İmzayı tanı, șifreyi çöz Euzubillahiminesseytanirracim Bismillahirrahmanirrahim La havle vela kuvvete illabillahil aliyyül aziym Ve kul cael hakku ve zehekal batıl innel batıle kane zehuka Destur ya Seyyidi. Destur ya Sultan ul Evliya Her șeyi yoktan var edip her yarattığı bir șeye kendine has bir hussiyet ve fayda veren Allaha hamdolsun. İNSAN bu dünyada ne yapsa, ne keșfetse neyi düșünse bütün bunları Allah tarafından evvelden yaratılmıș ve bu aleme serpiștirirlmiș șeyler üzerine bina eder. Yani yok olanı var edemez. Çünkü bu ancak Allaha mahsus bir Hususiyet bir kudret. Yaratmak! Varlıkta ne varsa Onun imzasını tașır. Bu imzayı görmezden gelmek en büyük cehalet ve kibir ifadesidir. Biz insanlar aciziz. Yaratamayız lakin Allahın verdiği akıl ile olupta saklı olanı bulur meydana çıkarır ve ancak onun üzerine binalar dikeriz. Öyle ya, temel zemin olmasa neyin üerine ne dikeceksin? Bu dünyada insanın yaptığı tek șey, bir usta kalfa misali tabiat denilen bu renkli Magazinden malzemeler alıp, yeni yeni eserler yapmaktır.
Çünkü boya, fırça ve tablo olmadan kimse resim yapamaz. Bu malzemeleri aklıyla doğru cihette kullandığında insane faydalı bir șeyler ortaya çıkarabiliyor lakin bu meydana getirdiği hiç bir șeyi sıfırdan yaratmıyor. Yaratamıyor cünkü insan Allah değil! Lakin bu zamanda insanlar Allahı kabul etmiyor. Varsa hadi Allahı bize tarif et diyorlar. Ben de büyük bir onurla tarif ediyorum. Allah gayet zengin ve marifetli bir ressama benzer, diyorum. Bu marifetleri hududsuz Ressam bir gün, sadece takdir edilmek amacıyla bir sergi açmak istedi. Bu arzusunu yerine getirdiğinde Serginin gerisinde durdu. Sergisine davet ettiği ziyaretçilere Kendini gizledi. Muradı oydu ki, bu İlahi Serginin ziyaretçileri kendi akıl ve gayretleri ile icra edilen bu muazzam sanat eserleri üzerinde düșünsünler ve bu sanatı ve bu sanatı icra eden o Kendisi görünmez adresi bilinmez Sanatçıyı takdir etsinler. Nitekim sergiyi gezen misafirler, hepsi kendine ve aklına göre bir yorum getiriyorlar. Bir kısım insanlar, bu resimleri tabiat bağrında mevcut boya fırça ve tabloyla kendisi olușturmuştur diyorlar, akılsız șuursuz tabiata akıllıca ve șuurluca bir hareket atfediyorlar. Bir kısım insanlar ise böylesine muazzam ve harikulade resmin ancak çok üstün ve marifetli bir ressam tarafından yapılabileceğini söyleyerek, Kendini gizleyen bu muhteșem Ressamın resmin üzerindeki imzasını keșfediyorlar ve Onu imzasından tanıyıp tazim ve takdir ediyorlar. İște bu takdir onların kalp gözünü açıyor ve Ressamın imzasından yola çıkarak her gözün göremeyeceği șekilde resimlerde șifrelelediği ve gizlediği adresini keșfediyorlar ve nihayet Ressamla bizatihi bulușup tanıșma șerefini elde ediyorlar. Hasılı kelam, işte biz, kainatın tek yaratıcısı olan; o Müsavvire, o ressama Allah diyoruz. Onun diğer