LaborComm Uluslararası İşçi ve İletişim Konferansı, 3-4 Mayıs, Ankara ISBN:

Ebat: px
Şu sayfadan göstermeyi başlat:

Download "LaborComm 2014 5. Uluslararası İşçi ve İletişim Konferansı, 3-4 Mayıs, Ankara ISBN: 978-605-64782-1-5"

Transkript

1 LaborComm Uluslararası İşçi ve İletişim Konferansı, 3-4 Mayıs, Ankara ISBN:

2

3 LaborComm Uluslararası İşçi ve İletişim Konferansı The 5 th International Labor and Communication Conference 3-4 Mayıs 2014, Ankara Bildiriler Kitabı Derleyen Hakan Yüksel LaborComm Uluslararası İşçi ve İletişim Konferansı, 9. Uluslararası İşçi Filmleri Festivali Kapsamında Düzenlenen Bir Etkinliktir.

4 LaborComm Uluslararası İşçi ve İletişim Konferansı, Bildiriler Kitabı. Derleyen: Hakan Yüksel Basım Yeri ve Tarihi: Ankara, Ağustos ISBN No: org Laborcomm LaborComm

5 LaborComm 2014 ü Düzenleyenler: - Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Bilişim ABD. LaborComm 2014 e Destek Verenler: LaborComm 2014 Danışma Kurulu: - Prof. Dr. Nurcan Törenli (Ankara Üniversitesi). - Prof. Dr. Gamze Yücesan-Özdemir (Ankara Üniversitesi). - Prof. Dr. Funda Başaran-Özdemir (Ankara Üniversitesi) - Doç. Dr. Gülseren Adaklı (Ankara Üniversitesi). - Dr. Irmtraud Voglmayer (Universität Wien). - Dr. Michael Wayne (Brunel University). - Dr. Aylin Aydoğan (Ankara Üniversitesi). - Steve Zeltser (LaborTech).

6

7 İÇİNDEKİLER: Konferans Programı:... 7 Sunuş... 9 BİLDİRİ METİNLERİ: Yavuz Yayla - KABLOLU ULUSLAR DAN WIRELESS ÖZNELER E: YENİ HAYALETLER Banu Durdağ - TEKNOLOJİ VE TOPLUMSAL DEĞİŞİM İLİŞKİSİNDE TEKNOLOJİK DETERMİNİST YAKLAŞIM VE FARKLI VEÇHELERİ Serhat Kaymas - YENİ MEDYA VE BİLGİ TOPLUMU: SÜRTÜNMESİZ KAPİTALİZM AĞLARINDA İŞÇİ SINIFINI YENİDEN DÜŞÜNMEK Senem Oğuz - BİLİŞİM VE EMEK SÜRECİ Derya Tellan - KONTROL TOPLUMUNUN YAŞAM HÜCRELERİ YA DA BÜYÜK VERİNİN EKONOMİ-POLİTİĞİ Serhan Gül - ANAAKIM İNTERNET, YOĞUN MÜLKİYET İbrahim İzlem Gözükeleş - ÖZGÜR YAZILIM, HACKERLAR VE MÜLKİYET Gökhan Gökgöz - SÖZ ÜN EKONOMİ-POLİTİĞİ: FİNANSAL KAPİTALİZMİN YENİ İLETİŞİM GÜNDEMİ; SÖZLE YÖNLENDİRME Ali Korkmaz - DEĞİŞEN MEDYA DEĞİŞEN TOPLUMSAL HAREKETLER Sergender Sezer - YATAĞAN ENERJİ VE MADEN İŞÇİLERİNİN DİRENİŞ SÜRECİNDE MEDYAYI KULLANIŞ BİÇİMLERİ Hakan Aytekin - BİR MEDYA SEFERBERLİĞİ ÖYKÜSÜNÜN SÖYLEM ANALİZİ: VESTEL CİTY'YE BELGESEL FİLM YERLEŞTİRME Kaan Taşbaşı, Gözde Yazıcı, Barış Dağlı, Defne Özonur - KAZA MI? CİNAYET Mİ? GAZETE HABERLERİNDE İŞÇİ ÖLÜMLERİ...153

8 6 LaborComm 2014 Bildiriler Kitabı Kader Tuğla - EGEMEN İDEOLOJİDE GÖRÜNMEZ KILINANLAR: PİKOLO BELGESELİ VE MEVSİMLİK TARIM İŞÇİSİ ÇOCUKLAR Ömür Şölen Soykan - NEOLİBERAL DÖNEM TV DİZİLERİNDE ÇALIŞAN SINIFIN ÇERÇEVELENMESİ Serdar Karakaya - TÜRKİYE DE SİNEMA TELEVİZYON VE REKLAM SEKTÖRÜNDE GEÇMİŞTEN BUGÜNE ÖRGÜTLENME VE SENDİKALAŞMA İ. Arda Odabaşı - EMEĞİN KARİKATÜRÜ: EMEK TEMALI KARİKATÜRÜN OSMANLI/TÜRK MİZAH BASININA GİRİŞİ Eminalp Malkoç - ERKEN CUMHURİYET DÖNEMİ BASININDA ZONGULDAK KÖMÜR HAVZASI VE KÖMÜR İŞÇİLERİ: MESLEK GAZETESİ ÖRNEĞİ PANEL METİNLERİ: Adil Güneş Akbaş İzlem Gözükeleş Oktay Dursun Taylan Özgür Yıldırım LaborComm Sonuç Bildirgesi...263

