Gamze Karademir Erol, Ümit Mutlu

Ebat: px
Şu sayfadan göstermeyi başlat:

Download "Gamze Karademir Erol, Ümit Mutlu"

Transkript

1

2

3 Bazı kavramlar ve konular vardır ki, toplumun her kesimini ilgilendirir. O kavram ve konu hakkında herkesin görüşü ve kanaati vardır. Ama hepimizin görüşleri, kanaatleri olduğu halde bu kavram ve konular üzerinde anlaşmakta zorlanabiliriz. Cumhuriyet de bu kavramlar arasındadır. Cumhuriyet ve Atatürk hakkındaki bildiklerimiz ve yorumlarımızın önemli ölçüde ülkemizdeki kutuplaşma ve ötekileştirme kültürü üzerinden değerlendirilmesi, bu konuyu yeterince sağlıklı ve sağduyulu bir şekilde ele almamızı zorlaştırıyor. Üniversitemizde gelenek haline gelen Cumhuriyet ve Atatürk Günleri etkinliklerinde bu yıl Atatürk ve Cumhuriyet in daha farklı bir şekilde ele alındığına tanık olduk. Çeşitli sergiler ve sanatsal etkinliklerin yanı sıra 90. Yılında Cumhuriyet Sempozyumu gerçekleştirildi. Bu Sempozyumda, Cumhuriyet felsefeciler, sosyologlar ve siyaset bilimcilerin yanı sıra tarihçiler tarafından da farklı bakış açılarında ele alınıp tartışıldı. Üniversitemizin ve ülkemizin önde gelen akademisyenlerinin bir kısmının bildirilerinden belli bölümlerin yanında çeşitli röportajları bir dosya şeklinde sunmaya çalıştık. İzmir in en kapsamlı sanat etkinliklerinden biri olan EgeArt ın beşincisi de dergimizin sizlere ulaştığı günlerde gerçekleşmiş olacak. Ulusal ve uluslararası katılımla düzenlenen Sanat Günlerinde hem üniversitemiz hem de İzmirliler pek çok sanatçı ve sanat eseri ile buluşma fırsatını yakalama şansı buluyor. Etkinliğin küratörü Tüzüm Kızılcan ile yaptığımız röportajda Kıyıda temasını ve EgeArt ın ruhunu okuyabilirsiniz. Kıyısından ele aldığımız bu önemli sanat etkinliğine bir sonraki sayımızda daha geniş yer vereceğiz. Bir Egelinin Portresi bölümümüzde ise çok yönlü bir bilim insanının, Erkuter Leblebici nin üniversitenin tarihine de ışık tutan öyküsünü bulacaksanız. Kısacası, bu sayımızda yine üniversitemiz, şehrimiz, ülkemiz ve insan var. Egeden ekibi olarak, Üniversitemizin Hem geçmiş hem gelecek: Ege Üniversitesi söyleminin paralelinde, hem geçmişimizi sahiplenip hatırlatmaya hem yeni olan ne varsa onu yakalamaya devam edeceğiz. İlgi ve desteğinizin sürmesi umuduyla

4 24 Ege Üniversitesi Adına İmtiyaz Sahibi Prof. Dr. Candeğer Yılmaz Yayın Kurulu Başkanı Prof. Dr. Atilla Silkü Sorumlu Müdür Prof. Dr. M. Bülent Özkan Genel Yayın Yönetmenleri Yrd. Doç. Dr. Engin Önen Yrd. Doç. Dr. A. Oğuzhan Kavaklı Yayın Kurulu Üyeleri Prof. Dr. Şevket Toker, Özlem Arınık Topuz, Ali İhsan Mimtaş, Demet Altuntaş, Gamze Karademir Erol Muhabir ve Fotoğrafçılar Demet Altuntaş, Gamze Karademir Erol, Ümit Mutlu Konuk Yazarlar Prof. Dr. Ali Yaşar Sarıbay, Prof. Dr. İlhan Tekeli, Prof. Dr. Nuri Azbar, Prof. Dr. Nuri Bilgin, Prof. Dr. Salih Özbaran, Prof. Dr. Zeki Arıkan, Redaksiyon Prof. Dr. Şevket Toker Arş. Gör. Ebru Kabakçı, Arş. Gör. Göksu Çiçekli Koç Tasarım Gamze Karademir Erol, Ümit Mutlu Kapak Görseli Etem Çalışkan Reklam Sorumlusu EÜ Rektörlüğü Basın ve Halkla İlişkiler Müdürlüğü Reklam Rezervasyon Ege Üniversitesi Rektörlüğü Basın ve Halkla İlişkiler Müdürlüğü ne (0 232) numaralı telefon numarasından veya e-posta adresinden ulaşabilirsiniz. Yönetim Yeri Ege Üniversitesi Rektörlüğü Bornova/İzmir Tel: (0 232) Basım Yeri Umur Basım San. ve Tic. A.Ş. Esenkent Mah. Dudullu Org. San. Böl. 2. Cad. No:5 Ümraniye / İstanbul Tel: Basım Tarihi: 17 Aralık 2013 Yayın Türü Yerel, Süreli, Üç Aylık Egeden Dergisi, Ege Üniversitesi Rektörlüğü tarafından yayınlanır

5 Bir Egeli'nin Portresi Erkuter Leblebici Söyleşi: Demet Altuntaş Gamze Karademir Erol Makale Yeşil üniversite, yeşil kent Nuri Azbar Söyleşi Ödülleri çocuk gülümsemesi Söyleşi: Demet Altuntaş Gündem Ege Cumhuriyet ve Atatürk Günleri Cumhuriyet ve modernleşme serüveni Makale: İlhan Tekeli Her şeyde güzellik arar insan Etem Çalışkan Söyleşi: Gamze Karademir Erol Cumhuriyeti anlamak Makale: Nuri Bilgin Kül olmuş kasabadan Cumhuriyet kentine Makale: Salih Özbaran Cumhuriyetin doksan yılında halkevi dergileri Makale: Zeki Arıkan Cumhuriyet fikri Makale: Ali Yaşar Sarıbay Ataol Behramoğlu: Edebiyat insan olmaktır Söyleşi: Demet Altuntaş Gündem Ege 5. Uluslararası EgeArt Sanat Günleri Ege nin kıyı sında, sanatın merkezinde yıllık bir serüvenin fikir babası: Tüzüm Kızılcan Söyleşi: Gamze Karademir Erol Üniversiteden Kısa Kısa Ege Burada Kulis Söyleşileri Mehmet Erdem in şehirli akustik müziği Söyleşi: Demet Altuntaş Sinema Gravity: Bilimkurgunun bilim destekli postmodern zaferi Ümit Mutlu Söyleşi Vampir dünyasına akademik ve edebi bir bakış Söyleşi: Gamze Karademir Erol Üniversiteden Kısa Kısa Ege Ajans, Ege Burada Ayın Fotoğrafı Ümit Mutlu

6 Bilimden sanata uzanan başarıların öyküsü 4 BİR EGELİNİN PORTRESİ e # Demet ALTUNTAŞ Gamze KARADEMİR EROL Erkuter Leblebici Ege Üniversitesinin ilk yıllarında gördüğü bir laborant ilanıyla Egeli olmuş. 33 yıl boyunca botanik alanında gerek tek başına gerek meslektaşlarıyla literatüre pek çok türü kaydetmiş bir uzman. EÜ Herbaryum Merkezi nin kurulmasında dönemin Rektörü Prof. Dr. Yusuf Vardar ın görevlendirmesiyle önemli bir rol oynamış. Emekliliğin ardından seramik çalışmalarına başlayan Leblebici, kısa sürede botanikte olduğu gibi seramik alanında da adından söz ettiren biri haline gelmiş. Sanatçı, yirmi yılı aşkın bir süredir şehir hayatından uzakta, Tire nin Küçükkale köyünde kendi yaptığı 2 odalı kerpiç evde ilk göz ağrısı bitkilerle iç içe bir hayat geçiriyor. Hocam, 2012 yılında botanik alanında yaptığınız çalışmalar dolayısıyla Ege Üniversitesi Senatosu tarafından Üstün Hizmet Madalyası na layık görüldünüz. Bildiğimiz kadarıyla biyoloji mezunu değilsiniz. Ancak bu alanda oldukça önemli çalışmalar yapmış, literatüre yeni türler kazandırmışsınız. Hatta literatüre sizin adınızla giren türler de var. Öykünüze en baştan başlayalım; Ege Üniversitesine girişiniz nasıl oldu? Akademik titrim uzmanlık, yüksek lisans doktora yapmadım. Esasında biyoloji eğitimi almış birisi de değilim. Makina tekniker okulu mezunuyum. 63 yılında üniversitede laborant aranıyordu, ben de başvurdum ve girdim. Beş çocuklu bir ailenin en büyük evladıyım. Baktım ki bu iş güzel, doğa, bitkiler falan... Botanik Enstitüsünde beraber çalıştığım hoca Regel adında birisiydi. O zaman Yusuf Vardar da bizim bölüm başkanı. Yusuf Hoca, Prof. Regel ile araziye git diyor, gidiyordum. Ama ben doğru dürüst İngilizce bilmiyorum, o da Türkçe bilmiyor. O bir bitki ismi söylüyor, ben hemen kafama yazıyordum. Baktım olmuyor İngilizce kursuna gittim,

7 onunla çalıştığım için İngilizce öğrendim. İşi de çok sevdim, araziye gidip bitkileri topluyor, istifliyorduk. Sene 65 oldu, işe başladıktan 2 yıl sonra, Yusuf Vardar Sen bu işi devamlı yapacak mısın diye sordu; yapacağımı söyledim. Üniversiteye herbaryum merkezi ve botanik bahçesi kuracaklarını söyledi ve beni Alman hükümetinin bursu olan DAAD Bursu ile Hamburg Üniversitesine gönderdi. Hamburg Üniversitesi Herbaryumunda senesinde 12 ay süre ile herbaryum kurulma çalışmaları için araştırmalar yaptım. Orada kara yosunları üzerine çalışmalar yapan Prof.Dr.K. Walther ile beraber çalışmaya başladım. Bana kara yosunlarının nasıl tayin edileceğini öğretti. O yıllarda Türkiye de henüz kara yosunları çalışan yoktu. Türkiye ye döndüğümde herbaryum merkezi çalışmalarına başladım. Şu an halen var olan merkezin planını hatta dolap ve raf sistemini bile ben çizdim. Hatta ihale sırasında dönemin Üniversite Genel Sekreteri Nurettin Aşıkhan ile birlikte kampüs projesini yapan mimara gittim. Projenin gerçekleşebilmesi için o mimarın imzası gerekiyordu. Ben projeyi anlatırken kendisi benim de mimar olduğumu zannetti. Bu arada Aşıkhan işaret ederek, ses çıkarma diye uyarmıştı. Benim çizdiğim projenin yapılmasını uygun buldu. Bir taraftan herbaryum merkezi çalışmaları sürerken diğer yandan botanik alanındaki saha çalışmalarına da başladınız galiba... Evet, Prof. Dr. Walther Türkiye de Karagöl kara yosunlarını çalışabilirsin. Tayin edemediklerini bana gönder demişti. Yamanlar-Karagöl de tek başıma çalışmaya başladım. Uyku tulumuyla yatıp kalkıp karayosunu topladım. O çalışmaların sonunda Türkiye de Karayosunları üzerinde çalışan ilk araştırıcı olmanın yanında, Prof. Walther ile Türkiye de ilk karayosunları hakkındaki kitabı yayınladık. Ama çalışmalarınız kara yosunlarıyla sınırlı kalmadı... O günlerde Necmettin Zeybek Avrupa dan döndü ve üniversiteye geldi. Biz sistematik bölümüydük, Yusuf Vardar fizyoloji bölümünde idi. Necmettin Hoca ile deniz algleri çalışmaya başladık. Ben yüzme biliyorum, dalıyorum çıkıyorum falan... Yapar mıyız? Yaparız dedik ve Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu ndan (TÜBİTAK) proje desteği alarak Bodrum dan Finike ye kadar dalmalı çıkmalı yosun topladık. Yosunları topluyoruz ben tayin ediyorum. Sonra Enez, Saros Körfezi, Şile İğneada projesi de yaptık. Erkuter Leblebici, botanik literatürüne 16 bitki kazandırmış. Bunlardan biri de kendisine botanik alanında ilerlenin yolunu açan hocası Yusuf Vardar ın ismini verdiği vardaranus. Botanik Bahçesi, eski bina, Mayıs 1964 GÜZ

8 1977 Temmuz, Murat Dağı 2 bin metrelerde bitki topluyoruz. Üstümüzdeki bulutlar süratle batıya doğru gidiyorlar, elimizi uzatsak takılıp beraber gideceğiz sanki. Biraz uzağımızda yörük çadırları, ellerimizde çapa, topladığımız bitkiler dolanıp duruyoruz. Bir ara bize ünleyip çay içmeye çağırdılar. Gittik. O güzelim insanlar, kıl çadırları içinde tertemiz yazgılar ve içten davranışları. Çok hoş bir ortamdayız. Hiç çekinme yok, ellerimizi sıkıp hatır soruyorlar kadınlı erkekli. Dereden tepeden konuşuyoruz, ne kadar zaman geçti bilemiyorum. Bir ara yaşlı olan, bulutlar çok hareketli bir an önce yola koyulmalısınız diye bizi uyardı. Toparlandık ve yola düştük dakika sonra bir yağmura yakalandık ki, ortalık toz-duman. Doğa ile bu kadar iç içe olunca ve iyi gözlemleyince öğreneceğimiz çok şey vardır diyorum kendi kendime. Daha iyi gözlem yapabilmeli, yorumlamalı, doğadaki her varlığın davranışını ve yapısını iyi bilmeli ve anlamaya çalışmalıyız ki doğa ile iyi geçinebilelim ve ondan en yüksek verimi alabilelim. Bunu bilimde, sanatta, yaratıcılıkta, müzikte birçok alanda kullanabiliriz ve kullanıyoruz da. Benim yapmak istediğim de bu ve yapmaya gayret ediyorum. Ve sonunda neler çıkıyor ortaya ben de hayret ediyorum. Doğa tutkunları, gezginler, kaşifler, araştırıcılar, denizciler çok cesur oldukları için değil doğa hakkında ve konularında çok bilgili oldukları için bu etkinliklerde bulunabiliyor. Ege Üniversitesinin eğitim öğretim yılı açılış töreninde üstün hizmet madalyası verilen 6 öğretim üyesi arasında Erkuter Leblebici (en sağda) de vardı. Bu arada Türkiye Florası nın yazımı gerçekleştiriliyordu. Türkiye Florası nı yazan yazar Edinburg Üniversitesinden Peter Davis İzmir e Ege Üniversitesine geldi. Yusuf Hoca benden Davis e kılavuzluk yapmamı istedi. Bir ara Yusuf Hoca, Sen Türkiye florasına çok meraklısın, iyi de çalışmalar yapıyorsun, seni Edinburg a Peter Davis in yanına gönderelim, orada çalışır mısın diye sordu. Yine İngilizce kurs aldım ve yeterliliği hakettim. İngiliz hükümeti 6 ay burs verdi Edinburg a gittim Davis in yanına. Yeni bir hocayla çalışmak size yeni ufuklar açmış olsa gerek... Evet, Peter Davis flora çalışmaları yapıyordu. Onunla birlikte çalışıp bu alanda çok şeyler öğrendim. Türkiye ye dönerken bana adaların çalışılmadığını söyledi. Bu bana yeni bir yol çizdi. Sene 1977 idi. O zaman doçent olan Özcan Seçmen ile TÜBİTAK a Adalar Florası projesi verdik. Gökçeada ve Bozcaada florasını araştırmaya başladık. Devamlı adalara gidiyoruz geliyoruz bitkiler topluyoruz, tayin ediyoruz. Bu arada bir sürü iş yaptığımı fark ettim: kara yosunları, deniz algleri ve adalar florası çalışmalarının yanında laboratuvarlara giriyorum, yüksek lisans öğrencilerine bitki tayin prensiplerini anlatıyorum, tabii henüz uzman kadrosuna atanmadığım için ders benim adıma bile değil. Uzmanlık kadrosu ne zaman geldi? İşte tam bu dönemde Yusuf Hoca, Biz seni uzman kadrosuna atayalım dedi. Müracat ettim, tabii özgeçmişimi, burslarımı, işlerimi, kitaplarımı, bildiğim dilleri hep yazdım. Fakat senato ilk başvurumu kabul etmedi. Yusuf Hoca, senatörlere gidip kendimi tanıtmamı, dikkatlerini çekmemi istedi. Bunun üzerine bir sonraki başvurum onaylanmış, 2547 uzman kadrosuna atanmıştım. Oldukça yoğun bir tempoyla geçirmişsiniz o yılları... Peki adalar projesini ne takip etti? Adalar projesinin ardından 1984 yılında bir kez daha bursla Edinburg a gittim. Elimdeki bitkilerin tayini için gitmem şarttı çünkü. Yine çalışmalarımı yaptım, geldim. Bu kez de Toroslar ın çalışılmamış olduğunu konuştuk Davis ile. Dönüşümde yine bir TÜBİTAK projesi olarak Yusuf Gemici ile Toroslar da çalışmalar yaptık ve pek çok yeni bitki bulduk. Bu çalışmalar sürerken göllerle ilgili araştırmaların yapılmamış olduğunu gördük. Çünkü göl çalışması biraz zordur, özel kıyafet ister. Bataklıktıktır, suya girince hemen çıkamazsın bütün gününü alır. Yine Özcan Seçmen ile Türkiye Gölleri projesi yaptık. Artık sistem oturmuştu. Kim bitki topluyor- 6

9 Emekli olduktan sonra hobi olarak seramikle ilgilenmeye başlayan Leblebici kısa süre bu alan ustalığa erişmiş. Teması çaydanlık olan uluslararası bir seramik yarışmasında Türkiye den kataloğa giren tek sanatçı olan Leblebici, başarı kazanan bu eserin kara yosunlarında bulunan peristom denen kısımların yorumlanarak çaydanlık formuna dönüştürülmesi yoluyla oluştuğunu söylüyor. sa, benim uzmanlık alanım olduğu için bana göndermeye başlamıştı. 36 aylık projelerle yaklaşık 16 yılda 3 proje yaptık. Türkiye de 228 sulak alanda çalışmalar yaptık. Biten projenin ardından hemen yeni projeyi veriyorduk TÜBİTAK a. Bilim dünyasına pek çok yeni tür tanıtmış oldunuz... Güzel bir his olsa gerek. Tüm yapılan bu çalışmalar sonucunda bir kısmı tek başıma bir kısmı ortak çalışma sonucu 16 bitki adlandırılarak bilim dünyasına tanıtıldı, 3 tanesi yeniden sınıflandırıldı, 1 yeni bitki birliği saptandı ve 6 bitki Türkiye Florasına yeni olarak kaydedildi. Bu tabii çok hoş bir duygu. Ancak literatüre tarafımızdan kaydedilen türler kadar benim ismimle giren türler de oldu. Meslektaşlarım tarafından bu alana verdiğim hizmetlerden dolayı 3 bitkiye adım verildi. Bazıları diyor ki alana pek çok katkısı bulunmuş, biz de onun ismini verelim. İnternete girdiğimde sistematikçilerin arasında ismimin geçtiğini görünce de memnun oluyorum tabii. Açıkçası hoşuna gidiyor insanın. Bu gerçekten onur verici bir şey benim için. Ben de alana bir şeyler kattıysam mutluyum. Hâlâ da devam ediyorum çalışmalara. Yeni yılın başında iki yıldır çalışmakta olduğumuz Tire Güme Dağı bitkilerinin renkli kitabını Tire Belediyesi nin katkılarıyla çıkarıyoruz. Fırsat olsa daha yapacak çok proje var aklımda. Hocam, siz eğitimi botanik olmadığı halde aşkla bu alana hizmet veren bir kişisiniz. Dünyada sizin gibi başka botanikçiler var mı? Var tabii. Örneğin dünyanın en önemli orkidecisi bir makina mühendisi. Böyle örnekler var. Bazı kişiler alanda başarılı olur. Ben onlardanım. Ben devamlı araziye çıkıyordum, bitki toplayıp tayin ediyordum. Şimdi çıktığım seyahatlare bakıyorum da kendi kendime ben ne zaman evde oturdum acaba diye soruyorum. Bitkiler dünyasına olan ilgi ve sevginiz ile bitki sistematiği alanında kendinizi yetiştirmiş olmanız, yılları arasında çalıştığınız Ege Üniversitesi Fen Fakültesi Sistematik Botanik Kursüsü nde yaptığınız hizmetler, Türkiye de Botanik Tarihi Araştırmaları adlı eserde ülkemiz florası için tek temel kaynak olan Flora of Turkey adlı eserin yazımında amatör bir botanikçi olarak yer almanız nedeniyle Ege Üniversitesi Senatosu tarafından, Ege Üniversitesi Üstün Hizmet Madalyası na layık görüldünüz yılında girdiğim Ege Üniversitesinden 1996 yılında emekli oldum, 33 yıl boyunca çalıştım. Üniversitede yapmış olduğu hizmetlerden ötürü böyle bir madalya ile ödüllendirilmek, çalışmalarımın fark edilmiş olması beni çok gururlandırdı. Yurt dışında eğitim ve yurt içinde saha çalışmalarının yoğunluklu olduğu yıllar içinde özel hayatınızı nasıl sürdürdünüz? İşim aslında benim için hep hobi gibi oldu. Çok severek yaptım. Aksi takdirde böyle bir tempoyla çalışmanın çok mümkün olacağını zannetmiyorum. Ama eşimin desteklerini de göz ardı edemem. Şu örnekle anlatabilirim diye düşünüyorum: 1965 yılının 22 Haziran ında evlendik. Bense 1 hafta bile geçmeden 27 Haziran da 1 yıl süreyle Hamburg a gittim. Hocam, biyoloji alanındaki üstün hizmetlerinizin yanı sıra önemli bir seramik sanatçısısınız. Seramik çalışmalarına ne zaman başladınız? 1996 yılında emekli oldum. Kadim bir dostumun önerisi ile 1997 yılında uluslararası seramik sanatçısı Bingül Başarır ın yanında seramik çalışmalarına başladım. Şunu yapın, bunu yapın demiyor, elinize bir çamur veriyor, size tekniği anlatıyor ve sizi özgür bırakıyor. Bana da bir çamur verdi, üç ayaklı bir form yaptım, bir günde. Devam et dedi. Sonra bir form daha yaptım; 85 cm boyunda 10 cm çapında üç ayaklı ve katlı halkalardan oluşan bir form. Baktı baktı, GÜZ

10 Biz bunu devlet yarışmasına gönderelim. Bu eser ses getirir dedi. Sene 98. Türkiye nin en prestijli yarışması. Bizim atölyede herkes yarışma için bir şeyler yapıyor. Ben de eserimi götürdüm yarışmaya. Sonra eserin Ankara ya gönderildiğini öğrendim. Bu kataloğa girecek demekti. Çok mutlu oldum tabii. Ardından bir mektup geldi, yarışmada 5 kişiye başarı ödülü veriliyor, biri de benmişim. Ülkemizin en prestijli yarışması. Çıtayı çok yüksekte tuttun, kolay gelsin dedi Bingül Hoca. Belleğinde çok zengin bir form çeşitliliği var, bir şey yaparken yeni yorumlar getirip yaratıyorsun formunu diye ekledi. Ödül, İstemihan Talay tarafından takdim edildi. Bu başarının ardından kendime bir seramik fırını aldım. Ve daha çok çalışmaya başladım çamurla... Bir de çaydanlık çalışmanız var. Dünyada 500 Çaydanlık adlı bir katalogta sizin çaydanlığınız da yer alıyor. Evet, 1999 da teması çaydanlık olan uluslararası bir seramik yarışmasına katıldım. Yarışma, İsviçre de bir müze tarafından düzenleniyordu. Bingül Hanım ın atölyesinde yapılmıştı duyurusu. Çaydanlık önemli bir formdur. Çünkü vazo dümdüz gider 8 ama çaydanlıkta çok varyasyon vardır. Fonksiyoneldir de aynı zamanda. Her seramikçi bir çaydanlık yapmıştır. Ben de yarışmayı duyunca, Bingül Hocamın da teşvikiyle hayatımda ilk kez bir çaydanlık yaptım. Kara yosunlarında bulunan peristom denilen kısımları yorumlayarak çaydanlık formuna dönüştürmüştüm, kısacası biyoloji ile seramiği bir araya getirmiştim. Çaydanlığım, 1109 yarışmacının katıldığı yarışmada ilk 45 e girerek kataloglandı ve 2 ay Cenevre, Carouge Seramik Müzesi nde sergilendi. Aynı çaydanlık Lark Kitabevinin 2002 yılında yayınladığı Dünyada 500 Çaydanlık adlı eserde 1680 seramikçinin eserleri arasından seçildi. Her iki yarışmada da ülkemizden kataloğa giren tek seramikçi idim. Sonra çaydanlık sergileri açtım. Her alanda başarılara imza attığınızı görüyoruz. Hırslı biri misinizdir? Ben devamlı soru sorarım, devamlı kurcalarım. Bir şeyin olmayacağını bilmek de insanı bir sonuca götürür. Dolayısıyla olmayacağını görmek beni yıldırmaz. Bir sonuca vardığınız zaman o sonucunu irdeleyip başka bir sonuca gidebilirsiniz. Bir düşünür şöyle diyor; Düşünce ve düşünme birbirlerinden tamamen farklı şeylerdir. Düşünce duruk (durağan, statik), düşünme ise devimsel (hareketli, dinamik) şeydir. Evimizin verandasında sallanan koltuğumuza oturmuş bir tekne yapayım, okyanusları dolaşayım güzel yerler göreyim diye düşünceye dalabiliriz. Eğer tekne yapımı ile bir bilgimiz, deniz ile en ufak bir ilişkimiz olmamış ise bu düşünce olarak kalır. Eğer yeterli bilgiye sahipseniz, tekne tipi ve alacağınız malzemeler hakkında düşünmeye başlarsınız. Hareket başlamıştır ve sonunda ürün ortaya çıkar, bu bir bilgi birikimi veya bir objede olabilir. Düşünür şöyle diyor; düşünerek bir şey bulamazsınız, eğer belleğinize o konu ile ilgili bir bilgi yüklenmemiş ise neyi düşüneceksiniz, neyi yaratacaksınız. İşte üretim böyle bir şey, o konuda belirli bir algı birikmesi lazım. Devamlı sorgulamak lazım. Seramikten örnek verirsem, seramik kırılabilir ama onun ne zaman kırılacağını test etmek sonuca varmanızı sağlar. Örneğin seramik eserin içine çivi yerleştirirseniz seramiğin çatlamasına neden olur. Fakat benim çivili eserlerim de var. Seramik pişme esnasında yüzde 7 küçülür. Ben de küçülürken çatlamasını önlemek için belirli aralıklarla çiviyi

11 hareket ettirerek yuvasını bollaştırıyorum. Artık öyle bir yere geliyor ki kırılmadan kuruyabileceği bir boşluk yaratmış oluyorum. Tabii ki bunlar denemelerle mümkün oluyor. Botanik ve seramik hayatınızda önemli bir yer kaplamış ama başka uğraşlarınız da oldu mu? Okumak benim için hayatın vazgeçilmez bir parçası. Bazılarına, kitap okunmasa da olur gibi geliyor. Ben onu bir türlü kabullenemiyorum. Çoğu sahaflardan alınmış 3 binden fazla kitabım var. Seyahat, bilim, felsefe... Yıllarca üniversiteye Karşıyaka dan gittim geldim, serviste hep kitap okudum. Okumak çok ayrı bir şey. Her kitap ayrı bir pencere açıyor insana. Bizde maalesef okuma alışkanlığı yaygın değildir. 35 yıllık arazi çalışmalarımda bitki sistematikçisi bir bilim adamı olarak dağcılık ve dalgıçlık yaptım. Ülkemizin her köşesinde günlerce bilimsel geziler için uzun yürüyüşleri çok keyif alarak tutku ile gerçekleştirdim. Bu çalışmalarım sırasında bilim dünyası için yeni bitkiler buldum. Deniz Algleri çalışmasında sualtındaki güzelliklerin içinde ayakta olmadan, yürümeden dolaşmak yani yatay olarak onların içinde gezmek nasıl anlatılır bilemem. Bu güzelliklerin de başkaları tarafından görülebilmesi amacıyla 1982 Ağustos ayında 12 gün süren Aladağlar Ekspedisyonu sonunda İzmir Dağcılık Ajanı Adnan Kayatepe nin girişimleri ile birkaç doğasever birleşerek İzmir Dağcılık ve Doğa Sporları İhtisas Kulübünü (İDADİK) kurduk. Kurucu üyelerinden olduğum İDADİK halen etkili bir kulüp olarak varlığını sürdürmekte ve birçok başarıya imza atmış durumdadır. Başarılarını gördükçe çok mutlu oluyorum. Emekler yabana gitmemiş demek. Bunlara ek olarak koleksiyonerlik de yapıyorum. Tarihi eser mermer ve seramik koleksiyonum var. Etna-botanik eserlerim var, fosillerim var. Değişik halı ve kilimler ile bakır objeler toplarım. Hiç bir anını boşa geçirmediğiniz oldukça zengin bir hayatınız var. Zenginlik demek para demek değildir, biz de 2 emekli aylığıyla geçiniyoruz. Zaten bence mutlu olmak satın alınabilecek her şeye sahip olabilmek değildir. Ne istediğini bilirsen mutlu olursun. Yat alamayacağın halde yat istiyorsan mutsuz olmaya mahkumsundur. Mutlu olmak kendi elinde. Ben bardağın her zaman dolu tarafını görürüm. Tabii ki her şeyin eksik tarafı vardır, ama ben eksiğin üzerine gitmem. Hayatı ıskalamamaya çalışırım. 70 imden sonra Likya Yolu nun 2 etabını yürüdüm. İlk isim verdiğim ve benim ismimi taşıyan bitkilerin dövmelerini yaptırdım kollarıma. Yüzyıllardır yaşamlarını isimsiz olarak sürdüren bir bitkiyi bulup ailesine, kardeşlerine ve bilim dünyasına tanıtıyorsunuz ve onlara kimlik veriyorsunuz. Ben de o bitkileri vücuduma dövme yaptırarak içselleştiriyorum, onlarla yaşamlarımız bir an tesadüfen karşılaştı hepsi bu. Bir de profesyonel olarak ne iş yaparsa yapsın herkese mutlaka sevdiği bir uğraşı, bir hobisi olmasını tavsiye ederim. Bizde çok lüzumsuz görülmesine rağmen, hobi hayatımıza anlam katmak için çok büyük önem taşır. Hani Ne yapıyorsun diye sorunca, Vakit öldürüyorum derler ya aslında fark etmiyorlar vakit onları öldürüyor. Sabır gerekli her işte. Okumak, farklı pencereler açmanın en kolay biçimi. İlgi, sorgulama önemli. Biz sentez yapamıyoruz. Sebep-sonuç ilişkisi bizde çok kurulmaz. Oysa her olayda, bilimde de, gündelik hayatta da önemlidir sebep-sonuç ilişkisi. Başarınızın sırrı olumlu bakmak mı yoksa araştırıcı, sorgulayıcı, meraklı biri olmak mı sizce? Hepsi ama bir de sevmek. Ben teknikerim ama hiç tekniker gibi çalışmadım. Ben fabrikarlarda tekniker olarak çalışmayı sevmedim. Yaz tatillerinde doğa içinde çadır kurardım. Doğayı hep sevdim. Bu sevgi de beni bu işe getirdi diye düşünüyorum. Buraya girmem büyük bir şans. Doğada dağlarda dolaşıyorum tam bana göre. Ama mutlaka sebatla sabırla çalışak lazım. Benim de zor günlerim oldu, başarı bir günde gelmiyor. Ama önümü açan başarı oldu. Tabii ki hayatıma yön veren kişileri de atlamamak lazım. İki kişinin hayatımda çok etkisi var bir tanesi Yusuf Vardar, beni keşfedip önümü açtı, yurt dışına gönderdi. Türkiye Florası kitabında çalışan 8 Türk ten biri oldum. Ege Üniversitesi Herbaryum Merkezi nin kurulmasında önemli bir role sahip oldum. Diğeri de Bingül Başarır oldu, seramik çalışmalarım konusunda beni yüreklendirdi, ilk eserimle Devlet Yarışmasına katılamamı sağladı. GÜZ

12 MAKALE Prof. Dr. Nuri AZBAR EÜ Çevre Sorunları Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürü Yeşil üniversite yeşil kent 1952 yılında Londra da meydana gelen ve Great Smog adı verilen büyük hava kirliliği felaketi belki de dünyanın gözlerini çevre olgusu üzerine çeken ilk felaketlerden bir tanesidir. Günümüzü tehdit eden ve geleceği tehdit altına alacağı öngörülen bu konu hakkında kafa yoran ülkeler ilk kez 1972 yılında Stokholm da düzenlenen İnsan ve Çevre Konferansı ile bir araya gelmişlerdir. Kullanılan doğal kaynaklar, artan insan nüfusu ve ihtiyaçları her geçen gün çevre üzerine daha büyük baskılar oluşturmuştur. Bununla birlikte insanın, gelişen teknoloji ile birlikte elde ettiği konfordan vazgeçmesi olanaksız bir hale gelmektedir. Bu çelişkinin çözümü ise sürdürülebilirlik kavramında yatmaktadır. Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma Komisyonu tarafından sürdürülebilirlik; Gelecek kuşakların gereksinimlerine cevap verme yeteneğini tehlikeye atmadan, insanlığın günlük ihtiyaçlarının temin edilmesi, kalkınmayı sürdürülebilir kılma yeteneğine sahip olması olarak tanımlanmıştır. Bu kavram, ekonomik, sosyal ve çevresel boyutlarda ele alınmalıdır. TÜBİTAK ın 2003 yılında düzenlenen Çevre ve Sürdürülebilir Kalkınma Tematik Paneli Vizyon ve Öngörü Raporu nda; Türkiye nin ekonomik ve sosyal sürdürülebilirlik yarışı içinde yerini aldığını fakat sürdürülebilir kalkınmanın çevre boyutunda yeterli dikkati göstermediği belirtilmiştir. Yine aynı raporda; hedeflenen bu olgulara ulaşmada başarı esaslarından birisini eğitim olarak belirlemişlerdir. 10 Üniversitelerin sürdürülebilir gelişme konusunda eğitim, öğretim, araştırma ve bilgi transferi sağlamada innovasyon merkezleri olmaları ve itici güç rolünü üstlenmeleri beklenmektedir. İklim değişikliği ve diğer sürdürülebilir gelişme konularında giderek artan bir sorumluluk yükü altına girmektedir. Üniversitelerin eğitimdeki rolleri sadece lisans ve lisansüstü eğitim ile sınırlı olmayıp toplumun üniversitesi olmak ve rehberlik etmekle de sorumludurlar. Bu bağlamda, diğer birçok konuda olduğu gibi Ege Üniversitesi bir ilke daha imza atıp Yeşil Üniversite hareketine öncülük etmek istemektedir. Ön planda çevre ve insan sağlığı Yeşil Üniversite; yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımını destekleyen ve uygulayan, atık yönetim sistemlerinin kurulmuş olduğu, sıfır karbon emisyonunu hedefleyen, sürdürülebilirlik kavramını çevreyi temel alarak uygulayan ve çevre ve insan sağlığını ön planda tutan üniversite anlamına gelmektedir. Genel olarak sürdürülebilir gelişme yolunu seçmiş ve Yeşil Hareket başlatmış bir üniversite; Üniversitenin vizyon, misyon ve yönetim dökümanlarında açıkça sosyal, etik ve çevre sorumluluklarını bütünleşik halde yazılı hale getirir. Ders programlarında sosyal, ekonomik ve çevresel sürdürülebilirliği entegre eder, disiplinler arası düşünce ve iş birliğini benimser. Sürdürülebilirlik konularında araştırma ve geliştirmeye üniversite çapında kendini adar Okullar, yerel yönetim, sivil toplum örgütleri ve sanayi dahil olmak üzere daha geniş toplumsal kitlelere ulaşır. Kampüs planlarında, tasarım ve geliştirme projelerinde Sıfır Deşarj, Sıfır Atık, Sıfır Karbon Emisyonu nu ilke edinir. Sıfır Deşarj ilkesi doğrultusunda çevre hedefleri koyar ve bunları etkin olarak ölçer, raporlar ve sürekli geliştirir. Öğrencilerin yaşam kalitesi, çeşitliliği ve eşitliğe yönelik politika ve uygulamaları sağlar. Kampüsü canlı bir laboratuvar olarak görüp öğrencilerin çevresel öğrenimde yer almalarını sağlayarak çevresel öğrenimden çevreyi öğrenmeye geçişi sağlar. Kültürel çeşitliliğin kutsanmasını ve kültürel dahil edilebilirliğin hayata geçirilmesini sağlar. Ulusal ve uluslararası seviyede üniversitelerle iş birliği çerçevesinin oluşturulmasını sağlar. Oslo Üniversitesinin 2010 yılında hazırladığı en iyi Yeşil Üniversite Uygulamaları Raporu nda yeşil üniversite aktivitelerini iki grupta incelenmiştir. Bunlardan bir tanesi teknik konulardır. 15 başlık altında incelenen bu teknik konulardan bazıları; enerji, karbon emisyonları, atık geri dönüşümü, organik atıklardan biyogaz ve kompost elde edilmesi, çevreci ulaşım-egsozsuz üniversite, çevre dostu yeşil binalar, yeşil satın alma uygulamaları, su

13 kullanımında tasarruf, atık suların tekrar kullanımı, yazışmaların elektronik ortamda yapılıp kağıt israfına son verilmesi, çevre dostu kimyasal kullanımı gibi konulardır. Diğer başlık ise; sosyal ve kültürel konulardan oluşmaktadır. Bu konular altındaki başlıklar ise; Yeşil Üniversite ile ilgili olarak konferanslar, seminerler düzenlenmesi ve bir farkındalık oluşturulması, kongreler, öğrenci grupları faaliyetleri, toplum projeleri, çevre organizasyonları gibi başlıklardır. Ege Üniversitesi ise 2011 yılında Entegre Atık Yönetimi Sistemini kurarak Yeşil Üniversite hedefine ulaşmak amacıyla önemli bir adım atmış bulunmaktadır. Üniversitemiz bünyesinde, tüm fakülte, meslek yüksekokulu ve merkezler bazında atık koordinatörleri belirlenmiştir. Yaprak-Dal-Gövde modeli temelinde yönetilen sistem sayesinde, atığın üretildiği başlangıç noktasından itibaren atığın takibi yapılıp çevre ile dost bir şekilde uzaklaştırılmasına kadar olan süreçler yerine getirilmektedir. Bu amaçla tüm birimlerde atık toplama istasyonları önemli oranda tamamlanmış ve tehlikeli atıkların evsel çöplerle karıştırılmasının önüne geçilerek akredite firmalarla çevre ile dost bir şekilde bertarafı sağlanmaktadır. Tehlikeli atıklarla ilgili farkındalık ve eğitim çalışmaları düzenli olarak yapılmaktadır. Tehlikeli atıkların yanında üniversite bünyesinde meydan çıkan ambalaj atıklarının da çöpe atılmasını engellemek ve ekonomiye geriye kazandırılmasını sağlamak üzere farkındalık ve eğitim çalışmaları yapılmaktadır. Üniversite bünyesinde ambalaj atıklarının ayrı toplanmasına olanak tanıyacak kumbaraların sayısı hızla artırılmaktadır. Ambalaj atıkları için hazırlanan broşürler, üniversitemizin tüm birimlerine dağıtılmıştır. Üniversiteler, toplumun en yüksek bilgi üretiminin ve topluma bilgi akışının olduğu eğitim kurumlarıdır. Ayrıca sadece eğitim merkezleri değil aynı zamanda sosyal ve politik hareketleri katalizleyen kurumlardır. Bu kurumlar birçok büyük lideri, öğretmeni, karar vericileri yetiştirmekle kalmamış fakat aynı zamanda ulusal ve küresel ekonomik dinamiklerde de önemli roller almıştır. Bu bağlamda üniversitelere en iyi uygulamaları tanımlamak ve yerine getirmek konusunda büyük sorumluluklar düşmektedir. Üniversitemizin Yeşil Adımlar atabilmesi ancak yöneticilerin, öğrencilerin, akademisyenlerin ve tüm personelin bu konuya gönül vermesi ve harekete sahip çıkması ile mümkündür. Yeşil Üniversite hedefinde bir adım: Atık ve Sanat Geri Dönüşüm Yarışması Ege Üniversitesi Çevre Sorunları Uygulama ve Araştırma Merkezi, Yeşil Üniversite ve Yeşil Kent hedefimizi gerçekleştirebilme yolunda değerli bir katkı olduğunu düşünerek Atık ve Sanat başlıklı bir geri dönüşüm yarışması düzenlemiştir. Bu yarışma ile çağdaş atık yönetimi bilincini toplumumuzda yerleştirmek, bu bilinci sanat vurgusu ile güçlendirmek, atık konusuna estetik bir duyarlılıkla yaklaşılmasını sağlamak ve farkındalık yaratmak hedeflenmiştir. Yarışma, tasarım, fotoğraf ve kısa film kategorilerinde gerçekleştirilmiştir. GÜZ

14 Ödülleri çocuk gülümsemesi SÖYLEŞİ e # Demet ALTUNTAŞ 12 İzmir de bir grup gönüllü her Salı günü Ege Üniversitesi Çocuk Hastanesini, her Çarşamba günü de Behçet Uz Çocuk Hastanesini ziyaret ediyor ve hastanede tedavi gören çocuklara yönelik eğlence faaliyetleri düzenliyor. Mutlu Olalım isimli projenin gönüllüleri, doktor ve hemşirelerin oyuna katılmasına izin verdiği çocuklara bir-iki saatliğine hastanede olduğunu unutturuyor. Çocukları güldürme konusunda uzmanlaşmış Mutlu Olalım ekibi, hasta odasından oyun için ayrılması sakıncalı olan çocuklara da ulaşıyor bir şekilde İğneli, ilaçlı, serumlu dünya; şarkılı, balonlu, oyunlu, neşeli bir çocuk dünyasına dönüşüveriyor sayelerinde. Kâr amacı gütmeyen Mutlu Olalım projesi, gönüllülerin ve yardımseverlerin destekleriyle 13 yıldır aralıksız olarak sürdürülüyor. Projenin 40 aktif gönüllüsü bugüne kadar yaklaşık 40 bin çocuğun hastanede yatarken mutlu olması için çaba gösterdi. Etkinlikler sayesinde çocukların hem morali yükseliyor, hem de hastaneye bakışlarında olumlu bir değişim gözlemleniyor. Bu projenin kurucusu Özlem Arman, haftalık düzenli etkinliklerin yanında, 23 Nisan, 29 Ekim, yılbaşı, Şeker ve Kurban Bayramı gibi özel günlerde de çocukları yalnız bırakmadıklarını söylüyor. Bayramı hastaneye taşıyan Mutlu Olalım ekibini biraraya getiren Arman ile mutluluk u konuştuk.

