BURSA'DA DÜNDEN BUGÜNE TASAVVUF KÜLTÜRÜ Vakfı İslAm Ara~tırrrıalan Merkezi Kütüphanesi Dem. No: Tas. No: ffb~t 3
BURSA KÜLTÜR SANAT VE TURİZM V AKFI YA YINLARI BURSA KİTAPLIGI: ı ı ı i. \ ISBN 975-7093- 09-02 Birinci Basım Kasım2002 Yayıma Hazırlayan Ramis Dara Kapak- Sayfa Tasarımı Ömer Yıldız Baskı Graphis Matbaa Yüzyıl M. Matbaacılar Sitesi, 1. Cadde No: 139 Bağcılar/ İstanbul Tel: (02ı2) 629 06 07 BURSA KÜLTÜR SANAT VE TURİZM V AKFI Açık Hava Tiyatrosu Yanı, Kültürpark - Bursa Tel : 0224-234 49 ı2 (3 hat) Faks : 0224-234 49 ı ı E-posta: bkstv@bkstv.org 2
MEKANLAR, BAZIKAVRAMLAR VE BURSA Prof. Dr. Tuncer BAYKARA* Bu satırların yazarı, tasavvuf konusunda, Molla Kasım, A. Cevdet Paşa, Mehmet Akif Ersoy ve Zeki Velidi Togan yolundadır. Bunun da olağan sayılması gerektiğini veya olağan olduğunu, kesinlikle bilmekteyim. Şöyle ki, kanaatiınce dini hayat ile tasavvufu birbirine karıştırmamak gerekir. Bunlar birbirinden ayrıdır. Bu konuda, insan ruhunun kendi iç dinamiklerinin etkili olduğunu da çok yakından bilmekteyim. Bu konuda, benim kişisel gözlemlerimi değil, fakat A. Cevdet Paşa'nın yazdıklarını hatırlatınakla yetineceğim. Mesela o, Tezakir'inde XIX. yüzyıl ortalarında Murad Mollası Tekkesi şeyhi ile komşusu Medre~e Müderrisinin ilişkilerini, aralarındaki fikir çekişmesini, fakat birbirlerine yine de saygılı olduklarını çok güzel bir şekilde anlatmaktadır. Biz, bunlardan herhangi birisinin doğru veya gerçek, ötekinin olumsuz olduğunu söyleyecek değiliz. Sadece, tasavvuf bir gerçek ise, bunun yanında başka gerçeklerin de varlığını hatırlatmak istedik. Çalışmalarımda başlıca iki meseleye cevap aramaya çalıştım. Bunlardan ilki, geniş coğrafya içinde bu türden yapıların bulundukları yerlerin özelliklerinin belirlenmesi; ikincisi de bu yapıların özel işlevi ve buna uygun iç mekanları. Bu sorulardan ilkine, kırsal alanlardan bazı örneklerle cevap aramaya çalışmıştım. Tarafıından verilen Türk Tarih Kurumu yıllık konferanslarından birisi, "Ribattan Tekkeye Geçiş" konusunda olup, uc=hudud karakollarının, Türk ülkesini en ilerde koruyan askeri yapıların, hudut daha da öteye kaydığında "tekke''ye dönüştüğünü belirtmeye çalışmıştım. Ne yazık ki bu konferansım, sebepleri sezilebilecek yönleri vardır diye yayınlanmadı. Oysa ben orada Tekkelerin, XII ve XIII. yüzyılda çok yararlı olan, özellikle sosyal işlevlerinin üzerinde durmuştum Diyar-ı Rum'un bir Türk ve Müslüman ülkesine dönüşmesinde bu oluşum ve gelişimin büyük yeri vardır. Sonraki yüzyılların gelişmeleri benim konumun haricinde idi. Şehirlerdeki durumu, ulaşabildiğim sonuçları ile tamamen çözernemiş olsam da, kısmen bu bildiride ele almak istiyorum. * Ege Üniversitesi. 25
