BEYPAZARI AĞZINDAN SÖZCÜKLER. A GET YAVU ABA ABA ABABA ABARİ ABARİN ABDES ALMAK ABDESTLİK ABDILLAH ABİ ABICA ABILDAMAK ABİLTİ GABİLTİ ABOO : Bir işi veya olayı anlatan kişiye karşı, öyle olmadığıı anlatmak için kullanılan söz.. : Pardesü. : Abla. : Annenin babası. : Şaşma ifadesi. : Aman. : Abdest almak. : Lavabo. : Abdullah. : Ağabey. : Amca. : Emeklemek. : Yok etmek, boşa gidermek, boş yere harcamak. : Hayret nidası.
ABUBA : Büyük baba. ACAB : Acaba. ACALAK ACALAK BAĞIRMAK : Ağlar gibi ses çıkarmak, bağırmak. ACAN : Casus. ACAPLAMAK : Kınamak. ACAR : Kuvvetli, gürbüz, iri yarı. ACCIK, ACICIK : Biraz, az. ACEM PİLAVI : Üzeri etli pilav. ACENİS : Haber. ACEP : Acaba. ACI BEBER : Acı biber. ACI BESTİL : Ekşi meyvelerden yapılan marmelat. ACI GAK : Ekşi elmanın kurutulmuş hali. ACI GEREK : Ağızda hissedilen acı tat. ACI GICI : İlkbaharda kendiliğinden yetişen bir tür bitki. ACI KİREÇ : Tuğla ağacında kullaılan kireç. ACI KİTLEK : Yenebilen bir tür mantar şekli. ACI SOĞAN GADA MEFA GÖRMEMEK : Herhangi birinden hiçbir fayda görmemek. ACI YAĞINI ÇIKARMAK : Çok ağır şartlarda çalıştırmak, bedenen çok yıpratmak. ACIR : Salatalık türü. AÇ KÖPEK FIRIN DUVARI YIKAR : Yokluk insana her şey yaptırır. AÇACAK : Kalemtıraş. AÇILAGOMAK : Büyükçe bir boşluk açılmak. ADA : Ağda, koyu pekmez. ADAMAKILLI : İyice. ADDIRGAN : Kadınlar arası aşağılama. ADDIRMAK : Kırıtmak. ADI BATASICA : İsmini anarak beddıa etme, ölmesi istenilen. AFALLAMAK : Şaşmak, yorgun düşmek.
AFAT : Felaket. AFILDAMAK : Çocuğun emekleyerek yürümeye başlaması. AFUR : Hayvan yemliği. AG GAZOZ : Sade gazoz. AGA : Büyük ağabey. AGANİN : Kendinden küçük birisine söz dinlemesi için latife yapmak, anlatım. AGGA : Çocuk dilinde bir ayakkabı. AGUCUK : Küçük bebeklerin gülmesi için yapılan hareket. AĞ. Meyve,pirinç ya da baklagillerin içinde oluşan kurt. AĞ BAKLA : Kuru fasulye. AĞ ÇİÇEĞİ : Güneşlik. AĞARTMAK : Beyazlatmak. AĞ-AV : Yöresel kıyafet donu paçalarını birleştiren parça. AĞBUBA : Annenin babası. AĞDA : Pekmeze un katılarak elde edilen tatlı. AĞDA GASNAĞI : Ağdanın içine konduğu tahta kap. AĞDIRMAK : Dengesiz eğri bir yere eğilme. AĞİÇALIK : Arka kısmı dar don. AĞIL : Açık havada hayvanların yattığı yer. AĞIR AKSAK : Yavaş yavaş gitmek. AĞIRSAMAK : Yüyeceklerin bozulmasına yüz tutması. AĞIRŞAK : İği altına dengeyi sağlamak için konan ortası delik halkamsı. AĞIZ : İlk sütten yapılan pekmezle yenen yoğurt. AĞIZ DADI : Nişan yada düğünde damat adayının, kız evine gönderdiği tatlı, yemiş vb.. AĞIZ TUTAMAĞI : Sus payı. AĞLAT : Yabani armut. AĞMAK : Aşağıya doğru eğilmek. AĞMAT : Ahmet.
AĞMAZ YANINI GAVANNAMAK : Açığını aramak, kusur bulmaya çalışmak. AĞNANMAK : Hayvanların debelenmesi. AĞSAK : Topal (alet). AĞSAMAK : Topallamak, aksamak. AĞŞAM : Akşam. AĞŞANIM : Ayşe hanım. AĞZI HARABAT : Kötü söz, küfür söyleyen. AĞZI HAVALI : Kendini beyenmiş. AĞZI KANSIZ : Hakkını koruyamayan. AĞZI PEK : Sır vermeyen ketum. AĞZI ŞAK OLMAK : Ağzının kuruması. AĞZINA ÖKÜNMEK : Dediklerini tekrar ederek alay etmek. AĞZINDAN ÇIKAN YAKANA KUYULSUN : Söylenen kötü sözü sahibine iade etmek. AĞZINI AÇMAK : Bakakalmak, şaşmak. AĞZINI ARAMAK : Düşüncelerini öğrenmeye çalışmak. AĞZININ GIRIMI : İfade etmek istediği, dilinin altındaki bakla. AĞZIYLA KUŞ TUTMAK : Olağanüstü becerili olma. AHA : işte, bu, şurada orada. AHACIK : işte, bu, şurada orada. AHBAB : Arkadaş. AHILDAMAK : Yorulmak. AHİRŞER : Ahir zaman. AHLAT : Meyve. AHMAK ISLATAN : Çok az ve süreli yağan yağmur. AHMATÇALAR : Kötü mahalleler anlamında kullanılmıştır. AHRAZ : Dilsiz. AHRETLİK : Arkadaş. AHRETTE MİZANINA KONSUN : Yapılan işten çok memnun olan kişinin hayır duası. AHSAK : Topal.