15 Hastanede tedavi gören çocuklara gitme fikri nasıl ortaya çıktı? Üniversite öğrenciliği zamanlarımda yazları çocuk animatörlüğü yapmıştım. Orada öğrendiklerimin daha sonra bir işe yaramasını istedim. Hastaneye gittiğimde zaten birilerinin çocuklara gidip, sürekli ziyaretlerde bulunduğunu düşünmüştüm. Sorduğumda senden başka gelen yok ki abla dediklerinde bir daha bırakamadım. Acıklı bir hikayem yok, yani herkesin zaten yapıyor olduğunu düşündüğüm şeyi yaptım. İlk olarak Ege Üniversitesi Çocuk Cerrahisi Bölümüne gidip çocuklara oyun oynatmaya başladım, 2001 de. Yanımda bir top, bir paket makarnayla gidiyordum. Tek başıma... Bir süre polikliniklere gitmeye çalıştım, tabii başta hemen tüm kapılar açılmıyor. Bu durumu anlattığım bir arkadaşım babasının hastanede yönetici olduğunu söyledi. Sabah 6 buçukta evden çıkar evin önüne gel dedi, gittim, hoca koşuyor hastaneye, ben de arkasından. Konuyu anlattım kaç para istiyorsun diye sordu, ben de bir şey istemiyorum dedim, e gel o zaman çok iyi dedi. Öyle de başladım işte. Hasta çocuklarla ilişki kurmak duygusal açıdan zor olmuyor muydu? Cerrahiye giderken, her şey yeniydi, her gördüğüm çocuk beynime kazınıyordu. Bir gün 3-4 yaşlarında bir kız vardı, sıcak-soğuk oynarken gel dedim senin pijamanın içine koyalım bulamasın, açtığımda torbasını gördüm, göz göze geldik. Hep pembe ruj sürerdi. Gülümsedi bana ben de gülümsedim, ama o bir anlık duraksamayı hiç unutamamam. Artık hiç duraksamamaya çalışıyorum, hep yola devam Bu işe devam etmeyi, güçlü durmayı çocuklardan öğrendim, o anlarda gülümsemeyi o kızdan öğrendim... Bir kızım vardı, yaşında, sindirim sistemi gelişmemişti. Uzun süre hastanede kaldığı için her hafta görüşüyorduk. Benim asistanım olmuştu, ben gitmeden çocuklarla konuşurdu. Ameliyat olacağı zaman bana söz verdirdi, yoğun bakıma geleceksin diye, söz verdim diye gittim. Ama sonra oradan çıkıp diğer çocuklara oyun faaliyeti yapmam gerekirken ters yöne dönüp hastaneden çıktım, aylarca gidemedim. Sonra? Bir gün Behçet Uz dan bir doktorla tanıştım, Türkay Sarıtaş. O ön ayak oldu ve arkadaşım Seçil Amrağ ile tekrar başladık. Yakın arkadaşlarımdan başlayarak yeni gönüllüler geldi, sayımız arttıkça çocuklarımız için daha güzel işler yapmaya başladık. Tek başına gönüllü olarak gidiyordun, sonra gönüllüler arttı. Bu gönüllülük meselesini anlatır mısın? Hiçbir çıkar beklemeden vakit ve enerji ayırmak bunun ötesinde bunu başkalarından beklemek kolay bir şey değil... Gönüllülerimiz, canı gönülden gönüllü... Bizim projemiz her hafta çocukların hastanedeki odalarının kapılarında sizleri dört gözle, tüm gün bekledikleri bir iş, o yüzden bizim gönüllülerimiz ayran gönüllü değil, olamaz. Süreklilik bu işin olmazsa olmaz bir sorumluluğu. Gönüllü arkadaşlarımız her hafta bir akşamlarını ayırmalarının yanında, çocuklarımızı mutlu edecek tüm faaliyetlerin içinde yer alıyorlar, ve bunu da çok isteyerek yapıyorlar çünkü biliyorlar ki o çocuğun yüzündeki gülümsenin sebebi kendileri. Çocuklarımız bizim onlara harcadığımız enerjinin kat kat fazlasını, mutluluklarıyla bizleri ödüllendirerek veriyorlar ve bunu hastanedeki ilk oyununuzda anlıyorsunuz. Mutlu olalım mottosu biz e vurgu yapan, hep birlikte mutlu olunabileceğini işaret eden bir yaklaşım sanki. Bunu bize anlatır mısınız? Mutlu Olalım ismi; mutlu etmeden, mutlu olamayız düşüncesinden çıktı. Bir arkadaşım en başlarda bu işin felsefesi üzerine düşünürken, bu cümleyi kurmuştu. Her zaman aklımdadır... Tam tersi de doğru aslında, mutlu olmadan da mutlu edemeyiz.. GÜZ

16 Özlem Arman, tek başına başladığı Mutlu Olalım projesini şu anda 40 gönüllü ile birlikte yürütüyor. 14 Hastanede gerçekleştirdiğimiz her faaliyet bizim için de büyük mutluluk, derdimizi o çocukların gülümseyişleriyle unutuyoruz. Hastanelerde çocuklarımızı ziyaret ettiğim bu 13 yıl içerisinde mutlu insan olmayı öğrendim. Hastanede neler yapıyorsunuz? Her Salı akşamı Ege Üniversitesi Çocuk Hastanesi, her Çarşamba akşamı Behçet Uz Çocuk Hastanesindeki çocuklarımız için faaliyetler düzenliyoruz. Amacımız çocukluklarını hastanede de olsa yaşatmak. Gelen tepkiler nasıl? Ailelerin ve sağlık personelinin yaklaşımları çok pozitif Çocuklar mutlu olunca onlar da mutlu oluyorlar. Tabi asıl meselemiz her zaman çocuklar Onlar için yaptığımız faaliyetlerin değerli ve faydalı olduğunu görüyoruz, yaşıyoruz. Çocuklarımız bizi kapıda karşılıyor, nerede kaldınız bütün gün sizi bekledik diyorlar. O gün oyun günü olunca; oyunlar, faaliyetler sadece etkinliği yapıldığı akşam saatleri için değil o günün tamamı için moral kaynağı oluyor. Taburcu olup evine giden çocuklarımız hastaneye hiçbir şekilde geri dönmek istemeseler de, bazen oyunlara geliyorlar. Çocukların neşesi, morali, iyileşmeleri açısından ne kadar önemli sizce? Kemoterapi tedavisi devam eden bir çocuğun kan değerleri düşerse, tedavi durmak zorunda kalır ve morali kötüyse değerleri de düşebiliyor. Faaliyetlerin ölçülebilir bir pozitif etkisi var. Ağır tedavi koşullarında, babasından kardeşlerinden okulundan ayrı kalmak zorunda olan çocuklarımız için tedavinin yanında moral de zaruri bir ihtiyaç... Gelecek için planlarınız, projeleriniz var mı? Hastalıkları nedeniyle çocukluklarını hastane odalarında yaşamak durumunda olan çocuklar için tüm Türkiye deki hastanelerde bu faaliyetlerin gerçekleşmesi esas amacımız. Bir gün gerçekleştireceğimize inanıyoruz. Gönüllü olarak size katılmak için ne gibi şartlar gerekiyor? İsteyen herkesin gönüllü olabileceği bir projemiz var. Sadece gönülden istemek gerekiyor. Her hafta bir akşam hastaneye gelmek ve dış destek görevlerinde mesela elişi faaliyeti yapılacaksa malzemelerini hazırlamak gibi işlerde- yer almak yeterli. Düzenli devam şartı arıyoruz ki çocuklarımızın gözleri yolda kalmasın... Fark yaratanlar gibi bir ünvana layık görüldünüz. Ne düşünüyorsunuz? Tabii ki ödüller motive edici, ve güzel sözler duymak da Bizi bu ödüle layık gören vakfın yapmaya çalıştığı bizim gibi kısıtlı imkanlarla çalışıp, sürdürülebilir projeler yaratan STK lara destek olmak. Uzun vadede eğitimler ve destekleriyle, ayrıca diğer fark yaratan kişilerle çok daha fazla çocuğumuzu mutlu edeceğimize eminim. Melis için İzmir den başlayıp tüm Türkiye ye yayılan bir kampanya gerçekleşti. İnsanlar Melis ile bir kez daha ilik donörü olmanın önemini hatırladı. Bu konuda duyarlılığın gelişmesi için neler yapılabilir? Türkiye deki durum açısından sizin gözlemlerinizi öğrenmek isteriz. Melis imiz lösemisi ikinci defa nükseden bir çocuğumuz, o yüzden acilen nakil olması gerekiyor. Çünkü planlanan üç kemoterapi almasıydı, şimdi dördüncüyü aldı. Umarım Amerika daki donörün son uyum testleri de uygun çıkar ve nakil ger-

17 çekleşir. Eğer olursa nakil Melis in doğum gününde olacak, ona en güzel hediye... Donör olmak aslında basit bir süreçken, toplumdaki bilgi eksikliği nedeniyle donörlerin az olduğunu düşünüyorum. Almanya da 81 milyon nüfusun 5 milyonu ilik donörü, Türkiye de bu sayı 35 bin Tamamen bilinçlendirmeyle ilgili bence. Bu amaçla iyilik Donörleri isminde bir alt proje kurduk, üniversitelerde ve çeşitli topluluklarda ilik donörü olmaya ilişkin bilgiler verip, insanları teşvik ediyoruz. Ege Üniversitesinde de pek çok bölüme gittik. Melisle ilgili kampanya döneminde 7 bin kişi kan bankalarına gitti, şu anda Melis e donör bulunduğu öğrenilince artık kan bankalarına başvuruların sayısında ciddi azalma oldu. Melisimiz gibi ilik bekleyen daha çok çocuğumuz ve hastamız var. Kan örneği vermekten kimse vazgeçmesin, kanların 10 yıl bekleme süresi var, verilen kanlar er ya da geç test edilerek ilik bankalarının veri tabanına kaydediliyor. EÜ Çocuk Hastanesine dair gözlemleriniz neler? Sağlık personeli işini severek yapıyor ve her zaman bizlere destek oluyorlar. Hemşire ablalarımızın çocuklarımıza ve bizlere yaklaşımı çok iyi. Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Hastanesindeki Mutlu Olalım etkinliklerinde çocuklarına refakat eden aileler de çocuklarının gülümsemesini paylaşıyor. Çocuklar da bir arada eğlenmenin, toplu halde etkinlikler yapmanın keyfini sürüyor. GÜZ

18 GÜNDEM EGE Bir modernleşme serüveni olarak Cumhuriyet Cumhuriyetin 90 ıncı yılı Ege Üniversitesinde beşinci kez gerçekleştirilen Cumhuriyet ve Atatürk Günleri ile kutlandı. Yaklaşık 20 gün süren etkinlikler çerçevesinde Cumhuriyeti anlamak için farklı bakış açılarına sahip birçok akademisyen ve sanatçı, kampüste Ege Üniversitelilerle buluştu... 16

19 # Ahmet Gürel ve Ege Üniversitesi Rektörlüğü Grafik Tasarım Biriminin katkılarıyla. GÜZ

20 MAKALE Prof. Dr. İlhan TEKELİ Cumhuriyet ve modernleşme serüveni Türkiye Cumhuriyeti, bir iddianın adıdır. Bu iddia çağdaşlaşma projesi olarak bir imparatorluktan ulus devlet çıkarmayı, tebaadan özgür yurttaş yaratmayı amaçlamaktadır. Bu niteliği ile geçmişten bir kopuştur. Ama bu projenin amaçları zengin bir kültürel birikimi olan bir toplumun katılım ve seçimleriyle gerçekleşeceği için aynı zamanda, bir sürekliliği de içermektedir. Bu 90 yıl içinde ortaya çıkan olumlu ya da olumsuz sonuçlar hepimizin çabalarının ve dünyadaki gelişmelerin karşılıklı etkileşmesi ile ortaya çıkan sonuçlardır. Aslında bu başarı yahut başarısızlıkta hepimiz ortağız. Yani bu başarının bir kısmını alıp diğer kısmını başkalarına havale ederek bir muhasebe yapmak 90 yıl sonrasında çok anlamlı değil. Ama ne yazık ki siyasetimizin içinde ötekileştirme gibi önemli bir kültürel öğe var. Siyaset ötekileştirme üstünden yapılıyor. Toplumda buna karşı olanlar ve yandaş olanlar mevcut. Tarihi bu kutuplaşma içinde anlamaya başladığımızda da, şöyle ciddi bir soru ile karşı karşıya kalıyoruz: Biz uluslaştık mı? Eğer biz 90 yılda uluslaştıksa böyle bir ötekileştirme üstünden siyaset yapmakta olmamamız gerekir. Ötekileştirme üstünden siyaseti sürdürüyor olmamız, bir anlamda uluslaşmanın tam gerçekleşmediğini ortaya koyuyor. Denilebilir ki, modernleşme kavramı içinde yaklaştığımız zaman cumhuriyet çok yönlü bir olay. Sanayisi, eğitimi, kültürü gibi pek çok alanı kapsıyor. Bu alanların tümünde bir muhasebe yapmak zor ve dağıtıcı bir şey. 18 Bugün biliyoruz ki 90 yıl sonunda bizim demokrasi konusunda bir sorunumuz var. Ben, kişisel olarak, gözlemlediğim her toplumsal olayın altında bir demokrasi krizi görüyorum. Bu nedenle de muhasebemi, modernleşmenin kendisi ile çok yakından ilgili olan bu demokrasi problemi üstünden yapmaya çalışacağım. Genel olarak baktığımızda dörtlü bir dönemlemenin böyle bir analiz için yeterli bir çerçeve vereceğini düşünüyorum. Birinci dönemi çeşitli tarihlerden başlatabiliriz, mesela Tanzimatla başlatabiliriz. Cumhuriyete kadar geçen bu dönemde ciddi modernleşme, çağdaşlaşma çalışmaları var. Ben bu döneme utangaç modernite dönemi diyorum, ikinci dönem, 1925 ile 1946 arası. Cumhuriyetin bu ilk dönemine ben köktenci modernite diyorum arasına üçüncü dönemi, popülist modernite, 80 sonrasını da dünyadaki gelişimle de paralel olarak modernitenin aşınması olarak adlandırıyorum. Dikkat ederseniz 80 sonrası dönem için moderniteden postmoderniteye geçiş tanımını kullanmadım. Öyle bir geçiş ancak modernitenin kavramları içinde kurgulanabilir. Halbuki bu dönemde olan, modernitenin içinden modern sonrasının doğmasıdır ve bu aşama aşama gerçekleşmiştir. Lozan Antlaşması ndan, 14 Ekim de Ankara nın başkent ilan edilmesine ve 29 Ekim de Cumhuriyetin ilan edilmesine kadar geçen sürecin öyküsünü biraz okursanız, tüm olanların çok küçük bir grubun emrivakisi gibi göründüğünü fark edersiniz. Örneğin Ankara başkent olacak, Başbakanın haberi yok. Acaba bu olaya bakarak 6-7 kişilik grubun uyguladığı bir şey diye düşünebilir miyiz? Hayır, bu görünüş bizi yanıltmamalı. Bu aniden karar verilerek gerçekleştirilmiş bir şey değil. Bunun arkasında uzun bir hazırlık var. O uzun hazırlık sürecini tanımazsak bunu emrivaki gibi görebilir, yanlış bir değerlendirme yapmış olabiliriz. Biliyorsunuz, Cumhuriyeti kuran bir kuşak var. Bunların çoğu 1880 lerde doğmuşlar ler kuşağının askeri eğitim görmüş kısmı, yeni kuruluşta önemli bir rol oynamıştır. İlginç olan nokta, modernleşme projesinin, özellikle Cumhuriyetin ilanı ile uygulanan köktenci modernite projesinin, dıştan eğitilmiş bir proje olmamasıdır. Cumhuriyet kuşağı, yurt dışında değil, Türkiye de okumuş ve Osmanlı nın utangaç aydınlanması içinde bu köktenci

21 Ege Üniversitesi tarafından düzenlenen Cumhuriyet ve Atatürk Günleri kapsamında gerçekleştirilen 90 ıncı Yılında Cumhuriyet Sempozyumunun açılış panelini Prof. Dr. İlhan Tekeli verdi. Bu metin paneldeki konuşmasından alınmıştır. modernite projesini geliştirmiştir. Bu içte olan bir projedir. Zaten Mustafa Kemal, Nutuk un sonunda da bunu şu sözlerle dile getirmiştir: Kurtuluş Savaşı nın başında bu milli sırdı ve yavaş yavaş açıklandı. Cumhuriyet projesi, II. Meşrutiyet ten itibaren Kurtuluş Savaşı önderlerinin hepsinin değil ama bir kısmının benimsediği bir proje olarak varlığını sürdürmüştür. Tabii Vahdettin in ülkeyi terk etmesi ve Saltanatın ortadan kalkması böyle bir projenin oluşmasını kolaylaştıran etkenler olmuştur. Cumhuriyetin ilanından önceki son bir yılda kamuoyunda Cumhuriyet kelimesi oldukça sık kullanılmış, Saltanatın ve Hilafetin devamını isteyenlere rağmen Cumhuriyet hakkında daha çok konuşulmuş ve hazırlıklar yapılmıştır. Şöyle bir fikir denemesi yapsak: Mustafa Kemal, Cumhuriyeti ilan etmeyip ne yapabilirdi? Gayet açık padişah olabilirdi. Düşünebiliyor musunuz, Mustafa Kemal in tarihini Padişah Mustafa Kemal olarak yazabilir miydik? Yahut Mustafa Kemal in tarihsel rolü o alternatifte nerede kalırdı? Aslında Mustafa Kemal cumhuriyeti kurma atılımıyla çok önemli ve kendisinden beklenen bir şeyi gerçekleştirmiştir. Cumhuriyeti ilan eden ya da gerçekleştiren kadro Osmanlı Aydınlanması içinde yetişmiş, Fransız İhtilalini de okulda okumuştur. Benim anladığım kadarıyla Cumhuriyet içeriden yetişen ve gelişen bir proje ler sonrası Abdülhamit döneminde daha önce yalnızca İstanbul da olan eğitim modernleşmesi, bütün Anadolu da yaygınlaşmıştır. Burada ilginç olan nokta şu: Acaba Abdülhamit, bu eğitimin sonunda kendisini devireceğinin farkında mıdır? Zira onun programının sonunda yetişen kadrolar onu devirmiştir. Son zamanlarda yazılmış doktora tezlerinde önemli bir ayrıntı gördüm. Abdülhamit özellikle bürokraside yer alacakların, diyelim ki Mülkiye yi, mühendis mektebini, tıbbiyeyi okuyanların hem modern eğitim almasını hem de kendisine sadakat içinde kalmasını sağlayacak bir mekanizma kurmak istemiştir. Bir çoğu burslu okuyan öğrencilerden her gün bir tanesinin okulda iki öğün pişen yemeklerin hepsini bir tepsi ile saraya götürmesi istenmiştir. Sarayda o yemekler tadılırken, getiren öğrenciye de Sarayda hazırlanan yemeklerden ikram edilmiş ve ayrıca bir altın verilmiştir. O zaman mülkiyede kişi okuyor. Saraya giden öğrenci her gün değiştiğine göre demek ki her öğrenci yılda ortalama beş kez Saraya gitmiştir. Abdülhamit bu gibi yöntemlerle bir çeşit kişisel sadakat bağı kurmak istemiştir. Eğitimin içinde böyle usuller, adaplar oluşturulmuş, ancak bunlar Abdülhamit in bu kuşak GÜZ

22 tarafından tahttan indirilmesinin önüne geçememiştir. Cumhuriyet in kurulması ile beraber modernitenin değişik konuları gündeme gelmiştir. Bir boyutu ekonomi, diğeri kültürel. Şu soruları sormamızda yarar var: Cumhuriyet in başlangıçtan beri bir programı var mıydı? Bu program zaman içinde nasıl oluştu? Bu program içinde demokrasinin yeri neydi? Aslında buradaki dönüşümün kırılma noktası ler. Çünkü Mustafa Kemal, ideolojisini başkasına yaptırmak istemiyor, ideolojisini de kendisi yapıyor. Eski modele, İttihat ve Terakki ile I. Meşrutiyet modeline baktığımızda burada açıkça bir ideolog olduğunu görüyoruz: Ziya Gökalp. Göklap, İttihat ve Terakki nin gerçekleştirdiği eylemlerin ideolojik çerçevesini ve tutarlılığını oluşturmaya çalışıyor. Mustafa Kemal ise, yeni kurduğu Cumhuriyet in ideolojisinin başkaları tarafından yapılmasına müdahale etmiyor. Ziya Gökalp sentezci bir tavra sahip, İslamcılık, Türkçülük ve medenileşmeyi üçlü sentez halinde görüyor. Bu bakış açısının en uç eseri olarak Türkçülüğün Esasları nı yazıyor. Bir anlamda Mustafa Kemal e ideologluk rolünü yüklemek istiyor. Ancak bu kabul görmüyor. Daha sonraki tarihlerde de, gerek Kadrocularla ilişkilerinde gerek Reşit Galip in üniversite reformundan sonraki tutumunda gayet net olarak görüyoruz ki, bir başka grubun ideolojiyi kullanarak siyasal güç sahibi olmasını engelliyor dan itibaren ideolojide çok önemli değişmeler olmaya başlıyor. Artık sentezci bir yaklaşım değil, muasır medeniyeti tüm olarak ele alan köktenci bir modernist proje doğuyor. Bu köktenci modernist projenin içinde demokrasi yok. Takrir-i Sükûn Kanunu ndan sonra 20 ortaya çıkmış olan bir tek parti rejimi var ve 1946 ya kadar da bu tek parti rejimi hakim oluyor. Burada karşımıza çıkan soru şu: Niye demokrasi kavramı, bu ilk program içinde yer almıyor?. Benim aklıma yatan yaklaşım şöyle: Cumhuriyet in ilk kuşağı yani kurucularının geç aydınlanan bir ülkenin erken aydınlanan grubunda olma problematiği söz konusu. Osmanlı Aydınlanması içinde yetiştirilmiş bir grup erken aydınlanıyor ama toplumun genelinde aydınlanma oldukça sınırlı. Böyle bir toplum yapısı içinde demokrasi sorununa çözüm olarak halka rağmen halk için terimi kullanılmaya başlanıyor. Bu temel çerçeve, bir diktatörlük çerçevesi de olabilir, bir iyi niyet çerçevesi de. Çünkü toplumda yüzde 6 eğitim, okur-yazarlık düzeyi varken, doğruyu ve iyiyi öğrendiklerini sananlar kendilerinde iktidar olmak ve bunu hayata geçirmek misyonunu görüyor. Bunun için kullandıkları slogan da halka rağmen halk için. Peki, halka rağmen halk için tavrının bir diktatörlük tercihi mi yoksa iyi niyetli bir tercih mi olduğuna nasıl karar verilecek? Samimiyetin nihai testi demokrasiye geçip demokrasi içinde bir seçim kazanmak yahut seçimle iktidarı devretmektir. 2. Dünya Savaşı sırasında çok partili rejime geçiş, halka rağmen halk için programının mantıksal bir sonucu olarak görülebilir. Halka rağmen halk için programı, büyük bir dünya krizi ve büyük bir dünya savaşının olduğu yılları arasında uygulanıyor. Arkasında büyük bir ekonomi başarısı ve sanayileşme var. Bu sanayileşmenin milli savunma ile ilgili önemli bir boyutu var. Ben bunların dışındaki bir boyuta, kültürel boyuta dikkatinizi çekmek istiyorum. Mustafa Kemal in kültür politikalarının en önemli yansıması, Hasan Âli Yücel döneminde ki Atatürk öldükten sonra Milli Eğitim Bakanı olmuştur- yapılan bir uygulama ile hayat buluyor. Kültür politikaları en üst noktasına o dönemde ulaşıyor da Hasan Ali Yücel in Pazartesi Konuşmaları diye bir kitabı yayınlanır. Türkleşmek nedir tartışmalarına cevaben orada der ki: Biz bir şeyleşmeyeceğiz, yaşayarak Türk olacağız. Bu olmak fiili üzerinden bakış, Ziya Gökalp e cevap niteliği taşımaktadır, Türkleşmeyeceğiz, İslamlaşmayacağız, medenileşmeyeceğiz, biz akla uygun olarak yaşayarak Türk olacağız diyor. Türk olmayı akla uygun olarak yaşama biçiminde ortaya koyuyor. Hasan Âli Yücel in İçten Dıştan diye bir deneme kitabı var. Bu kitapta her olaya içten ve dıştan baktıktan sonra toplum için dışı mimarlık, içi kültürdür değerlendirmesinde bulunuyor. Mustafa Kemal in 30 lar sonrasında oluşturduğu yaklaşım içinde kültür çok önemli bir model olarak duruyor. Kültürde çağdaşlaşma... Türkiye nin akıl üstüne dayanan bir gelişimi sağlaması... Malche ın üniversite reformu için yazdığı raporu okuduktan sonra el yazısı ile aldığı notlar var. O notlarda şunu söylüyor: Bizimkiler diyor Reşit Galip i filan kastederek Malche ne istediğimizi anlatamamışlar. Bizim problemimiz İstanbul Darülfûnunu nu üniversite yapmak değildir; bizim problemimiz yeni kültür oluşumunu bilimsel olarak sağlamaktır, bunu anlatamamışlar diyor. Onun kafasındaki üniversite modeli 1935 te kurulmasını emrettiği Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesidir. Mustafa Kemal in programı, kafasındaki modernleşmenin kültür boyutuyla ilgili yönünü içermektedir.

23 Bence bizim demokrasi problematiğimizi anlamak için en önemli nokta çok partili rejime geçiş noktasıdır yılında Türkiye tek parti rejiminden çok partili rejime geçiyor. Bu dönüşüm aslında demokrasinin gelişmesi ve sağlıklı gelişmesi için en önemli kırılma noktalarından biri. Bu dönüşümde bazı zafiyetler var ve kanımca bugünkü siyaset problematiğinde karşılaştığımız sorunların çoğunun altında bu sorunların çözümünü ele alınış biçimi yatıyor. Türkiye neden 2. Dünya Savaşı sonrasında çok partili rejime geçti? Bu olaya baktığımızda tarihi ötekileştirme ve belirli siyasal akımların destekleyici malzemesi olarak yazmaya başladığınızda ortaya çıkan sorunu burada da görüyoruz. Deniliyor ki dış konjonktür, yani 2. Dünya Savaşı sonrasında yeni kurulan dünya düzeni Türkiye yi böyle bir geçişe zorladı. Oysa Nihat Erim in her gün olan biteni anlattığı günlüklerini okuduğumuzda görüyoruz ki İsmet İnönü nün bu geçişte samimi bir isteği var. Eğer bu istek olmasaydı bu sürecin tamamlanması zor olurdu. İsmet Paşa çok partili rejime geçme güdüsünü kendi hatıratında şu sözlerle ifade ediyor: Ben tek partili bir rejimin başı olarak Türkiye de bulunan Sefirlerle konuştuğumda başım hep öne eğikti. İsmet Paşa, böylesine radikal bir modernleşme uygulayan bir ülkenin tek parti rejimi içinde olmasını bir ayıp gibi görüyor. İnönü, yaşlandığı dönemde katarakt ameliyatı için Fransa ya gidiyor. Orada Türk Sefiri Hasan Esat Işık. Kendisi de Sefarette kalıyor Şimdi anlatacağım anektodu Işık tan öğreniyoruz: De Gaulle ün Cumhurbaşkanlığı döneminde İnönü Fransa ya geliyor. İnönü geldiğinde muhalefetten de parti başkanlığından da uzaklaşmış olduğu halde müthiş bir karşılama yapılıyor ve bu karşılama törenleri içinde devletin televizyonundan birisi gelip İnönü ile söyleşi yapıyor. Muhabir İnönü ye kibar kibar sormaya çalışıyor. Siz tek parti döneminde Milli Şeftiniz. Ama siz bir iyi niyetli diktatördünüz gibi sözler söylüyor. İnönü genç muhabire, Evladım diktatörün iyisi olmaz. Sen hiç diktatörlükte yaşadın mı diye soruyor. Biliyorsunuz 1937 yılında Başbakanlıktan uzaklaşıp yerine Celal Bayar göreve gelince, İnönü İngilizce dersi almaya ve İngilizce öğrenirken de İngiliz Parlamenter sistemini incelemeye başlıyor. Kafasında İngiliz Parlamenter sistemine benzer bir sistemin kurulması fikri oluşuyor. Bir partinin gidip diğerinin geleceği ikili parti sistemine geçmek istiyor. Bu iki partili sistem için Cumhuriyetin iki önemli yasağının uygulanmasını düşünüyor: Birincisi sistem komünizme kapalı olacak, ikincisi de Atatürk aleyhtarlığı ve irticaya kapalı olacak. Partilerin kurulması serbest bırakıldığı zaman karşıda oluşacak gruplardan güvenilir olanı seçmesi gerektiği için İnönü Demokrat Parti yi seçer. Çünkü başında Celal Bayar bulunmaktadır. Atatürk Dönemi nin adamı olduğu için ona karşı gelmeyeceği gibi komünizm karşıtlığı da ortadadır. Çok partili yaşama geçiş sürecinde pek çok kriz yaşanıyor. Bir 12 Temmuz Beyannamesi vardır. İnönü nün Cumhurbaşkanı olarak iki tarafa karşı eşit davranacağına söz verdiği ve 14 Mayıs 1950 seçimlerinin yolunu açan bir beyannamedir. Bu GÜZ

24 beyanname yayınlandığı sırada Demokrat Parti nin bir talebi var. İnönü ye Siz parti başkanlığından ayrılın Cumhurbaşkanlığı nı tarafsız olarak yapın, önümüzdeki seçim sonrasında iki partinin adayı olarak Cumhurbaşkanlığı yürütün diyorlar. İnönü bunu kabul etmiyor. Ben başkanlıktan ayrılırsam, biz seçimi kaybettiğimizde bakın iktidardayken seçimi kaybetmeyi göze almış durumda- bizim parti dağılır diyor. Seçimi kazanan partinin karşısında ikinci partinin olabilmesi için benim başkan kalmam gerekli. Çok ilginç bir tespit, kurmay subay değerlendirmesi gibi bir değerlendirme. Bu sırada çok partili rejime geçme sürecini değerlendirirseniz ve o zaman yapılan demokrasi ile ilgili konuşmaları değerlendirirseniz bunların çok sığ olduğunu görürsünüz. Bugün bizim demokrasi olarak konuştuğumuz hemen hemen hiç bir şey konuşulmuyor. İdarenin tarafsız kalması konusunda konuşuluyor. Tabii demokrat partinin getirdiği çok önemli bir şey var, halkla siyasetçiler arasındaki mesafeyi daraltıyorlar, yakın ilişki kuruyorlar. CHP nin burada önemli bir açığı var, bu mesafeyi kısaltamıyor. Ama fikir özgürlüğü diye bir şey konuşulmuyor o dönemde. Onun için ben kendi yazılarımda 1950 den sonra demokrasiye geçildi demekten çok; çok partili rejime geçildi ifadesini kullanıyorum. Ve nihayet 1950 de kansız beyaz devrim yapılıyor. Şunu saptamamız gerekiyor: Sistemin içinde demokrasinin kalitesini geliştirecek yaratıcı bir talep yok. Yeni seçimlerde hile yapılmadan nasıl seçim yapılır meseleleri konuşuluyor. Ama fikir özgürlüğüne ilişkin bir talep tok. Demokrat Parti 22 aslında iktidara geldiği zaman çok önemli bir fırsatı kaçırıyor. Türkiye ye bir yeni demokrasi programı getirmiyor. Türkiye de ilk defa ciddi demokrasi programının tartışılması 1958 yılında CHP nin ilk hedefler beyannamesi ile oluyor. Bir anlamda DP iktidara geliyor ama demokrasi üstünde bir şey yapmıyor. O zamanki bütün konuşmalar dikkat ederseniz hızlı kalkınıyoruz, nurlu ufuklar söylemleri üstünden demokrasi tartışmasını yapmayarak gerçekleştiriliyor. Şu sorulabilir: Niye DP bu fırsatı kaçırdı? Kadrosu mu yoktu? DP tek partili rejimden gelen kadrolarla kurulduğu için böyle bir imkanı yok muydu? Bu doğru değil, çünkü DP nin içinde demokrasi programı inşa edebilecek kadroların olduğunu biliyoruz te kurulan Hürriyet Partisi böyle bir potansiyelin olduğunu gösteriyor. O kadro yeni bir demokrasi programı geliştirebilirdi. Bizde tarih yazarken genellikle bir kırılma noktası geçilince gelişmelerin o noktadan sonra gerçekleşmeye başladığı varsayılıyor. Örneğin 1951 kırılma noktası, tabii bu çok önemli, mevcut iktidar, iktidarı seçimle bir başkasına devrediyor. Olayların bundan sonra değiştiği düşünülüyor. Türkçe ezandan Arapça ezana geçildiği, İmam Hatip Okulları gibi pek çok şey bu duruma örnek olarak sayılabilir. Oysa, CHP nin 1947 de yaptığı bir Kurultay var. O kurultayın içeriğini incelerseniz, DP nin yaptığı herşeyin 47 Kurultayında CHP tarafından kabul edilmiş ve uygulanmaya konmuş olduğunu göreceksiniz. Bir anlamda döneminin radikal modernite projesinin halkın tercihlerine göre yeniden şekillenmesi yani bir popülist moderniteye geçiş 1948 de CHP içinde de gerçekleşmiş oluyor. Bu iki geçişin çok ilginç detayları var. Anadolucular grubunun CHP içinde örgütlenmesi ve demokrasiye geçişin öncülüğünü yapması, Anadolucu grubun öbür parçasını da DP içinde hemen hemen aynı noktaya getiriyor. Yani Türkiye radikal modernite projesinin fikri dayanaklarını 1946 sonrasında iki parti içinde de üretemiyor. Hasan Ali Yücel in elenmesi ve Dil-Tarih te yapılan temizlikler gibi Türkiye nin genel entellektüel yapısının radikal moderniteyi artık taşıyamadığını gösteriyor. Öyküyü sürdürecek olursak karşımıza 1961 Anayasası geliyor. Bir askeri müdahale sonrasında, yeni bir anayasa ve bu süreçte Türkiye nin fikir hayatında da sola açılma ortaya çıkıyor. Bu sola açılma genellikle yazılan, kullanılan bir şey. Ben onu sola açılmadan çok, solun sızmasına müsade etme olarak yorumlama eğilimindeyim. Çünkü 141 ve 142 sayılı ceza yasasının maddeleri sürerken, sola açılmadan çok, ancak bu tür bir sızmaya olanak veriyor. Özetle, bir Osmanlı utangaç aydınlanması var. Yeni bazı kadrolar yetiştiriyor, onlar belirli bir noktada iktidara geliyor ve köktenci bir modernite uyguluyorlar. Ama köktenci modernite demokrasiyi içermediği zaman kendisini yeniden üretemiyor, demokrasiyi içererek ürettiği de popülist bir modernite oluyor. Onun ortaya çıkarttığı siyasal kültür içinde demokrasi derinleşemiyor. Derinleşememesi dediğim zaman şu 4 özellikten söz ediyorum. 1. Demokrasi bir ahlak meselesidir önce. Demokrat olmayan adamlar demokrat bir rejim kuramazlar. Bu gayet basit. Ama demokrat olmak ne demek? Bu belirli değer yargılarına sahip olmak ve özellikle karşısındaki insanın onurlu yaşamına saygı duymak ve gerekirse kendi doğru

25 bildiklerini başkalarının doğru bildikleri karşısında geriye çekip uygulamaktan vazgeçebilmektir. Böyle bir kültür oluşmuyor. 2. Demokrasi karar verme sürecine ilişkin bir niteliktir. Halbuki bizde iktidar el değiştirmesine dayanan demokrasi şöyle çalışıyor: Ben kimin diktatör gibi karar vereceğini seçiyorum. Benim kararlarım demokratikleşmiyor. Araçsal demokrasi olayı bu hale getiriyor. Birisi diyor ki ben çoğunluğun oyunu aldım artık benim her verdiğim karar demokratiktir. Hayır. Sen diktatör gibi karar verirsin. Demek ki benim demokrasinin varlığı üstünde test yapacağım şey şudur: Karar süreçleri demokratik mi? Karar süreçlerinin demokratikleşmesi nedir? Siz çoğunluk olabilirsiniz. Çoğunluk olmanız sizin karar vermenizi değil, o çoğunluğun katıldığı karar süreçlerinin işleyişiyle ilgili bir olaydır. 3. Kamusal özne olma yolunu insanlara açıyor mu? İzin verici bir rejim haline gelebiliyor mu? Bir sistem içinde bir adam çok başarılı olup zengin olabilir bugün. Peki bu adam kendi doyumunu sağlamak için ne yapacak? Tüketim yapacak. Yat alacak, kat alacak, uçak alacak. Ama kamusal özne olma yolu yalnız siyasetçilere açık. Böyle bir şey olur mu? İnsanların da bir kamusal özne olma talebi var. Son günlerde biz bir kamusal özne olma talebini yaşadık hep beraber. Bir adam çıktı, merdivenleri boyadı. Bu bir kamusal özne olma talebidir ve pıtrak gibi yayıldı etrafa. Demek ki demokrasinin böyle bir boyutu var. 4. Temsili demokrasi kaçınılmaz olarak demokrasi açığı yaratır ve demokrasi sürekli olarak yeni keşfedilecek pratiklere açık kalmalıdır ki bu demokrasi açığını kapatsın. Demokrasiyi bilinen bir rejim değil, sürekli olarak ilerisi için keşfedilen bir rejim halinde düşünmek gerekir. İşte böyle bir çerçeve içinde bir noktaya geldik: Gezi diye bir olay çıktı. Gezi nedir? Bizim demokrasi öykümüzün geliştiği noktada yeni bir taleptir. Ve dikkat ederseniz genellikle eski siyaset kalıpları içinde yer almamış genç kuşakların, eski siyasi kültür tarafından kirletilmemiş düşüncelerini ortaya koyduğu bir taleptir. Ve bu demokrasiyi, demin söz ettiğim 4 noktada derinleştirme talebidir. Çok ilginç bir özelliği var Gezinin: Gezi araçsallaştırılmış eski demokrasi pratiğinin iflasını çok iyi gösterdi. Gezide ne oldu? Genellikle yapılan analizlerde deniliyor ki, Elektronik medya kanalıyla çok iyi etkileştiler ve bu kitleler mobilize oldu. Bu doğru ama yalnız bu yetmez. Eğer yeni bir kamusal siyaset yapma alanı olarak park olmasaydı gezi olmazdı. Parkta ne oldu? Bizim eski siyasetimizin kamu alanı miting meydanlarıdır. Miting meydanlarında bir kürsü var, bir senaryo var, kim, ne zaman, nereden, gelecek, hangi bayrağı kaldıracak belirlenmiş, hangi sloganı söyleyecek belli, katılanların bir kısmı yasaklı bir kısmı değil... Kontrol altında bir senaryonun oynanmasıdır, eski siyasetin aynen üretilmesinin senaryosunun oynanmasıdır bu. Ötekileştirmeye dayanan araçsal demokrasinin yeniden üretildiği bir alandır miting alanı. Oysa Gezide ne oldu? Kürsü yok, insanlar bir araya geldiler ve gece geçirdiler. Ve ötekileştirmeye dayanan siyasetin toplum hakkında verdiği gerçekliğin yanlış olduğunu gördüler. Onların her birinin bir öteki değil, bir araya gelen, yeni bir şey üretebilen bir potansiyel olduğunu gördüler. Dikkat ederseniz gezi olayı mevcut siyasi kadrolar tarafından bir türlü içlerinden çıkartılamıyor. Dönüp dönüp cevap veriyorlar Geziye. Çünkü Gezi başka bir şey. Gezi eski siyasetin çöküşünün ipuçlarını veriyor. Bu bir yeni kamusal alan talebi. Bir yaratıcılık alanı ve yeni bir demokrasi talebi olarak çıktı nasıl bir dönüm noktasıysa Gezinin de o önemde bir dönüm noktası olduğunu düşünüyorum. Gezi nasıl yankı yapabilir? Şimdi Geziyi ben hemen siyasi partiye dönüşecek bir olay olarak görmüyorum, çünkü Gezinin kendisini hemen bir siyasi harekete dönüştürecek mekanizmalar yok ve o mekanizmaları dışarıdan birilerinin kurarak kendisiyle entegreye etmeye çalışması boş çabadır. Gezinin getirdiği en önemli şey, bizim mevcut demokrasimizin artık doyurmadığı, hiç olmazsa yeni nesilleri doyurmadığıdır. Başbakanın ilk günkü konuşmalarını hatırlarsanız, Benim muhatabım kim diyordu. Eski siyasetin sorularını soruyor. Gezi çıktı, yeni bir talep var, bir şaşkınlık var; ve o sırada bu olayı eski siyasetçiler kapıp kaçırmak istediler. Bir kısmı eski militan siyasi kadrolar ki bunlar Geziye eklemlenerek gezinin ilk çıkışının algılanmasını bulanıklaştırdılar ve bu da eski siyasi söyleme dönmek isteyen mevcut iktidara çok iyi bir destek verdi. İki taraf da eski siyaseti yeniden üretmeye çalıştı ve kısmen ürettiler de. Ama orada bir soru soruldu, o soruyu kimse çıkartamadı. O soru taş gibi duruyor orada, dönüp dönüp o soruya cevap vermeye çalışıyorlar ama cevap veremiyorlar, çünkü araçsal demokrasi içinde o soruya yanıt verilemez. Gezi kendisinin dönüşmesinden çok Türk toplumuna getirdiği derin hayal kırıklığını göstermesi bakımından önemli. GÜZ