1. Dikkatimizi ilk olarak dini ibadet için mescid ve camının yeterli olması gerektiği çekmektedir. O zaman bunların ayrıca yapılmalarının kendilerine mahsus bir düzenleri ve özellikleri mi vardır sorusu gelmektedir. Tasavvuf ehlinin olması gereken mekanları nedir? Bunlarla ilgili terimler ne demek olabilir? 2. Kavramlar arasında kaynaklara yansıyanlar ile, doğrudan halk arasında yaşayanlar arasında bazı farklılıklar vardır. Arapça-Farsça kaynak geleneğinin ifade ettikleri ile halk arasında yaşayanlar biraz farklı olabilmektedir. Tekke: Halk arasında konu ile ilgili olarak ilk ve en çarpıcı kavram, "tekke/tekye"dir. Bazı meslektaşlarımızın aşırı önem verdikleri bir kavram ; ama bize göre bunu, doğrudan fikir hürriyeti, daha doğrusu bir tür yorumlama hürriyeti olarak kabul etmek daha doğru olacaktır. Ama bu kavramın, Türkler arasında kullanılışı XVI. yüzyıldan geriye gitmemektedir. Tekke binaları arasında günümüze kadar gelenler olduğundan onların- iç yapılarını, işlev mekanlarını çok açık olarak bilebiliyoruz. Mesela Mevlevllik ile ilgili olarak Mevlana Türbesi yanındaki mekan, en eski ve etkili nümunelerden birisidir. Bu mekanın büyüklüğü, bir başka ifade ile kaç kişiye hizmet verebildiğine lütfen dikkat ediniz. Başka tekke binaları, özellikle İstanbul şehrinde yaşamıştır. Anadolu sathındakiler ise geçen zaman içinde kaybolmuşlardır. Şimdiye kadar biraz dağınık olarak gösteremeye çalıştığımız hususu, şimdi daha açık olarak sorabiliriz: Tekke'nin temel işlevi nedir? Bunun yapısında esas olan hangi amaçtır? Bu amaç konusundaki bazı bilgiler, eskiden beri bu konuda bazı fikirlerin oluşmasına etki etmiştir. a. Tekkeler, öncelikle, yaygın deyimi ile hu çekilen, yani ibadet değil, şeyhin uygun gördüğü dua veya hareketlerin yapıldığı mekanlar mıdır? b. Yoksa, buralarda öncelikle başka işlevler mi vardır? Bu konuda, tekkelerle ilgili eski bildiklerimiz iki hususa önem verirler: b 1.çerağ yandırılması, b2. gelen-gidene yemek verilmesi. Bu son özellik sebebiyle, biz genel anlamıyla tekkeleri, dini değil, doğrudan bir "içtimai=sosyal" kurum olarak kabul etmiştik. Bu hususlar bilinince, tekkelerle ilgili bilinenlerde sonraki zamanların değişik gibi olan özelliklerini yeniden yorumlamak gerekir diye düşünüyoruz. Zaviyeler hemen Tekke ile eşanlamlı gibi kabul edilebilir. işlevi hakkında da erken devirler için, yukarda söylediklerimiz geçerlidir. Hanikah=Hankah, özellikle kaynakların zikrettiği bir kavramdır. Bu kavram bizi bir yandan tekkeye, öte yandan da medreseye götürmektedir. 26
Hankah'dan Tekke'ye geçmek önemli değildir; çünkü bu olağan bir husustur; fakat "Medrese" ile Hanikah ilişkisi, üzerinde ayrıca durolmaya değerdir. Konuyla ilgili olarak zaten eskiden beri bazı tesbitler yapılmıştır. Bunların arasında en önemlisi Seyitgazi'deki ünlü türbe ile iç ıçe sayılabilecek olan yapıdır. Bunun hanikah ını yoksa medrese diye ını adlandırılacağı, eskiden beri söz konusu edilmekte, yaygın ifadesi ile tartışılmaktadır. Mimari özelliklerine önem verenler ve yapıyı böylece yorumlayanlara göre orası bir medrese kabul edilebilir. Oysa, dini veya efsanevi özellikleri baskın sayılabilecek bir yerdeki bu yapının işlevi söz konusu edilecek olursa, burasının hankah olarak adlandırılması daha olağan karşılanmaktadır. Şu halde, bildirimizinin temel meselesi, Medrese ile Hanikah arasındaki ilişkiye geliyoruz. Aslında apayrı özellikler içeren