Ethem Baymak (Prizren, 1952) Ethem BAYMAK Prizren de doğdu. İlk ve ortaokulu, ardından da lise öğrenimini tamamladı, Doğup büyüdüğü kentte Yüksek Pedagoji Okulu'ndan mezun oldu. Priştine Radyosu Türkçe Yayınlarında gazeteciliğe başladı. Bir süre sonra kültür yayınlan sorumlusu görevine geldi. Halen de bu görevi yapmaktadır. Çağdaş Kosova Türk Edebiyatı'na günce türünde yazılarıyla girdi. Kendini deneme ve eleştiride denediği gibi, kimi kısa mizahi radyo oyunları da yazdı. Sonraki yıllarda inceleme-araştırma türünde de eser verdi. Son zamanlarda şiirle de uğraşmaktadır. ' Ethem Baymak'ın bugüne kadar yayımlanan kitapları şunlardır: "Günce" (anı, deneme, eleştiri, "Tan" Yayınları, Priştine 1987), "Süreyya Yusuf (İnceleme-araştirma, ''Tan" Yayınları, Priştine 1987), "Naim Şaban" (inceleme-araştırma, "Tan" Yayınları, Priştine, 1988), "Günsalkımı" (günlük, anı, deneme, eleştiri, "Tan" Yayınlan, Priştine 1989) ve "Sevişmenin Tam Zamanı" (şiirler, "Ulusal Kültür" Yayınlan, İstanbul 1992). "Esin" Dergisi'nin birkaç sayısında yayın yönetmeni olarak adı geçen Ethem Baymak aynı zamanda resimle de uğraşmaktadır. Kosova ve Türkiye'de birçok sergi açmıştır. ŞİİRLER Selama durduk gün ortasında Güneş sert baktı. Selama durduk gece yansı Ay göz kırptı. Selama durduk tan ağartısında Horozlar ötmedi... İnadım inat demedik Boynurmız kıldan ince dedik. Dedik ki /merhaba aydınlık İnat boyutsuzlandı... Selama durduk ölen yiğide Korkaklar tedirginleşti Selama durduk tarihe Tarihten bir yaprak devrildi. Selama durduk zamana SELAMA DURDUK Saatler on ikiyi beş gösterdi. Meğer zaman ne oynakmış.., Saat sarkacı ne ahmakmış. Amanın da bir boyutu varmış. Ne / evvel zaman içinde Ne / kalbur saman içinde Ne / yarının umudunda... Şu anda Huzurunuzda Selama durduk... Merhaba barış diyoruz. Geçmişin boyutundan bana ne! Ya geleceğin? Oda / fasa fiso...
Dostlar bugün savaş var / savaş... Sakatlar... Ölenlerin ardından kimse ağlamıyor. Ağlamanın da bir boyutu mutlak olmalı... Tek boyutluluk Çok boyutluluk Buna boyutsuzluk denir... Selama durduk yavrusunu yitiren ceylana Aman avcı vurma beni / dedi... Selama durduk gür ormanda tek ağaca Ağaç yaş iken eğrilirmiş.,. Selama durduk yeşile Çiğ damlasında rengini yitirdi... Bir bulut Negasake'de kol gezer Gezegenler tek noktada randevuyu reddetti. Kardeşler / anlaşmak ilk ve son eden Anlaşmamazlığın boyutu kindir... Kim ki / barıştan yana değildir Kim ki / Özgürlüğe perde çeker O / bizlerden değildir... Selama durduk uçan kuşa Kanadını maviye boyadı, Selama durduk yorgun yolcuya Yolcu yolunda gerek / dedi... Selama durduk doğan güne Gün yüzünü siyahla örttü... Kuşlar ötmedi... Kuzular melemedi... Demek ki?.. / bir hikmet var. Varla / yokun boyutu... Nabzımızı dinlememek. Şerbete ne gerek... RUMELİ'DEN YOLA ÇIKTIK / ÇİN'E VARDIK / GÖÇEBE Yol kıvrak / yol uzak Yol yokuş / yol iniş Yoldaş / bu ne telaş Yolcu yolunda / minik karınca Amaç aynı / yol aynı Soy aynı / boy aynı... Göç atları eğri büğrü... Rumeli'den yola çıktık Çadır açtık yeşilde Çorba pişti ateşte Özdeş ağız / özdeş kaşık