9 Konferans Programı: Konferans Programı 7 I. OTURUM: TEKNOLOJİ ve TOPLUM TARTIŞMALARI Kablolu Uluslar dan Wireless Özneler e: Yeni Hayaletler - Yavuz Yayla Teknoloji ve Toplumsal Değişim İlişkisinde Teknolojik Determinist Yaklaşım ve Farklı Veçheleri - Banu Durdağ II. OTURUM: TEKNOLOJİ ve EMEK TARTIŞMALARI Teknolojinin Gelişen Üretimdeki Rolü: Enformasyon, Teknik Altyapı ve Emek - Behram Baransel (Sınıfsız Dergisi ni temsilen) Bilgi Toplumu ve Sınıf: Sürtünmesiz Kapitalizm Ağlarında İşçi Sınıfını Yeniden Düşünmek - Serhat Kaymas Bilişim ve Emek Süreci - Senem Oğuz Küresel İşçi Sınıfı Oluşumu: Ulusötesileşme ve Hegemonya (ticaret, finans, üretim, sermaye, değer, birikim, devlet) Bağlamından, Hareket Savaşı ve Devrim (iletişim, örgütlenme, direniş, ayaklanma, alternatif ve inşa) Bağlamına - Örsan Şenalp, Gürsan Şenalp III. OTURUM: SOSYAL MEDYA ve YENİ OLANAKLAR Genel Zeka yı Ele Geçirmek: Gezi nin Sınıfı, Gelecek Toplum için Özyönetim ve Yeni Olanaklar - Özgür Narin Sokaklardan Sosyal Medyaya: İsyan, İşgal, Direniş - Seda Gönül Özgür Sosyal Medya Platformları: Gerçek mi, Hayal mi? - Diyar Saraçoğlu Yeniden Düzenlenen Hayatımızın Özgür İnternet i - Necati Duran IV. OTURUM: SERMAYE, AĞLAR ve DİRENİŞ Sözle Yönlendirme : Finansal Kapitalizmin Yeni İletişim Gündemi... - Gökhan Gökgöz Kontrol Toplumunun Yaşam Hücreleri ya da Büyük Verinin Ekonomi-Politiği - Derya Tellan Anaakım İnternet, Yoğun Mülkiyet: Yeni Medya Düzleminde Alternatif Okumalar - Serhan Gül Özgür Yazılım, Hackerlar ve Mülkiyet İ. İzlem Gözükeleş ÇAĞRILI KONUŞMA (e-oturum): The Media and the Crises - Mike Wayne V. OTURUM: EMEĞİN TARİHİ Emeğin Karikatürü: Emek Temalı Karikatürlerin Osmanlı/Türk Basınına Girişi - İ. Arda Odabaşı Moskova dan Türkiye İşçilerine Komünizm Eğitimi: Kızıl Şark Dergisi - Aytül Tamer Torun Erken Cumhuriyet Dönemi Basınında Zonguldak Kömür Havzası ve Kömür İşçileri: Meslek Gazetesi Örneği - Eminalp Malkoç Türkiye de Sinema, Televizyon ve Reklam Sektöründe Geçmişten Bugüne Örgütlenme ve Sendikalaşma - Serdar Karakaya

10 8 LaborComm 2014 Bildiriler Kitabı VI. OTURUM: TOPLUMSAL HAREKETLER ve MEDYA: ALANDAN GÖRÜNÜMLER Değişen Medya Değişen Toplumsal Hareketler - Ali Korkmaz Şehir Hakkı Kavramı Kapsamında Sokağın İadesini Talep Eden Toplumsal Hareketler - Özgün Dinçer Yatağan Enerji ve Maden İşçilerin Direniş Sürecinde Medyayı Kullanış Biçimleri - Sergender Sezer Yerel Seçimler, Sosyal Medya Kampanyaları ve Sosyal Medya Kullanıcıları - Ulaş Başar Gezgin VII. OTURUM: EMEĞİN TEMSİLİ Neoliberal Dönem Televizyon Dizilerinde Çalışan Sınıfın Çerçevelenmesi - Ömür Şölen Soykan Kaza Mı? Cinayet Mi? Gazete Haberlerinde İşçi Ölümleri - Kaan Taşbaşı, Gözde Yazıcı, Barış Dağlı, Defne Özonur Egemen İdeolojide Görünmez Kılınanlar: Pikola Belgeseli ve Mevsimlik Tarım İşçisi Çocuklar - Kader Tuğla Bir Medya Seferberliği Öyküsünün Söylem Analizi: Vestel City ye Belgesel Film Yerleştirme - Hakan Aytekin PANEL: DİRENİŞ KENDİ İLETİŞİM KANALLARINI OLUŞTURURKEN: ÖZGÜRLÜK, YAZILIM, İNTERNET VE EMEKÇİLER İ. İzlem Gözükeleş (Bilgisayar Mühendisi) Adil Güneş Akbaş (Bilgisayar Mühendisi) Oktay Dursun (Bilgisayar Mühendisi) Taylan Özgür Yıldırım (Bilgisayar Mühendisi)

