Uzun Osmanların Hasan'in Haşim (İNAN)



Benzer belgeler
T.C. MİLLÎ EĞİTİM BAKANLIĞI DENİZCİLİK IĞRIP AVCILIĞI 624B00028

2. SINIF İŞİTME ENGELLİ ÖĞRENCİLERİ İÇİN TEST ÇALIŞMASI. Hazırlayan Engin GÜNEY İşitme Engelliler sınıf Öğretmeni

yaşam boyu bağlanırsanız.

YOL AYRIMI SENARYO ALĐ CEYLAN

Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

Ofluoğlunun Hasan (OFLUOĞLU)

"Satmam" demiş ihtiyar köylü, "bu, benim için bir at değil, bir dost."

HEM DÜŞÜNECEĞİZ, HEM ÖĞRENECEĞİZ HEM DE SÜRPRİZ HEDİYELER KAZANMA ŞANSINA SAHİP OLACAĞIZ.

ALTIN BALIK. 1. Genç balıkçı neden altın balığı tekrar suya bırakmayı düşünmüş olabilir?

Hangi balık ne zaman yenir? Çipura: Akdeniz ve Ege kıyılarında yaygın olan çipura ya seyrek de olsa Marmara da da rastlanır. Ege de Kasım, Akdeniz de

ÇARŞI ESNAFININ BODRUM YOLCU LİMANINA TEŞEKKÜR ZİYARETİ

OKUMA ANLAMA ANLATMA. 1 Her yerden daha güzel olan yer neresiymiş? 2 Okulda neler varmış? 3 Siz okulda kendinizi nasıl hissediyorsunuz?

BOGAZ DA 30 BALIK TÜRÜ YOK OLMAK ÜZERE

SOLUNGAÇ AĞLARI İLE AVCILIK

O sabah minik kuşların sesleriyle uyandı Melek. Yatağından kalktı ve pencereden dışarıya baktı. Hava çok güzeldi. Güneşin ışıkları Melek e sevinç

Minti Monti. Yaz 2013 Sayı:10 Ücretsizdir. Yelkenli Tekneler. Nasıl Yüzer, Bilir misin?

Öykü ile ilgili bitişik eğik yazı ile 5N1K soruları üretip çözünüz. nasıl : ne zaman:

KIYI VE PLAJ TEMİZLİK HİZMETİ SAHİL VE KIYI TEMİZLİK EKİPLERİMİZ

Günler süren yağmurdan sonra bulutlar kayboldu. Güneş, ışıl ışıl yüzünü gösterdi. Yıkanan doğanın renklerine canlılık gelmişti. Ağaçlardan birinin

AY Mühendislik.

OKULA HAZIRLANAN ÇOCUĞUN ÖNCE UYKUSUNU DÜZENLEYİN

MERAKLI KİTAPLAR Kavramlar

MART AYINDA ÖĞRENDİĞİM DİL GELİŞİM ÇALIŞMALARI

CÜMLE BİLGİSİ. ( Cümle değildir. Anlamı yok)

Su Ürünleri Avcılığı. Balıkçılık ve Su Ürünleri Genel Müdürlüğü Avcılık ve Kontrol Daire Başkanı Dr. M. Altuğ ATALAY

Adım Tomas Porec. İlk kez tek boynuzlu bir at gördüğümde sadece sekiz yaşındaydım, bu da tam yirmi yıl önceydi. Küçük bir kasaba olarak düşünmeyi

ALADAĞLAR - Kaldı Doğu Sırtı (3723m.)

STEP HAREKETLERİ TABLO : (1x8) 8 defa adımlama yapılır (sağ adımla başlanır).

Ö.Ç BİLFEN ANAOKULU 5 YAŞ GÜNLÜK EĞİTİM PROGRAMI

TİLKİ İLE AYI Bir varmış bir yokmuş, Allah ın günü çokmuş. Zamanın birinde bir tilki ile bir ayı yaşarmış. Bir gün bunlar ormanda karşılaşmışlar ve ar

Küçüklerin Büyük Soruları-3

O OBUR OCAK (AY) OCAK ODA OFSAYT

Adım Adım... temel bilgiler

Hüseyin KILINÇ. Fotoğraf, Babam kıçtan takma motoru olan kayığımızın başında

PARAKETA Paraketa yapımında Kullanılan Malzemeler

İSTEK ÖZEL KEMAL ATATÜRK ANAOKULU GÜVERCİNLER SINIFI

T.C. İSTANBUL VALİLİĞİ İl Gıda, Tarım ve Hayvancılık Müdürlüğü. İL GIDA, TARIM ve HAYVANCILIK MÜDÜRLÜĞÜ GENEL İCMALİ

Gizli Kupon u Kullanırken Dikkat Edilecek Koşullar

Başarı Hikayelerinde Söke Ekspress Gazetesi ve Cumhuriyet Ofset Matbaasının sahibi, 1980 yılından bu yana üyemiz olan Yılmaz KALAYCI ya yer verdik.

1. Her şeklin diğer yarısını aynı renge boyayalım.

En buruk 'vira bismillah'

D DAĞ DAKİKA DAKTİLO DALAK DALGA

Ç ÇABUK ÇAKI ÇALIŞMAK ÇAMAŞIR ÇAMUR

SU ÜRÜNLERĐ AVCILIĞINDA KULLANILAN AĞLARIN ÖZELLĐKLERĐ VE AVCILIKTA KULLANIM ZAMANLARI GIRGIR AĞLARI

(22 Aralık 2012, Cumartesi) GRUP A Türkçe Ortak Sınavı Lise Hazırlık Sınıfı

Giovanni dışında bütün örenciler çok çalışıyor. O hiç çalışmıyor ama sınıfın en başarılı öğrencisi. Çok iyi Türkçe konuşuyor.

4.SINIF KİMYA KONULARI

İsimlere eklendiğinde onları yüklem yapan; çekimli fiillere eklendiğinde onları birleşik zamanlı yapan i- fiiline denir.

Kazova: Patronsuz üretim devam ediyor; herkes mutlu, herkes çalışmak istiyor.

TV LERDEKİ PROGRAMLARA ÇIKANLAR KURAN OKUMASINI BİLMİYOR

Gemi nedir? Gemi tipleri nelerdir?

Balıkçılıktan vaz geçmiyorum Yeni bir kayık

NURULLAH- Evet bu günlük bu kadar çocuklar, az sonra zil çalacak, yavaş yavaş toparlana bilirsiniz.