Bulgurpilaf / ziyafet Yörükana başta gider. Kervan bunun neresinde? Saz çalınır ağır aksak Ölen ağıt istemez Rumeli'den yola çıktık Bugün vardır / bereket Yarınımız / Allah kerim Yol var / yolculuk var Göç atlası bir deniz. Yelken açtık karada Yazgı dedi yaratan Ok yaydan çıktı Gitmek var / dönmek yok... Yol kıvrak / yol uzak Yol yokuş / yol iniş Yoldaş / bu ne telaş / deme. Soy aynı / boy aynı... Rumeli'den yola düştük Deve bozladı / köpek havladı. Atlar nallandı Destur ha / destur... / dedi Yörükbaba. Baba Önden / az ardından Ne az gittik / ne uz gittik Dere tepe düz gitmedik Kuş uçmaz / kervan geçmez, Sert kayalıklar / susuz çöllükler geçtik.. Adım izler / Yalınayak... Yol dedik / yollar yedik Gökkuşağı dağ ardında. Yol kıvrak / yol uzak Yol yokuş / yol iniş Yoldaş / biz bu telaşla bağdaştık Yol aynı / amaç aynı Soy aynı / boy aynı... Göç atlası / ebemkuşağı İpek yolu / kandil kandil Adak yaktık bree Hamdı... Yörükgelin gebe kalmış Yol boyunda doğurmuş. Bizim soyda oğlan doğar Bizim boyda / at şahlanır Uğur dersen / nal gelir Kısır dersen / sil elenir Tar çalınır ağır aksak Ölen / ağıt istemez... Rumeli'den yola çıktık Dilim dildir / anadili Öz be öz / Türkçedir Yatır kalkar... Koynumuzda o büyür.
GÜN SALKIMI ver elini 1988... 14 Mayıs 59 yaşında Mahmut Kıratlı öldü haberini gazeteden okuyorum. Demek aramızda artık Mahmut kardeş yok. Sanırım, biz onu yok etlik. Yazarları, sanatçıları öldürmek için yaradılmişız sanki. Az da olsa Mahmut Bey ile arkadaşlığımız sürdü. İyi bir dosttu. Üsküp'e geldi. Bir yıl mı neydi. Kaldı. Bırakmadılar. Priştine'ye transfer edildi. Edildi de ne oldu? Sürüm sürüm gitti. Nemli bir kiralık odada kalıyordu Prişline'de. Onu da çok gördüler. O, sarhoşun biridir, dediler ödlek aydınlarımız. Olur olmaz işlerde yıprattılar. Kaldığı evine, pardon odacığına sık sık gidiyordum. Kitaplar, yazılar sere serpe. Bir de çaydanlık. Çay demletirdi her gittiğimde. Tavşan kanı derdi, demlettiği çayına. Buyursunlar, buyursunlar diye eklerdi ince bir gülümsemeyle. Evet, Mahmut ve Mahmutlar hep biz öldürüyoruz. Değeri biçilmeyen bir yazara Öldükten sonra "ne büyük yazardı" diye ağıtlar yakıyoruz. Methiyeler diziyoruz. Mahmut Kıratlı neden gene Yugoslavya'ya döndü? Ailesel bozgunluğu... O tamam. O mu yalnız buralara sürükledi? Hayır. Mahmut son kalan üç beş yılını gene edebiyata vermek istiyordu. Türkçemize çeviriler kazandırmak niyetindeydi. Bugün Meşa Selimoviç'in "Derviş ve Ölüm", İvo Andriç'in "Lanetli Avlu", Miodrag Bulatovîç'in değerli eserlerini Türkçe'de okuma olasılığında olmuşsak ona borçluyuz. Son çalıştığı çeviri DaniIo Kiş'in yapıtıydı. Çok tutuyordu Danilo'yu. "Bir an evvel çevirsem diyordu... Prizren Kültürevi çerçevesinde çalışan Türk Dramı 88' tiyatro repertuvarmda "Lanetli Avlu"yu sahneleyecekti, dalaşma Mahmut Bey'i davet ettim Prizren'e. Geldi. Birkaç akşam bende kaldı. İlk istediği banyoydu. Aman bi'güzelce yıkanayım. Aylardır kirlerimi çekemedim. O viran kaldığım odanın ne banyosu, ne sıcak suyu... Galaya gittik. İzledik. Kendisi İçin iyi bir fırsattı. Ertesi gün