FİNANS-KAPİTAL ve TÜRKİYE

Benzer belgeler
FİNANS KAPİTAL VE TÜRKİYE

Dr. Hikmet Kıvılcımlı Finans Kapital ve Türkiye

Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

İktisat Tarihi I. 5/6 Ocak 2017

TERCİH ETTİĞİN OKOL GELECEĞİNDİR MEVLÜT ÇELİK 8.SINIF KAVRAM HARİTASI. Mevlüt Çelik. T.C. İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük

Aç l fl Vural Öger Çok değerli misafirler, Konrad-Adenauer vakfının 23 senedir yapmış olduğu bu gazetecilik seminerinde son senesinde bizim de k

DALKARA'DAN PAZARCIK TA GÖVDE GÖSTERİSİ

KOBİ ler Nefes alacak / Ankara. TOBB, Ziraat Bankası, Denizbank ve Kredi Garanti Fonu (KGF) ortaklığında hayata

1930 DÜNYA BUHRANI DÂHİL, TÜRKİYE BU KADAR AĞIR KRİZ YAŞAMADI.

İktisat Tarihi I. 8/9 Aralık 2016

14. ÇALIŞMA EKONOMİSİ VE ENDÜSTRİ İLİŞKİLERİ KONGRESİ

Yurtdışına kâr transferi 8 yılda 54 milyar doları aştı

YAZILI SINAV SORU ÖRNEKLERİ TARİH

Göç yani hicret dini bir vazifedir.insanların dinlerini daha iyi yaşamaları,hayatlarını devam ettirebilmeleri için göç bir ihtiyaçtır.

Başbakan Yıldırım, Ankara Sincan da halka hitap etti

Sayı: 2009/18 Tarih: Aileler krize borçlu yakalandı; sorunu işsizlik katladı

İktisat Tarihi I. 18 Ekim 2017

ATATÜRK İLKELERİ VE İNKILÂP TARİHİ DERSİ I.DÖNEM MÜFREDAT PROGRAMI

15 Ekim 2014 Genel Merkez

Asker hemen komutanı süzerek cevap vermiş; 1,78! Komutan şaşırmış;

EKONOMİ POLİTİKALARI GENEL BAŞKAN YARDIMCILIĞI Temmuz 2012, No: 36

EFENDİLER! YARIN CUMHURİYETİ İLAN EDECEĞİZ.

RAPORU HAZIRLAYANLAR: Azime Acar & Ender Bölükbaşı

CHP Yalıkavak Temsilciliğinin düzenlediği Kahvaltıda Birlik ve Beraberlik Mesajı

:48 FİLİZ ESEN-BİROL BAŞARAN

ESAM [Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Merkezi] I. Dünya Savaşı nın 100. Yıldönümü Uluslararası Sempozyumu

EKONOMİ POLİTİKALARI GENEL BAŞKAN YARDIMCILIĞI Eylül 2013, No: 74

1 TÜRKİYE CUMHURİYETİ DÖNEMİ (TÜRKİYE) EKONOMİSİNİN TARİHSEL TEMELLERİ

Şimdi olayı şöyle düşünün. Temel ile Dursun iddiaya giriyor. Temel diyor ki

BAŞBAKAN YARDIMCISI HAKAN ÇAVUŞOĞLU, BATI TRAKYALI GENÇLERLE YTB DE BULUŞTU Cuma, 13 Nisan :47

20 Derste Eski Türkçe

"Satmam" demiş ihtiyar köylü, "bu, benim için bir at değil, bir dost."

Kazova: Patronsuz üretim devam ediyor; herkes mutlu, herkes çalışmak istiyor.

KRİZ ÖNCESİNİN TEK İYİ HABERİ

BÜLTEN İSTANBUL AZİZ BABUŞCU. FİLİSTİN MESELESİ 2 5 te B İ L G İ NOTU. Öğretmenler ile öğrenciler yıllar sonra bir araya geldi

"Kentsel Dönüşümün Anahtarı Kooperatiflerde"

16 Nisan 2017 Anayasa Değişikliği Karşısında Mahalli İdareler Seçimlerinin Durumu

İktisat Tarihi II. 26 Mayıs 2017

Erbil Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Dara Celil Hayat ile Türkiye-Kürdistan Ekonomik ilişkileri. 02 Temmuz 2014

Cumhuriyet Halk Partisi

Biz yeni anayasa diyoruz

Necla Akgökçe den bilgi aldık. - İlk olarak ülkede kadınların iş gücüne katılım ve istihdam konusuyla başlayalım isterseniz

Çevre ve tarım sorunu üzerine Ahmet Atalık ile söyleşi

Devrim Öncesinde Yemen

Beğenin beğenmeyin: Yalçın küçük bunları yazıyor.

Kafkasya ve Türkiye Zor Arazide Komfluluk Siyaseti

3. Global SATELLITE SHOW HALİÇ KONGRE MERKEZİ STK, Kurum ve Kuruluşlarımızın Değerli Başkan ve Temsilcileri,

(1) Türkiye Sanayisinin Dünya İçindeki Yeri Üzerine Bazı Sayısal Bilgiler, Orhan Silier, Mimarlık Sayı 11, Kasım 1072

Murabaha Nedir? Murabahalı Satış Ne Demek?

KILIÇDAROĞLU K.MARAŞ'TA

EKONOMİ POLİTİKALARI GENEL BAŞKAN YARDIMCILIĞI Eylül 2013, No: 72

İktisat Tarihi II. XI. Hafta

SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ ABDULLAH GÜL ÜN YILI TÜBİTAK BİLİM, HİZMET, TEŞVİK ÖDÜLLERİ ve TÜBİTAK ÖZEL ÖDÜLÜ TÖRENİ KONUŞMA METNİ 23 ARALIK 2008

NİTELİKLİ EĞİTİMİN TOPLUMUN REFAH SEVİYESİNE ETKİSİ. Prof.Dr. Muammer Kaya, ESOGÜ Rektör Adayı,

AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Karacan Düzce'de

SAÐLIKTA ÖZELLEÞTÝRME

Türkiye İstişare Toplantısı. Hayvancılıkta Kalkınma MÜSİAD Kasım 2017

Türkler Kendi işinin patronu olmak istiyor!

MÜSİAD İNGİLTERE ŞUBESİ AÇILIŞI , LONDRA. İş ve Siyaset Dünyasının, STK larının Başkan ve Temsilcileri,

EKONOMİ POLİTİKALARI GENEL BAŞKAN YARDIMCILIĞI Mayıs 2014, No: 92

EKONOMİ POLİTİKALARI GENEL BAŞKAN YARDIMCILIĞI Mayıs 2012, No: 33

8. Türkiye Avrupa'nın en önemli ülkesi

MİLLİ İTTİFAK BASIN'LA BİR ARAYA GELDİ

Yıllık açık 100 milyar doları aşacak... DIŞ TİCARET ALARM VERİYOR!

II. MEŞRUTİYET DÖNEMİ

Berlin Ekonomi Müşavirliği Verilerle Türkiye-Almanya Ekonomik İlişkiler Notu VERİLERLE TÜRKİYE-ALMANYA EKONOMİK İLİŞKİLERİ BİLGİ NOTU

EKONOMİ POLİTİKALARI GENEL BAŞKAN YARDIMCILIĞI Temmuz 2013, No: 65

BÜLTEN İSTANBUL B İ L G İ AZİZ BABUŞCU. NOTU Yeni Dünya ve Türkiye 2 de İL SİYASİ VE HUKUKİ İŞLER BAŞKANLIĞI

Tuba ÖZDİNÇ. Örgün Eğitim

CEZAYİR ÜLKE RAPORU

Değerli İhracatçılar, Değerli Basın Mensupları,

T.C. İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük MİLLİ EKONOMİ VE BAŞKENT ANKARA

Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi

KOPENHAG ZİRVESİ IŞIĞINDA TÜRKİYE AB İLİŞKİLERİ

En İyisi İçin. Cevap 1: "II. Meşrutiyet Dönemi"

/ 77 TÜRK PARASI KIYMETİNİ KORUMA HAKKINDA 32 SAYILI KARARDA YAPILAN DEĞİŞİKLİKLER

GLn ipisi için..." omülki A^mır. fark yaratmak istepenkre... Tarih. 300 Adet Tamamı Özgün Çözümlü Açık Uçlu Sorular.

ALBARAKA TÜRK KATILIM BANKASI A.Ş.

> > ADAM - Yalnız... Şeyi anlamadım : ADAMIN ismi Ahmet değil ama biz şimdilik

3647 SAYILI ve 2008 (3647/2008) TARİHLİ YUNANİSTAN VAKIFLAR YASASI VE UYGULAMALARI

Bilgi Raporu. KONYA TİCARET ODASI Etüt Araştırma Servisi. Tarih:

2006 YILI EGE BÖLGESİ NİN 100 BÜYÜK FİRMASI

Sayın Hava Kuvvetleri Komutanım, Kıymetli konuklar,


Türkiye de Yabancı Bankalar *

MARUF VAKFI İSLAM EKONOMİSİ ENSTİTÜSÜ AÇILDI

Özgürlükleri daha da güçlendirmek istiyoruz

BİR ÇOCUĞUN KALBİNE DOKUNMAK

İZMİR TİCARET ODASI FAS KRALLIĞI ÜLKE RAPORU

Cumhuriyet Halk Partisi

Bilinen hikayedir. Adamın biri, akıl hastanesinin parmaklıklarına yaklaşmış. İçeride gördüğü deliye:

Doğa, dostlarına karşı daima cömerttir.

TÜRKİYE İŞVEREN SENDİKALARI KONFEDERASYONU AYLIK EKONOMİ BÜLTENİ

[BELGE BAŞLIĞI] [Belge alt konu başlığı] [TARİH] TURMOB [Şirket adresi]

SAYIN BAKANIM SAYIN BAŞKAN OTOMOTİV SANAYİİ DERNEĞİ NİN SAYGIDEĞER TEMSİLCİLERİ DEĞERLİ MİSAFİRLER VE KIYMETLİ BASIN MENSUPLARI

Yaşam Boyu Öğrenme, Araştırma ve Uygulama Merkezi nin ilk şubesi Bodrum da


VERGİ SİRKÜLERİ NO: 2012/126. KONU KOBİ lerin Tanımı, Nitelikleri ve Sınıflandırılmasında Değişiklik Yapıldı.

