İÇİNDEKİLER. 3 AB nin yıldızları dökülüyor. 13 AB nin başkentinde Türkçe gazetecilik Binfikir 8 yaşında



Benzer belgeler
Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

TÜRKİYE TİPİ BAŞLANLIK SİSTEMİ MODEL ÖNERİSİ. 1. Başkanlık Sistemi Tartışmasının Temel Gerekçeleri

ÜLKE RAPORLARI ÇİN HALK CUMHURİYETİ Marksist-Leninist Tek Parti Devleti Yüzölçümü 9,7 milyon km 2

Değerli İhracatçılar, Değerli Basın Mensupları,

Küresel Krizden Sonrası Reel ve Mali. Sumru Altuğ Koç Üniversitesi, CEPR ve EAF 14 Mayıs 2010

TÜSİAD YÖNETİM KURULU BAŞKANI HALUK DİNÇER İN KADIN-ERKEK EŞİTLİĞİ HAKKINDA HER ŞEY KISA FİLM YARIŞMASI ÖDÜL TÖRENİ KONUŞMASI

Avrupa Birliği Yol Ayrımında B R E X I T

EKONOMİK VE MALİ POLİTİKA GENEL BAŞKAN YARDIMCILIĞI Aralık 2011, No:14

Erbil Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Dara Celil Hayat ile Türkiye-Kürdistan Ekonomik ilişkileri. 02 Temmuz 2014

ALMANYA VE FRANSA NIN NÜKLEER KARARININ ARDINDAN

3 Kasım 2002 Seçimlerine Doğru: Senaryolar ve Alternatifler...

İnsanların birbirleriyle ve devletle olan ilişkilerini düzenleyen kurallara hukuk denir. Hukuk kurallarını koyan, uygulanıp uygulanmadığını

yılları arası Tekstil Makineleri Yatırım Durumu

Ekonomi Bülteni. 15 Haziran 2015, Sayı: 15. Yurt Dışı Gelişmeler Yurt İçi Gelişmeler Finansal Göstergeler Haftalık Veri Akışı

REEL İŞÇİLİK MALİYETİ ARTIŞI 2012'DEN BERİ HIZLANARAK SÜRÜYOR

2 Ekim 2013, Rönesans Otel

Büyüme Rakamları Üzerine Karşılaştırmalı Bir Değerlendirme. Tablo 1. En hızlı daralan ve büyüyen ekonomiler 'da En Hızlı Daralan İlk 10 Ekonomi

BRIC ÜLKELERİ VE TÜRKİYE FEYZULLAH ALTAY

109 MİLYAR DOLARLIK YABANCI PORTFÖYÜ VAR

15 Ekim 2014 Genel Merkez

AVRUPA'DA OTOMOBİL SATIŞLARINA BREXIT FRENİ

ACR Group. NEDEN? neden?

TİCARİ İLİŞKİLER DURUM İKÖ ÜLKELERİ ARASINDA AVRUPA BİRLİĞİ >>

Maliye Bakanı Sayın Mehmet Şimşek in Konuşma Metni

Çalışma hayatında barış egemen olmalı

Sizleri şahsım ve TOBB adına saygıyla selamlıyorum. Biliyorsunuz başkasına gönderilen selam kişinin üzerine emanettir.

EKONOMİ POLİTİKALARI GENEL BAŞKAN YARDIMCILIĞI Eylül 2013, No: 72

2010 OCAK AYI HALI SEKTÖRÜ İHRACATININ DEĞERLENDİRMESİ

GENEL BAŞKANIN MESAJI

Ulusal Entegrasyon Plani: Ulusal Entegrasyon Entegrasyon siyasetinin motoru Plani: Entegrasyon siyasetinin motoru Ulusal Entegrasyon Plani:

Bu yıl 2.si düzenlenen Euromoney Türkiye Finans ve Yatırım Forumu nda Akbank adına sizlerle bir arada olmaktan büyük mutluluk duyuyorum.

HAZIRGİYİM VE KONFEKSİYON SEKTÖRÜ 2017 TEMMUZ AYLIK İHRACAT BİLGİ NOTU. İTKİB Genel Sekreterliği Hazırgiyim ve Konfeksiyon Ar-Ge Şubesi.

SAYIN BAKANIM SAYIN BAŞKAN OTOMOTİV SANAYİİ DERNEĞİ NİN SAYGIDEĞER TEMSİLCİLERİ DEĞERLİ MİSAFİRLER VE KIYMETLİ BASIN MENSUPLARI

21. YÜZYILDA TEMEL RİSKLER

2010 YILI OCAK-MART DÖNEMİ TÜRKİYE DERİ VE DERİ ÜRÜNLERİ İHRACATI DEĞERLENDİRMESİ

Kadınların Ġstihdama Katılımı ve YaĢanan Sorunlar

İŞSİZLİKTE TIRMANIŞ SÜRÜYOR!

Ekonomi Bülteni. 22 Haziran 2015, Sayı: 16. Yurt Dışı Gelişmeler Yurt İçi Gelişmeler Finansal Göstergeler Haftalık Veri Akışı

Sayı: 2009/18 Tarih: Aileler krize borçlu yakalandı; sorunu işsizlik katladı

Çok tatil yapan ülke imajı yanlış!

Milli Devlete Yönelik Tehdit Değerlendirmesi

2010 OCAK MART DÖNEMİ HALI SEKTÖRÜ İHRACATININ DEĞERLENDİRMESİ

DÜNYA DA BU HAFTA ARALIK 2015

Dış Ticaret Verileri Bülteni

EKONOMİ POLİTİKALARI GENEL BAŞKAN YARDIMCILIĞI Mayıs 2012, No: 33

EKONOMİK VE MALİ POLİTİKA GENEL BAŞKAN YARDIMCILIĞI Eylül 2011, No:5

** Berlin Lalesi Türkiyemspor'a

TÜRKİYE DE BU HAFTA EYLÜL 2015

TÜRKİYE İŞSİZLİKTE EN KÖTÜ DÖRT ÜLKE ARASINDA

HAZIRGİYİM VE KONFEKSİYON SEKTÖRÜ 2016 AĞUSTOS AYLIK İHRACAT BİLGİ NOTU. İTKİB Genel Sekreterliği Hazırgiyim ve Konfeksiyon Ar-Ge Şubesi

TARIMSAL İSTİHDAMA DAİR TEMEL VERİLER VE GÜNCEL EĞİLİMLER

2012 SINAVLARI İÇİN GÜNCEL EKONOMİ ÇALIŞMA SORULARI. (40 Test Sorusu)

Araştırma Notu 13/156

MECLİS TOPLANTISI. Ender YORGANCILAR Yönetim Kurulu Başkanı

DOĞRUDAN YABANCI YATIRIM

EKONOMİ POLİTİKALARI GENEL BAŞKAN YARDIMCILIĞI Eylül 2013, No: 74

İş yerinde anne ve babalık: Dünya da hukuk ve uygulamadaki yansımaları 1

2014 YILI NİSAN AYI TÜRKİYE DERİ VE DERİ ÜRÜNLERİ İHRACATI DEĞERLENDİRMESİ

Enerji Verimliliği Forum ve Fuarına Enervis Çıkartma Yaptı

inşaat SEKTÖRÜ 2015 YILI ÖNGÖRÜLERİ

TEKSTİL VE HAMMADDELERİ SEKTÖRÜ 2015 YILI ŞUBAT AYI İHRACAT PERFORMANSI. Genel ve Sanayi İhracatında Tekstil ve Hammaddeleri Sektörünün Payı

EKONOMİ POLİTİKALARI GENEL BAŞKAN YARDIMCILIĞI Eylül 2013, No: 73

Basın bilgisi. Şirketin olumlu ekonomik durumunu geliştirme

Göç ve Serbest Dolaşım Eğilimler ve Engeller. Ayşegül Yeşildağlar Ankara, Turkey

BİRİNCİ BÖLÜM... 1 KAYIT DIŞI İSTİHDAM... 1 I. KAYIT DIŞI EKONOMİ...

ZORLUKLAR, FIRSATLAR VE STRATEJĐLER

EKONOMİ POLİTİKALARI GENEL BAŞKAN YARDIMCILIĞI Eylül 2012, No: 44

Dünya Seramik Sektörü Dış Ticareti a) Seramik Kaplama Malzemeleri

Avrupa daki Medya ve Gazetesi nin Başarı Öyküsü

Serbest ticaret satrancı

1Y12 Finansal Sonuçları Analist Toplantısı. 1 Ağustos 2012

GÜNLÜK BÜLTEN 23 Mayıs 2014

bilgilerle feminizm hakkında kesin yargılara varıp, yanlış fikirler üretmişlerdir. Feminizm ya da

EKONOMİK VE MALİ POLİTİKA GENEL BAŞKAN YARDIMCILIĞI Ocak 2012, No: 20

Ekonomik Görünüm ve Tahminler: Nisan 2015

SİYASET BİLİMİ VE ULUSLARARASI İLİŞKİLER DOKTORA PROGRAMI DERS İÇERİKLERİ ZORUNLU DERSLER. Modern Siyaset Teorisi

1999 dan 2007 ye Seçmen Tercihleri ve Değişim

EKONOMİ POLİTİKALARI GENEL BAŞKAN YARDIMCILIĞI Haziran 2014, No: 95

Siyasi Parti. Siyasi iktidarı ele geçirmek ya da en azından ona ortak olmak amacıyla örgütlenmiş insan topluluklarına siyasi parti denir.