Ressamlardan farkı, gerçek ve canlı resimler yaratmasıdır. Ey insanlar! Biliniz ki, resim ressamın bir parçası olmadığı gibi, ressam da, resmin bir parçası değildir. Hakikat ne bölünür ne parçalanır. Allah birdir tektir. Var olabilmek için bir ana babaya ihtiyacı olmadığı gibi Varlığını ve Sırrını devam ettirebilmek için de bir aileye çoluğa çocuğa ihtiyacı yoktur. İnsan Allahın bir Marifetidir. Yaratıktır. Yaratık yaratılır lakin yaratamaz. Toprağın bitkiyi, ağacın meyveyi, arınının balı yaratamayacağını anlamak zor olmasa gerek. İnsanın bu dünyada yaptığı yaratılmış, var edilmiş olanları bir araya getirmek. Bunu yaparken de Allah tarafından kendisine verilmiș imkanları, yetenekleri ve ilhamları kullanıyor... Ağacı kullanarak meyveyi yaratan Allah, insan eliyle de sanat eserlerini yaratıyor. Bütün teknik ürünler, insan eliyle, ama Allahın yaratmasıyla var olurlar...çünkü Sanatçı gibi, teknikçi de dünyadaki tabiat magazinindeki var olan
malzemeyi kullanır. Onun için hiç bir bilimadamı yahut sanatkar: Bu eseri ben yarattım diyemez, bu yanlıștır. Lakin Bu eser benim elimle yaratıldı diye düşünebilir doğrusu budur. Kanunlar nedir? Düșünen insanın emrine amade duran görünmeyen gizli kuvvetlerdir. Bilmiyorsak öğreneceğiz. Bütün bilimlerin kanunları bu alemde var. Bilim adamının yaptığı iş, bu kanunları yani kuvvetleri bulup uygulamak... kanun demek kuvvet demektir. Bil ki, bütün bilimler bu alem kitabının incelenmesi, içindeki gizli kuvvetlerin keșfedilmesi bulunmasıyla oluşur. Bilimadamları da sanatçılar gibi, varlıkları kavrarken, çeşitli ürünler üretirken Allah ın kendilerine verdiği yetenekleri kullanırlar. Bu kanunu kuvveti ben buldum, şu makineyi ben yaptım demeleri keșfettikleri șeyin üzerine kendi isimlerini koymaları onları Tanrı yapmaz; Misal: Bu bir Newton, bu bir Einstein, bu meinstein bu bir meilenstein deyip, yaptıkları keșiflerle insanlık tarihinde büyük bir olay yarattık diye böbürlenmeleri yanlıștır. Çünkü keșfetikleri hiç bir șey onlara Yaratıcı sıfatını vermez. Çünkü ya Yaratıcısın ya Yaratılan. İkisinin arası olamazsın. Yaratıcıysan niye ölüyorsun diyorum ben de hadi ölme de ispat et. İște ölümün bir bașka hikmeti de ortaya çıktı șimdi. N Niye ölüyoruz? Ölmesek iyice zıvanadan çıkacak insanlar her biri kendine has Tanrı olacak. Bunun için ölüm var abuk subuk zanlarla haddi așmayalım diye. Ey insan! Bil ki biz sürekli olarak benim diye sahip çıktığımız bu fiziki varlığımızın bile gerçek sahibi değiliz. Kalbimiz çalışır, kanımız temizlenir, hücrelerimiz yenilenir, vücudumuzda milyarlarca olay meydana gelir, fakat bunların çoğundan bizim haberimiz bile olmaz. İnsanın vücudundan ne zaman haberi olur? Yellendiği vakit. o zaman hemen haberi olur çünkü o anın hazzı ve keyfi bașkadır. Bu hazzı hiç kacırmaz. Gaz kaçırır o keyfi rahatlamayı kaçırmaz.