İzmirli girişimcinin hazin öyküsü!

'Şaibeli para transferlerinde Türkiye 26'ncı'

Transkript:

HİKMET KIVILCIMLI FİNANS-KAPİTAL ve TÜRKİYE DERLENİŞ YAYINLARI

Hikmet Kıvılcımlı Finans-Kapital ve Türkiye Birinci Baskı Şubat 1997

Hikmet Kıvılcımlı Finans-Kapital ve Türkiye

I FİNANS-KAPİTAL ve TÜRKİYE Sevgi ve saygıdeğer arkadaşlarım, Hepinizi büyük acıyla selamlarım. Acımız nedir? 17 nci yüzyılda Batılı kefereler Uyvar önünde, Estergon önünde Türk gibi diye korkarlar ve titrerlerdi. Şimdi öyle bir duruma geldik ki; Öğrenci yurdu önünde Türk gibi! diyecek aynı Batılı Efendi gavurların kıs kıs gülmelerine ve tırnaklarına tükürmelerine şahit oluyoruz. Acımız budur. Bu acı nedeniyle değerli vakitlerinizin 30 saniyesini bu acıyı protesto için susuş saniyeleri saymak istiyorum. * * * ( Sol yumruklar havada 30 saniyelik saygı duruşu.) Neden ve niçin bu duruma düştük? * * * Bunun tek sözcükle karşılığı; Finans-Kapitalden, oluyor. Onun için bugünkü konumuzun, sanılabildiğinden çok [daha] fazla, son yüzyılın alınyazımızı temelinden ilgilendiren bir konu olduğunu belirtmek istiyorum. Finans-Kapital bizi bu hale getirmişse, onun içyüzünü burada elden geldiğince kısa olarak tartışmak görevimizdir. Bu tartışmaya girerken, metodolojik dedikleri tutulacak yol üzerinde iki şey söylemeden edemeyeceğim. Bu tartışmamız her şeyden önce bilim tartışması olacaktır. Bilim deyince Sanıyorum çoğunluğumuz okur yazar taifesiyiz, kitabiyiz: Kitapta yazılanların bir araya gelmesini bilim saymak eğilimindeyiz. Oysa kitaptaki yazılanlar eğer olaylara uyarlarsa bilimdir. Olaya uymayan her yazı bilim dışıdır. Demek oluyor ki, biz burada bilimcil bir araştırma yaparken, kitapların yazdıklarına elbet eğileceğiz, gerekirse. Ama, esas olaylara bakacağız. Olaylara bakışın da gene tutulacak yol açısından ilginç bir yanı var. O karıştırıyor zaten zihnimizi en çok. Olaylar varlığın içinde: hayatta ve toplumda bir sebep-netice sıralanışı içindedir. Ve bu sıralanış: hiyerarşi, mertebeler zinciri güder. Kimi olaylar temel olaylardır. Kimisi ondan sonuç olarak: ikinci derece, üçüncü derece sonuç olarak çıkar. Olaylar bir mahşerdir, gerek varlıkta gerek toplumda içinden çıkılamayacak kaos gibi gözüken, birbirini tutmaz zannedilen bir kalabalıktır. Şu halde biz, olaylara baktığımız zaman, o kaos içinden olaycığı seçmek durumundayız. Temel olayı ele almak durumundayız. Finans-Kapital üzerinde son zamanlarda, açık olmamakla beraber, ağızdan, kulaktan birçok eğilimlerin yanılmalarına şahit olmaktayız. Bu yanılmalar Finans-Kapitali ilk defa kimi kitaplardaki formüllerden, kimi de bazı yüzeysel olaylardan esinlenerek ele almaktan ileri geliyor kanısındayım.

Temel olay Örneğin bir canlı hücre olmadan can diye bir şey yoktur. Biz can ı anlamak için onun maddesine iniyoruz. Tıpkı bunun gibi, insan beyni dediğimiz şey, yani madde olmadan, yeryüzünde yaratıcı düşünce, yani zeka olayı görülmemiştir. Bilimin binlerce yıldan beri arayıp bulduğu tartışılmaz gerçek budur. Tıpkı bunun gibi, toplumda da bir temel ilişkiler alanı biliyoruz. Bilimcil Sosyalizm yahut Tarihsel Maddecilik açısından, yani gerçek bilim açısından temel olaylar daima ekonomik olaylardır. Ekonomik olaylar nedir? Orada da bir hiyerarşi vardır. Ekonomik olay, biliyoruz: Üretim ( yani yoktan var etmek) ekonomik olaydır. Üleşim: var edilen değerlerin insanlar arasında paylaşımıdır. Dağıtım: o paylaşılan değerlerin toplum içinde yayılışıdır. En sonunda da tüketim gelir. Bunlar da ekonomik olaylardır. Bu dördü içinde dahi, biliyoruz ki, bir hiyerarşi vardır ve temel olan üretimdir. Eğer bir ekonomik olayın üretim açısından karakteristiği kavranılmazsa, mutlaka yanılma şansı çoğalır. Hepimizin bildiği gibi üretilmiş bir şey, bir nesne ortada yoksa; ne paylaşılacak nesne vardır, ne üleşilecek, ne tüketilecek hiçbir şey yoktur. Mecburuz üretimi ilkin göz önünde tutmaya. Finans-Kapital dediğimiz zaman da, bunun özellikle üretimdeki karakteristiği ana karakterdir. Finans-Kapitalin lügat, sözcük anlamı Finans: eskiden Mali, Maliye derdik. Bugün, bazı arkadaşlar halk anlamaz belki bunu diyorlar. İsterseniz, tam çevirisini yapmak gerekirse: Parababası demek mümkündür. Finans demek parababası demektir. Kapital de, bildiğiniz gibi, ücretli işgücünü satın alıp ondan artı-değer çıkaran bir kurumdur, diyelim. Demek oluyor ki, Finans-Kapital dedik mi: Kapitalin parababaları elinde, parababaları kapitali haline gelişi oluyor. Ama nasıl parababaları? Modern toplumda, 20 nci yüzyılla birlikte başlamış bir parababalığı karakteristiği vardır. Kapitalizmin son şekli, hatta yatalak, can çekişen şekli diye de tarifi vardır Finans-Kapitalin. Bunun nasıl geliştiğini bize üretim ilişkileri belirtir. Kapitalizm 19 uncu yüzyılın sonuna kadar bildiğiniz gibi serbest rekabetçiydi: yani vur vuranın, tut tutanın Her kapitalist öteki kapitalistin ayağına karpuz kabuğu koyup onu yıkmak, kapitalini şu veya bu yolla ele geçirmek, tabii küçükburjuvaları (köylüleri, esnafları) büsbütün tarumar etmek, onların kapitalciklerini ele geçirmek suretiyle işliyordu. Buna kapital birikişi diyoruz. Bu birikiş 19 uncu yüzyılın sonuna kadar, hep bildiğiniz gibi, ben tekrarlamış oluyorum, karıştırılmasın diye: 19 uncu yüzyılın sonuna kadar serbest rekabetti. Yani kapitalist olmak şartıyla herkes herkesi, bütün kapitalistler birbirlerini çelmeleyip devirerek kendi sermayesini, özel sermayesini arttırırdı. Bunun sonucu olarak ilkin küçük, cılız kapitaller iflas ettiler. Ve bunların değerleri, yavaş yavaş konsantrasyon dediğimiz biçimde bir araya gelip yoğunlaştı. Sonra bu konsantrasyon yapmış kapitaller de daha geniş ölçüde, daha yüksekliğine birleştiler: Santralizasyon yaptılar yani Böylece, kapital serbest rekabet kavgasıyla bir yandan kendisi büyürken, sahipleri gittikçe küçüldü, ve Konsantre oldu, Santralize oldu. O hale geldi ki en sonunda, santralizasyon tekelciliğe kadar vardı. Yani kapitalistler serbest rekabetçiyken, sermayeleri muazzam ölçüde büyüyerek sayıları azaldıkça: aralarında birbirlerini yememek için bir takım anlaşmalar olanak haline geldi. Hatta klasik bilimde bir rakam da söyleniyor, yani pekiştirilmiş bulunuyor: Herhangi bir üretim dalında 20 kadar