11 Sunuş Sunuş 9 İlkini 2010 da düzenlediğimiz LaborComm-Uluslararası İşçi ve İletişim Konferansı nın beşincisini değerli akademisyenler ve aktivistlerin katkıları ile 3-4 Mayıs 2014 tarihlerinde Ankara da gerçekleştirmiş bulunuyoruz. Yedi oturumda 26 bildiri sunulan konferansımızda ayrıca İngiltere deki Brunel Üniversitesi öğretim üyelerinden Mike Wayne in The Media and the Crisis başlıklı bir e-oturumunu ve Demokrat Bilgisayar Mühendisleri nin Direniş Kendi İletişim Kanallarını Oluştururken: Özgürlük, Yazılım, İnternet ve Emekçiler başlıklı bir panelini izledik. Konferansı düzenlerken teknoloji ve toplum etkileşiminin ve bu etkileşim dolayımı ile yaşanan deneyimlerin bilgisini üretmeyi ve ileriye dönük olarak emeğin ve teknolojinin özgürleşim olanaklarını değerlendirmeyi hedeflemiştik. Son yıllarda farklı coğrafyalarda toplumsal isyan dalgasının yükselişe geçmesi ve bu noktada yeni iletişim teknolojilerinin önemli rol oynadığı yolunda sıkça tekrarlanan yorumlar, bu yöndeki bir sorgulamayı başka bir dünya arzulayanlar açısında elzem kılıyordu. Türkiye de 2013 yılına Gezi Direnişi nin damga vurması ve bu süreçte de internet ve sosyal medyanın etkin biçimde kullanılmasıysa sorgulamanın gerekliliğine dair fikrimizi perçinlemişti. Konferanstaki tartışmalar hedeflenen doğrultuda bir bilgi üretimini gerçekleştirdiği gibi, bu bilgiyi paylaştı ve çoğalttı. Yeni sorular, yeni sorun ve çalışma alanları geliştirmemize katkı sağladı. Ayrıca genelgeçer yorumların en başta da teknolojiyi toplumdan bağımsız ele alan ve yüceltenlerin yanıltıcılığı ortaya serildi. Bunun yanında iletişim ve emek mücadelesinin kesiştiği farklı alanlarda değerli çalışmalar sunuldu. Emeğin tarihi ve temsili üzerine odaklanan bu çalışmalar, özgürleşim mücadelesinin ihtiyaç duyduğu bilgi ve deneyimleri aktardıklarından dolayı LaborComm un amacı açısından büyük önem arz etmekteler. Diğer yandan akademinin hem devlet hem de sermayenin kıskacına alındığı ve yoğun bir saldırı altında olduğu günümüzde konferansın, bilim insanları ve aktivistlerce üretilen bilginin bütünleştirilmesi ve toplumsallaşmasının aciliyetini ve önemini ortaya çıkardığını da söyleyebiliriz. Verili bilgi üretme biçiminin yarattığı birbirini anlamayı güçleştirecek boyuttaki parçalanmanın giderilmesi için farklı disiplinler arasındaki sınırlar boyunca gerçekleşecek bir kavramsal ve metodolojik paylaşımın önemi konferans esnasında bir kez daha açığa çıktı. Bu kitapta, konferansta sunulan bildirilerden 17 sinin metni yanında Demokrat Bilgisayar Mühendisleri nin gerçekleştirdiği panelin metinleri yer alıyor. İlk 10 bildiri teknoloji-toplum eksenli tartışmalara, farklı toplumsal kesimlerin mücadelelerine ve bu kapsamda iletişim ve teknolojiye dair yaklaşımlarına odaklanırken, son yedi bildiri emeğin (ve sermayenin) temsili ve tarihine eğiliyor. Buradan bir kez daha konferansa katkıda bulunan herkese teşekkür ediyoruz. Ayrıca belirtmek isteriz ki, düzenleme komitesinde yer alanlar kendilerini bu konferansın sadece kolaylaştırıcıları olarak görmektedir. LaborComm u asıl olanaklı kılanlar ise emeğin ve teknolojinin özgürleşimi mücadelesini veren herkestir. Onlar olmadan bu konferans mümkün olmazdı. Bu nedenle umuyoruz ki bu mücadele büyüsün ve LaborComm bu mücadeleyi veren daha fazla bilim insanı ve aktivistle yoluna devam etsin. Hakan Yüksel (Ankara Üniversitesi)