26 24

27 Her şeyde güzellik arar insan Aslında hepimizin bildiği bir isim. Mustafa Kemal Atatürk ün imzasını yeniden yorumlayarak bugün bardaklardan, dövmelere her yerde görmeye alıştığımız biçimini veren, kaligraf, hattat günümüz Türkçesiyle ve kendi deyişiyle söylemek gerekirse güzel yazı sanatçısı... Bu kadarla sınırlı değil tabii eserleri... Hat sanatını konuşturduğu, ilk ve orta öğretimde tüm sınıflarda görmeye alışık olduğımız Atatürk ün Gençliğe Hitabesi ile İstiklâl Marşı ve pek çok yerde görmeye alıştığımız Mustafa Kemal Atatürk portreleri de çalışmaları arasında yer alıyor. Çalışkan, güzel yazıya sevdasının nasıl başladığını şu sözlerle anlatıyor: İlkokula başladığımda öğretmenimin kara tahtaya çizdiği harflerin seslenebildiğini gördüm. Ses veren harfler beni çok etkiledi. Öğretmenimiz ilk a harfini kara tahtaya çizip bu çizgiyi okuyun dediği an hâlâ beni aydınlatır. Tarsus ta tamamladığı ilk ve orta öğreniminin ardından Güzel Sanatlar Akademisi ni kazanarak İstanbul a giden sanatçı, öğrenciliği sürerken hocası Emin Barın ile Anıtkabir in duvarlarındaki yazıları yazar. Akademi yıllarında gazeteciliğe başlayan Etem Çalışkan, Yeni Sabah, Dünya, Akşam, Milliyet ve Hürriyet gibi gazetelerde çalışmış ve 1982 yılına kadar aktif gazetecilik yapmıştır. Güzel yazı sanatına gönül vermiş Çalışkan, üretmekten vazgeçmiyor ve öğrenci yetiştirmeyi sürdürüyor. Ege Üniversitesi tarafından bu yıl beşincisi gerçekleştirilen Cumhuriyet ve Atatürk Günleri etkinlikleri kapsamında Prof.Dr. Yusuf Vardar MÖTBE- Kültür Merkezi nde Atatürk portreleri ve yazılarından oluşan karma bir sergi açan Çalışkan ile sohbet etme imkanı bulduk. Güzel yazı neden sizin için bu kadar önemli? Her şeyde güzellik arar insan. Doğada güzellik aranmıyor mu? Bahçede bile güzellik aranıyor. Efendim, bizim bahçede o kadar güzel güller açtı ki... derken başına bir güzellik kelimesi getiriliyor. Demek ki güzele ulaşma bir duygu, bir amaç. Amaç da demeyelim ama doğrudan doğruya yaradılışta var güzele ulaşma çabası. Güzele ulaşmak istemeyen biraz yoksundur, isterse kasasında milyarları bulunsun, isterse ellişer katlı gökdelenleri, yalıları olsun. Zenginlik için neleri olursa olsun ama güzellik duygusundan, güzelliği anlama, yaşama duygusundan yoksunsa, çok noksandır o kişi. Bir sözümüzü söylerken, birisine bir sözü yazı ile ulaştırırken onu herhangi bir şekilde, okunacak bir biçimde yazmak var; bir de onu güzel yazmak var. Güzel yazdığımız zaman ne oluyor? Yolumuz sanata açılıyor. Sanat ne ise güzel yazı da o sanatın yolundadır. Ben güzel yazı yazarak ve herkese de yazısının güzel olmasını söyleyerek, onları yönlendirerek, hem yazarak hem de öğreterek hizmet veriyorum. Sözümüz ne kadar güzel olursa olsun eğer yazı ile ulaştırıyorsak güzel yazı ile, sözlü olarak ulaştırıyorsak onu da güzel sözler ile güzel söyleyerek ulaştırmalıyız. Güzel sanatlar içinde resim sanatı önemli biryer tutyor biliyorsunuz. Resim sanatı ile yazı birbirinden ayrı değildir KAMPÜSTE SÖYLEŞİ e Gamze KARADEMİR EROL GÜZ

28 aslında. Ben hem resim yapıyorum hem de harflerin resmini yapıyor yani güzel yazı yazıyorum. Yani güzel yazı, güzel sanatların bir dalıdır. Öğreten için bir hizmettir, insanlık hizmetidir. Yazan içinse ayrı bir şey, bir kutsallıktır. Bence her güzel işle uğraşan, kutsal bir iş yapmıştır. İsterse bu kişi son baharda dökülen yaprakları, elinde çalı süpürgesiyle, kaldırımlardan süpüren bir işçi olsun. Onun süpürgesiyle ahenkle yaprakları toplayışını izlediğiniz zaman, zannedersiniz ki yapraklar incinmesin için öyle toplanıyor. Sözün özü güzellik her şeyde aranmalı. Peki hocam, hat sanatı, Türkçe karşılığı ile güzel yazı yazma sanatından söz edilince neden akla önce Arap alfabesi geliyor? Bilgi eksikliğinden diyelim. Çünkü aşağı yukarı Türkler İslamiyet i kabul ettiğinden beri Arap harfleri ile yazmaya başlamışlardır. Sonra Osmanlı döneminde Osmanlıca adı altında Arap harflerinden oluşan bir Osmanlı alfabesi çıkmıştır. Osmanlı dili, Türkçe konuşulan ama Arap yazısı ile yazılan bir alfabedir. Bunda bir terslik yok mu? Var tabii. Dinimiz İslamiyet. Yazılan yazı İslam dili. Dolayısıyla hat sanatı deyince yalnız İslami sözler yazılabilir, Kur an yazılabilir, ayet yazılabilir, dua yazılabilir gibi şeyler akla geliyor. Zaten hattatlarımız konularını genellikle inanç dünyasından seçmişlerdir. Öyle olunca da hattatlar, Arapça harfleri ile yazdıkları için hat sanatı denince Arapça yazılan güzel yazılar akla gelir olmuş. Ben biraz araştırdım, hat Arapça da değilmiş aslında, belki de Farsçadan geliyor: Hat çizgi demek. Hudut da çizgi değil mi, bir ülkenin hududu deriz hani. Haddini bil azarlamasında çizgini bil, sen buraya kadarsın deniyor. Bu örneklerden de anlaşıldığı gibi hat çizgi demek, Hüsn-i Hat olunca, güzel çizgi anlaşılıyor yani güzel yazı. 600 yıllık bir Osmanlı İmparatorluğu dönemi ve ondan öncesinde Türkler Arap harflerini kullandıkları için, güzel yazıya da onunla ulaştıkları için, hat deyince eski yazı yani Arap harfleri ile yazılan yazıyı akla getiriyor. Ben diyorum ki hattatım. Olmaz diyorlar bana, sen hattat değilsin. Neyim ben peki? Kaligrafsın diyorlar. Kaligrafi biliyorsunuz latince, kali güzel, graf çizgi, yazı, grafik sanatları manasına 26 geliyor. Böyle olunca kaligrafi yi ya da hüsn-i hat ı, Türkçeye tercüme edersek, güzel yazı çıkıyor. Bu nedenle de ben diyorum ki güzel yazı. Ben güzel yazıyı yeni harflerle yani Latin harfleriyle Türk alfabesiyle, bu ayrımı mutlaka yapmak lazım, yazıyorum. Sen Latin yazısı kullanıyorsun diyorlar. Hayır, ben Türk alfabesi kullanıyorum, ama Latin harfleri ile. Zaten Osmanlı dönemi hattatları da Arap harfi kullanıyor ama Osmanlı alfabesi ile. Sonuçta her iki durumda da alfabeler farklı. Arap Alafbesi ile güzel yazı yazmayı denediniz mi? Güzel Sanatlar Akademisi nde Arap harfleri ile ders veren hocalar da vardı. Ama ben afiş atölyesindeydim. Biz biliyorsunuz 1928 den beri yeni yazıyı kullanıyoruz, Latin harfleriyle, Türk alfabesiyle. Dolayısıyla afişlerimizdeki yazı yeni alfabe ile. Benim atölyemde kullanılmayan bir yazı olduğu için eski yazıyı denemedim. Aslında okuldaki diğer hocalardan da ders alabilirdim hatta akademi dışındaki hocalardan da. Öyle yapanlar da oldu. Kısacası eski yazıyı da öğrenebilirdim. Benim hocam Emin Barın, bana sordu: Etem, sen belli ki yazıya devam edeceksin, eski yazı mı yazacaksın, yeni yazı mı? Hocam dedim gördüğünüz gibi atölyemiz afiş atölyesi ve ben yeni yazı ile yazıyorum. Hem eskiyi hem yeniyi yazabilir miyim diye sordum. Olabilir. Ama birisi soldan sağa yazılıyor, birisi sağdan sola. Bilek için ters hareketler. Eğer ikisini de yazmak istersen ikisini de güzel yazabilirsin ama sanatçısı olamayabilirsin dedi,

29 Ona göre birine karar ver. Siz de Latin Alfabesi ile yeni Türk harflerinin kabul edildiği yılda doğduğunuz için bunu bir işaret kabul ettiniz ve Türk harflerini kullanmayı tercih ettiniz sanıyorum. Ben doğduğumda elbetteki yazının da doğduğunu bilmiyordum. Devrim olduğunu bilmiyordum. Ancak sonradan övünme payı olarak kullanıyorum ben bunu kendime. Atatürk ün resimlerini çizmek, imzasını stilize etmek çok önemli işler. Ama Anıtkabir in duvarlarındaki yazıtların yazılmasında görev alışınız belki de erken yaşınızda böyle bir şansa eriştiğiniz için hayatınızın en önemli anlarından biri olmuş olsa gerek. Tabii ki. Ben 1951 yılında İstanbul a geldim, Güzel Sanatlar Akademisi ne öğrenimimim birinci yılı ise ikinci yılı. Birinci yıl Sabri Berkel Hocamın desen çalışmalarıyla geçer. Ona galeri denir. Desen atölyesinde başarılı olanlar ikinci yıl atölyesini seçme hakkı kazanır. Afiş atölyesi var, kumaş desenleri var, resim var, heykel var, iç mimari var Ben afiş istiyordum, onda yazı olduğu için. Kaydımı oraya yaptırdım. Emin Barın Hocam afiş atölyesinde yazı hocasıydı. Bizim dönemimizde Güzel Sanatlar Akademisi nde ayrıca yazı dersi yoktu. Yazı dersini biz afiş atölyesinde görüyorduk, yazıyı orada öğreniyorduk, o da haftada bir-iki saat. Ne kadar öğrenilirse. Ama yeteneğinde yazı var ise, içinde sevgisi var ise yani bendeniz gibi, yöneliyorsun yazıya tabii. Hoca ile benim tanışmam ayrı bir tesadüftür, bir rastlantıdır, güzel bir rastlantıdır. Burada onun hikayesine girmeyelim. Öğrenimimim ikinci yılına başladım, 1952 nin ayları bitti. 53 geldi, Haziran da okul tatile girdi. Hocam, Etem yazın memlekete ya da başka bir yere gitme burada kal. Seninle beraber çalışacağız dedi. Hocam benim de gittiğim yok zaten dedim. Anıtkabir kitabeleri yarışmasını ben kazandım dedi, Sen de yardım edeceksin, beraber yazacağız. O andaki duygumu hiç sormayın ben de hatırlayamıyorum ne olduğunu. Ama 25 yaşında sanata yeni başlamış biri olarak gerçekten çok önemli ve tarifsiz bir his olmalı. O bir. İkincisi, İstanbul Anadolu dan gelenler için başka bir dünya. İstanbul a, hâlâ şaşkınlığım geçmemiş ki benim... Birden bire ders veren hocanın asistanı gibi oldum. Yardım edeceksin kelimesi ne demek, yanında duracaksın. Çok güzel bir şey. Heyecanlandırdı beni. Heyecanımın da ne olduğunu anlamadım Şaşkınlık Ve öylece her biri bulunacakları kulelere göre nutuktan seçme cümleler olan Anıtkabir kitabelerini yazma işine başladık. Hocam eskizlerini yaptı. Oturduk beraber harflerini yaptık. 60 yıl geçti aradan, hâlâ bende durur Anıtkabir harfleri. Kokluyorum, 60 yıl öncesi kokuyor. Ve bütün yaz ben o yazıları, Güzel Sanatlar Akademisi nin uzun, geniş koridorlarında yazdım. İlk hocam Sabri Berkel de oradaydı. Onun gravür atölyesi vardı, orada gravür çalışırdı yazları, bir yere gitmezdi. Onunla beraber, o gravür atölyesinde salonda bazen çay içerek bazen sohbet ederek geçirdik yazı. Bunlar güzel şeylerdi. Anıtkabir gibi devletin temeli olan bir yapının içinde emeği olabilmek, sanata ulaşabilmek güzel şey. Benim ilk kez sanatla, duvarla karşı karşıya gelmem de orası. Ama hâlâ Anıtkabir e her ziyaretimde daha öğrenciyken hocamın söylediklerini çok iyi kavradığımı fark ediyorum. Tarihi bir olay bununla da övünüyorum. Hocamın bile benim için onur diye tarif ettiği ve çalışmaları içinde en öne koyduğu böylesi önemli bir projede daha öğrencilik yıllarımda görev alabilmiş olmak benim için tarifsiz bir onur ve gurur kaynağı. Mutlaka... Sergi açılışınız öncesinde Atatürk ün harflerinden yeni bir yazı örneği çıkarmaya çalıştığınızı, ancak hâlâ üzerinde çalıştığınızı söylediniz. Tam olarak nedir yapmaya çalıştığınız, Atatürk ün harfleriyle bir font (belirli bir tip ve boydaki harf takımı) yaratmak mı? Hayır, Atatürk ün el yazısına benzer yeni bir stil yaratmaya çalışıyorum. Ama hâlâ başaramadım. Onun yazısının aynısını yazabiliyorum da ona benzer yeni bir yazı yaratmak işini henüz başaramadım. Onun yazısında hissedebilene bambaşka izler var, örneğin müthiş bir kararlılık var. Sözlerindeki kararlılığı ve keskinliği yazısında da bulabiliyorsunuz. O izleri taşıyabilecek başka bir alfabe henüz yaratamadım. Bugün pek çok yerde karşımıza çıkan Atatürk ün imzasını Çalışkan stilize etti. Çalışkan ın kaleminden çıkan K. Atatürk imzası ilk olarak yine kendisi tarafından çizilen bir Atatürk portresi ile birlikte 1969 yılında Hürriyet Gazetesi nde yayınlandı. Çalışkan:...Güzellik duygusundan, güzelliği anlama, yaşama duygusundan yoksunsa, çok noksandır o kişi. Bir sözümüzü söylerken, birisine bir sözü yazı ile ulaştırırken onu herhangi, okunacak bir şekilde yazmak var, bir de onu güzel yazmak var GÜZ

30 28

31 İmzasını stilize ederken imzaya taşıyabildim o kararlılığı. O bugün her yerde gördüğünüz Atatürk imzası, 1969 da Hürriyet Gazetesi nde birlikte çizdiğim Atatürk portresi ile birlikte yayınlandı. O günden beri, özellikle son yıllarda beni en çok sevindiren şeydir, her yerde görüyorum, seyahatlerimde kollarda görüyorum. Evet dövme yaptırıyorlar. Atatürk ün imzası daha önce de vardı. Eğer onu güzel bir biçimde aslını yitirmeden ama biraz daha kaligrafik diyelim hadi, ya da güzel yazı ile yazarsanız, biraz daha özenli hale getirirseniz, özentili değil özenli hale getirirseniz, daha etkili oluyor. Etkileyicilik kendiliğinden geliyor. Evet hiç kimse bilmez o imzanın, benim 1969 yılında Atatürk ün portresi ile birlikte stilize ettiğim Atatürk ün imzası olduğunu. Son bir soru. Bilgisayar kullanımı biliyorsunuz artık çok yaygınlaştı. Yazılarımızı daha çok bilgisayarda yazmaya başladık. İlerlemenin karşısında olan bir kişiliğim yok benim. İlerlemede karşı durduklarım var. Nerede karşı dururum. Eğer sanatı oraya bağlarlarsa, ben teknolojiye karşı dururum. Bir çok yerlerde geleneksel el sanatlarımız diye kuruluşlar var. O zaman onun karşısına futbolu koymak lazım, ayak sanatı olarak. El sanatı diye bir şey olmaz. Geleneksel diye bir şey olmaz. Sanat sanattır. Onun için bilgisayarın karşısına sanatı koyamayız. Bilgisayar rüya görür mü? Tabii ki görmez. Demek ki bilgisayar düşünmez de. Düşünmeyen bir aletin yazdığına nasıl sanat diye bakarız. Bir alfabeyi aktarıyorlar. Bakıyorsun alfabe güzel. Onu kelime haline getirdiğinde o uzantılar, gereksiz yerde, birleşmemesi gereken yerde birleşiyor, ne oluyor o zaman? Efendim güzel yazı mı? Hayır olmadı. Ben ve hattatlar ve güzel yazı sanatçıları ve kaligraflar bir noktayı bile sonucunda okutucu bir işarettir, ı yı i ye çeviren işarettir, ama o noktanın yerini güzellik arayarak değiştirebilir, ölçüsünü değiştirebiliriz. Bir nokta için bile arayış içinde bulunarak yazı yazanla bilgisayar bir olur mu? Yeter mi bilgisayara bu kadar karşı durmak? Ama bilgisayardan çok şey öğreniyoruz, bu gerçeği unutmamak lazım. Bazen de yanlış öğreniyoruz, bilgileri doğrulamak lazım. Güzel Sanatlar öğreniminin ikinci yılı bittiğinde, hocası Emin Barın Anıtkabir Kitabeleri yarışmasını ben kazandım. Sen de yardım edeceksin beraber yazacağız der Çalışkan a. O yaz memlekete gitmeyip o yazıları yazan Çalışkan, daha öğrencilik yıllarında böyle dev bir projede yer almış olmanın tarifsiz bir onur ve gurur kaynağı olduğunu söylüyor. GÜZ

32 MAKALE Prof. Dr. Nuri BİLGİN Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Psikoloji Bölümü Cumhuriyeti anlamak Toplumumuzun temel siyasal sorunlarını, düşünce piyasasına egemen olan düşüncelerin dışında yeniden düşünebilmek çok zor. Konformite olgusu nedeniyle, fikirlerin sosyal olarak nasıl göründüğü büyük önem taşıyor. Bu yüzden doğru gibi görünen yanlış fikirlerle birlikte yaşamaya alışkınız. Zor değil bunlara kapılmak. Çünkü psiko- sosyal risk ve pahaları karşılaştırıldığında tek başına haklı olmaktansa, birlikte yanılmak çok daha rahat. Belki de bu nedenle yanlış gibi görünen doğru fikirler olabileceğini hiç aklımıza getirmiyoruz. Cumhuriyet, hayatımızın hemen hemen her alanında ve sıklıkla karşılaştığımız, iyi tanımlanmamış, muğlak kavramlardan, sosyal bilimler literatüründeki teknik terimiyle belirsiz kavramlar dan (fuzzy concept) biri. Siyasal tartışmalarımızın anahtar kavramlarından olmakla birlikte, çeşitli kullanımları dikkate alındığında büyük bir belirsizlik taşımaktadır. Felsefi, sosyolojik, siyasal, antropolojik, sosyal psikolojik yanları var. Cumhuriyet konusunda birbirinden az çok farklı analizler yapan çeşitli yazarlar, Cumhuriyet fikrinin birkaç temel boyutunu öne çıkarmaktadır: 1. Kamusal alanın hukuk kurallarıyla yapılandırılması 2. Politikanın önemi ve politik alanın özerkliği fikri 3. Yurttaşlığın tesisi ya da yurttaş olarak insan fikri 4. İnsanın gelişebilir bir varlık olduğu fikri 5. Politik topluluğun ya da ulusun kavramsallaştırılması 6. Entegrasyon ilkesi Ortak iyi ve genel çıkara önem verme 8. Kamusal alana katılımın yüceltilmesi 1. Kamusal Alanın Hukuk Kurallarıyla Yapılandırılması Hukuk temelli bir kamusal alan fikri, cumhuriyetçi anlayışın çeşitli düşünceler tarafından (Spinoza, Rousseau, vb) vurgulanan önemli bir niteliğidir. Cumhuriyet, özgürlüklerin birlikte varoluşunu sağlayarak bireysel özgürlüğü garanti eden bir kurumsal alanın oluşturulmasını gerektirir. Bu, her bireyin kendinin evrensel bilincine ulaştığı, kendi özel çıkarını herkesin çıkarından ayırmamayı öğrendiği bir yurttaşlık alanıdır. (Moscovici, 1994; s.146) Bu kamusal alan, hem birlikte yaşamayı (ortak- yaşamsallık), hem de bireysel özgürlükleri mümkün kılar. Bu anlayışta kurumsal alan, her bir insanın kendi özel dünyasında, herhangi bir sorgulayıcı gücün baskısını hissetmeden, kendi öz amaçlarını izlemesinin koşuludur. Bu nokta demokrasi ile cumhuriyetin birbirine eklemlenme eksenini oluşturur. Literatürde, Aristoteles e dayandırılarak irdelenen bu ilişkiyi, Kriegel (1994) şu şekilde analiz etmektedir: Aristoteles, iki tip otorite ayırt etmektedir; birincisi, Efendi nin köleler üzerinde olan otoritesi olan despotes, diğeri devlet adamının özgür insanlar üzerindeki otoritesi olan politikos. Ona göre, babanın çocuklar üstündeki otoritesi birincisine, kocanın karısı üzerindeki ikincisine örnektir. Bunlardan birincisini monarşik, diğerini cumhuriyetçi olarak adlandıran Aristoteles, bu doğrultuda, iki tip toplumdan söz etmektedir: Kişisel çıkara göre örgütlenen despotik toplumlar ile ortak çıkara göre örgütlenen cumhuriyetçi toplumlar. Bu ortak çıkarı kimin yöneteceği, kimin savunacağı sorusu, yönetimin tarzını gündeme getirmektedir. Yönetim tarzı, ortak çıkarı yönetecek olan kişi ise otokrasi, bir grup ise aristokrasi, halk ya da en büyük sayı ise demokrasi olacaktır. Buna göre, ortak çıkarları savunan tüm yönetimler cumhuriyetçi olabilir. Kriegel e göre demokrasi, iktidarı kimin icra edeceği, cumhuriyet ise iktidarın ya da politikanın objesini, yani neyin yönetileceği sorusuna göndermekte ve bunu kamusal alan (ortak çıkar) olarak belirlemektedir. Cumhuriyet, ortak çıkarı amaçlayan ve otoritenin özgür insanlar üzerine yasalar yoluyla icra edildiği bir toplum tipini tanımlamaktadır. Nasıl ki demokrasi, egemenliğin ayrımsız olarak tüm yurttaşlara ait olduğu bir egemenlik tarzı olarak otokrasi ve aristokrasiden farklı bir egemenlik biçiminin ifadesiyse, cumhuriyet de despotizme karşı bir yönetim tarzının ifadesidir. Bu açıdan despotik demokrasi olabileceği gibi, aristokratik veya otokratik cumhuriyetler de olabilir. İki boyutun birbiriyle çaprazlanması, hiç değilse teorik planda, birbirinden farklı tipler doğurmaktadır. Ancak genel olarak bir despotun kendi kendine saptadığı yasaları uyguladığı, genel iradenin, hükümran olanın özel iradesi gibi icra edildiği despotik yönetim biçiminden farklı olarak cumhuriyet, yasama ve yürütme güçlerinin ayrıldığı, yasamanın ön planda olduğu bir yönetim tarzıdır. Özetle belirtmek gerekirse, modern anlamda Cumhuriyet büyük ölçüde

33 hukuk devleti anlamına gelmektedir. Nitekim Rousseau, cumhuriyeti, yasalarla yönetilen devlet olarak nitelendirirken; Spinoza da tüm modern cumhuriyetlerin hukuk devleti, tüm hukuk devletlerinin de cumhuriyet olduğunu belirtmektedir. (Kriegel- 1994). Cumhuriyetin bu boyutu, özgürlüklerin birlikte varoluşunu sağlayarak bireysel özgürlüğü garanti etmektedir. 2. Politikanın Önemi ve Politik Alanın Özerkliği Fikri Cumhuriyet politikaya özel bir önem verir. Politikanın özerkliği, esas olarak XVII. yüzyıl kökenli rasyonel düşünceye paraleldir. Politika bir başka alana (moral, ekonomi, bilim, din) indirgenemez. Cumhuriyetçi anlayışa göre kendi imkanlarıyla ve olabildiğince akıl ve iradeyle kendi tarihlerini yapmak ve ortak varoluşlarının tarzlarını bulmak, sadece insanın işidir; insanlara düşer; politik otorite veya sitenin organizasyonu, bir başka temele dayanmaz; yasayı yapan şey, ne doğa, ne doğa üstü, ne töredir. Yasa insanlar tarafından, insanlar için yapılmalıdır; yani yasayı yasaya itaat edecek olanlar yapmalıdır. Bu noktadan itibaren, madem ki herkes yasaya itaat edecektir, ırk, servet ve hatta yetenek ayrımı olmaksızın herkesin yapması gerekir yasayı (Moscovici, 1994). Politika Moscovici nin de belirttiği gibi, iktidarın sevilmeyi aramaksızın uygulanmasını ve itaat edilmesini öngörür. Bunun da temelinde politikanın niyetlere göre değil, edimlere göre yargılanması gerektiği ilkesi vardır. Cumhuriyet, iradi olanı uygulaması dolayısıyla, politikayı bir kader gibi, geçmişin ürünü gibi değil, bir icat gibi ya da proje ürünü olarak görür (Rouquette, 1988). İnsanlık tarihinde, bu her iki anlayışında geçerli olduğu örnekler vardır. Ama cumhuriyetçi fikir, tarihin cereyan edişini, daha önceden kazanılmış zorunlulukların sonucu olarak görmek yerine, toplumların kendi kaderlerinin hakimi ve yenilik, devrim, reform yapma kapasitesine sahip oldukları sayıltısını taşır. Cumhuriyetçi anlayışın politikaya yaklaşımında, hakikate sahip olma iddiası yoktur. Politika genel olarak hakikatin değil, kanaatlerin alanıdır; burada ulaşılamaz mutlak hakikat değil, insani doğru gibiler önem taşır. İnsanlar tarafından kabul edilebilir veya onlara doğru görünen önemli olunca, bunun yolu da bellidir; bunlara, Beauvois nın (1994) deyişiyle, kamu önünde argümantasyonla ulaşılır. Hakikate değil, doğru gibiye ulaşma sanatı olan argümantasyon, yurttaşın birinci yetkinliğidir (kompetans); herkes onu başarabilmelidir; zira hakikat kendini dayatır (silahla, vs) kabul edilebilir olan ise argümente edilir. Bu anlamda cumhuriyet, çeşitli söz almaların ve farklılıkların varlığını sürdürmelerinin sağlayan bir aygıt, bir çerçeve gibi düşünülebilir. Herkesin, kendini diğerleri önünde, herkesin çıkarı için makul varlık olarak ifade etmesi, bu sayede mümkün olabilir. Nihayet bu boyut, cumhuriyet ile laiklik arasındaki sıkı ilişkinin teorik zeminine işaret eder. Cumhuriyet toplumu düzenlemeyi ve kamu otoritesini ele geçirmeyi hedefleyen din ya da mezheplerle bağdaşmaz. GÜZ

34 Her türden ayrımcılık ve dışlamaya karşı olan cumhuriyet, bütünleşmeyi ilke edinir... Bu nedenledir ki cumhuriyetin okulu, ilkesel olarak otoriteyi, akıl ve deneyime dayandırır, özgür incelemeyi ve gelişmeyi hedefler. Böylece çocukları, aidiyetlerinin baskısından ve cemaatçi taleplerden korumaya çalışır. Moscovici ye (1994) göre, özü itibariyle bir otorite anlayışı olan ve bu anlamda, politik otoriteyi de kapsayan laiklik, toplumsal güçlerin birbirine göre ilişkisini ve organizasyonunu düzenler ; laiklik, aklın yasamasına sığmayan, onun dışında kalan bir alanın (inanç alanı) varlığını kabulü yasaklamaz, ama şu koşulla: Bu alandaki tercihlerimiz diğerlerinin başka tercihler yapmasını engellememeli ve tercihlerimiz aklın, kendi alanındaki yasamasına karşı olmamalı. Bu temel koşul, kamusal alanın akıl tarafından yönetilmesini talep eder: Burada akıl Dekart ın herkeste ortak olan şey olarak nitelediği bir melekedir. Cumhuriyet, politika, inanç özgürlüğünü korumak için herkeste ortak olan akıldan hareket etmeli düşüncesini taşır. Politikanın özerkliği boyutunun, pratikteki hedefi ve/veya sonucu, laikliğin tesisidir. 3. Yurttaşlığın Tesisi ya da Yurttaş Olarak İnsan Fikri Yurttaşlığa dayanmayan cumhuriyet yoktur. Cumhuriyetin yurttaşı, aklın idealine, serbest araştırmaya, özerk yargıya bağlı bir insandır, sürekli olarak dünyayı anlamaya, bilgi edinmeye çalışır. Hayatta en hakiki mürşit ilimdir sözü, bu anlayışın ifadesidir. Yurttaşlığın, salt anayasal anlayışı ile belirli bir yaşama ve düşünme biçimine katılma anlayışı gibi iki uç arasında yer alan pek çok versiyonu mevcuttur. Son yıllarda yurttaşlığa dayalı cumhuriyetçilik anlayışının yükseldiğini öne süren Mouffe a (1998) göre, yurttaşlığı salt yasal bir statüyle, pasif bir durumla 32 ya da Devlete karşı bireysel hakların savunulmasıyla sınırlandıran anlayış gerilerken aktif yurttaş anlayışı güçlenmektedir. Pratikte yurttaşlık, sadece yasal veya anayasal bir sorun değildir; bireyin topluluk içinde yer alma tarzı ve politik iktidarla ilişki tarzını da içerir. Devlet ile toplum arasında karşıtlık gören, yani Devleti topluma dışsal ve ona dayatılan bir güç gibi gören anlayış bir yana bırakılırsa, yurttaşlık belirli bir yaşama, düşünme ve inanma biçimine katılmayı içerir. Yurttaşlık kavramı, hem bir kamu alanını ve bunun dışını, hem de bu alanın içerisinde, çizgisi sürekli değişen iç sınırları ayırt etmekle düzenlenir (Balibar, 1987). Buna paralel olarak Cumhuriyetin yurttaşlığı sadece haklarıyla tanımlanan bir insan değil, yükümlülükleri de bulunan bir insan tasarımına sahiptir. Pek çok yazar (Zolo, Habermas, vb), yurttaşlığın en makul anlamının, cumhuriyetçi bir anlam olduğu görüşündedir. Yurttaşlığın cumhuriyetçi boyutu, Habermas ın terimleriyle ifade edilirse, siyasal- öncesi topluluk (ki bu toplulukta bütünleşme, gelenek, kuşaktan kuşağa geçiş ve ortak dil ile başarılır) üyeliğinden ayrılır. Yurttaşlardan oluşmuş bir ulusun kimliği, etnik veya kültürel benzerliklerden değil, iletişim ve katılım hakları gibi haklarını uygulayan yurttaşların kendi pratiğinden oluşur (Zolo, 1993). Moscovici nin (1994) işaret ettiği üzere, cumhuriyetin yurttaşlığı, ulus- devletin yurttaşlığıyla örtüşmez. Burada yurttaşlık, insanların, karar, değerlendirme, danışma ve icra mekanizmalarına daha fazla katılım iradesi göstermelerini, karşıiktidarlar oluşturmalarını gerektirir. Bunlar, insanın azınlık konumundan çıkmasının koşullarıdır. Bu anlayış AB sürecinin de önemli bir boyutudur. Zira AB de çocuklarda geliştirilmek istenen yurttaşlık duygusu, a) tüm hakları ve görevleri yanı sıra bunlardan kaynaklanan sorumluluklarıyla birlikte bir yurttaşlar topluluğuna ait olma bilincini taşımak; b) bu hak ve görevlere saygı gösterme istek ve iradesini taşımak, c) sorumluluklarını üstlenmek, d) tolerans, adalet,

35 kamu yararına saygı, işbirliği yapma ve sorumluluk duygusu taşıma gibi nitelikleri varsaymaktadır (European Association of Teachers, 2003). 4. İnsanın Gelişebilir Bir Varlık Olduğu Fikri İnsanın gelişimine inan, sivil toplumdaki dinamiklerin, insani değerlerin dışına doğru gitmesine karşı bir emniyet supabı oluşturur. Durkheim ın insanın özü ideali tasarlamak ve gerçeğe eklemektir sözü, cumhuriyetçi yaklaşımın özünü yansıtan bir ifade olarak görülmektedir. İnsan, en azından eğitim ve sosyalleşme sürecinin başında, dolayımsız çevresine bağlı bir varlıktır. Coğrafî ve psiko- sosyal mesafe kurallarına bağlı olarak, yakın olana, burada ve şimdi olana daha çok önem verir. İnsan, günlük yaşamında, yakın düzene teslim olmaksızın uzak düzene de geçebilen, yakın düzende hapsolup kalmaksızın uzak düzene de açılabilen bir varlık gibi tasarlanmaktadır. Örneğin, kentsel ortamda cumhuriyetçi anlayış, yakın düzene teslim olmayıp uzak düzenle de ilgili olmak, yani salt sokağına, mahallesine hapsolmak yerine, diğer mahallelere de duyarlı olmak demektir. Kültürel planda da aynı şey söz konusudur. Konumuz açısından kültürün belli başlı üç tanımı (Grosser, 2003) esas alınabilir. Birincisi, kültürel ve sanatsal zenginliklerin ve ürünlerin bütünü olan kültürdür. İkincisi, etnolog ve antropologların kültürü, üçüncüsü, 18. yüzyılda ortaya çıkan Aydınlanmanın kültürü, yani ikinci kültürle aramıza mesafe koymamızı, onu sorgulamamızı ve başka aidiyet kültürlerini de değer vermeyi sağlayan kültür anlayışıdır. Burada yakın düzenden uzak düzene geçebilmek, dünyayı, ikinci kültürün sınırları dışında da görmeyi içermektedir. Cumhuriyetçi fikrin özü, şu tür sorularda yansımaktadır: Kopmadan kendimi nasıl özgürleştirebilir, nasıl aidiyetlerime zarar vermeden aidiyetlerime mesafeli durabilirim? Kökensel kimliklerimden kazanılmış kimliklere nasıl geçebilirim? Cumhuriyetin cemaatlere karşı tavrı, bu ayrımda görülmektedir. Cemaatçiliğe kaymadan da cemaatler korunabilir. İnsan, aynı anda bir geleneğin ve cumhuriyetin üyesi olabilir. Bu, modern demokratik özneyi ifade eden aynı anda hem kendisi, hem de bir başkası olma durumudur (Tenzer, 1995). Üstelik cumhuriyetçi anlayış, bir bakıma cemaatçilikten daha çoğulcu bir nitelik taşır, çünkü cemaatçilikn cemaatçilerin çoğunda görüldüğü gibi, insan, bir tek cemaatin üyesi olarak görürken, gerçekte insanlar, birbiriyle çelişkili de olabilen birden çok cemaatin üyesi durumunda bulunmakta, çoğul bir özne portresi çizmektedir (Mouffe, 1994). Cumhuriyetin insanı, aynı zamanda insan haklarının da insanıdır. Çünkü Taguieff in (1988) işaret ettiği gibi insan haklarında, bir yandan, insanın kendisine neyi hak görebileceğinin ifadesi, öte yandan kendi kendini belirleme melekesi anlamında kişinin özgürlüğü fikri vardır. Ama bu ikisinden de derinde, insan haklarının talep edilmesinde, modern anlamda insanın mükemmelleştirilebilirlik imtiyazına sahip olduğu fikri vardır. Bu yaklaşım insan koşulunun iyileştirilmesi talebini ve inancını içermektedir. Taguieff e (1988, 1996) göre insan haklarının derin anlamı şudur: İnsanlar bir takım davranışları sonsuza dek tekrarlamayacaklardır. İnsanların kaderi ne onları belirleyen içgüdüsel programlarında, ne de onları ayıran kültürel kodlardadır. Bunlar aşılabilir ve aşılmalıdır. İnsanlığın hayvanlığa hakim olması esastır. Bu boyut, pratikte, cumhuriyet ve demokrasi terimleri altında zaman zaman yürütülen polemiklerin de esasını oluşturmaktadır. Demokrasinin polemik anlayışlarına egemen olan, sivil topluma karşı çıkmamak veya halkın istediğini her zaman doğru saymak gibi kaba anlayışlar, cumhuriyetçi anlayışla bazen karşıtlık göstermektedir. Örneğin, basında son zamanlarda geniş yer bulan haberlerden AİDS li çocuğun diğer çocukların ana babaları tarafındanokuldan dışlanması (bkz. S. 22; 28 Eylül 2003 tarihli gazeteler) veya bazı sorumluların, tecavüze uğrayan kadınların tecavüz edenle evlenmesini salık vermesi cumhuriyetçi fikirlerle taban tabana zıt görünmektedir. İnsanın gelişebilirliğine ve gelişmesi gerektiğine inanç, pratikte, tüm cumhuriyetçi toplumlarda, eğitimin önem kazanması ve okulun toplumun temel bir kurumu olması sonucunu doğurmaktadır. 5. Politik Topluluğun Kavramsallaştırılması ya da Ulusun İnşası Cumhuriyetçi anlayışta politik topluluk ya da halk, yasaların genelliğine dayalı bir tarihsel ve politik bir topluluk olarak, bir başka deyişle özneler topluluğu veya sitesi şeklinde kavramlaştırılır. Bunu Kintzler in (1996) analiziyle şu şekilde açabiliriz: Çeşitli genel fikirler gibi halk kavramı da, ya benzerleri birleştirme yöntemiyle ya da soyutlama yöntemiyle oluşturulabilir: Birinci halde, etnik, ırksal veya kültürel bir anlayışla, bir takım gözlenebilir özelliklerden (davranışlar, ritler, alışkanlıklar, töreler, inançlar) hareketle bazı insanlar birleştirilir: Camiye gidenler veya camiye gitmeyenler, çok eşliler veya tek eşliler, falanca bölgede oturanlar veya oturmayanlar, bir tarikatın (ya da bir etnik grubun) üyesi olanlar GÜZ

36 veya olmayanlar, vb. Bu tarz birleştirmeler daima bir dışlama varsayarlar. Bu tür kavram oluşturma, uzun bir dönem boyunca, ırkçı kategorilendirmelerin temeli olmuştur. Burada, kendi kendimize oluşturmadığımız bir dış ilkeye, tartışmasız kabul edilen ve inanılan bir şeye göre toplanılır ve meşruiyet sorunu yoktur. İkincisi, politik birleşme tarzıdır. Burada halk kavramı, olgusal cevaplara göre veya inançlara dayandırılarak doğrulanmaz. İnsanların bir halk olarak toplanması, doğal bir veri gibi düşünülmez. Bu, köklerden kopmayı gerektirmez, hal, kendini, temellendirilmesi gerekli bir inşa olarak temsil eder. Bu temeller konusunda, bir geleneğe veya kutsal bir güce değil, kendine hesap vermek durumundadır. Politik, inşacı yaklaşımda, hiç kimse, bir aidiyet zorunluluğuna tabi değildir ve hiçbir cemaat, kendi dünya görüşü adına hüküm süremez. Cumhuriyetin inanca değil, yasaya ihtiyacı vardır. Yasa, herkesi herkesten ve herkesi kendi cemaatinden korur (Taguieff, 1996). Bu anlayış, pratikte, yurttaşlığı soydaşlığa üstün tutan, inşacı, sözleşmeci bir ulus anlayışına yol açmıştır (Bilgin, 1995). Farklı etnik kökenlerden insanların aynı ulus veya siyasal toplulukta birleşmesi, bu tür bir anlayışta mümkün olabilmektedir. Ancak Moscovici nin de (1994) özenle vurguladığı gibi, burada zorunlu olarak, bir ulus- devlet anlayışı söz konusu değildir. 6. Entegrasyon İlkesi Cumhuriyetçi fikrin bir diğer özelliği, her türden dışlamanın karşısında olmasıdır. Bu ilke, yukarıdaki boyutun doğal bir uzantısı gibi düşünülebilir. İki halk anlayışından birincisi, Kintzler in (1996) belirttiği üzere, kendi kendini sunan bir şeye gönderdiğinden her türlü entegrasyon fikrini dışlar; eğer bir başkası kendini sunarsa, başkası 34 olarak sunacaktır; burada iki şey mümkün; bu başkası ya dışlanır, ya benzer kılınarak yutulur. Irk, kan, dinsel veya etnik aidiyet terimleriyle düşünüldüğünde hedef, dışarıda genişleme, içeride tek biçimlileşmedir. Entegrasyon kavramı, ancak politik toplanma tarzında anlamlıdır. Çünkü bu tarz, ancak entegrasyonla meydana gelebilir. Burada insanın kendini kendi varlığından koparıp yurttaş olarak düşünmesi gerekir. Bu anlamda hiç kimse, politik bir topluluğun doğal üyesi değildir; ama herkes üye haline gelebilir. Kintzler e göre cumhuriyetçi anlayış, herkesin kendisini, entegrasyon çerçevesinde düşünmesini öne çıkarır. İnsanların ortak yasalara razı oluşuna dayalı bir bütünde örgütlenmesini içeren entegrasyon, hem parçalanmaya hem de tek bir biçimde erimeye aykırıdır. Bu anlamda cumhuriyetçi fikir, cemaatlere değil, cemaatçiliğe karşıdır. Yurttaşlık basit bir hukuk ilişkisinin ötesinde bir anlam taşıdığı ölçüde, birleştirici ve bütünleştiricidir. Cumhuriyetin yurttaşlık anlayışı, topluluğa entegrasyonun belirli bir tarzını öne çıkarır. Yurttaşlar, topluluğa, onun geleneksel değerlerini ve tarihini benimseyerek entegre olur. Ancak Canivez in (1995) belirttiği gibi, hiçbir politik topluluk, her toplulukta hakim gelenekler olsa da bir tek geleneğe dayanmaz. Öyleyse topluluğun kültürüne entegrasyon, bu geleneklerin birlikte var olması veya bazılarının çok bilinçli bir kültür olarak birbirinde kaynaşması imkanını sağlayan ilke ve değerlere katılımı varsayar. Entegrasyon ilkesi, bundan sonra ele alacağımız üzere (Cumhuriyetin kamu yararına verdiği önem), pratikte sosyal adalet ve sosyal dayanışma çabalarında somutlaşmaktadır. Debray ın (1989) deyişiyle gelirler arasında 1 e 50 oran bulunan yerde, cumhuriyetten bahsedilemez. Cumhuriyetçi entegrasyon marjinalleşme, sosyal dışlanma, gelir farkları, vb. dikkate alınmadan sağlanamaz. Cumhuriyetçi fikrin kapsadığı entegrasyon ilkesi, sosyal adalet anlayışını da beslemektedir. Cumhuriyetçi entegrasyonun, tarihsel olarak üç temel kurumu, okul, askerlik hizmeti ve istihdamdır. 7. Ortak İyi ve Genel Çıkara Önem Verme Etimolojik kökeninden de (Respublica) anlaşılacağı üzerine Cumhuriyet, ortak iyiyi ve genel çıkarı öne çıkarır. Bu ister istemez yurttaşlar arasında örtük bir ahlak kontratının varlığını, Moscovici nin (1991) deyişiyle, dürüstlüğü ve sosyal morale uymayı içeren erdem fikrini gerektirir. Bir takım değerlerin kabulüne dayalı bu tür bir erdem anlayışı, farklı bakış açılarının birlikte bulunmasını ve diğerine saygıyı, günlük yaşama taşır. Kamusal saygı ve politik sürece katılım önem kazanır. Cumhuriyet kavramının en uygun eşdeğerinin, 16. yy. Almancasındaki gemeinwolh (genel refah) sözcüğüyle aynı kökten gelen, İngilizce commonwealth, yani common weal (kamu yararı) olduğunu vurgulayan Berman a (1998) göre, cumhuriyet fikri, belirli bir yöneten biçimiyle özdeşleştirilerek tüketilemez. Bu boyut, liberaller ve komünoteryenler arası tartışmalarda da gündeme gelmekte ve cumhuriyetçi anlayışın bu ikisi arasındaki konumu sorgulanmaktadır (bkz. Spitz, 1993; 1995; Petitt, 1998; Bilgin 1998). Cumhuriyetçilik insanın doğasının sosyal olduğunu varsayar. Bireyler arasındaki ilişkileri düzenleyen hakkaniyetli bir kuralın bulunmasının, iyi düzenlenmiş bir toplum oluşturmaya yeterli olmayacağı ve her toplumda insanların belirli bir iyi yaşam anlayışını (politik katılıma dayalı yaşam) izledikleri görüşündedir. Spitz in (1995) ifadesiyle, insanın kimliğinde, içinde yaşadığı toplu-