kodaman kapitalist işletme kaldı mı, 20 kapitalist kendiliğinden, başkasının kışkırtmasına gerek olmaksızın bir tekel kurarlar, aralarında. Herhangi bir gazinoda buluşurlar, yahut onların meşhur kulüpleri vardır, oraya giderler: Sen üretimini ne yapıyorsun, ben böyle yapıyorum, der ve fiili tekellerini kurarlar. Bundan dolayı, aşağı yukarı demek, herhangi bir ülkede monopol dedikleri tekel; kapitalizmde var mıdır, yok mudur diye bakıp anlamak istedik mi, oradaki belirli üretim dallarında en kodaman, o dala egemen olacak kadar üretim yapan kapitalistlerin 20 ye kadar inip inmediğine bakmak bize bir fikir verebilir. İnmişse, orada tekel kurulmuştur. Kapitalistler budala değiller artık. 20 kişi kalmışız, belki 10 kalırız, ama birbirimizi yersek, 1 kalırsak ne olacak? Alaşağı da ediliriz. Artık tehdit haline gelir, tehlike haline gelir. İster istemez, yani şeylerin gidişiyle serbest rekabet kalkar kapitalistler arasında: Tekelcilik başlar. İşte bu tekelci kapitalistler her ülkede kendi dallarına olduğu gibi ülkenin çeşitli ekonomi alanlarına ve ekonomi temelinin üstündeki bütün üstyapıya: Hukuk ilişkilerine, Politika ilişkilerine, Kültür ilişkilerine, Devlet ilişkilerine, hatta Din ilişkilerine (bizde olduğu gibi) yavaş yavaş kolayca el atmanın yolunu ararlar ve bulurlar. İşte uluslararası ölçüde tekelci sermayeden kaynak alan bu durumun kişilerine, tekelci kapitalistlerin topuna birden, her ülkede: Oligarşi derler, yahut Plütokrasi derler. Plütos: zengin, Kras: egemen olmak Zenginlerin tahakkümü anlamına gelir. Plütokratlar teşekkül eder. Kapital tekelleşti mi, kapitalin sahipleri o memlekette bir avuç tahakküm yapan zengin haline gelirler. Ve tabii bu zenginler, yalnız ekonomiye tahakküm etmekle kalmazlar. Memleketin bütün üstyapı ilişkilerine de tırnaklarını, pençelerini uzatabilirler. Ve uzattıkları için de orada tahakkümlerini yürütürler. Onun için, azınlığın tahakkümü anlamında bunlara Oligarklar da denir. Demek oluyor ki üretimde tekelin, monopolun, tekelci kapitalin teşekkülü Finans-Kapitalin temelidir. Bu temel üzerinde bir; o ülkenin iç ilişkilerinde gelişim başlar: Bu gelişimin birinci basamağı Plütokrasinin ve Oligarşinin o memlekete egemen olmasıdır. Bu egemenlik ikinci bir netice, daha doğrusu ikinci kategori bir sonuç daha verir. Bu sonuç da; asalak ve gerici Oligarklar ve Plütokratlar sisteminin doğması biçiminde olur. Tekelci kapitalistler: Oligarklar ve Plütokratlar kendi egemenliklerini sürdürebilmek için, gidip artık üretimle uğraşmazlar, biliyorsunuz. Büyük fabrikaların, büyük şirketlerin gidin içine: Kapitalisti nerede? Yoktur ortada. Müdür vardır, İdare Heyeti vardır, hatta İdare Meclisleri vardır. Kapitalist meydanda bile yoktur. Hatta kapitaliste gitseniz, senin kapital nerde işliyor deseniz: Bana ne der, ben falan şeye verdim, o benim sermayemi kullanıyor. Onun ilgilendiği: zaman zaman o yatırılmış büyük kapitalinin ona sağladığı gelirdir; nereden, nasıl gelirse gelsin. Uşakları, hizmetçileri, memurları, adamları, ajanları -onlar- hiç zahmetsiz sen otur köşende, biz sana getireceğiz, derler. İşte bu asalak tip haline gelir, bu yoldan tekelci kapitalist. Ve tabii asalaklığı ilerledikçe göze çarpar: yahu bu adam oturuyor, hiçbir fonksiyonu yok. 19 uncu yüzyılda iyi kötü kapitalist dediğimiz bir girişkin adamdı. Gider, taştan su çıkarır, birtakım ileri adımlar atar, memlekette bir sanayi kalkınmasında hızlı gelişim sağlar, falan Bir görevi vardı. 20 nci yüzyılda kapitalist meydanda yok, ama kapitalistin tahakkümü ve hazır yiyiciliği var. Bundan dolayı, nedir bu hal diye devrimci tepkiler belirir. Buna karşı, bu devrimci tepkileri, yani bu haksız tahakküm sistemine karşı halk içinde, çalışan yığınlar içinde doğan

tepkileri bastırmak için Plütokratlar ve Oligarklar ister istemez, kendiliğinden gerici, yani ilerici, devrimci hareketi geri alacak tedbirler ararlar. Bir üçüncü basamağı vardır tekelci kapitalizmin bir ülke içinde. O basamak da Finans- Kapital çağının kritik bir çağ, bunalımlar çağı oluşu ve bir geçit çağı oluşu biçiminde gözükür. Bunalımlar deyince, biliyoruz, en başta her gün önümüze çıkan ekonomik krizler gelir. Yahut ekonomik krizlerin çözülemeyişinden, ekonomik krizlerin sonucu siyasi krizler başlar. Bunların başında harpler gelir, savaşlar gelir. Ekonomik durumu çözümleyemeyen kapitaller, her ülkenin kapitalisti; öteki ülkeyi talan edip bu işi biraz daha sürdürmenin yolunu arar. Bu savaştır. Tabii, biliyoruz hepimiz örneklerini: Krizler, savaşlar birbirini kovalarken insanlık tapayı atar ve kapitalist düzenini alaşağı eder yer yer. Onun yerine yeni bir sisteme geçilir. Birinci Cihan Savaşından sonraki devrimleri biliyorsunuz. İkinci Cihan Savaşından sonraki devrimleri gene biliyorsunuz. İşte bu açıdan tekelci kapitalizmin, Finans-Kapitalin bir ülke ölçüsünde -ve tabii dünya ölçüsünde- ama daha çok o ülkenin iç ilişkileri ve çelişkileri için başlıca karakteristiği bunlardır. Ondan sonra gene aynı Finans-Kapitalin öteki devletlerle, dış ülke ilişkilerinde birtakım kaçınılmaz gelişimleri vardır, Bunların başında sermaye ihracı gelir. Türkiye de Finans-Kapitali inkar etmeye çalışanların en çok uğraştıkları bu: sermaye ihracı meselesi var mı, yok mu diye bir şey. Oysa, söylediğim gibi, sermaye ihracı: Üretim olayının ikinci basamağıdır, memleket içi değil, memleket dışı basamağıdır. Bütün tekelci kapitalist devletler kendi üretimlerini ayakta tutabilmek için halkına veremediği malları, satamadığı malları -çünkü daima sömürüldüğü için bütün malları halk satın alıp tüketemez- bu malları dışarıdaki pazarlara satar. Ama kapitalist memleketler, hepsi birbirinden kocaman Finans-Kapital canavarı haline geldi mi ister istemez mal ihracına karşı gümrükleri yükseltirler, birbirlerinin gümrüklerini karşılarına alırlar. O karşılıklı gümrük yükseltmesi sonucu, gümrükten mal geçiremeyince: Paranın kokusu yoktur sözüyle anlaşılacağı gibi, para aktarmaya başlarlar. Sermaye ihracı yaparlar. Gene ikinci nokta, bu sermaye ihraçları yoluyla gittikleri ülkelerde nüfuz bölgeleri kurarlar. Yani içine işledikleri bölgeleri: şurası senin, burası benim diye dünyayı paylaşırlar. Ve aralarında harp patlayıncaya kadar böyle kendi sınırlarını birbirlerine tanıtan anlaşmalar yaparlar. Bu anlaşmaların da bir haddi vardır, bildiğiniz gibi. Şimdiye kadar gördüğümüze göre, 20 nci yüzyılın başında Finan-Kapital gelişti ve 14 yıl sonra 1914 Emperyalist Evren Savaşı, yani Birinci Emperyalist Evren Savaşı patladı. O bitti. Arkasından krizler, patırtılar, 1938-39 yılında bir de baktık; İkinci Evren Savaşı patlak verdi. Böylece 20-30 senede bir, adeta bir hastalığın nöbeti gibi emperyalist savaşlarla insanlık karşılaşıyor. Şimdi, bu özetlediğimiz karakteristiğiyle Finans-Kapital dediğimizin ne olduğu alfabetik biçimde anlaşılıyor. II FİNANS- KAPİTALİN TÜRKİYE DE İŞLEYİŞİ:

OSMANLI DÖNEMİ Türkiye de bu olay nasıl başladı ve nasıl gelişti? Asıl konumuz hiç şüphesiz bu. Ben kısa işaretler vereyim: Türkiye de Oligarşinin ve Plütokrasinin oluşu için. Eğer vaktimiz kalırsa burada rakamlar vereceğiz. Bunda hiç kimsenin zannediyorum şüphesi yok. Nasıl bir asalak sınıftır bizim Plütokratlar? Bunu da borçlarımızdan anlayabiliriz. Boğaza kadar, hatta tepemizi aşacak kadar borç içine gömülmüşüzdür. Onun da rakamlarını göreceğiz. Gericiliği artık bilmeyen kalmadı. Her köyde bir Kur an Kursu, falan filan Bunların altında, hepimiz biliyoruz ki, temiz din duygularının rolü hiç yoktur. Finans-Kapitalin, gericiliğini, halk yığınlarını kandırarak onlara dayatması araçları haline gelmiştir bunlar. Bunalımsa, yıllardan beri hep var. 1960 ta 27 Mayıs İhtilali ne kadar gelen bunalım malumdu. Ondan sonra bir izafi istikrar yapılmak istendi. Fakat son zamanda, artık sokağa dökülen biçimde, bunalım Türkiye de yoktur diyen kalmadı. Bütün bezirgan Partiler başta gelmek üzere, herkes Türkiye nin içinden çıkılmaz bir bunalımda, bir krizde, bir buhran içinde olduğunu her gün söylüyor. Geçit konusu da, bir tek kelimeyle söylemek gerekirse: 27 Mayıs gibi olayları bir yana bırakalım, bizzat başımızdaki Plütokratlar ve Oligarklar bildiğiniz gibi harıl harıl Türkiye nin sınırlarını nasıl kaldıracağız diye çırpınıyorlar. Onun için daha dün Ortak Pazar a girme gibi kararlarını yürürlüğe sokmaya girişmiş bulunuyorlar. Bu, Türkiye nin vatan ve millet bütünlüğü sınırlarını kaybedişi, bundan dolayı başka bir biçim idareye geçişi demektir. Tabii bununla kalacak değil. Yahut bizim bir avuç tahakküm yapan Oligarkımızın istedikleri gibi bir geçiş olacağı da hiç kimse tarafından garanti edilemez. Ancak bir geçit belgeleri, alametleri, belirtileri içinde olduğumuz oportadadır. Sermaye ihracına gelince Bizde bu Sırası gelince yalnız bizde olmadığını da göstereceğiz. Yani rakamlarla, olaylarla İşimiz hep olaydır bizim. Ancak bizde, o kadar geç geldik ki biz bu Finans- Kapital sistemi üretime Sermaye ihracı tersine oldu. Biliyorsunuz, her sene Türkiye ye güya yabancı sermaye ithal etmek kaygısıyla Finans-Kapital iktidara geldi. Fakat, hesap yapınca görüyoruz ki, uluslararası yabancı sermayenin Türkiye ye soktuğu 15-20 milyonsa, 20-25 milyonu da dışarıya çıkarıyor her sene. Transfer yapıyoruz diyorlar. Hep frenkçe laflarla Halk anlamasın diye: Transfer Yani bir nevi sermaye ihraç ediyorlar. Tabii klasik sermaye ihracı bu değil. Anavatan doğrudan doğruya sermaye ihraç edip, öteki memleketleri sömürüyor. Ama bizim gibi topal eşekle sonradan Finans- Kapitalizme katılan ülkelerde prose tersine döndü. Biz gelmiş sermayeye transfer hakkı tanımak suretiyle, kanımızı canımızı muntazaman dışarıya ihraç ediyoruz. Bir başka gizli sermaye ihracı vardır ki, suçtur resmen, ve milyarlar ölçüsünde her sene muntazaman yapılır, arkadaşlar. Bu da dış ticaret oyunu dediğimiz oyundur. Biraz dış ticaretle meşgul olmuş insanların yanından geçen her arkadaşımız, biraz onun yaptığı işlere yakından bakmışsa, bir şeyi görmüştür: Yabancı memleketten Türkiye ye mal sokmak isteyen insan, orada diyelim ki 100 kuruşluk bir mal satın almışsa, onu 150 kuruş diye yazdırır. Türkiye den halis döviz olarak 50 kuruş fazla çıkarır. Ve böyle, İsviçre Bankalarında falan, başka bankalarda yatmış paralar diye arasıra bir laf çıkar, ve kaybolur. Bu lafların gerçek olduğu yüzde yüz muhakkak. Fakat nasıl çıktığı üzerinde kimse durmaz. Hakikatte bu, ithalat-ihracat sırasında bizim Finans-Kapitalistlerimizin, iktidarla da anlaşarak, bile bile Türkiye nin birikecek sermayesini dışarıya kaçırmaları biçiminde harıl harıl devam eder. Türk malı satarken başka türlü oyun oynar, döviz kaçakçılığı yapmak için.

