bir aileye mensup olan Natsu, evlendikten sonra da ailesinin samuray geleneklerine bağlı kalmıştı. Mişima da yıllar sonra Japonya nın değerlerinin modernizm adı altında çürütülmesine karşı sert bir duruş sergileyerek samuray geleneğini savunmuştur. Hatta bu doğrultuda kılıç ve dövüş ustası olmuştur. SIRADAN OLANI RED Bir Maskenin İtirafları romanı ile 24 yaşında büyük ilgi gören yazarın Türkçeye kazandırılmış Bereket Denizi serisinin dört kitabı: Bahar Karları, Kaçak Atlar, Şafak Tapınağı, Meleğin Çürüyüşü ; Dalgaların Sesi ile Bir Maskenin İtirafları, Yaz Ortasında Ölüm dü. İnsan aklını darmaduman edebilen, ayrıntılara verdiği önem ve betimlemeleri ile okuyucuya yeni bir boyut sunan yazarın son olarak Can Yayınları nın Mişima kitaplığına kattığı Denizi Yitiren Denizci kitabı Seçkin Selvi çevirisiyle okurlarla buluştu. Roman, bir denizci olan Ryuji nin yıllarca denizlerdeki yalnızlığında kurduğu hayal ve düşüncelerinin, dul bir kadın Fusako yu tanımasıyla somut, gerçek bir aşka dönüşümünü, giderek Fusako nun 13 yaşındaki oğlu Noboru nun kafasındaki büyük kahraman denizciden, annesini elinden alan sıradan bir babaya evrilmesiyle, bir çocuk çetesi tarafından ölüm ü tanımasını anlatır. Ryuji kendi halinde yaşayan, denizi izleyip hayaller kuran ve belirsiz bir yaşamda yol alan bir denizcidir. Hayalinde canlandırdığı kadının Fusako olduğu kanısındadır. Evlenmeye karar verir. Fusako nun oğlu, Noboru nun yetişkinlerin aldatıcı, ikiyüzlü ve duygusal dünyasını reddeden ve nesnelliğe inanmış vahşi bir çetesi vardır. Annesiyle evlenerek özgürlük ve umutlarını ölüme terk eden denizci Ryuji, Noboru nun gözünde büyük bir hayal kırıklığı haline gelir ve annesini böyle biri yüzünden kaybetme fikri ona olan nefretini arttırır. Yalnızlık korkusu ve öfke Noboru nun çetesini denizci üzerine ölüm planları kurmaya götürür. Kitapta çarpıcı bir başlangıç olan küçük çocuğun annesinin yatak odasını röntgenlemesi, Mişima nın bazı araştırmacılarca annesine düşkünlüğü üzerinden Oidipus komplekslerini akla getiriyor. Noboru nun gözünde bir zamanlar kahraman olan denizcinin bu kahramanlıktan feragat etmesine verilen ölüm lü ceza, Mişima nın gelenekçi yapısının; sıradanlığa karşı tepkisi ise kendi yaşamının özgünlüğünün kitaba yansıması olarak ele alınabilir. Mi ima Ya Da Bo luk Alg s, Marguerite Yourcenar, Can Yay nlar, Çev: Haldun Bayr, 112 s. Japonya da 1963 yılında yayımlanan kitap Lewis John Carlino tarafından The Sailor Who Fell from Grace with the Sea adıyla sinemaya da uyarlandı. POL T K F GÜR OLARAK M MA Mişima, klasik çağ Japon değerlerine, Samuray öğretilerine çok bağlıydı. Bir diğer bağlılığı da Japon İmparatoru naydı. Ama 124. Japon İmparatoru Hirohito, II. Dünya Savaşı ndan sonra gücünü güneşten alan tanrısallık mertebesinden feragat ederek onu büyük bir düş kırıklığına uğratmıştı. Mişima güçlü bir Japonya nın, geleneklerine bağlı, değerlerine sahip çıkarak, güçlü ordusuyla, imparatoruyla dış ülkelerin baskılarına, zorlamalarına ve kapitülasyonlarına karşı dik durarak var olabileceğini düşünerek, idealize ediyordu. Bununla birlikte, döneminin Japonya sının siyasal kargaşalarını ve eski düşmanı ABD ile antlaşmalarla bağlanmış olmasını tiksintiyle karşılayan bir partizan haline gelmişti. Marguerite Yourcenar Mişima Ya da Boşluk Algısı adlı kitabında Yukio Mişima nın eserlerini, yaşam felsefesini ve hayatını incelerken yazarın politik görüşü ve tavrı için şöyle diyor: Ülkesinin bozgunundan ve bu bozguna eşlik edip onu izleyen olaylar: Fethedilen adalarda askerlerin ve sivillerin kitlesel kıyım ya da intiharları; yeri geldiğinde zikrettiği Hiroşima; Bir Maskenin İtirafları nda devasa bir fırtınanın ya

Aydınlık KİTAP 19 TEMMUZ 2013 CUMA 13 da bir depremin sonuçları gibi tasvir edilen Tokyo bombardımanları; çoğu zaman sadece galip adaleti nin işlediği siyasi davalar; yirmi yaşında bir genç adamın zekası ve bilinçli hassasiyeti tarafından algılanmayan ya da reddedilen şoklardır. Bu meşrutiyetçi, İmparator a sadakatiyle sağcıdır, mazlum ve aç köylülere bağlılığıyla da solcudur. Hapishanede, sürekli dayak yiyen komünistlerden daha iyi muamele görmekten utanır. Mişima ya da Boşluk Algısı kitabının çevirmeni Haldun Bayrı bir dipnotta çok önemli bir noktaya değiniyor: Mişima nın yaşamöyküsü yazarları tarafından sık sık kullanılan emperyalist sözcüğü, faşist sözcüğünden de fazla yanıltıcıdır. Mançukuo Savaşı na o kadar ilgisiz kalan İsao da, 25 Kasım 1970 tarihli bildirgedeki Mişima da açıkçası emperyalist değillerdir. Meşrutiyetçiler ve aşırı sağ milliyetçileridir bunlar. İmparatorluğun tekrar diriltilmesi ve antlaşmaların yırtılıp atılması düşü gerçekleşmiş olsa, emperyalizmin de tekrar belirecek olması muhtemeldir fakat bizi çerçeve dışına çıkarmaktadır. Askerlikten çürük raporu ile muaf olan ve bu kopardığı şanstan dolayı büyük sevinç yaşayan, o dönemde ülkesi uğruna kendilerini feda eden ve iniş takımları olmayan uçaklarını düşman gemilerinin bacasına ya da makine dairesine doğrultan kamikazelere karşı duyarsız olan bu adam, yıllar sonra ülkesinin yönetiminin eski düşmanın dümen suyunda ve yedeğinde siyaset izlemeye indirgenmiş olmasını kabul edemeyecek seviyeye gelip, yüz kişilik gelenekçi bir ordu kurup, Samuray yasalarına bürünüp, Savunma Bakanlığı nı basacak; ölümü ise siyasi manifestosu olacaktır. M MA NIN ORDUSU Kaçak Atlar ı bitirdiği sıradadır ki Mişima, artık eylem ırmağı diye adlandırdığı şeye kapılarak söylediğine bakılırsa, bizzat tespit ettiği sayı olan yüz kişiyi bir araya getirir ve kendi cebinden askeri bir eğitim verdiği Kalkan Derneği ni (Tate no Kai) kurar. Liderinin, yani Mişima nın ağzından bu örgüt şöyle tanımlanır: Kalkan Derneği bekleme durumunda bir ordudur. Günümüzün ne zaman geleceğini bilmek imkansız. Belki hiçbir zaman, belki