doktora muayene oldu. Rahatsız olduğu belliydi. Efkârlıydı. Rakıda teselli buluyordu. Doktor bir yığın ilaç verdi. İlgilenmemizden çok memnundu. Türkiye'ye gitti. İki ay sonra gene "Tan" redaksiyonunda görüştük. Sağlık durumu iyiydi. Özel tedavi yaptırmıştı. Rakıyı bırakmış, sigara içmiyordu. Eşyaları almaya gelmişti, Ve bir daha görüşmedik. Hep düşünüyorum. Adam kalkıp buraya gelmiş. Mumla çırayla aradığımız çok değerli bir çevirmeni nasıl itebildik. Bu toplum bir odalı bir daire veremez miydi, Mahmut Kırallı'ya tabii, kiralık. Olur olmaz bürokratlar kocaman kocaman salonlarda at koşturuyorlarken... Suçu toplumda aramaktan çok Türk aydınbürokratlarında arasak sanırım daha doğru olur. Olan oldu. Mahmut Kıratlı öldü. W Haziran Necati Zekeriya öldü. Dağlarca der ki: "İnsan nasıl ölebilir Yaşamak bu kadar güzelken" 12 Haziran Necati'nin tabutu Yalıya Paşa Camii'nden kaldırılıyor. Üsküp'ün Butel mezarlığına doğru yol alıyoruz. Her şey yavaş yavaş gidiyor. Ağır ağır... Omuzlarda Necati'nin cenazesi taşmıyor. Sıcaktır. Böcekler cır cır. Bülbüller şakır şakır. Kalabalık Necati'yi toprağa veriyoruz. Toprağı bol olsun.
'15 Haziran Olum zor bir olgu. Hele sevdiğin birinin ölümüne alışmak daha da zor oluyor. Zor dostum zor... Necati Zekeriya ile son karşılaşmamızda bu tür sohbetimiz akmıştı. En son sözünü ettiğimiz konu da ölümdü. Değerli ozan sanki ölümün yakın günde kapısını çalacağını sezmişti. Önsezi her gizin anahtarı. Ele verdi işle... Çok geçmeden bu acı haber de duyuhıverdi. Bir yürek durdu. Kocaman bir yürek... Bir köprü yıkılıverdi. Kocaman bir köprü. Bir can dost, değerli edebiyatçı Ölümsüzlüğe gömüldü... Tedaviye alındığı hastaneden (Sremska Karnenitsa'dan) gelen son mektubu şöyleydi: "Arkadaşlar merhaba! İlk kez çok çok yorgunum... Ölüm korkusunu çoktan silip attım üzerimden, Yeni bir şey Öğrendim burda; umuttur insanı en son terk eden..." Evet, umuttur her şeyin başı. İyimserliğin, insancıllığın. Bu yıl, 60'ma basacaktı. Daha çok işler yapacakh. Olum alıkoydu İsteğinden. Necati Zekeriya kimdir? 1928'de Üsküp'te doğan bir yazardır. Çevirmendir, gazetecidir. Ama her şeyden önce çok Necati, köprüler kuran bir mimardı. Edebiyatlar arası köprülerin mimarıydı. Tıirkiye ile Yugoslavya arasında 30 yıldan çok edebiyat elçiliği yaptı. Türkiye yazınını Yugoslavya'da tanıttı. Dolayısıyla, Yugoslavya yazınını da Türkiye'de sevdirmeyi başardı. Yugoslavya'da yaratılan Türk yazının öncüsüydü. Öncülük yaptı, edebiyatın değişik türlerinin yaradılmasma da... Necati, gün yirmiclört saat edebiyatla yaşadı. Yatıp kalktı şiirle, öyküyle, çeviriyle. 50'den çok yapıl yazdı. Yapıtlarının çoğu dünya dillerine çevrildi. Rusça, Macarca, Rusince, İtalyanca, Sırphırvatça, İngilizce, Fransızca vb. dillerde seve seve okundu, saygılandı. Çocuk yazınımızın temel taşlarından biliydi. Necati Zekeriya, en küçük kardeşlerimizin ruhbilinıini, eğitim kademelerini çok iyi bilen, onların dünyalarına ustaca eğilen, lirik bir yaklaşımla ele aldığı konularla değerli öykü ve şiirler karalayan bir yazıncıydı. Öykülerinde, ORHAN adında