Türk malını yok pahasına toplar, dışarıya sevkeder. Orada onun hakiki pahasını alır. O aradaki farkı kaçak olarak gene başka, yabancı ülkelere yatırım yapar. Nüfuz bölgeleri ve diğer noktalar üzerinde durmayayım. Asıl konumuz olan Finans- Kapitalin Türkiye deki karakterine geçmek için, bir alfabetik meseleyi koyuş olarak bu noktaları belirtmek istedim. Arkadaşlarım, Türkiye de Finans-Kapital, çok tuhaf bir; olayların gelişimiyle, diyebiliriz ki: Batı dan hemen hemen yarım yüzyıl önce tahakkümüne teşebbüs etti, girişim yaptı. Hatta onu alay olsun diye bazan arkadaşlara söylerim: Biz Avrupa dan çok geriyiz, ama bu Finans- Kapitalist uğru nda biz Avrupa yı çok geçtik yahu. Onlar 19 uncu yüzyılın sonunda Finans- Kapitalin tahakkümüne uğradılar. Biz 19 uncu yüzyılın ortasından itibaren, daha Türkiye de kapitalizm kurulmadan, Finans-Kapitalizm teşebbüslerine giriştik. Nasıl giriştik? Bu enteresan bir gelişim oldu. Finans-Kapital, yahut Tekelci Sermaye deyince, bunun en oturaklı biçimi büyük kumpanyalar ve şirketlerdir, biliyoruz. Türkiye de ilk defa 1849 yılı, bakıyoruz, bir Şirket i Hayriye kuruluyor. İlk kumpanyası Türkiye nin; bu gemicilik kumpanyası Bunda iki tane hafız, bir üçüncü hafız müdür, başkan Mehmet zade Abut efendi, bir de komprador burjuva: Teodor Kurji isminde 5 kişi bu şirketi kuruyorlar. Türkiye de üretim yapan bir fabrika kurmadan önce, hop atlıyorlar, Avrupa nın Finans-Kapital tahakkümü çağını açacak olan bir şirketi kuruyorlar. İlginç olan yanı bu. Ondan önce, biliyoruz, Lale Devri nde, ondan sonraları falan, fabrika kurma teşebbüsleri oldu Türkiye de. Hatta bunlara, biliyorsunuz: Kârhane dediler. Kâr iş demektir. Ama halk onu, biliyorsunuz, çok kötü bir anlamda, Kerhane falan şeklinde isimlendirdi. Ve bastılar, yaktılar attılar. Tutunamadı bizde. Yani serbest rekabetçi kapitalizm ol görüp Türkiye de başlayamadı, başlatılamadı. Bunun nedeni: Tefeci-Bezirgan sermayenin Türkiye de çok aşırı gelişkin olmasından ileri geliyor. Bundan dolayı Avrupai anlamda (eskilerin deyimiyle), yani Batıcı anlamıyla ilk kapitalist teşebbüs: şaşılacak bir şey gerçi, fakat bizde daha 19 uncu yüzyılın ortasına gelmeden bir kumpanya biçiminde görüldü. Arkasından 1854-56 Kırım Savaşı patladı, biliyorsunuz. Bu bizim hafızların, hocaların öncülüğüyle kurulan ilk Finans-Kapitalist müessesesi diyebileceğimiz kumpanyanın üzerinden hemen hemen 6 yıl geçmeden başımıza Kırım Harbi patlatıldı. Bu, dünya kapitalist devletlerinin Osmanlı İmparatorluğu nu paylaşma hırlaşmasında bir geçit noktası oldu. Biliyorsunuz, Çarlık Rusyası sıcak denize inmek için Boğazları ele geçirmek üzere Balkanlara inmek istiyor. Avusturya-Macaristan Tuna nın ağzını ele geçirmek için onunla çatışıyor. Fakat bu iki çelişkili ve kâr ı kadim diyebileceğimiz, Antika imparatorluğun karşısında da daha modern iki imparatorluk var: İngiliz ve Fransız İmparatorluğu Onlar da Hint yolu üzerinde tepişiyorlar. Ama, yukarıdan gelecek yeni Antika haydutları Akdeniz e indirmek de istemiyorlar. Bir taraftan istiyorlar ki Türkiye sömürgeleşsin, yani yüzde yüz kendi emirlerine girsin. Öte taraftan da, bu yüzde yüz emirlerine girecek ülkeyi Çarlığa ve Avusturya-Macar a bırakmamak lazım. İşte bu çelişkiler içinde, yani kapitalist dünyanın her zaman olan çelişkilerinden bizimle ilgili olan yanında bir de bakıyoruz, Çarlık işi azıtınca: İngilizler, Fransızlar, Sicilya Krallığı bize yardım ettiler. Ve gittik İşte, meşhur Sivastopol önünde yatan gemiler şarkımızı da yaratan, Kırım Savaşı patladı. E, olur, savaş diyeceğiz. Ama bizim için öyle olmadı. Bu savaş hem İngiliz, Fransız kapitalistlerinin Çarlığı geri atmasını sağladı, bir an için. Hem de Türkiye yi artık yüzde yüz

torbada keklik haline getirdi. Ve onun üzerine bir de baktık ki, daha Kırım Harbi biterken kumpanyalar Türkiye ye akın etmeye başladılar. 1856 yılında Osmanlı İzmir-Aydın Demiryolu kuruldu. Bunun merkezini bile Türkiye ye getirmemişler. Londra da merkezi Türkiye de şimendifer kuruluyor, demiryolu kuruluyor. Merkezi orada Koyduğu sermaye de 892 bin Türk lirası Arkasından, iki yıl sonra, Türkiye harpten bozgun halinde çıktığı için sana yardım edelim diyorlar. Ve bildiğimiz borçlar sistemi başlıyor. Sermaye ihracı, Batı nın sermaye ihracı başlıyor. İlk borç, 1858 yılında 4 milyon küsur Türk liralık (altın lira tabii o zamanki) istikraz dediğimiz ödünç almayla açılış merasimini yapıyor. Ve 4 sene sonra Osmanlı Gaz Kumpanyası kuruluyor. 5 sene sonra, bir de bakıyoruz Tabii bu ödünçlerin hepsini saymak vaktinizi çok alır. Yalnız, 1863 yılında, Avrupa kapitalistlerinin Türkiye ye borç diye verdikleri paraları Türkiye de kontrol edecek ve Türkiye nin bütün ekonomik ve finans işlerine el koyacak meşhur önce hariçte kurulmuş Osmanlı Bankası, başına bir Osmanlı geçirmek suretiyle, Şahane Osmanlı deyip, Türkiye ye getirildi. Bunun merkez kurucuları: 6 İngiliz, 15 Frenk (Fransız) İstanbul daki 6 idareciyi seçenler: 10 İngiliz, 10 Fransız Alt komite, idare eden: 4 İngiliz, 4 Fransız Batı nın Finans-Kapital adını alan sermaye akını, böylece Osmanlı Bankası biçiminde geldi, Türkiye nin bağrına oturdu. Ve bütün borçlar üzerinde kontrolunu kurdu. Bu banka o borçların alacaklılarının bankasıydı. Türkiye ye alacaklarını yerinde tahsil etmek üzere gelip kurulmuştu. Sermaye ihracını böyle yaptı. Böylece Türkiye nin alınyazısına ecnebi Finans- Kapital tahakküm etmeye başladı. Hadiseleri, yani bunun politik sonuçlarını hepiniz az çok bildiğiniz için burada saymaya lüzum görmüyorum. Yalnız bu arada, 1856 dan 1875 yılına kadar geçen bir birinci safha var: Ecnebi Finans- Kapitalin adeta yoklaya yoklaya girdiği safha 16 yıl içinde Türkiye de 278 milyon altın liralık borç hesaba geçiyor. Ve İmparatorluk iflas ettim diyor. 278 milyon lira: Bugünkü milyarların çok üstünde bir rakam. Buna karşılık, Türkiye bu kadar muazzam bir borç içinde boğulduğu sırada Türkiye de iki banka kurulmuş, bir rıhtım ve liman şirketi kurulmuş, bir tünel açılmış (şu bildiğimiz Tünel: Galata Tüneli), iki tane de su şirketi kurulmuş Türkiye yi saf, tertemiz Finans-Kapital borç biçiminde boğmuş. Arasıra da, şurada burada birkaç hissedar açıkgöz çıkmış, bir iki ufak teşebbüse de geçmiş: Modern anlamda güya tesisler kurmuş. Bu iflas üzerine, biliyoruz, Türkiye veremiyorum, ben bu parayı ödeyemeyeceğim deyince: öyleyse oturalım hesaba, dediler, Batılı Finans-Kapitalistler. Ve Türkiye ye Osmanlı Düyun u Umumiyesi diye bir müessese yerleştirdiler. Osmanlı Bankası ndan sonra ikinci konağımız: Türkiye nin; Finans-Kapital -ama yabancı Finans-Kapital- tahakkümü altına girişi Düyun u Umumiye hesabıyla oldu. Ondan sonra, 1875 ten 1907 ye kadar, o 278 milyon liralık borcu 114 milyon liraya güya indirme şeklinde bir bağış yapıp sağlama bağladılar. Çünkü zaten o borcun yarıya yakını vurgundu. Yani gerçek bir ödeme yapılmış değildi. Uzun hesap. Hepiniz onu incelemişsinizdir belki de. Buna mukabil: 8 banka, 10 sigorta (şirketi hep bunlar), 4 rıhtım, 2 su, 6 maden (maden kuyusu), 3 tramvay şirketi, 2 elektrik şirketi, 2 gemicilik, 1 kurtarma şirketi, 5 ticaret şirketi, 3 tane de sanayi şirketi kurulmuş. Bu sanayi şirketleri nelerdir? diye insan merak ediyor. Bu üç şirketten birisi: 1886 yılı kurulan, Yünlü Pamuklu Ticari-Sınai Anonim Şirketi imiş. Bunu padişah fermanıyla alanlar:

Ahmet Refik Bey, Reşit Bey, Refik Bey Yani Türkiye de üretim yapacak bir müessese teşebbüsü gene müslümanlardan çıkmış. Bunlar da: Refik Bey devlet danışmanı, Reşit Bey şahane mühürdar yardımcısı bu tarz kapıkulları. Ancak bu şirketin idare meclisine bakınca bir de görüyoruz ki, 10 kişilik idare meclisinden 8 i yabancıdır. Bir tane içinde, hani tohum olsun diye, Hulusi Bey isminde birini de almışlar. Fakat geri kalan hepsi: biri Levanten dediğimiz, yani Komprador yerli gayrı-türk burjuva olmak üzere, hepsi yabancı, ecnebi kapitalistler. Öteki, Selanik Ticari-Sınai Anonim Şirketi Bu da bir Yahudinin un değirmeni etrafında kurulmuş. Ve 13 Yahudi Levanten idare meclisini teşkil etmiş. Ancak bu dönemin sonu olan 1907 (1908 de biliyoruz, Meşrutiyet Hürriyet İhtilali oldu), 1907 yılında, ondan bir yıl önce: Oriental Karpet Manifaktür dedikleri İngiliz halı şirketi kurulmuş. Böylece, Türkiye ilk Meşrutiyet Hürriyet Devrimini yapıncaya kadar, bir yandan 52 yabancı Finans-Kapitalist müessese gelmiş Türkiye nin çeşitli ekonomik alanlarına el koymuş. Öte yandan da Düyun u Umumiye gelmiş Düyun u Umumiye nelerimize el koymamış? Hepimiz biliyoruz. Tuzun tekelini almış. Tütünün tekelini almış. İspirtolulardan [alkollü içeceklerden] vergi almış. Balıkçılığı gene vergilemiş. İpek öşürünü almış. Pul resmini almış. Ayrıca tömbeki resmi diye bir şey icat etmiş: Acemistan dan gelen tömbekiden gene haraç almış. Temettü[kazanç] vergisinin fazlasını almış. Gümrük temettüünün bir miktardan sonrasını almış. Böylece Türkiye nin hemen bütün ekonomik alanları yabancı Finans-Kapitalin yüzde yüz mutlak tahakkümü altına girmiş. Düyun u Umumiye nin idare meclisi İki başkan var, nöbetleşe başkanlık ediyor: birisi Fransız, birisi İngiliz Üç delege: birisi Alman, birisi Avusturya-Macar, birisi İtalyan Bir delege de Osmanlı Bankası ndan, sanki ötekiler yetmiyormuş gibi Ayrıca bir genel gelirler müdürü: bir Levanten Osmanlılardan, yani Türkiye den, müslüman olarak: bir Hamdi Bey (Osmanlı delegesi güya), bir de Şahane Komiser Saip Bey Tabii bunların iğrapta mahalli yok. Ötekiler idare ediyorlar. Şimdi, demek 1907 de, aşağı yukarı 20 nci yüzyılın başına geldiğimiz zaman, bir de bakıyoruz ki: Türkiye kıskıvrak bütün ekonomi kaynaklarıyla, bütün devlet maliyesiyle yabancı Finans-Kapitalin tahakkümü altına girmiş. Oysa bu Finans-Kapitalin tahakkümü Avrupa da daha o yıllar yeni başlamış: 19 uncu yüzyıl sonunda. İngiliz-Boer Harbi: Güney Afrika daki o altınlar ve elmas bulununca yapılan savaş ve bir de Amerika nın Küba dan Filipin e kadar yeryüzünde sömürgeler saltanatı kurmak için giriştiği İspanyol-Amerika savaşı ile, Avrupa da ancak 1900 yılına doğru Finans- Kapital tam tahakkümünü, yani topluma egemen olma, ama istediği gibi dayatarak egemen olma olanağını ele geçirdi. Türkiye de 50 yıldan beri bu olanak, ecnebi sermaye ile bizim kompradorlar (ki çoğu Türk veyahut Müslüman dahi değil), onların ortaklığıyla yerleşmiş. Böyle bir talihimiz var. Yani dünyada ilk Finans-Kapital tahakkümüne uğramış, böyle numunelik bir ülke haline gelmişiz. Bildiğiniz gibi, bu durum Emperyalist Evren Savaşını kışkırttı. (Öteki Balkan-Trablus savaşlarını artık anmıyorum) Biz de içine girdik. Ondan sonra Milli Mücadele savaşı geldi, katıldı. Ve Milli Mücadele savaşından çıktığımız zaman yeni bir döneme girdik. Bu dönemin kısaca karakteristiğini yapmazsak, bugün Finans-Kapital dediğimiz tahakkümün başımıza neden bu kadar çöreklendiğini, nasıl çöreklendiğini anlamak çok güç oluyor.

III FİNANS-KAPİTALİN TÜRKİYE DE İŞLEYİŞİ: İLK CUMHURİYET DÖNEMİ Milli Mücadele, bildiğiniz gibi, Müdafaa i Hukuk Cemiyeti dediğimiz Anadolu burjuvazisinin örgütlerinin ideolojisi ve adeta yöntemi altında, fakat bizim tarihimizde büyük rol oynamış Sünuf u Devlet denilen insanlarımızın, yani Devlet Sınıfları dediğimiz insanlarımızın Vurucu Güç olarak rol oynamaları biçiminde cereyan etti. Milli Mücadele sırasında, gerek ecnebi, yabancı Finans-Kapital gerekse onun Türkiye deki ajanlığını yapan bizim Kompradorlar (ki biz ona Türkiye de Kompradordan ziyade Levantenler ismini vermişiz: yani Doğusallı falan anlamına geliyor), bunlar olduğu gibi düşman işgali altındaki merkezlerde kaldılar, İstanbul başta gelmek üzere. Sonra, İzmir bölgesini, biliyorusunuz, Yunanlılar önde olmak üzere Avrupa emperyalistleri işgal ettiler. İşgal alanında kalan Finans-Kapital ve Kompradorların, Anadolu hareketine karşı Saltanatı nasıl kullandıkları heyecanlı hikaye halinde biliniyor. Biz işin kapital, daha doğrusu ekonomik ilişkiler anlamı üzerinde duruyoruz. Bu anlama giriyoruz. Milli Mücadele sırasında Hindistan dan Mustafa Kemal Paşa ya 5-6 yüz bin lira geliyor. O bunun 500 bin lirasını Garp Cephesi Kumandanlığı emrine veriyor. Zafer olunca, Bakanlar Kurulu kararıyla 380 bin lirasını geri alıyor. Bir de gene Mısır sabık Hidivi Abbas Hilmi Türk uyruğuna geçmek için 900 bin küsur lira vermiş bulunuyor. 1923 yılına geldiğimiz zaman, Türkiye nin çok geri kalmışlığı ve kalkınması birinci mesele haline gelmiştir: Harpler, darplerle İşte bu sırada lider Mustafa Kemal in Türkiye sosyal ve ekonomik yapısı üzerine görüşleri büyük ölçüde etken oluyor. Bu görüşlerin tümünü özetlemek uzun olacak. Yalnız birkaç tanesini, karakteristik pasaj olarak, sınıflar üzerine söylenmiş birkaçını hatırlatacağım. 17 Şubat 1923 günü, CHP örgütünü kurma girişimleri sırasında, şöyle diyor: Büyük arazi ve çiftlik sahipleri kaç kişi? Hiç kimse büyük araziye sahip değildir. Binaenaleyh bu arazi sahipleri himaye edilecek insanlardır. Büyük arazi sahipleri için bu kanıyı besliyor. Sonra, büyük sermaye sahibine gelince: Büyük sermaye sahibi insanlar yoktur, diyor. Kaç milyonerimiz var? Hiç. Binaenaleyh, biraz parası olanlara da düşman olacak değiliz. Bilakis memleketimizde birçok milyonerlerin, hatta milyarderlerin yetişmesine çalışacağız. Modern toplumda iki egemen sınıf vardır: Birisi büyük arazi sahipleri, Birisi de büyük sermaye sahipleri Demek ki onlar yeni dönemin kalkınma çabasında himaye edilecekler. Buna karşılık bir işçi sınıfımız yok muydu? Onun için de şöyle diyor: İşçimizin miktarı 20 bini geçmez.