AHUR : Büyük baş hayvanların yem yedikleri yalak. AK : Beyaz. AK BAKLA : Kuru fasulye. AK GÖZ : Salak. AK GÖZLÜ : Saf,cahil. AK İLE KARAYI SEÇMEK : Bir işi yaparken çok zorlanmak, sıkıntı çekmek. AK PÜSKÜL : İnce kabuklu bir şeşit üzüm. AKBAK : Bembeyaz. AKCIMAN : Beyaz tenli. AKDARMA : Tarlayı sürme, bir yerden bir yere değiştirme. AKDAŞ : Beyaz taşın ateşle pişirilerek ezilmesiyle elde edilir. Ev badanasında kullanılır.. AKDONCAK : İç çamaşırıyla. AKİDE ŞEKERİ : Şavakkal şekeri. AKIL ZAYİLİĞİ : Akıl eksikliği delilik. AKLI ÇIKMAK : Birdenbire korkutulmak, korkmak. AKLIN İLE BİN YAŞA : İçinden çıkılmaz görünen bir duruma çare bulan, fikir üreten kişi. AKLINA GELENE GİTMEK : Aklına taktığı kafasına koyduğu şeyi yapmak. AKLININ AVLASI KURUSUN : Unutkanlığına kızmak. AKPAK : Tertemiz. AKRAN : Yaşıt. AKSİ : Söz dinlemeyen inatçı. AKSUATA : Alışveriş yapmak. AKYEL : Lodos, güneyden esen yel. AL : Kırmızı. ALA DÜŞMEK : Meyvelerin olmaya başlaması. ALABELE : Zıt renkleri bünyesinde bulunduran. ALABOZ : Yarım yapılan iş.
ALABOZBAŞI : Yarım yamalak. ALABÖRTME : az pişmiş. ALABULUS : Önde biraz fazlaca saç bırakılan traj etme modeli. ALACA : Üzüme düşen olgunlaşma belirtisi. ALACA GARGA : Saksağan. ALACALI : Alakbenek. ALAÇO : Yağmur öncesi sıcaklık. ALADIN NE : Acelen ne. ALAF : Alev, sıcaklık. ALAFGARGINI : Yüksek ateşte pişmek. ALAGEL : Yarı ham yarı olgun. ALAK BENEK : Alacalı. ALAMANYA : Almanya. ALAT : Aşısızz çok küçük armut. ALAT-ALAT : Acele acele. ALATLAMAL : Acele etmek. ALATTİRİK : Elektrik. ALAVERE : Alışveriş. ALAZ SÖRTME : Az pişmiş kebap. ALAZLAMA : Deli hastalığı. ALÇAK : Bir kötü sıfat. ALÇİME : Çok bilen. ALEKTRİK : Elektrik. ALEM ŞAHİT : Bir işin boyle olduğunu herkez biliyor. ALEMEŞKARE : Herkesin ortasında. ALENGİRLİ : Tefauratlı yapılması karışık uzun ve hassas olan. ALETTİRİK : El feneri, elektrik. ALETTİRİK : El lambası. ALEV ÇALDI : Lodosun sıcak ve tozla beraber bitkileri kurutması. ALGÜVEY : Damat. ALIÇ : Yabani, sarı, tatlı bir meyve.
ALIÇ : Dağlarda yetişen meyvesi yenen bir tür ağaç. ALİKOPTER : Helikopter. ALLAK PULLAK : Karma karışık. ALLIK : Gelin makyajı. ALMA : Elma. ALMAZDIK : Eski ahşap evlerdeki banyo. ALNINDAN SENELMEK : Karşı gelmek. ALOĞLU : Kokulu sarı renkli üzüm. ALTIN HALKALARA YAPIŞ : Hacca git anlamında bir dua. ALTIN KUŞAK : Bindallıyı belde daha iyi tutmak için kullanılan altın karışımlı kemer. ALTUN : Altın. ALUÇ : Alıç. ALUK : Saf. AMANI : Ağıt yakmak. AMANİN : Şaşma ifadesi. AMAT-AMET : Ahmet ismin halk arasında söylenişi. AMBÜL : Lamba. AMEDENİ : Birden aniden önüne çıkmak. AMEL OLMAK : İsal olmak. AMELE. İşçi. AMESKENE : Küçük siyah erik. AN : Tarla kıyısı, sınırı. ANA : Anne. ANA,ANO : Şaşma, şaşırma,heyecan gibi durumları belirten ünlem. ANAÇ : Genellikle hayvanlar için ana olma çağına gelmiş. ANADINMI : Anladınmı, anlıyormusun. ANADUT : Buğday sapı yüklemeye yarayan alet. ANADUZ : Sap toplamak için ağaç ve demirden yapılan üç parmaklı alet. ANAMAK : Anlamak.
ANAN SAMSAK BABN SOĞAN : Sen büyükleniyorsun ama sıradan bir aileden geliyorsun. ANANNE : Annenin annesi. ANARTAR : Anahtar. ANAZIRT : Anadut, sap toplayan alet. ANCA : Ancak. ANCA VARIN : Zamanında gidersin, kendi yoluna git. ANDAVAL :Aptal. ANDAVALLI : Ahmak. ANDIRMAK :Benzemek Benzemek. ANERİ : Geri geri. ANETER : Anahtar. ANGARA : Ankara. ANGICI GICI :Tahterevalli. ANGIÇ : Ağaçtan yapılmış sap, ot gibi şeyleri taşımak için. traktor römorkunun üzerine kurulan düzenek. ANGIÇ :Tahta ekin,saman koyulan yer. ANGUT : Bir kuş türü.kaba,görgüsüz analmındada kullanılır. ANIDA GALMAK : Şaşırtmak.. ANILAN YOLDA OLURMUŞ : İyi insan lafın üstüne gelir. ANİNNE : Büyük anne. ANIYON : Anlıyorum, aklında yer ediyor. ANIYONNU : Anlıyormusun. ANIZ : Buğday, arpa biçildikten sonra tarlada kalan sapı. ANLAMIYON KU : Anlamıyorsun ki. ANMAK : Söylemek,hatırlamak. ANNA : Şaşma ifadesi. ANNACTAN BAKMAK GABAM SANCIR : Buluttan nem kapmak. ANNAÇ : Karşı taraf. ANNAÇTAN : Karşıdan. ANNAK : Söylemek, hatırlamak, duyurmak, danışmak.
