İÇİNDEKİLER ÖMER YAPRAKKIRAN-OSMAN ÇUTSAY



Benzer belgeler
Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

Aç l fl Vural Öger Çok değerli misafirler, Konrad-Adenauer vakfının 23 senedir yapmış olduğu bu gazetecilik seminerinde son senesinde bizim de k

Yeni Göç Yasas Tecrübeleri

Erbil Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Dara Celil Hayat ile Türkiye-Kürdistan Ekonomik ilişkileri. 02 Temmuz 2014

Kamplardaki sığınmacı sayısı 152 bin 51

Bush, Suudi Kralıyla petrol fiyatı konuştu

İsrailli casus Eli Cohen'in saati, Suriye'de idam edilmesinden yarım asır sonra ülkesine nasıl geri döndü?

AK PARTi Genel Başkanı ve Başbakan Erdoğan Bosna-Hersek te

Kafkasya ve Türkiye Zor Arazide Komfluluk Siyaseti

KILIÇDAROĞLU K.MARAŞ'TA

Çalışma hayatında barış egemen olmalı

'Bende dağa çıkmadım'

SÖYLEŞİ H /PROF.DR. SEZA REİSOĞLU**

ÜLKE RAPORLARI ÇİN HALK CUMHURİYETİ Marksist-Leninist Tek Parti Devleti Yüzölçümü 9,7 milyon km 2

Cumhuriyet Halk Partisi

> > ADAM - Yalnız... Şeyi anlamadım : ADAMIN ismi Ahmet değil ama biz şimdilik

Soykırım Anma Etkinliği Ocak Krakow-Auschwitz

7. dönem çalışma raporu SOSYAL ETKİNLİKLER. EMO Kocaeli Şubesi

Avrupa daki Medya ve Gazetesi nin Başarı Öyküsü

15 Mayıs 2009 al-dimashqiyye Salonu

ANKET SONUÇLARI. Anket -1 Lise Öğrencileri anketi.

2 Ekim 2013, Rönesans Otel

Cumhuriyet Halk Partisi

Siyasi Parti. Siyasi iktidarı ele geçirmek ya da en azından ona ortak olmak amacıyla örgütlenmiş insan topluluklarına siyasi parti denir.

BAŞBAKAN ERDOĞAN İRAN DA BAŞBAKAN ERDOĞAN, CUMHURBAŞKANI AHMEDİNEJAD, DİNİ LİDER HAMANE

ORTADOĞU DA BÖLGESEL GELIŞMELER VE TÜRKIYE-İRAN İLIŞKILERI ÇALIŞTAYI TOPLANTI DEĞERLENDİRMESİ. No.12, ARALIK 2016

Çarşamba İzmir Gündemi

Devrim Öncesinde Yemen

Taşeron işçinin hakları mutlaka düzenlenecek

TV LERDEKİ PROGRAMLARA ÇIKANLAR KURAN OKUMASINI BİLMİYOR

KUZEY KIBRISTA İŞ SAĞLIĞI VE GÜVENLİĞİ MEVZUATI

Kuzey Irak'a harekat

Türkiye-Almanya Sosyal Güvenlik Sözleşmesi nin 50 nci Yılı Konferansı Ankara da Düzenlendi

HAKAN ÇAVUŞOĞLU: YUNANİSTAN İÇİN ELİMİZİ TAŞIN ALTINA KOYMAYA HER ZAMAN HAZIRIZ" Cumartesi, 04 Kasım :31

Amasya da Kadın İstihdamının Artırılmasına Destek Projesi. Ülker Şener 1 Temmuz 2011, Amasya

İBRAHİM ŞİNASİ

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Atatürk Havalimanı Devlet Konukevi nde düzenlenen basın toplantısında konuştu

Bunu herkes yapıyor! -Gerçekten herkes mi? Nasıl korunmam gerektiğini biliyorum! -Kalbini, gönlünü nasıl koruyacaksın?

AKSARAY TİCARET VE SANAYİ ODASI

ABD İLE YAPTIĞIN GİZLİ ANLAŞMAYI AÇIKLA -(TAMAMI) Çarşamba, 03 Temmuz :11 - Son Güncelleme Perşembe, 04 Temmuz :10

KFAR KAMA -AA- İsrail'in kuzeyinde, Aşağı Celile bölgesindeki köylerden biri olan Kfar Kama'da (Kama Köyü) 3 bin Çerkes yaşıyor.

Hackerlar ortaya çıkardı: Birleşik Arap Emirlikleri İsrail yanlısı kurumları fonluyor!

İSTANBUL AYDIN ÜNİVERSİTESİ SİYASET AKADEMİSİ ANKARA DEMOKRATİKLEŞME SÜRECİNDE KÜRT VE ERMENİ MESELELERİNİ TARTIŞTI!

Necla Akgökçe den bilgi aldık. - İlk olarak ülkede kadınların iş gücüne katılım ve istihdam konusuyla başlayalım isterseniz

-412- (Resmi Gazete ile yayımı: Sayı: 23777)

Patronun hizmetini yapıyor Çalışan kadından bahsediyorum. Ben kocama muhtaç değilim diye evvela ailesini dağıtıyor.

AHMET ÖNERBAY GÖRELE'DE

MADAM CURIE VE 2011 KİMYA YILI

İşten Atılan Asil Çelik İşçilerinin okuduğu basın açıklaması: 15/03/2012

Volkshochschule Müșteri Anketi 2011

3. Global SATELLITE SHOW HALİÇ KONGRE MERKEZİ STK, Kurum ve Kuruluşlarımızın Değerli Başkan ve Temsilcileri,

İran Cumhurbaşkanı Ruhani, Fransa Cumhurbaşkanı Macron

Giovanni dışında bütün örenciler çok çalışıyor. O hiç çalışmıyor ama sınıfın en başarılı öğrencisi. Çok iyi Türkçe konuşuyor.

Konumuz sol içi cinayetler, özel olarak da Acilciler bünyesindeki cinayetler

Yönetici tarafından yazıldı Pazartesi, 24 Ağustos :42 - Son Güncelleme Çarşamba, 26 Ağustos :20

ACR Group. NEDEN? neden?

Her yıl kaç vize veriliyor? Türkiye deki Alman temsilcilikleri her yıl yaklaşık 160 bin vize veriyor.

Başbakan Yıldırım, Mersin Şehir Hastanesi Açılış Töreni nde konuştu

IŞIKFX Uluslararası Piyasalar Departmanı Günlük Yorum

Niğde Üniversitesi Türk Dünyası Araştırmaları Topluluğu Başkanı Okan Aktaş Toplulukta Görev almak bir İletişimci olarak bana çok faydalı oluyor

Şef Makbul Ev Yemekleri'nin sahibi Pelin Tüzün Quality of magazine'e konuk oldu

UETD Genelmerkez Gençlik Kolları Aralık 2014 Faaliyet Raporu

Ekim Ismayıl Hakkı Baltacıoğlu Koleksiyonu ve Haldun Özen

ÇEVRENİN GENÇ SÖZCÜLERİ

Göller Bölgesi Aylık Hakemli Ekonomi ve Kültür Dergisi Ayrıntı/ 60


ABD'den NATO ülkelerine ültimatom: Savunma harcamalarını arttırın

TERCİH ETTİĞİN OKOL GELECEĞİNDİR MEVLÜT ÇELİK 8.SINIF KAVRAM HARİTASI. Mevlüt Çelik. T.C. İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük

NATO Zirvesi'nde Gündem Suriye ve Rusya


BAŞBAKAN ERDOĞAN: KOPENHAG SİYASİ KRİTERLERİ NOKTASINDA EĞER HERHANGİ BİR SIKINTI DOĞACAK OLU

Perşembe İzmir Gündemi

BANDIRMA AB YOLUNDA PROJESİ ANKET SONUÇLARI DEĞERLENDİRMESİ

1.- GÜMRÜK BİRLİĞİ: 1968 (Ticari engellerin kaldırılması + OGT) 2.- AET den AB ye GEÇİŞ :1992 (Kişilerin + Sermayenin + Hizmetlerin Serbest Dolaşımı.

Cumhuriyet Halk Partisi

TD-IHK nın Frankfurt resepsiyonu Yazan Sevim Ercan

ZA5439. Flash Eurobarometer 283 (Entrepreneurship in the EU and Beyond) Country Specific Questionnaire Turkey

Türkler Kendi işinin patronu olmak istiyor!

Diğer: Diğer:... Diğer:...

15 Ekim 2014 Genel Merkez

RAPORU HAZIRLAYANLAR: Azime Acar & Ender Bölükbaşı


JENS STOLTENBERG İLE SÖYLEŞİ: NATO-RUSYA İLİŞKİLERİ VE BÖLGESEL İSTİKRARSIZLIK

Sosyolinguistik Görüşme. 1) İsim:.. Cinsiyet: Meslek:.. Doğum Tarihiniz:.. Yaşınız:. Milliyetiniz:.

TOPLANTI BİLGİLERİ MUTLU GÜNLERİMİZ KONUKLARIMIZ

Kazova: Patronsuz üretim devam ediyor; herkes mutlu, herkes çalışmak istiyor.

Sayın Konuklar; Saygıdeğer konuklar,

Türkiye-Rusya ilişkilerinin son 16 yılı

ALMANYA DA 2012 MAYIS AYI İTİBARİYLE ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK ALANINDA MEYDANA GELEN ÖNEMLİ GELİŞMELER. 1. İstihdam Piyasası

Resmi Gazete Tarihi: Resmi Gazete Sayısı: 25540

MÜSİAD İNGİLTERE ŞUBESİ AÇILIŞI , LONDRA. İş ve Siyaset Dünyasının, STK larının Başkan ve Temsilcileri,

Trinidad ve Tobago 1990: Latin Amerika'nın ilk ve tek İslam devrimi

ONUR BAKIR HAKLARIMIZ VAR! İŞÇİ KADINLAR SORUYOR, EKMEK VE GÜL YANITLIYOR yılından 100 soru ve 100 yanıtta kadın işçilerin hakları

Otizmli Eymen 10 Okuldan Geri Çevrildi

Benimle Evlenir misin?

Daima eşit fırsatlar ırkçılığa karşı konu yılı. Federal Hükümetin Ayrımcılıkla Mücadele Ofisi

İSTANBUL AYDIN ÜNİVERSİTESİ SİYASET AKADEMİSİ ANKARA TÜRKİYE NİN DEMOKRATİKLEŞME SINAVINI DERİNLEMESİNE TARTIŞTI!