Şimdi, savaşı başarıyla geliştirmiş bir askerin Türkiye içinde gayet net ve olayları gören gözüyle bakınca, durum böyle görülüyor. Edinilmiş ideolojinin de yöntemi altında. 923 yılı nutkunda, resmi nutkunda gene Mustafa Kemal Paşa: Kalkınmamızın tüccar sınıfını zengin edebilmek için bulunmasına mani tedbirler almak mecburiyetindeyiz. diyor. ticaretin yabancı ellerde Bu fikir yapısı içinde, pratiğe geçilince: 924 yılı, bakıyoruz, Mustafa Kemal Paşa nın kayınbiraderi Uşakizade Muammer Bey gidiyor Celal Bey e (Celal Bey: bildiğiniz Celal Bayar) ve bizim, diyor 250 bin liramız var, bununla bir ithalat-ihracat şirketi kuralım. Söylenenler de aşağı yukarı bu anlamda. Şimdi, Türkiye de ithalat-ihracat şirketi kurmak ne oluyor? Adeta, ondan evvel, Milli Mücadele sırasında, Milli Mücadelenin karşısına çıkmış olan Kompradorların işini yapmak gibi bir şey oluyor. Ama başka da yol görünmeyince, bu yatırım yapılmak isteniyor. Fakat düşünülüyor, taşınılıyor: bu ithalat-ihracat nasıl yapılacak? Bin bir tane yabancı Finans-Kapitalist Türkiye nin bütün ekonomisine hakim. Levantenler bütün dünya ölçüsünde ithalat-ihracatı haraca kesmiş. Bunlar arasında böyle küçücük sermayeli bir ithalat-ihracat şirketi, yani bir komprador müessese daha kurmak, onun iflasını peşinen göze almak demektir. O halde bu yapılmasın. Ne yapılsın? Bir banka kurulsun. Ve işte, onun üzerine, İş Bankası dediğimiz bir müessese kuruldu. Tabii bir müessesenin kuruluş felsefesi ve yapısı kurucularının karakteristiğinden anlaşılabilir. Amaç, yukarıda Mustafa Kemal Paşa nın dediği: Ticaretin yabancı ellerde bulunmasına mani tedbir almak Amaç bu. Gaye, o zaman için yabancı Finans-Kapitale ve yerli Komprador burjuvaziye karşı bir tedbir almak. Kimler bu tedbiri almak ve bu tedbirde kurucu olmak durumunda kalmış? Onlara bakınca bizim o zamanki Türkiye sosyal yapısının içinde üç tip insan çıkıyor: Birisi: Milletvekilleri diye Yani İş Bankası nın kurucularına bakıyoruz. 14 ü Milletvekili: Mahmud Celal, Mahmut, İhsan, Hasan Saka, Rasim, Rahmi, Salih, Fikret, Fuat, Kılıç Ali Bunlar kimlerdir? Biz gözümüz önüne koyunca: bunlar modern kapitalist değil, Tefeci-Bezirgan Hacıağa da değil. Bunlar bizim Sünuf u Devletimiz Yani Devlet Sınıflarımızın mümessilleri Devlet Sınıfları, biliyorsunuz: Seyfiyye, İlmiyye, Mülkiyye, Kalemiyye 500 sene Türkiye yi bu sınıf idare etmiş. İşte onun Milli Mücadelede vurucu güç ve öncü rolü oynayan en ileri gelenleri, bakıyoruz, İş Bankası nın içine de girmişler. O zaman milletvekili olmuşlar tabii. Yani, Mustafa Kemal Paşa kendisine en yakın olan bu Sünuf u Devlet kişilerini bankanın içine yerleştirmiş oluyor. Bunun dışında, bir de 17 tane Tefeci-Bezirgan diyebileceğimiz, yani o zamanki Türkiye içinde ekonomik anlamı bu olan Zade ler görüyoruz: Hüseyin Bey zade İbrahim, Mora Yenişehirli zade Ethem Hasan, Eşraftan Sükkeri zade Tevfik Paşa, Süreyya Emir Paşa, Kavalalı İbrahim Paşa zade Hüseyin, Aktar zade Rasim, İnegöllü zade Mehmet Saffet, Uşşaki zade Muammer, Yelkenci zade Lütfi, Musahip zade Rıza, Kınacı zade Şakir, Nemli zade Sıtkı hep zadeler. 17 kişi. Yabancı sermayeye karşı yerli bir teşebbüste kimlere dayanacağız deyince bir de bakıyoruz, bu zadeler -hem de çoğunluğu temsil etmek suretiyle- araya giriyor.

Bir, 6 tane de modern kapitalist Gene ikisi zade: Hanif zade Ahmet ve Altı Ağa zade Mustafa, tüccardan bunlar. 4 tane de düpedüz kapitalist tüccar: Edirneli Emin, Manifaturacı Halit, Ecza i Tıbbiye Taciri Necip, Nemli zade ve Şürekası Böylece, ilk Milli Mücadele sonu korunuş sistemi olarak öne sürülen İş Bankası nın içinde kurucuların 14 ü eski Sünuf u Devlet, 17 si Antika Tefeci-Bezirgan döküntüleri (zadeler) Ki bunlar, biliyorsunuz, modern sermayedar değil. Tefecilikle ve vurguncu Bezirganlıkla Eşraf olurlar, Ayan olurlar, sonra toprak sahibi de olurlar ve büyük arazi sahipliğine doğru giderler. Binaenaleyh, o sınıfın içinde büyük arazi sahibi de dahil, bir grup. Ve bir de, üç dört tane milyoner olacak az çok modern kapitalizmin ancak ticaret biçiminde, yahut işte Necip gibi kokular, yağlar yapan ufak bir üretim alanında yetişmiş tipleri katılıyor. Dikkat edilecek yön burada, yani enteresan cihet: bunların, Tefeci-Bezirgan zümresinin durumu. Bunlar para koymuyorlar hiç. Mustafa Kemal Paşa nın parasıyla kuruluyor Banka. Ama hepsi kurucu ve ortak halindeler. Onun için Paşa da bunlara -besbelli bu, olaylardan anlıyoruz- güvenmiyor. Güvenmediği için, onların hiçbirini hemen hemen Yönetim Kuruluna almamış. Yalnız onları etrafta bir kargaşalık çıkmasın, düzen olduğu gibi arızasız yürüsün diye Bankaya almış. Asıl Yönetim Kurulunda şunlar: Reis Mahmud, Müdür ü Umumi Celal, öteki üyeler de eski Ticaret Bakanı Rahmi, sonra Fuat, Sadi, Kılıç Ali, Fikret, bir de Kınacı zade Şakir (Ankara milletvekili o da) Böylece İş Bankası nı büyük bir samimiyetle Türkiye de yabancı Finans-Kapitalin ve tabii Levanten dediğimiz Komprador burjuvazinin tahakkümüne karşı bir tedbir olmak üzere kurmak zorunda kalınmış. Bankanın 1923 senesinde kurulduğunu düşünürsek, artık bir Finans-Kapital müessesesi olduğu unutulamaz. Gelişimi, tabii Sünuf u Devletin desteği sayesinde olmuş. O zaman Paşa nın en yakın adamı geçinen Falih, Çankaya ikinci kitabında, Sünuf u Devlet insanlarına: Nüfuz komisyoncuları adını koymuş. Devletin yapacağını Banka yapmalı. Şüphesiz arada Bankanın yabancı iş ve yerli nüfuz komisyoncuları asıl hisseyi paylaşacaklar şeklinde bir de atıfta bulunuyor, sonradan Falih Bey. Ancak bu kurum süratle ve muazzam bir gelişim sağlıyor. 924 senesinde banka iki şube ve 29 memurcukla başlıyor. 934 senesinde, 10 sene içinde: 49 şube ve 671 memur sahibi oluyor. Demek 10 senede: şubelerin sayısı bakımından %2450 artış, memur sayısı bakımından %2313 artış olmuş. Mevduat adeta yağmış. Bankaya mevduat, hiçbir benzeri müesseseye nasip olmayan bir şekilde durmadan artmaya başlamıştır. diyor 1934 senesindeki Banka raporu. 1924 senesinde İş Bankası nın Küçük Cari hesabına 96 kişi para yatırmış. 1934 senesinde 57.191 kişi yatırmış. Böylece, para yatıranların sayısı %59.573 artmış. İnanılır bir rakam değil, ama rakamlar böyle. Yani olaylar, rakamlarla böyle gözüküyor. Bilanço yekûnu da öyle. 3 milyon küsur ilk senede bilançosu, bilanço tutarı. 934 senesinde, 10 sene sonra: 88 milyon 474 bin lira oluyor ki, %2442 artış gösteriyor. Şimdi, bir kurumun Finans-Kapital kurumu olup olmadığını anlamak için, tekelci olup olmadığına bakacağız. Ve bu tekeli, özellikle ilkin konuşurken söylediğimiz gibi, üretim alanında gerçekleştirebilip gerçekleştiremediğini hesaba katacağız. Bu üretim ve ekonomi alanındaki tekelciliğin Finans-Kapital lügatındaki karşılığına Filial derler Fransızlar, biz de İştirakler diyoruz. Bu iştiraklerin İş Bankası nda nasıl geliştiği aşağı