kendine özgü bir kahraman yarattı. Yazdığı yapıtlarında, yalın bir dil kullandı. Sade Öz ve biçimde yenilik getirdi. Kısa, özlü öyküler yazmaktan yanaydı. Okuru yormayan bir kurguya sahipli. Çocuğu sevdi. Her şeyiyle çocuğun dünyasına bağlıydı. Çocukların, yarının yeşeren ağaçları olduğunu biliyordu. Bildiği için de onlara yaşamının büyük bir bölümünü adadı. Ve şöyle diyor bir şiirinde: "Bir gün, Öldüğüm zaman bir gün Mezarımı aramayın çimenlerde, çiçeklerde Bir gün, öldüğüm zaman bir gün Mezarımı aramayın istihkâmlarda, menzillerde Bir gün öldüğüm zaman bir gün Mezarımı arayın bir çocuk gülüşünde" Necati Zekeriya, lirik bir şairdir. Sevgiydi onun baş tacı. Sevgiyi, sevgiye bağlayan ikilemin savunucusuydu. Duygusaldı. Duygunun en ince dokusunda Ördü şiirini. Özellikle son yazmış olduğu şiirlerinde bu incelik ağırlık kazanmıştır. "Sen olmadığın zaman bile burçla Sevdayla dolu bir yerdir burası Ve Yahya Kemal'in dizeleri söylettir burda Onun ilk rakı içliği yer burası." Sevdiği şairlerden biri de Yahya Kemal'dir. Her fırsatta dizelerinden örnekler okurdu. Usküplü olduklarındandır herhalde, böyle bir bağ aralarında geçerdi... Sevdiği dizelerinden biri de şöyleydi; "Olum, asude bahar ülkesidir bir rinde" Halk edebiyatına karşı bağlılığı.sonsuzdu. Bu bitmeyen pınardan doyasıya susamışlığını giderirdi. Etkilendi, esin aldı halk dörtlüklerinden. Geleneğe saygılı davrandı. (İene son şiirlerinde halk edebiyatı felsefesinden kovan örneği bal aldı... Kendine Özgü bir yazın yarattı. Tek sözle Necati Zekeriya'yı yitirmekle Türkiye ili.' Yugoslavya arasında bir köprünün yıkıldığım duy-
duk, duyacağız. Bu boşluğu bugün dolduracak birine rastlamak hayli zor olacak. Anısı önünde saygıyla eğilirken Yunus'un sevdiği ve ölümün yaklaştığı günlerde, sık sık yinelediği iki dizesini alıntılayalım: "Biz dünyadan gider olduk Kalanlara selam olsun." ve 1989 20 Kasım Her yazar, her ozan, her ressam yaratıcılığında kendine göre bir tip, bir imge, bir renk yaratır. Özgünlüğüne sahip çıkmak için bu özelliğe varmak için, çok da doğum sancılan içinde hisseder, yaşar... Bir günde, bir yılda bu olgu yaratılmaz. Yaratıcının yıllarını harcar, yıpratır, yorultur... Ve en nihayet aradığı o imgeye sahip çıktı mı, o zaman yaratıcı, kendini bulmuş, kendine Özgü bir dünya yaratmış demektir. Böyle özelliğe sahip olanların sayısı azdır. Az olduğu için de nadirdir. Kıymetlidir. Necati Zekeriya da bunlardan biridir. Yaratıcılığında kendine özgü bir tip yarattı. O tipi de yapıtlarında yaşattı. Necati'nin yarattığı tip ORHAN'dır. Olayların kahramanı; bir sokağın, bir kentin, bir halkın sevileni/, itileni/, tutulanı/, yadsınanı/ gene Orhan'dı. Elimizde bulunan Necati Zekeriya'nın "ORHAN" adlı öyküler kitabı bunu kanıtlasa gerek. Yazarın Ölümünden sonra yayımlanan "Orhan"ı adlı yapıtı aslında yazarın üç kitabını bir araya getiren yapıttır. "Bizim Sokağın Çocukları", "Yeni Sokağın çocukları" ve "Bizim Sokağın Romeo ve Juliyeti"nde Orhan, olayın içinde, olayın dışında gel-gitler yapar. İyimser, kötümser gibi olguların önüne geçer. Ne