ORSAM AYLIK IRAK TÜRKMENLERİ GÜNCESİ

HAZIRGİYİM VE KONFEKSİYON SEKTÖRÜNÜN 2014 MART İHRACAT PERFORMANSI ÜZERİNE KISA DEĞERLENDİRME

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI SAYIN ÖMER DİNÇER İÇİN DEMOKRATİK VATANDAŞLIK VE İNSAN HAKLARI EĞİTİMİ PROJESİNİN AÇILIŞ KONFERANSI KONUŞMA METNİ TASLAĞI

DEMOKRASİ ve SİVİL TOPLUM (SBK256) 11. Hafta Ders Notları - 16/07/2018 Yrd. Doç. Dr. Görkem Altınörs

DAX Haftalık Temel/Teknik Görünüm

EUR-USD. Burada yer alan yatırım bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırım danışmanlığı hizmeti; aracı kurumlar

BODRUM MANDALİNASI ÜRÜNLERİ, ANTALYADA BEĞENİLDİ

EKİM 2014 KAHRAMANMARAŞ SELİM IŞIK

TEMEL HUKUK DERS NOTLARI SON HAFTA. Öğr. Gör. Erkan ÇAKIR

Salı İzmir Gündemi

İ Ç İ N D E K İ L E R

Süleyman Demirel Hayatını Kaybetti

Ekonomi Bülteni. 17 Ekim 2016, Sayı: 40. Yurt Dışı Gelişmeler Yurt İçi Gelişmeler Finansal Göstergeler Haftalık Veri Akışı

DÜNYA EKONOMİSİNDEKİ GELİŞMELER

Aralık. Günlük Araştırma Bülteni Gün Sonu RAPORU

TÜRKİYE EKONOMİSİNDE YAŞANAN GELİŞMELER VE 2011 YILI EKONOMİK BEKLENTİLERİ. Dr.Süleyman Yaşar. 17 Nisan 2011

Mayıs Ayı Tekstil Gündemi

HAZIRGİYİM VE KONFEKSİYON SEKTÖRÜ 2017 EKİM AYLIK İHRACAT BİLGİ NOTU. İTKİB Genel Sekreterliği. Hazırgiyim ve Konfeksiyon Ar-Ge Şubesi.

Türkiye nin geleceğini 25 milyonluk kitle belirleyecek

Hüsnü Özyeğin; YİSAD da konuştu Türk yöneticiler her yerde başarılı

9A 2013 Finansal Sonuçları

Transkript:

İÇİNDEKİLER 3 AB nin yıldızları dökülüyor 7 Fransız demokrasisinde en sevilen seçilmiş, bizim seçilmiş... Fransa nın seçilmişler sorunu UĞUR HÜKÜM 10 Peer Steinbrück ün anlamı: SPD, sosyal demokrat bir iktidar istemiyor OSMAN ÇUTSAY 13 AB nin başkentinde Türkçe gazetecilik Binfikir 8 yaşında 14 Berlin de bir Egemenlik Konferansı YAZAR JÜRGEN ELSÄSSER İLE GÖRÜŞME 16 Alman demokrasisinde eleyici acımasızlık YAYINCI ZEYNEL KORKMAZ LE GÖRÜŞME 22 Türkiye den gelen ilk kuşak Türkiye de gömülmek istiyor Memleket sevgisi var, ama buradaki dışlanma da var YÖNETMEN ORHAN ÇALIŞIR LE GÖRÜŞME IMPRESSUM / KÜNYE AvrupaGüN 2 Yayıncı Verleger: BIM Bayerisches Institut für Migration e.v. Truderinger Strasse 280 d 81825 München Tel: 089 201 86 303 / Fax: 089 125 90 291 info(@)bim-institut.org info@avrupagun.eu www.facebook.com/avrupagun Sorumlu Yönetmen (V.i.S.d.P): Osman Çutsay Sanat Yönetmeni Artdirektor: Ömer Yaprakkıran

Avrupa nın motor ekonomilerindeki teklemeler endişe verici boyutlarda AB nin yıldızları fena dökülüyor Şimdiye kadar hep Avrupa ekonomisinin bir biçimde yürümesini sağlamış Alman motorunda, tehlikeli bir gidiş gözleniyor. Ekonominin büyüme hızı durmanın eşiğinde. Sadece inşaat sektörü yüzde 2.7 lik bir artış gösterirken, burada bir sağlıksız şişkinliğin oluşabileceği belirtiliyor ve avro krizi öncesinde emlak sektöründeki şişkinliğin olumsuz rolü hatırlatılıyor. Alman yatırım malları sektöründe yüzde 3.5 i bulan gerileme ise endişeleri iyice derinleştiriyor. FRANKFURT - Beklenmeyen bir şey değildi, bekleniyordu, galiba sadece bu kadar gecikmesi bazı iktisatçıları şaşırttı: Avrupa Birliği nin çevre ülkelerinde, özellikle de Güney Avrupa da patlak veren önce finansal sonra da ekonomik kriz, artık açıkça merkezi de vuruyor. Bir dönem Fransalmanya olarak kavramlaştırılan AB nin iki eksen veya motor ülkesi, krizin etki alanına düştüklerini rakamlarla itiraf etmek zorunda kalıyorlar. Almanya ve Fransa da geçen çeyrekte ekonomik büyüme sıfıra iyice yaklaştı. Ama asıl önemlisi, geçen hafta, Avro Bölgesi nin resesyonda olduğu, yani 17 AB ülkesinden bir coğrafyada art arda üçer aylık iki dönem boyunca negatif ekonomik büyüme yaşandığı resmen ilan edildi. 14 Kasım daki genel grev dalgası, özellikle avro krizi altında inleyen ülkelerde, beklenenden başarılı çıkınca, Avrupa ekonomisinin giderek sertleşen bir kırılma sürecine girmesinin politik sonuçlarıyla da gündemi zorlayacağı daha fazla tartışılır oldu. Kesinleşen, şu: Sadece Yunanistan, İtalya, İspanya ve Portekiz gibi kriz ülkelerinde değil, AB nin ekseni konumundaki Fransa ve Almanya da da ekonomiler artık resesyonda. Bu durgunluğun, ekonomik çöküşü tetiklemesinden korkuluyor. Ama asıl, şimdiye kadar krizden kârlı çıkmayı başaran ve Avrupa ekonomilerine kendi tasarruf programını uygulatan, krizden çıkışı bu acımasız önlemlerin tavizsiz uygulanmasında gören Almanya nın bu yılın üçüncü çeyreğindeki büyüme hızının neredeyse sıfıra yaklaşması, alarm zillerine neden oldu. Avrupa nın motor ekonomisi bu yılın üçüncü çeyreğinde sadece yüzde 0.2 oranında büyüyebilmişti ve bu rakamı son çeyrekte zorlu bir gerileme izleyeceği ileri sürülüyordu. Fransa daki büyüme hızının da AvrupaGüN 3

AvrupaGüN 4 yüzde 0.2 de kalması, Avrupa nın merkezindeki fay hattında ciddi kırılmalar olacağı yolundaki beklentileri güçlendirdi. Wiesbaden daki Federal İstatistik Dairesi, Avrupa nın motoru konumundaki Alman ekonomisinin yüzde 0.2 ile neredeyse durma noktasına gelmesinin, yılın ilk çeyreğinde yüzde 0.5 ve ikinci çeyreğinde yüzde 0.3 lük büyüme oranlarından sonra beklenebilir bir sonuç olduğuna dikkat çekti. Temmuz, ağustos ve eylül aylarındaki Alman gayrisafi yurtiçi hasılasının fiyat, sezon ve takvim hareketlerinden arındırıldığında sadece binde 2 lik bir büyüme göstermesi, uzmanlarca Tamam, bu yıl gerçekten kötü bitecek anlamındaki yorumlarını yaygınlaştırdı. Keynesyen politikalara ve sendikalara yakın iktisadi araştırmalar kuruluşu IMK nin Başkanı Gustav Korn, Alman ekonomisinin durgunluğa yöneldiğini kaydetti. Hatta neoliberal politikalara uzak olduğu iddia edilemeyecek bir uzman, Commerzbank Başekonomisti Jörg Krämer bile, büyüme rakamlarının olumsuz sonuçlarını Bu haber Almanya nın son iyi sayısıydı. Dördüncü çeyrekte Alman ekonomisi muhtemelen biraz küçülecek sözleriyle özetlemek zorunda kaldı. Bu gerilemenin ardında özellikle Alman sanayi üretiminde eylül ayında yaşanan yüzde 2.3 oranındaki küçülmenin yattığı ileri sürülüyor. Şimdiye kadar hep Avrupa ekonomisinin bir biçimde yürümesini sağlamış Alman motorunda, tehlikeli bir gidiş gözleniyor. Sadece inşaat sektörü yüzde 2.7 lik bir artış gösterirken, burada bir sağlıksız şişkinliğin oluşabileceği, avro krizinin öncesinde emlak sektöründeki şişkinliğin tetikleyici rolü daha sık hatırlatılıyor. Alman yatırım malları sektöründe yüzde 3.5 i bulan gerileme ise endişeleri iyice derinleştiriyor. Bu dönemde Alman ekonomisinin sadece tüketim malları sektöründe binde 7 lik üretim artışı saptandı. Kilit sektör: Otomobil Avrupa krizinin ne boyutlarda seyrettiği sektörler bazında da gözlenebiliyor. Özellikle kilit sektör konumundaki Alman otomobil endüstrisi, Avrupalı rakiplerini iflasa sürükleyerek büyük bir atılım gerçekleştirmeyi başarmıştı. Ancak geçen aya kadar avro krizi nden bir ihracat patlamasıyla çıkmayı başaran aynı Almanya nın, yeni sorunlarla yüz yüze kaldığı dikkat çekiyor. Komşularının tersine, büyümesini sürdüren Alman otomobil endüstrisi, daralan Avrupa pazarını Asya ve Amerika ile dengelerken, Fransız ve İtalyan markalarının bu rekabetin altından kalkamadığı ve bir yıkım sürecinde umutsuzca çırpındığı gözleniyor. Reel ücretlerin düşüklüğünden ve çalışanların ağır bir yoksullaşma sürecine girmesinden kaynaklanan göreli üstünlük, uzun süre Alman otomobil üretimine maliyet avantajı sağladı, ancak son haftalarda Avrupa otomobil pazarında yaşanan çöküşün Alman markalarını da vurmaya başladığı gözleniyor. Ancak Alman otomobil endüstrisinde de bir dönüşüme tanıklık ediliyor. Reel ücretlerin düşüklüğünden ve çalışanların ağır bir yoksullaşma sürecine girmesinden kaynaklanan göreli üstünlüğün, uzun süre Alman otomobil üretimine maliyet avantajı sağladığı, ancak son haftalarda Avrupa otomobil pazarında yaşanan çöküşün Alman markalarını da vurmaya başladığı bildiriliyor. Nitekim, Avrupa ve Almanya nın en büyük otomobil üreticisi Volkswagen ın (VW) hem büyüme hızını korumak hem de dünya liderliğini Toyota dan alabilmek için şirket bünyesinde köklü bir dönüşüm stratejisi uygulayacağı açıklandı. Alman ekonomi basını, otomobil endüstrisinde dünya çapında kanlı bir verimlilik ve maliyet savaşının yaşanacağı yolundaki haberleri öne çıkarıyor.