de bilakis yarın. Oraya kadar hazır olda kalıyoruz. Sokaklarda gösteri yapmak yok, Molotof kokteylli ya da taşlı kavgalar yok. En son ve en beter ana kadar, eylemlerle şerefimizi tehlikeye atmayı reddediyoruz. Zira dünyadaki en küçük ve ruhuyla en büyük orduyuz. Bu süreçte yazar yavaş yavaş belli yollardan geçerek, bütün övgülere, nefretlere ve çelişmelere eşlik ederek ölmeyi kafasına koymuştur artık. MODERN ÇA DA SEPPUKU Seppuku; iç organların dışarı çıkmasını sağlayan bir Japon intihar adetidir. Samuray geleneğinde kabahatli olmak, savaşta başarısız olmak, utanç sayılan bir durumun içine düşmek samurayın yaşamı boyunca beklediği ölüme korkunç acılar içinde kendi intiharı ile gitmesini emrediyordu. Seppuku, kişinin hazır olduğu an bıçağı karnına saplayıp sağ-sol hareketleri yaparak diyaframını ve midesini parçalayıp büyük acılar içinde ölüme ulaşmasıdır. Zamanla bu tekniğin verdiği acıyı bir nebze azaltmak üzere, seppuku yapan kişinin en yakın arkadaşına ölümü hızlandırmak için seppuku yapan kişinin kılıçla başını kesme görevi verildi. O sabah Mişima kalktı, traşını oldu, üzerinde insan yaşamı kısa, ama ben hep yaşayacağım yazan bir notla birlikte Bereket Denizi serisinin son kitabını yayıncısına gönderilmek üzere bir zarfa koydu ve birliğinin üniformasını giydi. Dört arkadaşı (Morita, Furu- Koga, Ogawa, Şibi- Koga) onu yeni alınmış gıcır bir arabayla evinden aldılar. Hepsi Kalkan Derneği nin üniformaları içindeydi. Savunma Bakanlığı nı basan bu dört adam bir generali rehin alıp sandalyeye bağladılar. Bakanlıktaki bütün birliklerin dışarıda toplanmasını, yoksa rehineyi öldüreceklerini bildirdiler. Bunun üzerine 800 e yakın insan bahçede toplandı ve Mişima balkondan onlara manifestosunu sundu: Biz Japonya nın refah sarhoşu olduğunu ve ruhsuzluk içinde mahvolduğunu görüyoruz... Ona kendi suretini tekrar göstereceğiz ve bunu yaparak öleceğiz. Sizin için ruhun öldüğü bir dünyayı kabullenirken sadece yaşamanın önemli olması mümkün müdür?.. Ordu kendi var olma hakkını inkar eden o antlaşmayı koruyor... (1 yıl önce yenilenmiş olan Japonya-ABD antlaşmaları)... Japonlar olarak temel değerlerimiz tehdit altındadır. İmparatorun artık Japonya daki doğru yeri kalmamıştır... TAR H N UNUTULMAZ SAHNES Yuhalamalar, küfürler, alçaltıcı sözler yükselir aşağıdaki kalabalıktan. Mişima yere oturur ve çoktan planladığı, o an için hazırladığı bıçakla seppuku yapmaya başlar. Daha önce kararlaştırıldığı üzere acısına son verecek ve başını uçuracak kişi Morita dır. Ancak Morita yaşlarla dolan gözleri ve titreyen elleri ile üç kez denemesine rağmen Mişima nın başını bir türlü kesmeyi başaramaz ve sadece üç büyük yara daha açılmasına sebep olur. Bunun üzerine kılıcı elinden Furu-Koga çeker alır ve tek vuruşla Mişima nın acısını sonlandırır. O sırada Morita da yere çöker ve Mişima nın karnına sapladığı bıçakla o da karnını yararak seppuku yapar. Ancak o kadar güçsüzleşmiştir ki derin bir yarık açmayı başaramamaktadır, bunun üzerine seppuku kurallarınca onun da başı hemen kesilmelidir ve bu görev gene Furu-Koga ya düşer. Tarih unutulmayacak bir sahneye ev sahipliği yapıyordur. Ölümü sonrası annesinin Ona acımayın. Hayatında ilk kez yapmayı arzu ettiğini yaptı sözleri Mişima nın duygusal alt yapısını anlamamız açısından önemlidir. O kimine göre bir deli, kimine göre ise bir dahiydi. Böyle bir ölümü net olarak açıklayamasak da Yourcenar ın şu cümlesi aklıma mıhlanmış belki de en olası açıklama: Yaşama doymayan varlıklarda ölüm düşkünlüğü sık görülen bir şeydir. Ölümünden tam bir yıl önce almayı umduğu Nobel Edebiyat Ödülü nün güçlü izlenimciliği ve buna bağlı olarak Japon kültünün geçmişe bağlı yansımalarını betimlemekte büyük yer etmiş dostu ve ustası büyük yazar Kavabata ya gittiğini görmekten ötürü hayal kırıklığına uğradığı öne sürülecektir. Mişima nın ölümünden bir yıl sonra da Kavabata nın mutfakta açık bıraktığı gazla intihar etmesi, iradi sonları hep yüceltmiş olan bir kültürde artık bizi şaşırtmamaktadır. Mişima nın ölümü üzerine yapılan bir araştırma, o ölene kadar Japon edebiyatında intihar eden 10 büyük yazarı ve onların intihar yöntemleri üzerineydi. Ancak Mişima seçtiği yöntem ve eylemde bunu sergileyişiyle herkesi geride bırakmıştı. Mi ima bir filmde seppuku yapan bir karakteri canland rm t Lideri oldu u Kalkan Derne i (Tate no Kai) Ba kesilen Mi ima n n son resmi Japonya Silahl Kuvvetlerinin Tokyo daki Ichigaya Kamp nda ölmeden önce manifestosunu sunarken

14 19 TEMMUZ 2013 CUMA Aydınlık KİTAP Dumanı üzerinde öyküler Bir halk direnişi dünya tarihini nasıl değiştirir? DAĞHAN DÖNMEZ daghan_donmez@mynet.com Uçaklar gelecekmiş Korkum yok benim Kağıt gemilerim, kurşun askerlerim hazır Hem bunlar bozulursa, babam yenilerini alır Oktay Rifat Kad nlar Hamam nda Farkl Bir Gün, Sinem Ba, Geoturka Yay mc l k, 167 s. Yaz gecelerinde, siyah bir iplik gibi uzar zaman, derinleşir. Dalgasız, karanlık suların kımıltısından farksızdır, göğün dinginliği. Sokak lambalarının loş ışığı, meltem rüzgarının ninnisi; kenti sebepsiz bir romantizme boğar. İnsanın böyle anlarda mucizelere inanası gelir. Başkalarının şarkılarını işitmek, yabancı lisanların çığlığına karışmak ister. Çoğalmak Daha da zordur yazın cıvıltısında yalnız olmak Böyle anlarda gömülünür öykü kitaplarına Bir diğerinin soluğunu taşır çünkü onlar. İyi bir öykü, insanın yalnızlığını sağaltır. Öteki nin hikayesini anlamlandırır. Öteki, her zaman insan da değildir. Kafka, hayvanın duygularını bile sorgular; hayata onların gözünden bakmaya çağırır okuru, Hayvan Öyküleri nde. Sıcak soğuk demeden, aylardır, benim evimin önünden yürüyerek geçen bu adam hakkında uydurduğum hikaye böyle başlıyordu. Öncesini ve sonrasını bilmeden, bir iki dakika boyunca gördüğüm halde o adımları onunla birlikte o kadar çok saymışlığım vardı ki artık benim yazdığım hikaye adama, kendisininkinden daha çok yakışıyordu bence. Sahi, kendi hikayesi neydi ki? (sayfa 94) Sinem Baş, ilk kitabı olan Kadınlar Hamamında Farklı Bir Gün de öncesini ve sonrasını bilmediği insanların hayatına eğiliyor. Küçük ama okuyanı sinsice değiştirmeye başlayan soru işaretleri koyuyor önümüze. Hiçbir fikri yok! Fikir sahibi olmadığından değil, kendine sakladığından Kısa öykülerden oluşan kitabın dili oldukça samimi. İçinde bolca insan ve onların kafamızı çevirip de bakmadığımız hikayeleri var. 1973 doğumlu Sinem Baş ın ilk yazısı Neden Ben, 1993 yılında Leman Dergisi nde yayımlanıyor. O seneden itibaren çeşitli gazetelerde muhabirlik yapmaya başlıyor. 