çocukların oyunundan uzak kalır, ne de kendi kabuğuna sığınır. O çocuklarla el ele verip zaman diliminin görümlerini özdeş olarak paylaşır. Yazar Orhan'ı yaratırken olağanüstü bir tip olarak öykülerinde bellemez. Halkın bir çocuğu olarak bilir, iyi ya da kötü yanlarıyla bir bütün yapar... Ne çok şişirir ne de çok sıska bırakır. Doğal bir kahraman etiketine bürür. Orhan, bir ailenin, bir sokağın, bir kentin ve bir halkın, dolayısıyla evrenin etli kemikli bir yaratısı. İlginç olan özelliklerden biri de yazar Orhan'ın yerellikten evrenselliğe adım adım yol almasına özen gösterir. Orhan, hem klâsik bir tiptir, hem de modern. Klâsikliğini yazar, eski geleneğe saygı göstermekle, özellikle halk edebiyatımızın mani, türkü gibi metinlerini söyletmekle korumaya çalışır. Bir de Orhan'ın modern bir tip yapısına kavuşması için yazar, XX. yüzyılda insan yozlaşmasını yansıtırken, kimi olumsuz olgularla baş bağa bırakır. Ve şöyle bir çizgi çekelim; Yazar Necati, Orhan'ını ne eskiyle bağdaşmasından yana, ne de çok çağdaş (yoz çağdaş diyelim) olmasından yana değildir, Yazar, geçmişle geleceğin bir uzantısı olarak Orhan'ını görür. Belli dönemlerin geçişleriyle yoğunu 1... Öykülerinde zaman zaman Orhan, yazar kişiliğiyle olayda harekete geçer. Zaman zaman da Orhan, bilinmeyen bir çocuğun kimliğine bürünür. Bir araştırma yapılırsa: Necati'nin öykülerindeki kahraman (bu fırsatta Orhan) fazlasıyla insancıl rolündedir. Bir iyi niyetli tip olarak karşımıza çıkar. Pozitif yanlısıdır. Yaramazlıklarıyla, şimarıklığıyla gene de, bu tip okurda bir olumlu sıfat olarak kala kalmış tır. Yazar, öykülerinin konu kompozisyonunda; pek pek maceralı olaylarla uğraşmaz. Günlük bir olguyu basit, ama düşündürücü bir içerikle yansıtmaya özenir. Cicili-micili, fantazili, gerçeküstüülü olayların kurbanı değildir. Her adımda, Orhan'ın başına gelebilecek durumun yanlısıdır. Söz öykülerinin kompozisyonunda iken kısa Öykü yaznıa yanlısı oluşunda da durmakta yarar var. Niçin Necati kısa öyküler yazmaktan yanaydı? İşi kolayından mı almak istedi? Ben sanmıyorum. Necati asıl en zor olanı seçti. Az öz'de okura bi'şeyler yansıtmak istiyordu. Okuru, özellikle küçük okuru yormak, yortulmak istemiyordu. Kısa yoldan olayı aydınlatmak, okura açıklık getirmek ilk hedefiydi yazarın. Kısa tümcelerle yazılan öykülerde betimlemeler gizli kapaklı bir gölge biçiminde veriliyor... Sözünü ettiğimiz bu yapıtta ORHAN üç dönem yaşıyor. Üç ayrı zaman diliminde tad alıyor. Kendi sokağındaki olayların tanığı, yani sokakta geçen maceralar ve Romeo ve Jüliyet'in çocuksu aşkını yakından duyuyor, Yazar bu geçişleri çocuğun ruhsal ve zamansa! pekişmesiyle vidalıyor, Birbirine sıkıca bağlanan bu halkalar, çocuğun gelişme sürecini de dolayısıyla algılıyor. Yazar, yarattığı tipi zorlamıyor. Ön planda göstermiyor. Kendiliğinden olay Orhan'ı öne itiyor. Öyküler eğitici, Orhan bir eğitmen sıfatıyla öykülerde rolünü oynuyor. Fakat zorlamalı bir eğiticilikten kesin kes söz edemeyiz. Kendiliğinden gelen bir eğitici bilinci N. Zekeriya, "ORHAN" (Öyküleri, "Birlik yay. 1989, Üsküp.