yukarı herkesçe az çok biliniyor. Ben birkaç senelik süre içinde birkaç olayını vermekle yetineceğim. 1934-35 yılı resmi raporunda böyle yazıyor: Banka 1924 senesinde hemen tesisini müteakip (yani kurulur kurulmaz) maden kömürü işleriyle ilgilendi. Kömür madeninin sanayideki mevkiini izaha lüzum yoktur. Kömür işi dünyanın en mühim işlerindendir. Böylece, banka daha kurulduğu sene, Türkiye de dünyanın en önemli işi olan kömüre Tekel koymuş bulunuyor. 926 senesinde 27 Haziran da kömür işi: Kozlu Şirketi, 1 Temmuz da Türkiş Maden Kömür İşleri Türk Anonim Şirketi kuruluyor. O zaman daha sermayesi birkaç yüz bin lira. Fakat bu şirketleri ikişer milyon lira sermayeli Bunların amacı da: Zonguldak kömür madenlerinin mühim bir kısmını işletmek oluyor. Sonra, kuruluşunun 4 üncü yılını tamamlamadan İtibar ı Milli Bankası nı bünyesine ilhak ederek milli ölçüde büyük bir hareket yaptı İş Bankası. Bu İtibar ı Milli, belki yeni kuşak bilmez, İttihatçı Kompradorların Birinci Cihan Emperyalist Savaşı sırasında kurdukları bir bankadır. Bunun tasfiyesidir bu. Ve böylece İş Bankası, hemen 4 üncü yılda onu da sinesine katmak suretiyle tasfiye etmiştir. Birçok ufak ve orta bankalar gibi İtibar ı Milli Bankası da Milli Mücadeleden sonra Cumhuriyet idaresinin müzaheretiyle canlanmaya ve kalkınmaya başlamıştı diyor. Onun için o canlı şeyi biz kendi yapımız içine aldık, diyor. Altıncı teşebbüs: Demiryolu finansmanı Bunu İş Bankası üzerine alıyor. Ve biliyorsunuz, Türkiye demir ağlarla örülüyor. Ve bir de, yedinci iş: Hükümetin bankalarla müştereken teşkil ettiği Konsorsium faaliyetine başından sonuna kadar iştirak ediyor İş Bankası. İzmir in imarı için, diğer mali teşekküllerle birlikte İzmir Belediyesi nin çıkardığı 2 milyon liralık tahvilatı tamamen plase etmeyi üzerine alıyor. Ergani Bakır Madenini üzerine alıyor. Derken, 1929 senesi Cihan Buhranı dediğimiz kriz evren ölçüsünde patlıyor. Fakat, bütün dünyada Finans-Kapital sarsıntı geçirirken, bizim İş Bankası tam tersine bundan yararlanmayı mükemmelen beceriyor. Hatta o raporunda: Banka için düşebilirdi diyor. Yani bu müthiş kriz sırasında düşebilirdi. Ancak o tarihte iştirak ettiği veya doğrudan doğruya kurduğu başka müesseseler kendisine yeni plasman imkanları verdi. Demek ki, gerek iştirakleriyle, gerek şubeleriyle kurulmuş olan İş Bankası tam efradını cami, ağyarını mani (*) ve Türkiye ölçüsünde bir Finans-Kapital müessesesidir. Şubelerini artık saymıyorum burada. Hepimiz biliyoruz. Hangi adım başında, gitsek, bir İş Bankası şubesi görüyoruz. Bugün Türkiye nin bütün sathını süratle adeta eline almış bir müsessesedir. Buna biz ne isim verebiliriz şimdi? Finans-Kapitalist bir müesseseden başka hiçbir şey değil. Bundan dolayı, işte o seneler, yani 1923 ile 1929 yılları arasında 6 yıl içinde Türkiye de hemen bütün belli başlı ekonomi alanlarına, üretim alanlarına ve bütün yurt yüzeyinde vilayetlere, kazalara kadar el atmış büyük bir finans müessesesi bir Finans-Kapitalist müessesesi teşekkül etmiş. 1929 yılı emperyalist bunalım ve Cumhuriyetin de 10 uncu yılı oluyor. O yıl Türkiye de yalnız Finans-Kapitalist müessese olarak İş Bankası mı var? Hayır. Bütün şirketleri göz önüne

alıyoruz. Bakıyoruz ki, Türkiye de 180 büyük şirket var. Bunların 116 sı yabancı sermaye şirketi. Dolayısıyla 64 ü Türk şirketi oluyor. Bunun dışında, adeta yere serilmiş gibi: şimdilik çalışmayan Türk şirketleri 52 tane, ancak hukuki mevcudiyetleri devam eden Türk şirketleri 28 tane, tasfiye halinde bulunan Türk şirketleri 35 tane 115 Türk şirketi, iler tutar yeri kalmamış, böyle duruyor. Demek ki, 10 senelik faaliyet içinde bir müessese, bir Finans-Kapital müessesesi Türkiye ölçüsünde muazzam bir büyüme kaydetmiş. Fakat öteki şirketler daha çok hala yabancı Finans-Kapitalin elinde. Ancak 64 tane Türk şirketi ayakta kalabilmiş. 115 tanesi işlemez durumdalar. Neden böyle olmuştur? Yeni kuşak bilmez, eskiler bilirler: bu, Lozan Antlaşması korkunç bir kompromisi(*) yüzündendir. Lozan Antlaşması gerçi bir zafer antlaşması oldu ama, ekonomik açıdan ta 1929 yılına kadar Türkiye nin gümrük tarifelerinde değişiklik yapmaması için söz vermiş olması ve bağlanması antlaşması da oldu. Lozan da, 29 yılına gelinceye kadar, bugün gümrükler ne ise öyle kalacak, denildi. O günkü gümrükler de, bildiğiniz gibi, 19 uncu yüzyılda Avrupa Finans-Kapitalinin haraca bağlamış olduğu Osmanlı İmparatorluğu nun gümrükleriydi. Yani Türkiye de yapılan üretimi, sanayii, ekonomiyi kat iyen savunmayan, tam tersine kanatan, tüketen gümreklerdi. O gümrükler 29 yılına kadar devam ettiği için, durum bu şekilde. Fakat ondan 2 sene önce, bir -ayrıntılarına girmiyorum- yeni Ticaret Kanunu kabul edildi. Bu Ticaret Kanunu tipik Alman, Fransız, Belçika, İsviçre yani Emperyalist ülkelerin kanunlarından aktarma, derleme idi. Oraya nasılsa -herhalde bizim Sünuf u Devlet gayretiyle- bir maddecik konulmuş: 348 inci madde Orada deniliyor ki, şirketler falanlar için başta. Mürakıplar birden fazla olursa, yarıdan ziyadesi Türk tabiiyetinde olmalıdır. Hiç değilse kontrol edenlerden iki tane varsa, bir tanesi Türk olsun diyor, Türk teb ası. Komprador da olur ya, Levanten de olur, o bir tane. O kadarcık bir kayıt hakkında bile, o zamanki Şirketler Komiseri falan gibi Türkiye nin ekonomi-politikasında söz sahibi insanların mütalaası var. Bunlar güya çok vatanperver görünüyorlar. O Komiserler şunu yazmışlar kitaplarında: Ecnebi sermayelerinin bu fıkra hükmünden sakınmakta oldukları çeşitli kaynaklardan incelenmiştir. (s. 23) Ama bu madde ecnebi Finans-Kapitalin hoşuna gitmedi, diyorlar. 24 üncü sayfada da: Sermayedarların (kapitalistlerin yani) emin olmadıkları ellere sermayelerini tevdi etmeye rıza göstermeyecekleri tabiidir. Adeta, ekonomiden anlar görünen insanlarımız da, bu 29 senesine kadar Türkiye de Finans-Kapitalin yabancı kanadının hoşnut edilmesini ister bir tutum takınmışlar. O yüzden mesela; balık ağları yapılmak için yeni gümrük tarifesi yapıldığı zaman, tarife konuluyor. İpliklerin kilosuna 30 kuruş koyuyorlar. Ağ haline gelmiş, yani imal edilmiş ipliklerin [kilosuna] 20 kuruş koyuyorlar. Tersi olması lazım değil mi? Türkiye de ağ örülsün ipliğinden. İplik yapamıyoruz, bari ağlar yapılsın Türkiye de. Bundan dolayı ipliğe ucuz gümrük koyacağına, tersine: dışarıdan gelen mala az gümrük koyuyor, içeride yapılanı çok gümrüklüyor. Bu hava

Yani hangi hava? Bu, Finans-Kapitalist zümresinin yalnız kârını, o anda ele geçireceği kârı düşünüp, memleketin kalkınmasını, üretim yapısının gelişimini falan hiçe saydığını gösteriyor. Şirketler çoğalsın O şirket ecnebi olmuş, Türk olmuş önemi yok. Onları memnun edelim. Sermaye gelsin. Ama gelen sermaye kim? İşte bu şirket sermayesidir. Onu hesaba katmıyor. Bu arada, bizdeki Plütokrasi için, o zamanki bir etütte şu neticeleri hesaplamışız: 28 sanayi şirketinde 20 mebus, 38 bankada 31 mebus var, milletvekili Yani, hemen hemen her büyük yerli milli şirketin Millet Meclisinde bir mebusu var. Her şirkette bulunan birçok eski Temyiz azaları, büyük Askeriye, Mülkiye erkanı da ayrı. O zamanki Türkiye Yani rakamlardan çıkan bu. Ayrıntılarını verip de, zaten yorgunsunuz, daha fazla başınızı ağrıtmayayım. Bütün büyük endüstriye: 7 banka hakim. Bunlardan 3 ü Devlet Bankası. Yalnız bir tanesinde, İş Bankası nda tam 13 mebus var. Yani İş Bankası nın idare meclisi bir Büyük Millet Meclisi nin minyatürü. Nihayet işte şaheser denilmiş o kitapta(*) (79 uncu sayfada): İş Bankası nın sabık Umum Müdürü Celal, 5 yıldan beri Ekonomi Bakanı Bayar sıfatıyla Türkiye nin ekonomipolitik müdürü olmuş. Böyle bir olay karşısında bulunuyoruz. Bayar ın Yıldız Falı 929 dan belli: Celal önce Bayar, sonra Başbakan sonra Cumhurbaşkanı olacak ve Yassıada da idam dan kurtulacaktır. Plütokrasi yahut Oligarşi nasıl ekonomiyi monopollaştırdıktan sonra, o monopol gücüne dayanarak, memleketin kaderine de, politikasına vs.ye de egemen oluyor? Onu görüyoruz. Tabii ötede İşsizlik ve Pahalılığın gelişimleri dört nala gidiyor. Onları hepimiz biliyoruz. Bütün bu gelişimlerin içyüzü Türkiye de Finans-Kapital dediğimiz asalak ve gerici sermaye gücünün sonuçlarıdır. Tesadüf değildir. IV FİNANS-KAPİTALİN TÜRKİYE DE İŞLEYİŞİ: İKİNCİ EMPERYALİST EVREN SAVAŞINDAN GÜNÜMÜZE Bu hal, biliyorsunuz, 1939-40 larda patlayan İkinci Emperyalist Evren Savaşı üzerine Türkiye yi yeniden kritik durumlara soktu. Ve o zaman, Finans-Kapitalin bu korkunç tehlikeli gelişimi, (bunun dini imanı yok, memleketi yok, falan) bu korkunç durumu karşısında Sünuf u Devlet yeniden tedbirler almayı düşündüler. Ve o zamanın Başbakanı (Refik Saydam), memlekette halkın kırılışı ve hoşnutsuzluğu arttığı için, şöyle bir beyanda bulundu: Biz tüccarı millet hayatında lazım bir unsur telakki ediyoruz. Fakat tüccar bunu böyle telakki etmezse, tamamen içimizden çıkması lazım gelen bir unsur olduğuna kanaat getirerek ona göre hareket etmek kararındayız. Finans-Kapitali hala tüccar görüyor bizim Başbakan. Ve diyor ki: Karışmam, ayağını denk al! Finans-Kapital artık memlekette geliştim, palazlandım, her şeyi ben elime alacağım