12

13 Bildiri Metinleri

14

15 Kablolu Uluslar dan Wireless Özneler e: Yeni Hayaletler Yavuz YAYLA Özet: Baş döndürücü bir hızla gelişen teknoloji, günümüz toplumlarını sosyal, ekonomik ve politik yönden anlamak için önemli bir başlangıç noktasıdır. Jacques Ellul, erken dönem yazılarında Batı dünyasında tekniğin baskın olmasından dolayı yaşadığımız toplumu teknikist toplum (technicist society) olarak tanımlarken artık bu aşamanın aşıldığını ve teknolojik sistem içerisinde bulunduğumuzu belirtmektedir (Ellul, 1980). Hem bir umut hem bir sıkıntı olarak algılanan teknoloji, çağımızda özellikle yeni teknolojilerin getirdiği yenilikler ve bunların uzantıları gündelik hayatımızın her anını kapsamaktadır. Yeni teknolojilerle hızlanan/ivmelenen toplumsal yaşantımız (Deleuze ve Guattari, 1990) da bu teknolojilerin arkaplanı olan ekonomik gerekliliklerle şekillenmektedir. Yeni teknolojilerle artık mekân ağlar arasına sıkışmış, zamanın katı olan şeyleri buharlaştırması daha çok hissedilir olmuştur. Bu çalışmada kablolu ulus lar arasındaki bağlantılardan wireless özneler e geçişte toplumsal-ekonomik ilişkilerde yaşanan dönüşümleri ele alacağız. Teknik devrimin insana armağan ettiği bir esrime biçimidir hız. Motosiklet sürücüsünün tersine, koşucu, kendi bedeninin varlığını her zaman duyumsar, ilaç ampullerini, soluk durumunu hiç aklından çıkarmamak zorundadır; gövdesinin ağırlığını ve yaşını hisseder koşarken, kendi kendinin ve yaşamının, zamanının her zamankinden daha fazla bilincindedir. İnsan hız yeteneğini bir makineye devredince her şey değişir. Artık kendi gövdesi oyunun dışındadır ve bir hıza teslim eder kendini, cisimsiz, maddesiz bir hıza, katıksız hıza, hızın hızlığına, esrime hıza. Milan Kundera 1 1. Yeni Teknolojilerin Ekonomi Politiği Karşılıklı olarak birbirlerini etkileyen ve şekillendiren teknoloji ve bilim alanında yaşanan dönüşümler ile günümüzde içinde bulunduğumuz küreselleşme süreci yaşamakta olduğumuz toplumsal, ekonomik ve politik köklü dönüşümleri anlamak için önemli başlangıç noktalarından birisidir. Çağımızın bilişsel kapitalizm döneminde jenerik teknolojilerin ortaya çıkardığı yenilikler gündelik hayatımızın her alanına nüfuz etmektedir. Toplumsal-siyasalekonomik alanın ötesinde mikro yaşamımız dahi jenerik teknolojilerle sürekli hızlanan/ivmelenen bir yapıya bürünmeye başlamıştır: mekân ağlar arasına sıkışmaya başlarken, zamanın katı olan şeyleri buharlaştırması gündelik hayatta her daim hissedilir hale gelmiştir. Araş. Gör. Dr., Gazi Üniversitesi, İİBF. 1 Kundera, M. (1996). Yavaşlık, Çev., Özdemir İnce. İstanbul: Can Yayınları, s. 6. LaborComm Uluslararası İşçi ve İletişim Konferansı, 3-4 Mayıs, Ankara