ANNAMAK : Anlamak. ANNAMAMAK : Anlamamak, aldırış etmemek. ANNAŞTIRMAK : Anlatmak, ifade etmek. ANNINI KARIŞLAMAK : Kızılan kişiye hattini bildirmek. ANNIŞAKI : Alnının ortası. ANO : Hayret sözcüğü. ANTAR : Çanta. ANTİRE : Evdeki koridor. AP ZOP : Yaptığı davranıştan haberi olmayan. APAK : Çok beyaz. APALAMADAN YÜRÜMEK : Emek harcamadan sonuca ulaşmak. APALAMAK : Çocuğun yüzüstü sürünerek ilerlemesi. APALAYOR : Emekleyen. APARTUMAN : Apartman. APCARA : İki bacak arası. APGUN SAPGUN : Deli. APIÇ : İki bacak arası. APIŞ ARASI : Kasıklar arası. APIŞAK : Bacaklarını açarak yürümek. APIŞTI KALDI : Şaşdı kaldı. APOÇLAMAK : Kınamak. APOLLE : Hoparlör. APOLYÖ : Hoparlör. ARA : Küçük giriş. ARABEYİ : Ana arı, kraliçe. ARALIK : Evdeki aralık. ARBEDE : Karışık. ARDI : Arkası. ARDILMAK : Abanmak. ARDİYE : Boş oda. ARIIIĞ : Hayret nidası.
ARIK : Zayıf. ARININ DELİĞİNE DEĞNEK DÜRTMEK : Büyük bir tehlikeye davetiye çıkarmak. ARITMAK : Temizlemek. ARK : Su kanalı su yolu. ARKA EBESİ : Doğum sırasında arkadan tutan kişi. ARKA VERMEK : Yardım etmek. ARKALI : Devamı olan, ucu görünmeyen. ARKALI AKÇALIYI GEÇMİŞ : Seveni çok olan parası çok olanı geçmiş. ARPA : Hayvan yemi. ARPALAMA : Hayvan hastalığı. ARPALIK : Arpa ekimine elverişli tarla. ARSIZ : Utanmayan, sıkılmayan, çok ağlayan. ARTMA : Dğün takısı. ARTMAK :ş Asmak. ARUK : Çok su içen. ARZIMAN : Hayal edilen, arzulanan. ASAK : Topallayarak yürüyen. ASALAK : Birinin üzerinden geçinmek. ASAR : Eski yerleşim birimi. ASDAR : Tavan odanın üst tarafı. ASILMAK : Birşeyi bulunduğu yerden çıkarmak için çekmek. ASLI ÇIKMAMAK : Asılsız haber. ASMA : Üzüm ağacı. ASMAHURDAN YEMEK : Hiçbirşeyi beğenmemek. ASMAK : Kaytarmak. ASPİNİK : Naftalin. ASSAHMI : Sahimi. ASTAR : Koruyucu madde, ince bez. ASTAR : Tavan. AŞ : Yemek.
AŞA : Ayşe. AŞAK : Ahşap evin eski hali. AŞAKTA DA VAR GAŞAKTA DA VAR : Ondan da var bundan da var anlamında. AŞAM : Akşam. AŞAM ERKEN : Sabah akşam. AŞAM VATI : Akşam vakti. AŞAMLİN : Akşamüzeri. AŞANE : Mutfak. AŞANİM : Ayşe hanım. AŞERMEK : Kadınların hamilelik zamanı. AŞEVİ : Mutfak. AŞIK KEMİĞİ : Kemik atmaca oyununda kullanılan kemik. AŞIP GELMEK : Beklenmedik bir anda çıkıp gelmek. AŞIRAŞI : Aşure. AŞIRMAK : Bir şeyi gideceği yere götürmek, hırsızlamak. AŞIRTMAÇ : Semeri tutan alet. AŞIRTMAK : Yüksek bir yerden yol bularak geçirmek. AŞLAMA ÇAY : Çayın ikinci kez demlenmiş hali. AŞLAMAK : Eklemek. AŞMAK : Yuvarlanmak engeli geçmek. AŞŞA : Aşağı. AŞUK : Ayağın iki yanındaki yuvarlak kemik. AŞUR AYI : Muharrem ayı. AT BESLENİRKEN KIZ İSTENİRKEN VERİLİR : Her şeyi zamanında yapmanın gerektiğini anlatan söz. ATAŞ : Ateş. ATAŞ GİBİ : Çok çabuk pratik. ATAŞA DÜŞMÜŞ GİBİ BAĞIRMAK : Çok bağırmak. ATAŞLIK : Kibrit. ATTAR : Genellikle koyu ve ev aletleri satan esnaf.
ATTIRI BUTTURU: Bir işi rastgele yapmak. AV : Kurt meyve ve baklagillerin içerisinde bulunur. AV DÜŞMEK : Meyve kuruları ve pirincin kurtlanması. AVA : Kocanın erkek kardeşi. AVANE : Topluluk. AVAR. Sebze. AVARA : Boş gezen. AVARLIK : Eve yakın sebze bahçesi. AVAZ : En yüksek ses. AVAZ : Ses tonu sesin güzel yada çirkin oluşu. AVAZI ÇIKTIĞI ĞİBİ BAĞIRMAK : Tüm gücüyle bağırmak. AVCUKLAMAK : Avcunun içine almak. AVDANLIK : Av yapılan yer. AVF : Ağız içerisi pamukçuk şeklinde oluşan yara. AVGAT : Avukat. AVIÇALIK : Düğünlerde giğilen şalvar. AVIÇALIK-AĞIÇALIK : Ağı genelde kısa ve dar olan don. AVIZ : Buzağı doğduktan sonra inekten alınan ilk süt. AVKALAMAK : Azarlamak, terbiyeye sığmaz şekilde muamele etmek. AVLA : Bahçe duvarı. AVLA : Bahçelerin kenarına yapılmış duvar. Çit. AVLACA : Dere kıyısında bağ. AVLANMAK : Yabani hayvan vumak, balık tutmak. AVLU : Bahçe çiiti. AVLU GAPISI. Bahçe kapısı. AVMAK : Düşmek. AVRADI DÖRT OLASICA : Espiri yapılarak şanslı olduğunu anlatılan. AVRAT : Eş. AVSUNLAMAK : Okumak, üflemek, birisini yılan, akrep vb. hayvanlardan korumak için dua. AVU : Zehir.