2003 yılında Müjdat Gezen ile birlikte çalışmaya başlıyor ve İtiraf Ediyorum isimli tek kişilik gösterisinin müdürlüğünü yapıyor. Öykülerinin bazı bölümlerinde rastlanan zorlama tasvirler, (sy:87 Ana damar tıkanınca, kalbe kanı götürmek için türeyen ve iyilik dolu bir sessizlikle vücudu saran kılcal damarlar gibi sarmıştı şehri sokaklar vb.) kitabın bütünlüğünde ancak nazar bocuğu kabilinden değerlendirilebilir. Üslubun bütünlüğünde bazı aksamalar olsa da, öykülerin sıcaklığı, muhtevası okurun belleğinde tat bırakacak nitelikte Sinem Baş ın kitaba ismini veren Kadınlar Hamamında Farklı Bir Gün öyküsü, çağın ve üzerine bastığımız toprağın gerçeklerini, kadınlar üzerinden sorgulama çabasına girişse de; benim üzerimdeki etkisi Rüstem Ağa öyküsü kadar olmuyor. Bak, ben sana bir şey diyeyim Biz tarla insanı, niye iki gömlek üst üste giyeriz bilir misin? İlk gömlek, sensindir. Geçmişindir, hesabındır. Ektiğindir, biçtiğindir. İkinci gömleği buna katmazsın. O isteklerindir. Bitmeyen istekleri olur adamın. Karısı vırvır eder, bi karı daha ister. Atı ölür, başka bi at ister. Suyu biter, su ister. Amma ki ilk gömlek olmasa, geçmişinin hesabını, bugünkü hesaba karıştırmak demektir. Geçmişinin defterini, kendiyle hesaplaştıktan sonra, dürmeyen adamdan iş çıkmaz! (sayfa:56) Bugünün siyasi ikliminde, memleketin her sathını geçmişin hesapları ve kinleriyle yönetenler için; Rüstem Ağa nın o Anadolu ya has birikimle dillendirdikleri, cuk diye yerine oturuyor. Saygıdeğer okur, Sinem Baş ın bu ilk öykü kitabı; zaman zaman sizi hayrete ve hayranlığa düşürecek sonlarıyla, bilhassa da okurla kurduğu samimi ilişkiyle, bahse konu uzun ve belki de daha bir yalnız yaz gecelerinde bizleri kalabalaştıracak türden İyi okumalar! Çünkü kitap, karanlığa gönderilmiş mektuptur! DİLAN ÖZTÜRK dilanozturk@gmail.com Yaşamak bir yürek işçiliği günümüzde Ölümün anlamı değişti birden Eskiden yataklarda beklerdik Ders mi sınav mı görev mi belli değil Gelecekse ayakta bulsun dimdik Açılan bir sorumsuz yaylım ateş Bir top karanfildir göğsümüzde Rıfat Ilgaz Kemal Anadol Kasırga eski Yunanda Aera anlamına gelen son romanında da siyasal roman, belgesel roman ve tarihsel roman unsurlarını bir arada bulunduruyor. Akıcı bir dil ile bir solukta okunan roman İkinci Dünya Savaşı nda Yunanistan ın direnişine ve sivil direnişin son kertede Almanya nın Yunanistan ı geçip Sovyet Cephesi ne en gerekli olduğu yerde asker kaydıramamasına sebep olduğu, bu anlamda da savaşın ve tarihin gidişatının nasıl değiştiğini, bu savaşın isimsiz kahramanlarını ve o koşullarda yaşanan tutkulu bir aşkı okuyoruz satır satır. Ve tabi ki karşı kıyıya; karşı kıyıdan da bakıyor; İsmet İnönü liderliğinde barış adası olmuş Türkiye nin henüz 20 yıl önce komşusuyla yaşadıklarını unutarak kıtlık günlerinde Kurtuluş ve Dumlupınar gemileriyle Hitler in açlıktan kırdığı Elenlere yaptığı insani yardımlara. Nitekim Karşı Yaka Memleket, Büyük Ayrılık romanlarında da Ege nin iki kıyısını yazan Anadol a göre Türk-Yunan dostluğu politikacılara bırakılmayacak kadar ciddi bir iştir. Yazar diğer romanlarında olduğu gibi bellekli toplum uygar bir toplumdur şiarından yola çıkıyor; geçmişte yaşayan değil ve fakat geçmişini bugünüyle ilişkilendiren tarih bilinci olan bir toplumun yerleşik bir toplum olduğundan beisle haklı olarak Demokrasi yerleşik toplumların rejimidir, diyor. Meclisinde vekillerinin elinde bir kez dahi kitap görmenin mümkün olmadığı, tarihi dizilerden öğrenen memlekette demokrasi bilincimizin neden gelişemediğini; neden mazlum edebiyatı ile iktidara gelenlerin kısa sürede zalim kimliğiyle boy gösterdiğini; neden demokrasiyi sandıktan ibaret sandıklarını; bu toplumu oluşturan kimlikleri tam olarak tanımlayamamanın kimi ve neyi temsil ettiğini, hatta ondan önce görevinin temsil olduğunu bilmeyen ve fütursuzca ayaklar baş oldu diyebilen, asıl kararı ayakların verdiğini unutan, halkını ümmet sayan zalimlerin nasıl ortaya çıktıklarını da özetliyor aslında. Yoldaşlar, size çok önemli ve tarihi bir haberi ulaştırmak için geldim. Dün, 28 Eylül 1941 günü, diğer sol parti ve sendikalarla işbirliği yapan KKE öncülüğünde, işgalcilere karşı bir direniş örgütü olan EAM kuruldu. Amaçları kuruluş tüzüğünde belirtildi. Bunlar işgale karşı direnmek ve savaş sonunda ülkede demokratik bir rejimin oluşmasını sağlamaktır. Dikkat ederseniz, sosyalizmin kurulması ilk amaç olarak belirtilmedi. Çünkü öncelikli hedef, bağımsız ve özgür bir Yunanistan ı gerçekleştirmektir. Kas rga - Aera!, Kemal Anadol, Kemal Anadol un Yunan bir Do an Kitap, 150 s. direnişçiye söylettiği bu satırlarda her sivil direnişe(!) uyarlanabilecek bir ruh hali var aslında; politik hedeflerimizden daha önce bu hedefi yerine getirebilmek önümüzdeki koca canavara, faşizme karşı omuz omuza hareket etmek gerektiği. Kasırga ile ilgili yaptığı bir söyleşisinde konu her nasılsa(!) Gezi ye gelen yazar ve eski vekil Kemal Anadol Bence her Duran Adam bir demokrasi anıtıdır, diyor; dururken aklımdan geçiyor; demokrasiyi durmak yok diyenlerden öğrenecek değiliz ya!