Yaz l Bas n n Gelece i

151 NOLU SÖZLEŞME KAMU HİZMETİNDE ÖRGÜTLENME HAKKININ KORUNMASI VE İSTİHDAM KOŞULLARININ BELİRLENMESİ YÖNTEMLERİNE İLİŞKİN SÖZLEŞME

DİYARBAKIR GÜNEYDOĞU ANADOLU BÖLGESİNDE GENÇLİĞİN SİYASAL, SOSYAL VE GELECEK BEKLENTİLERİNİN TESPİTİNE YÖNELİK SAHA ARAŞTIRMASI.

Transkript:

İÇİNDEKİLER 3 Münih Güvenlik Konferansı 49 yaşına girdi Batı Cephesinde Yeni bir Şey Yok Dünya, birçok bölgesinde, özellikle de Batı nın kapısı sayılan Ortadoğu da cayır cayır yanarken, geleneksel bir uluslararası toplantıdan sadece İyiyiz, iyi! mesajı çıkması, tam gaz duvara doğru gidildiği tezlerine hak verdirdi. 6 Fuat Bultan, Türklerin Marko Paşa sıydı Türkiye de okuduğu kitapların etkisiyle Avrupa yı merak eden Fuat Bultan, 1959 yılında çıktı Avrupa yoluna. Almanya daki Türklerin danışmanlığını yaptı, sabırla onların sorunlarını dinledi, Alman yasaları konusunda yol gösterdi, yardımcı oldu ve on yıllarca Türklerin Marko Paşası olarak tanındı. FUAT BULTAN İLE SÖYLEŞİ / CELAL ÖZCAN 12 Ülkü Gürkan-Schneider ile Yılmaz Karahasan ın gözünden Almanya ve Türkler İleriye yürürken geriye düşmek Ülkü Gürkan-Schneider ve Yılmaz Karahasan, Almanya ya kitlesel göç başlamadan hemen önce ve bir kültürel açlığı dindirmek için gelen gençlerdendi. Daha ileriyi ve daha zengini arıyorlar, kendilerinde olanı zenginleştirmek istiyorlardı. ÖMER YAPRAKKIRAN-OSMAN ÇUTSAY 24 Avrupa daki Türkçe medyanın büyük ihmali Almanya merkezli Türkçe medya, Avrupa da, entelektüel seviyeyi hızla düşürerek, bir aydın arayışının çok uzağında kalmayı denedi. İlhan Selçuk un boyalı basın dediği bu ürün ve içerdiği anlayış, her türlü aydınca arayışı Türkçe gazeteciliğin dışında bırakmaktan kaçamadı. Bugün Batı Avrupa da Türkçe konuşan 5.5 milyonluk bir topluluk, bu dilde okuma ısrarını tamamen yitirmek üzeredir. OSMAN ÇUTSAY IMPRESSUM / KÜNYE Yayıncı Verleger: BIM Bayerisches Institut für Migration e.v. Truderinger Strasse 280 d 81825 München Tel: 089 201 86 303 / Fax: 089 125 90 291 info(@)bim-institut.org info@avrupagun.eu www.facebook.com/avrupagun Sorumlu Yönetmen (V.i.S.d.P): Osman Çutsay Sanat Yönetmeni Artdirektor: Ömer Yaprakkıran 2 4 Şubat 2013 AvrupaGüN

Münih Güvenlik Konferansı 49 yaşına girdi Batı Cephesinde Yeni bir Şey Yok WOLFGANG ISCHINGER FOTO: MSC Dünya, birçok bölgesinde, özellikle de Batı nın kapısı sayılan Ortadoğu da cayır cayır yanarken, geleneksel bir uluslararası toplantıdan sadece İyiyiz, iyi! mesajı çıkması, tam gaz duvara doğru gidildiği tezlerine hak verdirdi. Tarafların aynı yerde durduğuna ve Batı muhafazakârlığının tüm renkleriyle kendi haklılığından kuşku duymadığına tanık olundu. Batı nın karar vericileri, hiçbir adım atmadıklarını ve atmayacaklarını bir kez daha yinelediler. Sanki hep birlikte yeni ve bu kez küresel bir Yugoslavya duvarı yaratılıyor: Avrupa nın çeperinde yer alan ve belli bir gelişmişliğin altındaki her ülke parçalanmayı tadacaktır! Her fani, ölümü tadacaktır gibi bir şey bu... MÜNİH/FRANKFURT - Genelde şubat ayı başında yapılan Münih Güvenlik Konferansı nın yarım asrı doldurmasına bir yıl kaldı. Hafta sonunda gerçekleştirilen ve çarpıcı herhangi bir sonuç vermeyen konferansın bu 49 uncu yılına ABD Başbakan Yardımcısı Joe Biden ın bazı yatıştırıcı mesajları damga vurdu. Barış hareketinin Burada savaş işleri bağlanıyor tezi ve çok cansız bir gösteriyle protesto ettiği konferansta, Suriye Savaşı na yönelik, ama bilineni tekrarlamak dışında bir özellik taşımayan öneriler de gündemde büyük bir harekete neden olmadı. Bu hareketsizlik zaten belliydi. Örneğin Münih Güvenlik Konferansı Başkanı Wolfgang Ischinger, toplantıdan bir gün önce ülkenin en etkili gazetelerinden Süddeutsche Zeitung da da yayımlanan aylık değerlendirmesinde, uluslararası toplumun artık Suriye sonrasına hazırlanması gerektiğini vurgulamıştı: 2012 de Suriye ihtilafında Batı ve Rusya, hep birlikte, başarısız olduk. Ama şimdi Esad sonrası zamana daha iyi hazırlanabiliriz, tabii Rusya eğer sorunun değil çözümün bir parçası olursa. Bu, füze savunma sorununda yeni bir ABD girişimini gerektiriyor. Buna ek olarak Rusya nın Suriye sorununun çözümüne daha AvrupaGüN 4 Şubat 2013 3

sıkı bir biçimde çekilmesi de şart. Yugoslavya Temas Grubu na benzer biçimde bir tür Suriye Temas Grubu na ihtiyacımız var. Bu grup, muhalefetteki ılımlı aktörleri güçlendirmeli, ortak bir barış planı sunmalı, kaçanlara ve acı çekenlere yardım etmeliydi. Konferans, Suriye ile Yugoslavya arasındaki benzerlikleri vurgulayan böyle bir zihniyetle başlayınca ve bugün ortada Yugoslavya diye bir devletin olmadığı düşünülünce, yakın geleceğin bölge için hiç de parlak olmadığı tezlerinin haklılığı bir kez daha ortaya çıktı. ABD Başkanı Barack Obama nın yakıcı önemde saymadığı toplantılara sürekli kendisini temsil için gönderdiği Başkan Yardımcısı Joe Biden, patron dan getirdiği mesajları sundu. ABD nin en yakın müttefiklerinin hep Avrupalılar olduğunun altını çizen Biden, Başkan Obama, Avrupa yı ABD nin uluslarası bağlantılarında temel direk olarak görüyor dedi. Benzer bir iyimserliği Alman Dışişleri Bakanı Guido Westerwelle nin de paylaştığı gözlendi. Westerwelle ye göre de, Avrupa nın en güçlü kozunu, ABD ile arasındaki bu stratejik ortaklık oluşturuyordu. Alman Bakan, Atlantik in iki kıyısındaki, bir başka deyişle, ABD ile AB arasındaki ekonomik ilişkilerin iyice geliştirilmesinden yana olduğunu vurgularken, Atlantik ötesi ortak bir iç pazar oluşturmak için zaman olgunlaştı diye konuştu. Joe Biden: Hep aynı! ABD Başkan Yardımcısı Biden ın da açıkça kapsamlı bir ticaret anlaşmasından yana görüş belirtmesi dikkat çekti. Atlantik in iki kıyısında böyle bir anlaşmaya yönelik farklı görüşler olduğunu, ancak bunların açılması gerektiğini savunan ABD li politikacıya göre, kapsamlı bir ticaret anlaşması için ağırdan alınmaması önemliydi. Biden, uzun sürecek müzakere toplantılarına karşı uyardı ve böyle bir tuzağa düşülmemesini istedi. Ama Joe Biden ın da asıl ilerlemenin Suriye meselesinde kat edilmesi gerektiğine yönelik vurgusu dikkat çekti. Herhangi bir somut adım atmayacağı anlaşılan Biden, Konferans Başkanı Wolfgang Ischinger den hiç farklı düşünmediğini vurgulama ihtiyacıyla olmalı, Beşşar Esad ı bir kez daha bir tiran olarak niteledi. Konferansta BM Suriye Özel Görevlisi Lahdar Brahimi nin cuma akşamı Güvenlik Konseyi ni duruma el koymaya yönelik çağrısı ve Suriye nin parçalandığı uyarısı da tartışıldı. Bu arada Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov un, Esad ın muhalif güçlere karşı kimyasal silah kullanacağı yolundaki söylentilere yeniden karşı çıktığı gözlendi. Lavrov, asıl tehlikenin bu tür silahların isyancıların eline düşmesinde yattığını hatırlattı. Konferans, Afrika daki Mali sorunu ve bu ülkeye yapılan askeri harekatı da konu edindi. Almanya Savunma Bakanı omas de Maiziere, toplantı çerçevesindeki bir açıklamasında, Almanya nın Mali operasyonuna yaptığı katkıyı artırdığını belirtti. Alman Bakan, 40 Alman askerinin mart ayından tibaren bölgedeki Mali silahlı kuvvetlerinin eğitimine yardımcı olacağını söyledi. omas de Maiziere, ayrıca Fransız savaş uçaklarının havada yakıt ikmali için de gerekli desteğin verileceğini yineledi. Bu iki konuda da Alman parlamentosunun şubat ayı içinde yetki vermesi gerekiyor, ancak onay çıkmasına kesin gözüyle bakılıyor. NATO Genel Sekereteri Anders Fogh Rasmussen ise konuşmasında Avrupalı ittifak üyelerinin savunma bütçelerinde tasarrufa gitmelerini eleştirdi. Anders, kısa bir süre sonra, ittifak üyelerinin ABD ile birlikte önemli bölgelerde harekete geçebilecek durumda olmayacaklarını kaydetti. Konferansta önemli bir tartışmayı İran ın atom programı oluşturdu. Alman Dışişleri Bakanı Guido Westerwelle, İran a askeri bir müdahaleye karşı uyarılarını sürdürürken, Asıl gerekli olan, siyasal ve diplomatik çözümdür. 4 4 Şubat 2013 AvrupaGüN