AVUÇALIK : Şalvar, kuyruklu giysi. AVUL : Koyun barınağı ağıl. AVULAMAK : Zehirlemek. AVUNUN KÖKÜNÜ YE : Bir beddua. AVUR : Ağız. AVURT : Çenenin iki yan tarafı. AVUTMAK : Teselli etmek, oyalamak. AVUZ : ineğin doğumdan sonra alınan koyu ve sarımtrak sütü. AVUZ EMMEDİK BIZA GİBİ : Kötü kötü duran kişiye denir. AVUZLUK : Filtresiz sigara içerken kullanılam süzgeçli veya süzgeçsiz çubuk. AVZARI : Av köpeği. AY AKŞAMDAN DOĞDU : İş başlamadan yarım kalması. AY ÜSTÜNE KALKMAK : Ayağa kalkmak. AYA : Kar küreyen alet. AYACUK : Ayakucu. AYAĞI DUTULMAK : Yürüyememek. AYAĞI TEDİK : Çabuk, hızlı, pratik olan kimse. AYAĞIN ALTINDA DOLAŞMA: : Bir iş yapan kişiye işini yaparken engel olmak. AYAĞIN KABI : Ayakkabı. AYAK YOLU : WC, hela. AYAKBA : Ayakkabı. AYAKKABI : Garevle, edük. AYAKLANMAK-AYAKLANDI : Hasta olan kişinin iyileşerek gezmeye başlaması. AYAKLI : Normal çukırlukta kuru fasulye, nohut tabağı. AYAKLIK : Çorba tası. AYAKYOLU : Hela. AYAN BEYAN : Çok açık görülen aşikar. AYANGI : Tarla. AYAR : Ölçü birimi.
AYAR : Sekiz kiloya yakın buğday alan metalden yapılmış bir kap. AYAZ : Soğuk. AYÇA : Hilal. AYDIN YEMİŞİ : İncir. AYER ZELE : Çok uyanık geçinen kimse. AYIK : Sarhoş olmayan çok kurnaz. AYINGA : Kaçak tütün. AYITLAMAK : Ayıklamak. AYRAN GÖNÜLLÜ : Sabit bir şeyde kalmayan. Bir sevgiliden başka birine çabuk değişen. AYRUK : Çoğu yerde yetişen, istenmeyen bir ot türü. AYŞAM : Akşam. AYUCUK : Ayak ucu. AYYAŞ : Sarhoş. AYYUÇ : Ayak altı. AZA : Üye, taziye. AZA VERMEK : Ölen kişinin yakınlarına taziyede bulunmak. AZÇIK : Acık. AZIC KALMAK : Payına razı olmak. AZIGANSIZ : Hakkını koruyamaz. AZIK : Yemek. AZINSAMAK : Az görmek. BABAK : Kadını erkeği, erkeğin kadını. BABAN GADINLIKTANMI GELDİ : Her istediğini rahatça alan. durumuda çok iyi olmayan kişiye denir. BABI : Büyük kız kardeş, abla. BACAK GİBİ : Çok kalın. BACAKAŞI : Bacanın üst tarafında sergen. BACANAK : Kız kardeşlerin beyleri. BAÇA : Bahçe. BADAK : Hayvanın kısırlaştırılması.
BADARLAMAK : Azarlamak. BADE : İçki. BADEM : Badem ağaçının meyvesinin en son hali. BADİ : Ördek. BADIÇ : Büyük ayak. BADIL BADIL : Paytak paytak. BADIL BUDUL : Düzgün yürümeyenler için söylenen söz. BADILCAN : Patlıcan. BADILCAN OTU : Kokulu ot. BADILGAN : Bataklık. BADUÇ : Su bidonu. BAĞ : Bahçe. BAĞARCAK : Koyunların kaçmaması için çobanın ayağını koyunun ayağına bağlamak. BAĞCAK : Bir şeyi bağlamak için kalın ip. BAĞDAŞ KURMAK : Ayakları içe bükerek yere oturma biçimi. BAĞIL : Tahtadan olan bavul. BAĞIL BAĞIL : Bol olarak bulunan bolca kullanılabilen. BAĞIRDAK : Beşikte çocukları sallamak için kullanılan sargı. BAĞLİM : Demet, bağ. BAĞRI YUKA : Merhametl. BAHALI : Bahalı olan fiyatı yüksek. BAHARLICA : Baharatı bol. BAHÇA : Bahçe. BAK GALİ ŞUNUN YAPTIĞINA : Beklenmedik bir hareket karşısında söylenir. BAKA BAKA GÖZÜMÜN KÖKÜ SARARDI : Yolunu gözlemek beklemek. BAKA KALDIM : Şaşırmak donmak kalmak, hayretle bakmak. BAKAKOY : Gözkulak ol. BAKAM Bİ : Bakalım bir görelim bir.
BAKILDAK : Küçükbaş hayvan pisliği. BAKINAK : Hayvanların ayağının arkasındakı tırak. BAKITMAK : Vaktinde yapılmayan iş veya gelmeyen bir kişiyi merak etmek. BAKLA : Fasulye. BAKLAFA : Baklava. BAKRAÇ : İnek ve koyun sağılan küçük helke. BAL BAŞI : Tatlı. BALA : Çocuk, yavru. BALDIR BACAK : Yarı çıplak. BALDIRAN : Bir tür zehirli ot. BALDIRI ÇIPLAK : Malı mülkü olmayan açık giyinen. BALİ : Gönülsüz iş yapma. BALIMA : Balık. BALLI : Gofret. BAMA PİSTAN : Kumaşdan dikilen çocuk elbisesi. BAMI DEN : Bana mı diyorsun. BAND : Kaset. BANDIRMAK : Tadına bakmak. BANE : Fiğ tanesi başağı. BANGIR BANGIR : Gürültü. BANMAK : Ekmekle yemeğin suyunu almak. BANNAK : Parmak. BANNAK : Parmak. BANNAK BASMAK : Altını çizmek, önemini belirtmek. BANYOLUK : Bamyo. BARABAR : Beraber. BARAÇ : Baraj. BARAK : Dağınık saç. BARANA : Patlıcan yemeği. BARDAK : Naşafa.
