İZMİR İN KURTULUŞU BAKİ SARISAKAL
İZMİR İN KURTULUŞU İzmir in dağlarında çiçekler açar Altın-gümüş ordu ateşler saçar Bozulmuş Yunanlılar yel gibi kaçar Kader böyle imiş ey şanlı ata Yaşa Mustafa Kemal Paşa yaşa İzmir in dağlarında oturdum kaldım Şehit olanları deftere yazdım Öksüz yavruları ben bağrıma bastım Kader böyle imiş ey garip ana Kanım helâl olsun güzel vatana Türk oğluyum ben silerim teri Toprak-diken olsa yattığı yeri Allah ından utansın dönenler geri Kader böyle imiş ey garip ana Kanım helâl olsun güzel vatana İzmir in dağlarına bomba koydular Türk ün sancağını öne koydular Şanlı zaferlerle düşmanı boğdular Kader böyle imiş ey şanlı ata Yaşa Mustafa Kemal Paşa yaşa Peygamber kucağında şehitler yeri Çalındı borular haydi ileri Bozuldu çadırlar kalmayın geri Kader böyle imiş ey şanlı ata Yaşa Mustafa Kemal Paşa yaşa
Yunan İşgal Kuvvetleri İzmir de 15 Mayıs 1919 Türk Ordusu İzmir de 9 Eylül 1922
İzmir e ilk giren İkinci Süvari Fırkası ve Dördüncü Alay Kumandanı Reşad Kadifekale ye şanlı sancağımızı nasıl çektiğini şöyle anlatıyor: Mensup olduğum süvari İkinci Tümen 8 Eylül de Manisa dan, Sabuncu Boğazı ndan İzmir e doğru ilerlerken, Kemalpaşa dan İzmir e ricat eden Yunan kuvvetleriyle akşama kadar muharebe etti ve geceyi boğazda geçirdi. 9 Eylül sabahı da erkenden İzmir e doğru hareket etti. Bu piştar kuvveti, boğazdan çıkar çıkmaz, İzmir göründü. Ne zamandan beri hasreti çekilen İzmir işte karşımızda idi. Bir an evvel ona kavuşmak arzusu hepimize, hatta altımızdaki hayvanlara bile, yorgunluğu unutturmuştu. Muavinim olan Yüzbaşı Şerafettin e, daha evvel üç bölüğü ile önden gitmesini emretmiştim. Tümenden aldığım emir üzerine Bornova'nın güneyinde makineli tüfekle İzmir e ricat etmekte olan düşman kuvvetlerine ateş edildi. Şerafettin in kumandasındaki bölükler ve onların peşinden alayda Bornova ya girdi ve durmadan ilerliyerek. İzmir yoluna düştü. Bu yol, perakende Yunan askerleriyle doluydu. Halkapınar Fabrikasının bulunduğu yerden, Kadifekale istikametini tuttum. Şerafettin de iki bölüğü ile İzmir Hükümet Konağına doğru ilerledi. Yolda topladığım sürü sürü Yunan zabit ve neferlerini, emniyeti tesis için. yaya yürüttüğüm birkaç neferimizin önüne kattım ve bunları: Herkes silahını teslim edip, işi gücüyle meşgul olsun. Kimseye fena muamele yapılmayacaktır. diye Rumca bağırtıyordum. Geçtiğimiz Hıristiyan mahalleleri halkının, küçüğünden büyüğüne kadar hepsinin, ellerinde silâh, bazılarında da bomba vardı... Fakat hiçbiri bunları kollanmağa cesaret edemiyor, sersem sersem bakınarak kaçışıyorlardı. Bu mahallelerden kurtulur kurtulmaz, Basmahane ye vardık. Artık İzmir in Türklerine kavuşmuştuk. Bunların büyük tezahüratı ortasında, zorlukla yol alarak, Kadifekale ye çıktım ve emir çavuşum Celil e, şanlı bir bayramımızı çektirdim. Kadifekale
İki bölüğün başında, önden giden Yüzbaşı Şerafettin (İzmirli) de diyor ki: Seri yürüyüşle Bornova ya girdik. Ama sokak aralarından geçerken, tahmin ettiğimiz gibi. evlerden, şuradan buradan yağdırılan müthiş bir ateşle karşılaştık. Bu esnada yaralanan atım, öldü. Düşmanla çarpıştığımı gören alay kumandanım Reşat Bey, derhal Amasyalı Mehmet Bey in bölüğünü takviyemize gönderdi. Beni de, iki bölükten mürekkep olan müfrezenin kumandanlığına tayin etti. Sokak muharebelerinden sonra Bornova İstasyonunu işgal ettik ve İzmir sosesinde yürüyüşümüze devam ettik. Bu esnada da, bağlar, bahçeler arasından, üstümüze ateş ediliyordu. Bu ateşe ehemmiyet vermeyerek Mersinli ye vardığımız zaman, Karşıyaka istikametinden gelerek, İzmir e doğru giden bir düşman piyade yürüyüş koluna tesadüf ettik. Bizi görünce şaşırdılar, ellerinde silahları olduğu halde ne yapacaklarım bilemeyerek, şuraya buraya kaçışmaya, duvarların arkasına saklanmağa başladılar. Biz de ehemmiyet vermeyerek, yolumuza devam ettik, ilerledik. Mersinli yi geçip, Tuzakoğlu Fabrikasının önüne geldiğimiz zaman, bu fabrikadan üzerimize ateş açıldı. En önde, yaya olarak koşan sekiz kahraman neferimizden dördü, şehit oldu. İzmir kapısında verdiğimiz bu son şehitlerimizin ruhlarına Fatihalar okuyarak, yürüyüşümüze devam ettik. Nihayet, İzmir sokaklarına girdik. Bütün yollar çığlık çığlığa kaçışan Rum muhacirleri, eşya yüklü arabalar, başıboş hayvanlar, silâhlı bombalı sivil, asker, binlerce şaşkın, perişan insanla mahşere dönmüştü. Rumlar İzmir den Kaçıyor Bunlar arasından tozu dumana katarak, kan ter içinde, fakat pervasız, yıldırım gibi, dörtnala geçip giden Türk süvarisinin o esnadaki cesaret ve kahramanlığım tarif ve tasvir edebilmek mümkün değildir. Zira bu tepeden tırnağa kadar silahlı ve istese, evlere de sığınıp muhafazalı yerlerden üstümüze ateş edebilecek durumda olan düşman, sayıca da yüzlerce misli bizden fazlaydı. Bunlara bakacak zaman bile bulamadan, nefes nefese, yalın kılıç, adeta uçuyorduk. Punta durağının köşesine vardığımız anda bir İngiliz amirali ile karşılaştık. Yanında yaveri ile bir bahriye müfrezesi vardı. Yabancılara tesadüf ettiğimiz takdirde, temas etmek üzere yanımıza verilmiş olan Atıf Bey, konuşmak için onlara yaklaştı.