Taraflar tüm dikkatlerini bunlar üzerinde yoğunlaştırmalıdır diye konuştu. Rusya Dışişleri Bakanı Serey Lavrov un da İran atom programıyla ilgili olarak sadece askeri opsiyonlar üzerine konuşulmasının yanlışlığını belirtmesi dikkat çekti. Lavrov müzakareler üzerinde ısrarlı olunmasını istedi. Ancak ABD hükümetinden cuma günü İran a yönelik sert tehditler konferans sürecinde yine de etkili oldu. Joe Biden, Tahran a açıkça görüşmelere katılması çağrısında bulunurken Hâlâ diplomasi için zaman ve yer mevcut. Ancak Tahran da artık müzakareler yönünde ciddi bir adım atmalıdır diye konuştu. Almanya Dışişleri Bakanı Guido Westerwelle de, İran hükümetinin ABD nin temel konulardaki pazarlık- lara hazır olmasını değerlendirmesi gerektiğini söyledi. İran Dışişleri Bakanı Ali Ekber Salehi ise ülkesinin ABD ile atom programı konusunda ikili görüşmelere kapalı olmadığı sinyalini verdi. Konferansa Alman barış hareketi zayıf bir protesto gösterisiyle karşı çıkmaya çalıştı. Yaklaşık bin gösterici, Münih Güvenlik Konferansı nın bir Savaş Propagandası Forumu olmakla eleştirdi. Sonuç: Eski tas eski hamam Münih Güvenlik Konferansı nın 49 uncusu, sonuçta, dünya politikasında tüm ihtilafların yerinde saydığını, çatışmaların artarak sürdüğünü, salon ve otellerdeki ihtişam göz kamaştırsa da, tür toplantıların hiçbir şey getirmediğini bir kez daha göstermiş oldu. Özellikle 2 Şubat taki toplantılarda Security Community mensupları, dünyadaki kanlı gelişmeler konusunda ellerinden hiçbir şey gelmediğini göstermek dışında herhangi bir belirlemede bulunamadılar. Avrupa nın ekonomik krizle, hem içini hem de Ortadoğu gibi kapısının önünü yakmaya devam eden büyük cepheleşmeler aynen devam ediyordu ve Münih ten bu konuda yeni bir ses çıkmadı. Suriye konusunda, tüm taraflardan temsilciler Güney Almanya daki lüks otel ve salonlarda bir araya gelmelerine rağmen, birbirlerine pek umut veremediler. Belki de vermek istemediler. ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden, Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, BM Özel Suriye Danışmanı Lakhdar Brahimi, hatta Suriye muhalefetinin lideri Moas Chatib in aynı mekanda yüz yüze gelmeleri, Suriye deki kanlı oyunun aynen devam edeceği dışında bir mesaj sunmuş olmadı. Sadece muhafazakar Batı yı temsil eden güçler, Sergey Lavrov dan gelen ve Rusya nın Suriye den çok kolay vazgeçmeyeceği yolundaki mesajlarından biraz rahatsız oldular. Muas Chatib, görüşmelere açık olduğunu belirtti, ama aynı anda, ABD ve diğer müttefikleri, Suriye deki uçak ve silahları imha etmek üzere müdahaleye de çağırdı. Joe Biden ve Brahimi ise politik çözüm taleplerini yinelediler. Sergey Lavrov, NATO Genel Sekreteri Anders Fogh Rasmussen in karşısında, ittifakın Avrupa da füze savunma sistemi kurmasından Moskova nın hâlâ çok rahatsız olduğunu bir kez daha ifade edebildi. Rus Bakan, krizlerin çözümünde NATO merkezli konseptler geliştirilmesinin, Rusya da güvensizlik dışında yeni bir duygu uyandırmadığına dikkat çekti ve konvansiyonel silahların sınırlandırılması için bir anlaşmaya geri dönülmesine pek şans vermedi. Fakat bu, Rasmussen için sadece malumu ilam oldu. Aslında, Münih e Joe Biden ın, ABD nin AB yi yalnız bırakmadığını, bir Pasifik gücü olma zorunluluğu içindeki Washington un Atlantik kıyılarını da boş bırakamayacağını birinci elden söylemek için geldiği ortaya çıktı. Barack Obama nın, bir süre önce ABD nin artık Pasifik teki bir büyük güç olduğunu vurgulaması AB başkentlerinde tedirginlik yaratmıştı. Biden, her renkten Avrupa sağına bizzat Siz bizim en eski ve en yakın müttefiklerimizsiniz ve öyle de kalacaksınız demek zorunda kaldı. Böylece Amerikan yönetimi, ABD nin hem Pasifik hem de Atlantik gücü, yani hâlâ bir süper güç olduğunu kaydetmiş oldu. Bu iddianın yeterli bir altyapısı olduğuna inanan uzman sayısı ise sınırlıydı. Gerçi Joe Biden ın İran a yönelik mesajında Diplomasi için hem zaman hem de mekan mevcut demesi kimi iyimserlerde Acaba? sorusuna neden oldu. Bu arada, Münih e gelen AB Dışişleri Komiseri Catherine Aston ın İran Dışişleri Bakanı Ali Ekber Salehi ile görüşme çabaları da, bu alanda fazla bir umut yaratmadı. Tahran ın bu koşullarda yeni bir adım atacağına Münih te de kimse inanmıyordu. Durum biraz 3 Şubat pazar günü renk kazandı. İran Dışişleri Bakanı Ali Ekber Salehi nin, İran ın ABD ile atom programı için ikili görüşmelere kapalı olmadığını ilan etmesi, gerçi İsrail bu açılımı anında reddetti ama, birçok kafada Acaba, olabilir mi? ışığının yanmasına neden oldu. Salehi, Joe Biden ın önerisine Karşı tarafın samimi niyeti varsa, biz bunu ciddiye alır ve gözden geçiririz diye karşılık verince, çoktan biten konferansta bir geçici hareketlenme gözlendi. Buna rağmen, pazar gecesi itibariyle bakıldığında, Münih te her şey başladığı gibi bitti. AvrupaGüN 4 Şubat 2013 5

Yarım asırlık bir sürecin en tanınmış simgelerindendi Fuat Bultan sevgilerle uğurlandı MÜNİH Türkiye den Federal Almanya ya göçün simge isimlerinden biri yaşamını yitirdi. Köln Radyosu ndaki programlarında 40 yıl dinleyicilerin sosyal yaşama ilişkin dertlerini dinleyen, hukuksal sorunlarıyla ilgili çözüm yolları öneren ve Türklerin hemen hemen her konudaki sorularını yanıtlayan Fuat Bultan, sevdikleri ve dostlarının katılımıyla Münih'te toprağa verildi. Federal Almanya'ya 1959 da öğrenci olarak gelen Fuat Bultan, Türkiye den işgücü göçüne de başından beri tanık oldu, sosyal danışman, sendikacı ve radyocu olarak bu ülkedeki Türk toplumunun öncüleri arasında yer aldı. WDR (Batı Alman Radyo ve Televizyon Kurumu) Türkçe Bölümü nün yayın kadrosuna 1972 de katılan ve her salı Ben Fuat Bultan diyerek telefonlara çıktığı programıyla özellikle birinci ve ikinci kuşak Türklerin yaşamında büyük yeri olan Fuat Bultan, emekli olduktan sonra Münih'e yerleşmiş, ancak Köln Radyosu'ndaki programlarına da devam etmişti. Köln Radyosu ndan yapılan açıklamada Fuat Ağabey, yaklaşık 8.000 telefonun yanı sıra, dinleyicilerden gelen 20.000 mektuba da yanıt verdi. Sadece dinleyiciler değil, WDR Türkçe Yayınları ekibi için de yeri doldurulamayacak bir kayıp denildi. Fuat Bultan'ın Münih'teki cenaze törenine Almanya'nın birçok yerinden arkadaşları katıldı. Fuat Bultan, 1933 yılında Zonguldak da doğdu. Burada Teknik ve Endüstri Meslek Lisesi ni bitirdikten sonra farklı kültür ve ülkeleri tanımak amacıyla 1959 yılında Almanya ya geldi. 1964 yılında Bochum da açılan Türk Danış ta çalışmaya başlayan Bultan, Almanya'daki ilk Türk Danış görevlileri arasında yer aldı. 1972 yılında Almanya daki Türk Danış ların koordinatörü olarak Bonn a atanan Bultan, Merkez Sekreterlik yönetimini emekliliğine kadar yürüttü. 6 4 Şubat 2013 AvrupaGüN

Fuat Bultan, yarım asır boyunca Almanyalılarımız ve dertlerini konu aldı Türklerin Marko Paşa sıydı CELAL ÖZCAN Türkiye de okuduğu kitapların etkisiyle Avrupa yı merak eden Fuat Bultan, 1959 yılında çıktı Avrupa yoluna. Almanya daki Türklerin danışmanlığını yaptı, sabırla onların sorunlarını dinledi, Alman yasaları konusunda yol gösterdi, yardımcı oldu ve on yıllarca Türklerin Marko Paşası olarak tanındı. Hürriyet gazetesi muhabir ve yazarı Celal Özcan, göçün 50 nci yılı kapsamında kendisiyle geniş bir söyleşi yapmış ve bunu önce kendi gazetesinde daha sonra da Hürriyet Tanıklığında Göçün 50 Yılı adlı geniş kitapta yayımlamıştı. Tarihsel belge niteliğindeki bu ilginç söyleşiyi sunuyoruz. MÜNİH Almanya nın Köln Radyosu nda Türklerin sorularına cevap arayan ve Marko Paşa yla özdeşleşen Fuat Bultan, göçü ve değişen sorunları canlı bir şekilde yaşamış, bu tarihe tanıklık etmiş biri. 50 yıllık göçün tarihini derinlemesine yaşayan Fuat Bultan, okuduğu kitaplardan merak ettiği Avrupa yı tanımak için 1959 da yaş gününde İstanbul Tophane den bir gemiye binerek Ver elini Venedik dedi. Bir hafta sonra da trenle Almanya ya gelen Fuat Bultan ın aklında uzun süre yurt dışında kalmak elbette yoktu. 1961 de Türk işçileri Almanya ya gelmeye başlayınca sosyal danışman olarak atanan Bultan, bir yandan Köln Radyosu nda da program yapmaya başlar. Emekliye ayrılmasına rağmen halen Köln Radyosu nda soruları yanıtlamaya devam eden Bultan, şimdi eşi, oğlu ve iki torunuyla birlikte Münih te yaşıyor. AvrupaGüN 4 Şubat 2013 7