Hasılı organlarının nerede olduğunu, ne iş yaptığını, nasıl çalıştığını bilenimiz pek az... İnsan kendi vücuduna fizii varlığına o kadar taptığı halde bu varlığın kaderine doğru seyrine elinde olmadan seyircidir. Saçlarımız dökülür, yüzümüz kırışır, belimiz bükülür, dişlerimiz dökülür, nihayet üstüne titrediğimiz hayatımız elimizden alınırken, olup bitenlere seyirci kalmaktan başka bir şey yapamayız. İnsan mütemadiyen Ben der lakin o benliğe takılan techizatın gerçek sahibi değildir. Hayır bu bizler için hayatiyet tașıyan bu techizatların hiçbirini biz yapmadık, başkasından satın almadık, yollarda da bulmadık... İnsanın Rabbisine karșı en büyük ayıbı, Rabbisi tarafından kensisine bahședilmiș azalar ve yeteneklerle yanlıș bir gurura kapılıp, Her şeyi ben yaptım, ben kazandım, ben buldum diyerek Rabbisini unutmasıdır ve takdir etmemesidir. Halbuki insan varlıktaki en aciz mahluktur. Aklı olmasa sıfırdır ve karıncadan daha zayıftır. Akılsız bir insanın bu dünyada 24 saat tutunabilmesi mucizedir. Nitekim Allah bütün bu varlığın her birine cansızlar sınıfı denilen mineraller, bitkiler ve hayvanlara ayrı hususiyet ve fayda vermiștir, bütün bu faydaları da insan için yaratmıstır. İnsan, Allahın tabiat üzerinden insana sunduğu bu faydalar ile ihtiyacıni görür. Misal: Şimdi yakmakta olduğunuz ateşi gördünüz mü? Onun ağacını sizler mi inşa ettiniz (yarattınız), yoksa onu inşa eden Biz miyiz? buyuruyor Allah Celle Celaluhu ve hem bize haddimizi bildiriyor hem de üzerimizdeki nimetlerini hatırlatıyor. Bu ayet ile Allah, ağacın biyolojik hususiyetine dikkatimizi çekiyor. Nitekim ağacın yapısını meydana getiren üç hayati kimyasal elemente rastlanır: Hidrojen, oksijen ve karbon. Hidrojen, oksijen ve karbon elementleri, doğadaki milyonlarca maddenin yapı taşlarıdır. Ancak bu üç temel element biraraya gelerek, Allah'ın bir mucizesi olarak bitkilerin yapısındaki bir çeșit "selüloz"u meydana getirirler. Bitkilerde hücre yapısının büyük bir bölümünü oluşturan Selüloz bir karbonhidratdır ve bitkinin sert ve kuvvetli olmasını sağlar. Otçul hayvanlar selülozu sindirebilirler bunun nedeni ise bağırsaklarında yaşayan bir tür bakterilerdir. Hasılı Bilim adamları hidrojen, oksijen karbon gibi malzemelere sahip oldukları halde, bitkinin yapısındaki bu özel maddeyi hayrettir ki üretemiyorlar. Doğada bolca bulunan bu elementleri kolaylıkla temin edebilmelerine rağmen, üstelik önlerinde ağaç örneği olmasına karşın, yapay yollarla bir parça odun dahi oluşturamazlar. Oysa ki etrafımızda gördüğümüz tüm ağaçlar, havada bulunan oksijen, karbon, su ve güneş ışığını birleştirerek, bu bileşimi yeryüzünde var oldukları ilk andan bu yana milyonlarca yıldır sürekli hazırlamaktadırlar. Soruyorum bütün Biyokimyacılara:
Odunun içeriğinde oldukça fazla miktarda su olmasına rağmen, en kolay yanan malzemelerden biri olması nasıl oluyor? Hayır! Şimdi yakmakta olduğunuz ateşi gördünüz mü? Onun ağacını sizler mi inşa ettiniz (yarattınız), yoksa onu inşa eden Biz miyiz? ayetiyle Allah bizim ağacın insan tarafından yapılamayacağına, ateş örneğiyle birlikte dikkatimizi çekiyor. Kimin üzerinden dikkatimizi çekiyor? 