BARİ : Artık. BARNAK : Parmak. BARSUK : Bağırsak. BASALAMAK : Barındırmamak. BASDAK : Merdiven. BASDIGABAK : Kabak tatlısı. BASMA : Kumaş. BASMA ::::: Bayan elbisesi yapımında kullanılan kumaş. BASMAK. Yaprak yada peyniri yasmak. BASMAK : Merdiven, basamak. BASSAKBAŞI : Merdiven başı. BASTAMAK : Merdiven. BASTUN : Baston. BAŞ KİLİ : Saçları yıkamak için kulanılan kil. BAŞ OLMAK : Bitmek. BAŞ SOVAN : Kuru soğan. BAŞANGI : Bilgiç geçinen, becerikli. BAŞARAT : Yetenek. BAŞARET ETMEK : Yol göstermek. BAŞAŞAĞI : Tepe taklak. BAŞBAĞ : Yünden örülen hayvanın boynuzuna takılan yular. BAŞGÖZ ETMEK : Evlendirmek. BAŞI BOZULMAMIŞ : Kocası ölmemiş olan kadın. BAŞI DÖNÜMÜNE : Kendi bildiğine göre hareket etmek. BAŞI GÖTÜRMEMEK : Ses ve kalabalıktan dolayı başı ağrımak. BAŞI TUTMAMAK: Başı ağrılı olmak. BAŞIN GABATDASINA GALDIR DA VUR : Sen bilirsin, senin için bir şey yapamam. BAŞINA BUYRUK : Kendi bildiğinden şaşmamak. BAŞINI BAĞLAMAK : Nişanlandırmak, evlendirmek. BAŞKALARI Bizden olmayan, yabancı el.
BAŞLAK : Baştan çıkmış kişi. BAŞLIK : Evlenecek erkeğin kız tarafında verdiği para, mal. BAŞLIK : Hayvanın başına takılan ip. BAŞOĞUL : Arının verdiği ilk oğul. BAŞTAKIM : Üzeri küçük altınla ve inci ile süslü bayanları giydiği fes. BAŞUCUK : Baş ucu. BATAK HAVLASI : Don yağı, un ve pekmezle yapılan bir çeşit helva. BAVURDAK : Çocuk salıcağının altındaki bez. BAVURMAK : Bağırmak. BAYA : Tabii, doğal, normal. BAYA Bİ MAFİR : Uzun süre. BAYAM : Badem. BAYANMAK : Süslenmek. BAYAT BASTIRMA : Çok bilen çocuk. BAYATSIMAK : Bayatlamak. BAYBOLAN : Büyük su bidonu. BAYILDAN : Patlıcan yemeği. BAYIR : Yerleşim yeri olmayan, yerleşim yerine. uzak olan hayvanların yiyecek bulabildiği yer. BAYNIMAK : Büyümek. BAYNIMIŞ : Gelişmiş büyümüş. BAYTAR : Veterine hekimi. BAZAR : Pazar, alışveriş yeri. BAZARTESİ : Pazartesi. BAZI BAZI : Arada sırada, bazen aralıklı. BAZIKERE : Arasıra. BAZLAMAÇ : Evlerde yapılan ekmek, bazlama. BAZLAMAÇ : Mayalanmış hamurun saç üzerinde pişirilmesiyle yapılan ekmek. BEBE : Bebek.
BEBEĞE İŞ AN ARKASINDAN KENDİN GİT : Yapamayacakları işleri kendini gönderme. BEBEK BÖLÜK : Çoluk çoçuk. BEBER : Biber. BECENE BECENE : Özene özene. BEDDELEK : Düşünmeden, saygısız. BEDİLDEMEK :: Rahat durmamak Sürekli kıpırdamak. BEDİLDENMEK : Söylenmek. BEHRÜZ : Perhiz. BEKAR : Aylıkla çalışan işçi. BEKİTMEK : Güçlendirmek. BEKMEZ TOPRA : Pekmez toprağı. BEL : Toprağı işlemeye yarayan sivri uçlu kürek. BEL VERMEK : Bir işin esneyerek düzgünlüğünü kaybetmesi. BELAGAŞŞASI : Kavga etmek için bahane aramak. BELDİR BELDİR : Bakma çeşidi. BELEMEK : Çocuğu kundaklayıp beşiğe yatırmak. BELENMEK : Bulaşmak, bulaştırmak. BELERMEK : Mecali kesilmek. BELEŞ : Bedava. BELETMEK : Nişan, işaret koymak. BELKİM : Belki. BELLEME : Öğrenme, toparğı işleme. BELLİK : Yaldızlı, süslü kağıt. BEN DÜŞMEK : Meyvelerin olmaya başlaması. BENCİLEYİN : Benim gibi. BENGİLDEMEK : İrkilmek, şaşmak. BENGİLLENMEK : Sıçramak, korkmak. BENİLDEMEK : Ani uyanmak. BENİM AKLIM TEVTAR MI? : Hafızam kuvvetli değil. BENİM DEMEM : Benim demek istediğim.
BENİZ : Yüz, sıfat. BENNENMEK : Sahiplenmek. BERDÜŞ : Çok içki içen. BERE : Yara. BERİBERİLEK : En azından, kolay olanından. BERKİTMEK : Burkulmak. BERTLEK : Aniden kızan, sinirlenen. BERTLETMEK : Alt göz kapaklarını parmak ucuyla tutup gözün kızıl kısmını göstermek. BESBELLİ : Senin dediğin gibi. BESİ : Et ihtiyacı için krsilen sığır. BESİ BESLEMEK : Hayvan beslemek. BESİLENMEK : Kilo almak. BESTİL : Kurumuş meyve ezmesi. BEŞ KURUŞUN GELDİĞİ-GİTTİĞİ YER BELLİ : Ne kadar geir gider var bell, fazla harcama yapılmıyor. BEŞ ŞİŞİ : Yünden çorap örmeye yarayan kısa demir şişler. BEŞ TAŞ : Taşı yukarı atıp düşmeden yerden öteki taşları alma oyunu. BEŞİBİRLİK : Eskiden çok kullanılan bir altın takı. BEŞİK KERTİĞİ : Kız ve erkek çocukları beşikte iken nişanlama, sözleme. BETER : Fena, kötü. BETİ BENZİ ATMAK : Çok korkmak. BETİNE GİTMEK : Ağrına gitmek, kırılmak. BEYBAZARI : Beypazarı. BEYGİR : At, binit iri yarı anlamında. BEYNAMAZ : Namaz kılmayan namazla alakası olmayan. BEYPAZARI : Beylerpazarı. BEZE : Yara. BEZEME : Bedenin bazı bölümlerinde oluşan kırmızı kabarcıklar. BEZERMEK : Bayılmak. BEZMEK : Bıkmak.