16 14 LaborComm 2014 Bildiriler Kitabı Daha çok sanayileşmiş Batılı toplumlarını tanımlamak için kullanılan ve Marshall Berman a (1990) göre şaşırtıcı bir paradoks olan modernleşme kavramı, Batılı toplumlar, kültürler ve insanlığı karakterize etmektedir (Brey, 2003, s. 35). Ayrıca, bu çerçevede 'modern' kavramı uygarlığın (şüphesiz Batı Uygarlığı) ürünlerinin daha da ileriye taşınması anlamında teknik kavramıyla ilişkili bir özellik göstermektedir: Eğer modernite teknoloji tarafından şekillendirildiyse, o zaman bunun tersi de doğrudur: teknoloji modernitenin yaratımıdır (Brey, 2003, s. 34). Literatüre hâkim bu genel çıkarım, sanayileşme ve modernleşme kavramlarının yan yana kullanılmasını bir zorunluluk mertebesine yükseltmektedir. 2 Hem bir umut, bir hırs (hâkimiyet dürtüsü) hem bir sıkıntı (insani varoluş) olarak algılanan teknoloji, Daniell Bell e göre, rasyonellik kavramında fonksiyonel ilişkilere ve niceliğe vurgu yapan yeni bir tanım getirmiştir (Bell, 1973, s. 189). Bu yeni tanımı benimseyen modernite teorisi, modern toplumların benzersizliğini açıklamak üzere rasyonalizasyon kavramını kullanır: Özellikle verimlilikte artış olması için toplumsal süreçlere kontrol ve hesaplama yöntemlerinin uygulanmasıyla rasyonalizasyon, bir kültürel form olarak tekniğin rasyonelliğinin toplumsal genelleştirilmesine gönderme yapar (Feenberg, 2003, ss ). Literatürde üzerine çok fazla tartışmanın yapıldığı bir kavram olarak teknoloji, fenomenleri anlamamıza yardımcı olsa da anlamı net ve açık değildir (Ellul, 1980, s. 23). Literatürde genellikle birbiri yerine kullanılan "teknik" ve "teknoloji" terimleri çok sayıda fenomeni kapsar ve çeşitli anlamlara sahiptirler (Ellul, 1980, s. 24). Üstelik teknik terimi genellikle yanlış şekilde teknoloji olarak adlandırılmaktadır (Ellul, 1983, s. 1). Türk Dil Kurumu na göre teknik sözcüğü: a) bir sanat, bir bilim, bir meslek dalında kullanılan yöntemlerin tümü, b) fizik, kimya, matematik gibi bilimlerde elde edilen verileri iş ve yapım alanında uygulamak, c) yol, beceri, yöntem anlamlarına gelmektedir (Türk Dil Kurumu [TDK], 1983). Oysa, teknikten farklı olarak teknoloji soyut, bir prosedür, bir organizasyon olarak bir araç olmanın ötesindedir (Ellul, 1980, s. 34). David Harvey e göre, teknoloji, kısmen aletler, makineler gibi gerekli donanım dan, kısmen de bu donanımı kullanmak için gerekli bilişsel becerilerden oluşmaktadır (Harvey, 2006, s. 80). Bununla birlikte, sınırları belirli, kesin net bir tanımı olmamasına rağmen, teknoloji, herhangi bir diğer sosyal fenomenden daha az veya daha fazla olmamak üzere önemli bir toplumsal fenomendir (Feenberg, 2003, s. 74). Jacques Ellul, erken dönem yazılarında Batı dünyasında tekniğin baskın olmasından dolayı yaşadığımız toplumu teknikist toplum (technicist society) (Ellul, 1983, s. 1) olarak tanımlarken artık teknikist toplum aşamasının aşıldığını ve teknolojik sistem içerisinde bulunduğumuzu belirtmektedir (Ellul, 1980). Bell e göre, geçmiş ve günümüz arasındaki radikal farklılık, teknolojinin toplumsal zamanın parçalanmasında getirdiği yeni ölçüm biçimleriyle ve doğa üzerindeki hâkimiyetimizi artıran en güçlü etkenlerden biri olmasıdır (Bell, 1973, ss ). Böylece teknoloji, toplumsal ilişkilere ve dünyaya bakışımızı köklü biçimde değiştirmektedir. Yeni teknolojik araçlarla da kuvvetlenen küreselleşme ile birlikte, kapitalizmin sürükleyici failleri dünyada serbestçe dolaşmaya başlamış, ucuz işgücü, esnek mekân arayışlarını hızlandırmış ve daha az düzenlemelerin olduğu yerler öncelikli tercihleri haline gelmeye başlamıştır. Ayrıca bu süreçte ulusal emek havuzları kendilerini sınırlı mekânlara çakılı bulmaya başlamış, çok uluslu şirketler tamamen çıkarlarına göre at koştururken, kimi 2 Max Weber e göre modern kapitalizmin şekillenmesinde teknik olanakların önemli bir yeri vardır: Batı kapitalizmi modern bilime, özellikle de matematik ile kesin ve rasyonel deney temeli üzerinde yükselen doğa bilimlerine tâbidir (Weber, 1996, s. 24).