Aydınlık KİTAP 19 TEMMUZ 2013 CUMA 15 İnsanlık suçlarının arasında aşk HALİT PAYZA Kırım Türkleri nin bir bölümü, Ukrayna ya bağlı Kırım da Stalin tarafından kendilerine kötü davranıldıkları iddiası ile İkinci Paylaşım Savaşı sırasında Almanya adına savaşmaya ikna edildiler. Adolf Hitler adına Sovyetlere karşı çarpışan Kırımlı Türklerden oluşan alaylara Mavi Alay adı verildi. Hitler in ordusuna katılan Kırım Türkleri, Almanların savaşı yitirmeleri üzerine Avrupa ya kaçmak zorunda kaldılar. Avrupa ya kaçan Kırım Türklerinin yerleştikleri yer Kafkaslardaki coğrafyaya benzeyen Kuzey İtalya daki Pazulla Bölgesi oldu. Müttefikler İtalya ya girince, Kırım Türkleri Almanların denetimi altında olan Avusturya ya Karnten Bölgesinde Ober Drauburg çevresine Drau Nehri kıyısına göç etmek zorunda kaldılar. Ne var ki, Avusturya da 8. İngiliz Ordusu na esir düştüler. Bir ay kadar İngiliz kamplarında esir kalan Kırımlı Türkler, 28 Mayıs 1945 de Londra dan gelen bir emirle Sovyet birliklerine teslim edilmeleri istenildi. Her ne kadar İngilizler can güvenliklerinin korunacağı güvencesini vermişlerse de ortada böyle bir resmi güvence yoktu. Devir teslim İngilizlerin Dellach kampında yapılacaktı. Kırımlı Türklerin, Sovyetler tarafından savaş suçlusu ilan edildikleri ve kurşuna dizileceklerini bildiklerinden, İngilizler zaman kazanmak ve öngörülen geleceği ötelemek için kimlik tespitlerini olabildiğince geciktirdiler. Sovyetler, firarlardan İngilizleri sorumlu tutacaklarını bildirince, yapılabilecek başka bir şey kalmadı. Co kun nce, A k Ac t r Sava Yakar da yaln zca anlatmakla yetiniyor ve anlat rken edebiyat yapm yor, sadece anlat yor. Ama roman n son bölümü, önce anlat lanlar ku kuya dü ürecek bir sonla bitiyor ÖLÜM AKAN DRAU Üç bine yakın Kırımlı Nazi işbirlikçisi, 21 milyondan fazla evladını Anavatan Savunması nda yitirmiş Sovyetler Birliği ne iade edilmekten dehşete düşerek, kendilerini bahar mevsiminde coşkuyla akan Drau Nehri ne atarak intihar etmeyi yeğledi. Kalan 4 bine yakın Kırım Türkü vagonlara doldurularak Sovyetlere doğru yola çıkarıldılar. Doğu Avrupa da tren yolları tahrip edildiğinden kafilenin geçebileceği tek güzergâh Türkiye üzerinden oldu. Bu kez Kırımlı Türkler, trenle Türkiye üzerinden Kırım a getirilirken, Türkiye Cumhuriyeti nin kendilerini kurtarmayı beklediler. Beklentileri gerçekleşmeyen Mavi Alay ın yaşayan son temsilcilerinden 2 bin kadarı, Doğu Anadolu Bölgesi nde Kars a ulaştıklarında umutlarını yitirdiler, vagon kapılarını kırarak Serder Abad Kızıl Çakçak -Kızılcık Nehri- Baraj Gölü ne atlayarak intihar etti. Sovyetler Birliği ne getirilenlerse, işgalci ve insanlık düşmanı Nazi lerle işbirliği yapmak, vatana ihanet, tecavüz, cinayet ve çeşitli savaş suçlarından mahkum edilerek kurşuna dizildiler. Romanın yazarı Coşkun İnce aynı zamanda Eğitim İş 4 Nolu Şube Basın Yayın Sekreteri. Romanının kahramanları Kırımlı Müslüman Türk İlkay Sururi ve Kırımlı Yahudi Türk Kızı Aybüke yi, İnce nin okurları Mavi Alay Gri Aşk romanından tanıyor. Coşkun İnce, Mavi Alay Gri Aşk romanında, bunca acı ve ölüm arasında, Kırımlı Müslüman Türk İlkay Sururi ile Kırımlı Yahudi Türk Kızı Aybüke nin aşklarını anlatıyordu. Aybüke, Yahudi olduğu için Almanya da toplama kamplarında, İlkay ise ölüm treninden kaçabilmiş, kurşuna dizilmekten kurtulmuştur. Aşk Acıtır Savaş Yakar bir devam romanı. İlkay özgürlüğüne kavuşmuş, ancak ailesi ve sevdiği kadın Aybükesi ni yitirmiştir. Ailesinin Semerkant dolaylarında bir yerleşim yerinde olduğunu bilmesine karşın Aybüke den hiç haber alamamıştır. Yakalanırsa yeniden Sovyetlere teslim edileceği korkusu ile agorafobisi açık alan korkusu- olan İlkay, kimliğini gizleyerek Ayder in yerine geçmiştir. İstanbul da takı tasarım işi yaparak yaşamını sürdüren İlkay, Aybüke yi aramaktan bir gün bile olsa vazgeçmemiştir. Ne var ki İlkay, Türkiye ye geçip, İstanbul a geldiğinde kendini 6/7 Eylül olayları ortasında bulur. 1955 yılı Kıbrıs taki baskılarla biçimlenmiştir. ENOSİS ve Kıbrıs ın Yunanistan a katılım planı sonrası ortaya çıkan sorunun çözümü için Londra da görüşmeler devam ederken, Atatürk ün Selanik teki evinin bombalandığı haberi gelir. Demokrat Parti (DP) yanlısı İstanbul Ekspres gazetesi bombalama haberinin radyodan duyulmasından sonra gün içinde ikinci baskısını yapmıştır. Gazete Atamızın evi bombalandı manşeti ile çıkar. Gazetenin sahibi Mithat Perin ve yazı işleri müdürü Gökşin Sipahioğlu dur. İlk saldırı 19.00 da Şişli deki Haylayf Pastahanesi ne yapılır. Sayıları artan provokasyoncular Kumkapı, Samatya, Yedikule, Beyoğlu gibi azınlıkların çoğunlukla A k Ac t r Sava Yakar, Co kun nce, Asur Yay nlar, 408 s. bulundukları semtleri basacaklardır. Yağmacılar önce Rum kökenli vatandaşların ev ve işyerlerini yağmalarlar. Sonra yağmalama eylemi Ermeni kökenliler üzerinde uygulanır. Ardından Yahudi kökenlilere sıra gelir. Yanlışlıkla Türk işyerleri ve evleri de saldırıdan payına düşeni alır. Olaylarının yaşandığı dönemde Özel Harp Dairesi nde görev yapan, eski MGK Sekreteri emekli Orgeneral Sabri Yirmibeşoğlu 6-7 Eylül olayları Özel Harp Dairesi işiydi ve muhteşem bir örgütlenmeydi diye açıklayacak ve ayaklanmanın amacına ulaştığını söyleyecektir. DÖNEM ROMANI YAZMAK Aşk Acıtır Savaş Yakar arka planda bir dönem romanı. Coşkun İnce, İlkay Sururi, Aybüke, Senya, Yanya, Umut gibi roman kahramanları aracılığıyla DP iktidarının koşar adım diktatörlüğe gidişini, dökülen ilk kanı, demokrasi şehidi Turan Emeksiz in öldürülmesini, 1960 İhtilâlinin ayak seslerini, kahramanlarının kişisel öyküleriyle anlatıyor. Coşkun İnce, Aşk Acıtır Savaş Yakar da yalnızca anlatmakla yetiniyor ve anlatırken edebiyat yapmıyor, sadece anlatıyor. Ama romanın son bölümü, önce anlatılanları kuşkuya düşürecek bir sonla bitiyor. Üstelik yazar 408 sayfa boyunca okuru böyle bir son için hazırlamıyor. Kitap devam edebilir notunu taşıyor ki, bu da anlatının bütünü ile sonu arasındaki açmazın belki de sürpriz bir betiğin ikna ediciliğini de içeren yeni bölümünü beklemeyi gerektiriyor. Coşkun İnce, İlkay Sururi nin yitik aşkı Aybüke ile ilgili bir son düşünmüyor romanda. Aybüke ile ilgili gelişmeler için yeni bir roman muştusu veriyor ve bir üçlemeye doğru gidiyor. Dileyelim ki, bu kez Asur Yayınevi, Aşk Acıtır Savaş Yakar da göstermediği paragraf düzenine de, gerekli ve kaçınılmaz özeni gösterir.