BEZÜK : Soluk, cansız. Bİ DİYECEN Bİ DEPESİNE VURACAN : Tehdit ve kızgınlık sözü. Bİ DUR : Biraz bekle. Bİ GISIM : Bir avuç. Bİ GÖZÜNÜ YUMSAN : kimseden fayda yok. Bİ GÖZÜNE FAYDASI YOK. Bİ HAMLA : Hemen kısa sürede. Bİ HAMLADA : Hemen. Bİ KEPÇE YİYİPTE YATMAK : Ağzının payını almak. Bİ KERİŞTE : Bu sefer, bu kezz. Bİ KISIM : Bir avuç. Bİ MAFİR : Bir zaman, nice bir müddet. Bİ SOKUM : Bir lokma. BİBEK : Bebek. BİBİ : Hala. BİCAMA : Pijama, gece kıyafeti. BİCİ AŞI : İlkbahar da asmaların yapraklarından pişirilen bir çeşit yemek. BİCİ BİCİ : Buzağı sağırmak. BİCİK : Sığır yavrusu. BİCİK : Birkerecik. BICILGAN : Cıvık yağ. BIÇAĞIN SIRTI VEYA TERSİ KESMEK : Sözü geçmek, onun dediğinin yapılması, emri dinlenen. BİÇİK : Yavru. BIÇKI : Bağ bahçe işlerinde kullanılan testereye benzer ağzı bulunan bıçak. BİÇKİ : Dikiş nakış yapma işi. BIÇKINMAK : Burkulmak. BİDA : Birdaha.
BIDAK : Küçük odun. BİDAMLAM : Ufak,çok az. BIDANAZ : Yumurtlama devresine gelmiş piliç. BIDDIK : Sevimli ve küçük. BIDDIMAN : Azıcık. BİDENE : Bir tane. BİDENE ::: Tek, birtane. BİDENEM : Sevgi sözcüğüdür, bir tanem. BIDI BIDI ETMEK: Çok ve gereksiz kouşmak. BIDI BIDI ETMEK : Çok ve gereksiz konuşmak. BIDIK : Etlenmiş küçük. BIDIKIM : Çok az, küçük. BIDIL BIDIL : Çıplak ayaklı çocuk. BIDIRDAMAK : Söylenip durmak. BIDIRDAŞMAK : Kavga etmek. BIDLAMAK : Söylenmek. BİDON : Sukapı. BIGIDIM : Küçük, küçücük. BİGIMIK : Küçücük. BIGIRIMCIK : Küçücük. BIGIRIMIK : Ufacık küçücük. BIGRIK : Az. BİKE : Karyola örtüsü. BİKERİŞ : Bu sefer. BİKİ : Bir iki, biraz. BIKITMAK : Bir şeyden usandırma, nefret ettitmek. BİLADER : Birader, erkek kardeş, arkadaş. BILAŞIK : Kirli. BİLDİK : Tanıdık. BILDIR : Geçen sene. BİLDİR BİR : Eğilen kişinin sırtından atlanarak oynana çocuk oyunu.
BILDIRSENE : Geçen sene. BİLİ BİLİ : Tavuk çağırmak. BİLİYON : Biliyorsun. BİMAFİR : Bir süre. BINAMA : Aklını kaybetme, bunama. BINAR : Çeşme. BİNDALLI : Kadifeden sırma işlemeli tek parçalı elbise. BINGIL BINGIL : Dolu dolu. BINGILDAK : Çene altındaki et. BINGIRDAK : Kundaktaki bebeğin kafasındaki doku. BİNİT : At, eşek, katır. BİR ÇARPARSAM BİRDE YER ÇARPAR : Tehdit sözü. BİR YÜZÜ İPEK BİR YÜZÜ KÖPEK : Ne zaman nasıl davranacağı belli olmayan kişi. BİREBOLU-PİREBOLU : Arı pisliği. BIRTLAMAK : Argoda ossurmak. BİŞEY : Bir şey. BİŞİ : Pişir. BIT BIT : Çok konuşan. BİTECİRİP : Beklenmedik hareketler yapan, konuşan çocuk ya da kişi. BİTİM : Verimi bol. BITIRAK : Dikenli bir bitki. BITIRAK GİBİ : Çok sık meyve için. BİTİVESİN : Artık son bulsun bukadar yeter. BİTKİ-BİR-İKİ : Birkaç, biraz. BITLAMAK : Söylenmek. BİTLİ GANE : Pis temizliğe özen göstermeyen,pasaklı kimse. BİYAZ : Bu sefer. BİYEZ : Bukez. BİZ : Tığ. BİZ : Tahta ya da demirlerin ucuna sivri bir şey takılarak.
BIZA BIZA HALKASI BIZA TİRİDİ BIZALAMAK BİZEMSALİ BOBA BOBİN BOBOBİ BOCCA BOÇA BODİK BODUÇ BODUR BODUŞ BOĞARSAK BOĞAZ BOĞMAÇ BOHÇA BOHÇA OTU BOKLAĞAÇ BOKNAZ BOL PAZARI BOLA BOL BOLARTMAK BOLLALMAK BONDİ BORAN genellikle ayakkabı tamirinde kullanılan alet. : Buzağı. : Buzağının boynuna yakılan yular. : Eskilerin kıtlık zamanında baslamacı ıslayarak yatıkları yemek. : Lafı söyleyebilmek, buzağılamak. : Bizim gibi. : Baba. : İnce dikiş ipliği. : Gofret. : Küçükbaş hayvanlarda görülen bir çeşit hastalık. : Tarlaya veya uzak bir yere giderken hazırlanan yemeklerin konulduğu yer. : Büyük plastik bidon. : Su bidonu. : Kısa. : Küçük toprak testi. : Çiftleşme zamanı gelmiş hayvan. : İmik. : Boğazını sıkmak, üzmek. : Çamaşır ve elbise konulan bez. : Hayvanların hastalığını tedavi etmede kullanılan bir çesit ot. : Harmanda ürünü kirletmemesi için öküz ya da. ineğin altına konularak dışkısı alınan kap. : Hayvanların ayağının arkasındaki tırnak. : Pazartesi. : Çokca, doyasıya. : Genişletmek. : Sarkmak. : Bidon, su kabı. : Şiddetli kar, fırtına, tipi.