Hamza Rüstem kimdir?

KDK Güney Doğu Yüzü Klasik Baca Rotası Faaliyet Raporu

NUMUNE ALMA İŞLEMİ NASIL YAPILIR

ŞİFRELİ MATEMATİK. Sayı Problemleri Youtube Şifreli Matematik. Matematik-Geometri Ders Videoları

Madde-Cisim-Malzeme-Eşya

ΥΠΟΥΡΓΕΙΟ ΠΑΙΔΕΙΑΣ ΚΑΙ ΠΟΛΙΤΙΣΜΟΥ ΔΙΕΥΘΥΝΣΗ ΜΕΣΗΣ ΕΚΠΑΙΔΕΥΣΗΣ ΚΡΑΤΙΚΑ ΙΝΣΤΙΤΟΥΤΑ ΕΠΙΜΟΡΦΩΣΗΣ

HAMSİ AVCILIĞI ve BAKANLIK UYGULAMALARI. Vahdettin KÜRÜM

TEŞEKKÜR. Kısa Film Senaryosu. Yazan. Bülent GÖZYUMAN

İnsan Okur. Resimleyen: Reha Barış MERAKLI KİTAPLAR

2. İstanbul Boğazı 31 kilometre uzunluğundadır. 3. İstanbul Boğazı Asya ve Avrupa yı birbirinden ayırır. 4. İstanbul Boğazını turistler çok severler.

İkiz Ömer in Ramiz (ŞAHİN)

ΤΕΛΙΚΕΣ ΕΝΙΑΙΕΣ ΓΡΑΠΤΕΣ ΕΞΕΤΑΣΕΙΣ ΤΟ ΕΞΕΤΑΣΤΙΚΟ ΔΟΚΙΜΙΟ ΑΠΟΤΕΛΕΙΤΑΙ ΑΠΟ ΕΠΤΑ (7) ΣΕΛΙΔΕΣ

Temel Yaşam Desteği. Yetişkinlerde, çocuklarda ve bebeklerde farklı uygulamalar yapılır.

Taşıtlar Taşıtlar Taşıtlar Deniz otobüsü Turistik yolcu gemisi Uçak

Akhisarlı Hakkı Baba, 1934 yılında Akhisar da doğdu. Ailesi Aslen Makedonya nın PİRLEPE şehrinden gelmiş Arnavut kökenli bir ailedir.

Olta Çubukları (Kamışlar)

Kuvvet x Kuvvet Kolu = Yük x Yük Kolu. 7.Sınıf Fen ve Teknoloji. KONU: Basit Makineler

Şekil 280. Kuşadası genel görünümü ve balıkçı tekneleri. Şekil 281. S.S. Kuşadası Su Ürünleri Kooperatifi İdari Binası

Özel Gebze Eğitim Kurumları Öz-Ge Gündüz Bakımevi YILDIZLAR GRUBU ARALIK


O günlerde, bir kıyı kenti olan Hull'a gitmiştim. Orada bir. arkadaşıma rastladım. Babasının gemisi vardı. Gemi o gün

FEN VE TEKNOLOJİ DERSİ 5.ÜNİTE :DÜNYA, GÜNEŞ VE AY KONU ÖZETİ

Sert Hava Seyri. Mert Ergen

Ö.Ç BİLFEN ANAOKULU 5 YAŞ GRUBU GÜNLÜK EĞİTİM PROGRAMI

Fezalar Eğitim Kurumları MSO Matematik ve Fen Bilgisi Olimpiyatı 6. SINIF AÇIKLAMALAR. Bu soru kitapçığında, çoktan seçmeli 40 soru vardır.

yeni kelimeler otuzsekizinci ders oluyor gezi genellikle hoş geldin mevsim hoş bulduk ilkbahar gecikti ilkbahar mevsiminde geciktiniz kış mevsiminde

küreğini denize düşürüyor, düştüğünü fark edemiyor. Amcam kalkıyor, siye küreği ile kayığı dayanacak, bakıyor kürek yok, kayıktakilere soruyor, kimse

TÜRKÇE. NOT: soruları yukarıdaki metne göre cevaplayınız. cümlesinin sonuna hangi noktalama işareti konmalıdır?

.com. Faydalı Olması Dileğiyle... Emrah& Elvan PEKŞEN

Mehmet Ali Aktar. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

Bilim adamları canlıları hayvanlar, bitkiler, mantarlar ve mikroskobik canlılar olarak dört bölümde sınıflandırmışlar.

Derleyen: Nezir Temur Resimleyen: Mert Tugen

ANABİLİM EĞİTİM KURUMLARI 2. DÖNEM YAZ OKULU EĞİTİM PROGRAMI

TATÍLDE. Biz, Ísveç`in Stockholm kentinde oturuyoruz. Yılın bir ayını Türkiye`de izin yaparak geçiririz.

Birinci kadın; Oğlunun çok hareketli olduğunu, ellerinin üzerinde dakikalarca yürüyebileceğini söyledi.

Eber Gölü (Bolvadin-Afyonkarahisar) (10-11 Mayıs 2008) Yazan ve fotoğraflayan: Hüseyin Sarı,

Mevsimler & Giyisilerimiz. Elif Naz Fidancı

Mersin avcılığını kancalar ile yapardık. Kancalar Sürmene de yapılırdı. Bir ara Romanya da yapılmış kancalar da gelmişti. Kullanacağımız kancaları 20

Ş ŞAHİT ŞAKA ŞAM FISTIĞI ŞAMPİYON ŞAMPUAN

TEKRAR. Genç Brezilyalılar topla yatıp topla kalkar. Kazanmak için yaşarlar. Köklerine inerek orijinal futsal hız hareketlerinin bazılarını öğren.

A.D.E.S. Amatör Denizci Eğitim Sistemi Ders Notları DENİZDE ÇATIŞMAYI ÖNLEME KURALLARI (COLREG)

I. Metni okuyunuz ve soruları cevaplayınız. ÖNEMLİ BİR DERS

SRAST YATAKLARI ÇE İTLERİ

þimdi sana iþim düþtü. Uzat bana elini de birlikte çocuklara güzel öyküler yazalým.