1933 yılında Zonguldak ta doğan, bugünkü adıyla meslek lisesi denilen sanat okulunu bitirdikten sonra Zonguldak taki taş kömürü işletmeleri için Amerikalılar tarafından açılan özel bir okulda işletme yönetimi eğitimi gören Fuat Bultan, maden kömürü tesislerinde işletme şefi olarak çalışır. Fuat Bultan ile Almanya macerasının nasıl başladığını konuştuk. Fuat Bey, hangi rüzgar sizi Almanya ya attı? FUAT BULTAN - Avrupa merakım 1950 lerde okuduğum Varlık Yayınları kitaplarıyla başladı. Kitaplarda okuduğum Avrupa yı tanımak için 1959 Kasım ında, yaş günümde, İstanbul Tophane den gemiyle ayrıldım ve dört günlük bir yolculuktan sonra Venedik e geldim. Beş gün kaldığım Venedik te birgün San Marco Meydanı nda dolaşırken, üstü başı perişan bir İtalyan, elinde çoktan yarılanmış şarap şişesiyle Yaşasın komünizm diye bağırıyordu. Bu tür bir ifade özgürlüğünü tanımadığım için kendisini hemen tutuklayacaklar diye düşünmüştüm o zamanlar. Venedik ten trenle Almanya ya geldim. Almanya da hangi iş ile meşgul oldunuz? FUAT BULTAN - Hem dil öğrenmek hem de ülkeyi daha yakından tanıyabilmek için bir fabrikada çalışmaya başladım. Eşimle de burada tanıştım. 1961 yılında Türkiye ile Almanya arasında yapılan anlaşmadan sonra Türk işçileri Almanya ya gelmeye başladı. Metal Sanayi Sendikaları bu işçilerle ilgilenmeye başlayınca ben de sendika tarafından eğitim seminerlerinde görevlendirildim. 1964 te sosyal danışman olarak çalışmaya başladım. Bir yandan Köln Radyosu nda da çalışıyordum. Aradan neredeyse 50 yıl geçti. Oysa Avrupa ya gelirken böylesine uzun bir süre yurt dışında kalacağımı hiç düşünmemiştim. Yaşam, işte hep böyle sürprizlerle dolu. O zamanlar Almanya da sosyal danışmanlık mesleği var mıydı? FUAT BULTAN - Almanya da sosyal danışmanlık mesleği yabancı işgücü göçüyle başladı. Federal hükümet 1962 yılında Arbeiterwohlfahrt dediğimiz sosyal yardım kuruluşunu Türklerin sosyal ve kültürel haklarının koruması için görevlendirdi. Onun bünyesinde hepimizin tanıdığı Türkdanış oluşturuldu. Katolik kilisesine bağlı Caritas İtalyan, Portekiz ve İspanyollarla ilgilenirken, Protestan kilisesine bağlı Diakonisches Werk de Yunanlılarla ilgilenme görevini üstlenmişti. 1969 yılında Alman Sendikalar Birliği DGB - nin burslu öğrencisi olarak Dortmund daki Sosyal Akademi de öğrenim gördüm. Öğrenimin ağırlıklı bölümünü sosyal politika, sosyal hukuk ve iş hukuku oluşturuyordu. Bu görevimi 1972 de genel merkez yöneticisi olarak Bonn a atanıncaya kadar Bochum kentinde sürdürdüm. Sosyal danışman olarak göreve başladığınızda Türklerin sorunları nelerdi? FUAT BULTAN - İlk başladığım günlerde Almanya da vefat eden Türklerle ilgili bir sorun vardı. Bochum ve yöresinde üç yurttaşımız vefat etmişti. Biri hastalığına yenik düşen bir öğretmendi. Diğer ikisi Opel fabrikasında ve madende meydana gelen iş kazalarında ölen yurttaşlarımızdı. O yıllarda Almanya da ölen yurttaşlarımızın cenazelerinin Türkiye ye nakli ve geride kalanlarla ilgilenen kurumlar yoktu. Türk işçilerinin ve bazı firmaların yaptıkları bağışlarla gerekli işlemleri tamamlattıktan sonra bu üç yurttaşımızın cenazelerini Türkiye ye göndermiştik. O tarihlerde burada ölenlerin Türkiye deki yakınlarına dul ve yetim aylıkları bağlanmıyordu. 1965 yılında yürürlüğe giren Sosyal Güvenlik Anlaşması ile bu tür haklar Türkiye ye de ödenir oldu. Bu sözleşme burada yaşayan tüm yurttaşlarımız için bir dönüm noktası oldu. 1960 lı yıllarda iş sözleşmeleriyle Almanya ya gelenlerin sorunları, kendilerine buradaki çalışma ve yaşam koşulları hakkında yeterli bilginin verilmemiş olmasından kaynaklanıyordu. İnsanlarımız bu bilgilere ancak burada kaldıkları süreç içinde ulaşabildiler. Örneğin bir işçi buraya gelmeden önce alacağı ücretin miktarını biliyordu ama bu parayla neler alabileceğini bilmiyordu. Kırsal kesimden gelen, kent yaşamını tanımayanlar sanayi toplumundaki iş yaşamının hızlı ve düzenli temposuna ayak uydurmakta büyük zorluklar çekti. Almanca bilmedikleri için her yazı ve belge için poliste ve mahkemede bir tercümana gereksinim duyuyorlardı. Bu nedenle 1972 de Türk Danış bünyesinde merkezi bir tercüme bürosu oluştu. İlk yıllarda en sık karşılaşılan sorunların başında iş akti ile ilgili anlaşmazlıklar geliyordu. Örneğin, madenciyim diyerek Almanya ya gelip madenci olmadığı anlaşılanların ve yeraltında çalışmaktan korkanların iş akitleri, oturma ve çalışma izinleri iptal ediliyordu. Bu kişilerin Türkiye ye geri gönderilmelerini işverenlerle görüşerek engellemeye çalışıyorduk. O zaman karşılaştığımız sorunlardan biri de şöyleydi: Wienerwald a bulaşıkçı olarak çalışan 6 Türk kadının iş akti, tuvalette ellerini kullandıkları ve bunun hijyenik olmadığı gerekçesiyle feshedilmişti. İşverenle anlaşarak bu kadınların, hijyen konusunun böylesine hassas olmadığı bir 8 4 Şubat 2013 AvrupaGüN

FUAT BULTAN - Hayır, bugünkü anlamda yabancı düşmanlığı yoktu. Ancak Türklerin yüksek bir tempo ile çalışarak akort zamanlarını altüst etmeleri, işyerlerinde sürtüşmelere neden oluyordu. Zira Türkler, Almanya daki çalışmalarını kısa süreli gördükleri için daha yüksek bir tempoyla çalışabiliyorlardı. Almanlarsa uzun süreli bir çalışma yaşamını dikkate alarak çalışıyorlardı. Yabancı düşmanlığı ve yabancıyı reddeden tavır, 1973 te Petrol krizi ile başladı. Yabancı işçi getirilmesine son verildi ve yabancıların ülkelerine dönmeleri istenmeye başlandı. Almanlar işsiz, yabancılar çalışıyor gibi açıklamabaşka işyerinde çalışmalarını sağladık. Türkiye den eşinin yanına gelenler başlangıçta, çalışma izni alamadıkları için çalışamıyordu. Bu durum aile içinde gerginliklere yol açıyordu. İş hayatına atıldıktan sonra ekonomik bağımsızlığını kazanan kadın, bağımsız davranmak isteyince bu sefer de aile içinde boşanmaya varan anlaşmazlıklar yaşanıyordu. Ücretlerin düşük olması veya çalışılan saatlerin eksik ödenmesi, işçi yurtlarındaki kötü koşullardan kaynaklanan sorunlar, sosyal danışmanların gündeminden hiç düşmezdi. Türkiye deki çocuklar için ödenen çocuk paraları formlarının ve vergi beyannamelerinin doldurulması ve gerekli belgelerin Almancaya çevirisi zamanımızın büyük bölümünü alıyordu. Evden atılan kadınların sığınabilecekleri bir kadınlar yurdu bile yoktu o zamanlar. - Konut sorunu var mıydı? FUAT BULTAN - O zaman eşleri getirebilmek için sanıyorum 3 yıllık bir bekleme süresi vardı ve yeterli büyüklükte bir konut göstermek gerekiyordu. O dönemde Türklerin ev bulabilmesi tahmin edemeyeceğiniz kadar zordu. İnsanlarımız çoğunlukla tek göz, banyosuz ve hatta tuvaleti evin dışında olan konutlarda oturmak zorunda kalıyordu. - Yabancı düşmanı saldırılar oluyor muydu? AvrupaGüN 4 Şubat 2013 9

lar, kuyuların zehirlenmesine neden oldu. Doğal olarak, bu tür açıklamalar yabancı düşmanlığını körüklüyordu. 1983 yılında geri dönüşü teşvik amacıyla bir yasa çıkarılarak ülkesine geri dönmeyi kabul eden Türk işçilerine, emeklilik sigortasına ödemiş oldukları primleri hemen alabilme olanağı tanındı. Ayrıca, işsizlik parası hakkından yararlanmaktan vazgeçip hemen ülkesine dönen Türklere, 10 bin 500 Mark gibi bir ödeme yapıldı. Bu yasadan yararlanıp ülkesine dönen Türklerin sayısı eş ve çocuklarıyla birlikte 300 bin kadardı. - Sonra sorunlar ne yönde değişti? FUAT BULTAN - 1960 lı yıllarda Almanya ya genç yaşta gelen insanlarımız emekli olmaya başlayınca bu konuda sorunlar çıkmaya başladı. Alman yurttaşlığına geçiş de önemli bir konu haline geldi. Alman vatandaşı olursam yeniden Türk vatandaşlığını alabilir miyim? Alman vatandaşı olursam Türkiye de ne kadar kalabilirim, cenazem Türkiye ye gider mi gibi sorular soruluyor. Türkiye den yeniden Almanya ya nasıl gelebileceğini soranlar olduğu gibi, emeklilik sigortasına ödenen işveren paylarını nasıl alabileceklerini soranlar da oluyor. Türkiye de yaşayan eşlerden bazen nafaka ile ilgili sorular da alıyoruz. Yeni göç yasası ile gelen ve aile bütünlüğünü büyük ölçüde engelleyen yenilikler gündemden düşmüyor. Özellikle gelecek kişinin asgari düzeyde de olsa, Almanca bilmek zorunda oluşu büyük sorun yaratıyor. Aile bütünlüğü için Goethe Enstitüsü nün 1A kursu düzeyinde bir Almanca aranıyor. Türkiye de Antalya, İzmir, İstanbul ve Ankara gibi büyük kentlerde Almanca kursları var. Başka yerlerde ikamet edenler Almancayı nerede öğrenecek? Yasa buna yanıt vermiyor ve bunu kişinin kendi sorunu olarak görüyor. Daha önce 2147, sonra da 3201 sayılı yasalarla yurt dışındaki sürelerin sigortalılık açısından değerlendirilmesine olanak tanındı. Ancak 10 4 Şubat 2013 AvrupaGüN