BORANA : Patlıcan yemeği. BORCUN İYİSİ VERMEK, : İmkan varken borcunu temizlemeye bakmalı. DERDİN İYİSİ ÖLMEK. BORÇ YİĞİDİN KAMÇISI : Borç yiğit kişiyi çalışmaya teşvik eder. BOSTAN : Eve yakın sebze dikilen yer, kavun, karpuz. BOŞANMAK-BOŞAMAK : Ayrılmak, bağlı bir hayvanın bağını kopararak yerinden uzaklaşması. BOŞBOĞAZ : Şakacı boş kunuşan. BOVAZ : Boğaz. BOY ATMAK : Boyunun uzaması. BOYLU : Gebe, hamile. BOYNA : Sürekli,daima. BOYUNA : Devamlı tekrar edilmemesi istenen kelimeler. BOYUNDURUK : Hayvanların bonuna takılan ip,zincir vb. malzeme. BOYUNLU ARMUT : Armut çeşidi. BOZBAB : Çoban kavurma. BÖCÜK : Küçük böcek. BÖDDÜRMEK : Haşlamak, haşlayarak pişirme. BÖDÜL BÖDÜL : Cahilane düşünmeden. BÖĞENÇE : Su tutmak için oluşturulan bent. BÖĞRÜM : Yanım. BÖĞÜN :Benzemek Bugün. BÖĞÜR : Yan. BÖĞÜRMEK : Bağırmak. BÖĞÜRTLEN : Yabani üzüm. BÖLE OLUMU EY: Böyle olurmu söyle. BÖLÜK BEBEK : Küçük çocuk,küçümseme anlamında kullanılır. BÖN BÖN : Aval aval. BÖN BÖN BAKMAK : Dalgın dalgın bakmak. BÖÖĞRÜNDE : Yanında.
BÖREK : Koyun, keçi, inek gibi hayvanların yenebilen böbrekleri. BÖREK GECESİ : Gelinin evlendiği günün hemen ardından kendi ailesi tarafından verilen davet. BÖRTDÜRMEK : Haşlamak, hafif pişirmek. BÖRTÜ BÖCEK : Küçük haşareler. BÖŞEMEK : Sıcak su ve nem altında yumuşamak. BÖTÜRMEK : Hoşlanmak. BÖÜZ : Bu defa, bu sefer. BÖYREK : Böbrek. BÖYÜK : Büyük. BÖYÜK MAL : Büyük baş hayvan. BÖYÜN : Bugün. BU AĞIZ SENİN DEĞİL : Sana bu sözleri lafları kim öğrettiyse onu söyle. BUBA : Baba. BUBANNE : Babanne. BUGADA : Bu kadar. BUĞUZ : Üzüntü verme. BUHUR BUHUR TERLEMEK : boncuk boncuk terlemek. BUHUR HAMAMI : Düğünden bir hafta sonra oğlan evi düğüne hizmet edenlerin,. yakın akrabanın götürüldüğü gün. BUKA : Kadın donlarının kemeri. BUKAĞI : Şalvarın içinde kıvrılan uçkurluk. BULAMA : Karıştırma, ağda. BULAMAÇ AŞI : Süt ve undan yapılan bir çorba. BULANIK : Sel tortusu, duru olmayan su. BULANIK ATMAK : Çamuru atmak. BULAŞMAK : Dahil olmak. BULGUR AŞI : Bulgur pilavı. BULGUR BÜSKÜRTMESİ : Bir nevi cilt hastalığını efsunlama.
BULGURAŞI : Bulgurdan yapılıp pilava benzeyen biraz suluca yapılmış yemek. BULGURLAMA : Ahşap evlerde döşeme ve tavanda tahtaların üzerinde. parmak kalınlığında dökülen acı kireçli harç. BULHAYIR : Ayva ve elma marmelatı. BUN : Sıkıntı. BUNALMAK :Sıkıntı çekmek. BUNALTMAK : Birisini üzmek. BUNAMAK : Aklını yitirmek, yaşlanmak. BUNAR : Çeşme, Pınar. BUNATMAK : Kızdırmak. BUNDAN KERİ :. Bundan böyle. BUNGUNLU :Pınar Sıkıntılı. BUNLU : Sıkıntılı. BURA : Buraya. BURA GEL : Buraya. BURALIKTA : Buraya gel. BURÇAK : Siyah renkli hayvan yemi. BURE : Burada. BURGAN : Parlak. BURGU : Elektriksiz el matkabı. BURGUN : Keyfi olmayan. BURGUR : Nohut ve ekinin pişmiş hali. BURKUNMAK : İncinmek. BURNUNDAN FİTİL FİTİL GETİRMEK : Çok üzmek sıkıntı vermek eziyet etmek. BURNUNUN DİREĞİ KIRILMA : Çok kötü kokan koku. BURUK : Dargın kişi. BURUŞ : Armut kurusu gak. BUS BUS BUNALTMAK : Kızdırmak. BUSUK BUSUK BOĞMAK : Çok üzmek.
BUUZ : Keder, tasa. BUVA : Baba. BUYA : Boya. BUYANNA : Bu tarafa. BUYNUZ : Boynuz. BÜCÜK : İneği çağırma şekli. BÜFE : Vitrin, küçük satış yeri. BÜK : Çeltik tarlasının ekilen sulu arazisi. BÜNEK : Ağızlık. BÜNGÜLDEMEK :. Suyun kaynağından çıkışı. BÜRGÜ : Yöresel baş örtüsü. BÜRGÜN : İki gün sonra. BÜRLENMEK : Örtünmek. BÜRTÜL BÜRTÜL : İçinde bulunduğu ortamla kaynaşmayan sert kitle. BÜRÜNMEK : Kararmak. BÜSKÜT : Bisküvi. BÜSSÜRÜ : Oldukça çok. BÜÜLENMEK : Tek gözü kalana dek örtünmek. BÜYÜK ŞEER : Büyük şehir. BÜZDEKLEMEK : Sıkıntılı bir halde dolaşıp beklemek. BÜZDÜRMEK : Bir kumaşın kenarının dikilerek, kenarının gerdirilmesi. CABBAR : Tuttuğu işi hakeden mert. CABILDAMAK : Suda oynayarak ses çıkarmak. CACIK : Ayran (köy dilinde). CACUR : Fermuar. CADOLOZ : Yaramaz, haylaz. CAGIRDAMAK : Çene çalmak. CAĞ : Süzme torbası. CAMBAZ : Hayvan tüccarı. CAMEKAN : Cam, pencere.