Eğitim Öğretim Yılı OKUL ÖNCESİ ŞEKERLİK EĞİTİM SETİ YARIM GÜNLÜK PLAN ÇİZELGESİ

KÜÇÜK KALBİMİN İLK REHBERİNİN BU GÜNÜME UZATTIĞI HAYAT YOLU

Tek başına anlamı ve görevi olmayan ancak kendinden önce gelen sözcükle öbekleşerek anlam ve görev kazanan sözcüklerdir. Edatlar şunlardır:

Transkript:

Uzun Osmanların Hasan'in Haşim (İNAN) 1940 yılında doğdum. İlkokulu bitirdikten sonra balıkçılığa başladım. Molozma ağları ile avcılıkta kullandığımız, 5-6 metre boylarında iki tane ve kalkan avcılığında kullandığımız 7-8 metre boylarında iki tane daha olmak üzere, toplam dört kayığımız vardı. O zamanlarda kayıklara isim verilmediğinden, bu kayıklarımızın bir adı yoktu. Mevsimine göre her türlü avcılık yapabileceğimiz molozma, dip ağı, kalkan ağı, manyat, barabat gibi her çeşit ağlarımız bulunurdu. Manyat barabattan daha büyük olur ve hamsi avcılığında kullanılırdı. Barabat ise barbunya avcılığında kullanılır, torbasının göz açıklığı manyattan daha büyük olurdu. Barabatta halat uzunluğu 100 metreyse, hamsi manyatında daha açıktan çekildiği için halat uzunluğu 200-250 metre olurdu. Barabat torbasında balık çok fazla olmadığı için karaya çıkarılırdı. Manyat torbada çok balık olduğu için karaya çıkarılamayacağından, belli bir yerde torba kesilir, iki kayığın arasına alınır, çok fazla balık olduğunda yedek kayık çağrılırdı. Barabatın alt halatında kurşun bulunur, bu ağırlık nedeniyle ağ tabanı kazıyarak gelir, balıklar alttan çıkamayacağı için hep üstten çıkmaya zorlardı. Manyat da ise ağın çekilmesini çok zorlaştıracağı için kurşun olmaz, ağın ağzının açılmasını sağlamak için, alt yakaya taş bağlanırdı. Manyatla hamsi avcılığı Hamsi manyatı ile avcılık, hamsinin dönüşe geçtiği, karayel yönünde yoluna devam ettiği Nisan Mayıs aylarında yapılırdı. Hamsiler, yunuslar kıyıya doğru sıkıştırdığından, sahile yaklaşırdı. Sahile yaklaşan hamsi sürüleri ise kızarırtılarından bulunur, manyatla 203

çevrilerek avlanırdı. Manyat ağlarının uzunluğu 100-150 kulaç kadar olurdu. Bazen manyatların 100-150 kulaç olan halatları yetmez, tonoz yapılırdı. Tonoz, manyat ağının halatları karaya ulaşana dek, kademe kademe, ağın kıyıya yaklaştırılması işlemine denirdi. Diyelim ki hamsi dört kulaçta, bu balığın avlanabilmesi için daha sığa indirilmesi gerekir. Tonozlama için halatları döken iki kayık yeterli olursa da, üç kayık olduğunda, bir kayık da torbanın başında dururdu. Halatları döken iki kayık, halatı dökme işlemi bitince demir atar, halatı çekerek, kayığın içine yığardı. Halatın çekilmesi ile torbada çekilerek, kıyıya yaklaştırılmış olurdu. Halat toplanınca tamam, devam denir, halatlar tekrar denize serilerek, uzandığı yere kadar götürülür, bu işlem halatların ucu dışarı gelene kadar sürdürülürdü. Tonozlama işlemi yapılırken ağın başında bekleyen kayık, torbadan hamsi çıkmak isterse, onları taş atarak ürkütür, ağın içinde kalmasını sağlardı. Hamsiler manyat çekilirken alttan gelir, kaçmak için ağın üst kısmını zorlamaya yönelik bir davranışta bulunmazlardı. Hamsi, manyat ağının iki ucundaki karaskan denen sopaları dışarı alınıncaya kadar, hep ağın önünde giderken, karaskan dışarı alınınca, torbaya doğru girmeye başlardı. Hamsinin ağın içinde geldiği, kızarırtısından belli olurdu. Dışarı çıkmak isteyen hamsiler, kayıktan taş atılarak, patırtı yapılarak, halatlar suya vurulup ses çıkarılarak, ağın içinde kalmaları için yönlendirilirdi. Hamsiler bu müdahaleler nedeniyle bir o tarafa, bir bu tarafa yönlenir, bazen parça parça ayrılıp, bazılarının halatın üzerinden çıktığı olurdu. Çevrilmiş olan hamsiler patırtıyı dinlemeyip dışarı çıkmak için zorlasa, hepsi çıkabilecek oldukları halde, korktukları için olacak, bu davranışı göstermezler, torbanın içine doğru giderlerdi. Manyat ile hamsi avcılığında ideal olan iki veya üç kayıkla avcılıksa da, bazen tek kayıkla da avcılık yapıldığı olurdu. Manyatın ucunun dışarı verilmesinin mümkün olduğu kıyıya yakın bir bölgede hamsiye rastlanırsa, barabat çeker gibi, halatın bir ucu, karadaki gemicilere verilip, manyatla hamsi çevrilirdi. Hamsi çevrildikten sonra, manyatın diğer ucundaki halat, karadaki diğer gemicilere verilerek ağ çekilmeye başlanırdı. Manyat veya barabat çekilirken, karada iki halat arasındaki 204