iki kurumdur bunlar. Öylesine ki medreseler, özellikle Selçuklu çağında sur içinde, mahalle arasında yapılıyordu. Oysa hanikah veya sonraki zamanlardaki tekkeler erken devirlerde kesinlikle şehir surları dışındadırlar. Bu konuda, Bursa mevlevi-hanesinin, nisbeten geçen tarihlerde, Bursa'nın surlar dışındaki Pınarbaşı semtinde yapılmış olması da dikkati değer bir misaldir. Onların şehir surları dışında olması da olağandır; çünkü onlarda esas, çerağ yanması, gelen-gidene yemek çıkarılmasıdır. Kısacası onların sosyal nitelikleri daha ağır basar. Hatta bu mekanlar, erken dönemlerde kırsal alanlardaki duruma benzer bir şekilde şehirlerin korunma surları dışında birer ileri gözetierne yeri bile kabul edilebilir. Şimdi, aynı sosyal ihtiyacın şehir içinde nasıl karşılandığı sorusu sorulabilir? Şehirlerin kalabalıklaşması ile acaba medrese bu işlevi de mi yüklenmeye başladı? diye sorabiliriz. Fakat bu soruya cevabımız, Cevdet Paşa'nın sözünü ettiği Şeyh-Müderris çekişınesi sebebiyle kesinlikle olumlu olamaz. Buna karşılık Mevlana Celaleddin Rumi'nin önce müderris iken, sonradan mutasavvıf olduğunu da unutmamak gerekir. * Hanikah=medrese örneğine az rastlıyoruz; fakat Hanikah=Tekke çok daha fazla örnekleri olan bir husustur. Bu sebeple medrese=hanikah ilişkisi etkin değil, kimi zaman var olan husus olarak belirtmekle yetinelim. * Dergah kavramına gelince, bu konumuzia daha az ilgilidir. Eski metinlerde geçen "buk'a" gibi, konumuz açısından belirli bir özel anlamı söz konusu değildir. 1 27 \
*** Sözlerimin başında, kişisel olarak. tasavvufa pek aklımın ermediğini söylemiştim. Burada konuya, tasavvufi mekanlar olarak değineceğimden o konuyu, doğrudan insan ruhunun ve iç duygularının özelliklerini şimdilik bir kenara bırakalım. Hemen şu soru sorulabilir: Mekanlardaki hakim işlev, yemek yedirmek mi? Tasavvufi ritüeller mi? Bu konuyu araştırıcıların, bundan böyle daha da ayrıntılı olarak göz önünde bulundurmalarını isteyerek dikkate sunmak istedim. Konya'daki Mevlevi dergahında, veya Hacıbektaş'taki merkezde yemek pişirme mekanlarının, kısmen yok olmakta birlikte, oldukça geniş yer tutmaları, sanıyorum ki hemen herkesin dikkatini çekmiştir. Dolasıyla araştırıcıların tasavvufun sadece edebi yönüyle değil, bu sosyal özelliğine de eğilmelerini bekliyoruz. Burada, 1270 miladi yıllarına ait bir kesin bilgiden ayrıca söz etmek isterim. Yukarda hanikah veya zaviye kavramları üzerinde, sadece genel anlamları ile durmuştum. Burada, bu kavramlarla ilgili olarak XIII. yüzyılın ikinci yarısına ait bir kaynağın söylediklerini söz konusu edeceğim. 