Almanya uzman işgücünü arıyor, uzman işgücü de Almanya yı Avro krizinin bir türlü önlenememesi, bu arada teknolojik yatırımlar nedeniyle bu alanda özellikle Almanya da uzman işgücüne yönelik talebin artması, Almancanın Avrupa da tekrar itibar kazanmasına yol açtı. Güney Avrupa ülkelerindeki çöküş süreci, o ülkelerdeki yetişkin işgücünü Almanca öğrenerek Almanya, Avusturya, İsviçre gibi ülkelerde şans denemeye yönlendiriyor. Yeni beyin göçünde Almancanın büyük bir rol oynadığı gözleniyor. Güney Avrupa ve Almanya daki Almanca kurslarında tam bir patlama yaşanıyor. Federal Çalışma Bakanlığı bünyesinde bir projenin köprü rolü dikkat çekiyor. Önümüzdeki iki yıl içinde 18-35 yaş grubundaki Güney Avrupalı genç ve uzman işgücünü Alman şirketlerinde değerlendirilmesini hedefleyen 80 milyon avroluk bu proje, bir örtüşmezliği ortadan kaldırmaya çalışıyor. Amaç, birçok AB ülkesinde işsiz kalmış genç insanları, nitelikli işgücü arayan Alman şirketlerinde değerlendirebilmek. Bu köprü girişimlerinde, özellikle dil sorununun ortadan kaldırılması hedefleniyor. Federal Çalışma Bakanı Ursula von der Leyen, serbest dolaşımın egemen olduğu AB de dil sorununun tek engeli oluşturduğunu, bunu çözmek üzere somut adımlar atıldığını duyurdu. Özellikle Güney Avrupa ülkelerindeki Almanca kurslarına ve Goethe Enstitülerine büyük rağbet olduğu, bu kuruluşlarda acil Almanca öğretmeni ihtiyacı ortaya çıktığı bildirildi. Altyapıdaki aksaklıklar nedeniyle, Goethe Enstitüsü nün AB üyesi kriz ülkelerinde düzenlediği kurslara yönelik talep artışının karşılanamadığı ileri sürüldü. Sadece İspanya da Almanca kurslarına yazılanların oranı 2011 de önceki yıla göre yüzde 35 arttı. Bu oranların Portekiz de yüzde 20, İtalya da yüzde 14 olduğu kaydedildi. Goethe Enstitüsü Başkanı Klaus-Dieter Lehmann, genç insanların Goethe ve Schiller i aslından okumak gibi dertlerinin olmadığını belirterek, bu gençlerin iş hayatında ilerlemek için Almanca öğrendiklerine dikkat çekti. Goethe Enstitüsü günlük ve 4 hafta süren yoğun bir kurs için yaklaşık 1000 avro alıyor. Talep yoğun olduğu için Goethe Enstitüsü nün gelirleri de artıyor. Halen 123 milyon avroya çıkan kurs gelirleri, toplam bütçenin üçe birini oluşturuyor. 2010 yılında yapılan bir araştırma, dünyada 14 milyon kişinin Almanca öğrendiğini ortaya koymuştu. Bu rakamın 2012 itibarıyla çok daha yüksek olduğu ileri sürülüyor. 2011 yılında sadece Goethe Enstitülerinin kurslarına devam edenlerin sayısı 234 bin 587 olmuştu. Volkswagen atağı VW, başlı başına bir örnek. Bu marka, dünyaya yayılmış 99 fabrikasında uygulayacağı yeni sistemle, rakiplerini bozguna uğratacak boyutlarda bir maliyet avantajı sağlamayı hedefliyor. Bu sistem, VW modellerindeki parçaların standardizasyonunu ve uyumunu hedefliyor. Tüm otomobillerde ortak parçalar, ortak üretim teknolojisi, ortak eğitim ile otomobil başına 1500 avro tutarında bir tasarruf sağlanacağı, bu durumda dünya otomobil endüstrisinde büyük bir altüst oluş yaşanacağı bildiriliyor. Sözü geçen strateji için VW nin 15 milyar avro harcayacağı tahmin ediliyor. Uzmanlara göre, VW yi böyle bir yükün altına, ihracat rakamlarında yaşadığı patlamayla gelen iyimserlik dalgası sokuyor. Bu yılın ilk 9 aylık döneminde VW nin satışları geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 6.8 artarak 6 milyon 800 bin otomobil olarak gerçekleşti. Bunun bir rekor olduğu biliniyor. Ancak bu, bir büyük krizi tek başına önleyecek kadar güçlü bir çıkışa karşılık gelmiyor. AvrupaGüN 5

AvrupaGüN 6 Alman markaları daha birkaç hafta öncesine kadar Avrupa otomobil endüstrisinde yaşanan krizin tamamen dışında, hatta bu krizden karlı çıkan kesimi oluşturuyordu. Eylül ayında bile VW nin yanı sıra BMW ve Mercedes in Doğu Asya ve ABD de yeni satış rekorları kırdığı bildirilmişti. Böylece Alman markaları, çöken Avrupa piyasalarını Asya ve ABD ile dengelemeyi başarıyordu. Sadece Çin de 2011 de 560 bin Alman otomobili satılması buna bir örnekti. Krizdeki ABD ye de bu yılın ilk 10 ayında yapılan Alman otomobil ihracatının yüzde 20 lik bir sıçrama gösterdiği kaydediliyor. Avrupa pazarındaki Alman payı Alman üreticilerin bu 2012 yılında ürettikleri otomobil sayısı, Otomobil Endüstrisi Birliği VDA ya göre 13 milyon 200 bin olacak. Eski federal bakanlardan ve VDA Başkanı Matthias Wissmann, Alman markalarının Avrupa pazarındaki payının yüzde 50 yi bulduğunu, bu oranın Çin, Rusya, Meksika ile Latin Amerika daki Mercosur ekonomi bölgesinde yüzde 20 olduğunu açıkladı. Wissmann a göre, bu başarı iki ayak üzerinde yükseliyor. Almanya daki üretim ile üretim sürecinin emek yoğun aşamalarını düşük ücretli ülkelere nakletmek, paralel ve etkileşim içinde gerçekleştiriliyor. Özellikle Doğu Avrupa da Alman otomobil üreticileri ve tedarikçi yan sanayiler, yoğun bir üretim kapasitesi yaratmış durumda. Satış pazarlarına yakın bu bölgelerde çok düşük ücretler ve iyi yetişmiş bir uzman işgücü var. Bunlar, Alman markalarının asıl gücünü oluşturan süreçler. Ford, Opel gibi Amerikan markaları, İtalyan devi Fiat ve özellikle de Fransız PSA nın avro krizinden aldıkları darbeler ölümcül bir eğilim kazanırken, aynı krizdeki Alman canlılığı gözden kaçmayacak kadar açıktı. Alman sanayisi, 1980 de 3.5 milyon olan otomobil üretimini 2011 de 5.9 milyona çıkarırken, Fransa 1980 de 2.9 milyon olan otomobil üretiminin 2011 de 1.9 milyona indiğini gördü. İtalya da ise aynı dönemdeki üretim hacmi 1.4 milyondan 500 bine kadar düştü. İşte Alman markaları için son derece olumlu bu gelişmenin artık yavaş yavaş son bulduğu ileri sürülüyor. Sonuçta Avrupa pazarlarındaki daralma, sürekli gelişen Alman otomobil sektörü için ekim ayında açık bir tehdide dönüştü. Batı Avrupa da gerileyen talep nedeniyle Alman otomobil ihracatı geçen ay yüzde 7 azaldı. Almanya daki otomobil üretiminde de yüzde 6 lık bir gerileme saptandı.

Fransız demokrasisinde en sevilen seçilmiş, bizim seçilmiş... Fransa nın vitrin sorunu UĞUR HÜKÜM Fransız aktif nüfusu içerisinde halen yüzde 25 in üstünde bir ağırlığı olan işçi sınıfı 1983 te yerel seçilmiş belediye başkanları arasında yüzde 2.42 oranında temsil edilirken, 2008 de oran yüksele yüksele yüzde 2.64 e çıkmış. 1983 te oranları yüzde 40.3 olan ziraatçılar, çiftçiler 2008 de yüzde 18.6 ya düşerken, ağırlıkları yüzde 16.7 olan üst düzey yöneticiler ve yüksek eğitimli kadrolar, 25 yıl sonra yüzde 20.5 oranında başkanlık koltuğuna oturur olmuşlar. PARİS - Boşuna dememişler, Gözden ırak, gönülden ırak, diye! Anlaşılan Fransızlar da bu hoş deyişe itibar ediyorlar. Fransız bir sosyolog, Michel Koebel Seçilmişler i sevgi, ilgi, tercih, popülarite gibi öğeler etrafında harmanlayıp aralarında sınıflamış. En yakındaki seçilmişler en sevilen seçilmişler olarak belirlenmiş. Seçilmişler kim mi? Türkçe siyasi literatürde seçilmiş-ler kavramı henüz yeterince yaygınlaşmamış, söylemlerde yerleşmemiş bir kavram. Olgunun gerisinde demokrasi deneyiminin hamlığı kadar tepeden atanmışlık ve ataerkil ilişkiler alışkanlığının da yeri var. Tanımına en sadık cumhuriyet rejimlerinde halkın, halk tarafından özellikle de halk için yönetilmesi gibi bir demokrasi ilkesi zorunlu olsa da, kendine her cumhuriyet diyen ülke evrensel ilkeler ve değerlerle yönetilmiyor. AvrupaGüN 7