16 19 TEMMUZ 2013 CUMA Aydınlık KİTAP HİDAYET KARAKUŞ UN YENİ ŞİİR KİTABI ÇAKILTAŞI ÜZERİNE Kör kuyularda su kesen şiir BAHRİ KARADUMAN bahrikaraduman@hotmail.com Çağdaş yazınımızda roman, öykü önemli türlerdir ama ana damar, kuşkusuz şiirdir. Ozanlarımızın tümü bu ana damardan beslense de; ne acıdır ki pek az ozanın bu damarın gelişip güçlenmesi için gayret gösterdikleri de bilinen bir gerçektir. Hep yakınır dururuz. Güzel dizeler çok, güzel şiir pek az, diye. Gülten Akın ın Hayattan giderek uzaklaştı şiirimiz saptamasında olduğu gibi yaşamdan kopmuş sözler, yıllardır yinelenen söz öbekleri, alışılmış sesler, sıradanlık yaratır. Sıradan sözler de şiir için yüktür. Gerçek ozan, söz yükünü şiir diline yansıtmaz. Hiç söylenmemişi yeni bir söz dizimiyle ve çağrışımı yüksek imge zenginliğiyle şiir diline yansıtır. Sözcüklerin anlam genişliği, ses zenginliği ozana sınırsız olanaklar sağlar. Nitelikli okuru derinden etkileyebilmek, ozanın dil bilinciyle, dile egemenliğiyle yakından ilgilidir. Ana dilini iyi bilmek ve dilin olanaklarını iyi kullanmak, usta ozanın olmazsa olmazıdır. Bu yetkinliğe ulaşanların gerçek başarısı kendi sesini bulabilmesi, daha doğru bir söyleyişle şiirinde kendi sesini oluşturabilmesidir. Bu yolla özgünlüğe ulaşır ozan. Özgün şiirler, şiir sanatına derinlik katar. Usta diye nitelediğimiz ozanlar bilineni, söylenmişi yinelemedikleri için de şiir evrenine genç ozanların gelişimlerine katkıda bulunacak yeni olanaklar sunarlar. Doruklardan düze inen yağmur suları gibi çoğalarak bereketli topraklara yeni canlar, yeni renkler kazandırırlar. Çak lta, Hidayet Karaku, Kaynak Yay nlar, 140 s. EL M EL NDE KALACAK Çakıltaşı Hidayet Karakuş un son şiir kitabı. Günlerdir elimde. Her şiirden sonra boğazımda bir düğüm. Yeni sorgulamalar, girişte özetlediğim geniş düşünceler, farklı yorumlar ve iç hesaplaşmalar. Toplumsal sorumluluk, şiirin dışındadır görüşünü çürüten bir kitap Çakıltaşı. Sanatından, şiir dilinden ödün vermeden de bir ozanın toplumcu şiir yazabileceğinin yetkin bir örneği. Son yıllarda çıkan şiir kitaplarının belki de en çarpıcı olanı. Kitap altı bölümden oluşuyor: Dizeler Geçiyor, Çocuk Coğrafyası, Savaş Boylamı, Küçük Solgun Işık, Özel Coğrafya Dersleri, Şiir Gözeleri. Kişisel acı ve sevinçlerinden arınmış, sanatını insanlığa, insan onuruna adamış bir ozanın çığlığı bu şiirler. Ölü kuşlar gibi düşmektedir dizeler. Filistin de çelik alaylara sapan taşlarıyla dur diyen çocukların yası içindedir ozanın yüreği. Gözlerine mil çekilmiş tank paletlerinin altında eziliriz bir bir. Sağırlığın cinnetindedir toplum, gözlerinde yurtlarının ince kederi. Olasılıklar tarihin boşluğuna düşürür ozanı. Belleği akımsal güçle beslenir, benliğinden uzaklaşır, kıpırdanıp dururken bedeni safir duygularla dolar. İlkçağı yaşamamış bir kabile bulmayı umar, tarih sayfalarından çıkmaktır umudu. Alnına kendini bulan adam, yazılsın ister. İyi ama kim yazacaktır bunu. Tarih utanç doludur. Kitaba adını veren çakıltaşı, ozanın vatan sevgisinin, ülkesine duyduğu büyük aşkının simgesidir. Vuruşa vuruşa inceldin, dediği çakıltaşına pençeler uzanmaktadır. Korkma bırakma kendini / elim elinde kalacak / koparsalar da kolumu / sen çakıltaşım / kimsesiz çocuğum yurdum / ben varım ben der sevgi dolu içtenliğin ezgisi ve özgüveniyle. Canavarların bile masum kaldığı dünyada Mardinli çocuğun acısını yaşar, Felluceli çocuğa seslenir, yaşanan savrulmaları öyküleyerek evrensele uzanır. sen çalış / günlük tut tarih düşür / sokaklarında dicle gelin / fırat şehit / paçalarına sıçrayanın / damarlarında akıp giden / yemyeşil bir yaşam / olduğunu geçir defterine diye seslenir. Çocuk Düşünceleri şiiriyle çocuk düşlerine uzanır. Savaşların insansızlıktan ölmesini ister. Bir akşamüstü parkta oturur, konuşur dostuyla. Küçük bir kızın gözüyle bakarlar dünyaya. Yağmurlar çocuk, yağmurlar şiirdir artık. Şiirler hüzün, bütün şiirler bizimdir. GÜN KANARKEN BOMBA NEREYE DÜ ER Hüzün şiirlerinin doruk noktası ise Çuval dır. Irak ın Süleymaniye kentinde Türk askerinin başına geçirilen çuvalı kişileştiren ozan, Türk yazınına başkaldırı şiirinin en etkileyici örneklerinden birini armağan etmiş, toplumsal belleğimizden hiçbir zaman silinmeyecek bu olayı ulusal kimliğimizin bilinciyle şiirleştirmiştir. Son bölüm uyanışın ortak dilidir: artık içim boş değil / liflerim anlar niyetimi / dönüp bakmam saldırganın yüzüne / parçalasalar da etimi kemiğimi / seninle yürüyeceğim / bu kez canavarın başına / ben geçireceğim kendimi Kandahar da güneş, uzak bir komşu gibi eğilip pencereden / yakılmış evlerin içine utanarak sokulur. Gün kanarken ekmeğe bomba düşer. Otlar gibi, ardıçlar gibi kimsesizdir çocuk. Bir okyanus olmak, füze taşıyan gemileri üstünden atmak, yeryüzünü güllerle donatmak ister. Şair kardeşim dediği Filistinli Hannan Avvad a seslenir ozan. Sesindeki sevinçlerle doğan sözcüklerin tertemiz aktığı şiirler söylemek, barıştan yapılmış gerçek armağanlar sunmak ister ona. Oysa akbabaya kesmiştir dünya, eskimiştir imgeler. Kanar yüreği, için için erir. Kitabın son bölümünde sanatını etkilemiş büyük ozanlara kısa şiirlerle saygısını sunar Karakuş. Güneş vardır tarlalarında diyen Cahit Külebi ye isterim ki kardeş olsun şiirim / anadolunun sesiyle diye seslenir. Arthur Rimbaud hayranlığını hâlâ şaşarım nasıl taşır bir gemi / harflere vura vura şiirle köleleri dizeleriyle dile getirir. memleketimi varna dan selamlayan memleketlim / sana bir gömlek yollayacağım / türkçenin sesiyle dokunmuş şile bezi kadar serin sözleriyle el salladığı Nazım Hikmet ise vazgeçilmezidir. Şiir Gözeleri nin diğer ozanları ise Attilâ İlhan, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Karacaoğlan, Edip Cansever ve Cahit Sıtkı Tarancı dır. Şiirler şu dizelerle biter: saçların bembeyaz olmuş şair acı kullanıyorum da ondan Kimi eleştirmenler, kimsesizlik, Karakuş un şiirinin kapsayıcı, giderek belirleyici özelliği görüşündeler. Ben öteden beri farklı düşünürüm. Hidayet Karakuş şiiri, kucaklayıcı, insancıl, çağcıl bir şiir. Onursuzluğu dışlayan sevilesi insanın sesi, şiiri. Şiir sanatına anlam katan bu şiirler hep okunacak, eskimeyecek ve gündemde kalacak. Son söz de Çakıltaşı ndan olsun: ekmeğimde tüten barışçıl kuş sevgilimdi / ömrümde hep seher yeli gibi temiz esti / felaketini bir sicimle yüreğine sarıp / susuz bir çobandı kör kuyularda su kesti.