37 luğun amaçlarına katılmak esastır; cumhuriyetçi ideal, bu anlamada toplulukçudur (komünoter). Cumhuriyetçilik, belirli bir cemaatin hayat tarzına sıkıca bağlı kalacak bir siyasal yapı (devlet) arayan cemaatçilikten (komünotarizm) farklı olarak, herhangi bir tikel iyi kavrayışına bağlı değildir (liberalizme yakın), yani özsel bir iyi yaşam anlayışını savunmaktadır. Bireysel özgürlüğü temel alması dolayısıyla cumhuriyet, ilke olarak liberaldir ve bireycidir (Moscovici, 1994). Cumhuriyet bireyselciliğe bir karşıtlık içermemekle birlikte, birey anlayışı Dekartçıdır (tüm bireylerde ortak olan aklın varlığıyla tanımlanır). Ancak Cumhuriyetçilik açısından mutlak bireycilik savunulamaz, çünkü insan koşulunun sınırlılığıyla uyuşmamaktadır. İnsan, yetenekleri ve performansları ne olursa olsun, kuşaklar zincirinde sadece bir halkadır. Aşırı bireyleşmenin karşılığı cemaatçi gerilemedir (Kriegel, 1997, s.12) Öte yandan cumhuriye, bireyin özgürlüğünün, diğer bireylerinkine bağlı olduğunu savunmakla (geniş anlamda) cemaatçi anlayışa kaymaktadır, çünkü tarafsızlığın çoğulcu bir toplumda herkesçe istenen bir iyi olduğu, bir davranışın veya hak talebinin değerlendirilmesinde, bunun herkesin özgürlüğüyle uyuşup uyuşmamasının temel ölçüt olduğu fikrini içermektedir. Pettit in deyişiyle iyi, hem sosyal bir iyi (gerçekleşmesi, çok sayıda insanın varlığını varsayan iyi), hem de ortak bir iyi (aynı zamanda, grubun diğer üyeleri için artırılamadıkça grubun bir tek üyesi için de artırılamayan iyi) olduğu taktirde cemaatçi bir ideal (Pettit, 1998; s. 165) sayılabilir. Pettit e göre bu tür bir değer ya da iyi, esas itibariyle toplumundan soyutlanmamış yurttaşın özgürlüğüdür. Bu bakımlardan, bazı yazarlar (Pettit, Walzer, Spitz, vb) Cumhuriyeti, liberalizm ile komünotarizm arasında üçüncü bir yol gibi düşünme eğilimdedirler. 8. Kamusal Alana Katılımın Gerekliliği Cumhuriyetçi anlayışı nitelendiren bir diğer özellik, kamusal alana katılımın yüceltilmesidir. Bu önem, son yıllarda yurttaşlığın tanımında, insanın kamusal alana katıldığı ölçüde yurttaş sayıldığı anlayışına kadar varmaktadır. Kamusal alana katılı, daha derinde, insanın aktör ya da özne olarak konumlanmasıyla ilişkilidir. Katılım, eylemleriyle eylemlerinin sonuçları arasında bağ kuran, kendini bir aktör olarak konumlayan, kontrol duygusu veya illüzyonu taşıyan bireyler gerektirmektedir. Küreselleşme sürecinde, sorunların çapının genişlemesi ve buna bağlı olarak insanın sosyal nedenselliği kurduğu alanın daralması sonucunda politika yerelliğe mahkum olmaktadır. Bu yapılamadığında ise kamusal yaşamdan geri çekilme ve kamu işlerine katılmama davranışı yaygınlaşmaktadır. Modern demokrasiler için de önemli bir sorun oluşturan bu durum, cumhuriyetçiliğin üzerinde önemle durduğu bir husustur. Cumhuriyetçi yazarların (Beauvois, Taguieff, Kriegel, Moscovici, vb) önemle üzerinde durdukları gibi, bireysel hak ve özgürlüklerin korunması, insanların kendi işidir, başkalarına havale edilemez. İnsanların politikaya ilgi duymaması ve kamu işlerine katılmamaları, oligarşilere zemin hazırlamaktadır. Politika herkesin ve her bir kişinin işidir. Bireysel kanaatlere kesinlikle saygı gösterilmesi, kamuoyunun yaratılmasının bir gereğidir, bu ise demokrasiye geçişin. Bu sayede politikanın sadece dikey yanı (Devlet düzeyinde politika, kurumsal politika) değil, Sartori nin önemle vurguladığı yatay yanı da (insan ile site ilişkisi veya kişiler arası ilişki düzeyindeki politika) gelişir. Cumhuriyet, bazılarının iddia ettiği gibi, sivil topluma karşı değildir; yatay politika ve sivil toplum anlayışına sahiptir. Siyaset psikolojisi açısından önem taşıyan bu yatay politika anlayışı, cumhuriyetçi anlayışın zirveden buyrulmuş veya tebliğ edilmiş peşin hakikatlere mesafeli durmasıyla da yakından ilişkilidir. Cumhuriyetçi anlayışta hakikat vaazetme yerine, objektif düşünebilme ve argümantasyon önem taşır. Burada objektiflik, çeşitli sorunlara yaklaşımda kendisininkinden başka ve mümkün tüm bakış açılarını dikkate alabilme, çocuk gibi kendini dünyanın merkezine koymadan bakabilme anlamındadır. Argümantasyon ise diğerlerinin önünde söz alma ve kendini makul bir varlık olarak ifade etmeyi içerir. Dorna nın (1994) ifadesiyle cumhuriyetin örtük postülası, çok çeşitli söz almaların varlığını yaşanabilir kılacak ve bir tek söylemin egemen olmasını engelleyecek bir tartışma ya da müzakere aygıtının gerekliliğidir. Çünkü mümkün dünya üretimi, çok zorlu bir kolektif imajinasyon işidir; bu iş kognitif niteliktedir. Cumhuriyet bu ideolojik etkinliğe herkesin katılımını sağlamak için devrededir. Öyleyse, cumhuriyetin meşruiyeti, çoğunluk oylamasına değil, bu aygıta dayanır. Sonuç olarak cumhuriyet, değerlere ve karşıt bakış açılarının kabulünü temel alır (Dorna, 1994). Cumhuriyetçi anlayışın bu boyutu, pratikte, katılımcılık ve sivil toplum hareketleri olarak kendini gösterir. Örgütlü toplumun gerçekleşmesi, büyük ölçüde bu anlayışın gelişmesine bağlıdır. Toplumumuzda, yaygın bir şekilde gözlenen politika karşıtı hareketler, aslında öğrenilmiş çaresizliğin bir ifadesi olarak yorumlanabilir. Zavallı Türkiye, akbabaların elinde kaldı, bize adam gibi bir adam lazım veya Türkiye ye Atatürk gibi biri gerek veya Ben çok soğudum politikadan. Artık ben ve politika ak ve karayız gibi ifadeler, politika konusunda, başarısız olmuş, bir başka deyişle olumlu bir şekilde pekiştirilmemiş deneyimlerin sonucu gibi görünmektedir. GÜZ

38 Kül olmuş kasabadan Cumhuriyet kentine Salihli den iyi ihtisasla ayrıldık. Tren bizi iki saat sonra Kasaba ya ulaştırdı. Mağaza ve dükkanlar hariç sekiz fabrika ve altı bin beş yüz haneyi ihtiva eden bu zengin ve şirin kaza, bugün bir yığın topraktır. Faciadan sonra öteye beriye dağılmış olan halkın nısfı [yarısı] avdet edememiş, bu yüzden bağlar bakılamamıştır. Saruhan livası içinde en bedbaht ve en muhtac-ı muavenet [yardım bekleyen] kazalardan birini de burası teşkil ediyor. İzmir gazetelerinden 17 Temmuz 1923 tarihli Türk Sesi nde dile getirilmişti bu tümceler, A. Refik imzasıyla. Değerli dostum, meslektaşım Zeki Arıkan İzmir e ilişkin çalışmalarından birinde yansıtmıştı. Bu haberden bir süre önce 26 Ocak 1923 günü Mustafa Kemal Paşa nın Turgutlu ya (Kasaba ya) gelişinde yaptığı konuşmada Tanin ve Hakimiyet-i Milliye gibi gazetelerde yansıtıldığı biçimde Kasabalılara şöyle seslenmişti: Evleriniz yıkıldı, hemşehrilerinizden birçoğu şehit edildi. Fakat bütün bu cenk sizin için, heyetimiz için bir ders-i intibah ve tayakkuz (uyanış) olmuştur... Kalbimize ümit veren şu karşımızdaki hanımlar ve binlerlerden fazla ahalimiz, ordularımızı bunlar temin edeceklerdir (öğrencileri de işaret ederek). Küllerinden doğan bir kasaba İzmir de Ahenk gazetesine 31 Aralık 1925 tarihli sayısında şu haberleri bildirirken bir bakıma Turgutlu da kentleşmesine giden yolların da ipucunu vermişti: Kasaba da umran (bayındırlaşma) Kasaba dan bildiriliyor: Kasaba da umran faaliyetine kemâl-i ehemmiyetle [tam bir duyarlılıkla] devam olunmakdadır. Kaimmakam bey ve Belediye heyeti son derece çalışmaktadırlar. Hükümet cıvarında yeniden pek güzel bir mekteb inşa olunmuştur. [Bu 1926 yılında açılan Cumhuriyet İlkokulu dur]. 36

39 Çarşularda yeni ve vâsi [geniş] yollar açılmışdır. Pek yakın bir atide [gelecekte] Kasaba nın pek şirin bir memleket olacağı hummalı faaliyetten istidlal edilmektedir [anlaşılmaktadır]. Kasaba kalkı çok faziletli ve çalışkan olduklarından ve Kasaba da milli tesanüd [birlik] dahi çok kuvvetli bulundığından bir cihetten ziraata diğer cihetten ticarete ehemmiyet veriyorlar. Öyle zan ediyorum ki: bu Kasaba her halde her itibarla diğer kasabalarımıza numûne imtisal [örnek] olacakdır. Gerçekten, 29 Ekim 1933 tarihinde, Cumhutriyet in ilanından 10 yıl sonra, kutlama hazırlıklarını saptamaya çalışan muhabir Hasan Şevki nin betimlemelerinde Cumhuriyet Memleketi nin muştusu veriliyordu. Muhabirin gördüğü değişimin şaşkınlığıyla yazdığı sayfalardan birkaç satırla, yeniden doğuş a götüren zorlu, yoksul, ama azimli bir yolculuğun özeti sayılabilecek şu cümleleri sıralıyordu: Yakın bir zamanda dumanları üstünde tüten ve tamamiyle yanmış ve yıkılmış olan kasabanın bugünkü varlığını gören herkes Ege mıntıkasının bu sevimli parçasının bu kadar az zaman içerisinde nasıl yeniden ihya edildiğine hayret etmekten kendini alamaz. Yeniden yapılan şehirlerde resm-i küşat [açılış] merasimi teamül halinde olmuş olsa idi kasabamızın da küşadı bu Cumhuriyet bayramında yapılmış olurdu. Çünkü ancak Cumhuriyet in ilanından sonradır ki hâne ve dükkanlarımızın inşaatına başlanmış ve Cumhuriyet in on yılı içinde mütemadi bir surette inşaat devam etmiş ve bugün tam manasıyla bir Cumhuriyet memleketi olarak meydana gelmiştir. Şaşkınlık yaratabilecek gelişmenin sembolü olan bir kasabanın yerlisi ve benim çok yakından tanıdığım, Hulki Amca dediğim ve çarşının Manifaturacı Hulki olarak bildiği Hulki Moralıgil in anılarından sevinç dolu gözlemlerini betimleyen coşkulu ifadesi ise şöyleydi: Cumhuriyetin onuncu yılını 3 gün kutladık. Bütün dükkanlar kapatıldı. Her yere fenerler ve bayraklar asıldı. Bayram törenlerinde Yaşasın Gazi Mustafa Kemal diye bağırdık. Kasaba Cumhuriyet Yolunda Kasaba, Cumhuriyet yolunda yapılmış ve yapılabilecek devrimlerin arkasından gitmeye kararlıydı. Dış ülkelerden gelen ve özellikle dini kullanma gayretleri içinde olanların kışkırtmalarına karşı İstiklal meydanında (Koza Pazarı nda) toplanmış on binleri bulan insan kalabalığıyla genç Cumhuriyeti ni koruma amacındaydı. Urla, Çeşme, Kuşadası, Karaburun, Seferhisar dan fışkıran tepkilere paralel olarak Kasaba dan Ankara ya çekilen bir telgraf yaşanan duyarlılığın tam bir ifadesiydi. Kaza müftüsü Hasan Basri, Türk Ocağı Reisi namına Ziya, Cumhuriyet Halk Fırkası mutemedi Mustafa, Belediye Reisi Cemal Sururi, İskân ve Teavün [Yardımlaşma] Cemiyeti [reisi] Hasan Basri, Harikzede [yangına uğramışların] Cemiyeti reis vekili Refet, İdman Yurdu Reisi Cevdet, Çiftçiler Birliği Reisi Süleyman ın imzalarını taşıyan 1925 tarihli metin şöyleydi: İslamiyetin esas rey-i umdesine [ilkesine] istinaden Türk milletinin yegâne gayesi olan ve insanlığın asri ihtiyaclarını teminden ibaret bulunan teceddüd [yenilik] ve inkılâbımıza karşı ecnebi düşman paralarına tamaen bazı müfsidlerin [karışıklık çıkaranların] şark vilayetlerimizde saf ahalimizi din perdesi altında ihtilâl ve isyanlarını bütün mevcudiyetimizle tel in ve nefretle yâd ederiz. Bu melânetin imhâsı uğrunda muhterem vekillerimizin emir ve iradelerine kemal-i tazimle inkıyad [derin saygıyla bağlı] ve her GÜZ

40 bir fedakârlığa amâde bulunduğumuzu şimdi hâl-i ictimada [toplanmış] bulunan on binlere bali Kasaba ahalisi namına arz eyleriz efendim. Zamanın Kasaba müftüsü Hasan Basri Efendi nin onayı ve yüreklendirmesiyle teşvik edilen ve halkın olağanüstü bir ilgisiyle karşılanan bu devrim, Kasaba da çağdaşlaşmanın benimsenmesi yolunda beliren ilk kitlesel ve büyük gösterilerden biri olarak algılanabilir. Türkiye nin modern bir kenti doğmaktadır artık: onu ayakta tutan aydınlanma, temiz su, ve sağlık sorunları; imar faaliyetlerindeki düzenlemeler; gelir kaynaklarını yaratan tarımsal çabalar ne ticaret (özellikle bağcılık) günden güne geliştirilmiştir. Tabii ki, Cumhuriyet in anlamını içselleştirecek kültürel atılımlar (okulların açılması, yolların yapılması, park ve ağaçlandırma, halkevi, dernekler, spordaki gelişmeler vb) art arda sıralanmıştır. Bu yazıda ele alınan dönemdeki basında sıklıkla dile getirilen mâli yetersizlik çoğu zaman yaratılan düşünce potansiyelinin, gösterilen coşkunun önünde engel gibi durmuştur. Yine de Cumhuriyet ruhunun ilkeleri, özverileri ve disiplini Kasaba nın küllerinden yeniden doğmasını, 38 modern yapılanmaya ve çağdaşlığa kucak açmasını sağlayabilmiştir. Özellikle öğretmenlerin bitmeyen çabaları, çağdaşlığı yakalamada baş rolü oynayan etmenlerin başlarında gelmektedir. Benim içine 1940 yılında doğduğum bu kentin 1939 yılında modern hükümet binasının temelleri atılırken yukarıda dile getirdiğim süreci adeta taçlandırmıştır. Bir yanda Cumhuriyet İlkokulu (1926), karşı yanda Halkevi (1937), orta yerde de Atatürk büstü Turgutlu nun kalbini oluşturmuştur. 28 Nisan 1939 tarihli Anadolu gazetesinde yer alan bir yazı ulaşılan düzeyin ve gösterilen kararlılığın tam bir ifadesidir: Turgutlu, (Hususî) 24 Nisan [1939] pazartesi günü Turgutlu ya gelen vali vekilimiz B[ay] Refik Noyan, kazanın muhtelif işleri ve ihtiyaçları etrafında tetkikatta bulunmuş ve Cumhuriyet meydanında yaptırılmakta olan Atatürk heykeline aid kaide ile inşaatı bir müteahhide ihale edilmiş olan yeni hükümet konağının temel atma törenine riyaset etmiştir.

41 Cumhuriyetin doksan yılında halkevi dergileri Halkevleri, Cumhuriyet in halkla bütünleşmesinin en iyi örneklerini veren özgün kurumlardır yılında Türk Ocaklarının kapatılması üzerine onların yerini aldı. Bu kurumlaşma, CHP nin de kimlik arayışının bir uzantısıdır. Halkevleri 1932 yılında kuruldu ve çabucak örgütlendi. İsmet İnönü nün belirttiği gibi, halkevleri vatandaşların külfetsiz toplanabilecekleri, memleket ve millet işlerini bilhassa ulusun yüksek kültür meselelerini düşündükleri gibi, zahmetsiz konuşabildikleri bir yer idi. Cumhuriyet in getirdiği değerlerin halka anlatılması ve benimsenmesi temel amaçtı. Laik ve çağdaş bir toplumun kurulmasında ve örgütlenmesinde halkevlerine büyük görev düşüyordu. Buralara girmek, çalışmak, halkevlerinden yararlanmak için partiye kayıtlı olmak koşulu yoktu. Kapıları herkese açıktı yılında halkevlerinin sayları 80 e varmıştı. Buralarda konferans, konser, temsil gibi etkinlikler sürüyordu. Halkevlerinin kitaplıklarında 97 bin kitap toplanmış ve okuyucu sayısı 428 bini bulmuştu. Atatürk ün kurduğu Halkevleri, Cumhuriyet in dünya görüşünü aydınlar aracılığıyla halka indirme girişimi ve denemesi büyük başarıyla devam ediyordu. Halkevi binaları, yeni bir dünya görüşünü yansıtan önemli mekậnlar olarak görülmektedir. Atatürk, halkevlerinin verimli çalışmalarından mecliste söz ediyor ve bu evlere uğruyordu. İnönü nün cumhurbaşkanlığı döneminde nüfusu az olan yerlerde halkodası kuruldu. MAKALE Prof. Dr. Zeki ARIKAN Tarihçi GÜZ

42 Halkevleri 9 kolda örgütlenmişti. Dil, edebiyat ve tarih kolları oldukça verimi çalışmalar yapıyordu. Tiyatromuzun gelişmesi için Tiyatro Kolu büyük çabalar gösterdi. Cumhuriyet ilke olarak çok sesli müziğe yönelmişti. Ancak halk müziğinin işlenmesi ve derlenmesi konusunda da halkevleri döneminde büyük adımlar atıldı. Bütün bu etkinlik ve çabaları dile getirmek halkın aydınlanması yolunda atılan adımları belirtmek anlamına gelmektedir. ABC devrimi sırasında bütün ülke bir okul haline gelmişti. Şimdi de bütün ülke bir konser salonuna, bir tiyatro sahnesine, bir spor salonuna bir araştırma merkezine dönüşmüştü. Gazete ve dergiler azdı 1930 lu yıllarda pek çok kentimizde gazete çıkmıyordu. Kimi büyük kentlerimizde çıkan gazete ve dergiler diğer yerlere güçlükle ulaşıyordu. Radyo da pek yaygın değildi. Ülke çapında yollar yeterli değildi. Büyük bir demiryolu yapımına başlanmıştı ama henüz bütün ülke demirağlarla örülmemişti. Her yerde matbaa yoktu. Bütün bu boşlukları halkevlerinin yayınları ve çıkardığı dergiler doldurdu. Halkevleri daha başlangıçta yayın alanında önemli adımlar attı da 237, 1941 de ise 143 eser yayınlanmıştı. Bu sayı, 1944 yılına kadar 492 kitap ve broşüre ulaşmıştı. O tarihte bütün ülkede halkevi sayısı 405 i buluyordu. Bunun dağılımı şöyleydi: Vilayet merkezlerinde 75, kaza merkezlerinde 236, 94 ü de nahiye ve köylerimizde idi (Hasan Taner, Halkevleri Bibliografyası, Ankara, 1944). Başta İstanbul ve Ankara olmak üzere il merkezlerinde çıkarılan dergiler bir bakıma yol gösterici oldu. İl merkezlerinde çıkarılan dergiler kültür faaliyetlerinin güzel bir ifadesi olarak takdir edilmiştir. Dergi daha ziyade muhitin bir mecmuası olmalı, kültür incelemeleri bu açıdan yapılmalı, sosyal, ekonomik ve edebi yazılar halkı ve köylüyü ilgilendirecek düzeyi yakalamalıydı. Yine dergi, bütün yazılarında büyük kültür 40 inkılabımızın halk ve köylü arasında kolaylık ve süratle yayılmasını gaye saymalıydı. Halkevleri dergileri daha ilk sayılarından başlayarak yerel değerlerin açığa çıkmasına öncelik verdiler. Bunun yanında hemen hemen her sayıda devrimin getirdiği coşkuyu, ruhu yakalamaya çalıştılar. Yazarların çoğu öğretmen, doktor, mühendis gibi bulundukları yerlerde görev yapan memurlardı. Bu yazılar, Anadolu nun yolsuz, tozlu topraklı köşelerinde nice değerlerin yaşadığı gerçeğini ortaya koydu. Ne yazık ki halkevi dergileri güçlükle çıkıyordu. Kimi dergiler bir iki sayıdan sonra kapanıyordu. İkinci Dünya Savaşı nın getirdiği yokluklar, kậğıt sıkıntısı bunların düzenli çıkışını engelliyordu. Halkevleri dergileri, Cumhuriyet in sosyal ve kültürel tarihini, hatta siyasal tarihini incelemek isteyenlerin başvurmaları gereken temel kaynaklar arasında seçkin bir yer tutar. Halkevleri nin genel merkezi kabul edilen Ankara da Ülkü dergisi çıkıyordu. Mehmet Fuat Köprülü nün yönetimine geçtikten sonra dergi, bilimsel bir kimlik kazandı. Kültür ve tarih çalışmalarında seçkin bir yer tuttu. Ülkü, diğer halkevi dergilerinin Harf devrimi döneminde bütük ülke bir okul haline gelmişken, Halkevleri döneminde bütün ülke bir konser salonuna, bir tiyatro sahnesine, bir spor salonuna, bir araştırma merkezine dönüşmüştü.

43 eleştirisini yapıyor ve onlara yol gösteriyordu. 102 sayı çıkan bu dergi aranan bir süreli yayın olmuştur. İstanbul da çıkan Eminönü Halkevi Dergisi, İstanbul için büyük önem taşıyordu. Burada daha önce yayına giren Halk Bilgisi Haberleri eşsiz bir kültür hazinesiydi. Bu dergi de yayımını 124. sayıya kadar sürdürdü. Eminönü Halkevi dergisi de önemli bir varlık gösterdi. Pek çok etkinliğe imza attı. Ün dergisi Isparta Halkevi nin yayın organıydı. Başta Hikmet Turhan Dağlıoğlu olduğu halde aslında öğretmen olan pek çok bilginin emeğiyle çıkıyordu. Çevrenin tarih ve kültürüne en ince ayrıntılarına kadar yer veriyordu. Oldukça nitelikli olan bu dergi, 172 ay varlığını sürdürmüştür. Günümüzde bile böyle bir derginin çıkması düşünülemez. Yerel tarih kalıntıları yanında kültür ve geleneklerimizin zenginliklerini belirli bir düzeyde yansıtan bu derginin saygınlığı sürekli kalacaktır (Mahmut Şakiroğlu, Memleketimizde Toplu Tarih Çalışmaları, Tarih ve Toplum, Sayı 38 Yıl 1987, s.73 77). Fransız Coğrafyacı Xavier de Planhol, Antalya ovası ile göller bölgesindeki yerleşik yaşam ile göçebeliği inceleyen anıtsal bir tez yaptı. Bu tezin her aşamasında Ün dergisindeki makalelerden geniş ölçüde yararlandı. Planhol un bu çalışmada izlediği yöntem derginin bilimsel kimliği konusunda bir fikir vermektedir (Xavier de Planhol, De la plaine pamhylienne aux lacs Psidiens, Nomadisme et Vie pasanne, Paris,1958). Bursa Halkevi Uludağ ı çıkarıyordu. Adı bir kez değişti, sonra yine Uludağ a dönüştü. Bursa Halkevi, yörenin tarihi ve anıtlarıyla ilgili çok değerli eserler de yayınladı. Bu derginin yayına girdiği sırada Prof. Albert Gabriel, Bursa üzerine hazırladığı anıtsal eserin malzemesini topluyordu. Uludağ ın yayınlarından ve yazarlarından geniş ölçüde yararlandı. Dergi, Bursa tarihinin kaynaklarından olan Şer iyye sicillerinden her sayısında örnekler yayınlıyordu. Çıkan yazılar zengin Bursa tarihini aydınlatacak yığınla malzeme veriyordu. Manisa da çıkan Gediz, o sırada burada görev yapan Manisa Ortaokulu Tarih Öğretmeni Çağatay Uluçay, İbrahim Gökçen gibi genç araştırıcıların emeklerinin ürünüydü. Manisa sicillerini en sağlıklı biçimde bunlar değerlendirdiler. Bu kaynaklara dayanarak Manisa nın sosyal ve ekonomik tarihine çok önemli eserler kazandırdılar. Gediz dergisini de ayakta tutan bunlar ve Manisa nın öteki genç öğretmenleriydi. İzmir de Fikirler dergisi daha önce yayına girmişti. Halkevi dergisine dönüştü. Fikirler edebi yanı ağır basan bir dergiydi. Daha sonra ülke çapında üne kavuşacak nice yazarımız ve şairlerimiz için Fikirler önemli bir sıçrama tahtası oldu. Yörenin tarih, dil, edebiyat ve folkloruna önemli katkılar Afyonkarahisar ın Taşpınar, Çorum un Çorumlu, Denizli nin İnanç, Konya nın Konya, Kayseri nin Erciyes ve daha başka halkevi dergileri içerdikleri zengin malzeme, yazı ve araştırmalarla o yıllara damgasını vurmuştur. Bu dergiler arşiv kaynaklarından, mahkeme sicillerinden, yerel malzeme ve yabancı eserlerden geniş ölçüde yararlanarak bulundukları yörenin tarih, dil, edebiyat, folklor araştırmalarına büyük katkıda bulunmuşlardır. Bulundukları yörenin tarihsel eser ve kalıntıları yanında mezar taşları, çeşme, han, hamam, köprü kitabelerini kayıt altına almışlardır. Hikmet Turhan Dağlıoğlu, Kemal Turan, Naci Kum, Abdülkadir İnan, Ziya Somar, Eşref Ertekin, Mesut Koman, Rahmi Balaban, Haydar Tolun ve daha nice imzaların bu dergilerde yer aldığını görüyoruz yılında bütün ülkede 34 halkevi dergisi çıkıyordu yılında ise bunların sayıları 22 ye düştü. Bunların çoğu Halkevleri kapatılıncaya kadar varlıklarını korudu. XX. yüzyıl Türk tarihçiliğinin önde gelen seçkin adlarından biri olan İsmail Hakkı Uzunçarşılı, bu araştırmaların ne kadar büyük bir boşluğu doldurduğunu dile getirmiştir. Uzunçarşılı diyor ki: Bazı vilayetlerde çıkan mecmualarda evvelce verilmiş direktif dairesinde yürünerek kıymetli bilhassa mebani (bina, yapı) kitabeleri, sicil hulasaları, mahalli vakfiyeler, mezartaşları kitabeleri neşredilmeye başlamıştır. Şimdiye kadar gördüğüm Konya, Ün, Uludağ, Kaynak, Yeni Türk, Çorum(lu), Taşpınar mecmuaları orta ve son zaman Türk tarihini alâkadar eden kıymetli ve orijinal vesikalar istifademizi mucip olmaktadır; bu tarzdaki tarih araştırmaları aynı hızla devam ettiği takdirde sekiz on sene sonra milli tarihin malzemesi olarak bilhassa Anadolu da pek kıymetli eserler elde etmiş olacağız. ( Yeni Türk Tarihinde Vesikacılı, Belleten, sayı 7/8 (1938), s ). Bu yazı, Atatürk döneminde Türk ve Türkiye tarihinin bir bütün olarak araştırılması ve işlenmesi yolunda ne kadar büyük bir emek ve çaba gösterildiğini ortaya koymaktadır. Elbette buna Osmanlı dönemi de dahildir. Durum bu kadar açık olmakla birlikte Cumhuriyetin Osmanlı tarihini bir kenara ittiği, ihmal ettiği iddiaları inkarcılıktan başka bir şey değildir. Halkevleri nin kuruluşunda büyük emeği geçen Maarif Bakanı Dr. Reşit Galip, Dil, Edebiyat ve Tarih şubelerinin işlevini vurgularken bunların çalışmalarından beklenen verimi şöyle açıklıyordu: Dil, Edebiyat ve Tarih şubesi memleketin uzak ve yakın bütün köşelerinde bu sahada çalışanları birleştirmek maksadını güdecektir. Bilhassa her işin yeni başlanmış sayılabileceği bugünkü şarlar içinde dilcilerin, edebiyatçıların ve tarihçilerin en sıkı bir çalışma birliği gütmeleri elzemdir. Milli dilin, milli edebiyatın, milli tarihin sağlam temeller üzerine yükselmesi için bu çalışma birliği ve onu temin edecek teşkilatlanma şarttır ( Halkevleri, , s. 14). Cumhuriyetin aydınlık yüzü Halkevi dergilerinde en güzel ifadesini bulmuştur. GÜZ

44 MAKALE Prof. Dr. Ali Yaşar SARIBAY Uludağ Üniversitesi İltisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümü Cumhuriyet fikri ve güncel yansımaları 90. yılını idrak ettiğimiz Cumhuriyetin, bu yeni yaş dönümünde, toplumsal tahayyülde bir fikir olarak edindiği yeri değerlendirmek; hem geleceğinin vaad ettiği eğilimleri saptamak, hem bugüne taşıdığı sorunları görmek açısından önem arz etmektedir. Her şeyden önce, cumhuriyet mefhumunun, demokrasi ve liberalizm gibi temel bazı politik değerlerler ve rejimlerle yer değiştirerek kullanılması hususu; toplumsal tahayyülde bulanıklık yaratılmasına sebep olmakta ve bu da cumhuriyetin politik dil ve söylemdeki kullanışını aşındırmış bulunmaktadır. Bu itibarla, cumhuriyet mefhumunun anlamı üzerinde yeniden durmakta ve o anlam çerçevesinde hangi meselelerin önem arz ettiğini yeniden düşünmekte fayda vardır. Klasik tanımında cumhuriyet, monarşinin karşıtı olan bir hükümet şekli anlamına gelir. Bir hükümet şeklinin monarşi karşıtı olması, o hükümetin unsuru olduğu devletin, herhangi bir kişinin, gurubun mülkü addedilmemesidir. Romalı siyaset düşünürü Cicero, bu bağlamda, cumhuriyet halka ait olandır ( res publica res populi ) şeklinde literatüre hediye ettiği tanımla; hem cumhuriyet mefhumunun (res publica) kökenindeki herkes anlamının içerdiği eşitliğe işaret etmiş, hem rejimin herkesi kapsadığı ölçüde meşru görülebileceğine dair bir telakkiyi zihinlere yerleştirmiştir. Dolayısıyla, Roma siyaset düşüncesinde herkes i tanımlamadaki ayırıcı unsur, Natio (doğum yeri ve bu yeri etnisiteye 42 ve dile bağlayan bir kimlik) değil, Patria (politik yasal/anayasal bağ) idi. Bir başka deyişle, Roma cumhuriyet mefhumu, herkesi ayırt eden ve herkesi herkes yapan unsur olarak yasayı esas almaktaydı. Yasa, insanları hem eşitleyen, ama aynı zamanda, farklılıklarının birbiri üzerinde tahakküm kurmalarını önleyen bir işlevselliğe sahipti. Bir Romalı yurttaşı özgür kılan da zaten o işlevsellikti: Yasalara tâbi olduğu ölçüde kendini özgür hissetmek, yasasızlığın olduğu durumlarda özgürlüğünün elinden alınacağını düşünmek. Çünkü, Romalı için yasa, düşünmeye ve eylemeye engel oluşturmak için değil, onların önündeki engelleri kaldırmak, ortak çıkarı ve adaleti güvence altına almak için düşünülmüş mekanizmalar sayılırdı. Fakat, çok daha sonraları, özellikle 1789 Fransız Devriminin yarattığı politik etki ve fikriyat, Roma cumhuriyet mefhumunu bastırdı. Jean-Jacques Rousseau, halkın kararının her zaman doğru olamayacağına dair bir politik endişenin peşinden gidip, kendince rasyonel bir sınırlamaya başvurarak, halk egemenliğini genel irade gibi muğlak bir kavrama tahvil etti. Çünkü, Rousseau, genel iradeyi bireysel iradelerin toplamından başka bir şey olarak görmekteydi. Gerçekte Rousseau, temsil fikrine karşı olmasına rağmen; bu muğlaklıktan toplumun kendisi için uygun olan ortak iyi ye doğru karar veremeyebileceği halinin, son tahlilde, o kararın, toplumun iradesini temsil eden aydınlanmış kişilerce alınmasını zorunlu ve meşru gören bir anlayışın geliştirilmesi zor olmadı. Dolayısıyla, bu doğrultuda, genel irade (volonte generale), sanıldığı gibi çoğunluğun iradesi anlamında kullanılmamış; tersine, çoğunluğun yetersizliği ihtimali gözetilerek, söz konusu yetersizliği telafi edici seçkinci-otoriter bir metatemsil şeklinde formüle edilmiştir. Böyle bir yoldan ilerlendiğinde, ister istemez, şu anlayışa da varılmıştır: Cumhuriyet, monarşi karşıtı bir hükümet şekli ise; monarşi/saltanat yoksa, kim? sorusunun cevabı, halkı temsil eden bir kişi, gurup, parti olmuştur. Böyle bir anlayışın bazen örtük, bazen açık, dile getirilen varsayımı ise yetersiz, yanlış yapmakla malûl, neticede olgunlaşmamış bir halk mefhumu olmuştur. Halkı olgunlaştırma (onu yeterli hale getirme, ona doğruları gösterme, onu aydınlatma ) elit tabaka tarafından bir tarihsel görev olarak üstlenilince; bu görevi hakkıyla yerine getirmenin en önemli aracı olarak yasaya başvurulmuştur; ama Roma cumhuriyetçiliğinin yaptığı gibi özgürleştirici saikle değil, bir metatemsil altında halkı nizama sokmak amacıyla. Bu ise kanun devletinin veya yasanın intizam sağlayıcı işleve indirgenmesinde gözetmen olarak yargı erkinin ve onu kullananların meta-temsil öznesi olarak ortaya çıkmasını, son tahlilde yargının siyasetin yerini almasını sağlamıştır. Bu çerçeve dahilinde cumhuriyetçiliğin kalbi olan yurttaşlık, nominal olarak zuhur etmiş, fakat ontolojik olarak gerçekleşmemiştir. Çünkü, yurttaş tanımının sınırı, sadece sorumlu

45 tutulmakla başlamış ve onunla bitmiş; yurttaşlar arasındaki ilişkiyi belirleyen, sadakat, ödev, itaat, dayanışma, fedakârlık gibi siyaset öncesi ilk(s)el (primordial) bağlar belirleyici gücünü sürdürmüştür. Bu doğrultuda da yasa(lar) aracılığıyla topluma nizam vermek üzere yapılan müdahaleler keyfi nitelik kazanabilmiştir. Oysa, cumhuriyetçilik, genel olarak, yasa aracılığıyla yapılan müdahaleye yurttaşların birbirleri üzerinde tahakküm kurmalarını önleyici amaçla başvurur; fakat, esas itibariyle, o müdahalenin keyfi olmamasına azami dikkati gösterir. Bu sebepledir ki, çağdaş cumhuriyetçi düşüncede cumhuriyetin tanımı, Philip Pettit in yaptığı gibi, tahakkümsüzlük olarak özgürlük tür. Cumhuriyetçiliğin kalbi olarak yurttaşlığın sağlıklı çalışmasının şartının tahakkümsüz bir özgürlük anlayışı olduğu hususu son derece önemlidir. Bununla beraber, yurttaşlığın, toplum bireyleri arasındaki farklılığı düzleştirdiği, onların üstünü örttüğü gibi bir itiraz söz konusudur. Fakat, bu itirazda gözden kaçan husus, farklılıklardan doğabilecek bir imtiyaz arzusunu, dolayısıyla toplum kesimlerinin, bireylerin birbirleri üzerinde kurabilecekleri tahakküm olasılığını izale etmede en etkili çarenin, gene de yurttaşlık mefhumu olduğudur: Yurttaş, siyaset öncesi ilk(s)el bağların, politik ilişkiler içinde ve vasıtasıyla imtiyaza dönüşebilecek, dolayısıyla tahakküme sebep olabilecek durumların, özgürlüğün en gerekli temelini teşkil eden yasa(lar) vasıtasıyla tehdit olmaktan men edilmesini sağlar. Şüphesiz, bunun için, farklılığın kısıtlanması değil, tahakkümün bertaraf edilmesi gerekir. Bu ise ancak hem farklılıkların yaşanmasının önündeki engellerin temizlenmesiyle, hem farklılıklar içindeki bireysel çeşitlenmelerin boğulmamasıyla mümkündür. Bir başka deyişle, cumhuriyetçilik, bazı değerler ve ilkeler açısından yakınlık gösterdiği hem demokrasinin, hem liberalizmin, tahakkümsüzlük olarak özgürlük tesisinde destek olabilecek unsurlarını içselleştirmelidir. Bu bakımdan, özgürlük söz konusu olduğunda; müdahalesizliği esas alan liberalizm; başkasının empozesini reddederek, kendi kaderini kendisinin tayin ettiği bir birey tiplemesine dayanan demokrasi ile bir kişinin/gurubun keyfi iradesine tâbi olmamanın vücut verdiği cumhuriyetçiliğin kesişmesi zorunludur. 90 sene bir toplumun hayatında nispeten çok uzun bir süre sayılmaz; ama çok kısa bir süre de değildir. Bu süre zarfında yaşadığımız olaylar, sadece toplum kesimlerinin ekonomik, sosyal, politik yer değiştirmelerine yol açmadı; fikirleri, değerleri, tutumları da yeniden değerlendirip düşünmemize imkân tanıdı. Bu itibarla, bel bağladığımız temel fikirler ve mefhumlar üzerinde bir yaş dönümü vesilesi ile düşünmek, esasında geleceğimize dair de düşünmektir. GÜZ