mesafe, ağ kıyıya yaklaştıkça azaltılır, karaskan gelince, iki uç bir araya getirilerek, balık torbaya girmeye zorlanırdı. Hamsi kızarırtısı için beklenmez, denizde kayıklarla dolaşılırken de aranırdı. Bazen, hamsi kızarırtısını gözlemeleri için çocukların yakın tepelere çıkarıldığı da olurdu. Hamsi kızartılarının büyüklüğü bir dönüm kadar olurdu. Çok küçük olan hamsileri gördüğümüzde ise değmez deyip sarmaz, daha büyük sürüler arardık. Manyat ağlarında iki üç kayıklık hamsi olduğundan, manyatın barabat gibi dışarı alınması mümkün olmazdı. Manyatı belli bir sığlığa kadar çektikten sonra, ağ iki kayığın arasına alınır, taraya taraya hamsi torbaya sıkıştırılır, daha sonra da çarpakla (kepçe) kayıklara alınırdı. Hamsi manyatçılığı ve barabatçılık aynı zamanlara denk gelmesine karşın, çok bir çakışma olmazdı. Çünkü hamsi her zaman, barbunya da her yerde olmazdı. Barbunya çay, dere ağızlarına yakın, cilimsi, çamurlu, kurtların, midyelerin fazla olduğu yerlerde daha çok olurdu. Barabatın içine barbunya dışında istavrit, kalkan, izmarit, pisi, dil balığı gibi o muhitte olan balıklar da girerdi. Kalkan avcılığı Kalkan ağları 42 cm göz açıklığında, beş göz olarak dokunur, dokunduğunda elli beş kulaç boy uzunluğu olurdu. Alttan üçlü üçlü alınır, üstten mantar vurulurken, ikili ve birli alınır, üçe tamamlanır, üstün çakası iki olurken, alttın çakası tek olurdu. Alt yaka biraz daha açık yapılarak, ağ atarken ağın rahat akması sağlanır. Aynı uzunlukta yapılırsa, ağın altı gider, üstü elinde kalır, potluk yapar. Bu nedenle molozma ağlarında olduğu gibi, kalkan ağlarında da üst yaka, alt yakadan uzun olur. Bu fark kalkan ağlarında iki kulaç kadar olurdu. Kışın Karaboğaz sırtına, Toplu sırtına yirmi kulaçtan daha derinlere, genelde de otuz, otuz beş kulaçlara kalkan ağlarımızı kurardık. Irmağın orada, kırk beş kulaçlardan sonra, hızla derinleşen ve kuyu dediğimiz bir bölge bulunur. Kurduğunuz ağ buraya denk gelirse, ağınızı alamaz, kuyuya kaçırırsınız. Bu nedenle kuyuya yakın bölgede avcılık yapılırken, ağları kuyuya kaptırmamak için dikkat edilir. 205

Kuyunun bu tür bir riski olmasına karşın, kenarları çok iyi balık yaptığından, buralarda dikkatlice avcılık yapılırdı. Kuyunun kenarına ağ kurarak çok iyi kalkan aldığımız olurdu. Bu bölgeden bir ağ çekiminde iki yüz kalkan balığı almışlığım olmuştu Bir gün kuyunun kenarına ağ kuruyor, kuyuya denk gelmemek için iki ağda bir iskandil atarak derinliği ölçüyordum. Ağın bitmesine üç dört parça kaldı, artık kuyuya gelmez deyip, onları iskandil atmadan kurdum. Ancak yine de, ne olur ne olmaz diyerek, şamandırayı salmadım. Demiri attıktan sonra, denizdeki ağ, elimdeki şamandırayı peşine çekmek için zorlamaya başladı. Meğerse ağ kuyuya, aşağıya gitmiş. Hemen ağı çektik, o arada üç tane kalkan balığı ağa takılmış, onları aldık. İskandil edip baktık, kırk beş kulaç su vardı ve kuyunun hemen kenarındaymışız. Kuyunun derinliğinin ne kadar olduğunu bilmiyoruz. Sonraki yıllarda, trolcülük yaptığım dönemde de, kuyu civarında çok dikkatli avlanırdık. Ağ malzemeleri Ağ malzemesi olarak İstanbul dan pamuk iplik gelirdi. O ipliklerin de yerlisi, Avrupa sı olur, fiyatları buna göre değişirdi. Ağlarımızı kalıplarımıza göre kendimiz dokurduk. Yaka ipleri önceleri keçi kılından yapılırken, sonraları kendirden yapılmaya, daha sonra da otkundan yapılmaya başlandı. En son olarak da eval çıktı. Şimdilerde yaka ipi olarak misina kullanılıyor, ancak misina hafif olduğu için su yüzünde kaldığından, ağırlık koymak gerekiyor. Ağ dokunduktan sonra, mantarları takılmadan önce bezir yağı ile yağlanırdı. Tenekelerle gelen bezir yağı kazanlarda kaynatılır, el girecek sıcaklığa gelene kadar soğutulduktan sonra, ağ kazandaki yağın içine sokulup çıkartılırdı. Bezir yağına sokulan ağ, kazanın üzerindeki sergenden, iki ucu aşağı gelecek şekilde sarkıtıldıktan sonra, sarkıtılmış iki ucundan tutularak, çamaşır sıkar gibi sıkılırdı. Ağ, araya sokulan sopanın yardımıyla iyice kıvrılıp sıkıştırılarak, üzerindeki bezir yağının fazlalığı kazana akıtılırdı. Ağın üzerinde kalan bezir yağları ise, el ile yukarıdan aşağıya sıvazlanarak ya da 206

yağlanacak başka bir ağ varsa, onunla silinerek akıtılırdı. Bu işlem tamamlanınca ağ soğuk suya sokulur, bir süre durduktan sonra sergenlere asılırdı. Sergenlere asılan ağlar üç-beş gün boyunca, birbirine yapışmaması için devamlı ellenir, daha sonra ki günlerde ise tel tel ellenirdi. Ağlar iyice kuruduktan sonra da donatılarak, kullanmaya hazır hale getirilirdi. Bu ağlar iki üç yıl kullanılır, kullanıldıkları sürece korunmasına dikkat edilirdi. Denizden alınırken, suyun içinde çırpılarak, çamuru, pisliği akıtılırdı. Karaya gelince sergenlere asılarak kuruması sağlanır, yırtıkları olursa tamir edilirdi. Molozma ağlarında bezir yağı kullanılmazdı. Köylüler çam kabuklarını parça parça yaparak, çuvallarla getirirlerdi. Biz bu kabukları keserle iyice ufaltır, yalı kenarındaki dibekte iyice parçalayarak un ufak ederdik. Un ufak edilen bu kabuklar suda kaynatılır, boyası suya çıkardı. Sonra da kalkan ağlarına bezir yağı ile yağlamamamıza benzer işlem yapılırdı. Molozma ağları, çam kabuklarının kaynatıldığı suya sokulup çıkarılır, suyu sıkılarak, akıtılır, ağların rengi, çam kabuğunun kırmızımsı rengi gibi olurdu. Bu şekilde işlem yapılan molozma ağların kuruması, bezir yağı ile yağlanan ağlar kadar uzun sürmezdi. Çam kabuğu boyası ile boyama işlemi, ağların çamuru içine alıp, çürümesini önlemek için yapılırdı. Kullandığımız ağların uzunluğu, bugün için çok kısa sayılabilecek 100-120 kulaç kadar olurdu. Biz 150 kulaçlık bir ağ yaptırdığımızda herkes, denizi kestiğimizi söylemişti. Bugün en küçük kayıkta bile binlerce metre uzunluğunda ağ bulunuyor. Ağların uzunluğu kısa olmakla birlikte, iplikten yapıldıkları için bakımları balıkçıların zamanını alan işlerdendi. Gece boyu çalışıldıktan sonra ağların yıkanması, açılması, kurutulması için uğraşılması, bizleri bıktırırdı. Denizin bereketi Her balık boldu, balık avlamaktan bıkar, hava bozsun, dinlenebilelim diye dua ederdik. Gece kayalara küçük kayıkla molozmaya, kefal avlamaya gider, döndüğümüzde küçük kayıktaki kıçtan takma Johnson marka motoru çıkarır, büyük kayığa takar, barabat çekmeye 207