Aydınlık KİTAP 19 TEMMUZ 2013 CUMA 17 Armağan edelim bu kitabı EMİNE SUPÇİN eminesupcin@gmail.com İşiniz yalnızca okumak olsa, hatta hızlı okuma tekniklerini de kullanabiliyor olsanız, anlamlı okuma sınırınız günde kaç sayfadır? 100? 200? Haydi sıktık dişimizi, 500 olabilir mi? Hatta yemeği birinin yedirdiğini, tuvalete giderken bile okumayı kesmediğimizi varsayalım, bin sayfa olur mu? Olmaz mı? Çok beceriksiziz, çok!.. El alem günde 4.615 sayfa okuyabiliyormuş! Üstelik kayıtlı kürekli ispatı da var. Bu olağan üstü başarı öyküsünü, Balyoz Davası na bakan savcı ve yargıçlarda gören, kendi hayatı üstün başarılarla dolu, ülkemizin yetiştirdiği en kıymetli komutanlardan olan Erdal Akyazan ın satırlarından okuyalım: Savcı babalarınız bir iddianame hazırladı ve yargıç olan babalarınıza sundu. Dediler ki, Biz buradaki adamların suç işlediğini düşünüyoruz, delilleri topladık, onları da sunuyoruz, incele, kabul et ve yargılamaya başla! Savcı babalarınızın hazırladığı dosya 60.000 sayfaydı ve yargıç babalarınız bu sayfaları 13 günde İnceledik, bizce de bunlar suç işlemiş, kabul ettik dediler. Yargıç babalarınız 13 gün boyunca hiç yemek yemese, hiç çay içmese, hiç banyoyu kullanmasa ve hiç uyumasa, durmadan dosya okusa günde 4.615 sayfa incelemiş olur. Sizce gerçekten günde 4.615 sayfa incelemişler midir? Böylesine haklı bir Her sat r nda a z n z aç k kal yor. Bir sonraki sat rda kar la aca n z haks zl n ne oldu unu tahmin bile edemiyorsunuz kahır ve kapkara bir haksızlık haykırıyorlar. Erdal Akyazan, kamuoyu gündeminden hızla gelip geçiveren Balyoz Davası nın, hukuksuzca yargılanan subaylarından sadece biri. Yargıç babaları, savcı babaları, çocuklara şikayet ediyor. Hangi çocuklara? Birinci vazifen, Türk İstiklâl ve Cumhuriyetini ilelebet müdafaa ve muhafaza etmektir! emrini Atasından almış aydınlık düşünüşlü çocuklara! Çocuklar duymuş olmalı! Nitekim, Erdal Akyazan kendisiyle yapılan röportajında, Seslendiğim çocuklar, şu an sokaktalar diyor. Her yer Taksim, her yer direniş sloganıyla tüm ülkeye yayılan başkaldırının sebeplerinden biri de halka, hakka, hukuka ihanet eden babalar değil mi zaten? Ne babalarmış be! Tüyü bitmedik yetim sloganıyla geldiler, tüyü bitmediğin haklarını da ezip geçtiler! Baban Sana ikayet Ediyorum, Erdal Akyazan, Destek Yay nlar, 295 s. DARBE PROVASI SEM NER Tiyatral bir kurgu bu. Üst düzey komutanlar darbe provası yapmışlar! Kitabın en çarpıcı bölümlerinden birine bırakıyorum satırları: Seminer bir darbe provasıydı. Bunu ben söylemiyorum. İddianamede yazıyor. Peki, bu seminere kaç kişi katılmış? 162. Kaçı sanık? 50 si. Kalan 112 kişi konu mankeni mi? 50 kişi prova yapmış, onlar da seyretmiş öyle mi? Babalarınıza göre öyle. Toplam sanık kaç kişi? 365. 365 te 50 mi? Hani darbe provasıydı? Bu nasıl provadır ki, 315 kişi yok ortada? Diyeceksiniz ki, O 50 kişi elebaşı, onlar yapmış provayı. Yönetici, elebaşı, binbaşı; yönetilen ise orgeneral o zaman. Çünkü seminere katılıp sanık olan binbaşı da var, seminere katılmayıp sanık olan orgeneral de. Her satırında ağzınız açık kalıyor. Bir sonraki satırda karşılaşacağınız haksızlığın ne olduğunu tahmin bile edemiyorsunuz. Mahkemeye delil diye sunulan sahte, saçma hatta alçakça hazırlanmış kurgu yazılar; yok ıslak imza, yok denize düşmüş imza diyerek, bir oldubittiye getirme durumunun açık delili bu kitap. Peki neden? Kim ya da kimler istedi bu oldubittiyi? Ülkenin askeri deha sayılan beyinleri niçin saf dışı bırakıldılar? Bu soruların cevabını sen ben biliriz. Bilmeyenler, birilerinin kıçında kıl olmaya razı kullardır! Terfisi ancak kulluktan kıllığa olan cehaleti yenebilir, her birini birey olabilme onuruna eriştirebilirsek, işte o gün bizimdir. Haksızlığın, alçaklığın, şarlatanlığın, ihanetin olmadığı, insanca yaşama erdemine erişmiş bireyler topluluğu OKUTUN! Babanı Sana Şikayet Ediyorum, Balyoz Davasındaki adaletsizlik silsilesinin belgeseli. Sadece okuyun demiyorum. Okutun! Okutalım! Belki kıllar okuyamayabilir, okusa anlamayabilir. Ama sözüm ona yüde 50 denen, aslı ancak yüzde 30 lardan da az olan kesimin içinde, kıl olmadığı halde çıkarları gereği destek verenler var. Okuyan yazan ve okuduğunu anlayabilecek olanlar. İşte onlara hediye edelim bu kitabı. Belki, parmak yalama hayali ile tuttukları bal teknesinin Türkiye ve farkına varmadan ettikleri ihanetin kendi öz evlatlarına olduğunu görürler. Belli mi olur?

18 19 TEMMUZ 2013 CUMA Aydınlık KİTAP YENİ ÇIKANLAR Zaytung 2012 Mario ile Sihirbaz Dilin Tarihi Malafrena Hakan Bilginer, April Yay nc l k, 144 s. Zaytung, 3-5 tanıdık alsa da masrafını çıkarsak motivasyonuyla çıkardığı 2009-2011 Almanak sayesinde plaza dikme aşamasına gelmiş olmanın heyecanıyla sunar: Zaytung Almanak 2012! Çoğunlukla gerçekten berbat bir yıl olan 2012 yi hatırlayacaksanız en azından böyle hatırlayın bari... (Zaytung Pazarlama Departmanı) Ana akım medyanın yalanlarını okumaktansa Zaytung okumayı tercih ediyorum. Son yılların en güvenilir haber kaynağı. Bu almanakla Türkiye nin ruhuna nüfuz edeceksiniz. (Koç burçları edemeyebilir.) -Emrah Serbes- Thomas Mann, Can Yay nlar, Çev: Sami Türk, 224 s. Mario ile Sihirbaz, kesin, açık ve dolaysız diliyle Alman öykücülüğüne yeni bir üslup getiren Nobel ödüllü Thomas Mann ın, hayranlık verici bir olgunluk dönemi eseri. Herkesi bekletiyordu, bunun doğru ifadesi herhalde böyledir. Sahneye çıkışını geciktirerek gerilimi artırıyordu. Bu tavrı anlaşılıyordu da, ama sonsuza kadar değil. Dokuz buçuğa doğru seyirciler alkışa başladı, alkışlamak aynı zamanda alkış isteğini de dile getirdiğinden haklı sabırsızlıklarını ifade etmenin sevimli bir şekliydi. Ufaklıklar için buna katılmak eğlencenin parçasıydı. Her çocuk alkış tutmayı sever. Steven Roger Fischer, Bankas Kültür Yay nlar, Çev: Muhtesim Güvenç, 260 s. Dilin Tarihi, bilinen ya da gün yüzüne çıkarılan insan dillerindeki değişikliklerin formel ve teknik anlatımıyla yetinen geleneksel dilbilim tarihi eserlerinden çok farklı bir kitap. Eserde sırasıyla bütün hayvanların dillerinden primat dillerine, genel olarak Homo Sapiens lerin dilinden insan dillerinin büyük ailelerine, özgül dil ailelerinden yeni küresel toplumun dil kullanımına, internetle birlikte değişen iletişim teknolojisinin dil üzerindeki etkisine ve günümüzde dünya dili konumuna giderek yaklaşan İngilizcenin muhtemel geleceğine kadar geniş bir konu yelpazesi üzerinde duruluyor. Ursula K. Le Guin, Metis Yay nlar, Çev: Cemal Yard mc, 432 s. Malafrena, yazarın diğer romanlarında da olduğu gibi, mekân hayali olmasına rağmen resmedilen ortam ve ele alınan meseleler son derece gerçekçi. Sansürün insanları susturduğu, kısıtlamaların her türlü muhalefeti engellediği, iktidarın katı ve kati bir hal aldığı bir ülke Orsinya. Malafrena Vadisi nde ailesiyle birlikte yaşayan başkahraman İtale Sorde, işte tam da bu koşullarla mücadele etmek üzere güvenli aile toprağını terk edip siyasi çalkantıların hüküm sürdüğü başkente gidiyor. Amacı, devrimci idealleri doğrultusunda toplumun özgürleşmesine katkıda bulunmak ama tüm iyi niyetine rağmen bunun hiç de kolay olmadığını öğreniyor. Stephen Hawking Yasakl Gece Oturumlar Fallus un Anlam J. P. McEvoy, Oscar Zarate, NTV Yay nlar, Çev: Duygu Ak n, 176 s. Stephen Hawking, televizyon şovu The Simpsons a bile konuk olan ama akademik camia dışında çalışmaları çok az anlaşılmış dünyaca ünlü bir fizikçi. Halkın gözündeyse, üstün bir bilimci ve 9 milyon adet satan Zamanın Kısa Tarihi kitabının yazarı. Hawking in bilime en büyük katkısı 20. yüzyıl