46 Ataol Behramoğlu: Edebiyat insan olmaktır Ataol Behramoğlu, Ege Üniversitesi Atatürkçü Düşünce Topluluğunun düzenlediği şiir ve müzik dinletisi için İzmir deydi. EÜ Prof. Dr. Yusuf Vardar -MÖTBE- Kültür Merkezinde o şiirlerini okudu, Haluk Çetin gitarıyla eşlik etti. Biz de Egeden ekibi olarak, şairin yaşadıklarından öğrendikleri nin çok küçük bir kısmını okurlarımızla paylaşabilmek için kampüsümüze gelmiş bu büyük şairle kısa bir söyleşi gerçekleştirdik. Edebiyatla hem bir okur hem de bir şair olarak ilişkinizi öğrenmek isteriz. Çok güzel bir soru. Şöyle de sorulabilir: Acaba edebiyatı sevmeyen yazar, şiiri sevmeyen şair var mıdır? Vardır. Burada Aziz Nesin i rahmetle ve sevgiyle anıyorum. O demişti ki Türkiye de her üç kişiden biri şairdir. Eğer yalnızca bu şairler şiir kitabı alsa, kitapların yüz binlerce tirajı olabilir. Halbuki Türkiye de en seçkin şairlerin bile kitapları yılda artık bin, iki bin adet ancak basılıyor. Demek ki okumuyorlar. Bana gelince, evet bir edebiyat düşkünüyüm. Bugün bana deseler ki Kendini tarif et; okur musun, yazar mısın, ben daha çok okurum. Ben kendimi daha çok okur sayarım. Edebiyat, kültür, bilim, şiir elbette. Her konuda okumayı severim. Okumaya delilik derecesinde tutkun bir adamım. Öyle bir tutkum var. Güne okumakla başlarım. Edebiyat hayatın neresindedir, yaşama ne katar? Yaşam bir süreçtir ve bu süreç bütün süreçler gibi gelişir, değişir, geriye gider, ileriye gider. Dolayısıyla hareketli bir şeydir, bitmiş bir şey değildir. Süreç devam ettiği sürece, insan her zaman bir şeyler öğrenmeli, bir şeyler okumalı, bir şeyler yaşamalıdır. Bu derinleşmek demektir. İnsanın kendinde ve hayatta derinleşmesi demektir. Sonsuz bir akıştır bu. O açıdan edebiyatın anlamı çok büyüktür. Çünkü sizi daha çok insan olmaya yönlendirir. Duygular, insan düşünceleri, sorunlar, dil tatları bunlar çok önemlidir. Bunlarsız insan olunmaz. Edebiyatsız olunmaz diyorsunuz, peki sizin yaşamınıza ne kattı ya da yaşamınızdan ne götürdü? Edebiyatla uğraşmanın bir bedeli oldu mu? Edebiyat benim için her zaman bir artı oldu. Bedeli benim daha çok insan olmam oldu. Başınız derde girmiş zaman zaman... Bunların bir önemi yok. Edebiyat insan olmaktır. Gençler eskiden aşık olduklarında daha çok şiir yazarlardı sanki. Sizin gözlemleriniz neler bu konuda? Aşık olunca şiir yazan da var, yazmayan da. Ancak şiir kitaplarının baskı sayıları çok olmasa da internette şiirin büyük bir trafiği var. Gençlerin, herkesin şiire her zaman ihtiyacı vardır. O ihtiyaç hiç eksilmez. Bizimki gibi duygunun, sözün önem taşıdığı toplumlarda ve bu alanda büyük geleneği olan toplumlarda şiirin her zaman bir yeri vardır. Türk halk şiirini düşünün. Dünyada bizdeki kadar isimlerini bir çırpıda sayabileceğimiz büyük halk şairleri yetişmiyor. Yunus u düşünün, Pir Sultan ı düşünün, Karacaoğlan ı düşünün, günümüzde Veysel i düşünün. Kısacası bu toplumda halk şiir yazıyor, bu çok önemli bir olaydır. Cumhuriyet sonrasında Türk edebiyatının en iyi dönemi sizce hangi süreçti? Bu sorulara cevap vermek çok kolay değil ama 20. yüzyıl Türk edebiyatı önemli bir edebiyattı. Mesela hikâyede Ömer Seyfettin, romanda Halit Ziya Uşaklıgil, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Refik Halit Karay, Reşat Nuri Gültekin, Halide Edip Adıvar, bunlar çok değerli yazarlar. 40 lı yıllarda Sabahattin Ali, daha sonra Orhan Kemal, Yaşar Kemal, bunlar da çok önemli ve büyük yazarlardır. Şiirde ise Yahya Kemal ile başlayan bir çizgi var ki, onun öncesinde de çok büyük şairimiz Tevfik Fikret vardır. Nazım Hikmet ten geçer, Hece Şairleri, Fazıl Hüsnü Dağlarca gibi dev bir şair li ve 60 lı yılların şairleri... Edebiyattaki bu gelenek günümüze kadar devam etmiş. Dünya edebiyatında neler olup bitiyor? Tabii çağdaş yaşamda fazlaca bir yorgunluk var hem dünyada, hem de 44 44

47 KAMPÜSTE SÖYLEŞİ e Demet ALTUNTAŞ # Gamze KARADEMİR EROL GÜZ

48 Türkiye de... Teknolojinin ilerlemesi, kapitalizmin kâr hırsı, emperyalizmin baskıları, bütün bunlar edebiyatı kimi yerde geri planlara itti, kimi yerde de bir pazar metası haline getirdi. Türkiye de bu süreçten etkilenmiştir li yıllarda Militan dergisini çıkarmışsınız. O günlerde derginin tirajının 5 binleri bulduğu bir dönem yaşanmış. Dergi okurluğu bugün sizce ne durumda? Dergisine bağlı tabii ama günümüzde de çok fazla dergi yayınlanıyor. Örneğin Yasak Meyve, Sözcükler, Varlık Dergisi, küçük küçük fanzin adını verdikleri yayınlar ile internet üzerinden yayınlanan dergiler var. Ben o hareketliliğin yine de devam ettiğini düşünüyorum. Bir de İsmet Özel ile ortak bir çalışmanız var. Halkın Dostları dergisi... Hayat değişiyor dediniz ya, insanlar da ve tabii ki şairler de değişiyor... İsmet Özel yaşça benim küçüğümdür, iki yaş kadar. Lisede kardeşimin sınıf arkadaşıydı. Biz bu ortamda görüştük, tanıştık. Lise yıllarında 46 kendinden iki yaş küçük arkadaşı olmaz insanın, arkadaştık diyemem o dönem için. Sonra İsmet gerçekten büyük bir çıkış yaptı şiirde. Şair arkadaş olarak hakikaten çok yakın olduk. Ancak yine kişisel dostluk anlamında birbirimize çok da yakın değildik, fakat tabii ki birbirimize saygımız ve sevgimiz vardı. Hâlâ da var. İsmet Özel büyük değişiklikler yaşadı. Ben bu konuda İsmet Özel Hakkında diye bir yazı hazırladım ve Militan da yayınladım, sayfalık bir yazıdır ve benim Şiirin Dili Anadil adlı kitabımda da vardır. İsmet Özel i ucuzuna harcamak doğru olmaz. Belki de büyük ruhsal bunalımlar yaşadı. Öyle bakmak lazım. Her şeyden önemlisi çok değerli bir şairdir. Karşılaştığımız zaman hâlâ selamlaşır, kucaklaşırız tabii ama artık mesafeler çok açıldı aramızda. Siz yolunuza toplumcu şiir şiarıyla başladınız ve aynı çizgide devam ettiniz. Hiç bitmeyen sanat sanat için midir, toplum için midir tartışması çerçevesinden baktığınızda ne düşünüyorsunuz? Şu andaki görüşüm şudur: Sanat hem sanat içindir hem de toplum içindir. Sanatın topluma bir şey söyleyebilmesi için sanat olması lazım, kuru kuru lafla toplumu anlatıyorsan ondan bir şey çıkmaz. Gerçekten sanat eseri ise ve topluma da bir şeyler söylüyorsa o önemlidir. Ama tabii toplumun sorunlarını kavrayan, özünü kendi bireyinden, kendi ben inden çıkaran, onun da ötesine geçen, başka insanları, başka hayatları anlatabilen sanat önemli bir sanattır. Yani eleştirel gerçekçi denilen sanat, yani 19. yy edebiyatı çok önemlidir. Öyleyse toplumdan kopuk bir sanat düşünülemez... Toplumdan kopuk olan sanat zaten etkili de olmaz. Zaman içinde de kaybolup gider. Siz ilk şiir kitabınızı çok genç bir yaşta, 23 yaşında yayınlamışsınız. Evet, Sonrasında 20 nin üzerinde şiir kitabı çıkardınız. Tarihsel bir perspektiften bakarsanız şiir okunurluğunu nasıl değerlendirirsiniz? Benim bütün şiir kitaplarım her yıl yeniden basılıyor. Hepsi. İstisnasız bütün şiir kitaplarım, üç ciltte toplandı Toplu Şiirler, Bir Gün Mutlaka, Yaşadıklarımdan Öğrendiğim Bir şey Var, Kızıma Mektuplar. Onların ve onlardan sonra çıkmış olan bütün kitaplarımın her yıl bir yeni basımı yapılır. Benim açımdan bunu söyleyebilirim. Ama tabii genel olarak bir düşüş olduğunu söylemek lazım. İnternet teknolojilerinden biraz söz etmiştik. Bir yandan şiirin dolaşımda olması umut veriyor. Ancak tabii bir de kötü yanı var ki; örneğin sizin olmayan şiirler sizinmiş gibi ortalıkta dolaşabiliyor. Sizce internet teknolojileri edebiyat okurluğunu nasıl etkiliyor? Olumlu yanları da var, olumsuz yanları da var. Olumlu yanı daha çok insana ulaşıyor olması tabii. Olumsuz yanları ise çok fazla dizgi yanlışı barındırması, size ait olmayan eserlerin sizinmiş gibi dolaşıma girmesi ya da sizinkilerin başkasının eseri gibi dolaşıma girmesi olabiliyor. Sözün özü yine de kitaplara bakmak lazım. Doksanlı yıllarda iki dönem Yazarlar Sendikası Genel Başkanlığı yapmışsınız. Yazarların sendikası ne yapar? Yazar sendikası demek yazarların hem derneği demektir hem de onların özlük haklarını savunan, mesleki haklarını savunan bir kuruluş demektir. Türkiye de ne durumda yazar hakları? Ne yazık ki Türkiye de yazarların hakları hâlâ biraz rastlantısaldır ve ne yazık ki hâlâ çok sağlam kurallara bağlanmış değildir. Ama yine de daha önceki yıllara oranla, bugün artık daha önemli mesafeler alınmıştır. Sendika aktif mi şu anda? Sendika aktif ama özlük haklarını savunmaktan çok kültür örgütü gibi, anma günleri, şiir günleri, öykü okuma günleri gibi etkinliklerde etkin gibi görünüyor bana.

49 Siz bir kısmı şiir olan önemli çeviriler yaptınız Rusça dan. Şiir çevirisi hakkında ne düşünüyorsunuz, bir şiir yazıldığı dilden başka bir dile tam olarak çevrilebilir mi? Genelde Türkiye de şiir çevirisi düzeyi çok düşük. Şiir de çevrilir elbet ama çok ustalıkla bunu yapmak lazım. Çünkü şiir çevirisi, anlamın çevrilmesi değil yapının çevrilmesi demektir. Çünkü şiirin anlamı, yapısı ile alâkalıdır. Şiirde bir sözü çevirirsiniz o söz olarak kalır. Oysa o yapı ile beraber aktarabilirseniz... Ancak o zaman şiir olur. Aslında anlamı çevirmek de yetmez çünkü ne anladığınız da görecelidir... Anlamı çevirmek yetmediği gibi, şiirdeki anlam bir hikaye değildir. Şiirdeki anlam, sözcüklerin bir araya gelişinin oluşturduğu bir müzik, bir yapıdır. Aynı konuda yazılmış bin tane şiir vardır. Hatta yaklaşık olarak aynı laflar da söylenebilir. Ama aslolan yapısal meseledir. Şairin ses tonu, melodisi çok önemlidir. Bunu kavrayamayan kişi, çeviriyi de yapamaz. Bu şiir çevirisi yapan kişinin şair olması gerektiği anlamına mı geliyor? Büyük bir şiir duyarlılığına sahip olması gereklidir ve de bilgisine. Siz Türkiye de yaşamayı tercih ettiniz. Bu bir inattı aslında, birtakım şeylere rağmen yaptınız bu seçimi değil mi? Oysa diliniz var, Fransa da yaşama deneyiminiz var... Çok doğru, pekâlâ pek çok ülkede yaşayabilirdim. Bugün bile istediğim ülkede gider yaşarım kuşkusuz. Ama şu güzelliği hiçbir ülkede yaşayamam. Sizlerle bu sohbeti, bugünkü dinletideki güzelliği, bu iletişimi, bu tadı başka hiçbir ülkede yaşayamazsın. Köksüz bir ağaç gibi olursun, kurur gidersin. Çünkü özellikle bir yazar için, bir şair için dil, anadil çok önemlidir. O dilin yaşadığı topraklarda olmak; anıların, geçmişin, ait olduğun kültür... bunlar bana göre zaten insan olmanın da temel koşuludur. Ama gezip tozmayı severim, farklı kültürleri öğrenmeyi... Sonuç olarak Türkiye de yaşamak benim için bir tercihtir, ama böyle de olması gerekir. Gençler size şiirlerini gösteriyor mu ya da gönderiyor mu? Getiriyorlar, gönderiyorlar da. Son dönem şairlerinden en sevdiğiniz hangisidir? Çok iyi şairler var. Mesela Turgay Fişekçi nin son kitabı çok hoşuma gitti. Barış Pirhasan ın son kitabına bayıldım. Gonca Özmen iyi bir şairdir. Kadın şairlerde hakikaten ileriye doğru bir gidiş var. Çok sayıda kadın şair ortaya çıktı. Enver Ercan, Nevzat Çelik sevdiğim şairlerdir. Birçok arkadaşım var. Tuğrul Keskin vardır, Namık Kuyumcu, bunlar İzmirli şairler. Güzel şairler bunlar. Ama en sevdiğim şair diye bir şey yok. Çok sevdiğim şairler var, mesela Attila İlhan, mesela Orhan Veli, Nazım Hikmet, Ahmet Arif, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Yahya Kemal... Hiçbiri olmaksızın olamam ben. Mesela Turgut Uyar, Cemal Süreyya... Pek çok şair var. Bunlar Türk şairler tabii. Dünya şairlerinden Pablo Neruda en başta gelir. Puşkin, benim Türkçe ye çevirdiğim şairlerden. Bazıları şiire başlarlar ve katman katman çalışırlar üzerinde şiirin. Siz nasıl çalışıyorsunuz? Bazı şiirler bir oturuşta yazılıyor, bazılarının yazımı senelerce sürüyor. Lirik şiirler genellikle daha kısa sürelerde oluşuyor; epik şiirler, düşünceye dönük şiirler, üzerinde çalışmak daha uzun süreleri alabiliyor. Mesela Mustafa Suphi Destanı na yıllarca çalıştım. Son baskısında yine bazı değiştirmeler yaptım. Ama genel olarak lirik şiirlerde bir değişiklik olmuyor. Kızınız da 80 kuşağı diyebiliriz. Nasıl görüyorsunuz bu kuşağı? Aslında kızım 79 doğumlu, bana göre 90 kuşağı demek daha doğru. Bugün bir dinletimiz vardı. Çok güzel biz izleyici topluluğumuz vardı. Özellikle kızlarımız bana göre olağanüstü. O minicik minicik çocuklar, ufarak teferek kızlar ama hepsi bir volkan gibi, enerji dolu. Yani, hayat devam ediyor. Gençlik enerjisi de kuşaktan kuşağa aktarılarak devam ediyor, bunu görüyorum. Bir dönem bir durgunluk vardı ama aşıldı. Biz Haluk Çetin ile Türkiye nin hemen her yerinde bu dinletiyi yapıyoruz. Hakkari den Edirneye, gitmediğimiz yer neredeyse kalmadı, kasabalar dahil. Her yerde pırıl pırıl gençler var. Bunu görmek lazım. O ünlü şiirinizde yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var diyerek sıralıyorsunuz öğrendiklerinizi. Peki şimdi sorsak, yaşadıklarınızdan öğrendiğiniz nedir? Yaşadıklarımdan öğrendiğim zaten o şiirdir. O şiirde söylenenler demiyorum bakın, o şiirin kendisidir. 77 yılında yazdım. O şiirdeki kavramları ve vurguları, o şiirdeki heyecan tonlamalarını kavrarsa insan, ki hissediliyor, yaşadıklarımdan öğrendiğimi görür. Ama bunu nesir halinde söyle dersen bana, derim ki: Hayatı yaşamak lazım, ciddiye almak lazım, hayatın bir mucize olduğunu bilmek lazım, cesur olmak lazım, özgür bir ruha sahip olmak lazım ve insan yaşamının bütün bir tarihi sürecin bir parçası olduğunu, bir süreklilik içinde olduğunu bilmek lazım. Körü körüne bireyim demekle olmuyor. Bir toplumun içinde başka insanlarla beraber yaşıyoruz. Bunu da hep hesaba katarak yaşamak lazım. GÜZ

50 Yaşadıklarımdan Öğrendiğim Bir Şey Var Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var: Yaşadın mı, yoğunluğuna yaşayacaksın bir şeyi Sevgilin bitkin kalmalı öpülmekten Sen bitkin düşmelisin koklamaktan bir çiçeği İnsan saatlerce bakabilir gökyüzüne Denize saatlerce bakabilir, bir kuşa, bir çocuğa Yaşamak yeryüzünde, onunla karışmaktır Kopmaz kökler salmaktır oraya Kucakladın mı sımsıkı kucaklayacaksın arkadaşını Kavgaya tüm kaslarınla, gövdenle, tutkunla gireceksin Ve uzandın mı bir kez sımsıcak kumlara Bir kum tanesi gibi, bir yaprak gibi, bir taş gibi dinleneceksin İnsan bütün güzel müzikleri dinlemeli alabildiğine Hem de tüm benliği seslerle, ezgilerle dolarcasına İnsan balıklama dalmalı içine hayatın Bir kayadan zümrüt bir denize dalarcasına Uzak ülkeler çekmeli seni, tanımadığın insanlar Bütün kitapları okumak, bütün hayatları tanımak arzusuyla yanmalısın Değişmemelisin hiç bir şeyle bir bardak su içmenin mutluluğunu Fakat ne kadar sevinç varsa yaşamak özlemiyle dolmalısın Ve kederi de yaşamalısın, namusluca, bütün benliğinle Çünkü acılar da, sevinçler gibi olgunlaştırır insanı Kanın karışmalı hayatın büyük dolaşımına Dolaşmalı damarlarında hayatın sonsuz taze kanı Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var: Yaşadın mı büyük yaşayacaksın, ırmaklara,göğe,bütün evrene karışırcasına Çünkü ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir armağandır Ve hayat, sunulmuş bir armağandır insana 48

51 GÜNDEM EGE Ege Üniversitesinin görkemli sanat etkinliği 5. Uluslararası EgeArt Sanat Günleri nde, KIYIDA sloganı ile 6-15 Aralık 2013 tarihleri arasında İzmir in 22 farklı merkezinde gerçekleştiriliyor... GÜZ

52 Ege nin kıyı sında, sanatın merkezinde 5. Uluslararası EgeArt Sanat Günleri kapsamında 503 ulusal sanatçının eserlerinin yanı sıra 40 değişik ülkeden sanatçının da eserleri İzmirliler ile buluşacak. 38 üniversiteden katılımın gerçekleşeceği sanat şöleni bu yıl, İzmir in 22 seçkin sanat merkezinde izleyicilerinin karşısına çıkacak Ege Üniversitesinin sanata damgasını vuran etkinliği EgeArt bu yıl dünyanın 40 ülkesinden, Türkiye nin 22 şehrinden, 38 üniversiteden, 500 ü aşkın yerli ve yabancı sanatçının 2 bin 500 den fazla eseri ile İzmir de bir sanat şöleni yaşatıyor. Bu etkinlik kapsamında eserlerin 22 farklı merkezde sunulduğu sergilerle eş zamanlı olarak birçok çalıştay, çeşitli konserler, sahne performansları, film gösterimleri, paneller, yarışmalar ve tüm bu etkinliklerin takip edileceği foto-maraton bulunuyor Aralık 2013 tarihleri arasında gerçekleşen EgeArt; yakın gelecekte değişen ve dönüşen İzmir i, Akdeniz in önemli kültür-sanat ve cazibe merkezlerinden biri haline getiriyor. EgeArt; Ege Üniversitesinin, varlığını sürdürdüğü kente vefa borcunu, İzmir in insanlarına, 5. kez, eskisinden daha da büyük bir şekilde ödüyor ve kente büyük bir değer kazandırıyor. Ege Üniversitesi, her biri kendi özgürlüğünde ve özgünlüğündeki çok sayıda sanatçıyı, akademik sorumluluklarını unutmaksızın, ortak bir sanat ortamında İzmirlilerle buluşturuyor. Bu yılın etkinliklerinde bölge ve ülkemiz için ayrıcalıklı önemi olan EXPO 2020 noktasından hareket eden 5. Uluslararası EgeArt, Kıyıda teması ile gerçekleşiyor. Gençleri sanat ustaları ile buluşturmayı misyon edinerek, onların geleceklerini doğru yönlendirmelerine önderlik etme amacını güden EgeArt kapsamında bir yandan İzmir in tarihi mekânları 50 sanatın büyüsü ile süslenirken, bir yandan da İzmir in tüm kültür merkezleri dünyanın usta sanatçıları ile dolup taşıyor. Ayrıca bu etkinliklerin tamamının ücretsiz olması da EgeArt ın sanatı halkla buluşturma gayesinin önemli bir sonucu olarak göze çarpıyor. Etkinliklerin merkez üssü olarak belirlenen Ege Üniversitesi Atatürk Kültür Merkezi (AKM), bu yıl EgeArt ın Onur Sanatçısı olan merhum Altan Gürman ın paha biçilmez eserlerinin yanı sıra, Ustaya Saygı bölümünde konuk edilen Candeğer Furtun, Gencay Kasapçı, Kuzgun Acar ve Semiha Berksoy un birbirinden değerli çalışmaları sanatseverlerle buluşuyor. Sanatçı, müzeci, akademisyen, ve yazar Tomur Atagök ün eserlerine de ev sahipliği yapan AKM de yer alan diğer sergilerden bazıları da şunlar: Halil Akdeniz in Eski Çağların Gizemi, İşaretler ve Gizemlerin Gizli Etkisi sergisi; Mustafa Aslıer in Türkülerin Gravür Dili Sergisi; Kayahan Keskinok un Sislerin, Işıkların ve Gizemli Ortamların Dünyası Sergisi; Süleyman Saim Tekcan ın Modern Bir Rönesans Adamı Sergisi; Adem Genç in Soyut Sanatın Algılanabilir Gerçekliği Sergisi. Kampüs te EgeArt Dünya sanat camiasında Türkiye yi gururla temsil eden ve sıradanı sanat eserine dönüştüren sanatçı Komet in video-art çalışması da EgeArt vesilesi ile İzmirli izleyicileriyle ilk kez buluşuyor. Hakan Pehlivan ın Mavi+Dalga ve Mavi Su Kağıt Çalıştayı Sergisi ile kağıdın binbir şekle büründürüldüğü Origami Atölyesi Ege Üniversitesi kampüsü içinde yer alan Prof. Dr. Yusuf Vardar -MÖTBE- Kültür Merkezinin ev sahipliği yaptığı etkinlikler. Ayrıca EÜ Sağlık, Kültür ve Spor Daire Başkanlığı Sergi Salonundaki öğretim görevlisi Şükran Tümer in öğrencileri ile birlikte hazırladığı Lif Dokular Kağıt Çalıştay Sergisi de kampüs içindeki bir diğer etkinlik olarak göze çarpıyor. Kampüste süren Heykel Çalıştayı da Amerika dan Edward Flemig, Norveç ten Herald Ordam, Türkiye den Mustafa Yılmaz ve Rahmi Atalay gibi önemli heykeltıraşları konuk ediyor. Meraklılarına heykel yapım sürecini izleme ve ustaların teknik bilgilerini paylaşabilme olanağı yaratan bu çalıştay, Sağlık, Kültür ve Spor Daire Başkanlığı Otopark Alanında görülebiliyor. EÜ Müzelerinde etkinlikler Sanat şöleni süresince öğretim görevlisi Gülşin Oral ın hazırladığı 13 farklı ihtişamlı giysinin sergilendiği Miş-li Zamanlara Yolculuk isimli kronolojik defile çalışması EÜ Etnografya Müzesinde sanatseverlerin beğenisine sunuluyor. Ege Üniversitesinin dünyanın en değerli kağıt müzelerinden biri olarak sanatseverlere kazandırdığı Kağıt ve Kitap Sanatları Müzesi nde etkinlikler kapsamında, Hakan Pehlivan, Emel Samioğlu, Esma Paçalturam, İnci Kansu, İsmet Tatar, Nedim Sönmez, Nur Gökbulut, Nurtaç Özler, Simge Uygur, Varol

53 Topaç, Yurdagül Pakalın gibi sanatçıların eserleri yer alıyor. Uluslararası 90 seramik sanatçısının en özel eserleri Swissotel de; Ege Üniversitesi tarafından kazılan arkeoloji alanlarının fotoğrafları Karşıyaka Belediyesi Hamza Rüstem Fotoğraf Evi nde; Uluslararası Tekstil sanatçılarının eserleri İBB Ahmed Adnan Saygun Sanat Merkezi nde; Ege Üniversitesi Güzel Sanatlar Eğitimi Bölümü Öğretim Elemanları Merih Tekin Bender, Melek Şahan, Dizar Ercivan Zencirci, Ekin Boztaş ve Kamuran Köseoğlu nun Başka Kıyılar konseptli eserleri karma bir sergi ile EÜ 50. Yıl Köşkü Sanat Galerisinde; Aydın Doğan Vakfı Uluslararası Karikatür Sergisi nin 30 yıllık seçme eserleri İTK Uşakizade Köşkünde; usta fotoğraf sanatçılarından unutulmaz kareler İKSEV ve Konak Güzelyalı Kültür Merkezinde; Türkiye de yetişen en ünlü cam ustalarınının eserleri ise İş Sanat Galerisinde görülebiliyor. Cuma Ocaklı ve Umur Türker in resimleri ile Cem Sağbil in heykelleri Urla ya kazandırılan Eski Tamirhane binasında meraklılarıyla buluşurken; Ömer Uluç un eserleri de Tanzimattan Günümüze Özel Koleksiyon Sergisi adı ile İzmir Devlet Resim ve Heykel Müzesi nde ziyarete açılıyor. Dokuz yıldır hasta yatağında çalışarak Saray Bosna daki insanlık suçunu belgeleyen sanatçı Ali Arif Ersen in bu eserleri, İzmirli sanatseverlerin beğenisine sunuluyor. Türk resminin yaşayan modern ve yenilikçi büyük ustası Habip Aydoğdu nun eserleri de AKM de kendine yer buluyor. Semiha Berksoy un birbirinden enteresan pozlarını fotoğraflayan, Bennu Gerede nin eserleri de yine AKM de segilenen eserler arasında. Hollanda da kavramsal sanat alanının büyük yeteneği olarak gösterilen sanatçı Sarah van der Pols, ipek iplikler ve farklı kalemler kullanarak ustalığını konuşturduğu büyük boyutlu figüratif çalışmaları ile 5. Uluslararası EgeArt kapsamında AKM ye konuk olan sanatçılardan bir diğeri. Hollanda da yaşayan ve burada pek çok önemli projeye imza atarak ülkemizin adını sanat platformlarına gururla taşıyan sanatçımız Yasemin Sözer de EgeArt a büyük beğeni toplayan farklı teknikli soyut eserleri ile katılıyor. İzmir in 22 farklı kültür ve sanat merkezinde seyircisi ile buluşan EgeArt ın her yıl olduğu gibi bu yıl da merkezi Ege Üniversitesi Atatürk Kültür Merkezi. AKM, çok sayıda eserin bir arada görülmesinin yanında paneller, sunumlar, film gösterimleri gibi pek çok etkinliğe ev sahipliği yaparak izleyicilerin peşpeşe farklı etkinlikleri takip etmesine olanak yaratıyor. GÜZ

54 İzmir in çağdaş sanat ortamına genç bakış açısı getirmek, görsel sanatlar alanında üretimde bulunan gençleri özendirmek ve genç sanatçıların güncel yapıtlarını sergilemelerine fırsat yaratmak amacı ile gerçekleştirilen EgeArt Genç Sanat Yarışmasının, Yine, Yeni, Kıyıda temalı eserleri ile İzmir Enternasyonal Fuarı içinde yer alan Devlet Resim ve Heykel Müzesi nde izleyicilerle buluşuyor. Genç sanatçılar Daha önce olduğu gibi 5. EgeArt ta da, Türk resminin dehası Bedri Baykam ın önemli eserleri göz dolduruyor. Cumhuriyet dönemi Türk plastik sanatlarının duayen sanatçıları ile ümit vadeden genç sanatçıların özenle seçilmiş eserleri de AKM de görülebilecek eserler arasında bulunuyor. Konserler Müziğin evrenselliğini kucaklayan EgeArt Konseri nde; değerli solistler Ahmet Utku ve Seher Dilmaç Meriç in yorumları ile Türk Sanat Müziği, aryalar ve napoliten eserler var. İzmir Büyükşehir Belediyesi Aya Voukla Kilisesi nin mistik ortamı, İzmirliler e üst düzey bir dinleti zevki yaşatıyor. Egeden Akdeniz e adlı dinletide; flütte Hürkan Ayvazoğlu, arpta Sibel Efendiev, kemanda Fuat Efendiev 52 sahne alıyor. Öte yandan Karşıyaka Belediyesi Opera ve Tiyatro Sahnesi ise Üçlü Oda Müziği konserine ev sahipliği yapıyor. Sahne performansları İzmir e hak ettiği sanatsal canlılığı getirmeye çabalayan ve bu amaçla yenilikleri İzmirliler ile buluışturmaya devam eden EgeArt kapsamında, dünya çapında ödül almış Kolombiyalı sanatçı Ernesto Vargas Reyes özgün sahne performansları ile Türkiye de ilk kez görücüye çıkıyor. Norveçli sanatçı Elfi Sverdrup ise ses performanslarıyla sanatseverlerle buluşuyor. Söyleşiler, paneller... Bir taş mucizesi olan İlyas Bey Külliyesi nin tarihi ve onarımı ile ilgili bir söyleşi sanat günleri çerçevesinde gerçekleştirilecek etkinlikler arasında bulunuyor. Türkiye de sanata damga vurmuş sanatçıların tartışacağı Sanatçı Olmak adlı panel; Hüsamettin Koçan moderatörlüğünde gerçekleştiriliyor. Sanatta Bilim-Anı-Bellek-Ben Paneli ile toplumsal cinsiyetin önem taşıdığı çağımızda Toplumsal Cinsiyet: Kadın/Erkek/Çocuk adlı sinema oturumu, Doç. Dr. Lâle Kabadayı moderatörlüğünde gerçekleşiyor. Sinema alanındaki etkinlikler arasında gösterimi yapılacak 8 Türk filminin yanı sıra ünlü yönetmen Zeki Demirkubuz ile Sinema Sanatı söyleşisi de EgeArt ın görsel sanat dalları arasındaki etkinliklerinden bazıları. Toplumun en değerli varlıkları olan çocukların da yaratıcılıklarını artırmak amacıyla Çorap Kukla Çalıştayı düzenleniyor. Türkiye çapında ödül almış olan Yaratıcı Çocuklar Derneği nin İstanbul dan gelen güçlü eğitim kadrosu tarafından gerçekleştirilen çalıştay, İBB Tarihi Havagazı Fabrikası nda yer buluyor.

55 Heykeltıraş, yonttuğu dev gibi mermerin yanında, tozların içinde, belki hayal dünyasının ardında kalmış, belki saklanıyor, belki yeniden ortaya çıkmak için küllerini eşeliyor... Mermere ruh veriyorlar 5. Uluslararası EgeArt Sanat Günlerinin en önemli etkinliklerinden biri olan Heykel Çalıştayı kapsamında dört sanatçı eserlerini Ege Üniversitesi kampüsü içerisinde mermerden biçimlendiriyor. Küratörlüğü Yard.Doç.Dr. Melek Şahan ın yaptığı çalıştay kapsamında ABD den Edward Fleming, Norveç ten Harald Oredam, Ankara dan Mustafa Yılmaz ve Eskişehir den Rahmi Atalay EÜ Kampüsünde kendilerine sağlanan açık alanda 3 hafta boyunca heykelleri üzerinde çalışırken dileyen Egeliler bu süreci izleyebiliyor. Çalışmalarını sürdürürken konuştuğumuz heykeltıraşlardan Fleming, mermere savaş ve şiddet temalarını işlediğini söylerken Barış mümkün mesajı veriyor. New Mexico dan Türkiye ye gelen sanatçı, pek çok benzeri çalıştay ve sempozyuma katıldığını, EgeArt ın gördükleri içinde en mükemmeli olduğunu dile getirirken; Norveçli sanatçı Oredam da bu fikri paylaşıyor. Oredam passing ismini verdiği eserinde karşılıklı geçen iki insanı ve onların karşılaşma anındaki olasılıkları işliyor. Çalıştaya katılan iki Türk sanatçıdan biri ve aynı zamanda Çağdaş Heykeltıraşlar Derneği başkanı olan Mustafa Yılmaz, daha önce uzaktan izlediği EgeArt Sanat Günlerini yakından görünce ne kadar kapsamlı olduğunu anladığını belirtiyor. Yılmaz özellikle gençler ve gelecek kuşaklar için bu traz etkinliklerin devamlılığının öneminin altını çiziyor. Yılmaz eserinde güç ve liderlik üzerine çalışıyor. Çalıştayın bir diğer katılımcısı Anadolu Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Heykel Bölümü öğretim üyesi Rahmi Atalay da balık figürünün öne çıktığı çalışmasında ekolojik duyarlılığa vurgu yapıyor. Atalay bir üniversitenin EgeArt gibi büyük bir sanat etkinliğine kalkışmasını takdir ettiğini söylerken, bu çaba devam ederse İzmir in sanat yaşamının canlanacağına inandığını belirtiyor. # Ümit MUTLU GÜZ

56 10 yıllık bir serüvenin fikir babası: Tüzüm Kızılcan SÖYLEŞİ e Gamze KARADEMİR EROL 54 Ege kıyısı İzmir de sanatı kıyısından yakalayıp merkeze taşıyan bir büyük organizasyon EgeArt. Bu yıl beşincisi düzenlenen ve ulusalararası olma özelliği taşıyan sanat şöleni, 10 gün süresince başta Ege Üniversiteliler olmak üzere tüm İzmirliler e hatta Ege Bölgesine sanatın değişik alanlarından seçilmiş örnekleri getiriyor. Her geçen sene daha geniş bir alana yayılıp daha çok sanatçıyı ağırlayan ve daha çok sanat alanını çatısı altına toplayan EgeArt Uluslararası Sanat Günleri ni Kutatör M. Tüzüm Kızılcan ile konuştuk. İzmir ve sanat söz konusu olduğunda, hemen her toplulukta İzmir in sanat alanında merkezi bir konumda olmadığından söz edilir. Aslına bakarsanız İzmir, sanatın değişik dallarından birçok sanatçının doğduğu, büyüdüğü ve dolayısıyla belki de beslendiği şehir. Fakat pek çok alan gibi sanatın kalbinin de İstanbul da attığı yönünde görüşler var. Siz bu konuda neler düşünüyorsunuz? Aslında sanatın bir merkezi olması gerekmiyor. Çünkü sanat bir yaşam kültürü. Yaşamı zenginleştiren hayatla olan ilişkimizde pozitifleri çoğaltan bir yön. Yaşamımıza anlam katan bir olgu. Ancak İzmir pek çok şansına rağmen sanatla olan ilişkisini çok sağlıklı yürütemiyor. Bunu sorguladığımız zaman bir sürü cevap buluyoruz, bir tane de değil. Bir şey yaşadığı sürece varlığını ispat edebiliyor. Bir şey pay edildikçe büyüyebiliyor. Bir şey fark edildikçe sorgulanabiliyor. EgeArt ı düzenlerken normal yaşantımız içinde bazı sorulara dikkati çekmek duygusuyla yola çıktık. Bu hem

57 yaşam kalitemizi yükselten hem de kent kültürüne, kent belleğine dair birtakım sorgulamaları yenilemek veya derinleştirmek adına yapılan bir çalışma. Hedefimiz hiç bir sanat kolunu diğerinin önüne geçirmek değil, hele insanları yönlendirmek hiç değil. Ama sanatın getirdiği zenginliği birlikte yaşayarak tanışıklıkları artırmak ve bellek tazelemek çok önemli. Bizi bugüne getiren ustalarımız olmadan biz buraya gelemezdik. Onları hatırlatmak istiyoruz. Kültürün boyutlanabilmesi için bir şeyleri yeniden keşfediyormuş gibi yapmamızın bir anlamı yok. Var olan şeyleri hatırlamalı, hatırlatmalı ve ustaların yaptıklarını başımızın üstüne koyup onların bize kattığı değerleri daha zenginleştirmeli. Ben değil biz olmayı, birlikte bir şeyi bölüşmeyi, bir arada olma ritürelini canlandırmayı istiyoruz. Örneğin bir sergi izleme kültürünü yeniden canlandırmaya çalışalım. Ustalarımızı unutmadığımızı genç sanatçılara hatırlatalım. Böylece genç sanatçılar da bilsinler ki onların yaptığı her artı değer bir sonraki nesil için önemli... İşte tüm bu amaçlarla yola düştük. EgeArt ın hedefinin hiç bir sanat kolunu bir diğerinin önüne çıkarmak olmadığına değindiniz. Ancak bu yıl olduğu gibi önceki yıllarda da resim, heykel, seramik gibi izlenirliği daha az olan sanat dallarının programda daha geniş yer tuttuğunu biliyoruz. Güncel hayatta her gün yeni bir değer katılıyor her gün yeni bir deneme... Sadece teknolojide değil sanat alanında da yeni denemeler, yeni arayışlar var. Biz bir farkındalık yaratmak, yeniliğin yaşamın her boyutunda olduğunu göstermek istiyoruz. Örneğin güncel lif sanatı diye bir olgu var mesela, happening diye bir olay var, video art var hepimiz duyuyoruz, ama iyi örneklerini göremiyoruz. Bu yeni türlerin iyi örneklerini izleyicilerimizle buluşturmayı hedefliyoruz. EgeArt olarak Ege Üniversitesinin desteği ile sanatın daha akademik olgular içinde gelişmesini sağlamaya çalışıyoruz. Ben yaptım oldu anlayışıyla değil, gerçek analizlerle sentezlerle, gerçek değeri olan kavramlarla üretilenleri sunmaya çalışıyoruz. Biliyorsunuz, basında bir İzmirli nin, Ben İzmirli yim, İzmir de doğdum, yurt dışında eğitim aldım. İstanbul ve değişik ülkelerle iş yapıyorum. Ama İzmir de bir şeyler yapabilmeyi istiyorum türünden açıklamalarına sıkça rastlıyoruz. Maalesef İzmir de bir sanatçı olarak Kızılcan: Bir güzel sanatlar öğrencisi EgeArt ı gezdiği zaman geçmişle günümüz arasında ilişki kurabileceği bir sürü iş görecek. Daha da önemlisi bunları kitaptan baskı olarak değil, canlı görecek. Heykellerin etrafında dolaşacak. GÜZ

58 doymak pek çok anlamda çok zor. Ama mümkün. Ancak ne yazık ki, Bir İstanbul a gideyim geleyim de, bir bakayım anlayışı hâkim. İstanbul da pek çok olanak var tabii ki, o olanaklar İzmir e gelemiyor. Çünkü bir usta sanatçının eserlerinin İzmir e gelmesi mümkün değil, çünkü eserlerin sigortası bile başlı başına bir maliyet. Bu koşullarla eserleri İzmir e getirecek ve güvenlikli bir alanda sergileyecek sponsor bulma olanağına sahip değiliz. Kimsenin bundan haberi yok, sadece İzmir e büyük sanatçı gelmiyor eleştirisi yapılıyor. Kıyıda teması nasıl oluştu? Dedik ya sadece eleştiride varız, hep dışındayız, kendimizi dışında görüyoruz olan bitenin. İşte tam da bu nedenle bu seneki konumuz kıyıda. Kendini meselenin içinde hissedenler, içine koymak isteyenler, dışına koyanlar, birlikte bir şey yapanlarla artsın istiyoruz. Tabii ki bir konu, bir tema, sanatçının içselleştirmesiyle farklılaşır, zenginleşir. Biz genel olarak çok komplike laflarla değil de daha kolay içselleştirilebilecek kavramlarla ortaya çıkmaya çalıştık. Örneğin İzmir, kıyıda... Deniz kenarında... Ama deniz kenarında olmamız değil konu, konu olayın dışında olmamız veya içinde olmamız ya da içinde olmaya çalışmamız... İzmir deki etkinliklere baktığımızda, genel olarak bu kadar çok boyutlu, bu kadar şehir geneline yayılmış bir etkinlik göremiyoruz. Bu konuda neler söyleyeceksiniz? Bu tip etkinlikler, genelde küratörlerin öngördükleri olgular içinde gelişiyor. Ama biz EgeArt ı etkinliği planlarken şehrin değişik kademelerinde değişik yaşlardaki insanları bir araya getirip hep birlikte bir şeyleri izleyebilecekleri sanat aktivitesi olarak kurgulamaya çalıştık. İçinde sinema var, edebiyat adamlarıyla söyleşilerimiz var, fotoğraf var, resim var, baskı var, heykel var. En önemlisi uluslararası platformda EgeArt ı var etmeye, tanıtmaya çalışıyoruz. Seramik alanında 45 Türk, 45 yabancı sanatçı var. Çok zengin bir yabancı iştirakımız var. Bunların her biri, bize 3 kişi daha katsa, bir süre sonra gerçekten uluslararası standartlarda olabiliriz. Uluslararası olmak için ciddi bir maddi kaynağa ihtiyacımız var. Tabii tüm bunların daha kolay yürümesi için bizi destekleyecek bir kuruluşa ihtiyacımız var. Ama ne yazık ki böylesi bir destek yok İzmir de, kıyıdayız yine. Bir kuruluş derken kastım tabii ki sponsorluk anlamında, zira bu işin yürütücüsü Ege Üniversitesi bir Güzel Sanatlar Fakültesi olmamasına rağmen bize inandı, güvendi ve bizi her konuda destekledi, her zaman arkamızda durdu. EgeArt, kolay bir iş değil, büyük ölçüde gönüllülerle yürüyen bir organizasyon. EgeArt ın önemli bir özelliği ciddi bir özveriyle gerçekleşmesi. Gözümüz hep yükseklerde, sıçrayarak yakalamaya çalışıyoruz boyumuzun yetmediklerini de. Örneğin Semiha Berksoy, Kuzgun Acar gibi isimlerin eserleri İzmir de pek de kolay karşılaşılamayacak olanlar. Temennim, bütün İzmirlilerin bunun farkına varması. 500 den farzla sanatçı katılıyor İki yılda bir düzenlenen EgeArt bu yıl belşinci kez gerçekleştiriyor. Geride kalan yaklaşık 10 yılda EgeArt ın İzmir sanat yaşamına katkısı sizce nasıldır? Başladığımız günle bugün arasında çok fark var. Daha önce eserlerini sergilemek istediğimiz sanatçıların ilgisini çekmekte 56