giderdik. Motorumuz seyyar olduğundan, kayıktan kayığa değiştirirdik. Motor küçük kayıkta kıça takılırken, büyük kayığa, içinde kubur denilen, motor takmaya yeri vardı, oraya takılır, kıçtan dümen tutulurdu. Yakakent önlerinde barabattan 80-100 tane masa gibi kalkan aldığımız olurdu. Barabattan döndüğümüzde akşam balığa gitme saati gelirdi. Uyumaya, dinlenmeye vaktimiz kalmazdı. Gece palamut avcılığına gittiğimizde hava eserse dışarı gelir, sabaha karşı hava kalır, tekrar çıkarız diye eve yatmaya gitmez, kayıkhanede yatardık. O aylar üzüm ayları olduğundan, Bekir Efendilerin (ARAT) bahçesine gidip, kavak ağacına sarmış üzümlerden koparırdık. Bunun için bir kişi ağaca çıkar, iki kişi aşağıda, ağaca çıkanın koparıp atacağı üzüm salkımlarını tutmak için ağ tutardı. Aldığımız üzümleri daha sonra kayıkhaneye götürüp, orada yerdik. Siyah üzümlerin kabukları iri olduğundan, kimimiz kabuğunu yemezdik. Yemediğimiz bu kabukların delil (!) olacağı aklımıza gelmezdi. Bekir Efendi sabah üzümlerin çalındığını görünce, kayıkhaneleri gezip bu kabukları görünce, kimin çaldığını anlar, biraz bize kızarsa da, biz de ona balık vererek gönlünü alırdık. Palamut yol balığı olduğundan, belli bir yeri olmazdı. Ama kalkan gibi yerli balıkların belli mıntıkaları olurdu. Aynı balığın kalitesi, mıntıkasına göre değişiklik gösterir. Kızılırmak ağzının kalkanı ile Toplu sırtının kalkanı, o kadar yakın mıntıka olmasına karşın farklı olur. Toplunun kalkanı çarık gibi, simsiyah iken, ırmağın kalkanı çıra gibi, cam gibi olur. En iyi kalkan balığı Gürzüvet tarafında, Çıra burnunun kafasında avlanırdı. Çıra burnunun kırk, kırk iki kulaçlarından aldığımız kalkanlar, sarı, cam gibi, diş diş güzel görünümleri yanında, tadıyla da diğer bölgelerinkinden farklı olurdu. Tutmak değil satmak dert Balık çok bol olmasına karşın, satması zordu. Kalkan balıklarını İstanbul a göndereceksek, Gerze ye Cumartesi günleri gelen vapura verirdik. Bu nedenle ağ çekme işlemini Cuma dan bitirirdik. Gerzeliler ise vapurun kendi ilçelerine gelmesinin avantajı ile, vapurun geldiği gün ağlarını çekerlerdi. O gün çekilen ağlardan alınan 208

canlı kalkanların, 24 saat kadar süren yolculuk boyunca ölmeden gittiği olurdu. Vapur nostaljisi 1950 li yıllarda İstanbul da okurken, Gerze ye geliş gidişlerimi vapurla yapardım. Sürat postası vardı ayrıca Ordu, Giresun, Trabzon gemileri vardı. Rize ye kadar giden bu gemileri, ABD Akdeniz de 2. Dünya Savaşında hastane gemisi olarak kullanmış. Savaş sonrası Türkiye ye verilmiş. 1953 yılında Almanya dan bu gemilerin yerine siyah renkli Akdeniz, Karadeniz, Ege, Marmara, İzmir adlarını taşıyan, çok lüks, son sistem beş yolcu gemisi alındı. Ordu, Giresun, Trabzon gemileri bu gemiler alınınca 1956-1957 yıllarında seferden kalktı İlk yapıldıklarında buharlı olan siyah gemilere, sonradan dizel motorları konmuştu. 1956 yılında yandığında, Gerze ye 12 saatte ulaşmışlardı. Bu gemilerin dışında saatte 5-6 mil yapan posta gemileri vardı. Siyah gemiler dışında bir de beyaz gemiler vardı. Marmara denizi için yapılmış, ama Karadeniz de de çalışıyorlardı. Bunlar: Kadeş, Tran, Etrüsk adlarını taşıyan küçük gemilerdi. Aksu, Güneysu, Cumhuriyet, Tarı, Bakır, Gülnihal adını taşıyan gemiler 1950 li yıllarda kalmadı. Siyah ve beyazların gemilerin hepsi Rize ye kadar gidip dönen, ring yapan gemilerdi. Bir de Cide Postası diye Cide den dönen bir gemi vardı. Sürat gemileri ve Almanya dan gelen gemiler salı sabah saat 10.00 da Tophane rıhtımından kalkmakla birlikte, bazen Karaköy rıhtımından kalktıkları da olurdu. Bu gemiler sabah ışırken, 18 saatte falan Sinop a varırdı. Posta gemileri ise çarşamba günü 14.00 de kalkardı. Gemiler çıktıkları Karadeniz seferlerinden bir haftada dönerlerdi. Vapurların seferlerinde Gerze ortaya denk gelir, Trabzon dan geri dönen gemi ile İstanbul dan Trabzon a giden gemi Gerze de karşılaşırdı. Gemiler karşılaştıklarında seremonileri olurdu. Fırtına olduğunda gemilerin dönüşlerinde gecikme olursa da, İstanbul dan kalkış saatleri değişmezdi. İstanbul dan Gerze ye gelene kadar 16 iskele vardı. Gemiler bu iskelelerden kiminde usulden durur, bu iskelelerden bir, iki kişi iner biner, doğru dürüst yük olmazdı. Gemiler hiçbir iskelede 209