AvrupaGüN 8 Türkçede seçilmiş denince akla ilk gelen ya kutsal bir gücün ya da kutsala yakın bir elin-bileğin seçtiği, belirlediği kişi olur. Halbuki Fransızcada Elu (Seçilmiş) dendiğinde her vatandaş tereddütsüz ve öncelikle ya milletvekili, ya da belediye meclisi başkanı veya üyelerini düşünür. Başka, başka diye sorarsanız, ikinci adımda il ve/veya bölge kurulları, kanton, komün üyeleri, başkanları ve genellikle son olarak da senatörler (senatörler doğrudan seçilmediği için olsa gerek) hatırlanır. Bir adım daha ileri gidecek olursak -ki bu yazının sınırları dışında kalan- çok daha bir geniş kitle vardır ki, o da işyerlerindeki işçi temsilcileri, işyeri komitesi vb toplumsal, sendikal örgütlerin üyeleridir. Onlar da Seçilmişler dir. Yani yurttaşların, ücretlilerin, çalışanların kendi iradeleri doğrultusunda düşünce ve tercihlerini temsil etme, haklarını, çıkarlarını savunma yetkisine sahip insanlar. Bunlar arasında Fransızların en sevdikleri de Bizim Seçilmişimiz diye bağırlarına basabildikleri, bastıklarıdır. Bizim Seçilmişler Bizim Seçilmişler yerel yöneticiler, yani yurttaşlara fiziki-coğrafi olarak en yakın olanlar, onlara gündelik yaşamlarında eşlik edenlerdir. Çoğu zaman doğdukları, büyüdükleri, okudukları, çalıştıkları, oturdukları kentin, ilçenin, köyün (muhtarlık benzeri bir yapı yok) içinden seçilmiş belediye başkanları ve belediye meclisi üyeleridirler. Sonra sırasıyla il ve bölge yönetimleri üyeleri, kanton ve komün seçilmişleri, milletvekilleri, senatörler gelir. Teorik olarak ülke siyasetinde en etkin kişiler önce milletvekilleri, sonra da senatörler olduğuna göre birçok politikacı milletvekilliğinin yanı sıra ya belediye başkanlığı, ya da il veya bölge idare kurulları başkanlığı görevini de üstlenmişlerdir. Zira bu sayede tabanla temas organik biçimde sürdüğü gibi, bir sonraki seçim dönemini garantilemenin de yolu açılmış demektir. Ne de olsa Bizim Seçilmişler bir tercih etkenidir. Ne var ki, iki, hatta nadiren de olsa bu tipte üç görevi biriktirenler, başkalarının özellikle de gençlerin kariyerini engellemiş oluyorlar. Böylesi bir siyasi egoizm Batı dünyasında az rastlanır bir durumdur. Bu nedenle sol her dönemde siyasi seçilmişlik koleksiyonculuğu nu yok edeceğini ilan etmiş, gel gör ki, bir türlü bu siyasi ucubeyi yok edememiştir (çünkü solun bir kısmı da aynı zaaftan mustariptir). Bakalım Cumhurbaşkanı François Hollande, seçim vaatleri arasına kattığı, aslında 520 bin kişilik bir (Seçilmişler) ordu(su)nun Generalleri (!) hariç ezici çoğunluğu hiç ilgilendirmeyen bu ayıbı önümüzdeki dört buçuk yıllık dönemde kapatabilecek mi? 520 bin erli Yerel Yönetim Ordusu (YYO) Fransa da 577 si milletvekili, 348 i senatör toplam 925 seçilmiş dışında yaklaşık 520 bin kişilik, yerellerden (çoğunluğu yerlilerden) oluşan seçilmişler ordusu yerinden yönetimin, Doğrudan Demokrasi nin temel taşları biçiminde doğup gelişmiştir. Ama sosyolog Michel Koebel (*), Bizim Seçilmişler in halkça tutulmasına rağmen demokrasinin geleceği açısından pek iyimser değildir. Nedenlerine geçmeden önce bir-iki rakamla YYO yu somutlayalım. Fransa idari olarak 27 bölge, 101 il, 342 arrondissement (herhangi bir siyasi varlığa -örneğin seçim bölgesi- tekabül etmeyen özel idari bir birim), 4.055 kanton ve 36.766 komünden (köyle mahalle arası bir birim) oluşur. Ayrıca yine seçilmişe ihtiyacı olmayan interkomünal, komünler arası yapılarla, ayrı seçilmişlere sahip üç büyükkent, Paris, Lyon ve Marsilya nın da özel tüzüklü konumları mevcuttur. Çoğu okur hatırlayacaktır. Yerel Yönetimler için Prens Sabahattin den beri Türkçede kullanılan deyim yakın zamanlara kadar Ademi Merkeziyetçilik olmuştur. Hiç kimse bu kavramın bir an dahi Havvai Merkeziyetçilik olabilme olasılığını aklından geçirmemiştir. Tamam, Âdem=İnsan dır. İlla velâkin Âdem aynı zamanda adamdır, yani erkektir. İşte Koebel i demokrasinin geleceği açısından epeyce endişelendiren ilk noktalardan biri budur. Yerel yönetimin merkezine Fransa gibi bir toplumda bile yine erkekler konulmaktadır. Zihniyetlerin sözüm ona evrimi, yasaların kadın-erkek tam eşitliğini zorunlu kılmasına rağmen, yerel yönetimlerde, özellikle de kilit noktalarda, örneğin iş başkanlık makamına geldiğinde kadınlar hayretlik derecede azınlıktadır. Bir fikir vermek için söylemek gerekirse, Fransız Millet Meclisi nde 2012 itibariyle 577 milletvekilinden 112 si (yüzde 19), 2011 itibariyle 348 senatörden 77 si (yüzde 22.1) kadındır. Bölge (idare) kurulları seçilmişlerinin 1986 da yüzde 9 u kadınken 1 kadın başkan varmış. 2010 itibariyle bölge kurullarına seçilmiş kadın üye sayısı yasaların zorlamasıyla yüzde 48 e yükselirken başkan sayısı sadece 101 de 6 olabilmiş. Fakat il (idare) kurulları kuruluş tarihi olan 1958 de bünyesinde yüzde 0.7 kadın üye ağırlarken, bu rakam 2011 de ancak yüzde 13.8 olabilmiş. Başkan sayısı ise topu topu 3. 2008 yılında nüfusu 3 bin 500 den yüksek

olan belediyelerde kadın meclis üyesi oranı yasanın da zorlamasıyla- yüzde 48 e ulaşırken, başkan kadın oranı yüzde 10 da takılmış. Kadınlar ikinci sınıf cinsiyet olmaya devam ediyor. Rakamların dili (nispeten) genç üyelere odaklandığında dengesizliğin daha da vahimleştiğini gözlemliyoruz. Örneğin 18-29 yaş grubu arasındaki belediye başkanlığı oranı yüzde 1, 18-39 yaş grubunda oran yüzde 3, 18-49 yaş grubunun toplamın yüzde 10 unun altında kaldığını görüyoruz. Belediye başkanlığı için Koebel in deyimiyle Altın Yaş yüzde 17 yle 70-79 yaş grubunda. Onu yüzde 15 le 60-69 ve yüzde 14 le 80 yaş ve üstü izliyor. Bu nedenle sol her dönemde siyasi seçilmişlik koleksiyonculuğu nu yok edeceğini ilan etmiş, gel gör ki, bir türlü bu siyasi ucubeyi yok edememiştir. Çünkü solun bir kısmı da aynı zaaftan mustariptir. Bakalım Cumhurbaşkanı François Hollande, seçim vaatleri arasına kattığı, aslında 520 bin kişilik bir (Seçilmişler) ordu(su)nun Generalleri (!) hariç ezici çoğunluğu hiç ilgilendirmeyen bu ayıbı, önümüzdeki dört buçuk yıllık dönemde kapatabilecek mi? Düşünebiliyor musunuz, belediye başkanlarının neredeyse yarısı 60 yaşının üstünde. Başkan yardımcılarında altın çağ yüzde 32 yle 60-69 yaş grubunda. Yardımcıların yüzde 75 i 60 yaşın üstündeki dilimlerde toplanmış. Ancak büyüteci sosyo-profesyonel ölçütlere veya sosyal sınıflara tuttuğumuzda ortaya daha da çarpıcı veriler ve gözlemler çıkıyor. Yönetim birimi büyüdükçe, görev yükseldikçe toplumsal köken ve sınıfsal konum neredeyse tamamen egemen bir görünüm kazanıyor. Bunun en çarpıcı örneği işçi kökenli seçilmişlerde. Fransız aktif nüfusu içerisinde halen yüzde 25 in üstünde bir ağırlığı olan işçi sınıfı 1983 te yerel seçilmiş belediye başkanları arasında yüzde 2.42 oranında temsil edilirken, 2008 de oran yüksele yüksele yüzde 2.64 e çıkmış. 1983 te oranları yüzde 40.3 olan ziraatçılar, çiftçiler 2008 de yüzde 18.6 ya düşerken, ağırlıkları yüzde 16.7 olan üst düzey yöneticiler ve yüksek eğitimli kadrolar, 25 yıl sonra yüzde 20.5 oranında başkanlık koltuğuna oturur olmuşlar. Doktorlar, noterler gibi geleneksel eşraf olarak Fransız yerel siyasi hayatında önemli rol oy- namış sosyo-profesyonel katmanlar sırasıyla yüzde 40 ile 60 oranıyla yerel yönetimlerden çekilirken, emeklilerde yüzde 83 ve memurlar da yüzde 81 lik artışla bu kategorilerde tam bir patlama yaşanmış. Biraz önceki yaş dilimleriyle tam uyuşan bu verilere göre emekliler 1983 te 6 bin 288 (yüzde 19.1) belediyede başkanken 25 yıl sonra 11 bin 528 (yüzde 37.9) belediye başkanlığını ele almışlar. Memurlar da 2020 (yüzde 6.1) başkanlıktan 3 bin 639 (yüzde 11.9) başkanlığa sıçramışlar. Bu arada tüccar ve işyeri sahibi belediye başkanlarının sayısı 3 bin 782 den (yüzde 11.5) 18 bin 46 ya (yüzde 6.1) düşmüş. Sonuç: Güvensizlik Sosyolog Michel Koebel in de belirttiği gibi yukarıdaki verilerden çıkartabildiğimiz kadarıyla mevcut yerel yönetimler veya yerinden yöneticilik yöntemleri, ilkeleri yurttaşların seçilmişlere yeterince güven duymasını sağlayamıyor. Fransızların siyasete duyduğu ilgi, Bizim Seçilmişler le, kendilerine en yakın hissettikleri, tercih ettikleri yerel siyasetçilerle özdeşleşmekten bile bir hayli uzak. Birkaç hafta önce yayınlanan Opinionway kamuoyu araştırma kurumunun Paris Siyasal Bilgiler Enstitüsü Araştırma Merkezlerinden Cevipof ve Pierre-Mendès-France Enstitüsü işbirliğiyle gerçekleştirdiği bir araştırmanın sonuçlarına göre Fransızların yüzde 58 i siyasetle ilgilendiğini söylüyor. Fakat yüzde 83 ü politikacıların kendi görüşlerine itibar etmediğine, yurttaşları yeterince dikkate almadığına inanıyor. Yüzde 57 si demokrasinin iyi çalışmadığını savunurken, yüzde 56 sı sola da sağa da güvenmediklerini ifade etmiş. Bir sınıflama yapmak gerekirse şöyle bir tahmini tablo ortaya çıkıyor: Cumhurbaşkanına olan güven yüzde 29, Avrupa vekillerine olan güven yüzde 31, milletvekillerine olan güven yüzde 38 de kalırken, Fransızların yüzde 52 si hâlâ ve her şeye karşın kendi seçtikleri belediye başkanlarına güveniyor. Siyaset ve de demokrasi, giderek birebir, yüz yüze ve de somut çalışmalarla ölçülen, insanların kendilerini temsil ettiğine güvendiği seçilmişlerle yürüttüğü, katıldığı, mücadele ettiği bir süreç olarak ilerliyor (*) Michel Koebel Le pouvoir local et la démocratie improbable, 2006 (Eds. du Croquant) AvrupaGüN 9