59 hayli zorlanırken, bugün bir çoğu işlerini yolluyorlar. Bu sadece Ege Üniversitesine ve EgeArt a olan sempatiden, güvenden dolayı. Bu güvenilirliğin oluşması aynı zamanda bir sürekliliğin de olduğunun ve olacağının göstergesi. Bu yıl 500 küsür sanatçı, değişik anlarda bu çatının altında olacaklar. Bir güzel sanatlar sempatizanı ya da öğrencisi EgeArtı gezdiği zaman geçmişle günümüz arasında ilişki kurabileceği bir sürü iş görecek. Daha da önemlisi bunları kitaptan baskı olarak değil, canlı görecek. Heykellerin etrafında dolaşacak... Biz aynı zamanda şehrin değerlerine de dikkat çekmek istiyoruz. Heykel sergilerinden biri arkeoloji müzesinde. Aya Voukla Kilisesinde bir konser var. Şehrin mümkün olduğu kadar değişik noktasında tüm ziyaretçilerin özellikle de İzmirliler in Ben henüz oraya gidemedim demesine fırsat vermeyecek 22 değişik nokta belirledik. Böylece o noktalardan merkeze gelemeyecek insanların da EgeArt tan haberdar olmasını, en azından bir kısmını izleyebilmesine olanak yaratmayı istedik. Sonuçta bu Ege Üniversitesinin halkın üniversitesi olma misyonuyla tüm şehir için düzenlediği bir organizasyon. Bu dağılım bir yandan EgeArt ın tanınabilirliğini ve izlenirliğini artırmayı bir yandan da şehir belleğine bazı göndermeler yapmayı hedefliyor. EgeArt 22 farklı merkezde Bir önceki EgeArt ta hatırladığım kadarıyla etkinlikler 18 değişik merkezde gerçekleştirilmişti. Bu sene biraz daha arttı, 22 merkezde. Şehrin daha çok alanına yayılmak hedefimiz. Bu yıl daha çok alana yayılırken, daha çok sanat dalını da ağırlıyoruz. Mesela uluslararası sanatçılarımızdan ikisi performans sanatçısı, ilginç performanslar sergileyecekler. Bu tip etkinlikler, sanatçıların da birbirlerini izlemesi ve farklı bakış açıları oluşturması için büyük bir fırsat. İzmir deki sanat izleyicisi açısından EgeArt ın seyrini nasıl değerlendiriyorsunuz? EgeArt Uluslararası Sanat Günleri organizasyonunun arkasında Tüzüm Kızılcan ın yanı sıra Ege Üniversitesi çalışanları ile sanatsever gönüllülerin de büyük emeği var. Gönül daha çoğunu istiyor tabii; ama şımarıklık yapmayalım. Bu kervana 10 kişi katılsa, bizim için kârdır. Bir sanatçı açısından da kendisinin fark edildiğini ve bir etkinliğe davet edildiğini hissetmesi önemli ve gurur verici. Şahsen, ustalarla yan yana eserlerimin sergilenmesi beni onore eder. Bu yıl öncekilerden farklı olarak neler göreceğiz EgeArt ta? Performans sanatçılarımızdan söz etmiştim. Onların yanı sıra lif sanatı örneklerini sergileyeceğiz. Bu yıl ilk kez çocuklara yaratıcılık aşılayan etkinlikler düzenledik. Çocuklar bizim için çok önemli. Onların bir arada bir üretim içinde bulunmalarını sağlamak, hem sosyalleşmelerine olanak yaratmak hem de onları sanatla tanıştırmak açısından önemli. Biz çocuklara olanak sunmak zorundayız, çocuklarla birlikte bir şey yapmak zorundayız. Paylaşmak zorundayız. Çocukların sadece bizle değil kendi aralarında ve bi rlikte üretmelerine de katkıda bulunmalıyız. Çünkü ne yazık ki yeni nesil, benmerkezci olmaya başladı. Tabii ki herkesin sanatçı olması gerekmiyor ama sanatın getirdiği birtakım estetik kurallar hayatınızı zenginleştirir, bazı şeylere karşı daha özenli olursunuz, bazı şeyleri daha çok anlarsınız. Düşünürsünüz, sorgularsınız. GÜZ

60 İzmir basınından EgeArt a tam destek Ege Üniversitesi tarafından 6-15 Aralık 2013 tarihlerinde gerçekleştirilecek 5. Uluslararası Ege Art Günleri nin kamuoyuna tanıtılması amacıyla medya yöneticileriyle bir toplantı yapıldı. Rektör Prof. Dr. Candeğer Yılmaz ve EÜ Yönetiminin basın kuruluşu temsilcileriyle fikir alışverişinde bulunduğu toplantıda İzmir basını temsilcileri bu büyük sanat faaliyetini gerçekleştiren Ege Üniversitesine tam destek mesajları verdi. Konuşmasına Ekim ayında kaybettiğimiz duayen gazeteci Şevket Özçelik i anarak başlayan Rektör Prof. Dr. Candeğer Yılmaz, Başta bölgemiz olmak üzere tüm Türkiye ye İzmir in sanat boyutunu, sanatsal coşkusunu, akademik sorumluluklarımızı unutmadan EXPO 2020 adına sunmak istediğimizi paylaşmak isterim dedi. 5. Uluslararası Ege Art Günleri için basının desteğini istediklerini belirten Prof. Dr. Yılmaz Biz akademik sorumluluğumuzla, toplumsal sorumluluğumuzla Ege Üniversitesi olarak şehrimize şükran borcumuzu ödemeye ve katkımızı koymaya devam ediyoruz. Yaptığımız her işi uluslararası nitelikli belgelerle, ölçülerle yapmaya çalışıyoruz. Eğitimin kültür, sanat ve sporla bezenmesinin vazgeçilmez olduğundan sürekli söz ederek bunu yaşatarak hareket ediyoruz diye konuştu. Sanatı eğitimin bir parçası olarak gördüklerini dile getiren Prof. Dr. Yılmaz basına Birlikte İzmir i harekete geçirebiliriz. Bu sanat günleri aslında Ege Üniversitesi nin sanata verdiği değeri göstermektedir. EgeArt, gençlerimizi ustalarla buluşturarak onların geleceği planlamasına önderlik etmeyi düşündüğümüz bir proje ve bu anlayışı hep birlikte bölgeye ve Türkiye ye yayabiliriz diye seslendi. EgeArt ın geniş ulusal katılımın yanı sıra uluslararası katılımcılarla ayrı bir güç kazandığına değinen Rektör Prof Dr. Yılmaz, Sanatın özgün yaratıcı gücü güncellenmemizi sağlıyor. Sanatın özgürlüğünü ve özgünlüğünü unutmadan, tanınmış sanatçıları bu tema altında buluşturmak için yaklaşık 40 ülkeden davetlimiz oldu dedi. Prof. Dr. Yılmaz Ege Üniversitesi nin sanat anlayışını anlatırken şunları söyledi: Sanat, insanoğlunun doğayla ilişkisini, doğayla birlikte ürettiklerini, yaşamının örneklerini bir ahenk içinde dışa vurmasıdır. Dolayısıyla biz, sanatçıların bu ahenkten, bu dengeden, bu iletişimden aldıkları anlam ve ahenk arayışını değişik anlatım yollarıyla bizimle paylaştıklarına inanıyoruz. Bu anlatım yolları aslında bir yandan o sanatçı dolgunluğunu ahengi, estetiği bizimle paylaşırken, öte yandan aslında kolektif toplum bilincine ve uygarlık tarihine yeni düşünceler ekliyor. Basın toplantısında davetlilere sürpriz olarak EÜ öğrenci topluluklarının sergilediği flashmob dans gösterisi, EgeArt ı duyurmak için farklı tarihlerde şehrin farklı köşelerinde İzmir halkının karşısına çıkacak. n EgeBurada 58

61 5. EgeArt a konsoloslardan destek 5. Uluslararası EgeArt Sanat Günleri ne sayılı günler kala hazırlıklar hızla devam ediyor. EgeArt a destek için önce medya temsilcileri ile bir araya gelen Ege Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Candeğer Yılmaz, daha sonra İzmir konsolosları ile öğle yemeğinde buluştu. Ege Üniversitesi olarak bu yıl, 5. kez EgeArt sanat şölenine ev sahipliği yaptıklarını söyleyen Rektör Prof.Dr. Yılmaz, konsoloslardan 5. EgeArt ın tanıtımına destek vermelerini istedi. Prof. Dr. Yılmaz, Biz EgeArt kapsamında gerçekleştireceğimiz etkinliklerle İzmir in kültürünü, sanatını, sağlık konusundaki becerilerini, iklimini, coğrafyasını anlatmaya çalışacağız. EgeArt ile 22 ayrı yerde 500 ün üzerinde sanatçı ve 2500 ün üstünde eser sanatseverlerle buluşacak. Sizlerin desteği ile bu çabamızı daha anlamlı hale getirebiliriz diye konuştu. Ege Üniversitesi nin Erasmus başarısı konusunda da konsoloslara bilgi veren Prof.Dr. Yılmaz, Üniversitemizin 1794 yabancı uyruklu öğrencisi var. Bu öğrencilerden 1107 tanesi burslu eğitim görüyor. Burslu öğrencilerden 156 tanesi yüksek lisans ve doktora için bizi seçtiler. Bu öğrencilerden kendi imkânlarıyla gelen öğrencilerin sayısı 687 olup bunlardan 228 tanesi yüksek lisans ve doktora öğrencisidir. Ege Üniversitesi olarak lisansüstünde de çok tercih edilen bir üniversiteyiz. Ayrıca İran, Azerbaycan, Afganistan, Fransa, Hollanda, Bosna Hersek, Türkmenistan, Kosova gibi ülkelerden gelen çok sayıda Erasmus öğrencilerimiz mevcut diye konuştu. EÜ Lokali nde düzenlenen yemeğe; İngiltere Konsolosu Antony Willy Buttigieg, KKTC Konsolosu Uğur Umar, Hindistan Fahri Konsolosu Turgut Koyuncuoğlu, Malezya Fahri Konsolosu Hüsamettin Şınlak, Meksika Fahri Konsolosu Kemal Çolakoğlu, Fas Fahri Konsolosu Fatih Çakmakoğlu, Bosna Hersek Fahri Konsolosu A. Kemal Baysak, ABD Fahri Konsolosu Güliz Balsarı, Polonya Fahri Konsolosu Ceyla Borovalı, Slovenya Fahri Konsolosu Dr. M. Mazhar İzmiroğlu, Fransız Kültür Merkezi Müdüresi Emmanvelle Houles ile EÜ üst yönetimi ve EgeArt Yürütme kurulu üyeleri katıldı. Ege Üniversitesi Türk Halk Dansları, Latin Dansları, Modern Dans ve Dans Tiyatrosu, Karikatür ve Mizah Topluluğu üyelerinin hazırladığı flash mob gösterisi ise yemeğe renk kattı. n EgeBurada GÜZ

62 Mehmet Erdem in şehirli akustik müziği KULİS SÖYLEŞİLERİ e Demet ALTUNTAŞ Son yıllarda Türk müziğinde ortaya çıkmış en ilgi çekici seslerden biri olan Mehmet Erdem, Ege Üniversitesi Sanat Tarihi Topluluğu tarafından düzenlenen 'Kadına Şiddete Hayır' temalı sosyal sorumluluk projesinin finalinde Prof. Dr. Yusuf Vardar-MÖTBE- Kültür Merkezinde bir konser verdi. Liseyi İzmir de okumuş olan sanatçı, bu anlamlı ve başarılı projeyi gerçekleştiren Egeli gençleri yalnız bırakmadığı gibi, konser esnasındaki konuşmasında da şiddetin her türlüsünü kınadığını söyledi. Makine Mühendisliği mezunu olan Erdem hep müzikle ilgilenmek istemiş ve bu isteğini de gerçekleştirmiş bir genç müzisyen olarak sorularımızı yanıtladı. Kardeş Türküler olarak bilinen Boğaziçi Gösteri Sanatları Topluluğu nu bir okul olarak tanımlıyorsunuz. Nasıl bir okuldu? Ben Boğaziçi nde okudum ve Boğaziçi ne girdiğim zaman müzikle ilgileniyordum. Orada da çok yetkin bir grup vardı ve benim üniversiteye girdiğim 1997 yılında ilk albümleri çıkmıştı. Gruba 1999 yılında dahil oldum. O iki sene boyunca da arkadaşlarla epey çalışma fırsatım oldu. O grupla yurt içinde ve yurt dışında bir çok konsere gittik. Hemen hemen bütün Türkiye yi dolaştık. BGST de vokal olarak değil enstrümanist olarak yer alıyordunuz değil mi? Evet orada enstrüman çalıyordum. Ud, cümbüş, buzuki, bağlama Bazen geri vokal de yapıyordum ama daha çok enstrüman çalmayı tercih ediyordum. Makine Mühendisliği gibi önemli ve zor bir bölümde okuyordunuz, bir yandan da müzikle ilgileniyordunuz. Zamanında mı bitirdiniz okulu? Yok, tabii ki uzadı. Ama normalde makina mühendisliği zaten zordur. Bir de mesela tam vize-final dönemi turneye denk geliyordu. Sınavlara girememek gibi bir sıkıntımız vardı. Bir gün Paris te güzel bir opera salonunda konser verdikten sonraki gün makina dizaynı sınavına girince insan allak bullak oluyor tabii. Bitirdim okulu, fakat hiç yapmadım makina mühendisliği. Matematiği özel olarak seviyormuşsunuz. Matematik ve fiziği küçüklüğümden beri severim. Sadece mühendislik açısından değil, genel olarak hayata bakışı kolaylaştırdığını düşünüyorum. Hangi işi yaparsanız yapın, yardımcı oluyor bence. Problem çözme üzerine kurulu sonuçta mühendislik dediğimiz. Sonuçta kendi kayıtlarımızı kendimiz yapıyoruz ve müzisyenlerle çok haşır neşiriz. İşin mutfağını biliyoruz yani. Ben başka insanların albümlerine de çaldım, başka insanlara düzenlemeler de yaptık. O işte 60

63 de epey matematik var, fizik var, elektronik var aslında Peki sizinki Okulunu okumadım ama, ben sevdiğim işten para kazanmaya karar verdim hikayesi mi? Ben sevdiğim iş gibi bakmadım buna, ben müzik yapacağım dedim. Küçüklüğümden beri bunu istiyordum zaten. Okulları okudum ama hiç bir zaman makina mühendisliği yapacağımı düşünmedim zaten. Sonra sesinizi enstrüman gibi kullandınız şeklinde yorumlar alan kendi albümünüzü yaptınız ve iyi bir çıkış yaptınız. Bu süreç nasıl gelişti? Nasıl karar verdiniz? 2006 yılında Onur Ünlü nün Polis filminde "Olur Ya" şarkısının düzenlemesini yapıp kaydetmiştik. Ben idareten kendim söylemiş, birine söyletiriz diye düşünmüştüm. Onur dedi ki sen çok güzel söylemişsin... Ondan sonra teklifler gelmeye başladı bana şarkı söylemem üzerine. Sonra "Herkes Aynı Hayatta"yı yaptık bir dizi için o da sevildi. Sonra teklif geldi büyük bir müzik firmasından albüm yapmak ister misin diye. Biz de düşündük, olur dedik, yaptık, oldu, şu anda bu durumdayız. Aslında kafamda yoktu, müzik yapıyorduk sadece, hâlâ da devam ediyoruz sonuçta. Cover yapıyorsunuz. Özellikle Hâkim Bey çok etkileyici bir cover. Onun gücü nereden geliyor? Biliyorsunuz şarkı 20 sene öncesinin şarkısı. Orjinal de bir hikayesi vardır. Sonuçta Sezen Aksu Türkiye de hemen herkesin hayat hikayesinde yeri olan bir kadın, sözleriyle ve müzikleriyle hepimizin hayatının fon müziği olan bir sanatçı. Çok farklı kitlelerden beğenen oldu. Genel olarak otoriteye isyan ya da haksızlığın karşısında durma gibi bir algı yaratan bir şarkı. Haksızlığa uğradığını düşünen herkes sahiplendi, ki haksızlığa uğradığını düşünmeyen çok insan da yok yani. Herhangi bir konuda illaki bir haksızlığa uğruyor insan. Yaptığınız müziği nasıl tanımlıyorsunuz? Bunun üzerinde de epey düşündük. Ben şehirli akustik müzik diyorum yaptığımız müziğe. Sonuçta şehirlerde yaşıyoruz. Türkü de söyleriz, caz da seviyoruz, rock da, alaturka da... Ben ud da çalıyorum, elektronik gitar da. Albüm de böyle zaten. Her tarzdan şarkı var. Enstrümanları çok seviyoruz, ben kendim de enstrümancı olduğum için. Hep akustik kaydediyoruz. Müziğinizde melankolik bir havanın yaygın olduğunu söyleyebilir miyiz? Ben aslında neşeli bir insanım, hareketliyim de. Herkes beni çok sakin zannediyor şarkılarımdan dolayı. Şarkı söylerken biraz daha sakinimdir, çünkü sözler öyle icap ediyor. Şarkıların ruhuna girmeye çalışıyorum. İlk dinlediğimizde uzun zamandır gelmeyen bir ses bu dedik. Hatta Leonard Cohen e benzetenler var. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz? Biraz abartı tabii bunlar. Cohen nerede, biz nerede? Türkiye de çok muadili olan bir ses tarzı olmadığı için belki ona benzetiliyorum. O Zen Rahibi, şair, yazar, çizer, entellektüel bir kişi. Onunki ayrı bir klasman. Keşke onun gibi olabilsek. Isterim tabii ki ben de Cohen gibi bütün dünyaya seslenebilmeyi. Muhtemelen bu aralıkta ses piyasada çok olmadığı için böyle düşünülüyor. Tiz ses örnekleri daha fazla. Ben şarkıları bağırmadan da söylediğim için, insanlar evde söylerken eşlik edebiliyor belki. Benim sesimin üstüne de çıkıyor olabilir kendi kendine söylerken. O da bir katılım artısı sağlıyor galiba. Beraber söylemeyi seviyoruz. Bu hissi yaratıyor diye düşünüyorum. Ekşi Sözlükte sizin için aşk uzmanı denmiş. Neyi kastediyorlar? Aşkın uzmanı olmaz bir kere. Herkes ayrı bir şey yaşıyor. Senin aşkın başka, benim aşkım başka. Şarkı sözlerinden muhtemelen öyle çıkarımlarda bulunuyorlar. Herkesin hayatında aşk var sonuçta. Herkesinki farklı ama aslında herkes aynı hayatta. Biz de öyle diyoruz ya, aslında farklıyız ama bakarsan aynı şeyleri yaşıyoruz hemen hemen. Kimse çok acayip farklı aşklar yaşamıyor. Dinleyici sizi farklı gördü ve sanırız bu farklılığın değerini bildi. Siz nasıl görüyorsunuz, değerin teslim edilmesinde bir eksiklik var mı? Türk piyasasında yeni özgün bir şey var mı? Aslında çok var. Müzik dediğimiz zaman o kadar çok mecra var ki. Enstrümantal müzik ayrı bir derya. Benim İstanbul dan veya başka şehirlerden tanıdığım çok iyi müzisyenler var. Ama hayat, şans. Bu işler çok farklı dengelere bağlanıyor. Örneğin bizim albümde Hâkim Bey olmasaydı, albümün geri kalanını bu kadar fark eder miydiniz bilmiyorum. Bunlar hep soru işareti. Böyle lokomotiflere ihtiyaç oluyor. Tabii ki bir sürü özgün, çok iyi çalışmalar var. Türkiye nin dünya çapında çok müzisyeni var. Saymakla bitmez. Kimilerini unuturum. Ayıp olur. Ama ben her zaman söylerim Erkan Oğur diye bir adam var bu ülkede. Dünya ona hürmet ediyor. Bu topraklar bu anlamda çok geniş. Yüzyıllar boyunca geçişler olduğu için her tarz müziği algılayabiliyoruz neredeyse. Batı müziğini de doğu müziğini de Öyle bir avantajımız var. Yeni proje var mı? Var yakında albümümüz çıkıyor. Adı Hiç Konuşmadan. Yeni besteler mi var, cover lar mı? Cover da var, beste de var, ortaya karışık. GÜZ

64 SİNEMA Ümit MUTLU EÜ İletişim Fakültesi Radyo, Televizyon ve Sinema Yüksek Lisans Öğrencisi Gravity: Bilim kurgunun bilim destekli postmodern zaferi Isaac Newton ın o uğurlu kafasına düşmeseydi o sevgili elma, belki bugün bunları hiç konuşmuyor, düşünmüyor olacaktık. Ama ismine yerçekimi dediği gizli ve tamamıyla Dünya gezegenine ait kuvvet yine de varlığını sürdürüyor olacaktı. Ne biz yer çekiminden kurtulabilecektik, ne de yer çekimi biz olmadan bir anlam kazanabilecekti. İşte tam da bu yüzden, özellikle de Dünyalı olmanın nasıl bir şey olduğunu anlamada güçlük çektiğimiz bu darlanmış günlerde, Gravity isimli filmi izlemiş olmak, başta biz sinemaseverler olmak üzere herkesi memnun etmiş olsa gerek. Zira bilimsel bilgiye ve gerçeklere dayalı, ütopik ya da distopik olmayan, salt elimizdekilerin gücünü ön plana çıkarmaya çabalayan bir bilim kurguyu izlemeyeli, bir hayli zaman olmuştu. Alfonso Cuarón, bilim kurguseverlerin pek de yabancı olmadığı bir yönetmen yılında çektiği Children of Men (Son Umut), isimli ütopik sonuçlanan distopya, gerek izleyiciden, gerekse eleştirmenlerden tam not almış, türe getirdiği yenilikler, yıktığı klişeler, özellikle de fark yaratan çekim açıları ve teknik başarılarıyla hafızalarda kendisine afili bir yer edinmeyi başarmıştı. Gravity, Cuarón un ikinci bilim kurgu denemesi, buna rağmen değme kurgu bilimcilere taş çıkartan bir başarıya imza attığını söylemek yanlış olmaz. Dönüşümler başrolde Filmi kısaca konulamak gerekirse; sıradan bir uzay yürüyüşü sırasında, birbirinden bahtsız kazalara kurban giden astronotların (ki bu kişiler Sandra Bullock ve George Clooney tarafından başarıyla canlandırılmakta), yer çekimsiz ortamda ve uzunca bir süre hayatta kalma çabalarından bahsetmek mümkün. Elbette bu süreç içerisinde sinemasal bir mecburiyet olan karakter değişimi, filmin temel noktalarından da birisi, özellikle de Sandra Bullock un hayat verdiği karakteri göz önüne alırsak. Dünya yüzeyinde kızını kaybettiği için, yaşamdan neredeyse tamamen ümidini 62

65 Ryan Stone (Sandra Bullock) ve Mike Kowalski (George Clooney), sıradan bir uzay yürüyüşü sırasında ölümcül bir kazaya kurban giden iki astronot, Dünya yı bir kez daha göreceklerinden şüpheliler. kesmiş olan erkek isimli Ryan Stone (Bullock), başarılı da bir mühendistir ve her başarılı mühendisi postaladığı gibi onu da uzaya postalayan NASA, ondan Hubble Uzay Teleskopu nu tamir etmesini ister. Ancak bir anda olaylar gelişir ve yine Dünya mertebesinde yapılan bir hata sonucu, yörüngedeki tüm uydular yok olur, parçaları ise o anda boşlukta gezinen astronotlar için şarapnel kadar tehlikeli hale gelir. Artık ne telsiz bağlantısı vardır, ne ayak basılabilecek yer. Sadece derin siyah bir boşluk. Yer çekimsiz sonsuz bir boşluk. Cuarón un yönetimsel başarısı Tam da bu noktada, belki de araya girmek gayet uygun olacak: Cuarón un yönetimsel başarısı ve hatta dehası, bu boşluk ve yitme, gitme hissini yansıtmak konusunda gerçekten çığır açıyor. Uzun ve kesintisiz çekimler, durmak bilmeyen kameralar, ışık ve ses oyunları, müziksiz sahneler ve derin nefes alış verişleriyle, izleyiciyi nefessiz bırakan bir sekans tutturmayı başarıyor. Üstelik Cuarón, filmin genişletilmiş fragmanında bu sahneye yer vererek de, aslında ne kadar cüretkar olduğunu bir bakıma kanıtlıyor. Zira filmin en can alıcı sahnesi, aslında en önemli sahnesi değil, bu sahne çevresinde gelişen, dönen ve yörüngeye oturan bilumum destekleyici ve anlam yaratıcı metin dolu minik sahneler. Tekrar karakterlerimize dönebiliriz. Kowalski (Clooney) ve Stone un ilişkileri, film içindeki değişimle doğru orantılı şekilde ilerliyor. Hayat dolu ve yaşama -yani Dünya ya- sıkı sıkıya bağlı olan Kowalski, doğru yer ve zamanda hayatını feda ederek, hayata dair umudu kalmamış olan Stone a adeta yedek oksijen sağlıyor. Stone ise kızıyla olan psikolojik bağını belki yeniden kurarak ya da daha doğrusu, Dünya nın, doğaananın yeni bir çocuğu olarak yeniden doğuşunu sağlıyor, Dünya daki yeni ilk adımlarını temizlenmiş ve arınmış biçimde atıyor. Evrimsel süreci A dan Z ye olumlayarak Darwin e karşı, saygı duruşların en güzeline imza atan Cuarón, denizde -tamamen rastlantısal patlamalarla başlayan- rastlantısal yaşama karşı büyük ilgi ve sevgisini de Stone aracılığıyla izleyiciye yansıtıyor. GÜZ

66 Stone nun (Sandra Bullock) Dünya ya dönme yolculuğu, onun karakterinin de baştan ayağa değişip dönüşmesine sebep oluyor. Stone yeniden hayata bağlanırken, yeni insan mertebesine ulaşıyor. Kendisine Dünya yı dekor edinmemesine rağmen ya da belki tam da bu sayede, filmin oldukça olgun ve gülgün bir bakış açısına sahip olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Stone, bir şekilde Dünya ya olan yolunu açabilmek için, her şeyi denemeye göze almışken, öncelikle, bir Amerika Birleşik Devletleri vatandaşı olarak, yani modern dünyanın örnek bir temsilcisi olarak, bir Rus uzay giysisi giymek zorunda kalıyor; belki de kendisine göre, günümüze ayak uyduramamış, ekonomik ve sosyolojik açıdan hayli geri kalmış bir milletin giysisi. Dahası, o giysi içinde dönüşe geçmek için kullandığı araç, çok uzak bir doğuya, 3. dünyalaşmış bir coğrafyaya ait Çin aracı. Üstelik tanrıtanımaz birisi olarak, Rus aracında İsa nın, Çin aracında ise Buda nın tasvir ve resimleriyle karşılaşıp tebessüm bile ediyor. Bu noktada ise karşımıza acımasızca şu güzel düşünce çıkıyor: Eğer gerçekten Dünya gezegenini düşünüyor ve onda sükunet içinde yaşamak istiyorsak, bunun tek bir yolu var, milletler ve dinlerüstü düşünerek, hümanizme sonsuza dek inanmak. Çünkü tıpkı en başta dediğimiz gibi, yerçekimi bile sadece insanlar -ya da hadi abartmayalım, canlılar- için var. İnsanların insanları yok saydığı, hor gördüğü, ötekileştirdiği bir dünyada, insana yer yok, zira insan kavramının ne olduğuna dair tam bir algı yok. Dünyaya dönüş yolculuğu, bireysel açıdan ele alındığında da, Stone un bir sperme benzemesi kimseyi şaşırtmamalı, hatta bu durum bazı sahnelerde fazlasıyla göze bile sokuluyor Cuarón tarafından. Stone un Rus aracına ilk girdiği anda aldığı cenin pozisyonu, yangın söndürücüyle rastgele yolunu bularak penisten çıkışı (ki bu yangın söndürücü sahnesiyle WALL-E yi anımsamamak ne mümkündür), sonunda da Çin aracı ile rahim içinde ilerleyerek, yani atmosfere girerek yumurtalıklara, yani denize inişi, bireysel bir yeniden doğuşu destekleyen bariz imgeler olarak karşımızda beliriyor. Stone un toprağa bastıktan sonraki aylak adımları ise doğumun tamamen tamamlandığı, ufak bebeğin ıslak bir biçimde ortaya çıktığı o çok değerli anı fazlasıyla hatırlatıyor. Hem bireysel bir yeniden doğuşu, hem de belki de, ümitlenmiş ve geleceğe dair ciddi değişimler geçirmeye hazır yeni insanoğlu nun, ortaya çıkışına ilişkin bir algıyı sunuyor. Üç boyut teknolojisini sinematografiye yedirmek... Teknik açıdan zaten son derece kusursuz olan Gravity, son dönemin popüler satış malzemelerinden birisi olan üç boyutlu olma özelliğini de taşıyor, ancak piyasadaki birçok filmin aksine bunu gayet iyi bir biçimde kullanıyor, hareketli sahnelerde heyecanı körükleyerek, halihazırda gerilmiş olan izleyiciyi daha da germeyi başarıyor. Müzik kullanımı sınırlı olsa da gayet yerinde, özellikle finale doğru epik biçimde artarak izleyiciyi büyük sona doğru hazırlamayı başarıyor. Alfonso Cuarón, Gravity ile gerek kendi sineması, gerekse bilim kurgu türü içinde apayrı bir yer edinebilecek bir işe imza atmış durumda. O kadar ki, bundan sonraki bilim kurgular için bir deniz feneri görevi bile görebilir, zira daha önce de belirttiğimiz gibi, herhangi bir fanteziye pabuç bırakmayarak, üstelik de altı ve mesajı dolu bir biçimde izleyici karşısına tam tekmil çıkmak sanılandan daha zor. Ayrıca Newton o anda tam olarak ne düşündü bilemeyiz ancak bu filmi izleme şansı olsa ağzı kocaman açık kalırdı. (Zira sinemanın ne olduğunu bilmiyor olurdu.) 64

67 SÖYLEŞİ e Gamze KARADEMİR EROL Vampir dünyasına akademik ve edebi bir bakış Halen Ege Üniversitesi İletişim Fakültesinde sinema alanında doktorasını sürdüren Ulaş Işıklar, sinemada vampirlerin dönüşümü üzerine incelemeler yaptığı yüksek lisans tezinin ardından Gece Gelen adlı vampir temalı romanını yayınladı. Romanın önemli en önemli özelliği kendisine mekan olarak İzmir i seçmiş olması... Roman yazma fikri nasıl oluştu? Bir deyim var ya, kulağı tersten tutmak, benimki de öyle oldu. Alışılagelen romandan uyarlanan filmlerdir, benimki tersi oldu yılında yüksek lisans yaparken çektiğim bir kısa filmi, pek çok unsur ekleyerek roman haline getirdim. Aslında kitap proje olarak kafamda hep vardı, çünkü o kısa film, içinde kendinden daha uzun bir anlatıyı barındırıyordu. Ben de o muhtevayı işleyip derinleştirerek romanı yazdım. Ama filmden 8 sene sonra, 2012 de birdenbire, durup dururken yazmaya başladım. Sonrasında da şans eseri, yeni bir yayımevi ile bağlantıya geçtim çabucak çıktı kitap piyasaya. Kitabın mitolojiye dayanan bir yanı var. Vampirlerin hikayesi Osmanlı döneminde başlayıp günümüzle pararlellik içerisinde sürüyor. Vampirler özellikle sinemada ve tabii edebiyatta da zaman içerisinde değişen evrilen unsurlar olarak göze çarpıyor. Sizin vampirlerinizi özellikle sinemadan takip ettiğimiz çağdaş vampirlerle kıyasladığınızda nasıl konumlandırıyorsunuz? Vampirler edebiyattan, sinemadan da önce var olan figürlerdir. Yazıdan önce de mağara resimlerinde yer almıştır. Hatta dünyanın bütün bölgelerinde folklorik söylencelerde de yer tutmaktadır. Bu eski dönemlere ait folklorik söylecelerde karşımıza çıkan vampirler, bugün anladığımız anlamda aristokrat ve soylu değiller. Görüldüğü anda insandan ayrılacak ve tabii ki çok korkulacak bir canavar biçiminde tasvir edilmiş. Vampirler zaman içinde giderek insana yaklaşmış. Bu dönüşümün nedeni edebiyat ve sinemadır. Vampirler Transilvanya ile özdeşleştirilir ama o Drakula romanının başarısından ve vampirlerin sinema uyarlamalarının ağırlıklı olarak orada geçmesinden kaynaklanıyor. GÜZ

68 Edebiyatta vampir figürü, Avrupa da aristokrasinin yıkılması ve burjuvazinin yükselmesi ile aristokratların korkularını dışa vurduğu bir figür. Drakula romanının da özü budur aslında. Romandaki emlakçı Jonathan Harker küçük burjuvayı temsil eder. Drakula ise kesinlikle bu ticari eşitliği kabul etmez. O her zaman aristokrat, hükmeden, kan yoluyla soylu olan, başka bir deyişle soylu doğan bir figürdür. Özellikle 1800 lerdeki başka vampirlerde de, örneğin Sheridan Lefanu nun 1872 de yazdığı Carmilla da ya da Drakula dan 60 sene önce Jonh Polidori tarafından yazılan The Vampyre da hep aristokrat olarak karşımıza çıkarlar. Aristokratlık o temellere dayanıyor. Ancak giderek insana yaklaşan bir figür halini alıyor. Zaman içinde vampirler pusuya yatmış canavar görünümünden kurtulup şık, baştan çıkartıcı, güzel yaratıklar haline geliyor. İnsanların arasında dolaşırlarken vampir oldukları anlaşılmamaya başlanıyor. Bu önemli bir evrim aslında. Sinema tarihinin ilk vampir filmi olan, 1922 yılında Alman dışavurumcu yönetmen Friedrich W. Murnau tarafından çekilen Nosferatu filminde vampir, kont olmasına rağmen çok çirkin, pis kokuludur. O anlatıda folklorik anlatılardaki gibi ilk anda korku yaratan canavar gibi bir figürdür. Tabii sinemanın geçirdiği dönüşüm ile birlikte aristokrat vampir figürü 1980 lere kadar epey sömürülmüştür. 80 lerden sonra ortaya çıkan pek çok figür gibi vampirler de tüketim kültürüne 66 adapte edilmiştir. Geldiğimiz noktada artık bilgisayar oyunu biçiminde, hatta sarımsak kapsülleri ile kolayca yok edilebilen vampirler ortaya çıkmıştır. Vampir figürü güçlü karakterinden sıyırılmış, tüketim kültürüne uyum sağalmıştır böylece. 80 lerden sonra western vampir filmleri, gençlik vampir filmleri çekildi. En son geldiğimiz noktada örneğin Türkçe ye Alacakaranlık olarak çevrilen Twilight, gençlik filmi kodraları ile vampiri birleştiren filmdir. Romanın günümüzde geçen kısımlarındaki diyaloglarda, İngilizce-Türkçe karışık bir dil kullanılmış. Bunu neden tercih ettiniz? Roman okunduktan sonra bana dönen yorumlar arasında en göze çarpanı da bu konudaki eleştiriler oldu. Okuyucudan gelen geri bildirimler bana çok iyi doneler veriyor. Birbirinden farklı yaş, cinsiyet, eğitim düzeyindeki bir çok insanın fikirlerini öğrenmiş oluyorsunuz. O İngilizce Türkçe karışık konuşma biçimi en çok eleştirilen konulardan birisi oldu. Ama aslında böyle bir dil kullanan pek çok insan var artık. Ayrıca dil yaşayan, değişen, evrilen de bir şey. Globalleşme süreci içerisinde İngilizce nin de anadilimiz içine karışması gibi durum ortaya çıktı. Romanda bu dili kullanan karakterler üniversite mezunu, gazetecilik yapıyorlar, dünya ile ilişkileri var. Bu dili kullanmaları da yabancılaşma göstergelerinden biri. Dili bozarak da İngilizce yle biraz karıştıran, biraz argoyla karışık konuşan pek çok genç var. Onlara da dokunmak istedim, eleştirmek değil, ne hale geldiğini ortaya koymak anlamında. Romandan aldığınız genel geri dönüşler nasıl peki? Eski hikâyenin çok iyi olduğunu, iyi aktığını söylüyorlar. Genelde eleştiriler bugünkü hikâyeye geliyor. Ben bunu biraz da herkesin şimdiyi farklı yaşamasına ve algılamasına bağlıyorum. Geçmiş, insanların kafasında daha yekpare bir imaja sahip. Şatolar, pelerinler, atlar... Ciddi bir kraliçe vampir, onun sadık hizmetçisi... Böylece iyi akıyor hikaye. Ama bugüne dair herkesin ayrı bir fikri var, dolayısıyla da ayrı bir beklentisi. Peki vampir karakterinin eskiye oranla çok daha fazla gündemde ve tabiri caizse moda olmasını neye bağlıyorsunuz? Şöyle diyelim; aslında ben 2005 te yüksek lisans tezimi bitirdiğim zaman Twilightmania ve arkasından gelen vampir furyası ortada yoktu. Bu ilk soruya da bir ekleme olsun. Bu romanı aslında biraz da bu yüzden yazdım sanırım. Vampir figürünün o kadar içi boşaltıldı ve balon hale getirildi ki... Bir sinema yazarının çok güzel bir eleştirisi vardı Twilight ile ilgili, vampirler kılçığı alınmış hale getirildi diye. Gerçekten de vampirler çok fazla evcilleştirildi, Alacakaranlık taki Edward karakteri pop ikonu haline getirildi. Eski vampirler gün ışığında yanar, o yüzden gündüzleri gezemezler, ama o parlıyor. Michael Jackson gibi bir yıldız albenisi var. Roman biraz da buna tepki aslında. Kendimce vampire ciddi imajını geri kazandırmak için yazdım. Çünkü bence Twilight aslında vampir figürünü ayağa düşüren bir roman, bir film. Ama onların ana amacı satmak. Gençliğin ne hoşuna gider diye üretilen bir kurmaca. Bu anlamda türü yaygınlaştırması açısından bana faydası oldu tabii. Çünkü artık herkesin vampirle ilgili bir fikri var, çoğununki Twilight la sınırlı kalsa da... Ama bana göre vampir ciddi bir figür. Tabii ki benim kitabım Twilight ölçeğinde bir kitap değil, dünya dağıtımını bırakın, ülke içi dağıtımı bile onunla boy ölçüşemez. Ama yine de okuyanlar beğeniyorlar, okurlarımın bir kısmının vampir böyle olmalı dediğini biliyorum. Tabii tüketim kültürü ile başetmek mümkün değil, çünkü

69 satmak için üretiyorlar. Ama benim ana amacım o değil, amacım okuyanlarla duygusal bir bağ kurmak. Tam da bu tüketim kültürü ve pazar konusuna girmişken... Bu sizin ikinci kitabınız. İlk olarak yüksek lisans tezinizi kitaplaştırdığınız. Ama roman olarak ilk kitabınız olması dolayısıyla yeni bir yazar olarak daha çok okurla buluşabilmenin ana kuralı bir pazar ağına dahil olmak. Bu süreç nasıl gelişti? Bu kitabı büyük yayınevlerine falan göndermeyi hiç denemedim. Yüksek lisans tezimi kitaplaştırdığımda nerede, nasıl bastıracağımı bilememiş, pek çok yayınevine göndermiştim ve oradan hiç tanımadığım biri dönmüştü bana. Ama bu kitapta daha önce anlattığım gibi şans eseri yeni kurulan bir yayınevi ile bağlantı kuruldu, yarısını yazıp gönderince ve onlar da çok beğenince gerisi geldi. Böylece bir kanal oluştu. Çok satmayı temel amaç olarak gütmesem de, insanlara ulaşmasını isterim tabii ki kitabımın. Bu anlamda da yazmak işin sadece yarısı aslında. Ama şöyle bir artısı oldu kitabın bana, inceden de olsa kendimi bir yazara gibi hissetmeye başladım. Kısa filmlerde de buna benzer bir his yaşamıştım. Çeşitli ödüllerim de var. Ama yazar olmak daha farklı, sonuçta edebiyat ve sinema kardeş gibi olsa da bu başka bir mecra. Özellikle fantastik edebiyat Türkiye de yeni gelişen bir tür. Biliyorsunuz Tükiye dünyanın hep 5-10 yıl gerisindedir bu konularda. Şimdilerde bir gelişme, bir hareketlenme var. Okurlardan gelen güzel geri dönüşler bana yazabiliğimi hissettirdi. Ama tabii ki yazar oldum demek için daha erken. Peki Türkiye de fantastik edebiyatı takip ediyor musunuz? Aslına bakarsanız ben çok iyi bir fantastik edebiyat okuru değilim. Drakula, Carmilla, Frankenstein, Vampirle Görüşme, Vampir Vittorio, Ben Strahd gibi romanları tezden dolayı okumuştum. Ama gerçek bir fantastik okuru olduğumu söyleyemem. Daha çok Kafka, Nietzsche, Camus, Dostoyevski gibi büyük, fantastiğin dışında ama aynı zamanda kesişen de şeyler okuyorum. Türkiye den Hasan Ali Toptaş okuyorum örneğin, Gölgesizler kitabını Ümit Ünal film yapmıştı, ki o çoğu fantastik esere göre daha korkutucudur. Ya da Yusuf Atılgan okurum, Anayurt Oteli, Aylak Adam gibi. Bir yandan Doğu Yücel de okurum, Varolmayanlar ı çıktığı zaman hemen okudum. Ferhat Uludere okurum, çok bilinmeyen ama benim hemşehrim olan bir yazardır. Sonbaharda Sarhoş Bir Kasaba diye bir romanı var, içinde cinler, periler gibi Türk folkloruna ait pek çok fantastik öğeler bulunuyor. Ama açık söylemek gerekirse kitabımla beraber son dönemlerde yavaş yavaş giriyorum fantastik edebiyat türü içine. Merak da ediyorum başkalarının yazdıklarını tabii. Bu noktada eleştirel birşeyler söylemek isterim. Sinemada, müzikte olduğu gibi edebiyatta da İstanbul hegemonyası hakim. Diğer şehirlere, taşra muamelesi yapılıyor. Meteorolojide de hep söylenir ya, İstanbul a kar yağmışsa, kış gelmiştir diye. İşte tam da bu nedenle İstanbul da değilsen yaptığın şeyler kıyıda kalıyor. Türkiye de hatta Ben daha önce İzmir de geçen bir vampir romanı görmemiştim. İzmir den film yapmak da zor, yaptığın zaman İstanbul daki kadar kanallara girmen mümkün de değil. İlla İstanbul dan bir takım bağlantılar kurman gerekiyor. Edebiyatta da böyle maalesef. İzmir in ciddi bir kıyıda kalmışlığı var ve kitap sayesinde daha da çok hissettim bunu. Kitabınızın başında İzmir güzel ama hayat standart. Hangi şehir standart değil ki diye soruyorsunuz. Önceki değerlendirmelerinize paralel olarak İstanbul un standart olmadığını düşünüyor musunuz? Hayır, hiç düşünmüyorum. Hatta İstanbul un da standartın doruklarında olduğunu düşünüyorum. İzmir i şehir olarak çok severim. Ama bir de çalışma boyutu var, üniversite mezunu insanların iş sıkıntısı çektiği gerçeği var. Pek çok sektörde böyle ama özellikle medya sektöründe maalesef maalesef diyorum çünkü İstanbul un insan ilişkilerini öğüten de bir yanı var İstanbul tek alternatif oluyor. İstanbul da da bir süre yaşadım. Ama orada da pek çok arkadaşımın gündelik hayatını görüyorum, sürekli aynı saatte kalkıp aynı işe gidiyorlar... Metropolün stresi ve yoğunluğu insanları zombileştiriyor. Bütün arkadaşlarım İstanbul dan kaçmak istiyor, ama başka yerde de iş yok. İzmir e gelmek isteyen o kadar çok arkadaşım var ki. Ama İzmir de de bir hafta sonra hareketsizlikten sıkılmaya başlıyorlar. Bu modernleşme ve yabancılaşma konusu oldukça derinlikli tabii ama sonuç olarak İstanbul bence standartın en yüksek olduğu yer bence. Bundan en ciddi yarayı insan ilişkileri alıyor. İzmir bu açıdan şanslı. Burada hâlâ maddiyata yenilmemiş bir insan ilişkisi mevcut. Planladığınız yeni çalışmalar var mı? Gece Gelen i bir üçleme olarak tasarladım. Bir sonraki kitapta hikayeyi geçmiş gelecek olarak değil, aynı zaman diliminde birbirine paralel hikâyeler olarak anlatacağım. Alev in hikâyesi devam edecek. Ama vampirlerin kendi arasında geçen büyük bir öykü de var. Alev in öyküsü üzerinden Türkiye nin bugünü ile ilgili öyküler eklemeyi düşünüyorum. Üçüncü kitabın sonunda bu öyküyü bırakmayı planlıyorum. Bundan sonra başka türde yazmak istiyorum. Bu romandaki karakterde ucundan kıyısından incelemeye çalıştığım modern insanın yabancılaşmasını daha derinlemesine ele almak istiyorum. Sadace fantastik değil, daha serbest, günümüze kafa yoran, postmodern insanla ilgilenen romanlar yazmak istiyorum. Tabii bugünden yarına olacak işler değil bunlar, zaman ister. İzmir den de bu işin yapılabileceğini göstermek istiyorum. Çalışmak, üretmek, yılmamak lazım, biliyorum. GÜZ