Gerze deki kadar durmaz, Gerze de 5-6 saat kalırdı. Gemilerin hepsi yolcu dışında, yük de taşırdı. Cide Postasının hareket saatleri Buradaki esnaf senede birkaç kez İstanbul a gider, mallarını alır, mallarını aldığı esnafa benim mallarımı Haliç te yağ iskelesinde Gerze-Sinop ambarı var, oraya gönder derdi. Haliçteki ambara gelen mallar oradan mavnalarla Tophaneye gemiye gönderilirdi. 1950 li yıllarda İstanbul da yükler kamyonla değil, kadanalar, at arabaları vardı, onlarla taşınıyordu. Gerze de de vapurdan kayıkla alınıp, vapura kayıkla veriliyordu. Vapura malları alma verme işini ambarcılar yapardı. Gerze de ambarcı Maksut, Sinop ta ambarcı Osman Karagülle idi. Ambara Kargı, Kastamonu, Bafra dan vapura 210

yüklemek için mallar gelirdi. Ambara gelip bekleyen mallar, at arabaları ile ambardan iskeleye, iskeleden kayıklarla vapura mal taşınırdı. Vapurun dumanı sigara dumanı gibi gözükünce balıkçılar kalkan ağlarını çekerdi. İstanbul a mal almaya giden manifaturacıların aldıkları malları koydukları sandıklar boşalınca, balıkçılar alır, İstanbul a gönderecekleri kalkan balıklarını bu sandıklara koyarlardı. Yazın üç ay boyunca, vapurun geldiği günlerde Gerze den İstanbul a 500-600 kuzu, bazen yüz sandık (tabut) yumurta gönderilirdi. Geminin dört tarafındaki vinçlerle, 3-4 kuzu ayağından asılarak gemiye alınırdı. Kalkan balığının konduğu sandıkların üzerlerine bir tane balık konurdu. Sandıkların üzerine konan kalkan balıklarından biri süvarinin, biri vinçcinin olurdu. (Ağustos 2011 ayında Alaattin ŞAHİN ile Gerze de yapılan söyleşiden derlenmiştir.) Kalkan balıkları şeker sandıklarına ya da manifaturacıların eşya taşıdıkları büyük sandıklara yerleştirilirdi. Şeker sandıkları 15-20 kalkan alırdı. Kalkan balıkları sandıklara mide boşluğu yukarı gelecek şekilde tersli düzlü yerleştirilir, aralarına kar konurdu. Sandık dolunca balıkların üzeri tamamen kar ile kaplanır, tahta çakılarak sandıklar kapatılırdı. Buzlama amacı ile kullanılan karlar, kar kuyularından temin edilirdi. Köylüler kar kuyularında, saman altına kıştan sakladıkları karı, isteyince getirirlerdi. Vapurla gönderilecek balıklar, Gerze de ambara verilirdi. İstanbul a gönderilecek yüklerin ambar işlerine, Maksut (ERSOY) bakardı. Biz balığımızı İstanbul da Tansever lere gönderirdik. Kalkan balıklarının yumurtalı olduğu dönemde, dişilerine daha düşük fiyat verilirdi. Bir seferinde, Mayıs ayı başları olacak, gemiye kalkan vermek üzere ağlarımızı kaldırmaya gittik. Kalkan balıklarının yumurtalı olduğu bir dönemdi. Dişilere az para verildiği için, ağdan canlı çıkan tüm dişi kalkan balıklarını denize geri atmış, buna karşın yine de sekiz yüz balık almıştık. O zaman yakaladığımız kalkan balıklarının büyüklüğü göz önüne alındığında, avladığımız balıkların toplam kilosunu siz düşünün. Kalkanların büyüklüğü için, yakaladığım on sekiz kiloluk kalkanı, adeta sürükleye sürükleye o 211

zaman şimdi meydandaki parkın yerinde olan Turistik Otele götürüp, lokantadaki herkese bu balıktan ikram etmemi hatırlarım. İstanbul a balık gönderdiğimizde ya da bize bir haber ulaştırmak istediklerinde, telgraflar kullanılırdı. Haberleşmeler, o dönemde en hızlı haberleşme aracı olan manyetolu telgrafla yapılır, gönderdiğimiz balığın fiyatı piyasa koşullarına göre az ya da çok olur, ama parası mutlaka gelirdi. Bir gün babamla birlikte iken, posta işlerine bakan Rıza abi (SÜZÜK) babamı, Hasan abi, Hasan abi diye seslenerek postaneye çağırdı. Babamla yanına gittiğimizde, müjdem var dedi. Babam, hayırdır, ne müjdesi dediğinde, balıklarınız on liradan gitmiş, hem bir akşam bakım, hem de bir takım elbise isterim dedi. Balığın on lira etmesi çok iyi bir fiyattı ve babam bu müjdenin karşılığını yerine getirmişti. Nasibin Peşinde Yakakent merkezli avcılık yapmakla birlikte, Yakakent te balığın az olduğu zamanlarda, daha fazla balıkçılığın olduğu yerlere nasibimizin 212