Peer Steinbrück ün başbakan adaylığı bir Alman gerçeğini vurgulamış oldu SPD, sosyal demokrat bir iktidar istemiyor OSMAN ÇUTSAY AvrupaGüN 10 Almanya nın sol bir iktidara, toplumun alt gelir gruplarının sıkıntılarını dindirecek bir hükümete acilen ihtiyacı olduğunu düşünen kesimlere göre, Steinbrück lü bir SPD nin, Hıristiyan Demokrat Birlik (CDU) ve Hıristiyan Sosyal Birlik (CSU) ile birlikte, ancak onların küçük ortağı olarak, hükümet kurma iradesinden başka bir anlamı bulunmuyor. FRANKFURT - Alman sosyal demokratlarının 2013 genel seçimlerinden önde çıkmak gibi bir derdinin olmadığı, Peer Steinbrück ü başbakan adayı ilan etmeleriyle ortaya çıktı. Ancak yine de, şimdiki Başbakan Angela Merkel e geçmişte uzun süre maliye bakanı olarak hizmet eden Steinbrück ün, SPD üstyönetimince adeta bir saray darbesiyle belirlenen bu son adaylığına yine de bir anlam bulmak gerekiyor. Bu anlamı tam olarak henüz çözebilen yok. Ancak öneri ve iddialar var. Biri ve galiba en akılcı olanı, Peer Steinbrück lü bu SPD nin sandıktan ancak Hıristiyan demokratlara yeni bir Büyük Koalisyon ortağı olarak çıkabileceği şeklinde. 94 yaşında politika üretmeye devam eden Helmut Schmidt in yeni gözdesi olarak siyaset sahnesinin en önemli köşesine ve sorumluluğuna oturtuluveren Steinbrück, partisini yüzde 20 sınırının altına düşürmemeyi başarırsa eğer, çok başarılı sayılacak. SPD, 2009 seçimlerinde yüzde 23 lük oy oranıyla tarihsel bir hezimet yaşamıştı. Birçok çevre, özellikle de Almanya nın sol bir iktidara, toplumun alt gelir gruplarının sıkıntılarını dindirecek bir hükümete acilen ihtiyacı olduğunu düşünen kesimler, Steinbrück lü bir SPD nin, Hıristiyan Demokrat Birlik (CDU) ve Hıristiyan Sosyal Birlik (CSU) ile birlikte, onların küçük ortağı olarak, hükümet kurma iradesinden başka bir anlamı bulunmadığını ileri sürüyor. SPD sağının adayı 65 yaşındaki Steinbrück, partisi içindeki en sağ çevrelerin temsilcisi. Çalışan sınıflara çok pahalıya mal olan neoliberal programlara yakınlığını geçmiş dönemdeki hizmetleriyle kanıtlamıştı. Helmut Schmidt için söylenen, aynen Steinbrück için de yineleniyor: Yanlış partide, asıl yeri CDU olmalıydı! Bunun çok da boş bir kalıp olduğu söylenemez. SPD içinde işverenlerin ve sağ politikaların sözcüsü kabul edilen Seeheim Çevresi ( Seeheimer Kreis ) Steinbrück ü başından itibaren desteklediğini duyurmuştu. Helmut Schmidt in mutluluk ve kariyer getiren elinin nelere kadir olduğu, belki parti üstyönetimine yakın olanlar için değil, ama uzak olan milyonlar için Steinbrück ün şaşkınlık yaratan başbakan adaylığı ilanıyla zaten görüldü. Bu adaylık, SPD nin üst katında bir tür erkene alınmış malumu ilam idi. Zaten böyle olacaktı, biliniyordu. Sonuçta, Steinbrück ün genel seçimlere SPD nin başbakan adayı olarak katılacağı haberi, Merkel politikalarının ana hatlarıyla SPD tarafından sürdürüleceğinin ilanı kabul edildi. Ancak art arda yapılan kamuoyu yoklamaları, Alman halkının ezici çoğunluğunun Steinbrück ün başbakanlığına inanmadığını gösteriyor. SPD üstyönetiminin bu verilere rağmen apar topar böyle bir karar çıkartması, sosyal demokratların iktidar istemediği, daha doğrusu çalışan sınıflardan yana bir programa, kimilerine göre sosyal demokrat bir programa, uzak durduğu yorumlarıyla karşılanıyor. Gerçekten de ortada SPD nin seçimlerden en yüksek oyu toplayan parti olarak çıkacağına inanan herhangi bir akil Alman yok. Büyük Koalisyon için Ayrıca, CDU nun başbakanlığında bir hükümette yer almayacağını açıkça söylemesine rağmen, Steinbrück ün, Merkel in başbakanlığını yine de kabul edebileceğini düşünenler çoğun-

Illüstrasyon: ÖMER YAPRAKKIRAN lukta. Siyasetin böyle tutulmayacak sözlerle dolu olduğu ileri sürülüyor. Ayrıca SPD emeklilik yaşının 67 ye çıkarılmasına ve Katma Değer Vergisi nin yükseltilmesine önce karşı çıkmış sonra da yol vermişti. Bu da unutulmuyor ve Steinbrück ün bu sözlerine rağmen Merkel in Yardımcısı unvanıyla ortak bir hükümete ( Büyük Koalisyon ) katılabileceği düşünülüyor. Nereden bakılırsa bakılsın, Peer Steinbrück ün, Angela Merkel ile birlikte, 2005-2009 döneminde kendisinin maliye bakanı olarak yolunu belirlediği Büyük Koalisyon un yeni bir versiyonuna karşı çıkmayacağı anlaşılıyor. Bunun da normal olduğu söyleniyor. Peer Steinbrück, daha 2009 yılında hezimetle biten seçimlere giderken bile Hıristiyan demokratlarla bir büyük koalisyondan yana olduğunu açıkça ifade etmişti. Yüzde 23 lük hezimet biraz da bu angajmanlara bağlanıyor. Steinbrück ün başbakan adaylığı SPD içinde taban ile tavan arasındaki uçurumun inanılmaz boyutlara ulaştığını, ancak tabanın hiç de etkili gösteren yeni bir mesaj oldu. Onun dışında, bu partinin Gerhard Schröder hükümetleri döneminde (1998-2005), yani SPD-Yeşiller koalisyonu sırasında, Genel Başkan Oskar Lafontaine i tasfiye edecek kadar sağa çektiğini ileri sürenler tümüyle haksız sayılmazlar. Çalışanları ve sosyal adaletten yana programları temsil eden bir partinin, zaman içinde özel mülkiyeti sosyal adaletten çok daha fazla önemseyen bir örgüte, daha doğrusu şirkete dönüşmüş olması... Partinin bir zamanlar orduyu andıran ve bugün yarı yarıya eriyen üyelerinin önemli AvrupaGüN 11

bir bölümü, bir şirket bünyesinde partili gibi davranmaya çalıştıklarının farkında olmayabilirler. Ancak bu ikilemin zamanla yeni yol ayrımlarına açılacağına kesin gözüyle bakılıyor. Steinbrück, tabandaki sosyal demokratları acı gerçekle yüz yüze getirmenin bir başka aracısı olarak da yorumlanıyor. uzun bir süredir haftalık sol liberal Der Freitag gazetesini yayımlayan Jakob Augstein, son yorumlarında, açıkça Peer Steinbrück lü bu SPD nin ağır bir yoksullaşma sürecinden geçen seçmenlerden oy almasının mümkün olmadığını anlatıyor. Jakob Augstein a göre, Steinbrück ün her geçen gün biraz daha dallanıp AvrupaGüN 12 Entrika siyasetin can suyudur Tabanda bulunduğu varsayılan sosyal demokrat duyarlılığın kaderine güzel bir örnek olarak, 2008 yılında Hessen de sol sosyal demokrat tezlerle eyalet başbakanlığının kıyısına kadar gelen Andrea Ypsilanti nin bir anda bitirilen siyasi kariyeri gösteriliyor. Yeşiller ve özellikle de Sol Parti ile hükümet kuracak çoğunluğu ele geçiren Ypsilanti nin başarılı olması halinde SPD de Gerhard Schröder in neoliberal programına karşı köklü bir dönüşümün mümkün olacağını düşünen önceki Steinbrückler in girişimleri, hatta Türk politikasını hiç aratmayan entrikaları, Sol Parti yle işbirliğini de düşünebilecek Ypsilanti nin kariyerini bir anda bitirmeyi başardı. Benzer ama daha çok zamana yayılmış bir kaderi aynı dönemde SPD genel başkanlığını da üstlenen Kurt Beck yaşadı. Bazı Schröder-Steinbrück önlemlerine, özellikle de Hartz IV Yasaları denilen muhtaçlık yardımlarının acımasızlığına karşı çıkmaya çalışan Beck, parti içindeki entrikalar sonucu kendisini bir anda unutulmuşluğun ve hastalıkların elinde buldu. Steinbrück ün başbakan adaylığının ilan edildiği gün, geçen ay, eski sosyal demokrat okulun ağır toplarından Kurt Beck in de tüm siyasal görevlerinden ayrılma kararını açıklaması son derece sembolik bir paralelliğe karşılık geldi. Der Spiegel in efsanevi yaratıcısı Rudolf Augstein ın yetenekli yazar oğlu, kendisi de budaklanan konferans gelirleri ve milyonerliği, sadece yan gelirlerinin 2 milyon avroyu bulduğu anlatılan bu politikacı, her 5 kişiden birinin açık bir yoksullukla pençeleştiği, 20 milyonu aşkın emeklinin yaşamaya çalıştığı Almanya da siyasi bir felaketin habercisi olmak dışında herhangi bir anlam taşımıyor. Ancak sorun, bunu ne Hamburg doğumlu ve neoliberal hırslı iktisatçının ne de çoktan şirkete dönüşmüş partisinin anlayabilecek durumda olması. Hele yan gelirleri kamuoyuna mal oldukça Peer Steinbrück ün Saydamlık diktatörlüklerde olur! veya Anlamadığım şey şu: Neden parayı hep başkalarının kazanma hakkı var? gibi açıklamaları iktidar opsiyonunu iyice gündemden düşürüyor. Ama sorulmayan asıl sorunun şu olduğu ortaya çıkıyor: SPD gerçekten Angela Merkel Almanyası nın krizle mücadele adına ileri sürdüğü toplumsal-siyasal çözümler dışında bir tahayyüle sahip mi ve böyle bir tahayyülü taşımak istiyor mu? Böyle bir kapasitesi var mı? Sadece Peer Steinbrück ün değil, tarihsel örgütlülüğünü ve temel ilkelerini büyük ölçüde yitirmiş, küçük ve zengin bir azınlığın elindeki şirkete dönüşmüş her partinin mevcut iktidarı zorlayabilecek bir yanı bulunmuyor ve galiba bu görülmek istenmiyor. Almanya yı 2013 te, şimdilik, herhangi bir sürpriz beklemiyor. Üstelik ekonomi alarm sinyalleri verir, yoksullaşma ağır bir yüke dönüşürken, bu çok daha açık bir hal alıyor.