1272 tarihli Cacaoğlu Nureddin'in vakfıyesinde, Eskişehir, Talım-ekini ve Kırşehir'de varlıkları açıkça belirtilen hankah, zaviye ve dar'üs-süleha (salihler-evi) vardır. İskilip nüshasında, Eskişehirdeki Ahmed el-bedevi zaviyesinin adı geçmekte, fakat daha fazla ayrıntı verilmemektedir (terc. st.565, sh.128).yine bu nüshada "Kırşehirde bulunan mescide, zaviyeye, hanikaha, mektebe dar el-sulelaha ve'l-ekfale".. vakıflar yapmıştı (st. 378, sh.120 ; "ekfal", kefil köküyle ilgili olsa gerektir). Bunlar hakkındaki ayrıntılı bilgiler, Kırşehir nüshasında bulunmaktadır Bu arada, İskilip nüshasında Kırşehir'de varlığı zikredilen yapılar bu nüshada Talım-egini adlı köyde yapılmış gösterilmiştir. Buna göre orada mescid ve medrese yaptırılmış, vakıflar tahsis edilmiştir. "Hanikahın şeyhine yılda altı yüz dirhem, günde iki pay, ayda iki okka sabun, "Hankaha gelene ve gidenlerle orada oturanlar için pişirilecek yemek, ekmek vesaire için her gün sekiz dirhem tutulur". Kapıcıya (bevvab) yılda yüz yirmi dirhem, ferraşa yüz yirmi dirhem ile her birine birer pay, ayda bir okka sabun ayrılır. "Zaviye"nin şeyhine yılda 420 dirhem, hizmetkar (hadim)e 120 ve aşçıya 120 dirhem verilir. Bunların orada oturan yoksul ve salih kimselerin hizmetinde bulunması şarttır. "Zaviyeye inen ve orada oturan fakirlerle salih kimselerin ve kendilerini ibadete verenlerin mutfak ve ekmek masraftarına her gün iki dirhem tutular". Darüs-süleha şeyhine yılda 600 dirhem, günde iki pay ve ayda iki okka sabun; burada oturan yoksul ve salih kimselerin, oraya inen salih, fakir ve abidlerin mutfak, ekmek ve başka masrafları için günde sekiz dirhem ayrılır. 28
Hadernesine ve aşçısına yılda 120'şer dirhem, ayrıca günde birer pay ile ayda birer okka sabun verilir ( A. Temir yayını, Ankara 1959, sh. 134). Görülüyor ki sonraki yüzyıllarda anlamları iç içe girmiş görünen Hanikah, Zaviye ve Dar'üs-süleha, XIII. yüzyılda ayrı ayrı binalar/yapılar ve muhtemelen kurumlardır. Hankahta "bevvab ile ferraş" bulunuyor. Oysa ötekilerde "iş gören bir kimse=hademe, hizmetçi" ile özellikle "aşçı"nın varlığı dikkati çekmektedir. Bunların varlığı, gelene gidene yemek çıkarılması açısından olağandır. Bu arada hankahta, günlük ayrılan 8 dirhemle nasıl yemek yapılacağı bir mesele olarak ortaya çıkıyor. Ancak, yakın zamanlara kadar medrese mollalarının kendi yemeklerini kendi hücrelerinde yaptıkları da bilinmektedir. Cacaoğlu Nureddin vaktiyesindeki bilgiler, tasavvuf mekanları konusunda bu kaynak kümesinde dikkate değer bilgilerin bulunacağını açık olarak göstermektedir. * * * Konu'nun Bursa ile bağlantısına veya dikkatimi çeken özelliğine gelince, bu, geç tarihli de olsa, Bursa Mevlevi Dergahının, Pınarbaşı'nda yapılması olayıdır. "Pınar-başı" adı, Türklerin yaşadığı hemen her yerde bulunan su kaynaklarıyla ilgili bir yer adıdır. Dikkati çeken, tasavvufla ilgili mekanların, çoklukla, böyle ad taşıyan yerlerde yapılmasıdır. Bu olağandır ; çünkü buraları, şehirlerin sıkıcı iç mekanının dışında, kale surlarının haricindeki kırsal alanlardır. Meskun yerlere yakınlığı ve hepsinden önemlisi, tabiatın içinde olmaktan hoşlanan insan ruhuna hoş gelen yerlerdir. Ve daha da önemlisi, burada belki de fetih zamanındaki Bursa kuşatması sırasında yapılmış bir ribat=karakolun bakiyesi de mevcud bulunuyordu. Bu konuda daha fazla ayrıntıya girmeyerek bunu ayrıca işlerneyi tercih ettim. Ama şu açıklıkla belirtilebilir ki Bursa'daki Pınar-başı, bu özelliği ile, apayrı bir gerçeği ifade etmektedir. 29