peşine giderdik. Yaz döneminde Yakakent civarında fazla balık olmaz, Irmağın Samsun tarafında çok balık olurdu. Bu nedenle Muşta ya, Engiz e, Dereköy ün oralara, iki ay kadar bir süre için balıkçılık yapmaya giderdik. Gece çalışır, gündüz kayıklarımızı çeker, yelkenle veya başka bir şeylerle gölgelik yapıp, altında uyurduk. Balıkları koymaya her zaman kasa, sandık bulamaz, çuvalları, küfeleri ya da sepetleri bu amaçla kullanırdık. Irmağın Samsun tarafında çalışırken yakaladığımız balıkları sandıklara kor, at arabası ya da öküz arabası bulamadığımızda, halattan sapan yapar, arasından direk geçirip, bir kişi önde, bir kişi arkada, omzumuzda Samsun yoluna kadar taşırdık. Saatlerce Bafra dan gelip, Samsun a geçecek arabayı beklediğimiz olurdu. Araba beklerken elimize yapraklı bir dal alır, bu dal ile balıklara sinek konmasını önlemeye çalışırdık. Bir taraftan sıcak, bir taraftan yorgunluk ve uykusuzluk haşatımızı çıkarırdı. Uykusuzluktan, yorgunluktan günde dört defa burnumun kanadığını bilirim. 1969 yılında küçük kayığım varken, Çatalzeytin e kalkancılık için gitmiştim. O taraflara kalkancılık için gitme işini ilk başlatan Çolağın Hamdi (ÖZTÜRK) idi. O bu tarihten daha önceleri gitmeye başlamıştı. Çatalzeytin de 40-42 kulaçlarda kalkan ağlarını kurarken çok sert bir lodos havasına denk gelmiştim. Kayıkta 4 beygir Penta motoru vardı. Dalgalara gücü yetmiyor, denizi sökmüyor, başvurdukça pervane dışarı çıkıyordu. Bir taraftan motor, bir taraftan kürek kullanarak, kıyıya zor inmiştik. O bölgede çok çalışılmamış olduğu ve fazla balıkçısı olmaması nedeniyle çok balık vardı. Sonraki yıllarda trolcülük başladığında troller uzun süre buranın diplerinde ağaç, kütük var diye çalışmaya çekinmişlerdi. Bugün oralarda çalışıla, çalışıla ne ağaç, ne kütük ne de balık kaldı. 213

Fotoğraf, Balıkların Konduğu Küfeler (Yapı Kredi Bankası Selahattin Giz Koleksiyonu) 214

Balıkları avlayıp, onları taze olarak tüketime sunmak dışında, balıkların kimi ürünlerini de ticari amaçla üretir ve bunları satardık. Bu ürünlerden biri kefal havyarı idi. Babam kendi tuttuğumuz dışında, başkalarından da kefal satın alarak havyarcılık yapardı. Babam çok itinalı bir şekilde, kaliteli havyar yapar, İstanbul da Yorgo diye birine gönderirdi. Yılda 150-200 kilo havyar yaptığı olurdu. Balık dışındaki bir diğer ürün ise, yakalanan yunuslardan yağ çıkarılması ve bu yağların satılmasıydı. Bu amaçla Ramiz ŞAHİN ile birlikte yunus avcılığını tüfek ve ağ ile yapmıştık Yunus avladığımız ağlara düz ağ (drift net) denir, altında ağırlık bulunmazdı. Ağın her iki ucunda şamandıraları ve bir ucunda demir olurdu. Demir olan ucu sabit kalarak, diğer ucu denizde suların durumuna göre hareket ederdi. Denizde bırakır, sabah gidip bakardık. Bu ağlar 80-100 kulaç uzunluğunda, 6-7 kulaç derinliğinde sade ağlardı. Çok yakalandığında 10-15 tane yunus aldığımızı bilirim. Bu ağları dolaşmadığı sürece kaldırmaz, denizde bırakırdık. Bu ağlar genelde hamsinin göründüğü bahar aylarında kurulurdu. Yunus dışında bölgemizde deniz memelisi olarak ayı balığına (Fok) nadir de olsa rastladığımız olurdu. Kayalarda kışın Ocak, Şubat aylarında bir tane ayı balığı vardı, onu görürdük. Sonraları bu balık kayboldu. Gölde Avcılık Karaboğaz Gölü Kel Halit (İLKER) tarafından kiralanmış, biz de orada avcılık yapmıştık. Karaboğaz gölünde sazan, kefal ve akbalık bulunurdu. Pamuk ipliğinden yapılma, zift ile boyanmış ığrıp çekilerek avcılık yapılırdı. Iğrıpların altında kurşun olmaz, kıyıya çekilirdi. Karaboğaz sazlık olduğundan, halatlar omzumuzda ağı çekerken, sazlardan, kamıştan dolayı, halatın diğer ucundaki arkadaşlarımızı göremezdik. Bir seferinde on yedi ton sazan almış, kırk beş günde yüz on ton balık teslim etmiştik. Avladığımız balıkları, müstecire baştan anlaştığımız fiyattan satardık. Müstecir bu balıkları yurt dışına gönderirdi. 215

Ulugölde, Bandırmadan gelen kazaklar kasnak (pinter) kullanarak avcılık yapardı. Onlar aileleri ile gelir, çocuklarının yüzünden kan damlardı. Aleksi, Yuan onlardan adını hatırladıklarım. Gariban, çok iyi insanlardı. Musta Bey (Mustafa AK), onların balıklarını kasnaklardan çalardı. Adamların gözlerinden yaş gelir, korktukları için bir şey diyemezlerdi. Daha sonraki yıllarda Türkiye den ayrıldıklarını, bu nedenle balıkçılık yapmaya gelmediklerini duyduk. Trolcülük yılları Babam trole karşı olduğu için bizim trol yapmamıza uzun süre karşı çıktı. Bu nedenle kendi trolümü, Yakakent in önemli balıkçılarından olmamıza karşın, eskiden doğru benzer avcılık yaptığımız balıkçı arkadaşlardan sonra, 1976 yılında alabildim. Benden önce Yakakent te trol almış olanlardan bazıları bu mesleği çeşitli nedenlerle sürdüremedi. Balıkçılık ne kadar mesleğin de olsa, her faaliyetin, kendine has farklı özellikleri var. Trol ile avcılık, yapmakta olduğumuz balıkçılığa göre farklılık arz eden bir işti. Mesela Kara Cemil trol teknesi yaptı, ama hem kaptan, hem ağ reisi tutmak zorunda kalmıştı. Kaptan olarak Samsun dan birini, ağ reisi olarak da Gerze den Alaattin i (KÖSEREN) almıştı. Trolcülük yapmayı kafaya koyunca kayığımı, ağlarımı kayıkhaneme bıraktım, Anzarot Muzaffer (ŞEN) ile bir yıl trolcülük yaptım. Biz aile olarak Yakakent in önde gelen balıkçılarındandık. Babam balıkçılık için benim başkasının yanında çalışmamı gurur meselesi yapmıştı. Babam ve kardeşim Ahmet bizim yanımızda tayfalık yapan adamlara gidip, tayfalık yapıyorsun diye kızıp, bu yüzden benimle iki yıl konuşmamıştı. Benim amacım, tayfalık yapmak değil, trolcülüğün nasıl yapıldığını öğrenmekti. Ben on beş gün içinde işi kaptım, o sezon trolcülüğü iyice öğrendim. Trolcülük işini öğrendikten sonra, 1976 yılında, sezonun bitmesine 12-13 gün kalan bir tarihte Ünye den Selahattin Memişoğlu ndan 13.75 metre boyunda, 60 beygirlik İngiliz malı Katner motoru olan tekneyi aldım. Adını Hasan Reis koyduğum bu teknenin boyunu, daha 216