uygulamada aranan kesin dönüş koşulu ve borçlanma için istenen prim miktarları, çok sayıda yurttaşımızın bu olanaklardan yararlanabilmesine olanak tanımıyor. - Ne kadar mektup ya da telefon geliyor sizin programınıza? FUAT BULTAN - Ben Köln Radyosu ndaki programlarıma 1972 yılında başladım. Ayda 90-120 arası mektup gelirdi. İlginç bulduklarım programda soru ve yanıt biçiminde okunurdu. Daha sonra sorulara stüdyodan telefonla yanıt vermeye başladım. 25-30 kişi arayıp sorular soruyordu. Bu programlar daha ilginç oldu. - Gençlerden sorular geliyor mu? FUAT BULTAN - Üçüncü kuşaktan az soru geliyor doğal olarak. Bu kuşak, Almanya da mevcut sosyal hizmetlerden yararlanmasını biliyor. Dil sorunu da olmadığı için sorunlarını kendisi çözüyor çoğunlukla. Ama cezaevindeki gençler arıyor. Cezaevlerindeki koşullardan şikayet ediyorlar ve bir mübadele durumunda Türkiye de de yeniden yargılanıp yargılanamayacaklarını soruyorlar. Türkiye de yeniden yargılanmak, suçun bir bölümünün Türkiye de işlenmiş olup olmadığına bağlı. Örneğin Türkiye de uyuşturucu alıp Almanya da bu uyuşturucu madde ile yakalananlar, Türkiye ye iade edilirlerse yeniden yargılanabilirler. Eğer Türkiye de bu suç için daha ağır bir ceza öngörülüyorsa, bu cezaya çarptırılabilirler. - İlk dönemlerle kıyaslama yaptığınızda Almanya da Türkler için iyiye doğru bir gelişmeden söz edebilir miyiz? FUAT BULTAN - İyiye doğru geliştiğini söyleyebileceğimiz yanlar var. Türk toplumunun kendisini artık burada yerleşik ve toplumun bir parçası olarak görmesi olumlu. Artık valizleri kapının arkasında beklemiyor ve geleceklerini daha uzun vadeli planlayabiliyorlar. Toplumun belli kesimlerinde söz sahibi olmaya başladılar. Ev ve işyeri sahibi olanların sayısı giderek artıyor. Ne var ki, toplumumuzun büyük bir kesimi de, etnik ve kültürel kimliği koruma gerekçesiyle, yaşamını burada noktalayacağını bildiği halde içinde yaşadığı bu topluma ayak uydurmakta direniyor. Yabancı düşmanlığının Türk düşmanlığına dönüşmesi ve Türklerin boy hedefi gösterilmesi ise endişe verici bir gelişme. Saygıdeğer Ağabeyciğim Helmut Kohl! Bazı Türklerin şikâyetlerini Alman makamlarına hatta başbakana dahi yazdığını, bu mektupların başbakanlık kaleminden yanıtlanması için Türkdanış a gönderildiğini belirten Fuat Bultan, bu dönemde çok ilginç mektuplar okuduğunu aktardı ve şunları söyledi: Para, oturma izni, iş yeri sorunlarının çözümünü isteyenler olduğu gibi, Türkiye deki sakat bir akrabasının Almanya da tedavi edilmesini isteyenler bile vardı. Ama en ilginci hitap tarzlarıydı. Mesela o zaman başbakan Kohl e yazılmış bir mektup Çok sevimli Helmut ağabeyim, bir başka mektup ise 'Saygıdeğer ağabeyciğim Helmut Kohl' diye başlıyordu. Başbakan Willy Brandt a hitaben gönderilen bir mektubun başlığı ise 'Sevgili ve kıymetli Willy' idi. Türkiye den Willy Brandt a bir şikayet mektubu yazan bu kişi, Alman polislerin kendisini çok dövdüğünü ama hastanede kendisine iyi bakıldığını, şimdi Türkiye ye gönderildiği için Almanya daki çocuklarını göremediğini anlatıyor ve Almanya ya geri gelebilmek için Brandt tan yardım istiyordu. AvrupaGüN 4 Şubat 2013 11

Ülkü Gürkan-Schneider ile Yılmaz Karahasan ın gözünden Almanya, Türkler ve kültür İleriye yürürken geriye düşmek OSMAN ÇUTSAY ÖMeR YAPRAKKIRAN ÜLKÜ GÜRKAN ve YILMAZ KARAHASAN Ahmet Hamdi Tanpınar, 1958 yılında gittiği Paris te, 230 yıl önce aynı yerden geçmiş Yirmisekiz Mehmet Çelebi yi değil, aslında aydını anlatıyordu: Onlar gittikleri yerlerden bir şey getirmesini bilen insanlardı. Aydın, gerçekten de gittiği dünyaya geldiği dünyadan, içinden çıktığı topraklara ve halka da gittiği yerlerden mutlaka bir şeyler taşıyan, onları zenginleştiren, üstelik bunu bir görev, bir sorumluluk olarak yaşayan insandır. Ülkü Gürkan- Schneider ve Yılmaz Karahasan, Almanya ya kitlesel göç başlamadan hemen önce ve bir kültürel açlığı dindirmek için gelen gençlerdendi. Daha ileriyi ve daha zengini arıyorlar, kendilerinde olanı zenginleştirmek istiyorlardı. Aydınlanma düşüncesinin temel yapıtlarından haberdardılar. Ayrıca, dinin siyasetteki ve toplumsal yaşamdaki dolaysız etkisini önemli ölçüde kırmış genç ve aydınlanmacı bir cumhuriyetin çok genç çocuklarıydılar. Ülkü ve Yılmaz, geldikleri bu ülkenin birer parçası, ama eleştirel bir parçası oldular. Tıpkı Türkiye nin de eleştirel bir parçası olmayı sürdürdükleri gibi. Türkiye yi daha ileri taşımak istiyorlardı, ama Federal Almanya yı da daha ileri taşımak istiyorlardı. Bunun bir maliyeti oldu. 12 4 Şubat 2013 AvrupaGüN

Çok genç iki insan, Ülkü ile Yılmaz, Almanya da dili yaşam mücadelelerinin ilk büyük adımlarını atmaya hazırlanırken, aynı anda, ömür macerasının sonunda, Paris te bir tür uzatma yaşadığını kendi kendine itiraf etmeye hazırlanan Ahmet Hamdi Tanpınar, geç geldiği ama hep hayranı olduğu bu kültür başkentiyle ilgili izlenimlerini Cumhuriyet gazetesinde yayımlıyordu. Gazetenin 20 Nisan 1958 tarihli sayısındaki Paris Tesadüfleri II / Meşhurların Evleri başlıklı yazısında, artık Almancaya da girmiş Türk edebiyatının bu gerçekten çok zengin kalemi, bir insan tipine dikkat çekiyordu: Dün otelimin bana temin ettiği büsbütün başka cinsten bir eski zaman konuştuğunu öğrendim. Paris te uzun müddet yaşayan ve şehri iyi bilen bir dost, onunla yanı başındaki otelin (Verlaine in kaldığı otel) yerinde bulunan büyük konakta, vaktiyle Yirmisekiz Mehmed Çelebi nin misafir olduğunu söyledi. Şimdi uykusuz gecelerimde binayı bütün etrafla beraber sarsan tren ve kamyon gürültülerine benim için bu sefaret heyetiyle İstanbul dan gelen atların kişnemeleri karışıyor. Kimbilir, Yirmisekiz Çelebi, benim şimdi yattığım odanın yerinde bulunan bir odada yatıyordu ve yanı başındaki odada kendisini o kadar rahatsız eden ziyaretçi kalabalığının karşısında yemeklerini yiyordu. Paris içindeki uzun ve yavaş yavaş bir takım hakikatlere uyanan dolaşmalarında etraftakilerden güçlükle sakladığı hayret ve ümitsizliklerini yakınlarına ve bilhassa oğlu Mehmed Said Galib Paşa ya gene bu odalardan birinde anlatıyordu. Tarihimizde hiçbir şey, bu baba ve oğulun Av- rupa ile şahsi temasları kadar faydalı ve mühim olmadı. İlk Türk matbaası bu sayede açıldı. Onlar gittikleri yerlerden bir şey getirmesini bilen insanlardı. Aydını herhalde biraz da bu ısrar ve inatla, bu bağlılıkla tanımlamak gerekecektir: Gittiği dünyaya geldiği dünyadan, içinden çıktığı topraklara ve halka da gittiği yerlerden mutlaka bir şeyler taşıyan, onları zenginleştiren, üstelik bunu bir görev, bir sorumluluk olarak yaşayan insan. Ülkü Gürkan-Schneider ve Yılmaz Karahasan, Almanya ya kitlesel göç başlamadan hemen önce ve bir kültürel açlığı dindirmek için gelenlerdendi. Daha ileriyi ve daha zengini arıyorlar, kendilerinde olanı zenginleştirmek istiyorlardı. Elbette boş değillerdi, aydınlanma düşüncesinin temel yapıtlarından haberdardılar. Ayrıca, dinin siyasetteki ve toplumsal yaşamdaki dolaysız etkisini önemli ölçüde kırmış genç ve aydınlanmacı bir cumhuriyetin çok genç çocuklarıydılar. Doluydular ve bu anlamda kültüre aç geldiler. Sadece muasır medeniyetin kendi dilinden ve içinden beslenmek, hem Almanya ya ve Alman halkına, hem de Türkiye ye ve Türk halkına bir şeyler taşımak, yeni ufuklara da yelken açmak istiyorlardı. Ülkü ve Yılmaz, çok gençken geldikleri bu ülkenin birer parçası, ama eleştirel bir parçası oldular. Tıpkı Türkiye nin de eleştirel bir parçası olmayı sürdürdükleri gibi. Türkiye yi daha ileri taşımak istiyorlardı, ama Federal Almanya yı da daha ileri taşımak istiyorlardı. Bunun bir maliyeti oldu. AvrupaGüN 4 Şubat 2013 13