Brüksel deki Binfikir gazetesinin 8 inci yaşı coşkuyla kutlandı AB nin başkentinde Türkçe habercilik BRÜKSEL - Belçika da Türkçe olarak yayın yapan Binfikir gazetesi 8 inci yılını gazetenin yazar-çizer kadrosu, Binfikir Tiyatro grubu üyeleri,binfikir in başarısında katkısı bulunan dostları ve Brüksel deki Türkçe medya mensuplarının katılımı ile kutladı. Binfikir Genel Yayın Yönetmeni Serpil Aygün, kendilerine destek veren Erol Günaydın ı da hatırlattığı konuşmasında, Binfikir in Belçika da 8 yıldır aralıksız yayın yapan tek Türkçe yayın olduğunun altını çizdi. Düğün-nişan haberciliğine tepki olarak doğan bu yayının, köykasaba gazeteciliğinden uzak bir tutumla, Belçika da olan bitenleri Türk toplumuna aktarmayı görev edindiğini belirten Aygün, şöyle konuştu: Binfikir, 2004 yılı mayıs ayında internet sitesi olarak yayına başladı. Daha sonra halktan gelen talepler doğrultusunda 2005 yılı kasım ayında aylık basılı gazete olarak yayın hayatını sürdürdü. Belçika nın hiç ara vermeden çıkarılan en uzun süreli Türkçe yayın organı olan Binfikir gazetesi, 10 bin adet basılıyor ve Belçika nın dört bir yanına titiz bir şekilde dağıtılıyor. Binfikir, Belçika'da değişimin simgesi oldu. Binfikir, kısa sürede habercilikteki tekelleri kırarak Belçika'da yaşayan tüm Türklerin haberlerinin yapıldığı bir yayın organına dönüştü. Gazetemiz, basın yayın ilkelerine saygısıyla, yaftalamadan ve yorumdan arındırılmış tarafsız haberciliğiyle hemen halkın beğenisini topladı. Binfikir in kültür ve sanat çalışmalarına da değinen Aygün, sözlerini şöyle sürdürdü: Bir sosyalleşme projesi olan Binfikir, sadece yayıncılıkta değil, kültür-sanat gibi diğer alanlarda da aynı yolu izleyerek topluma hizmet etti. Binfikir sokağı sanata, sanatı sokağa taşıdı. 2008 yılından itibaren Binfikir Tiyatro ve Karikatür Okullarında yüzü aşkın öğrenci yetişti. Binfikir Tiyatro Topluluğu, yüzde 100 Binfikir e ait 4 orijinal oyun da çıkardı. Oyunlardan birinin hikayesi ünlü çizer Gürcan Gürsel tarafından Türkçe-Flamanca ve Türkçe-Fransızca olarak çizgi roman haline getirildi. Binfikir Tiyatro Topluluğu, 2 sezon boyunca ATVAvrupa ya Turkomedi adı altında skeçler hazır- ladı. 27 Mart Dünya Tiyatrolar Günü'nü Brüksel'de Sahnede Çeşitlilik Festivali olarak kutlayan Binfikir Tiyatro Topluluğu, Belçika'nın farklı kültürlerini hem sahnede hem de tiyatro salonunda buluşturuyor. Daha sonra Binfikir yazarlarından Nihat Kemal Ateş ile Londra dan gelen Hüseyin Özer de yaptıkları konuşmalarda Binfikir in başarısından gurur duyduklarını ve her zaman ekibin yanında olduklarını söylediler. Yine Binfikir yazarlarından Halk Ozanı Fakı Edeer söylediği türkülerle geceye ayrı bir renk kattı. Serpil AygÜn AvrupaGüN 13

Avro ulusal devletle gelen güvenceleri paramparça edecek bir potansiyel taşıyor Almanya da bir Egemenlik Konferansı OSMAN ÇUTSAY AvrupaGüN 14 Yaşlı kıtada tüm hesapların gözden geçirildiği bir döneme girildi. Avrupa para sisteminin ( avro ) bir çıkmaza doğru sürüklenmesi ve Avro Bölgesi nde yaşanan krizin merkezdeki zenginleri de vurmaya başlaması, uzun süre kamuoyunun algı menzili dışında tutulan yeni arayışları tetikliyor. Nitekim Federal Almanya nın başkenti Berlin de önümüzdeki hafta sonunda yapılacak uluslararası bir konferansta, ulusal devletin içeride sosyal adalet ve dışarıda da dünya sistemine saldırı düzenleyenlerle mücadele için önemi ve başta Almanya olmak üzere bazı büyük devletleri bekleyen tehlikeler tartışılacak. Almanya da yayımlanan aylık Compact dergisiyle Institut de la Démocratie et de la Coopération tarafından, tanınmış Alman, Fransız, Rus gazeteci, yazar ve bilimadamlarının katılımıyla Hür Berlin Üniversitesi salonlarında 24 Kasım da gerçekleştirilecek olan konferansta, egemenlik kavramının iç ve dış politikadaki önemi masaya yatırılacak. Avro sistemine yıllardır Federal Anayasa Mahkemesi nezdinde itiraz eden öncü bilimdamlarından Prof. Dr. Karl Albrecht Schachtschneider ile Fransız-Alman gazetecilik ve kitap dünyasının ünlü isimlerinden Peter Scholl-Latour, toplantının önde gelen yıldızlarından olacak. Ayrıca Valentin Falin ve Eduard Husson gibi Rusya ve Fransa dan da tanınmış uzmanlar da konferansa tebliğ sunacaklar. Konferansı düzenleyen Compact dergisinin genel yayın yönetmeni ve yazar Jürgen Elsässer, ABD ile AB nin el ele yıkıcı emperyal saldırılarına karşı bu konferans çerçevesinde çare aranacağını belirterek, bu savaş ve yıkım sürecinden kurtuluş için öneriler geliştirileceğini söyledi. Kamuoyuna Alman-Rus Egemenlik Konferansı başlığıyla duyurulan etkinlikte ulusal egemenlik ve

cumhuriyetçiliğin nasıl bir tehdit altında olduğu değişik boyutlarıyla tartışmaya açılacak. Aylık Compact dergisi Genel Yayın yönetmeni Jürgen Elsässer, konferans öncesinde sorularımızı yanıtladı. - Bir egemenlik konferansı düzenlediniz, bu uluslararası konferansa Avrupa, hatta Rusya nın tanınmış şahsiyetleri katılıyor. Avrupa Birliği, gerçekten de artık üyelerinin ulusal egemenliğini garantileyecek durumda değil mi? JÜRGEN ELSÄSSER - AB, ulusal devletleri ortadan kaldırmak için uğraşıyor. Almanya da yasalarımızın yüzde 85 i, AB Komisyonu tarafından önceden belirleniyor. Yani, parlamentomuz sadece bir onay makamı. Gerçek karar vericiler, kimsenin seçmediği AB komiserleri. Eskiden SSCB vardı, şimdi onun yerine ABSCB var, bir komiserlik egemenliği, ama bu, sosyalist temelde değil finans kapitalizmi temelinde bir egemenlik. Avroyu kurtarma hamlesi kapsamında da devletlerin egemenliklerini parçalama işi devam ediyor. Yunanistan, Portekiz ve İspanya artık Brüksel troykasının (IMF, Avrupa Merkez Bankası, AB) himayesi altındaki devletlerdir. Birer protektora yani. Almanya da en zengin devlet olarak kendi vergi gelirleri üzerindeki denetimini, yani bütçe egemenliğini yitirdi, çünkü sürekli kurtarma şemsiyesi ESM parlamentomuzun bir veto olanağı bulunmaksızın bizim devletin sermayesine el atabilir. - ABD emperyalizmi veya Avro emperyalizmi karşısında egemen ve büyük ulusal devletler neden olağanüstü önemli? Neden ulusal devlet ile milliyetçi devlet, daha doğrusu milliyetçilik birbirinden iki farklı şey? JÜRGEN ELSÄSSER - Konferansımızın başlığı Egemenlik Konferansı. Bu, bir Fransız kavramı olan ve milliyetçilikle arasında sınır çeken egemenlikçiliğe ( Souveränismus ) gönderme yapıyor. Egemenlikçilik aslında cumhuriyetçilik tir, yani ırkçı düşünceden bağımsız olarak ulusal devletin korunmasıdır: Ulusa ise, kan dan bağımsız olarak, kendini o ulustan sayan herkes dahildir. Ulusal devlet, bir ülkenin sosyal adalet standartlarını ve endüstrisini korumak için mümkün olan tek örgütlenme biçimidir. Eğer yıkılıp giderse, küreselleşmenin saldırıları altında rekabet edemez hale geliriz ve zaten yakında da Çin deki ücretlerle çalışmak zorunda kalacağız, ancak fiyatlar da Avrupa düzeyinde devam edecek. - Avro krizi nereye açılıyor? Orta Avrupa da yeni savaşlara ve içsavaşlara mı çıkıyor bu yol? JÜRGEN ELSÄSSER - Avro krizi devletleri aşırı borçlanmaya itiyor. Açık veren ülkelerdeki toplumsal düzen böylece yıkılıyor. Güney Avrupa ülkelerinde sefalete mahkum kılınanların Orta Avrupa ya kaçışı çoktan başladı, on binlerce İspanyol daha şimdiden Alman işgücü piyasasını zorluyor. Yunanistan da sol ile sağ arasında klasik bir içsavaş tehdidi var. İspanya da ayrılıkçı bir savaş tehdidi egemen, ülkenin Katalonya ve Bask gibi zengin bölgeleri, ortak devletin borçlarını taşımak zorunda kalmamak için kendi devletlerini kurmak istiyor. Bu, 1980 sonları Yugoslavya sındaki gibi bir senaryo. Yugoslavya sonrası ayrılıkçı savaşlarda 200 binden fazla insan ölmüştü. - Suriye Arap dünyasındaki yegane laik devlet ve İran bu devleti destekliyor. Bu konuşlanmayı biz egemenlik, ulusal devlet ve Erdoğan Türkiyesi gibi kavramlar çerçevesinde nasıl açıklayabiliriz? Siz bu durumu nasıl görüyorsunuz? JÜRGEN ELSÄSSER - Statükoya yönelmiş devletlerin karşısında, küresel pastadan görece daha büyük bir parça koparmaya çalışan saldırgan devletler duruyor. Tıpkı 1930 ların sonu gibi. Statükoya yönelmiş, onu korumaya çalışan devletler, birbirinden çok farklı da olsalar, Kötülük Ekseni ne (ABD, İngiltere ve İsrail) karşı bir araya gelmek zorunda. Bu da böyle İran, Rusya, Çin, Suriye, Venezuela gibi birbirinden çok farklı ülkelerin işbirliğini gerektiriyor. Bu kapışmada Türkiye nerede duracak? Korkarım Erdoğan Kötülük Ekseni ni desteklemekten yana karar aldı ve onların gölgesinde kendi Yeni Osmanlı düşlerini takip ediyor. AvrupaGüN 15