sonra boy vererek 15 metreye uzattım. Motorunu da 160 beygirlik Volvo ile değiştirdim. İlk gemicilerim Korsan Ömer (ŞAHİN), Göde Mehmet (GÜNAYDIN), Kara Mehmet in Yaşar (ERDOĞMUŞ) idi. O zaman trol gemiciliği, iyi pay alındığı için cazipti, çok kişi gemici olmak için gelirdi. Trolcülük yapmaya, sahibi olduğum Hasan Reis teknesini satana kadar devam ettim. Rüzgâr; hem dost hem düşman Sinop adasının oralara doğru bakar, sis, duman olup olmamasına, bulutların durumuna göre havanın esip esmeyeceği konusunda tahmin yürütürdüm. Gerçi hava biz ağları atana kadar bir saat müsaade etse, biz işimiz görür, ama yelken, ama makine ile geri dönerdik. Kayıklarımızda sergen ve yelken bulunurdu. Motor bulunmayan teknelerde, kürek çekmekten kurtardığı için, yelken çok önemli bir araçtı. Yelken kullanacağımız zaman direği diker, sereni çıkarır, yelkeni bağlar giderdik. Bizim yelkenimiz arkadan veya baş omuzluğundan alınan rüzgârla, yelkene rüzgârın yedirilmesi suretiyle kullanılırdı. Rüzgârın tersi yönünde hareket edemezdik. Rüzgâr çok sertse, kayığın devrilmemesi için yelken alttan boğulurdu. Bizim çocukluğumuzda, gençliğimizde, Çolağın Hamdi (ÖZTÜRK) çok iyi yelken kullanır, rüzgârdan yılmazdı. Ben de sert yelken kullanırdım. Büyüklerim ben yelken kullanırken, bu nedenle ıskatayı koyuver, biraz rüzgârı çıkar diye beni uyarırlardı. Ama ben ayağımı kayığın gövdesine yaslar, ıskatayı elimde sıkıcı tutardım. Bir olumsuzluk hissettiğimde, yelken yalpa yapmaya başladığında, arabanın gazını keser gibi, ıskatayı salıverir, rüzgârı çıkarır, tekneyi yavaşlatırdım. Balıkçılık yaptığım eski günleri, balıkları, bolluk bereketi arıyorum. O zamanlar çalışmaktan, adam yüzüne, sıcak yatağa hasret kalıyordumsa da, hala o günler burnumda tütüyor. Bir seferinde hava bozdu, İncirburnu na kayığı çektik, tam on dört gün orada kaldık. Her taraf orman, ortalıkta kimseler yoktu. Suyumuz bitince bızdık Hüseyin e (DEMİR) orman içinden görünen dumanı göstererek, orada mutlaka 217

birisi ya da bir ev vardır, gidelim orayı bulalım dedim. Bir süre gittikten sonra camışlar (manda) bize saldırdı, kaçıp bir ağaca tırmandık. Yatsıya kadar gitmedikleri için, ağacın tepesinde kaldık. Camışlar gidince, inip de, geri dönmemiz oldu. Hayvanların basıp da çukur yaptığı yerlerde biriken yağmur sularını içmek zorunda kalmıştık. Nerede o insanlar? Çalışma ağı ile avcılık, o zaman balık çok olduğu için yaygındı. Gece boyunca çalışılır, gündüz dinlenilirdi. O kötü koşullarda, çok uzun süre bir arada olunmasına karşın, balıkçılar arasında kavga, niza olmazdı. Sanırım o zaman insanlar birbirlerine daha tahammüllü, saygılıydı. Şimdiki nesil ne o koşullarda çalışır, ne de birbirleri ile geçinebilirdi. O dönemde Samsun bölgesinde balıkçılık yapılan yerler Terme, Samsun, Irmak ve Yakakent ti. Gerze ve Sinop ta da balıkçılık yapılırdı. Her bölgedeki balıkçılar birbirlerini tanırdı. Sinop ta Kıro (Mehmet KIROĞLU), Gata Hüseyin (Hüseyin GÜNDOĞDU), Habeş in abisi Kazım (GÜMÜŞ), Maksut (TUĞCU), Dangazlar (Mehmet KUROĞLU, Hasan KURUOĞLU kardeşler) gibi dört beş kişi vardı. Onlar daha çok volicilik yapardı. Bizim gibi sabaha kadar çalışmaz, daha rahat adamlardı. Gerze de de balıkçılık yapan az sayıda kişi vardı. Gerze de bilinen başlıca balıkçılar; Rıdvan (BAŞER), Kara Ahmet (GÜMÜŞ), Şoför Hamdi (HARPUTLU), Çerezin Yaşar (KÜÇÜKYILMAZ), Çonsuz Galip (ATALAY), Kara Ahmet in Kadir (GÜMÜŞSOY) idi. Samsun a yakın bir yerlerde avlandığımızda, liman henüz yapılmamış ve deniz doldurulmamış olduğundan, o zaman balıkhanenin bulunduğu Saathane Meydanının oraya kayığımızla balığımızı götürüp satardık. Kurupelit te, şimdi üniversitenin olduğu bölgenin alt taraflarına gelen yerde, üç tane dut ağacı vardı. Balığımızı gönderdiğimizde veya bırakıp geri geldiğimizde kayıklarımızı onun dibine çeker, dinlenirdik. Burası çayırlık, çimenlik bir yer olması nedeni ile hafta sonu piknik yapmaya gelenlerle dolardı. Bu yerin üst 218

tarafından geçen Bafra yolunun karşı tarafındaki kahvehanede, yaşlı ve bir kolu olmayan Harun Dayı vardı. Kolunu dinamit ile avlanırken kaybetmişti. Dut ağacına çaktığı bir tahtaya, İnce düşün be ey zalim / Burası benim istikbalim / Dost gelmezse düşman vermez / Taş mı yesin Çolak Harun yazısını yazmış, altına da bir kutu yerleştirmişti. O kutuya atılan paralarla geçimini sağlamaya çalışırdı. 219