70 Ege Üniversitesi nin Stratejik Planında hedef lider olmak Ege Üniversitesi nin Stratejik Planı hazırlandı. Sunumuna Henry Ford un Bir araya gelmek başlangıçtır. Bir arada durmak ilerlemektir. Birlikte çalışmak başarıdır sözüyle başlayan Rektör Prof. Dr. Candeğer Yılmaz, 2 yıllık yoğun bir çalışmanın ürünü olan Stratejik Planı nın 60 personel tarafından 106 toplantı gerçekleştirerek, 60 bin iç ve dış paydaşa ulaşıldığını ve binlerce saat mesai harcandığını belirtti. Prof.Dr.Yılmaz, bu çalışmalarla 40 rapor üretildiğini ifade etti. Ege Üniversitesi nin Stretejik Planında 4 amaç, 20 hedef, 58 strateji, 107 performans göstergesi yer alıyor. Prof. Dr. Yılmaz Stratejik Planın sunumunda ilk hedeflerinin Ulusal ve Uluslararası alanda eğitim lideri olmak olduğunu belirtti. Prof.Dr. Yılmaz 68 diğer hedefleri ise şöyle sıraladı: Yürütülmekte olan eğitim programlarının ulusal ve uluslararası normlar ve beklentiler çerçevesinde güncellenerek niteliğinin geliştirilmesi ve sürdürülmesi Toplumsal beklentiler, sektörel eğilimler ve ülke hedefleri çerçevesinde yeni programlar (lisansüstü, lisans, ön lisans, sertifika) ve ders oluşturulması Uluslararası öğrenci ve öğretim elemanı değişim programlarının ve katılan kişi sayısının artırılması Öğrencilerinin girişimcilik bilincinin geliştirilmesi Öğrencilerin eğitim-öğretim süreçlerini destekleyici hizmetlerin yürütülmesi ve geliştirilmesi Öğrencilere yönelik barınma, beslenme, sağlık, sosyal, kültürel, sanatsal ve sportif hizmetlerin etkin ve verimli bir şekilde sunulması ve bu alandaki olanakların artırılması Araştırmaya ağırlık verilecek Prof. Dr. Yılmaz Stratejik Planı nda; ulusal ve uluslararası araştırma olanaklarını artırmayı ve AR-GE çalışmalarını teşvik etmeyi düşündüklerini; bunun için insan kaynağının geliştirilmesine ihtiyaç duyacaklarını, fiziki alt yapı ve maddi kaynak yaratarak, basın yayın olanaklarının geliştirilmesi için harcayacaklarını söyledi. Ulusal ve uluslararası proje ve yayın sayısı açısından gurur verici bir seviyede olunmasına rağmen bunu yeterli görmeyen Prof. Dr. Yımaz, çıtanın daha da yükseltilmesinden yana. Prof. Dr. Yılmaz ayrıca Yeni ürün, hizmet ve fikirlerin ticarileşmesinin teşvik edilerek, patent, faydalı model ve çıktıların artırılması talebini belirtti. Türkiye nin ilk 4-5 üniversitesi arasında yer alan Ege Üniversitesi nin kurumsal yapısının sürdürülebilirliğini ve gelişimini sağlamak, paydaşlarla etkileşim kalitesini arttırmak istediklerini belirten Prof.Dr. Candeğer Yılmaz, hedefleri ise şöyle sıraladı: Eğitim verdiğimiz toplam öğrenci sayısı önümüzdeki beş yıl içerisinde yılda ortalama yüzde 4 oranında artacaktır. Yılda ortalama 10 bin öğrenciyi mezun edeceğiz. Yılda yaklaşık 40 yeni eğitim programı açacağız. Yılda en az 1 laboratuvarımızı akredite edeceğiz. Araştırma projelerimize yılda en az 25 yeni proje ilave edeceğiz. Yılda ortalama 2 bin uluslararası makale yayınlayacağız. Her yıl en az 15 yeni buluş için patent başvurusunda bulunacağız. Sivil toplum kuruluşları ile her yıl ortalama 270 iş birliği çalışması yürüteceğiz. Paydaşlarımıza verdiğimiz hizmet sayısını yılda ortalama yüzde 4 oranında arttıracağız. n EgeAjans

71 Ege nin ilk profesörlük belgesi takdim töreni Ege Üniversitesi Yönetim Kurulu nun kararı ile profesörlük kadrosuna atanan akademisyenlere belgeleri düzenlenen törenle verildi. Ege Üniversitesi nde ilk kez düzenlenen törene çok sayıda akademisyen aileleri ile birlikte katıldı. Törenin açılış konuşmasını yapan Rektör Prof.Dr. Candeğer Yılmaz; Akademik yolculuk oldukça zor bir süreç. Hepimiz büyük zorluklar aşarak bugünlere geldik. Bu süreçte ailelerimiz de bizlerle birlikte sıkıntılara eşlik etti. Öncelikle anne ve babalarımıza, kardeşlerimize, bizi yalnız bırakmayan eşlerimize ve çocuklarımıza hepimiz adına sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum. Profesörlük belgesini görmeyi en çok onlar hak etti. şeklinde konuştu. Ege Üniversitesi nin başarıları Yükseköğretim Kurumu nun da başarılarının bir göstergesi Ege Üniversitesi nin 2015 yılında 60. yılını kutlayacağını hatırlatan Prof.Dr. Yılmaz, 2014 yılının başından itibaren çalışmalara başlayacağız ve 60. yılımızı Ege Üniversitesi ne yakışır bir biçimde kutlayacağız. Türkiye yükseköğretim tarihine baktığımızda; Ege Üniversitesi 3. sırada kurulmuş bir üniversite. Ege Üniversitesi nin başarıları aslında Yüksek Öğretim Kurumu nun da başarılarının bir göstergesi. Biz yıllarca bu tarihin bilincine odaklanarak çalıştık. Hocalarımızdan aldığımız mirası daha iyi bir noktaya getirmek için uğraştık ve akademik yolculuğumuzun son aşamasına geldik. Düzenlediğimiz bu tören, kurumsal kimliği olan bir üniversite olarak ne kadar doğru bir karar verdiğimizi bizlere gösterdi dedi. Ege Üniversitesi Prof. Dr. Yusuf Vardar-MÖTBE- Kültür Merkezi nde düzenlenen tören ile 2000 yılından itibaren profesör kadrosuna atanan ve hâlâ çalışmakta olan öğretim üyelerine, belgeleri EÜ Rektörü Prof. Dr. Candeğer Yılmaz tarafından takdim edildi. Tören Ege Üniversitesi Devlet Türk Musikisi Konservatuvarı Öğretim Elemanı Öğr. Gör. Dilek Şafak Çakar ın konseri ile devam etti. Konser sırasında Çakar a Devlet Türk Musikisi Konservatuvarı öğretim elemanları ve öğrencilerinden oluşan orkestra eşlik etti. n EgeBurada 2000 yılından itibaren profesör kadrosuna atanan ve hâlâ çalışmakta olan öğretim üyelerine belgeleri Rektör Prof. Dr. Candeğer Yılmaz tarafında verildi. GÜZ

72 70 Türkiye nin tek deri mühendisliği bölümü yeni binasında Deri Mühendisliği alanında araştırma, geliştirme çalışmaları yapan ülkemizin ilk ve tek, dünyanın ise birkaç önemli kuruluşlarından biri olan Ege Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Deri Mühendisliği Bölümü nün yeni binası coşkulu bir törenle açıldı. Açılış törenine; Ege Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Candeğer Yılmaz ve EÜ Senato Üyeleri ile deri sanayiinin önemli kuruluşlarının temsilcileri katıldı. Açılış törenin ardından Ege Üniversitesi ile İstanbul Deri ve Deri Mamülleri İhracatçıları Birliği (İDMİB), Ege Deri ve Deri Mamulleri İhracatçıları Birliği (EDMİB) ve Türkiye Deri Sanayicileri Derneği (TDSD) arasında üç ayrı protokol imzalandı. Deri Mühendisliği Bölümüne modern tesis Ülkemizde Deri Mühendisliği alanında lisans ve lisansüstü düzeyde eğitim veren ilk ve tek akademik kurum olan EÜ Mühendislik Fakültesi Deri Mühendisliği Bölümünün yapımı tamamlanan yeni binası; toplam 4 bin 910 metrekareden oluşuyor. Deri sanayicileri ve sektörel kuruluşların katkıları ile tefrişatı gerçekleştirilen yeni binada 6 derslik, 26 öğretim üye ve yardımcısı odası ve bir adet 112 kişi kapasiteli konferans salonu, toplantı salonu, kütüphane ve dinlenme alanı yer alıyor. Fiziksel, kimyasal ve enstrümental analiz laboratuvarları ile bölüm, eğitim ve araştırma çalışmalarına en üst düzeyde sürdürmeye devam edecek. n EgeBurada

73 Ege Üniversitesi, İASOB iş birliği ile inovasyon yarışması Ege Üniversitesi ile İzmir Atatürk Organize Sanayi Bölgesi arasında imzalanan iyi niyet anlaşması neticesinde düzenlenen Ar-Ge ve İnovasyon Yarışması sonuçlandı. Türkiye deki Organize Sanayi Bölgeleri arasında ilk kez düzenlenen yarışma üniversitesanayi işbirliğinin yanı sıra Ar-Ge ve İnovasyonun önemine dikkat çekmek amacıyla gerçekleştirildi. Yarışmanın ödül töreninde konuşan Ege Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Candeğer Yılmaz, Ar-Ge ve inovasyon konusunda farkındalık yaratmayı amaçladıklarını ifade ederek Ege Bölgesi ni katma değeri yüksek ürünler ihraç eden bir bölge haline getirmeyi hedefliyoruz. İAOSB ile gerçekleştirdiğimiz çalışmalar, sanayiciler ile akademisyenlerin iş birliklerini kışkırtmayı amaçlıyor. Bu yarışmaya da bu amaçla yola çıktık diye konuştu. Ön elemenin ardından finale kalan 6 firmanın toplam 10 projesini değerlendiren T.C. Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı Müsteşarı, İzmir üniversitelerinin Rektör ve akademisyenleri, T.C. Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, TÜBİTAK ve KOSGEB Yöneticileri, İzmir iş dünyasının önemli isimleri ve İzmir basın temsilcilerinden oluşan 18 kişilik dev jüri, yarışmanın ilk 3 derecesi ile mansiyon ödülü almaya hak kazanan diğer 3 projeyi belirledi. İzmir Atatürk Organize Sanayi Bölgesi (İAOSB) ve Ege Üniversitesi (EÜ) Rektörlüğü iş birliğinde düzenlenecek olan İAOSB Ar-Ge ve İnovasyon Yarışması nın ilk adımı İyi Niyet Protokolü nün imzalanması ile atıldı. Start, iyi niyet protokolü ile verildi Ege Üniversitesi Rektörlüğü ve İzmir Atatürk Organize Sanayi Bölgesi (İAOSB) iş birliğinde düzenlenen İAOSB Ar-Ge ve İnovasyon Yarışması nın ilk adımı İyi Niyet Protokolü nün imzalanması ile atıldı. 18 Ocak 2013 tarihinde EÜ Yeni Senato Salonu nda düzenlenen basın toplantısında protokole imza atan EÜ Rektörü Prof. Dr. Candeğer Yılmaz ve İAOSB Yönetim Kurulu Başkanı Hilmi Uğurtaş Türkiye de ilk defa hayata geçirilecek olan bu projenin sanayide yenilik çalışmalarını teşvik ederken Ar-Ge ve inovasyon konusunda farkındalık yaratılmasını sağlayacağını bildirdiler. İmza töreninin ardından İAOSB ve EBİLTEM ekipleri bir araya gelerek hızla çalışmalara başladılar. n EgeBurada GÜZ

74 72 Açılışa Savunma Sanayi Müsteşarlığı Sanayileşme Daire Başkanı Bilal Aktaş, Gaziemir Kaymakamı Şerafettin Tuğ, Gaziemir Belediye Başkanı Halil İbrahim Şenol, Ege Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Candeğer Yılmaz, Türk Havacılık ve Uzay Sanayii A.Ş. Yönetim Kurulu Üyesi Özden Argüz ve EMYO Müdürü Prof. Dr. Semih Güneş katıldı. Tahribatsız muayene istasyonu ülkemiz için önemli bir kazanç Ege Üniversitesi Ege Meslek Yüksekokulu Uçak Teknolojisi Programı Ahmet Eroğlu Eğitim Tesisi nde yapımı tamamlanan Türk Havacılık ve Uzay Sanayi A.Ş ( TUSAŞ) Tahribatsız Muayene Laboratuarı (NDT) törenle hizmete açıldı. Prof.Dr. Güneş; Laboratuarın asıl amacı ulusal bir savunma programı oluşturmaktır dedi. Törene Ulaştırma Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Binali Yıldırım kutlama mesajı göndererek tebriklerini iletti. Ege Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Candeğer Yılmaz; Ege Modeli olarak tanımladığımız bu projeyi yerel yönetim, hayırseverler ve sanayi işbirliği ile gerçekleştirdik. Havacılıkta neden yokuz sorusu üzerinden yola çıkarak ortak aklın ürünü olan bu projeyi sizlere takdim ediyoruz. Tahribatsız muayene istasyonu ülkemiz için önemli bir kazanç. Bina ve hangarın temin edilmesinde emeği geçen TAI, ESBAŞ, Savunma Sanayi Müsteşarlığı, Eroğlu Ailesi ile Rahmetli Kaya Tuncer e şükran borçluyum. Bıkmadan yılmadan yorulmadan Ege Üniversitesi nin birikimini harekete geçireceğiz dedi. Gaziemir Kaymakamı Şerafettin Tuğ, Buradaki her açılışta sevimcim bir kat daha artıyor. Gaziemir ilçemiz yatırımlarla hızla büyüyor. Her geçen gün daha güzel haberler alıyoruz. İlçemiz havacılık sektöründe de marka oluyor diye konuştu. Gaziemir Belediye Başkanı Halil İbrahim Şenol; Okulumuzun ilk mezuniyet törenine gittim. Az sayıda öğrenci vardı. Nerede bu arkadaşlarımız dedim. Birçoğu iş başı yapmış çalışıyordu. İnşallah bu projeyle birçok öğrenci yetişecek ve iş sahibi olacak. Bu ülkeye çok faydası olacak. Emeği geçen herkese teşekkür ederim dedi. Savunma Sanayi Müsteşarı Sanayileşme Daire Başkanı Bilal Aktaş; Motivasyonumuz arttıran rektör hocamıza teşekkür ediyorum. Türk Silahlı Kuvvetleri nin ihtiyaçlarını yurt içinden tedarik etme çabasındayız. Üniversitelerimiz ve Türk Silahlı Kuvvetleri nin arasındaki iletişim artıyor diye ifade etti. Ege Üniversitesi Ege Meslek Yüksekokulu Müdürü Prof. Dr. H.Semih Güneş, Üniversitelerin yaşam boyu öğrenme kapsamında yapmış oldukları eğitim öğretim faaliyetlerinin yanı sıra toplumsal bir görevi de bulunmaktadır. Bu görevlerinden bir tanesi ülkenin ihtiyacı olan iş gücüne eğitimli eleman yetiştirmek için yeni programlar açmak ve mevcut programları ihtiyaçlar doğrultusunda bilimsel veriler ile güncellemektir. Günümüzde uluslararası pazarda rekabet edebilir hale gelmenin şartlarından birisi, ileri teknolojiye yönelmek ve katma değeri yüksek ürünler üretmekten geçmektedir. Havacılık sektörü, ileri teknolojinin en yoğun kullanıldığı, katma değeri yüksek sektörler arasındadır, özellikle son yıllarda özel havayollarının büyümeye başlaması, beraberinde havaalanlarının da büyümesini hızlandırmıştır. Dolayısı ile bu alanda da nitelikli eleman ihtiyacı gün geçtikçe artmaktadır dedi. n EgeBurada

75 Ege Üniversitesi ve TUSAŞ arasında işbirliği protokolü Ege Üniversitesi havacılık alanındaki yeni girişimlerine birini daha ekledi Ege Üniversitesi ile TÜRK Havacılık ve Uzay Sanayii AŞ (TUSAŞ) arasında, eğitim, öğretim ve araştırmaya ilişkin işbirliğinin geliştirilmesi ve yerleştirilmesi amacıyla 4 yıl süreli bir işbirliği protokolü imzalandı. Protokol, Ege Üniversitesi ile TUSAŞ arasında lisansüstü eğitime yönelik ortak tez ve proje çalışmaları gerçekleştirilmesine ve öğrencilerin TUSAŞ ın laboratuvar ve teçhizat alt yapısı ile tesislerini kullanarak akademik çalışmalar yapabilmelerine olanak yaratıyor. Protokol ayrıca ortak konferans, seminer, sempozyum, panel gibi bilimsel aktiviteler organize edilebilmesi yanında sertifikalı eğitim programları düzenlenebilmesine imkan sağlıyor. Ankara da TUSAŞ ın yerleşik olduğu Kazan daki tesislerde yapılan Ege Üniversitesi TUSAŞ işbirliği protokolü imza törenine Ege Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Candeğer Yılmaz, Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Semih Ötleş, Mühendislik Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Süheyda Atalay, Ege Meslek Yüksek Okulu Müdürü Prof. Dr. Semih Güneş ve Mühendislik Fakültesi Makine Mühendisliği Bölümü Başkanı Prof. Dr. Hasan Yıldız katıldı. Her yıl ortalama 2 bin 600 leylek yavrusu ölüyor Ege Üniversitesi ile Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü imzaladıkları protokolle leylekleri kurtarmak için işbirliği yapıyor. İmzalanan protokol kapsamında ilk defa bilimsel olarak Türkiye deki leyleklerin mevcut durumu ortaya çıkarılarak Türkiye de 78 vilayette 8 bin 683 aktif leylek yuvası tespit edildi. İki kurum arasında imzalanan protokol dolayısıyla ilk defa İzmir ili Selçuk ilçesinde 2 gün süren Leylekleri Koruma Çalıştayı yapıldı. Çalıştay da; Ege Üniversitesi Ornitoloji ekibinden Prof. Dr. Mehmet Sıkı, Dr.Ortaç Onmuş, Biyolog Orhan Gül ve Biyolog Ömer Döndüren tarafından leyleklerin üreme ve beslenme biyolojisi, leylekleri tehdit eden etmenler ve leylekleri korumak için alınması gerekli tedbirler üzerinde duruldu. Selçuk Belediyesi Veteriner Hekimi Osman Yelken de yaralı ve bakıma muhtaç leyleklerin tedavisi konusunda bilgi verdi. Prof. Dr. Mehmet Sıkı; elektrik tellerine çarpma ve yavruların ayaklarına ip dolanması nedeniyle Türkiye de dünyaya gelen 26 bin yavrudan her yıl en az 2 bin 600 leylek yavrusunun öldüğünü belirtti. Her yıl yaklaşık 3 bin yavru leyleğin göz göre göre ölmemesi için Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdüğrlüğünün Ege Üniversitesi ile yaptığı gibi Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı ile Milli Eğitim Bakanlığı arasında Leylekleri Koruma protokolü yapması gerektiğini belirtti. Çalıştay Selçuk ilçesi Belevi Beldesinde elektrik telleri üzerindeki 10 leylek yuvasının platform leylek yuvası haline getirilmesi kursiyerlere gösterilmesiyle sona erdi. n EgeAjans GÜZ

76 EGESAT tan Atatürk için dalış Ege Üniversitesi Su Altı Topluluğunca (EGESAT), 5. si düzenlenen Cumhuriyet ve Atatürk Günleri etkinlikleri kapsamında su altında Atatürk köşesi ve fotoğraf sergisi açıldı. Polyester malzemeden hazırlanan fotoğraflardan oluşan sergi, dalgıçlar tarafından Çeşme nin Kara Ada mevkisinde 12 metre derinlikte ziyarete açıldı. Projenin 45 günlük çalışmanın eseri olduğunu söyleyen Proje Koordinatörü Ajlan Ömer Soyyer, Atatürk e ait özel fotoğrafların bulunduğu sergiyi 35 dalgıç arkadaşımızın suya girişiyle açtık. Bölge deniz dibindeki anaforalar nedeniyle dalgıçların uğrak yerlerinden biri. 12 metre derinlikteki sergiyi her seviyeden dalıcı ziyaret edebilecek. Fotoğraf ve diğer malzemeleri en az 3 yıl bozulmayacak malzemelerden seçtik. Bu proje ayrıca deniz şehitlerimizin anısına bütün yıl içerisinde gezilebilecek bir dalış noktası haline gelecek. n EgeBurada Prof. Dr. Fatih Şendağ a dünyadan büyük alkış İki yıldır Ege Üniversitesinde uygulanan robotik cerrahi yoluyla, Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı nda Prof. Dr. Fatih Şendağ bir kadın hastanın göbek çukurundan girerek tek delikten rahmini aldı. Bu başarılı operasyon EÜ de Türk hekimler tarafından naklen yayınla izlenirken Dünyanın 85 ülkesinden 5 bin jinekolog da Washington da Kongre Merkezinde anında izledi. Ameliyat, EÜ Bilgi İletişim Teknolojileri Merkezi tarafından gerçekleştirilen başarılı canlı yayınla takdir topladı. Ameliyatı başından sonuna kadar izleyen EÜ Rektörü Prof. Dr. Candeğer Yılmaz, Prof. Dr. Şendağ ı kutlayarak, 2009 Mart ayından itibaren Türkiye de ilk defa tek delik laparoskopik ameliyatları da biz yapmıştık Ocak ında yine Türkiye de ilk defa tek delik robotik ameliyatlar Prof. Dr. Fatih Şendağ tarafından gerçekleştirilmişti. Bu başarılar dünya tıp literatürüne girdi. Şimdi İlklerin Üniversitesi Ege nin bir ilki daha oldu. Buna sadece Türk hekimleri değil, dünyanın tıp âlemi tanık oldu. Çok mutluyuz diye konuştu. 74 EÜ Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Niyazi Aşkar ise Robotik cerrahide geldiğimiz nokta gurur verici. Dünyadan geri kalmadığımız gibi, teknolojiyi çok yakından takip ediyor, hatta önderlik de ediyoruz. Fatih hocamızı kutluyoruz dedi. Uzay teknolojisini en iyi kullanan ekiplerin Ege Üniversitesinde olduğunu belirten EÜ Tıp Fakültesi Dekanı Prof Dr. Kamil Kumanlıoğlu, Robotik Cerrahiyi kullanan özellikle de bunu kamu hastaneleri içinde büyük bir başarıyla kullanan ekiplerimiz var. Fatih hocamız da dünyada bir ilke imza atarak bu başarıları perçinledi diyerek mutluluğunu ifade etti. EÜ Tıp Fakültesi Hastanesi Başhekimi Prof. Dr. Mehmet Özkahya ise robotik cerrahinin yediden yetmişe şifa dağıtan bir teknoloji olduğunu söyledi ve Daha çok zaman geçmedi 1-2 ay önce Üroloji Anabilim dalımızca 13 yaşında bir çocuğumuz çok başarılı bir operasyonla sağlığına kavuşturuldu. Sadece teknolojiyi kullanan değil, aynı zamanda teknolojiyi öğreten bir hastane olduk dedi.

77 Ege Üniversitesi ne bir destek de Aliye Üster Vakfı ndan Ölüm yıl dönümünde bilime ışık oldu Aliye Üster Vakfı tarafından, Üster in ölüm yıl dönümünde Ege Üniversitesinde bir projeye 25 bin, bir projeye 16 bin, 10 projeye 8 biner lira destek, lisans ve lisansüstü 36 öğrenciye de burs verildi. Ege Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Candeğer Yılmaz, Ölümünden sonra da bilimin ışığına ışık katan Aliye Üster i rahmetle anıyoruz. Gençler aldıkları burslarla eğitimlerini tamamlayıp ülkeye hizmet verdikçe; destek verdiği bilimsel projeler insanlığa hizmet ettikçe, Aliye hanım hayırla yad edilecektir dedi. Desteklenmeye değer görülen projeler ve öğrenci bursları hakkında bilgi veren Aliye Üster Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Serhat Bor da vakıfla ilgili bilgi vererek, Yükseköğrenim kurumlarında ve bunların her safhasında öğretim ve eğitimde, toplum ve kişilerin ekonomik, sosyal ve kültürel ihtiyaçlarını karşılayacak maddi ve manevi katkıyı sağlamak amacıyla kuruldu diye konuştu. Vakıf; EÜ Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı, Madde Bağımlılığı Toksikoloji ve İlaç Bilimleri Enstitüsü den Prof. Dr. Hakan Çoşkunol ve ekibine 25 bin, EÜ Kimya Mühendisliği Bölümü nden Prof. Dr. Nalan Kabay ve ekibine 16 bin TL destek verdi. Ayrıca 10 projeye de 8 biner lira destek sağladı. Bu 10 projenin sahipleri şöyle: Prof. Dr. S. İsmet Delioğlu Gürhan, Prof. Dr. Suna Timur, Prof. Dr. Pervin Kınay Teksör, Zir. Yük. Müh. M. Ömer Öztürk, Prof. Dr. Aynur Gürel, Prof. Dr. Levent Ballice, Doç. Dr. Gülperi Öktem, Doç. Dr. Sema Kalkan Uçar, Prof. Dr. Lütfiye Kanıt ve Doç. Dr. Kirami Ölgen. Lisans öğrencilerine verilen burslar devam ediyor. Lisansüstü öğrenciler de Ocak 2014 ten itibaren burslarını almaya başlayacak. Öğrenci bursları Ege Üniversitesi Mezunları Derneği aracılığıyla veriliyor. n EgeAjans EBİLTEM TTO, Avrupa nın en başarılı Teknolojik Transfer Danışmanı Ege Üniversitesi Bilim Teknoloji ve Uygulama ve Araştırma Merkezi Teknoloji Transfer Ofisi (EÜ EBİLTEM TTO) Avrupa İşletmeler Ağı kapsamında En Başarılı Teknoloji Transfer Danışmanı unvanına layık görüldü. EÜ EBİLTEM TTO ile Helenic National Documentation Centre ın danışmanlık uygulaması Avrupa Komisyonu tarafından en iyi üç uygulama arasına girdi. Avrupa İşletmeler Ağı Yıllık Konferansında Network üyelerinin oyları ile en başarılı iyi uygulama seçildi. EÜ EBİLTEM TTO 2008 yılında aldığı Avrupa nın en başarılı Teknoloji Transfer Ofisi unvanından sonra Avrupa İşletmeler Ağı kapsamında verdiği teknoloji transfer danışmanlık hizmeti ile de En Başarılı Teknoloji Transfer Danışmanı unvanını aldı. n EgeAjans Güneşten faydalanabilmek için nano-teknoloji kullanıyoruz Ege Üniversitesi Güneş Enerjisi Enstitüsü tarafından düzenlenen Şeffaf Elektrotların İş Fonksiyonlarında Nanomühendislik konulu seminer Güneş Enerjisi Enstitüsü Konferans Salonu nda gerçekleştirildi. Semineri; Sabancı Üniversitesi Mühendislik ve Doğa Bilimleri Öğretim Üyesi Doç. Dr. Cleva Ow-Yang verdi. Malzeme mühendisliği ile ışığın manipülasyonu ve yönetimi alanında bilimsel çalışmaları bulunan Doç. Dr. Ow-Yang; Güneş hücrelerinden daha iyi faydalanabilmek için nanoteknolojiyi kullanıyoruz. Nano parçacıklarını dizerek elektrotların fiziksel özelliklerini değiştiriyoruz dedi. n EgeAjans GÜZ

78 Ümit MUTLU Anıtkabir de mozolenin hemen dışında; Etem Çalışkan ın, hocası Emin Barın ile birlikte kazıdığı kitabeleri okuyor Ankaralı bir vatandaş; ya da belki de, hiç kıpırdamadan nöbet bekleyen askeri izliyor. 76

79 GÜZ

80

Bir Egeli'nin Portresi Erkuter Leblebici Söyleşi: Demet Altuntaş Gamze Karademir Erol

Bir Egeli'nin Portresi Erkuter Leblebici Söyleşi: Demet Altuntaş Gamze Karademir Erol Bazı kavramlar ve konular vardır ki, toplumun her kesimini ilgilendirir. O kavram ve konu hakkında herkesin görüşü ve kanaati vardır. Ama hepimizin görüşleri, kanaatleri olduğu halde bu kavram ve konular

Detaylı

Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000) Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000) 14.08.2014 SIRA SIKLIK SÖZCÜK TÜR AÇIKLAMA 1 1209785 bir DT Belirleyici 2 1004455 ve CJ Bağlaç 3 625335 bu PN Adıl 4 361061 da AV Belirteç 5 352249 de

Detaylı

Göller Bölgesi Aylık Hakemli Ekonomi ve Kültür Dergisi Ayrıntı/ 60

Göller Bölgesi Aylık Hakemli Ekonomi ve Kültür Dergisi Ayrıntı/ 60 ÖZET: Batı Akdeniz Kalkınma Ajansı nın (BAKA) yeni Genel Sekreteri Mehmet Sırrı Özen, görevine geçen ay başladı. Özen; ilk olarak ekip arkadaşlarım diye hitap ettiği BAKA nın personeliyle toplantı yaptı,

Detaylı

Hürriyet Ege 31 Ağustos 2013

Hürriyet Ege 31 Ağustos 2013 Hürriyet Ege 31 Ağustos 2013 Sabah Egeli - 31 Ağustos 2013 Yeni Asır 31 Ağustos 2013 22 Kasım 2013 Sabah 18 Aralık 2013 Milliyet Ege 18 Aralık 2013 Sabah Egeli 18 Aralık 2013 Yeni Asır 19 Aralık 2013 Milliyet

Detaylı

ESAM [Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Merkezi] I. Dünya Savaşı nın 100. Yıldönümü Uluslararası Sempozyumu

ESAM [Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Merkezi] I. Dünya Savaşı nın 100. Yıldönümü Uluslararası Sempozyumu ESAM [Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Merkezi] I. Dünya Savaşı nın 100. Yıldönümü Uluslararası Sempozyumu -KAPANIŞ KONUŞMASI- M. Recai KUTAN 7 Kasım 2014 I. DÜNYA SAVAŞININ 100. YILDÖNÜMÜ ULUSLARARASI

Detaylı

Okuyarak kelime öğrenmenin Yol Haritası

Okuyarak kelime öğrenmenin Yol Haritası Kelime bilgimin büyük bir miktarını düzenli olarak İngilizce okumaya borçluyum ve biliyorsun ki kelime bilmek akıcı İngilizce konuşma yolundaki en büyük engellerden biri =) O yüzden eğer İngilizce okumuyorsan,

Detaylı

OKUL MÜDÜRÜMÜZLE RÖPORTAJ

OKUL MÜDÜRÜMÜZLE RÖPORTAJ OKUL MÜDÜRÜMÜZLE RÖPORTAJ Kendinizden biraz bahseder misiniz? -1969 yılında Elazığ'da dünyaya geldim. İlk orta ve liseyi orada okudum. Daha sonra üniversiteyi Van 100.yıl Üniversitesi'nde okudum. Liseyi

Detaylı

KKTC de EĞİTİM ve ÖĞRENİM. GÖRÜŞLER ve ÖNERİLER

KKTC de EĞİTİM ve ÖĞRENİM. GÖRÜŞLER ve ÖNERİLER KKTC de EĞİTİM ve ÖĞRENİM GÖRÜŞLER ve ÖNERİLER Prof.Dr. Ufuk TANERİ, IOM, HE 2003-03-14 Eğitim-Öğrenim Doğuş anı ndan başlayıp Ömür Boyu süren bir Süreç, yüzyılımız ve gelecek nesiller beklentilerinin

Detaylı

Cumhuriyet Üniversitesi İletişim Kulübü Başkanı Metin Baykal: Halkla ilişkilerci girişken olmazsa çok şeyi kaybeder..

Cumhuriyet Üniversitesi İletişim Kulübü Başkanı Metin Baykal: Halkla ilişkilerci girişken olmazsa çok şeyi kaybeder.. Cumhuriyet Üniversitesi İletişim Kulübü Başkanı Metin Baykal: Halkla ilişkilerci girişken olmazsa çok şeyi kaybeder.. SORU- Bize kısaca kendinizi tanıtır mısınız? hangi okullarda okudunuz bugüne kadar?

Detaylı

İŞLETME VE YÖNETİM BİLİMLERİ FAKÜLTESİ GİRİŞİMCİLİK BÖLÜMÜ

İŞLETME VE YÖNETİM BİLİMLERİ FAKÜLTESİ GİRİŞİMCİLİK BÖLÜMÜ İŞLETME VE YÖNETİM BİLİMLERİ FAKÜLTESİ NEDEN GİRİŞİMCİLİK? Girişimcilik geleceğin mesleği olacak Gelişmekte olan ekonomilerde mevcut işletmelerde çalışmak kadar kendi işini kurmak da önemli olmaya başlıyor

Detaylı

Projenin Adı: ERGOTERAPİ İÇİNDE HAYATIN RİTİMLERİNİ ÖĞRENMEK

Projenin Adı: ERGOTERAPİ İÇİNDE HAYATIN RİTİMLERİNİ ÖĞRENMEK Projenin Adı: ERGOTERAPİ İÇİNDE HAYATIN RİTİMLERİNİ ÖĞRENMEK Projenin Amacı: Ülke geleceği üzerinde söz sahibi olan, hedef kitledeki dezavantajlı grubun, BSRM lerde kalan 14-20 yaş arası 60 genç kızın,

Detaylı

KİTAP GÜNCESİ VIII. GELENEKSEL KİTAP GÜNLERİ SAYI:3

KİTAP GÜNCESİ VIII. GELENEKSEL KİTAP GÜNLERİ SAYI:3 KİTAP GÜNCESİ VIII. GELENEKSEL KİTAP GÜNLERİ SAYI:3 Issue #: [Date] MAVİSEL YENER İLE RÖPOTAJ 1. Diş hekimliği fakültesinden mezunsunuz. Bu iş alanından sonra çocuk edebiyatına yönelmeye nasıl karar verdiniz?

Detaylı

Yaşam alanları ihtiyaca ve koşullara göre değişiklik

Yaşam alanları ihtiyaca ve koşullara göre değişiklik ANA SINIFI PYP VELİ BÜLTENİ (30 Ekim - 15 Aralık 2017) Sayın Velimiz, Okulumuzda yürütülen PYP çalışmaları kapsamında; disiplinler üstü temalarımız ile ilgili uygulama bilgileri size tüm yıl boyunca her

Detaylı

ANAFİKİR: Kendimizi tanımamız, sorumluluklarımızı yerine getirmemizde

ANAFİKİR: Kendimizi tanımamız, sorumluluklarımızı yerine getirmemizde 1.SINIFLAR PYP VELİ BÜLTENİ (9 EYLÜL-25 EKİM 2013) Sayın Velimiz, Sizlerle daha önce paylaştığımız gibi okulumuzda PYP çalışmaları yürütülmektedir. Bu kapsamda; PYP disiplinler üstü temaları ile ilgili

Detaylı

Necla Akgökçe den bilgi aldık. - İlk olarak ülkede kadınların iş gücüne katılım ve istihdam konusuyla başlayalım isterseniz

Necla Akgökçe den bilgi aldık. - İlk olarak ülkede kadınların iş gücüne katılım ve istihdam konusuyla başlayalım isterseniz İstanbul YDK: 1 Mayıs itibariyle başlamış olan Eme(K)adın kampanyamız kapsamında güvencesiz, görünmeyen ve yok sayılan kadın emeği üzerine araştırmalar yapmaya devam ediyoruz. Bu kez bu konuda sendikal

Detaylı

YARATICI ÖĞRENCİ GÜNLERİ Her Öğrenci Yaratıcıdır

YARATICI ÖĞRENCİ GÜNLERİ Her Öğrenci Yaratıcıdır YARATICI ÖĞRENCİ GÜNLERİ Her Öğrenci Yaratıcıdır Öğrencinin ilgi alanları, becerileri ve yetenekleri düşünüldüğü zaman kendi öğrenme yöntemlerine göre akademik ve/veya kültürel alanda başarılı olabilir.

Detaylı

Sayın Başkanım, Sayın Müdürüm, Protokolümüzün Değerli Mensupları, Çok kıymetli Hocalarım, Değerli Öğrenci Arkadaşlarım, Velilerimiz

Sayın Başkanım, Sayın Müdürüm, Protokolümüzün Değerli Mensupları, Çok kıymetli Hocalarım, Değerli Öğrenci Arkadaşlarım, Velilerimiz Sayın Başkanım, Sayın Müdürüm, Protokolümüzün Değerli Mensupları, Çok kıymetli Hocalarım, Değerli Öğrenci Arkadaşlarım, Velilerimiz ve Özellikle Canım Annem 1 Üniversite tercihlerini yaptığımız zaman,

Detaylı

A1 DÜZEYİ B KİTAPÇIĞI NOT ADI SOYADI: OKUL NO:

A1 DÜZEYİ B KİTAPÇIĞI NOT ADI SOYADI: OKUL NO: A1 DÜZEYİ ADI SOYADI: OKUL NO: NOT OKUMA 1. Aşağıdaki metni -(y/n)a, -(n)da, -(n)dan, -(y/n)i ve -(I)yor ekleriyle tamamlayınız. (10 puan) Sevgili Ayşe, Nasılsın? Sana bu mektubu İstanbul dan yazıyorum.

Detaylı

3. Global SATELLITE SHOW HALİÇ KONGRE MERKEZİ STK, Kurum ve Kuruluşlarımızın Değerli Başkan ve Temsilcileri,

3. Global SATELLITE SHOW HALİÇ KONGRE MERKEZİ STK, Kurum ve Kuruluşlarımızın Değerli Başkan ve Temsilcileri, 3. Global SATELLITE SHOW HALİÇ KONGRE MERKEZİ 9.11.2017 Sayın Bakanım, STK, Kurum ve Kuruluşlarımızın Değerli Başkan ve Temsilcileri, 1 İş Dünyamızın Değerli Temsilcileri, Kıymetli Basın Mensupları, Global

Detaylı

Dünyayı Değiştiren İnsanlar

Dünyayı Değiştiren İnsanlar Dünyayı Değiştiren İnsanlar Küçük hanımlar, küçük beyler! Sizler hepiniz geleceğin bir gülü, yıldızı, bir mutluluk parıltısısınız! Memleketi asıl aydınlığa boğacak sizsiniz. Kendinizin ne kadar mühim,

Detaylı

Çevre ve sürdürülebilirlik koordinatörlüğü

Çevre ve sürdürülebilirlik koordinatörlüğü Çevre ve sürdürülebilirlik koordinatörlüğü Hakkımızda: İstanbul Aydın Üniversitesi Çevre ve Sürdürülebilirlik Koordinatörlüğü, çevre kirliliğinin önlenmesi alanında sosyo-ekonomik faktörleri de ele alarak;

Detaylı

Pazartesi İzmir Basın Gündem

Pazartesi İzmir Basın Gündem 21.03.2016 Pazartesi İzmir Basın Gündem İZMİR İN KALBİ İKÇÜ DE ATIYOR! İzmir de kalp nakli gerçekleştiren ikinci merkez olan İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, iki

Detaylı

Asuman Beksarı. Türkiye nin İlk ve Tek Kadın Karides Yetiştiricisi. Yaşamdan Kesitler Sema Erdoğan. J. Keth Moorhead

Asuman Beksarı. Türkiye nin İlk ve Tek Kadın Karides Yetiştiricisi. Yaşamdan Kesitler Sema Erdoğan. J. Keth Moorhead Yaşamdan Kesitler Sema Erdoğan Türkiye nin İlk ve Tek Kadın Karides Yetiştiricisi Asuman Beksarı J. Keth Moorhead Hiç kimse başarı merdivenlerini elleri cebinde tırmanmamıştır. sözünü Asuman Beksarı için

Detaylı

EĞİTİM ÖĞRETİM YILI SORGULAMA PROGRAMI

EĞİTİM ÖĞRETİM YILI SORGULAMA PROGRAMI 3-4 Aile bireyleri birbirlerine yardımcı olurlar. Anahtar kavramlar: şekil, işlev, roller, haklar, Aileyi aile yapan unsurlar Aileler arasındaki benzerlikler ve farklılıklar Aile üyelerinin farklı rolleri

Detaylı

OSNABRÜCK KARDEŞ KENT ELÇİMİZ VE ÇANAKKALE BELEDİYESİ KÜLTÜR SANAT BİRİMİ TEMSİLCİMİZ RESMİ TOPLANTIMIZDA KONUĞUMUZ OLDU

OSNABRÜCK KARDEŞ KENT ELÇİMİZ VE ÇANAKKALE BELEDİYESİ KÜLTÜR SANAT BİRİMİ TEMSİLCİMİZ RESMİ TOPLANTIMIZDA KONUĞUMUZ OLDU OSNABRÜCK KARDEŞ KENT ELÇİMİZ VE ÇANAKKALE BELEDİYESİ KÜLTÜR SANAT BİRİMİ TEMSİLCİMİZ RESMİ TOPLANTIMIZDA KONUĞUMUZ OLDU Osnabrückte bulunan Rotary Kulüplerimiz ile iletişimimizi güçlendirme programı hazırlayan

Detaylı

Geleceğin Mühendislerine Petkim den Tam Destek

Geleceğin Mühendislerine Petkim den Tam Destek Geleceğin Mühendislerine Petkim den Tam Destek İzmir in en genç üniversitesi olan İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi, Mühendislik Fakültesi olarak sektörün önde gelen sanayi kuruluşlarıyla işbirliği çalışmalarına

Detaylı

KİTABININ GELİRİNİ, İHTİYACI OLAN KIZ ÇOCUKLARINA VERECEK

KİTABININ GELİRİNİ, İHTİYACI OLAN KIZ ÇOCUKLARINA VERECEK KİTABININ GELİRİNİ, İHTİYACI OLAN KIZ ÇOCUKLARINA VERECEK Sosyal ve siyasi yaşamda Bodrum un tanınmış simalarından biri olan Nuran Yüksel yaşamını kitap haline getirdi. Nuran Yüksel kitabının sadece kendi

Detaylı

Böylesine anlamlı ve sevinçli bir günde sizlerle birlikte olmaktan mutluluk duyuyorum. Türkiye İş Bankası adına sizleri kutluyorum.