5 Aralık Evet, bir ev düşünün sevgili küçük okurlar. Yıldızı parlayan bir ev. Bir de fakir bir çocuğun gökyüzü altında kurduğu "yıldızlı ev"ini... Son derece duygusal olgularla donatılan öykülerin müellifi bir fakir köylü çocuğu Reşit HANADAN. Gönlü zengin, hayal gücü doğurgan olan Reşit Hartadan, çocukluk anılarını dokunaklı bir anlatıyla öykülerine algılıyor o dönemli maceralarını. Onunla yetinmeyip, eğitici ışıldaçlarmı da hareketlendiriyor. Ve tam anlamıyla sizin için öyküler örüyor. Sevecen, yakın, yalın ve anlaşılır. İster istemez yazarla birlikte o eski acı-tatlı anılara uzanıveriyoruz. O günlerin olgularını paylaşmak istemi enginleşiyor.o Sevgili küçük kardeşlerimiz Reşit Hanadan'a bir fakir köylü çocuğu dedik ama; Reşit Hanadan, edebiyat dünyamızın varsıl bir yazın eridir. Kısa bir zaman dilimi içerisinde peşi peşine yeni kitaplarıyla muştular getirdi. 1982'de, "Yazgı" adlı öyküler kitabıyla edebiyat dünyasının kapısını çaldı. Bu ilk eseriydi. Orta ılık bir kitaptı. Ama başlangıç için bu kadarı yeter de artardı. Arkası gele dedik. Ve geldi. 1985'te "Duygu Tutsağı" öyküler kitabıyla ödüller aldı. Sevildi, sayıldı. Dur durak nedir bilmeyen yazar Reşit Hanadan, roman yazmaya sarılıyor. Ve iki yol sonra, yani 1987'de, "Sel" adlı romanıyla süprizler getiriyor. Yazın eleştirmenlerince olumlu eleştiriler yağmuruna tutuluyor. Her şeyden, çok sevdiği çocuklara da bir yapıt verecekti. Ve bu muştuyu bu yıl sizlere "Yıldızlı Ev" öyküler kitabıyla getirdi. Yıldızlı Ev'de Reşit Hanadan, zaman ve zemin ikilimeni işler. Olaylar iki değişik yerde, yörede geçer. Ama gene de bir noktada yaşam denen olgular kesişir, insanoğlunun yazgısını bir başka perspektiften algılar. Betimlemesi güçlü olduğundandır herhalde, yazılan öyküler renk çeşitlemelerine dek ayrıntılı çizgilerle verilir. Öyküyü okur gibi değil, beyaz perdede bir filmi seyreder gibi oluyoruz ister istemez, Tipler canlı canlı harekettedir. Öykülerinin büyük bir bölümünde kendisi, anlatman sıfatıyla karşımıza çıkar. O dönemden kesitler verir, Yer yer de yazar, İkinci plâna geçer ve bilinmeyen kahraman ağzından olayı Öğrenme olanağını bize buyurur. Reşit Hanadan'ın "Yıldızlı Ev" Öykülerindeki konusal seçimi renkli, Gerçi bir köylü çocuğun gözüyle olgular işlenir, fakat her küçüğün başına gelebilecek olayların harmanında atışım koşuşturur. Bir de anılarla gelen Halk Kurtuluş Savaşı'mızı konumlar iki üç öyküsünde. Savaşı kendisi yaşamadı, fakat yaşanılanı yaşlılardan algılamış. Aktarmış günümüze, Gerçekçi bir işlemle oturtmuş tarihimizin bilek taşını. Öyküler, genelde klâsik kompozisyonunun örgüsünde dokunuyor. Ama, ördüğü öykü bezinde, oya gibi olgular egemen. Bir yandan betimlemeler süs özelliğini getirirken, öbür yandan da tiplerarası yürütülen diyaloglar olaya işleklik getiriyor. Okuru sürüklüyor, dalıp dalıp gidiyorsun öykünün akıntısına. Okuru yormuyor, yorultmuyor... Dili yalın. Tümceler sağlam. Betimlemesi fazla olsa bile, okura usanç gelmiyor. Bilâkis hayal gücümüze yeni ufuklar açıyor. Öykülerinde gözümüze ilişen bir başka olgu da; insan-hayvan ikileminin ortak yanlarını işlemesidir. Yazar, çocukların hayvanlara, özellikle evdi hayvanlarına karşı besledikleri sempatiyi vurucu bir anlatımla olayı son derece heyecanlı yapar... "Memiş'in Tosunu" adlı öyküsünde geçen olay; hem duygusal, hem de düşündürücü bir mesajın bilmecesini ortaya atar. Yorumunu okura bırakır. Zaten, yazın ve sanat eserinin ereği okuru düşündürmektir. Ona ipuçları vermektir. Düşünce penceresinin kanatlarını açmaktır. Reşit bu olgunun bilincinde. Reşit Hanadan genç bir yazar olmasına rağmen işini bilen, edebiyat merdiveninde sağlam adımlarla yukarıya doğru tırmanan bir kalem erimiz. Dileriz ki; ilerde daha nice nice böyle güzel yapıtlar yazınımıza bağışlasın.