Anadili temelinde dil öğrenimi talepleri giderek yoğunlaşıyor Alman demokrasisinde eleyici acımasızlık AvrupaGüN 16 Almanya'da işçinin çocuğu, özel bazı istisnalar dışında, her zaman işçi olacaktır. Eğitim görmüş ailelerin çocukları da, yine bazı özel durumlar dışında, her zaman eğitim gören ve görmüş çocuk olacaktır. Bu yönüyle Alman eğitim sistemi, selektif yanıyla toplumsal kesimler arasında bir ayrımcılığa sahiptir. Bu ayrımcılık, Alman toplumsal hiyerarşisinin sürekliliğini sağlıyor. Bu selektif eğitim sisteminin önsel ve önyargıya dayalı işleyişinin yaratmış olduğu ayrımcılık, göçmenlere ve göç kökenli çocuklara yönelik bir ayrımcılık olarak doğrudan yansıyor... ESSEN - Almanya'nın Essen kentinde kurulan Initiative zur Förderung von Sprache und Bildung (Dil ve Eğitimi Desteklemek için İnisiyatif) adlı kamu yararına derneğin kurucularından ve dört yıldır hem basılı hem de internette ( www.diegaste.de) yayımlanmakta olan Die Gaste'nin de yayın yönetmeni Zeynel Korkmaz, Alman eğitim sistemindeki ciddi tıkanma noktalarını açığa çıkarmayı ve alternatif programlar önermeyi sürdüreceklerini belirtti. Korkmaz, geçen ay yeni bir sempozyumu daha başarıyla tamamlayan Die Gaste ekibi adına sorularımızı yanıtladı ve zorlu bir bilanço çıkardı. - Almanya'da Türk çocuklarının en büyük kesimi oluşturduğu yabancı kökenli öğrencilerin durumu hiç iç açıcı görünmüyor. Ne oluyor? ZEYNEL KORKMAZ - Federal Alman İstatistik Dairesi verilerine göre 2010-2011 eğitim

- Önyargı mı? ZEYNEL KORKMAZ Bu önyargıya göre, göçmenler ya da göçmen işçiler, geri bir ekonomik, toplumsal ve kültürel ülkeden gelmektedir. Eğitim düzeyleri akıl almaz boyutta düşüktür, çoğunun okuma-yazması bile yoktur. Doğal olarak bu göçmen kitlesinin çocukları da böylesine bir gerilik içinde yaşama gözlerini açtıklarından, bazı istisnalar dışında bu geriliği aşabilecek özelliklere ya da genlere sahip değillerdir. Dolayısıyla bu göç kökenli çocukların daha iyi eğitim almalarını sağlamak için gösterilecek her çaba, kaynakların boşa harcanmasından başka bir sonuç vermeyecektir. Elbette bu entegrasyonatik gerekçeyi pedagojik bazı saptamalarla tanımlamak ve desteklemek olanaklıdır. Örneğin, göçmen ailenin geri liği, yani eğitimsiz oluşu, okuldaki çocuğunun derslerde karşılaştığı güçlükler karşısında, onların yardımcı olamayacakları anlayılında Almanya da yabancı öğrenci sayısı 727 bin 30 dur. Bu sayı, toplam öğrenci sayısının yüzde 8.3 üne denk düşüyor. Göçmen öğrencilerin okul dağılımına bakacak olursak, Grundschule'lerde yüzde 7.6, Hauptschule'lerde yüzde 19.4, Realschule'lerde yüzde 8.3, Gesamtschule'lerde yüzde 13.1, Gymnasium'larda yüzde 4.3 oranında göç kökenli öğrenci bulunuyor. Bu oran Förderschule'lerde, eski adıyla Sonderschule'lerde, yüzde 13 tür. Bu dağılım eyaletler arasında da büyük farklılıklar gösteriyor. Almanya çapında göç kökenli öğrencilerin yüzde 54.5 i Hauptschule diplomasıyla eğitim sürecinin dışına çıkıyor. Bunun yanında yüzde 13.7 oranındaki göç kökenli öğrenci ise, hiçbir diplomaya sahip olmaksızın zorunlu eğitim süresini tamamlıyor. Böylece göç kökenli öğrencilerin yüzde 70 inin eğitim süresi zorunlu eğitim süresiyle sınırlıdır. - Ya geriye kalanlar? ZEYNEL KORKMAZ - Geriye kalan yüzde 30 Realschule ve Gymnasium'larda eğitimlerini sürdürüyor. Bu yüzde 30 luk kesimin ise ancak yarısı bulundukları okullardan mezun olabiliyor. Geriye kalanlar, şu ya da bu nedenle, Realschule ve Gymnasium eğitimlerini tamamlayamıyor. - Kötü bir tablo bu... Seçip ayırıcı, eleyici veya selektif denilen sistemin rolü mü ağır? ZEYNEL KORKMAZ Evet, bu tablonun ortaya çıkmasında ekonomik, toplumsal, siyasal ve kültürel pek çok etmenin rolü var. Ama burada mevcut üçlü (Türkçe ifadesiyle 4+4+4) selektif eğitim sisteminin ve göçmenlere bakış açısının bu tablonun ortaya çıkmasındaki etkisi önemlidir. Alman eğitim sistemi selektif özelliğiyle belli önselliklere ve önyargılara dayanıyor. Yalın bir ifadeyle, işçinin çocuğu, özel bazı istisnalar dışında, her zaman işçi olacaktır. Eğitim görmüş ailelerin çocukları da, yine bazı özel durumlar dışında, her zaman eğitim gören ve görmüş çocuk olacaktır. Bu yönüyle Alman eğitim sistemi, selektif yanıyla toplumsal kesimler arasında bir ayrımcılığa sahiptir. Bu ayrımcılık, Alman toplumsal hiyerarşisinin sürekliliğini sağlıyor. Bu selektif eğitim sisteminin önsel ve önyargıya dayalı işleyişinin yaratmış olduğu ayrımcılık, göçmenlere ve göç kökenli çocuklara yönelik bir ayrımcılık olarak doğrudan yansıyor... - Nasıl oluyor? ZEYNEL KORKMAZ - Göçmen, her şeyden önce yerli değildir, yani göçmendir, ama aynı zamanda niteliksiz işgücü olarak işçidir. Dolayı- sıyla Alman selektif eğitim sistemi açısından, en azından işçi olmaktan kaynaklanan bir sonuç üretmek durumundadır. Göçmen işçinin, işçi olması nedeniyle, onun çocuğu da işçi olacağından, selektif sistem tarafından belli bir okul düzeyinde elenmek/tasfiye edilmek durumundadır. Bu önyargıya göre, göçmenler ya da göçmen işçiler, geri bir ekonomik, toplumsal ve kültürel ülkeden gelmektedir. Eğitim düzeyleri akıl almaz boyutta düşüktür, çoğunun okuma-yazması bile yoktur. Doğal olarak bu göçmen kitlesinin çocukları da böylesine bir gerilik içinde yaşama gözlerini açtıklarından, bazı istisnalar dışında bu geriliği aşabilecek özelliklere ya da genlere sahip değillerdir. Dolayısıyla bu göç kökenli çocukların daha iyi eğitim almalarını sağlamak için gösterilecek her çaba, kaynakların boşa harcanmasından başka bir sonuç vermeyecektir. Göç kökenli çocukların Alman eğitim sürecinden tasfiye ya da elenmesinin ikinci (gerçekte birinci) nedeni göçmen aileden gelmektir. Burada karşımıza entegrasyon politikaları ve bu politikaların dayanakları (öncülleri) çıkmaktadır ki, bunlar aynı zamanda toplumsal bir önyargı nın da kaynağıdır. AvrupaGüN 17