Böylesine anlamlı ve sevinçli bir günde sizlerle birlikte olmaktan mutluluk duyuyorum. Türkiye İş Bankası adına sizleri kutluyorum. Sayın Kaymakam, Sayın Belediye Başkanı, Sayın Milli Eğitim Müdürü, Darüşşafaka Cemiyeti nin Sayın Başkanı ve Yöneticileri, Saygıdeğer Öğretmenlerimiz, Darüşşafaka daki temel öğrenimlerini başarıyla tamamlayıp,

Detaylı

ANKET SONUÇLARI. Anket -1 Lise Öğrencileri anketi.

ANKET SONUÇLARI. Anket -1 Lise Öğrencileri anketi. ANKET SONUÇLARI Anket -1 Lise Öğrencileri anketi. Bu anket, çoğunluğu Ankara Kemal Yurtbilir İşitme Engelliler Meslek Lisesi öğrencisi olmak üzere toplam 130 öğrenci üzerinde gerçekleştirilmiştir. Araştırmaya

Detaylı

ÇOCUK EĞİTİMİ UYGULAMA VE ARAŞTIRMA MERKEZİ

ÇOCUK EĞİTİMİ UYGULAMA VE ARAŞTIRMA MERKEZİ ÖRNEK GÖRSEL Proje İçin Son Kontroller Yapıldı Destekliyor projesi Aralık ayında son bulurken projenin asıl önemli kısmı olan sürdürülebilirlik aşaması için çalışmalar başladı. Proje kapsamında destek

Detaylı

ABLA KARDEŞ Gerçek bir hikayeden alınmıştır.

ABLA KARDEŞ Gerçek bir hikayeden alınmıştır. SOKAK - DIŞ - GÜN ABLA KARDEŞ Gerçek bir hikayeden alınmıştır. Batu 20'li yaşlarında genç biridir. Boynunda asılı bir fotoğraf makinesi vardır. Uzun lensli profesyonel görünşlü bir digital makinedir. İlginç

Detaylı

TÜSİAD YÖNETİM KURULU BAŞKANI HALUK DİNÇER İN KADIN-ERKEK EŞİTLİĞİ HAKKINDA HER ŞEY KISA FİLM YARIŞMASI ÖDÜL TÖRENİ KONUŞMASI

TÜSİAD YÖNETİM KURULU BAŞKANI HALUK DİNÇER İN KADIN-ERKEK EŞİTLİĞİ HAKKINDA HER ŞEY KISA FİLM YARIŞMASI ÖDÜL TÖRENİ KONUŞMASI TÜSİAD YÖNETİM KURULU BAŞKANI HALUK DİNÇER İN KADIN-ERKEK EŞİTLİĞİ HAKKINDA HER ŞEY KISA FİLM YARIŞMASI ÖDÜL TÖRENİ KONUŞMASI 7 Ocak 2015 İstanbul, Sabancı Center Sayın Konuklar, Değerli Basın Mensupları,

Detaylı

Yaşam alanları ihtiyaca ve koşullara göre değişiklik. gösterir. BULUNDUĞUMUZ MEKÂN VE ZAMAN

Yaşam alanları ihtiyaca ve koşullara göre değişiklik. gösterir. BULUNDUĞUMUZ MEKÂN VE ZAMAN ANA SINIFI PYP VELİ BÜLTENİ (31 Ekim - 16 Aralık 2016 ) Sayın Velimiz, Okulumuzda yürütülen PYP çalışmaları kapsamında; disiplinler üstü temalarımız ile ilgili uygulama bilgileri size tüm yıl boyunca her

Detaylı

GELECEGIN MUCITLERI ROBOT YAPMAYI ÖGRENIYOR

GELECEGIN MUCITLERI ROBOT YAPMAYI ÖGRENIYOR GELECEGIN MUCITLERI ROBOT YAPMAYI ÖGRENIYOR Portal : www.haberinozu.com İçeriği : Gündem Tarih : 03.01.2016 Adres : http://www.haberinozu.com/genel/gelecegin-mucitleri-robot-yapmayi-ogreniyor-h303269.html

Detaylı

İSTANBUL AYDIN ÜNİVERSİTESİ SAĞLIK HİZMETLERİ

İSTANBUL AYDIN ÜNİVERSİTESİ SAĞLIK HİZMETLERİ SAĞLIK HİZMETLERİ Sağlık Hizmetleri Bülteni Yıl: 3 Sayı: 30 Ekim 2017 İAÜ Yeni Akademik Yılı Açılışı Gerçekleştirildi 05 Ekim 2017 İstanbul Aydın Üniversitesi 2017-2018 Akademik Açılış Töreni Başkan Yardımcısı

Detaylı

http://www.haber18.com

http://www.haber18.com http://www.haber18.com Haberin Ayrıntıları: 5 Haziran Dünya Çevre Günü Karatekin Parkı nda Çankırı Valiliği Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü tarafından düzenlenen programla kutlandı. Programa Valimiz Vahdettin

Detaylı

İÇİNDEKİLER. 1. BÖLÜM İSLÂMCILIK VE YENİ İSLÂMCI AKIM Yeni İslamcı Akımın Entelektüel Zemini Olarak İslâmcılık...17 Yeni İslâmcı Akım...

İÇİNDEKİLER. 1. BÖLÜM İSLÂMCILIK VE YENİ İSLÂMCI AKIM Yeni İslamcı Akımın Entelektüel Zemini Olarak İslâmcılık...17 Yeni İslâmcı Akım... İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ...5 GİRİŞ...9 1. BÖLÜM İSLÂMCILIK VE YENİ İSLÂMCI AKIM Yeni İslamcı Akımın Entelektüel Zemini Olarak İslâmcılık...17 Yeni İslâmcı Akım...38 3 2. BÖLÜM ÖNCÜLER Necip Fazıl Kısakürek ve

Detaylı

RIDVAN DİLMEN BODRUMSPOR U ZİYARET ETTİ

RIDVAN DİLMEN BODRUMSPOR U ZİYARET ETTİ RIDVAN DİLMEN BODRUMSPOR U ZİYARET ETTİ Spor yorumcusu Rıdvan Dilmen, yeni sezon hazırlıklarını sürdüren Bodrum Belediyesi Bodrumspor u ziyaret etti. Yeni sezon öncesi ilk hazırlık dönemini Yalı Çiftlik

Detaylı

BAHARA MERHABA. H. İlker DURU NİSAN 2017 İLKOKUL BÜLTENİ

BAHARA MERHABA. H. İlker DURU NİSAN 2017 İLKOKUL BÜLTENİ BAHARA MERHABA Toprağın ve suyun güneşle buluştuğu, doğanın canlandığı, aydınlık ve sıcak günlere kavuştuğumuz güzel bahar aylarına merhaba dedik. Baharın verdiği canlılık ve heyecanla eğitim- öğretim

Detaylı

''Hepimiz Atatürk'üz''

''Hepimiz Atatürk'üz'' ''Hepimiz Atatürk'üz'' Mustafa Kemal Atatürk tüm yurtta anıldığı gibi Beşiktaş'ta da törenlerle anıldı. Beşiktaş Belediye Başkanı İsmail Ünal Atatürk'ün 74. ölüm yıldönümünü anma gününde özel bir mesaj

Detaylı

21 yıllık tecrübesiyle SiNCAN da

21 yıllık tecrübesiyle SiNCAN da 21 yıllık tecrübesiyle SiNCAN da geleceğin mimarı nesiller artık bizim ellerimizde, güvenle... Keşke Hep Çocuk Kalsak! Büyüyünce ne olacaksın diye sorarlar. Oysa çocuk kalmak en güzel şey değil midir?

Detaylı

KAMU DİPLOMASİSİNDE KİTLE İLETİŞİM ARAÇLARININ VE MEDYANIN ROLÜ

KAMU DİPLOMASİSİNDE KİTLE İLETİŞİM ARAÇLARININ VE MEDYANIN ROLÜ KAMU DİPLOMASİSİNDE KİTLE İLETİŞİM ARAÇLARININ VE MEDYANIN ROLÜ Doç. Dr. O. Can ÜNVER 15 Nisan 2017 BAŞKENT ÜNİVERSİTESİ KAMU DİPLOMASİSİ SERTİFİKA PROGRAMI İletişim Nedir? İletişim, bireyler, insan grupları,

Detaylı

BULUNDUĞUMUZ MEKÂN VE ZAMAN

BULUNDUĞUMUZ MEKÂN VE ZAMAN 1. SINIF PYP VELİ BÜLTENİ (31 Ekim- 16 Aralık 2016 ) Sayın Velimiz, Okulumuzda yürütülen PYP çalışmaları kapsamında; disiplinler üstü temalarımız ile ilgili uygulama bilgileri size tüm yıl boyunca her

Detaylı

Yaşam Boyu Öğrenme, Araştırma ve Uygulama Merkezi nin ilk şubesi Bodrum da

Yaşam Boyu Öğrenme, Araştırma ve Uygulama Merkezi nin ilk şubesi Bodrum da Yaşam Boyu Öğrenme, Araştırma ve Uygulama Merkezi nin ilk şubesi Bodrum da Muğla Sıtkı Koçma Üniversitesi, Bodrum Ticarete Odası ve Bodrum Belediyesinin katkıları ile tamamlanan Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi

Detaylı

Çocuk Gündüz Bakımevi Evangelisch-lutherische Petrigemeinde

Çocuk Gündüz Bakımevi Evangelisch-lutherische Petrigemeinde - PDF Flyer - Çocuk Gündüz Bakımevi Evangelisch-lutherische Petrigemeinde Çocuk Gündüz Bakımevimiz, Hannover-Kleefeld Evangelisch-lutherische Petrigemeinde ye aittir ve Aşağı Saksonya nın en eski kuruluşlarından

Detaylı

GAZİOSMANPAŞA ÜNİVERSİTESİ PDR ÖĞRENCİSİ AHMET İSA SOYLAMIŞ RECEP YAZICIOĞLU BENİM İÇİN ÖRNEK ŞAHSİYETTİR

GAZİOSMANPAŞA ÜNİVERSİTESİ PDR ÖĞRENCİSİ AHMET İSA SOYLAMIŞ RECEP YAZICIOĞLU BENİM İÇİN ÖRNEK ŞAHSİYETTİR GAZİOSMANPAŞA ÜNİVERSİTESİ PDR ÖĞRENCİSİ AHMET İSA SOYLAMIŞ RECEP YAZICIOĞLU BENİM İÇİN ÖRNEK ŞAHSİYETTİR.YAPTIĞIN İŞİ ADAM GİBİ YAPMAYI VE GELİŞİMİN ÖNEMİNİ ONUN HAYATINDA ÖĞRENDİM SORU-Bize kısaca kendinizi

Detaylı

Yenilenen Geçici Hayvan Bakım Merkezi açıldı

Yenilenen Geçici Hayvan Bakım Merkezi açıldı Yenilenen Geçici Hayvan Bakım Merkezi açıldı Bodrum Belediye Başkanı Mehmet Kocadon, bakım ve rehabilitasyon çalışmaları tamamlanarak dünya standartlarında bir tesis haline getirilen Bodrum Belediyesi

Detaylı

ÇANKIRI KARATEKİN ÜNİVERSİTESİ ULUSLARARASI İLİŞKİLER OFİSİ YÖNERGESİ BİRİNCİ KISIM. Amaç, Kapsam, Dayanak ve Tanımlar

ÇANKIRI KARATEKİN ÜNİVERSİTESİ ULUSLARARASI İLİŞKİLER OFİSİ YÖNERGESİ BİRİNCİ KISIM. Amaç, Kapsam, Dayanak ve Tanımlar ÇANKIRI KARATEKİN ÜNİVERSİTESİ ULUSLARARASI İLİŞKİLER OFİSİ YÖNERGESİ BİRİNCİ KISIM Amaç, Kapsam, Dayanak ve Tanımlar Amaç MADDE 1- Bu Yönergenin amacı, Rektörlüğe bağlı olarak görev yapan ve Rektör Yardımcısı

Detaylı

8. Kamu Yönetimi Sempozyumu

8. Kamu Yönetimi Sempozyumu 8. Kamu Yönetimi Sempozyumu Üniversitemiz İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi ve Türkiye Belediyeler Birliği nin işbirliği ile Yönet imi Sempoz yumu Antakya Ottoman Palace ta çok sayıda davetlinin katılımı

Detaylı

14. ÇALIŞMA EKONOMİSİ VE ENDÜSTRİ İLİŞKİLERİ KONGRESİ

14. ÇALIŞMA EKONOMİSİ VE ENDÜSTRİ İLİŞKİLERİ KONGRESİ TÜRK-İŞ Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi 14. ÇALIŞMA EKONOMİSİ VE ENDÜSTRİ İLİŞKİLERİ KONGRESİ 25-27 Mayıs 2012 Nova, İbis Hotel - İstanbul Oturumlar Panel

Detaylı

İTÜ GELİŞTİRME VAKFI BEYLERBEYİ YERLEŞKESİ OKULLARI EĞİTİM VE ÖĞRETİM YILI 9. VELİ BÜLTENİ

İTÜ GELİŞTİRME VAKFI BEYLERBEYİ YERLEŞKESİ OKULLARI EĞİTİM VE ÖĞRETİM YILI 9. VELİ BÜLTENİ İTÜ GELİŞTİRME VAKFI BEYLERBEYİ YERLEŞKESİ OKULLARI 2013-2014 EĞİTİM VE ÖĞRETİM YILI 9. VELİ BÜLTENİ Değerli Velimiz, 10 Kasım Atatürk ü Anma Günü töreni hazırlıkları, ortaokul öğrencilerimizin 1. deneme

Detaylı

www.konusmakulubu.net Neden Konuşma Kulübü? Pek çok insan İngilizce ile ilgili anlıyorum ama konuşamıyorum ifadesini çokça kullanır. Bu durum insanların eğitim hayatından, iş hayatına hatta sosyal hayatına

Detaylı

ANASINIFI PYP VELİ BÜLTENİ. (07 Aralık Ocak 2016)

ANASINIFI PYP VELİ BÜLTENİ. (07 Aralık Ocak 2016) ANASINIFI PYP VELİ BÜLTENİ (07 Aralık 2015-15 Ocak 2016) Sayın Velimiz, Okulumuzda yürütülen PYP çalışmaları kapsamında; disiplinler üstü temalarımız ile ilgili uygulama bilgileri size tüm yıl boyunca

Detaylı

EGE ÜNİVERSİTESİ FEN BİLİMLERİ LİSANSÜSTÜ ÖĞRENCİLERİNE YÖNELİK 6. ORYANTASYON PROGRAMI LOOPEGE

EGE ÜNİVERSİTESİ FEN BİLİMLERİ LİSANSÜSTÜ ÖĞRENCİLERİNE YÖNELİK 6. ORYANTASYON PROGRAMI LOOPEGE EGE ÜNİVERSİTESİ FEN BİLİMLERİ LİSANSÜSTÜ ÖĞRENCİLERİNE YÖNELİK 6. ORYANTASYON PROGRAMI LOOPEGE Üniversitemizin en önemli amaçlarından biri lisansüstü öğrencilerimizin araştırma süreçlerini etkin bir şekilde

Detaylı

Kayıt, https://tr.surveymonkey.com/r/loopege_2015 adresinden online yapılacaktır.

Kayıt, https://tr.surveymonkey.com/r/loopege_2015 adresinden online yapılacaktır. EGE ÜNİVERSİTESİ FEN BİLİMLERİ LİSANSÜSTÜ ÖĞRENCİLERİNE YÖNELİK 7. ORYANTASYON PROGRAMI LOOPEGE Üniversitemizin en önemli amaçlarından biri lisansüstü öğrencilerimizin araştırma süreçlerini etkin bir şekilde

Detaylı

Yüzyüze Dersler Video Konferans Danışmanlık E - Öğrenme Sanal Sınıf E - Öğrenme İçeriği Doğru Meslek Seçimine Destek Bursu Tüm programlarda, Plato MYO tarafından hazırlanan Mesleki Eğilim Testi ni uygulayan

Detaylı

EDEBİYATIN İZİ 86. İZMİR ENTERNESYONAL FUARI NA DÜŞTÜ

EDEBİYATIN İZİ 86. İZMİR ENTERNESYONAL FUARI NA DÜŞTÜ EDEBİYATIN İZİ 86. İZMİR ENTERNESYONAL FUARI NA DÜŞTÜ Oya Baydar, Mine Söğüt, Özcan Yüksek, Ercan Kesal, Arif Keskiner ve Melih Güneş konuklarla sohbet etti 86. İzmir Enternasyonal Fuarı nda bu yıl ilk

Detaylı

A1 DÜZEYİ A KİTAPÇIĞI NOT ADI SOYADI: OKUL NO:

A1 DÜZEYİ A KİTAPÇIĞI NOT ADI SOYADI: OKUL NO: A1 DÜZEYİ ADI SOYADI: OKUL NO: NOT OKUMA 1. Aşağıdaki metni -(y/n)a, -(n)da, -(n)dan, -(y/n)i ve -(I)yor ekleriyle tamamlayınız. (10 puan) Sevgili Ayşe, Nasılsın? Sana bu mektubu İstanbul dan yazıyorum.

Detaylı

STRATEJİK AMAÇLAR-HEDEFLER-PERFORMANS GÖSTERGELERİ

STRATEJİK AMAÇLAR-HEDEFLER-PERFORMANS GÖSTERGELERİ STRATEJİK AMAÇLAR-HEDEFLER-PERFORMANS GÖSTERGELERİ STRATEJİK AMAÇ 1: Eğitim Öğretim Kalitesini Arttırmak HEDEF 1.1. Lisans programlarına kabul edilen öğrencilerin niteliklerini artırmak. HEDEF 1.2. Öğretim

Detaylı

DÜZEY B1 Avrupa Konseyi Ortak Dil Ölçütleri Çerçevesinde BÖLÜM 4 SINAV GÖREVLİSİNİN KİTAPÇIĞI. Dönem Mayıs 2010 DİKKAT

DÜZEY B1 Avrupa Konseyi Ortak Dil Ölçütleri Çerçevesinde BÖLÜM 4 SINAV GÖREVLİSİNİN KİTAPÇIĞI. Dönem Mayıs 2010 DİKKAT ΥΠΟΥΡΓΕΙΟ ΠΑΙ ΕΙΑΣ, ΙΑ ΒΙΟΥ ΜΑΘΗΣΗΣ ΚΑΙ ΘΡΗΣΚΕΥΜΑΤΩΝ ΚΡΑΤΙΚΟ ΠΙΣΤΟΠΟΙΗΤΙΚΟ ΓΛΩΣΣΟΜΑΘΕΙΑΣ Eğitim, Hayatboyu Öğrenme ve Din İşleri Bakanlığı Devlet Dil Sertifikası DÜZEY B1 Avrupa Konseyi Ortak Dil Ölçütleri

Detaylı

Başbakan Yıldırım, Piri Reis Ortaokulu nda karne dağıtım törenine katıldı

Başbakan Yıldırım, Piri Reis Ortaokulu nda karne dağıtım törenine katıldı Başbakan Yıldırım, Piri Reis Ortaokulu nda karne dağıtım törenine katıldı Haziran 17, 2016-1:22:00 Başbakan Yıldırım, "Terör örgütünün telkinlerine gençlerimiz asla ve asla itibar etmesinler. Onlar bizim

Detaylı

BAŞARI ÖDÜLSÜZ KALMAZ!

BAŞARI ÖDÜLSÜZ KALMAZ! EĞİTİMİN ALTIN MARKASINDA BAŞARI ÖDÜLSÜZ KALMAZ! %100 ÖĞRENİM BURSU FIRSATI ANADOLU LİSESİ TEOG PUANINLA SÜRESİZ BURS KAZAN! GELECEĞE GÜÇLÜ BAŞLA! EN İYİSİNİ SEÇ, DOĞRU KARAR VER ŞANSA İHTİYACIN YOK EĞİTİME

Detaylı

BİR ÇOCUĞUN KALBİNE DOKUNMAK

BİR ÇOCUĞUN KALBİNE DOKUNMAK BİR ÇOCUĞUN KALBİNE DOKUNMAK Ceylan Işık, Hacettepe Türkçe Öğretmenliği Biliyor musunuz, ben bir çocuğun kalbine dokundum? Hatta bir değil birçok çocuğun kalbine dokundum. Onların sadece ellerine, yüzlerine

Detaylı

Eğitimde ve Toplumsal Katılımda Cinsiyet Eşitliğinin Sağlanması Projesi

Eğitimde ve Toplumsal Katılımda Cinsiyet Eşitliğinin Sağlanması Projesi Eğitimde ve Toplumsal Katılımda Cinsiyet Eşitliğinin Sağlanması Projesi 2005-2008 Gerçekleştirmek istediğimiz hedeflerimiz var... Birleşmiş Milletler Bin Yıl Hedefleri: Tüm kız ve erkek çocuklarının ücretsiz,

Detaylı

AKADEMİ ÇEVRE FAALİYET RAPORU 2017

AKADEMİ ÇEVRE FAALİYET RAPORU 2017 AKADEMİ ÇEVRE FAALİYET RAPORU 2017 IFAT EURASIA- 2. ÇEVRE TEKNOLOJİLERİ FUARI 16-18 Şubat 2017 AKADEMİ ÇEVRE A.Ş. olarak ekibimizle Türkiye de 2. kez gerçekleşen IFAT Eurasia da standımızı kurarak paydaşlarımız,

Detaylı

İLK FIRSAT 2017 MEZUNLAR BULUŞMASI // 27 Mayıs 2017

İLK FIRSAT 2017 MEZUNLAR BULUŞMASI // 27 Mayıs 2017 İLK FIRSAT 2017 MEZUNLAR BULUŞMASI // 27 Mayıs 2017 2016 Katılımcıları İlk Fırsat programı ardından kariyerlerine emin adımlarla devam ediyor. Programı başarıyla tamamlayan katılımcılar, mezunlar buluşmasında

Detaylı

20.10.2014 PAZARTESİ İZMİR GÜNDEMİ

20.10.2014 PAZARTESİ İZMİR GÜNDEMİ 20.10.2014 PAZARTESİ İZMİR GÜNDEMİ 4 Yılda 40 Kat Öğrenci Kuruluşundan bu yana geçen dört senede öğrenci sayısını kırka katlayan İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi Türkiye nin ilk on üniversitesi

Detaylı

BÖLÜM 1. İLETİŞİM, ANLAMA VE DEĞERLENDİRME (30 puan) Metni okuyunuz ve soruları cevaplayınız. MUTLULUK HİKAYESİ

BÖLÜM 1. İLETİŞİM, ANLAMA VE DEĞERLENDİRME (30 puan) Metni okuyunuz ve soruları cevaplayınız. MUTLULUK HİKAYESİ BÖLÜM. İLETİŞİM, NLM VE DEĞERLENDİRME ( puan) Metni okuyunuz ve soruları cevaplayınız. MUTLULUK HİKYESİ 8 Hayatı boyunca mutlu olmadığını fark eden bir adam, artık mutlu olmak istiyorum demiş ve aramaya

Detaylı

iyi günler sevgili ilk yar'larımızın değerli dostları, Bugün geçmişlere gideceğiz, çünkü yakınlarda kulaklarını çok çınlatmıştık... Ne kadar güzel bir örnek çalışmaydı öğretmenlerimizin sevgili Ahmet Hocamızın

Detaylı

Aç l fl Vural Öger Çok değerli misafirler, Konrad-Adenauer vakfının 23 senedir yapmış olduğu bu gazetecilik seminerinde son senesinde bizim de k

Aç l fl Vural Öger Çok değerli misafirler, Konrad-Adenauer vakfının 23 senedir yapmış olduğu bu gazetecilik seminerinde son senesinde bizim de k Çok değerli misafirler, Konrad-Adenauer vakfının 23 senedir yapmış olduğu bu gazetecilik seminerinde son 10-11 senesinde bizim de katkılarımızın olması bizi her zaman çok mutlu ediyor çünkü Avrupa da yaşayan

Detaylı

ŞARTNAME AMAÇ VE KAPSAM KATEGORİLER KATILIMCI KATILIM KOŞULLARI BAŞVURU FORMU VE TESLİM MATERYALİ

ŞARTNAME AMAÇ VE KAPSAM KATEGORİLER KATILIMCI KATILIM KOŞULLARI BAŞVURU FORMU VE TESLİM MATERYALİ ŞARTNAME AMAÇ VE KAPSAM Özelkalem Dergisi nce düzenlenen Özelkalem Dergisi Yerel Yönetim Ödülleri; yerel yönetim alanında yenilik getiren ve kentsel sorunların çözümüne yönelik olarak geliştirilen özgün

Detaylı

Sayın Mehmet CEYLAN BakanYardımcısı Türkiye Cumhuriyeti Çevre ve Şehircilik Bakanlığı

Sayın Mehmet CEYLAN BakanYardımcısı Türkiye Cumhuriyeti Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Sayın Mehmet CEYLAN BakanYardımcısı Türkiye Cumhuriyeti Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Üçüncü Birleşmiş Milletler Konut ve Sürdürülebilir Kentsel Gelişme Konferansı Habitat III 17-20 Ekim 2016, Kito Sayfa1

Detaylı

EGE ÜNİVERSİTESİ FEN BİLİMLERİ LİSANSÜSTÜ ÖĞRENCİLERİNE YÖNELİK 5. ORYANTASYON PROGRAMI

EGE ÜNİVERSİTESİ FEN BİLİMLERİ LİSANSÜSTÜ ÖĞRENCİLERİNE YÖNELİK 5. ORYANTASYON PROGRAMI EGE ÜNİVERSİTESİ FEN BİLİMLERİ LİSANSÜSTÜ ÖĞRENCİLERİNE YÖNELİK 5. ORYANTASYON PROGRAMI Üniversitemizin en önemli amaçlarından biri lisansüstü öğrencilerimizin araştırma süreçlerini etkin bir şekilde yürütmeleri

Detaylı

Başbakan Yıldırım, Keçiören Metrosu nun Açılış Töreni nde konuştu

Başbakan Yıldırım, Keçiören Metrosu nun Açılış Töreni nde konuştu Başbakan Yıldırım, Keçiören Metrosu nun Açılış Töreni nde konuştu Ocak 05, 2017-4:11:00 Başbakan Binali Yıldırım, Keçiören Belediyesi önünde düzenlenen metro açılış töreninde yaptığı konuşmada, nüfusu

Detaylı

ANASINIFI PYP VELİ BÜLTENİ. (18 Aralık Şubat 2018)

ANASINIFI PYP VELİ BÜLTENİ. (18 Aralık Şubat 2018) ANASINIFI PYP VELİ BÜLTENİ (18 Aralık 2017-09 Şubat 2018) Sayın Velimiz, Okulumuzda yürütülen PYP çalışmaları kapsamında; disiplinler üstü temalarımız ile ilgili uygulama bilgileri size tüm yıl boyunca

Detaylı

E.G.O. Grubu Kurumsal İlkeleri

E.G.O. Grubu Kurumsal İlkeleri E.G.O. Grubu Kurumsal İlkeleri 1. Müşterimizin hizmetindeyiz! 2. Yenilikçi bir kültüre sahibiz ve gelecek için fikirlerimiz var 3. EGO nun en değerli varlığı biz çalışanlarıyız 4. Tüm iş faaliyetlerimizde

Detaylı

TV LERDEKİ PROGRAMLARA ÇIKANLAR KURAN OKUMASINI BİLMİYOR

TV LERDEKİ PROGRAMLARA ÇIKANLAR KURAN OKUMASINI BİLMİYOR Site İsmi : Zaman 53 Tarih: 10.05.2012 Site Adresi : www.zaman53.com Haber Linki : http://www.zaman53.com/haber/14544/camilerin-ayaga-kalkmasi-lazim.html ---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Detaylı

Giovanni dışında bütün örenciler çok çalışıyor. O hiç çalışmıyor ama sınıfın en başarılı öğrencisi. Çok iyi Türkçe konuşuyor.

Giovanni dışında bütün örenciler çok çalışıyor. O hiç çalışmıyor ama sınıfın en başarılı öğrencisi. Çok iyi Türkçe konuşuyor. OKUMA - ANLAMA: ÖĞRENCİLER HER GÜN NELER YAPIYORLAR? 1 Türkçe dersleri başladı. Öğrenciler her gün okula gidiyorlar, yeni şeyler öğreniyorlar. Öğretmenleri, Nazlı Hanım, her Salı ve her Cuma günü sınav

Detaylı

Tablo 1: Mezunlarımızın Tanıtıcı Özellikleri (n=110)

Tablo 1: Mezunlarımızın Tanıtıcı Özellikleri (n=110) 0 yılında ilk mezunlarını veren programımızın değerlendirilmesi, mesleki deneyim süresi olarak en az birinci yılını dolduran 9 mezunumuzdan ulaşılabilen ve değerlendirme yapmayı kabul eden 0 mezun tarafından

Detaylı

ANASINIFI PYP VELİ BÜLTENİ (20 Ekim 2014 05 Aralık 2014 )

ANASINIFI PYP VELİ BÜLTENİ (20 Ekim 2014 05 Aralık 2014 ) ANASINIFI PYP VELİ BÜLTENİ (20 Ekim 2014 05 Aralık 2014 ) Sayın Velimiz, Okulumuzda yürütülen PYP çalışmaları kapsamında; disiplinler üstü temalarımız ile ilgili uygulama bilgileri size tüm yıl boyunca

Detaylı

PROF. DR. YUSUF VARDAR -MÖTBE- KÜLTÜR MERKEZİ

PROF. DR. YUSUF VARDAR -MÖTBE- KÜLTÜR MERKEZİ PROF. DR. YUSUF VARDAR -MÖTBE- KÜLTÜR MERKEZİ 02 Ekim, Pazartesi, 10:00 TÖREN Ege Üniversitesi 2017-2018 Akademik Yılı Açılış Töreni Ege Üniversitesi Rektörlüğü 03-15 Ekim İpek Yolu Sakinleri Fotoğraf

Detaylı

lkokul Eğitim Koordinatörü

lkokul Eğitim Koordinatörü Değerli Velilerimiz, Yılın sonuna yaklaştığımız günlerdeyiz. Bu hafta, her sınıf düzeyinde planlarımıza yer alan göre konuları kaynak kitaplardan, dijital içeriklerden, Fen laboratuvarımızdan, bahçemizdeki

Detaylı

BİZ SİZ HEPİMİZ. Biz: Hakkımızda I Siz: Misyonumuz I Hepimiz: Vizyonumuz

BİZ SİZ HEPİMİZ. Biz: Hakkımızda I Siz: Misyonumuz I Hepimiz: Vizyonumuz www.tugva.org BİZ Türkiye Gençlik Vakfı, merkezi Türkiye, çalışma alanı dünya olan, yenilikçi olmaktan ve icat çıkarmaktan çekinmeyen yeni nesil gençlik vakfı dır. TÜGVA, geleneklerine bağlı kalarak, çağın

Detaylı

Fotoğraf Sevdalısı Bir Doktor:

Fotoğraf Sevdalısı Bir Doktor: Kültür ve Sanat Fotoğraf Sevdalısı Bir Doktor: NESRİN AKÇA AKOĞUL Nesrin Akça Akoğul Eyüp Devlet Hastanesinde. Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı olarak görev yapan Nesrin Akça Akoğul. 1992 yılında fotoğraf

Detaylı

İngiltere Kraliyet Tıp Derneği nin. Prof. Dr. Mehmet Haberal a Verildi. Prof. Dr. Babulal Sethia, Prof. Dr. Mehmet Haberal, Prof. Dr.

İngiltere Kraliyet Tıp Derneği nin. Prof. Dr. Mehmet Haberal a Verildi. Prof. Dr. Babulal Sethia, Prof. Dr. Mehmet Haberal, Prof. Dr. İlk "Distinguished Fellowship" Ödülü Prof. Dr. Mehmet Haberal a Verildi İngiltere Kraliyet Tıp Derneği, 2008 yılında oluşturulan "Distinguished Fellowship" ödülünü, dokuz yıllık bir araştırma ve değerlendirmenin

Detaylı

Kızla İlk Buluşmada Nasıl Sohbet Edilir? Hızlı Bağ Kurma Teknikleri

Kızla İlk Buluşmada Nasıl Sohbet Edilir? Hızlı Bağ Kurma Teknikleri 1 Kızla İlk Buluşmada Nasıl Sohbet Edilir? Hızlı Bağ Kurma Teknikleri Bugün kızla tanışma anında değil de, flört süreci içinde olduğumuz bir kızla nasıl konuşmamız gerektiğini dilim döndüğünce anlatmaya

Detaylı

İSTANBUL AYDIN ÜNİVERSİTESİ SAĞLIK HİZMETLERİ. Sağlık Hizmetleri Bülteni Yıl: 3 Sayı: 25 Mayıs Hayatı Paylaşmak İçin Engel Yok

İSTANBUL AYDIN ÜNİVERSİTESİ SAĞLIK HİZMETLERİ. Sağlık Hizmetleri Bülteni Yıl: 3 Sayı: 25 Mayıs Hayatı Paylaşmak İçin Engel Yok SAĞLIK HİZMETLERİ Sağlık Hizmetleri Bülteni Yıl: 3 Sayı: 25 Mayıs 2017 Hayatı Paylaşmak İçin Engel Yok Üniversiteli Teknikerler Engellilere Umut Oluyor 02 Mayıs 2017 İstanbul Aydın Üniversitesinde Engelli

Detaylı

Tekfen Filar Mini Resim Yarışması Sonuçlandı 2013 / 2014 SAYI: 19. Haftanın Bazı Başlıkları

Tekfen Filar Mini Resim Yarışması Sonuçlandı 2013 / 2014 SAYI: 19. Haftanın Bazı Başlıkları 2013 / 2014 SAYI: 19 İklim Değişikliği Konferansı Haftanın Bazı Başlıkları Tekfen Filar Mini Resim Yarışması Sonuçlandı Hayatın İçinde Öğreniyoruz İklim Değişikliği Konferansı Tanıdık ve Tanıttık Uludağ

Detaylı

Duyurunun başlangıç tarihi: 25 Ağustos 2015 Son Başvuru Tarihi: 08 Eylül 2015

Duyurunun başlangıç tarihi: 25 Ağustos 2015 Son Başvuru Tarihi: 08 Eylül 2015 Duyurunun başlangıç tarihi: 25 Ağustos 2015 Son Başvuru Tarihi: 08 Eylül 2015 T.C. BAŞKENT ÜNİVERSİTESİ REKTÖRLÜĞÜ NDEN Üniversitemiz aşağıda belirtilen birimlerine 2547 Sayılı Kanun ile Öğretim Üyeliğine

Detaylı

ÖZGEÇMİŞ. Derece Alan Üniversite Yıl

ÖZGEÇMİŞ. Derece Alan Üniversite Yıl ÖZGEÇMİŞ 1. Adı Soyadı: Handan ÖZSIRKINTI KASAP 2. İletişim: 1230 3. Ünvanı: Yrd. Doç. 4. Öğrenim Durumu: Sanatta Yeterlik (Doktora) Derece Alan Üniversite Yıl Lisans Yüksek Lisans Güzel Sanatlar Fakültesi

Detaylı

BİZ KİMİZ? ODTÜ Atatürkçü Düşünce Topluluğu, Atatürk ü ve ideolojisini daha iyi tanımak ve tanıtmak için 1989 yılında ODTÜ Kültür İşleri Müdürlüğü bünyesinde kurulmuş olan bir düşünce topluluğudur. Atatürkçü

Detaylı

HASAN KABLI GÖREVE BAŞLADI, PERSONEL İSTİFA DİLEKÇESİ VERDİ

HASAN KABLI GÖREVE BAŞLADI, PERSONEL İSTİFA DİLEKÇESİ VERDİ HASAN KABLI GÖREVE BAŞLADI, PERSONEL İSTİFA DİLEKÇESİ VERDİ 9 Şubat Pazar günü gerçekleştirilen seçimler ile Bodrum Şöförler ve Otomobilciler Esnaf Odası başkanı seçilen Hasan Kablı, Aytekin Çanakcı dan

Detaylı

4. Mavi Yakalılarda İK Yönetimi Zirvesi www.hrdergi.com

4. Mavi Yakalılarda İK Yönetimi Zirvesi www.hrdergi.com Örme, boyama, ev tekstili ve hazır giyim konularında üretim yapmaktadır. Birlikte çalıştığı fason firmalarla birlikte yaklaşık 10.000 kişiye istihdam imkanı yaratan Yeşim Tekstil, kendi alanında dünyanın

Detaylı

ÇORLU MESLEK YÜKSEKOKULU GELENEKSEL EL SANATLARI PROGRAMI FAALİYET RAPORU

ÇORLU MESLEK YÜKSEKOKULU GELENEKSEL EL SANATLARI PROGRAMI FAALİYET RAPORU ÇORLU MESLEK YÜKSEKOKULU GELENEKSEL EL SANATLARI PROGRAMI FAALİYET RAPORU 1. Genel Bilgiler a) Misyon Atatürk ilke ve devrimlerine bağlı, bilim ve teknolojiden yararlanan, evrensel ve toplumsal değerlere

Detaylı

T.C. MARMARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ

T.C. MARMARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ T.C. MARMARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ UYGULADIĞI EĞİTİM, ULUSAL TIP EĞİTİMİ AKREDİTASYON KURULU (UTEAK) TARAFINDAN AKREDİTE EDİLEN ÜLKEMİZDEKİ SAYILI TIP FAKÜLTELERİNDEN BİRİSİ http://tip.marmara.edu.tr

Detaylı

29.06.2015 Pazartesi İzmir Basın Gündemi

29.06.2015 Pazartesi İzmir Basın Gündemi 29.06.2015 Pazartesi İzmir Basın Gündemi Rektör Prof.Dr. Galip Akhan, 29-Haziran-14 Temmuz 2015 tarihleri arasında Hafta içi Her gün Saat: 09.30-17.00 saatleri arasında aday öğrenci ve ebeveynlerine açık

Detaylı

ÇAĞDAŞ TÜRK EDEBİYATI. Betül Tarıman. Öykü GÖKYÜZÜ PRENSİ PO İLE KÜÇÜK KIZ. 2. basım. Resimleyen: Uğur Altun

ÇAĞDAŞ TÜRK EDEBİYATI. Betül Tarıman. Öykü GÖKYÜZÜ PRENSİ PO İLE KÜÇÜK KIZ. 2. basım. Resimleyen: Uğur Altun Resimleyen: Uğur Altun Betül Tarıman GÖKYÜZÜ PRENSİ PO İLE KÜÇÜK KIZ ÇAĞDAŞ TÜRK EDEBİYATI Öykü 2. basım Betül Tarıman GÖKYÜZÜ PRENSİ PO İLE KÜÇÜK KIZ Resimleyen: Uğur Altun Yayın Koordinatörü: İpek Şoran

Detaylı

ERZURUM ATATÜRK ÜNİVERSİTESİ 60.YIL KUTLAMALARI GELENEKSEL MEZUN ŞENLİKLERİ

ERZURUM ATATÜRK ÜNİVERSİTESİ 60.YIL KUTLAMALARI GELENEKSEL MEZUN ŞENLİKLERİ ERZURUM ATATÜRK ÜNİVERSİTESİ 60.YIL KUTLAMALARI GELENEKSEL MEZUN ŞENLİKLERİ Temmuz 2012 Buluşması- Cumhuriyet Caddesi AMAÇ: Yüzbinleri aşan mezun sayısı olan Atatürk Üniversitesi Bahar Şenlikleri kapsamında

Detaylı

EYPRO BÜLTENİ. Engelsiz Yaşam Uygulama ve Araştırma Merkezi. Sayı 6, EKİM-KASIM 2017 İçindekiler

EYPRO BÜLTENİ. Engelsiz Yaşam Uygulama ve Araştırma Merkezi. Sayı 6, EKİM-KASIM 2017 İçindekiler EYPRO BÜLTENİ Engelsiz Yaşam Uygulama ve Araştırma Merkezi İstanbul Aydın Üniversitesi Engelsiz Yaşam Araştırma Ve Uygulama Merkezi engelli bireylerin bağımsız yaşama koşullarına erişme ve kent yaşamına

Detaylı

MEZUNLARIMIZIN OKULUMUZ HAKKINDAKİ DÜŞÜNCELERİ

MEZUNLARIMIZIN OKULUMUZ HAKKINDAKİ DÜŞÜNCELERİ MEZUNLARIMIZIN OKULUMUZ HAKKINDAKİ DÜŞÜNCELERİ Onur BİÇER Yüksekokulumuza 2006 yılında görevime başlamış olup 2008 yılında kazanmış olduğum muhasebe ve vergi uygulamaları (İÖ) Programını okuyup 2010 yılında

Detaylı