1500 sene evvel çölde dünyaya gelen ve hayatında hiç mektep mederese görmemiș, ümmi bir kimsenin mübarek dilinden bize bu biyo-kimya ilminden ve ağacın sır ve hususiyetinden haber veriyor. Öyle ya, enterandır ki, dıșı kuru içi sulu, nemli ağaç, ateşin en önemli yakıtlarından biridir. Çünkü bir odun hücresinin yapısı ve kimyası son derece farklıdır ve insan aklıyla kavranması çok güçtür. Çünkü dalın içindeki özden ağaç kabuğuna, ağacın tabanından tepesine- çok karmașık bir yapı vardır. Allahı inkar edenlere ve tabiatçılara soruyorum: Yerçekimine karşı ağacın içinde suyu metrelerce yukarı taşıyan Hidrofor Sistemini tabiatın hangi mühendislik bölümü planmıș hangi personeli, ustası içine döșemiștir? Ağacın odun kısmında boru gibi cansız dokulardan olușmuș kanallar bulunur. Bu kanallar tesadüfen mi olușuyor? Toprağın derinliklerine dağılmış olan köklerin, bitkinin ihtiyacı olan su ve mineralleri bu dokular vasıtasıyla yukarı doğru taşıması ve yapraklara kadar ulaştırması böylece ağacın bütün hatlarına hayat tașıması bir Yaratıcı harikasımı yoksa bir tesadüf eserimidir? Mesela köklerin topraktaki suyu emmesi adeta bir sondajlama tekniğini andırır. Halbuki köklerin suyu çekme işlemini başlatacak gücü sağlayan bir motorları yoktur. Suyu ve mineralleri metrelerce uzunluktaki gövdeye pompalayacak bir teknik donanımları hiç yoktur. Lakin kökler çok geniş bir alana yayılarak toprağın derinliklerindeki suyu çekebiliyorlar. Kökler bu iși yaparken ihtiyacı olan gücü nereden alıyorlar ve bu kökler kendi vazifelerini nasıl biliyorlar? Bütün bitkiler ihtiyaçları olan potasyum, fosfor, kalsiyum, magnezyum, sülfür gibi tüm mineral besinlerini topraktan alırlar. Lakin bu maddeler toprakta tek olarak bulunmazlar. Toprak içinde bulunan çok sayıdaki inorganik iyon arasından, bitkiler sadece ihtiyaçları olan maddeleri alırlar. Üstelik bitki köklerinin topraktan iyon alımında, sadece istenilen iyonları çeken ve istenmeyenleri geri iten bir tanıyıcı sisteme de ihtiyaç vardır. Bu da kök hücrelerindeki iyon pompalarının sadece basit birer pompa olmadıklarını, iyonları seçme özelliğine de sahip olduklarını göstermektedir. Bitki kökünde yer alan hücrelerin, akıl ve şuurdan yoksun atom yığınları olduğu düşünülürse, iyon seçme işleminin ne denli olağanüstü bir olay olduğu daha iyi anlaşılacaktır.
Ey insan! Anla artık! Sadecebir Ağacın odun ya da kök kısmını bırak, yaprakları dahi günümüz teknolojisiyle suni olarak elde edilemez. Suni demek yapay, taklit demektir. Çünkü Yaprağı taklit edilemez kılan özelliklerinin başında hiç şüphesiz fotosentez yapabilme özelliği gelir. Bitki hücreleri Güneş'ten gelen enerjiyi, karmaşık işlemler sonucunda insan ve hayvanların besin olarak kullanabileceği enerji halinde depolar. Ağaçta depolanmış olan bu foto-sentetik enerji, yanma esnasında açığa çıkıyor. Bu yanan ağaçtan çıkan enerji, aslında ağacın oluşumu sırasındaki Güneş'ten gelen enerjidir. Acaip ki, insan, ağacı oluşturan tek bir hücreyi dahi suni yollarla yapamıyor, ağacın ölü hücreleri karşısında aciz kalıyor. Soruyorum: Ağaçta tecelli eden bu ilim ve akıl kimindir? Ha bire erozyona uğrayıp insanların zulmüne karșın kendi dengesini dahi korumaktan aciz Akılsız tabiatın mı? Ey insan! Gözünü aç ve șifreyi çöz. Alem bir resimden ibaret. Resmin üstünde kimin İmzası var tanı. İmzayı okuyan șifreyi çözer. Bil ki, Yaratanın adresi șifrede gizli. Șifre, imzada. İmzayı doğru oku ki, sana șifrenin gizlendiği resmin ikinci boyutu açılsın. Bil, ki her bir resmin içinde bir bașka resim vardır, bunu her göz göremez. Usta ressam resmin aslını resmin içine gizler. Lakin resmin üstündeki imzayı kabul ve takdir etmeyene bu ikinci boyutta gizenmiș resmin șifresi açılmaz. Șifreyi açamayan resmin sahibine nasıl ulașacak? Adresi șifrede gizli. Kısaca: Eserin üzerindeki imzayı doğru okumak birinci mesele. Çünkü imza kimindir kime aittir bunu bilirsen șifreye ulașırsın. İmzanın sahibi Kendi ev adresini bu șifrede gizlemiștir. Șifreye ulașan da bu șifreyi kıracak Ustayı bulacak ki seni doğru adrese ulastırsın resmin sahibiyle tanıștırsın. Yetișir bu kadar!