17 Yavuz Yayla 15 sömürüp sömürmeyeceklerine karar vererek güçlerini daha da perçinlemişlerdir. Kısaca Harvey in vurguladığı üzere üretim kapasitesinde küreselleşmeyle paralel bir değişim sergileyen ileri derecede rekabet gücüne sahip ve çoğu emek tasarrufu sağlayan teknolojik yenilikler, küresel işgücünün kontrol edilmesini daha da ileri noktalara taşımıştır (Harvey, 2012, s. 44). Temel toplumsal ve siyasal oluşumlar kendi köklerini teknolojik değişikliklerde 3 bulmaktadırlar ama bu tespitten yola çıkarak ve iletişim ve telekomünikasyon sektörlerindeki gelişmelerin de etkisiyle küreselleşmenin ivme kazanmasını da bir dayanak noktası olarak ele alarak teknolojik determinizme düşülmemelidir. 4 Rasyonalite kavramıyla kendi varoluşunu temellendiren teknolojik gelişmelerin açıkça söylenmeyen politik iktidar makinesinin bir parçası olması sonucunda bizi ya dystopian 5 bir gelecek beklemekte ya da bu duruma düşmemek için teknolojik gelişmeler konusunda temel bir revizyon değişikliğine ihtiyacımız vardır. Çünkü, ana-akım düşünceye göre teknolojinin amacı doğanın denetim altına alınmasıdır ama eleştirel yaklaşıma göre teknoloji doğanın değil, doğayla insan arasındaki ilişkinin denetlenmesidir (Benjamin, 1995, s. 76). Örneğin, 2000 yılında Seattle da DTÖ müzakerelerinin kesilmesine neden olan protestolarda, egemen anlayışın yeni jenerik teknolojilere yaklaşımına yönelik tepkiler önemli bir rol oynamışlardır ve alternatif politikaların şekillenmesine kaynaklık etmişlerdir. Bilgi özgürlüğü çerçevesinde verilen mücadeleler, dünya üzerindeki baskıcı rejimlere karşı sistem karşıtı hareketlerle bütünleşmeye başlamıştır. Bu anlamda ilk bakışta aşk ya da ilk bakışta nefret ikileminden sıyrılarak, Habermas ın da belirttiği gibi bilimin ve tekniğin devrimcileştirilmesi ile özgürlük mümkün olacaktır (Habermas, 1997, s. 37). 2. Hızlanan Toplumsal Yapı Günümüzde hayatımızı belirleyen ve mikro ve makro düzeyde peşine takıldığımız hız a fütürizmin manifestosunu kaleme alan Filippo Tommaso Marinetti 1909 yılında övgüler düzmeye başlamıştı: dünyanın güzelliği, güzelliğin yeni bir biçimi ile zenginleştirilmiştir: hızın güzelliği (Marinetti, 2009a, s. 51) (Marinetti, 2009b, s. 58). Endüstriyel (sanayi) kapitalizmde sömürü ve şiddetin mantığı firmaların yavaş ama güçlü hareketi ve statik toplumlarca belirleniyordu. Bilişsel kapitalizm döneminde ise hız hayatın ayrılmaz bir parçası olmuştur. Hızlandırıcı teknolojilerin toplumsal hayatın tüm dokusuna getirdiği özgürlük ve olasılıklar vardır, fakat aynı zamanda şiddet, sömürü ve dışlanmayı da geçmiş döneme kıyasla artarak beraberinde getirmektedir. 3 George Basalla ya göre, Rönesans döneminden günümüze kadar doğa ve teknolojinin etkisiyle düşünüş tarzımızı şekillendiren teknolojik ilerleme kavramı, altı varsayım üzerinde temellenmektedir: 1) Teknolojik buluş, değişim geçiren üründe her zaman için belirgin bir ilerlemeye yol açar; 2) Teknoloji alanındaki gelişmeler, maddi, toplumsal, kültürel ve manevi yaşamın iyileşmesine doğrudan katkıda bulunur ve böylelikle uygarlığın büyümesine hız kazandırır; 3) Teknoloji alanında ve dolayısıyla uygarlık alanında kaydedilen ilerleme, hız, verim, güç ve benzer diğer nicel ölçülere başvurarak kesin olarak ölçülebilir; 4) Teknolojik değişmenin kökeni, yönü ve etkisi tamamen insan kontrolü altındadır; 5) Teknoloji doğayı fethetmiş ve onu insanlığın amaçlarına hizmet etmeye zorlamıştır; 6) Teknoloji ve uygarlık, sanayileşmiş Batılı ülkelerde en üst düzeyine ulaşmıştır (Basalla, 1996, ss ). 4 Teknolojik determinizmin vurgusunda, gerçek gerçekliğin yönü, teknolojiden topluma doğru dur ve eğer bu davranış kalıbı doğruysa Modern teknolojinin kendi mantığı hükmünü sürdürecek, kendi etkisini doğuracaktır, o halde düşük yada ölmüş doğum konumunda kalmamak için bizler de kendimizi bu mantık a uyarlamalıyız. Artık aktif olan taraf teknoloji, pasif olan taraf bizler (toplum) olduğumuz için bunu böyle yapmalıyız. (Üşür, 2001, s. 8). 5 Dystopian anti-ütopya anlamına gelip, otoriter-totoliter ya da benzeri bir baskıcı sistemi tanımlamak için kullanılmaktadır.