İzmir Punta Bizim duracak vaktimiz yoktu. Altlarımızdaki hayvanlar da, bizden fazla sabırsız, kaldırımlarda kıvılcımlar saçarak. Kordon boyunu geçiyoruz... Rumlar İzmir den Kaçıyor
Biraz evvelki çığlıklar yerine, şimdi alkışlar ortalığı çınlatıyordu ve burada manzara, cidden görülecek derecede mühip ve ibret vericiydi: Neye uğradığını bilemeyerek denize dökülen mağluplarla, hızını alamayarak, şahlanmış galipler, burada son karşılaşmasını yapıyordu. Denizden başka kaçacak yeri kalmamış sürü sürü düşman zabit ve neferlerini yakalayıp esir edecek vaktimiz yoktu. Rumlar İzmir den Kaçıyor Kordon boyundaki bütün balkonlarda Türk ve müttefik devletler bayrakları dalgalanıyor, alkış sesleri birbirini takip eden gök gürültüleri halinde arttıkça artıyordu.
Kordonboyu nda önlerinden geçtiğimiz İngiliz, Fransız, İtalyan ve Amerikan bahriyelilerinin de, artık başlan eğilmişti. Biraz daha ilerledikten sonra, dikkate değer bir başka vaka ile karşılaştık. Bütün düşman zabit ve neferleri gibi. Pasaport dairesinin önünde gözüme ilişen silahlı bir sivile de, silâhını derhal denize atmasını ihtar ettiğim halde, bu adam elindeki bombayı,, denize atacak yerde, üzerime fırlatarak beni iki yerimden yaraladı, hayvanımı da öldürdü. Bombanın kaşla göz arasında patlayışı, kendimi kılıcımla müdafaa edebilmeme vakit ve imkân vermedi. Mütecaviz de, o mahşeri kalabalık arasında sıvışarak, sır oldu. Esasen böyle şeylere ehemmiyet verecek, yaraya bereye bakacak halde değildik. Her şeyden evvel, İzmir de, bu şehrin göbeğinde, bizi dört gözle bekleyen kardeşlerimizi kurtarmak lazımdı. Bu işte, bir dakikanın bile, büyük kıymeti, ehemmiyeti vardı. İzmir dekilerin de; Alaşehir, Salihli, Manisa gibi yerlerdekilerin akıbetine uğramamaları için, şehrin son derece süratle işgali icap ediyordu. İzmir Yürüyüşümüze aynı süratli tempo ile devam ederek Kemerönü ne vardık. Burada, tarife sığmaz bir heyecan ve sevinç içinde ağlayarak bizi karşılayan bir Türk çocuğunun, çırpına çırpına: - Gelin!.. Gelin!... Diye Önümüze düşüşüyle, hükümet konağına ulaştık. Cephe kapısı kapalıydı. Arkadaşım Mülazım Rıza ile yan kapıya koştuk, girdik. Yine koşarak, içeriden, büyük kapıyı da açtık ve hemen bu kapı ile karşısındaki kışla kapısına ve sair lüzumlu yerlere nöbetçiler diktik. Bu esnada binlerce kadın, erkek, genç, ihtiyar bizi bağırlarına basmak isteyen bir coşkunluk içinde, ağlaşarak seller halinde üstümüze akıyordu. Bunlardan birinin öpe öpe uzattığı, gözyaşlarına bulanmış bayrağını çekmek üzere, hükümet binasının direğindeki Yunan bayrağını indirdik ve muazzam bir alkış tufanı ortasında, haklı bir gururla süzüle süzüle yükselen şanlı sancağımızı dalgalandırdık. Her Türk gibi, ben de artık muradıma ermiştim. O anda can verseydim, gayri gam yemezdim.
Türk Bayrağı İzmir Hükümet Konağı nda