mına gelir. Bu durumda ailesinden destek ve yardım alamayan çocuk, derslerde karşılaştığı sorunları (örneğin Matematik ve Almanca derslerinde) çözemeyecek, doğal ve kaçınılmaz olarak başarısız olacaktır. Oysa eğitim görmüş bir ailenin çocuğu böyle bir durumla karşılaştığında ailesinden yardım alarak güçlüğü aşabilecek ve eğitimini sürdürebilecektir. - Yeterli Almanca bilmiyorlar tezinin ailevi altyapısı sanki... ZEYNEL KORKMAZ - Yine eğitsel pratikten çıkartılarak entegrasyon öncülleri haline getirilen ikinci bir olgu var. Bu da, göçmenlerin ve göç kökenli çocukların yeterli düzeyde Almanca bilmedikleri ya da Almanca öğrenme yeteneğine/becerisine sahip olmadıklarıdır. Doğal olarak bu öncüllerden yola çıkan entegrasyon politikaları Almanca öğrenmeyi her şeyin önüne geçiriyor. Burada öğrenilmesi istenilen Almancanın da bazı ölçütleri var tabii. Bu Almanca düzeyi, belli bir eğitime sahip olmayı, Alman tarihini, sanatını ve siyasal yapısını tanımayı sağlayan, Almanya nın gündemini izleyebilecek ve yorumlayabilecek bir düzeydir. Bunun yüksek bir standart oluşturduğu açıktır. Buradan çıkan sonuç da çok açıktır: En iyi göçmen, Almanca bilen yüksek öğrenim görmüş göçmendir. - Uzman aranıyor yani... İyi eğitilmemişlere pek şans yok... ZEYNEL KORKMAZ - Bu durumda, eğitimsiz ya da düşük okul mezuniyetine sahip göç kökenli çocuklar muteber göçmenler olmuyorlar. Bu kesim, aynı zamanda entegre olmayan ke- Anadili temelinde Almanca öğrenimi - Çözüm önerileriniz var.. ZEYNEL KORKMAZ Evet, bizim Die Gaste olarak çözüm önerimiz, anadili temelinde programlı ve sistemli Almanca öğreniminin sağlanmasıdır. Bu amaçlar doğrultusunda yapılması gerekenleri şöyle sıralayabiliriz: Bir: 3-7 yaş arasında, yani çocuğun okula başlayacağı yaşa kadar sürdürülecek olan, anadili üzerinde yükselen bir Almanca öğrenim programı hazırlanmalıdır. Çocuğun, kendi gelişimi içinde ve gelişimin evrelerine uygun olarak, nesneleri bilme, öğrenme ve kavrama sürecinde, kendi aile ortamından edindiği ve edineceği anadilindeki sözcükler ve kavramlar doğru ve gerçek Türkçeyle uyumlandırılmalı ve bu uyumlandırmaya paralel olarak Almanca sözcükleri ve kavramları öğrenmeye yöneltilmelidir. İki: Bu program, zamandaş olarak aile tarafından da yürütülebilir biçimde hazırlanmalıdır. Üç: Bu program, 3-7 yaş grubu için okul-öncesi eğitim programı olarak tasarlanmalıdır. Dört: Bu programın uygulandığı yerler, ne yalın biçimde Kindergarten olmalıdır, ne de yalın bir dil okulu olmamalıdır. Bu programda, çocuğun kendi doğal gelişim süreci esas alınmalıdır. Beş: Bu programa çocuklar tam gün olarak katılmalıdırlar.. 4 yıl süreli bu programın ilk yılında, anadilinin geliştirilmesi ve aile ortamında edinilemeyen kavram ve sözcüklerin ediniminin sağlanması hedeflenecektir. İkinci yıldan itibaren, bir yandan anadilinin geliştirilmesi sürdürülürken, buna paralel olarak Almanca sözcük ve kavramların öğrenilmesine geçilecektir. - İki dilli çocuk yuvaları mı? ZEYNEL KORKMAZ Burada en önemli sorunlardan biri de, göçmen çocuğun Alman yaşıtlarından yalıtılması, onlarla ilişkisinin okul sürecine kadar ertelenmesidir. Ama bizim önerdiğimiz program, kesinkes ikidilli Kindergarten ler oluşturulması değildir. İkidilli Kindergarten ler, iki dili bilen bakıcıla- AvrupaGüN 18

simdir ve gerekçesi de yeterli ve gerekli düzeyde Almanca bilmemeleridir. Durum böyle saptandığında, çok açıktır ki, yapılması gereken, göçmenlerin ve göç kökenli çocukların dışlanması olamaz. Demokratik bir ülkede böyle bir şey düşünülemez bile. Öyleyse yapılması gereken, bu göçmen kitlenin ve onların çocuklarının yeterli ve gerekli düzeyde Almanca öğrenmelerini sağlamaktır. Bu aynı zamanda göç kökenli çocukların eğitim hakkına sahip olmaları ve bu hakkı kullanmalarını gerektirir. rir. Ancak göçmen çocuklarının dil edinimi, gerek anadilinde gerekse de Almancada, adeta Platon un mağara benzetmesinde olduğu gibi, hayatlarında hiç terk etmedikleri, edemedikleri karanlık bir dehlizde, arkalarında ateş yakılmış cisimlerin yalnızca duvara yansıyan gölgeleri üzerinden gerçekleşiyor. Maddelerin gölgelerde yansıyan geometrik şekilleri, bilinebilir, ama bilinmesine olanak tanınmayan nesnelerin tüm özellikleri arasında belki de en az bilgi sunan bir özelliğine işaret eder. Burada, sözcüklerin öğrenilmesi ve öğrenilen sözcük sayısının artırılması ne kadar önemliyse, anadilinde cümle kurabilmesi ve doğru cümle kuruluşunun öğrenilmesi de o kadar önemlidir. Bu sayede, fiil, yüklem, nesne, özne, sıfat, zamir gibi dilbilimsel yapılar öğrenilmiş olacağı gibi, bunların eşdeğeri Almancaları da aynı biçimde öğrenilebilecektir. - Göçmen kökenli küçüklerdeki üstün insanlar mı aranıyor?.. ZEYNEL KORKMAZ - Göçmen çocuklarının eğitim hakkı, ilkin eğitime katılabilmek üzere eğitim dili Almancasını edinmelerini öngerektirın çalıştığı çocuk bakımından ibarettir. Bu iki dilli Kindergarten lerde bakıcılar ne kadar eğitimli olurlarsa olsunlar, her durumda Kindergarten mantığının sınırları içinde kalmaktadırlar. Bu nedenle, iki yarım-dilli çocukların ortaya çıkmasına yol açmaktadır. Kindergarten bakıcıları da, bu iki yarım-dilliliğin yetişkin örnekleri olarak çocuğun karşısında yer almaktadır. Yine bizim önerdiğimiz program, kesinkes sıklıkla kullanılan anlamıyla ikidilli eğitim programı ya da iki dilli okul sistemi değildir. Tersine tek dilli eğitim sistemi için göçmen çocukların yeterli düzeye ulaştırılmasını amaçlar. Bu program sonucunda okul yaşına ulaşan göçmen çocuk, hem anadilini geliştirmiş, hem de Almanca öğrenmiş olacaktır. Bu andan itibaren, Alman eğitim sistemi içinde yer alacaktır. İşte bu aşamadan sonra, Alman eğitim sisteminin selektif (seçmeci/elemeci) yapısının yaratmış olduğu sorunlar ortaya çıkmaktadır. Biz, okul öncesi eğitim kapsamında ele aldığımız anadili temelinde Almanca öğrenim programıyla dil sorununun çözümlenebileceğini önerirken, aynı zamanda Alman eğitim sisteminin selektif yapısının yarattığı sorunların çözümlenmesi için, Alman okul sistemine paralel ikinci bir programın oluşturulmasını öneriyoruz. Bu ikinci program, birincisi, okul sistemi çerçevesinde göçmen çocuğun anadilinin sürekli geliştirmesini sağlamalıdır. Bugün Alman okullarında seçmeli ders olarak verilen Türkçe dersleri yetersiz olduğu gibi, çocuğun anadilinin gelişimine fazlaca katkıda bulunmamaktadır. Ayrıca, ikincisi, bu program, çocuğun okul sürecinde derslere ilişkin karşılaşacağı sorunlarda yardımcı olmayı esas almalıdır. Bu çerçevede çocukların ev ödevlerine ve Almancayı geliştirmelerine yardım ve teşvik sağlanacaktır. Buraya kadar ele aldığımız konular ve çözüm yolları, şüphesiz pratik uygulamanın ön çalışmaları niteliğindedir. Asıl olan bunların pratiğe geçirilmesidir. Burada ortaya çıkan sorun, bu programların uygulanması için bir koordinasyon ve yönetim kurumunun oluşturulması ve gerekli kaynakların bulunması sorunudur. Türkiyeli göçmen toplumu açısından en önemli sorun da budur. AvrupaGüN 19

AvrupaGüN 20 Her ne kadar Eflatun idealar la doğa üstü bir yöne evrilse de ve bunu filozofların tekelinde tutsa da, maddi dünyanın gerçeklerine ulaşmak üstün yetenekli filozoflara özgü bir yeti değildir, doğal yetenekle de kesinlikle açıklanacak türden değildir, Öyle ki dil-zeka ilişkisinde en yeteneklilerin eğitimsizlikten körelerek başarısız ve en yeteneksizlerin de eğitilerek başarılı olabildikleri kolayca görülebilir. Eğitimin soylulaştırılması, yani eğitimin aristokratik niteliği burada karşımıza çıkıyor. - Aristokratik seçmeciliğe karşı bir çözüm mü öneriyorsunuz? ZEYNEL KORKMAZ - Evet, gerçeklere ulaşmak için ya da yaşa ve çağdaşlık standartlarına uygun bir dil edinimi için, karanlık bir dehlizin dışına çıkmak gerektiği açık. Bu ise sistemli, planlı ve programlı bir dil uygulamasına geçişle mümkündür. Bilimsel saptamadan, yani anadilini iyi bilen bir kişinin yabancı dili kolayca ve daha doğru biçimde öğreneceği saptamasından yola çıkarsak, bu durumda, Türkiyeli göçmen toplumunun çocuklarının Almanca öğrenmelerinde anadili yetersizliğinden kaynaklanan önemli bir engelle de karşı karşıya oldukları sonucuna varıyoruz. Göç kökenli çocuklar açısından buradaki sorun, Alman eğitim sisteminin selektif yapısından kaynaklanan seçicilik ve ayrımcılık noktasına henüz ulaşmadan karşı karşıya kaldığı bir sorundur. Dolayısıyla selektif sistem öncesinde, yani okul öncesinde başlayan bir eşitsizliğin öncelikle ortadan kaldırılması gerekir.