CAMIZ : Manda. CAN ERİĞİ : Yeşil ekşi erik. CAN GURTARAN : Can kurtaran. CAN KURTARAN : Ambulans. CANAK : Tabak. CANAVAR : Kurt. CANCAĞIZIM : Dostum. CANDARMA : Jandarma. CAPIT : Bez. CAPUT : Bez. CAR CAR : Kaba gürültüyle bağırmak. CARA : Sigara. CARCUR : Fermuar. CARILTI : Gürültü. CASCAVLAK : Tüysüz hale gelmiş, tüyü yolunmuş, ortada kalmış. CASCAVLAK : Sıcaktan aşırı derecede kızarmak. CAVA : Birçeşit pirinç. CAVLAK : Tüyü dökülmüş, haşlanmış. CAVLAMAK : Sıcaktan bunalmak. CAVLATMAK : Deriden tüy dökülmesi. CAVZITMAK : Vazgeçmek. CAYMAK : Vazgeçmek. CAZGIR : Kurnaz,açıkgöz. CAZI : Argo söz dinlemeyen. CAZUM : Kardeş. CEBRAİL DANASI : Üzeri giyinik olmayan kişilere söylenen söz. CEDELLEŞMEK : Kavga etmek. CEHENNEMİN FİNARİ : Cehennemin en alt tabakası, beddua maksatıyla söylenir. CELİMSİZ : Zayıf.
CELLE : Celile. CEMBER : Büyük ve yanları işlemeli beyaz yazma. CEN CEN : Lüzumsuz karşılık verme. CENDERE : Sıkıştırma. CENDERME : Jandarma. CENGİRDEMEK : Laf kalabalığı ederek, üste çıkmak. CEPKEN : Yelek. CER CER : Çok konuşan. CER ETMEK : Harmandan köy hocasına hak ayırmak. CEREME : Bir şeyin sonucu, cezası karşılığı. CEREZ : Kuru üzüm. CERYAN : Elektrik. CET : Ata. CEYRAN : Elektrik. CIBA : Tiftiği kırkılmış keçi. CIBIL : Çıplak. CIBILDAK : Çıplak. CIBILDAMAK : Kabın içindeki bir sıvının sallanması. CİBİLDEMEK : Suyla oynamak. CİBİNLİK : Cibindirik. CIBIR : Yarı çıplak, züğürt, fakir. CİCİ : astanın üzerine sürülen yumurta. CİCİGEY : Bir tür göçmen kuş. CİCİK : Soğanın üstündeki yeşil kısmı. CİCİKLERİ GOYVERME : Üşüme. CİCİLİ BİCİLİ : Süslü püslü. CİCİLİ, BÜCÜLÜ : Kırmızı benekli basma. CİCOZ : Gitmek. CIDAV : Uyanık. CIDAVUZ : Kurnaz. CIDIR : Çevik, atik.
CIDIR CIDIR : Çok konuşkan, sevimli. CİGARA : Sigara. CIGIMAK : Kaçmak. CIĞSIMAK : Rutubetlenmek. CİHAZ : Çeyiz. CIK : Hayır, olumsuz, kabul etmemek. CIK CIK : Sürahi. CİK CİK : Civciv. CIKI : Bohça. CIKIM : Tarla başı. CIKKA : Kadınlar için biraz tatlıca aşağılama. CİKLET : Sakız. CILBIR : Yoğurt, yumurta, yağ ile yapılan yemek, yoğurtlu yumurta. CİLBİR : Yumurta ile yapılan bir yemek türü. CILDIR : Canlı anlamlı bakan. CILGA : Patika yol. CİLLET : Jilet. CİLLOP : Çok hoşa giden, harika. CIMBILDAK : Oynak. CIMBILDAMAK : Kap içindeki bir sıvının sallantı sonucu taşması. CİMCİK : Bir çeşit hamur yemeği mantı,çimdik atmak. CİMCİKLEMEK : Bir elin iki parmağı ile birinin vücudunu sıktırmak sıkmak. CİN : Mukayese edatı. (ufak, küçük)cin ufak:daha küçük(en cin ufak:çok küçük). CİN PARMAK : El ve ayaktaki en küçük parmak. CİNCİK : Misket. CİNCİK : Güzel, yeni. CİNCIVIT : Aşırı öfkelenmek. CİNCOMBALAK : Takla atmak. CİNDERMEK : Huyuna uymak. CİNDORUK : En üst nokta.
CINGAN : Çingene. CINGANIN OĞLU : Cimri olanlara karşı kullanılan hitap. CINGI : Küçük ateş parçası. CINGIL : Bakraç. CİNGİL : Üzüm tanelerinin birkaçının dalıyla oluşturduğu grup. CİNGİLCİ : Cimri, para harcamayı sevmeyen. CİNGİLMEK : Düşüp bayılmak. CINGIMAK : Kaçmak, dönek, oyun bozalık etmek. CİNGİR CİNGİR : Işıl ışıl. CINGIRDAK : Çocuk oyuncağı. CİNGO : Çinko. CİNİBİZ : Küçük sevimli. CINIMAK : Döneklik etmek. CİNİNİ DERMEK : Yatıştırmak, huyuna göre gitmek. CINNIK : Azıcık. CİP : Jeep. CIPLAK : Çıplak. CİPRE : Üzüm posası. CIR CIR BÖCEĞİ : Ağustos böceği. CIRBIL YOLU :Ağustos böceği İnce yol. CİRCİNE : Deri hastalığı. CIRCIR :Fermuar. CIRCIZ BÖCEĞİ : Geceleri öten bir çeşit böcek. CİRET : Yaradan akan irin, sıvı. CİRFE : Haram, pis. CİRİT : At oyunu. CIRLAK : İnce sesli. CIRLAMAK : Yüksek sesle konuşmak,bağırmak. CIRMAKLAMAK : Tırnakları ile yaralamak. CIRMIK : Tırnak izi. CIRT : İsal.