18 16 LaborComm 2014 Bildiriler Kitabı Deleuze ve Guattari, A Thousand Plateaus (Göçebebilimi İncelemesi) isimli eserinde, göçebe savaş makinası ve onun mekân ve zamanla ilişkisi üzerine (devlet biçiminin ve onun askeri aygıtının mekân ve zamandan ayrı olarak) tartışırken ivmelenmenin/hızlanmanın küreselleşme sürecindeki önemini vurgulamaktadır: Hız ve hareketi de birbirinden ayırmak gerekir: Hareket çabuk olabilir, bu onun hız olduğunu göstermez; hız yavaş olabilir veya kımıldamaz olabilir, ama buna rağmen o hızdır. Hareket genişleyendir, hız şiddetlendiricidir. Hareket tek olarak kabul edilen bir bedenin görece karakterini belirler, ve bir noktadan diğer bir noktaya gider; tersine hız indirgenmez kısımlarının (atomların) çevrintisel (kasırgamsı) bir kaygan mekânı dolduran veya işgal eden ve herhangi bir noktadan ortaya çıkabilen bir bedenin mutlak karakterini oluşturur (Deleuze ve Guattari, 1990, ss ). Ellul a göre, toplumsal yaşam üzerinde teknolojinin özerkliği vardır 6 ve bu özerklik aynı zamanda teknolojik gelişmenin bir şartıdır (Ellul, 1980, s. 125). Günümüzün küreselleşmiş dünyasında hızlanma Zygmunt Bauman ve David Lyon kavramsallaştırmasıyla Akışkanlık (Bauman ve Lyon, 2013) dikkat çekicidir, çünkü sosyal, politik, kültürel, ekonomik ve psikolojik yaşamımızın pek çok alanına giren özelleşmiş teknolojik makineler farklı toplumsal düzeylerde farklı hızlanmalara neden olmaktadır. Ayrıca, toplumsal gerçeklik üzerinde teknolojik ivmelenmenin etkisi muazzamdır: Bu süreçte mekân gittikçe daralmakta ve uyum sağlama yeteneğini kaybetmektedir (Rosa, 2009, s. 82). Üstelik, küreselleşme ve internet çağında, zaman, mekânı sıkıştırma ve hatta yok etme olarak tasarlanmıştır/düşünülmüştür (Rosa, 2009, s. 82). Fakat teknolojinin hayatı sanallaştırma/dijitalleştirme etkilerine rağmen mekân yine de vazgeçilemez olarak kalır. Concorde süper jetleri üzerine yazan Felix Guattari ye göre, Concorde jetleri Paris ve New York arasında sürekli hareket etse de ekonomik mekâna/alana çivilenmiş olarak kalır (Guattari, 1995, s. 48). 7 Hartmut Rosa ya göre, en ölçülebilir hızlanma biçimi, teknolojik hızlanma olarak tanımlanabilecek olan ulaşım, iletişim ve üretim süreçlerinin kasten ve bir amaca yönelik olarak hız kazanmasıdır (Rosa, 2009, s. 82). Rosa buna önek olarak da iletişimin hızının, kişisel ulaşımın hızı, veri işleme hızı ise olarak gerçekleşmesini vermektedir. Hartmut Rosa ya göre, teknolojik ivmenin yanısıra, dijital devrim ve küreselleşme süreci toplumsal değişimi hızlandıran diğer bir etkendir (Rosa, 2009, s. 85) ve Bob Jessop un da belirttiği üzere, ekonomik, siyasi, sosyal ve kültürel değişiklikler konusunda belirsiz eğilimler taşıyan küreselleşme birçok merkezli, çok niceliksel, çok zamanlı, çok şekilli ve çok nedenli bir süreç olarak henüz bitmemiş olan dünya piyasalarının oluşumu ve devletlerarası sistemin yeniden düzenlenmesini içermektedir (Jessop, 2009, s. 136). Bu nedenle Nicholas Thoburn, kapitalizm öncesi tüm üretim biçimlerinin, toplumsal ilişkileri ve kimlikleri korumaya çalışırken, kapitalizmin sürekli değişim özelliği taşımasıyla farklılaştığını belirtir (Thoburn, 2002, s. 450). Kapitalizmin nasıl sürekli bir değişim özelliği sergilediğini ve/veya Max Weber in deyimiyle dünyanın büyüsünün bozulmasını kapitalizmin hem bir hayranı hem de en büyük eleştirmeni olan Marx şu şekilde tasvir etmektedir: Burjuvazi, üretim araçlarını, dolayısıyla üretim ilişkilerini ve bunlarla birlikte bütün toplumsal ilişkileri durmadan 6 Teknolojinin özerk olmasının anlamını Jacques Ellul şu şekilde açıklar: Teknoloji nihai olarak sadece kendisine bağlıdır. Kendi rotasını kendisi çizer, o ikincil değil, birincil faktördür. Bir organizma olarak kabul edilebilecek olan teknoloji kendi içine kapanmaya karşı ve kendi kaderini belirleme eğilimindedir (Ellul, 1980, s. 125). 7 Yine de, teknolojik evrenin makine parkının, politik amaçlar karşısında kayıtsız olduğu konusunda diretilebilir o bir toplumu yalnızca hızlandırabilir ya da yavaşlatabilir.