fiziğinin iki büyük teorisini birleştirmek oldu: Einstein ın Genel Görelilik Teorisi ve kuantum mekaniği. Kitap, Hawking in yaşamını; çalışmalarının gelişimini; karadeliğin kıyısı ya da evrenin başlangıç noktası gibi, temel yasaların çöktüğü veya üst üste bindiği alanlar hakkındaki nefes kesen keşiflerini inceliyor. Ted Dekker, Mart Kitabevi, Çev: Özlem Gültekin, 513 s. Nefes kesici bir destan başlıyor. Faniler serisine hoş geldiniz. Kaybedecekleri tek bir duygu vardı: Korku. Geleceğin korunaklı dünyasında bir tek korku nedir bilerek yaşamaya mahkûm edilen insanlar. Ve bu kaderi değiştirmeye çalışan genç bir adam. İnsanoğlu, kendisine dayatılan bir düzen yüzünden gerçeğe kapadığı gözlerini bu genç adam sayesinde açmaya hazırdır! Ancak bu diriliş büyük bir karmaşayı da beraberinde getirecektir: Tüm fani duygular uyanacak; nefret, hırs ve açgözlülük yeryüzüne hâkim olmaya başlayacaktır. Ken MacLeod, Aylak Kitap, Çev: Algan Sezgintüredi, 336 s. Yaşam kendi halinde ilerlerken, İskoçya nın başkenti Edinburgh da bir papaz öldürülüyor. Bulgular, bu olayın bir terörist eylem olduğuna işaret ediyor. Akabinde, bir piskoposun öldürülmesiyle şu soru ortaya çıkıyor: Artık neredeyse hiç etkisi kalmamış din adamların neden ve kimler tarafından öldürülmektedir? Dinî fanatizm, Aydınlanma, savaşlar, küresel ısınma... Günümüzün ve geleceğin bu çok önemli kavramlarını, yarattığı yeni evrende başarıyla yoğuran genç yazar Ken MacLeod, okuru ihtimalden ihtimale sürüklerken, varoluş ve inanç üzerine düşündürmeyi de ihmal etmiyor. Jacques Lacan, Alt k rkbe Yay nlar, Çev: Saffet Murat Tura, 96 s. Ünlü Fransız psikiyatr ve psikanalist Jacques Lacan ya da Amerikalıların hafif alaycı bir tonda taktıkları lakap ile Fransız Freud, mirası kolayca değerlendirilemeyecek bir yazardır. Adı, çağımızı en çok etkileyen psikiyatrlar listesinde ön sıralarda yer almasına rağmen böyle bu. Kimileri yere göğe koyamaz onu; bazı basit denklemlerini sloganlaştırarak çarpıcı bir şeyler söylemeye çabalar, Lacan ı putlaştırırlar. Başkaları ise, özellikle psikoterapi pratiğine gerçekten ne kattığını sorgulayarak küçültür onu. Böyle bir ortamda sağduyu ile Lacan ı değerlendirmek güçleşir...

YENİ ÇIKANLAR Aydınlık KİTAP 19 TEMMUZ 2013 CUMA 19 Kavgam Gambara An lar alesi S n rlar n Ötesinde Adolf Hitler, Habitus Kitap, Çev: Tuvana Gülcan, 256 s. Honoré de Balzac, Dedalus Kitap, Çev: Neslihan Can o lu, 80 s. Tony Judt, Yap Kredi Yay nlar, Çev: Dilek endil, 172 s. Buket ahin, Kaynak Yay nlar, 320 s. Cani küçük burjuva, sırtı ve koca poposu okura dönük bir şekilde SA üniforması içinde aynada kendini Hitler selamıyla selamlayarak kitabı açıyor. Kitapta Hitler in Kavgam ına uygun olarak beş bölüm sıralanmıştır: Önderlik ve Sadakat; Propaganda ve Örgütlenme; Kültür Kurucusu olarak Arî Irk; Irkçı Devlet ve Irk Hijyeni; Toprak Hukuku. Okuyucu ve gözlemciye Alman milli varlığının en değişmez kurumlarından biri olan müdavim masası eşlik etmektedir. Ama bira bağımlısı ve laf ebesi müdavimleri Nazi Dönemi nde buluşan bir masa değil, iktisadi mucizeyi temsil eden beylerin müdavim masası. -Peter Haertling- Paolo Gambara, Balzac ın en somut karakterlerinden birisi, cehennemden ve cennetten dünyaya kaçırdığı enstrümanlarla, müziğin yavaş yavaş birleştirdiği 19. yüzyıl Avrupasından geleceğin dünyası için en esaslı operasını yapmaya kalkışıyor. Böylece, içinde Kudüs ve (Hz.) Muhammed temalı operaların da bulunduğu Üçleme nin tasarlanması esnasında, Gambara nın kendinden geçip soluğunun kesilmesi, kelimelerin sayfalardan fırlayarak, duvarlara çarpıp geri dönmesi, romanı bütünüyle bir senfoniye dönüştürmüş. Gizli Başyapıt ile birlikte okunabilecek bu roman, bize Balzac ın, ne kadar Gambara olduğunu düşündürtüyor. Anılar Şalesi, dejeneratif bir hastalığın son evrelerinde kendi anılar şalesinin odalarında dolaşan olağanüstü bir zihnin, zamanımızın en iyi tarihçilerinden Tony Judt un içgözlemleri. Bütünüyle farklı, alışılmadık üslupta yazılmış bir anılar ya da otobiyografik denemeler toplamı. Bir veda konuşması niteliğindeki kitap Judt un kendi yaşamına ilişkin gözlemleri kadar içinde yaşadığı dünya üzerine düşünceleriyle de dikkat çekiyor: Yemekler, tren gezileri, İngiliz eğitim sistemi, 60 ların kültür devrimi, kitaplar, mekânlar, tarih, kimlik. Buket Şahin in Gezi Bavulu nda bu kez dört kıtadan pek çok seçkin sanatçı ve aydınla yapılmış siyaset, edebiyat ve sanat sohbetleri var. Çoğu bugün hayatta olmayan 22 aydın ve sanatçıyla yapılmış, belgesel tadında sohbetler... Noam Chomsky, Eduardo Galeano, Eva Golinger, Paul Auster, İlhan Berk, Burhan Doğançay, Bülent Ortaçgil, Ara Dinkjian, Şirin Devrim, Bahadır Baruter, Alvaro Arzu, William F. Engdahl, Andre Vltchek, Michael Mcmahon, Erdal Öz, Orhan Taylan, Khaled Akil, Peter Hristoff, Ayşegül Kuş Durakoğlu, İlhan Mimaroğlu, Defne Halman, Güngör Mimaroğlu... Ayr Dü mü üz Yan Yana ki mparatorluk Tek Co rafya Ölüm Bir Varm Bir Yokmu Yürüyen Ölüler Bölüm 15: Kendimizi Bulduk Orhan Kahyao lu, Do an Kitap, 296 s. Müzik dünyamızın önemli sanatçılarından Bülent Ortaçgil in hayatı... Orhan Kahyaoğlu, elinizdeki kitapta, ülkemizin müzik yazarlığı serüveninde örneğine az rastlanan araştırmacı yaklaşımla, Ortaçgil şarkılarının ve Türk Pop Müziği nin derinliklerine iniyor, bir senteze ulaşıyor. Sanatçının özel yaşamına dair ilginç notlarla birlikte Türkiye nin siyasi-kültürel tarihinin Ortaçgil in çalışmalarına yansımalarını da ele alan Ayrı Düşmüşüz Yan Yana, müzik dünyamızın önemli sanatçılarından birine odaklanan temel bir kitap. Melek Delilba, thaki Yay nlar, 368 s. Bir imparatorluğun bir başka imparatorluğun halefi olması -bu durumda Bizans İmparatorluğu nun çöküşü ve onun Osmanlı İmparatorluğu tarafından ikame edilmesi- eğer tek taraflı incelenirse, doğru incelenmesi mümkün olmayan bir olgudur. Tarihçi, o dönemde yaşayan insanların siyasi gelişmeleri, keza ekonomik ve demografik değişmeleri nasıl değerlendirdiğini incelemelidir. Bu araştırma, bir tarihçi yazılı tanıklıkları, yani o dönemin insanlarının bize bıraktıkları kaynakları analiz ettiği takdirde mümkün olabilir. Melek Delilbaşı, bütün bu kaynaklara nüfuz etmek için büyük uğraş vermiştir. -Elizabeth Zachariadou- Jose Saramago, K rm z Kedi Yay nevi, Çev: Mehmet Necati Kutlu, 208 s. İnsanların ölmemesi zamanın durduğu anlamına gelmemektedir, ezeli bir yaşlılıktır artık onları bekleyen. Hükümetten kiliseye, sağlık kurumlarından ailelere, şirketlerden mafyaya kadar herkes ölümün ortadan kalkmasının getirdiği sonuçlarla mücadele etmek zorundadır. Ölüm ve ölümsüzlük karşısında insanın şaşkınlığını, çelişkili tepkilerini ve ahlaki çöküşünü, edebi, toplumsal ve felsefi anlamda derinlikli bir biçimde işleyen José Saramago, geçici olanla ebedi olanı birbirinden ayıran kısa mesafenin meseli sayılacak Ölüm Bir Varmış Bir Yokmuş u, başladığı gibi bitiriyor: Ertesi gün hiç kimse ölmedi. Charlie Adlard, Cliff Rathburn, Robert Kirkman, Marmara Çizgi, Çev: Emre Yavuz, 136 s. Gün içinde televizyon başında geçirmediğiniz kaç saatiniz var? En son ne zaman gerçekten elde etmek istediğimiz bir şey için çabaladık? En son ne zaman gerçekten ihtiyacımız olan bir şey istedik? Bildiğimiz dünya artık yok. Ticari ve saçma ihtiyaçların dünyası yerine ölüm kalım savaşı ve sorumluluğa bıraktı. Mahşeri bir salgın ölülerin dirilip canlılarla beslenmesine yol açtı. Birkaç ay içinde toplum düzeni çöktü. Hükümet yok, süper marketler yok, kablo tv yok. Artık yaşamak zorunda kaldığımız dünya, ölülerin dünyası.