demeye başlıyor, bilhassa Mustafa Kemal Paşa öldükten sonra. Harp de gelmiş dayanmış, en büyük tehlike biçiminde. Tabii, kıpırtıları sezen Başbakan tehdit ediyor: Yoksa kaldırırız sizi, diyor. Biliyorsunuz, bu hiç uğurlu gelmedi: Refik Saydam bir gece ansızın, 10-15 gün sonra, füc eten öldü. Nasıl öldü, bilmiyoruz. Perapalas ta öldüğünü işittik. Perhiz hastasıydı. Kendisine bir mükemmel şölen çektiler. Ve o gece Angin dö Puvatrinden [kalp krizinden] öldü. 41 de o söyleniyor. Arkasından, 42 senesi İnönü Paşa şu beyanda bulundu: Bulanık zamanı bir daha ele geçmez fırsat sayan eski batakçı çiftlik ağası ve elinden gelse teneffüs ettiğimiz havayı ticaret metaı yapmaya yeltenen gözü doymaz vurguncu tüccar ve bütün sıkıntıları politika ihtirasları için büyük fırsat sayan ve hangi yabancı milletin hesabına çalıştığı belli olmayan birkaç politikacı büyük bir milletin bütün hayatına küstah bir surette kundak kurmağa çalışmaktadır. Üç beş yüz kişiyi geçmeyen bu insanların vatana karşı aşikar olan zararlarını gidermek yolu elbette vardır. Finans-Kapital o kadar dayatmış ki, o zamanın Milli Şefi bile: Yeter artık, diyor, ve meydan okuyor. Ama işte zaten bütün bu konuşmalarımızdan çıkacak ders bu. Bunlar hepsi sadece güzel iyi niyetler. Biz 23 senesinden itibaren Türkiye de Finans-Kapitalin kalesini kurduysak, ve bu kale çevresinde Türkiye nin bütün ekonomisi, bütün politikası temelinden tavanına kadar Finans-Kapitalin tahakkümü altına geçmişse, acaba o memlekette bu taban madde temeli üzerinde, herhangi bir üstyapının kahramanı -hatta Garp Cephesi Kumandanı olsa, Milli Şef olsa- bir şey yapabilir mi? Hiçbir şey yapamaz. Onun için, işte bunlara, hani bizim sosyalizmde de olduydu ya: Zortlama diyorum ben. Sosyalistler de zortluyorlar bazen. Bu da öyle. Devrim zorlaması. Biliyorsunuz ki, ne tüccar sınıfı kalktı, ne de o üç-beş yüz kişi dediğimiz, ateş püskürdüğümüz insanlar egemenlikten ellerini çektiler. Memleketin bütün ağır basan maddi temeline: ekonomi, üretim mekanizmasına el koymuş herifler. Sen onlara, yüksek minareden, çıkmışsın, ezan okuyorsun. Devrimci ezan Bizim bazı keskin sosyalistlerimiz gibi Ne olacak? İş olacağına varacak. Ve nitekim, biliyoruz, ondan sonra iş olacağına da vardı. Ne olduğunu harp biter bitmez hepimiz gördük. Görmeyenler de biliyor. 1960-70 senelerine ait bizdeki Finans-Kapital karakteristiği için de iki üç sözcük söylemesezsek, eksik kalacak. 1963 yılında şirketler açısından Finans-Kapitalin durumu nedir? diye bakıyoruz. Bu şirketlerin ağababaları Anonim şirketlerdir. Öteki Limited ler falan, yahut Komandit ler, bunlar hep çerez kabilinden Finans-Kapitalin oyuncaklarıdır. Finans-Kapitalin kendisi Anonim şirketlerdir. Bunları bir kâr edenler, bir kâr etmeyenler diye ayırmak mümkün. Bütün Anonim şirketlerden kâr edenleri 626 tane. Net kazançları 807 milyon. Bir de Limited şirketler var. Onların kazanç yapanları 1132 tane. Net kârları 391 milyon. Şimdi bakın: Topluyoruz, yekûn: Anonim şirketlerin sayıca yüz şirkette 15 tutuyor sayısı, ama net kârın içinde yüz kârda 50 kârı Anonim şirketler cebine atıyor. Nasıl hakim oluyor? Yani en kodaman parababaları, Finans-Kapital sistemi içinde nasıl ötekilerinin, binlercesinin yapamadığını o yapıyor?

Finans-Kapital şirketleri de ala meratibim (derece derece): onların da bir hiyerarşisi var kendilerine göre. Yani asıl kodamanlar: devleti, dini, ekonomi politikayı elinde tutuyor. Onların izine düştük. Maliye Bakanlığına verilmiş Başka yerde açık seçik bir şey konmuyor artık. 29 senesinde, geçit olduğu için, şirketler üzerine epey ayrıntılı bilgiler açıklanmıştı. Sonra yeniden üstüne yatıldı o problemlerin. Yalnız saklanamayan bir şey var: Vergiler meselesi Tüm tam ve dar mükellefiyetleri sayıyoruz: bütün bu tam ve dar mükellefler 4275 kişi. Net kazançları, bütün şirketlerin: yılda 1 milyar 600 milyon lira. Tabii bütün bu dört bin küsur, ufaklı tefekli böyle, oyuncak şirketler. Bunlar içinde asıl şirketler, asıl büyük parababaları: milyonerler Milyonerlere bakıyoruz: gerek tam, gerek dar gelirli mükellefler 340 kişicik. Hani biz bazen 500 diyoruz. Gene biraz çok söylemişiz. Bu 340 firmanın birbirine nasıl kenetlendiğini aşağı yukarı tahmin ederiz. Ayrıntılara geçmediğim için pek açıklayamadım orasını. Bakarsınız, bir Finans-Kapitalist 10 tane şirkette kurucu üye olur, meclis i idare azası olur, başkan olur, şu olur, bu olur Ve birbirlerine içli dışlı olurlar. Böyledir Türkiye de. Onların içinde esas rol oynayan milyonerler 340 kişi. Bunların net kazancı 1 milyar 400 milyon. Şimdi düşünün: 4275 firma 1 milyar 600 milyon kâr ediyor. 340 firma, onun içinden: 1 milyar 400 milyon. Yani 4000 firma 200 milyon net kazanç yapıyor. 340 firma 1 milyar 400 milyon net kâr yapıyor. İşte hakiki parababaları bunlar, bu 340 firma. Sayıları %8 bile değil, şirketler topluluğu içinde. Ama net kazancın %87-88 ini bunlar ceplerine atıyorlar. Bu milyonerlerle de iş bitmiyor. Milyonerlerin içinde de milyonercikler var. Bunu, bereket son yıl Sanayi Odası bir anket açmış, oradan öğreniyoruz. 100 firma almış, en kodamanlarından milyonerlerin. Bunların cirosu tutarı: 11 milyar 800 milyon. Bu 100 firma hepsi de 100 milyon çevresinde ciro yapıyor senede. Yani satış matış Bunların 100 milyon liradan aşağı ciro yapanları 75 firma. 100 milyon liradan yukarı ciro yapanları 25 firma. İndik mi? 340 demiştik. Asıl kodaman parababası 25 miş meğer. Bu iki güruh (hepsini toplasak zaten 100 kişi), bu iki güruhun ciro toplamlarına bakıyoruz. 75 firma 5 milyar 739 milyon lira ciro yapmış. 25 firma 6 milyar 67 milyon Türk lirası ciro yapmış. Böylece, cironun yarıdan fazlasını 25 firma, en kodamanları, ötekisini 75 firma yapmış. Şimdi düşünün, 25 kişiyi O 25 firmanın da içinde, diyelim ki, 40-50 kişi olsun. Bunlar Türkiye nin hangi meselesinde bir kahvede oturmakla anlaşmazlar? Finans-Kapitalin anlamı ve dehşeti burada yatıyor. Biz bunu anlamadık mı, bugün, nasıl olur da yahu, daha dün yeryüzünde Milli Mücadelenin zaferini temsil etmiş bir millet olarak: bugünkü duruma düşmüşüz? Kavrayamayız. Amerika geçen asırda yapmış, biz hiç olmazsa 20 nci yüzyılda ilk defa bir Milli Kurtuluş hareketinin zaferini temsil etmişiz. Ondan sonra bir de bakmışız etrafımıza, Türkiye üs haline gelmiş. Türkiye de kaçak şeyleri casuslar yapıyor. Ve 10 bin, 20 bin ecnebi uzman ismi altında casus, asker cirit atıyor, falan Bu duruma nasıl gelmişiz? Birdenbire bunun farkına varıyoruz biz. Oysa bu, bugünkü, dünkü mesele değil. Daha 1923 senesinde rotamızı çizerken, bir Finans-Kapital kurma saflığını gösterdiğimiz günden itibaren bu akibetleri beklemeliydik. Nitekim 1929 istatistiklerini gördüğümüz zaman, 1929 yılında tespit ettiğimiz zaman, Türkiye de Finans-Kapitalin korkunç bir güç kazanmış olduğunu açıklamak zorunda kalmıştık. Ve bu korkunç gücün içinde de, en korkuncu: işte İş Bankası demiştik, ve ona