Bazı yollardan geçtiler. Almanya ya işgücü göçünün ortaya çıkardığı tablonun en temiz yüzlerini temsil ettiler. Kendi seçtikleri yollarda, hep daha ileri ve barış dolu bir dünya için uğraş verdiler. Hâlâ da veriyorlar. Türkçenin ve tüm Türkçelilerin yüz akı bir kuşağın temsilcisidirler. Ülkü Gürkan-Schneider ve Yılmaz Karahasan, Türklerin Almanya ya kitlesel göçünü ana hatlarıyla yeniden değerlendirdi. - Tunç Okan ın ünlü Otobüs filmini eleştirirken Aziz Nesin, 1975 falan olmalı, Türkiye insanının gelişmiş bir sanayi ülkesinde de hiç öyle filmde sergilendiği gibi davranmayacağı uyarısında bulunmuştu... Siz, Türkiye den gelen işgücünün tüm davranış biçimlerine yakından, hatta neredeyse ilk saatlerinden itibaren tanık oldunuz. Türkiye kökenli bu insanlar, nasıl bir kültürel sıkışmışlık içinde oldular? Nasıl bir kültürel çaba içine girdiler? ÜLKÜ GÜRKAN Şu anda Almanların kafasında bir Türk resmi var, ama o Türk resmi 60 lardaki Türk resmi değil bence. Bilindiği gibi, iki ülke arasındaki işgücü anlaşması 1961 de yapılıyor ve göç başlıyor. Bense Almanya ya 1956 da geldim. Geldiğimde savaşın sonuçlarını gördüm. Almanya dökülüyordu, opera binası falan yıkıktı. Ayrıca insanların kılık kıyafetleri de dökülüyordu. Oya Baydar ın yeni kitabında var, benden bahsediyor ve Ülkü biraz eliterdir diyor, hakikaten de eliterdim. Frankfurt Üniversitesi nde insanlar benim üstüme başıma hayranlıkla bakarlardı. 1961 den 1967 ye kadar Almanya ya Türkiye den gelenler, daha çok İstanbul, İzmir, Ankara gibi büyük şehirlerden gelen insanlardı. Büyük çoğunluğu sanat okulu mezunu veya kalifiye işçilerdi. Ayrıca Türkiye den gelmiş çok doktor, mühendis arkadaşlarımız da vardı. Yani bu insanların Türkiye den getirdikleri bir kültür vardı. Nitekim biz Türk Halkevi ni kurarken de, bizi etkileyen, o Türkiye den getirdiğimiz Halkevleri kültürüdür. Ama 1967 den sonra 1970 e doğru bu kaynaklar tükendi. Türkiye nin görece sanayileşmiş bölgelerindeki insan malzemesi bittiği için de içe doğru bir kayış oldu. Orta ve Doğu Anadolu dan insanlar gelmeye başladı. İnsanlar, önce sağlık ve meslek açısından elenerek seçiliyordu. Ama Almanya da ekonomik durum bir ekonomik patlamaya dönüşünce ve bizdeki, yani Türkiye deki kaynaklar da tükenmeye başlayınca, iş Anadolu nun doğu ve güneydoğusuna kaydı. Kalifiye işgücü olayı da yavaş yavaş bitti... - Kültür de mi? ÜLKÜ GÜRKAN - Kültür de bitti tabii. Ama beni ilgilendiren kültür, bizim burada 1970 lere kadar işçilerle birlikte yaratmaya çalıştığımız kültürdü. Berlin de mesela, Vasıf Öngören, daha o zamanlarda, 1963 olmalı, bir işçi tiyatrosu kurmuştu. Frankfurt ta, Köln de müzik, tiyatro, folklor, kütüphane... Seminerler de yapıyorduk. Bunları da sadece Türklere yapmıyorduk Almanlarla birlikte yapıyorduk. AWO lar (Arbeiterwohlfahrt-İşçi Sosyal Yardım Kurumu) ve sendikalarla birlikte... Dinliyorlardı bizi insanlar. Demek ki kendimizi dinletmeyi de beceri- 14 4 Şubat 2013 AvrupaGüN

yormuşuz. Berlin de Tahsin İncirci lerin öncülüğünde bir işçi korosu kurulmuştu, yıllarca sürdü o koronun etkinlikleri. Yani bir kalite vardı; bu kalite 70 lerin ortası ve 1980 e kadar sürdü. - Şöyle diyebilir miyiz? Atatürkçü bir ailenin yetiştirdiği bir genç kız olarak yüksek öğrenim için geldiğiniz bu ülkede önce bir şaşkınlık yaşadınız. Toplumsal ve hatta kültürel düzeyi, tabii genel gelir düzeyini de geri bulduğunuz için yaşanan bir şaşkınlıktı bu... ÜLKÜ GÜRKAN Yaşadım tabii. O zamanlar, 1950 lerin ikinci yarısı, 1 DM galiba 68 kuruş falandı. Benim ailem bana 260 TL gönderirdi ve bir burada 385 DM alırdık. 1957-58 ten söz ediyoruz. Bu, büyük paraydı. Alman işçisi o zamanlar 200-300 DM falan aylık ücret alıyordu. Aradaki fark büyüktü gerçekten. - Peki, Yılmaz Karahasan nasıl bir şaşkınlık yaşadı? YILMAZ KARAHASAN Ben Almanya ya ilk kez 1958 de gelmiştim. İlk şaşkınlığım bisiklet oldu. Bu ülkeye indiğimde yüzlerce binlerce bisiklet gördüm. Türkiye de çok azdı ve bir ayrıcalıktı. Ama Almanya da ilk gördüğüm şey, binlerce bisiklet oldu. Belirli bir ilerleme olduğunu ilk orada gördüm. Geldiğimde hiç Almanca bilmiyordum. Çalıştığım firma uğraştı ve beni Goethe Enstitüsü ne gönderdiler, öğrenim parasını üstlenerek. Tabii geriye de gönderebilirlerdi, Almanca bilmiyorsun, geri git diyebilirlerdi; demediler. İnsancıl bir davranıştı. Orada dikkatimi çeken bir başka şey de, hafta sonlarında kurulan dev çadırlar ve bu dev çadırlarda yüzlerce kişinin müzikle kol kola şarkı söyleyip iki yana sallanarak eğlenmesi oldu. Beni şaşırtan şey şuydu: Bizim orada, Türkiye de, üç beş kişi meyhanede içki içse mutlaka sonunda bir kavga çıkardı; burada yüzlerce kişi birlikte içiyor, ama kavga falan yok. Üçüncü dikkatimi çeken şey: Kadınlar sokaklarda şu geleneksel önlükle dolaşıyor. Ben de bunlara Yahu bunlar ne evcil kadınlar falan diyordum. Çok sonra öğrendim bunun yerel ve geleneksel bir giysi olduğunu. Dördüncüsü de şuydu: İşyerinde işe başladım, o zaman da sigara içiyorum. O sıralarda 5-6 sigaralık paketler vardı. Bir arkadaş sigara istediğinde 10 fenik verirdi. Para karşılığı arkadaştan sigara alınmasına çok şaşırmıştım. Alman usülü derdik, herkes kendi masraflarını karşılardı. Ama beni şaşırtmıştı bu usül. ÜLKÜ GÜRKAN Bak işte 50 yıllık göçte Alman usülünün dışında bir şey olduğunu da Almanlara öğretebildik... 1989 BeRLiN YILMAZ KARAHASAN Evet, doğru. Bu dört şaşkınlığım, aslında kültürel farklılıkları da koyuyor ortaya. Ülkü, burada kurulan müzik gruplarından, işçi tiyatrolarından falan söz etti. 1962 veya 1963 te ilk kez Köln ve Çevresi Türk İşçileri Derneği kurulmuştu. O dernekte 1963-1964 yıllarında müzik grubu vardı. Klasik Türk sanat müziği vesaire yapılıyordu. 1964 yılında biz Köln de belki Almanya düzeyinde ilk sol dernek diyebileceğim bir dernek oluşturduk. Benim girişimimle oldu bu: Türk Gençliği Kültür Kulübü. Tüzükte de amacın kültürel faaliyetlerde bulunmak olduğunu belirtmiştik. Bilgilendirme toplantıları yapmak, geziler düzenlemek, müzeleri ziyaret etmek vesaire... Ülkü, orada çok haklı: 1961 den sonra işçi getirimi başlayınca gelenlerin kültürel seviyesi daha yüksekti. Çünkü kalifiye işçiler, şehirlerden işçiler, sanayi merkezlerinden işçiler geliyordu... ÜLKÜ GÜRKAN Sendikalara da bulaşmışlardı Türkiye de bazıları... YILMAZ KARAHASAN -... 1962 de tekrar Almanya ya gelince, ilk işim sendikaya girmek oldu. Ben sendikacı bir aileden geliyorum. Babam Ömer Karahasan Zonguldak Maden İşçileri Sendikası kurucularındandı ve yıllarca da AvrupaGüN 4 Şubat 2013 15