20 19 TEMMUZ 2013 CUMA Aydınlık KİTAP ÇOCUK - GENÇ Eyvah kuantum! İREM HALIÇ irem.halic@hotmail.com Size sıcak ve sıkıcı günler için çok eğlenceli bir önerim var: Edgar ve Allan Poe nun Serüvenleri. Edgar ve Allan kardeşler ünlü yazar Edgar Allan Poe nun küçük-küçük-küçük yeğenleri oluyorlar. Kendilerini roket bilimine adamış başarılı bilimciler olan anne babaları bir roket yapımı esnasında geri sayımı başlattıklarını fark etmeyip uzaya fırlatıldıkları ve 7 senedir uzay boşluğunda savrulup durdukları için Edgar ve Allan, can dostları Roderick Usher ile amcalarının yanında yaşıyorlar. Roderick bir kedi, ismi büyük-büyükbüyük amcalarının Usher Evi nin Çöküşü adlı öyküsünün başkahramanı olan R. Usher dan geliyor. Bu arada Edgar ve Allan büyük-büyük-büyük amcaları E.A. Poe ya olan benzerlikleriyle dikkat çekiyorlar. Kitap kapağında gördüğünüz gibi fiziksel yönden benzedikleri gibi, okuduğunuzda anlayacağınız üzere, maceracı ruhları, karanlık mizah anlayışları ve düpedüz aptalca olan kurallara aldırmayışları gibi birtakım olağandışı özellikleri yönünden de büyük-büyük-büyük amcalarının ruhunu ve beynini yaşatıyorlar denebilir. Ölü diller, ileri matematik ya da sinekkuşlarının mikrobiyolojisi gibi konularda kimse onlarla yarışamaz. Yine de kendilerini tanıtırken Zekiyiz, ama fazla zeki değiliz. Aslına bakarsan biz tam kıvamında zekiyiz, demeyi tercih ediyorlar. Bütün bunların dışında başlarını belaya sokacak çok McAlpine önemli bir özellikleri daha var. Edgar ve Allan neredeyse tek bir zihni ortak kullanıyorlar. Biri ne düşünüyorsa, diğeri de aynı şeyi düşünüyor. Biri ne görüyorsa, duyuyorsa, hissediyorsa, diğerine de aynısı oluyor. Bu özellikleri zamanında anne babalarıyla da epey uğraşan güç delisi bir kuantum fiziği profesörünün dikkatini çekiyor. Çünkü zihnindeki çılgınca fikirleri uygulamak için eline büyük bir fırsat geçtiğini hissediyor. Bu çılgın projeyi duyduğunuzda dudağınız uçuklayacak! Yaşadığımız dünya haricinde başka dünyaların, başka hayatların olduğunu varsayarsak, bunu öğrenmenin tek yolu oraya gidip görmektir değil mi? Peki, oraya gittikten sonra dönememe ihtimalini düşündüğünüzde, orayı keşfetmek için aklınıza başka bir yol geliyor mu? Cani profesörün bu konudaki planı şu: Madem ikizler aynı zihne ve aynı duyulara sahipler, birini oraya gönderebilirsem diğerini kullanarak orada olup biten her şeyi görebilirim! İkizlerin başı bu beladan nasıl kurtulacak dersiniz? Ben ipucunu vereyim: 150 yıldır o dünyada yaşayan Edgar Allan Poe nun yardımıyla. Ta oradan buraya nasıl mı el atıyor? İnanın okurken öldüm gülmekten. Güya Edgar Allan Poe nın öteki dünyadaki yeni görevi şans kurabiyelerine fal yazıcılığıymış. Edebiyattaki dehasını şans kurabiyelerine aktarıyormuş. Aslında edebiyatı da pek özlemiyormuş, bu iş daha pratikmiş. Küçük yeğenlerine de bu yolla yol gösteriyor, yani şans kurabiyelerine aşk falları yazacağı yere aman oraya gitmeyin, aman şunu yapmayın yazıyor! Bu arada Poe nun yeni işindeki patronu da Bay Şekspir. Bildiğimiz Şekspir. Bir türlü geçinemiyorlar. Şekspir, Poe nun sakarlığına, Poe da Şekspir in kendini beğenmişliğine tahammül edemiyor. Kitaptaki en güzel diyaloglar da ikisinin arasındaki çekişmeler. Kitapla ilgili çok şey anlattım gibi geldi size ama, bütün bunlar onda biri bile değil. Okuyunca göreceksiniz. Eğlenceli okumalar diliyoruz. Edgar ve Allan Poe nun Gizemli Serüvenleri, Gordon McAlpine, Kolektif Kitap, Çev: Bilge Ceren ekerciler, 190 s. Komançi Karanl k Düzlük Nerede Bu Mirketler Uyku Perisi Kızılderili melezi Komançi, ailesinden miras kalan döküntü halindeki çiftliği 6 6 6 yı büyük maddi sıkıntılarına rağmen, emektar kâhya On Galon un yardımıyla ayakta tutmaya çalışmaktadır. Ancak işler, kimliğini bilmedikleri rakiplerinin, yine bilmedikleri nedenlerle kendilerine savaş açmasıyla daha da zorlaşır. Hermann Huppen, Michel Greg, Yap Kredi Yay nlar, Çev: Füsun Önen Pinard, 144 s. Philip Reeve in, tüm kaynakları ve insanı tüketmeden yaşanabilir bir dünya yaratma olasılığını sorguladığı, sağlam politik kavrayışı ve insan doğasını tüm çıplaklığıyla sergileme becerisiyle okuruna karanlıkla aydınlığı yan yana sunduğu ödüllü bilimkurgu dizisi Yürüyen Kentler 4. kitapla sonlanıyor. Philip Reeve, On8 Kitap, Çev: Ali Ünal, 612 s. Mirketler, Cingöz ün icat ettiği zaman makinesi Cingözmatik ile bir zaman yolculuğuna çıkıyor. Bu heyecanlı yolculukta iki yeni arkadaşları var: Zorba ve Zıpzıp. Sen de bu seyahate katılmak ister misin? Zaman yolculuğunda seni neler neler bekliyor bir bilsen: Dinozorlar, Hanibal ın filleri, Karayip korsanları, Aztek savaşçıları, Vikingler, Vahşi Batı nın kovboyları ve daha niceleri Jen Wainwright, 1001 Çiçek Kitaplar, Çev: Deniz Canda, 48 s. Arkadaşlar, masalımızın kahramanı olan Uyku Perisi, yani Uykucu, hep mutluluk ve huzurumuz için çabalayan bir kahraman. Biz onu aslında hiç görmüyor ve bir kez olsun karşılaşmıyoruz. Ama o, uyuduğumuz andan itibaren güzel rüyalar görmemiz için uğraşıp duruyor. Nasıl mı? Gözkapaklarımıza Rüya Tozu serperek!... William Joyce, Alt n Kitaplar, Çev: Süleyman Genç, 48 s.