genel başkanlığını yapmıştı. Dolayısıyla çocukluk ve gençlik dönemimde Zonguldak-Kilimli de sosyal, ekonomik, siyasal konularla biraz haşır neşir olmuştum. 1961 de Türkiye ile Federal Almanya arasında İşçi Mübadelesi Anlaşması yapıldıktan sonra, 1962 de Almanya ya yeniden bu kez trenle gelirken, amacım, Almanya daki Türkiyeli işçileri sendikalarda örgütlemekti. Gerçekten amacım buydu. Ama gelip tekrar işbaşı yaptığım eski işyerimde de benden başka Türk yoktu. Dolayısıyla Türkleri sendikalaştırma olanağım yoktu. Yani bir sendikal kültür ve bilinç bende var, ama bunu nasıl yaygınlaştırabilirim? Kuzey Ren Vestfalya eyaletinde çalışan çok Türk olduğunu öğrendim. 1963 ün nisan ayı olmalı, Köln deki Ford fabrikasında 2 bin 500 Türk işçisinin çalıştığını duydum. Oraya başvurdum elektrikçi olarak, derhal işe aldılar. İlk gün işe girmeden personel kısmından biri gelir ve açıklamalar yapar; bu adettir. Sonuçta işçi temsilciliğinden biri geldi, işçilerin hakları, sendika falan nedir anlattılar. O gün biz 5 kişiydik işe alınacak olan. Kim sendikalı? diye soruldu. Ben IG Metall üyesiydim, diğerleri değildi. O görüşmeden hemen sonra, bizimle konuşan adama burada çalışan 2 bin 500 Türk işçisini örgütlemek ve sendikaya, IG Metall e üye yapmak istediğimi söyledim. O zaman sen bizim temsilcimiz ol! dedi. Yani işe başlamadan daha, sendika temsilcisi oldum. İşe başlar başlamaz da Türk işçilerine sendikal örgütlenmenin önemini anlatmaya başladım. İlk dört hafta içinde 1000 Türk işçisini sendikalı yaptım. Yalnız üye değil, o insanlardan sendika temsilcileri de çıkardık. Onunla da yetinmedik, seminerler, hafta sonu seminerleri düzenlemeye başladık. - Talep nasıldı? YILMAZ KARAHASAN - Talep çoktu. Bu kadar kolay mıydı? diye sorulabilir. Gerçekten de bugün bir işçiyi sendikalı yapmak için insanın ağzıyla kuş tutması gerekiyor neredeyse. Ama o zamanlar gayet kolaydı. Türkler arasında özellikle. Onun da nedeni, çalışma koşulları, ücret durumu, iş amirlerinin tutumu... Ford dan örnek verebilirim: Burada 1960 larda haftalık çalışma süresi 40 saatti. Diğer işyerlerinde 45 saat çalışılırdı. Ford en yüksek ücret ödeyen işyeriydi, fakat yoğun bir çalışma temposu vardı, öldürücü bir tempo... Vardiya sistemi ve bantta seri üretim vardı. Üretimin yapıldığı bölümlerde çalışma değil, neredeyse bir muharebe söz konusuydu. Gürültü vesaire... İlk 4 hafta orada çalıştım, ama iki vida ya sıkıştırdım ya sıkıştırmadım. Çünkü bütün günüm üretim bölümlerinde dolaşmakla geçiyordu. 4 hafta sonra bir teklif geldi. Tercümanlık yapar mısın? dediler. Neredeyse tek Almanca bilendim. 4 hafta sonra tercümanlığa başladım. Pres bölümündeyiz, orada iş amirleri, ustabaşılar, işçilere işaretle bana Söyle şuna, daha hızlı çalışsın! diyorlar... 16 4 Şubat 2013 AvrupaGüN

Ama bakıyorum, insanlar kan ter içerisinde. Daha hızlı çalışılır mı? diye cevap verince, ustabaşılarla aram açılmaya başladı. Tabii hep işçilerden yana tavır aldığım için de işçilerin bana güveni yoğun biçimde arttı. Onlara sendikalı olmanın yararlarını anlatıyordum. Çıkarlarımızı ortak koruyalım dedikçe, IG Metall e yığınsal olarak girmeye başladılar. Sadece sıradan sendika üyeliğini anlatmadık; biz, işçilere, ancak örgütlenerek kendi çıkarlarını koruyabilecekleri fikrini vermeye çalıştık. 1964 te de seminerler düzenlemeye başladık. Belli, kalifiye bir işçi kültüründen geldikleri için, bu işçi kültürü, sendikal kültür gelişmeye başladı. Sendikaların bu sürece gerçekten olumlu katkısı olmuştur. Dernekleşmeler de aynı dönemde başladı. 1960 larda tüm Almanya nın çeşitli bölgelerinde işçi dernekleri kuruldu. Köln ve Çevresi Türk İşçileri Derneği gibi... Solculuk, sağcılık, Müslümanlık, Hıristiyanlık falan konu değildi. Önemli olan, işçilerin haklarıydı. 1963 veya 1964 te Türk Halkevi kuruldu. Başlarda, yukarıda sözünü ettiğim ayrımlar yoktu. Keskin hatlarıyla 70 li yılların başlarında Türkiye den gelen işçiler arasında siyasal ayrılmalar başladı. Tabii 1967 veya 1968 lerde falan, Türk Gençliği Kültür Kulübü gibi ilk sol dernekler kurulduğuna tanık da olduk. Stuttgart ta Yaprak ilk sol dernek oldu. Münih te Münih Türk Birliği, Berlin de Türk Toplumcular Ocağı falan kuruldu. Hatta Hollanda, Londra ve Fransa da da dernekler kuruldu. Biz de Avrupa düzeyinde Türk işçileri var, sol dernekler var, bir birleşmeye gidelim dedik. 1967 de Köln de Avrupa Türk Toplumcular Federasyonu nu oluşturduk. Tüzüğünü A dan Z ye ben yazmıştım. 1970 lerde de sağ, faşistler başladı tabii.. YILMAZ KARAHASAN Yani önce bir siyasal ayrım yok, sınıfsal bir bütünlük söz konusu. Türkiyeli işçi olmak yeterli. Toplumsal yaşamda karşılaşılan sorunlara ve kültürel çalışmalara ağırlık verilen bir dönemdir. Demek ki, 60 ların sonuna doğru siyasal bölünmeler, dini kuruluşlar, 70 li yılların ortalarına doğru dinsel bölünmeler, dinsel kuruluşlar ortaya çıktı... - O halde, işin içine milliyetçiliğin ve dinciliğin girmesi için Türkiye deki 12 Mart 1971 askeri darbesini beklemek gerekti. Şöyle diyebilir miyiz? Türkiye dışında yaşayan, ama kökleri Türkiye de olan, Türkçe konuşan insanların üzerine ilk bir müdahale 12 Mart darbesiyle başlamış oluyor. İnsanların sınıfsal temelde bir araya gelmelerinin önüne, milliyetçi vurgularla geçiliyor. 12 Eylül 1980 de de dinin gündeme iyice yerleştirildiğini görüyoruz. Demek ki darbelerle Avrupa daki insanlarımızın dinsel-milliyetçi cendereye alınması, zehirlenmesi sağlanmış oluyor. Böyle bir ilişki - Galiba Türkiye deki askeri darbelerle, 12 Mart ve 12 Eylül ile bağlantılı bir gelişme bu... AvrupaGüN 4 Şubat 2013 17

IG MeTALL BeRLiN 1995 gözlemleyebiliyoruz. 1971 den sonra Avrupa daki Türkiye kökenli işçi sınıfına milliyetçilik, 80 den itibaren de buna ek olarak yoğun bir İslamcılık aşılanıyor... YILMAZ KARAHASAN Bu paralellikler var. Ama bu da kendiliğinden olan bir şey değil. Türkiye deki askeri iktidarlar, buradaki konsolosluklar falan üzerinden halkı sürekli etkilemeye çalıştılar. Ben 1974 te Türkiye de bir sendika toplantısına gitmiştim. Maden İş toplantısıydı. Alman sendikacılarla birlikte gitmiştik. O gidişimde gözaltına alındım ve hatta kurtarılmamı Bülent Ecevit sağlamıştı. Tutuklama emri 1971 döneminde verilmişti. Ecevit babamın arkadaşı zaten. Çalışma Bakanı iken Almanya ya geldiğinde de benim hanımla birlikte kendisini karşıladık, çiçek verdik. İşte Ecevit 1973 ten sonra başbakan olunca, o eski tutuklama emri geçersizdir diye düşünüp gitmiştim Türkiye ye, ama hiç öyle değilmiş. Maden İş Başkanı Kemal Türkler in Bülent Ecevit e ulaşmasıyla ve onun aracılığıyla birkaç gün gözaltında kaldıktan sonra kurtulabildim. ÜLKÜ GÜRKAN Aslında 1971-1974 döneminde şöyle bir kültürel çerçeve var: O dönemde sol harekete, sendikalar, işçi hareaketine bulaşmış insanlar, belli bir kültürel düzeyin, buradaki Türkiyeli işçiler arasında gelişmesini sağladı. Onların kendilerini bu ülkede güvende hissetmelerini, bu ülkeyi tanımalarını, bu ülkedeki taleplerini dile getirip gerçekleştirmek için çalışmalar yaptık. Bunda da oldukça başarılı olduğumuzu sanıyorum. YILMAZ KARAHASAN Tabii biz bu çalışmaları yaparken istihbaratlar da boş durmadı. Baştan beri izleniyorduk. 1974 te gözaltına alındığımda bizim 1964 lerde Türk Gençliği Kültür Kulübü nün yönetim kurulu toplantısının tutanaklarını çıkarıp önüme koyuverdiler. Metal Haberler gazetesindeki yazılarımı, kardeşim ressam Aydın Karahasan ın çizgilerini de öyle... ÜLKÜ GÜRKAN - Bunlar boş durmadılar. Biz 1960 tan sonra Türkiye de daha demokratik bir ortam oluştu diyorsak da, Almanya da belli çevreler, üstelik sadece konsolosluklar falan değil, sağcı işçiler de faaldi. YILMAZ KARAHASAN İşçi dernekleri arasında sağcılar vardı tabii. Özellikle Demokrat Partililer, işte parti kapanmış, biraz sola hınçlılar... 1964 te Köln Türk İşçileri Derneği nde, otoriter tutumlu Selahattin Sözeri ye karşı yönetimi almıştık. Başkan Sümer Akat tı, ben de genel sekreterdim. Ama sağ grup, dernek içerisinde örgütlendi, öyle ki, o dernekle kültürel, sosyal, demokrat çalışmalar yapmak olanaksızlaştı. O zaman dernekten ayrılarak Türk Gençliği Fikir Kulübü nü kurduk. Kurar kurmaz da yoğun hücumlar başladı bize karşı... Bunlar komünist, Moskova dan para alıyorlar falan diye... ÜLKÜ GÜRKAN Yılmaz, ama biz de gençtik. Genç olduğumuz için de çenemizi tutamıyorduk. Açıkça solcuyuz, devrimciyiz diyorduk. IG Metall in Türk işçileriyle yaptığı seminerlerde antifaşist İtalyan, İspanyol marşları, şarkıları, bizim türkülerimiz söyleniyor falan... O toplantılarda tabii sağcı işçiler de vardı. YILMAZ KARAHASAN Türk Gençliği Kültür Kulübü olarak Köln Postası diye bir gazete çıkarmaya başladık.. İlk yazılarımdan biri, başmakale, Ekonomik Demokrasi başlığını taşıyor. Neden işçilerin şirket yönetimine katılmasının önemli olduğunu, emekle sermayenin 18 4 Şubat 2013 AvrupaGüN

ABidiN dino ile... - Ülkü Hanım ın doğrudan sosyal demokrat harekete angaje olmadığını biliyoruz. O daha soldaydı... ÜLKÜ GÜRKAN Ben 1950 lerin sonunda geldiğimde, Hessen eyaleti kızıl bir eyalet olarak tanınırdı. Burası SPD içinde de sol sosyal demokrasinin vatanıydı. Ben öğrenci hareketi içinde SDS deydim. SPD, o dönemde SDS i ataynı olamayacağını, hatta emeğin daha üstün bir değer olduğunu, o nedenle söz sahibinin de emek olması gerektiğini falan yazmıştım. Burada AWO-Türk Danış yöneticilerine şikayet olmuş. Yazdığım yazının tercümesini istediler. Almanlar o tercümeye baktılar ve Burada sendikal istemler var dediler. Ama sağcı Türkler bizi komünizm propagandası yapılıyor diye şikayet etmişlerdi. Oysa biz Statik Atatürkçülük yoktur, dinamik Atatürkçülük vardır gibi başlıklar altında konferanslar da veriyoruz. Sendikal örgütlenmenin gerektiği, emeğin üstünlüğü, ekonomide demokrasinin kaçınılmazlığı falan gibi konular, kültürel çalışmalar yapıyoruz. Bunlarla ilgili olarak da, Türk gazetelerinde komünizm propagandası yapıyorlar, Moskova dan yönlendiriliyorlar diye çarşaf çarşaf yazılar çıkıyordu. Ben konferanslarımdan birinde teşekkür ettim bu çevrelere ve Saldırılarınız daha da yaygınlaşmamıza, tanınmamıza katkıda bulunuyor dedim. - Sonuçta, işçilerde bir talep var, daha geniş bir kültüre talep... Kendini aşma doğrultusunda bir kültürel talep bu... Öyle mi? YILMAZ KARAHASAN O kültürel çalışmalar yalnız folklor çalışmaları değildi. Tiyatro, klasik müzik gruplarıyla, konferanslarıyla, hafta sonu seminerleriyle falan yoğun bir kültürel çalışma ve gelişme yaşadık. 1968 de IG Metall de profesyonel sendikacı olarak çalışmaya başlayınca Metal Haberler gazetesi de genişletildi. Okur sayfalarımıza adeta şiir yağıyordu. Türkler arasında şiir çok yaygındı. Sadece yakınma falan da değil, işte insanlarımızın hislerini, yaşam sevincini, umutlarını, beklentilerini dile getiren, yoğun eleştiriler de içeren şiirlerdi bun- lar. Karikatürler de vardı. Hele okur mektupları... Çok yoğun bir katılım vardı. ÜLKÜ GÜRKAN 1960 ların sonu, 1970 - lerin ilk yarısında, İspanya da, Portekiz de, Yunanistan da faşist rejimler vardı. Biz, burada, o ülkelerin ilerici gruplarıyla birlikte çalışıyorduk. Almanya da sol hareketin kültürü, enternasyonal bir kültürdür. Milliyetçi falan değildir. Biz her şeyi ilerici Almanlar ve diğer ülkelerden işçilerle beraber yaptık. Çocuk parası için yürüyüşler, işçi hakları, yerel seçim hakları... YILMAZ KARAHASAN 1974 te Portekiz deki Karanfil Devrimi nin ilginç bir etkisi oldu. Ama o dönemde doğrusu SPD nin Friedrich Ebert Vakfı nın tutumları felaketti. Bizim o zamanlar, SPD içinde Genç Sosyalistler (Jungssozialisten-JUSOS) içinde istifa etmemiz gündeme geldi. İşte o zaman ünlü Wolfgang Abendroth buraya gelmişti, biz gençler etrafını çevirmişiz, oturuyoruz, söyleniyoruz SPD, felaket falan diye... Biz öyle söyleyince, Abendroth hiç unutmayacağım o sözü söyledi: Partiden istifa edilmez, partiden en fazla kovulunur. Ben neredeyse 50 yıla yakın bir süredir SPD üyesiyim, istifa etmem için de en 50 kez neden ortaya çıkmıştı. Ama hep Prof. Abendroth un o akşamki sözünü hatırladım ve ayrılmadım. AvrupaGüN 4 Şubat 2013 19

olduğu yerlerdi. Bu insanlar bize her zaman olanak sağladılar. Tabii istemeyi de bilmek gerekiyordu, ama istediklerimize hiçbir zaman Hayır demediler. Türk sağ çevrelerini rahatsız eden şuydu: Bizim, sendikaları, sosyal demokratları, Türkiye aleyhine etkilediğimizi düşünüyorlardı. ÜLKÜ GÜRKAN-SCHNEIDER 2 ArAlık 1935 te Çorum da doğdu. Genç cumhuriyetin iki öğretmeninin iki kızından büyüğüdür. Bursa Kız Lisesi ni bitirdi. Aile, kızlarından birini Almanya da diğerini Türkiye de okutmaya karar verdi ve Ülkü 1956 sonunda Almanya ya geldi. Bavyera da Goethe Enstitüsü ve rahibelerin yönettiği bir kız lisesinde Almanca öğrendikten sonra Frankfurt Üniversitesi ile Marburg Üniversitesi nde siyasal bilimler okudu. 1964 ten 1998 e kadar Türkiye den gelen işçilerle ilgili Türk Danış, Halk Eğitim Merkezi, Frankfurt Üniversitesi nde projelerde ve IG Metall sendikası genel merkezinde de yabancı işçilerle ilgili birimlerde bilimsel araştırmalarda bulundu. 1965 te bazı arkadaşlarıyla birlikte Frankfurt Türk Halkevi ni kurdu. Politik çalışmaları nedeniyle 1971 deki askeri cuntadan sonra siyasi takibata uğradı ve pasaportu elinden alındı. 1972 den 1993 e kadar Türkiye ye gidemedi. Pasaportuna el konulduktan sonra bu uygulamaya karşı Danıştay da dava açtı ve 10 yıldan fazla süren bir dava sonucunda pasaportunu geri aldı. Alman vatandaşlığını, çifte vatandaşlık kabul edilinceye kadar almayacağını bildirdi. 1992 yılında Frankfurt kentinin Onur Madalyası na layık görülen Ülkü Gürkan a, 1997 yılında da Federal Liyakat Nişanı verildi. masa, belki ben de sosyal demokrat hareketin içinde kalırdım 1963 te AWO da, 1964 te de VHS (Volkshochschule- Halk Eğitim Merkezi) çalışmaya başladım. VHS ile ilişkilerim sayesinde etkinliklerimize katkı alabiliyordum. Salon verdiler. Seminerler yapabildik, benim sosyal demokrasiyle her zaman iyi ilişkilerim oldu. Aslında biz Almanya nın iyi bir döneminde geldik. Sadece ekonomik refahtan söz etmiyorum. Faşizmi arkasında yeni bırakmış bir ülkeydi, sendikalar falan da antifaşist insanların - Türkiye den gelen insanların bir özgüveni olduğu konusunda anlaştık. 12 Mart 1971 den sonra bu özgüvenin Türkiye merkezli olarak bir biçimde kırılmaya çalışıldığını görüyoruz. 12 Eylül 1980 - den sonra da tamamen ortadan kaldırılıyor. Bugün 60 ların uyanık bir Türk işçisiyle, kökleri Türkiye de ama bugün burada yaşayan, burada doğup büyümüş bir işçi arasında nasıl farklar var? Özellikle kadınlar açısından... YILMAZ KARAHASAN 60 larda Türk işçileri, daha önce de işte İtalyanlar, İspanyollar. İrlandalılar falan gelmeye başladığında, ben de 1963 te Ford da işe başladığımda bayağı bir çevrem oluşmuştu. 1963 ekiminde veya kasımında bir işyeri toplantısına katıldım. O zamanlar Almanca dışındaki dillerde toplantılar falan yapılmıyor. Orada Türkçe ve Almanca olarak üç konuyu ele almıştım. Bir: Bize Gastarbeiter (misafir işçi) deniyor, ama biz misafir falan değil işçiyiz. Hem bizde, Türkiye de misafir çalıştırılmaz. İki: Biz kendi dilimizde, yani Türkçe ve İtalyanca işyeri toplantıları da istiyoruz. Bilgilendirilme hakkımız var. Üç: O zaman Avrupa Ekonomik Topluluğu dışında kalan Türkiye gibi ülkelerden gelen işçilerin işçi temsilciliklerine seçilme hakkı yoktu. Seçebiliyorlardı, ama seçilemiyorlardı. Biz aynı haklara, işçi temsilciliklerine seçilme haklarını istedik. Bu Türkçe ve Almanca konuşmam, Ford içerisinde bayağı bir yankı yarattı. 1964 yılının ilk işyeri toplantısını biz Türkçe ve İtalyanca simultan çeviriyle gerçekleştirdik. İstem, 1963 sonu, gerçekleştirilmesi ise 1964 ün başıdır. 1965 te IG Metall Genel Kurulu na katılımcı olarak biz 20 kişi çağrıldık. Orada da aynı istemleri dile getirdim. Bize yönelik olarak Betreuung (bakım) falan deniyordu, biz buna itiraz ettik. Biz ne yaşlıyız, ne hastayız, ne de engelliyiz. Bakıma ihtiyacımız yok. Biz genç dinamik insanlarız, eşitlik istiyoruz, toplumsal entegrasyon istiyoruz dedik. Biz misafir değil, işçiyiz, işçi sınıfının bir parçasıyız. İşyeri işçi temsilciliklerine seçilme hakkı istiyoruz dedik. O istemler doğrultusunda IG Metall de bir sürü kararlar aldı. Başından beri sendikalar yabancı eşitliği yönünde davrandı. 1972 de işyeri işçi temsilciliklerine yabancıların seçilmesi gerçekleşti. IG Metall hep destek verdi. 20 4 Şubat 2013 AvrupaGüN