19 Yavuz Yayla 17 devrimcileştirmeksizin var olamaz. Oysa eski üretim tarzının olduğu gibi korunması, daha önceki bütün sanayici sınıfların ilk var oluş koşuluydu. Üretimin durmadan altüst edilmesi, bütün toplumsal koşulların aralıksız sarsılışı ve bitmek bilmeyen bir belirsizlik ve çalkantı burjuva dönemini öteki bütün dönemlerden ayırt eder. Bütün kemikleşmiş, donmuş ilişkiler arkaları sıra gelen, eskiden beri saygıdeğer tasavvur ve görüşlerle birlikte silinip gider; yeni oluşanlar ise daha kemikleşmeye fırsat bulamadan eskir. Katı olan her şey buharlaşıyor, kutsal olan her şey dünyevileşiyor ve insanlar nihayet hayattaki konumlarına, karşılıklı ilişkilerine soğukkanlı bir gözle bakmaya zorlanıyorlar (Marx ve Engels, 2008, ss ). Manifesto da sermayenin küreselleşme itkisine daha en başından sahip olduğu ise şu şekilde vurgulanır ve bu aslında sermayenin politik yönüdür: Ürünleri için durmadan genişleyen bir pazara gerek duyması burjuvaziyi yeryüzünün dört bir bucağına salar. Her yerde yuvalanmak, her yere yerleşmek, her yerde bağlantılar kurmak zorundadır burjuvazi (Marx ve Engels, 2008, s. 25). Böylece Burjuvazi dünya pazarını sömürerek bütün ülkelerdeki üretim ve tüketime kozmopolit bir nitelik (Marx ve Engels, 2008, s. 25) kazandırır. Marx, bu sınır ve sınırsızlığın farkına varmış, bunu şu şekilde belirtmiştir: Kapitalist üretim, sürekli olarak, kendi niteliğinden gelen bu engellerin üstesinden gelmeye çalışır, ama bunu ancak, bu engelleri tekrar kendi yoluna ve hem de daha heybetli ölçekte koyarak becerir. Kapitalist üretimin gerçek engeli sermayenin kendisidir. İşte bu sermaye ve onun kendisini genişletmesidir ki, üretimin hem çıkış ve hem de sonuç noktası, hem itici gücü, hem amacı olarak görünür; üretim yalnız sermaye için üretimdir, ama bunun tersi doğru değildir; üretim araçları, sırf, üreticiler toplumunun yaşama sürecinde, devamlı bir gelişmenin araçları değillerdir (Marx, 1997, s. 221). Kapitalist üretim biçimi, gelişen yeni jenerik teknolojilerle yukarıda genel hatlarıyla belirttiğimiz bir hızlanma ve sürekli inovasyon sürecine girerken, üretimin ve emeğin önemi azalmadan endüstriyel kapitalizmden farklı bir kapitalist sürece, biyokapital sürecine girmiştir: Kapitalizm ile biyokapital adını verdiğim şey arasındaki ilişki daha ziyade biyokapitalin kapitalizmin aynı anda hem bir devamı, evrimleşmiş bir biçimi ve alt kümesi, hem de ondan farklı bir biçim olmasına dayanıyor (Rajan, 2012, s. 24). Bu yeni kapitalist sürecin arkasındaki itici güç ise enformasyon teknolojilerinde yaşanan dönüşümdür. 3. Enformasyon Teknolojilerinin Ekonomi Politiği Yeni jenerik teknolojiler, rasyonaliteye uygun şekilde rekabet edebilmek için var olan kurumsal ve iktisat politikası yapılarını sürekli bir değişime zorlamaktadırlar. Narula nın belirttiği gibi, ülkeler, teknolojik değişimi yönetebilmek için yeni vasıflara, vasıflarını güncelleyebilmek için de kurumsal kapasiteye ihtiyaç duymaktadır (Narula dan aktaran Lall, 2009, s. 463). Standartlar, ölçüm, kalite, test, Ar-Ge, verimlilik ve KOBİ alanlarında teknik destek kuruluşlarına gereksinimleri vardır. Bilişim ve İletişim Teknolojilerinde (BİT) gelişmiş bir altyapı ihtiyaçları olmasının yanı sıra, yeni teknolojilerin önemsizleşen faaliyetlerle dezavantajlı gruplar üzerindeki etkilerini de hafifletmeleri gerekmektedir (Lall, 2009, s. 463). Küreselleşme, üretken faktörlerin uluslararası ekonomiler arasındaki hareketini de hızlandırmaktadır. Ancak, küresel düzeyde sermaye, teknoloji, bilgi ve işgücü niteliği, adil bir şekilde yayılmamakta; sadece rasyonel mantığa uygun olan rekabetçi üretimin olanaklı olduğu, ülkeler arasında hareket edebilen (akışkan) faktörleri tamamlama özelliği olan girdi ve kurumların bulunduğu yerlere gitmektedir. Kısacası, yeni sınai kapasitelere ihtiyaç vardır (Lall, 2009, s. 463).

20 18 LaborComm 2014 Bildiriler Kitabı 4. Kablolu Uluslar - Wireless Özneler Vincent Mosco ya göre, 1990 ların sonunda bilgisayar sıradan bir şeydi. Telgraf, elektrik, telefon ve yayıncılık için öngörülen harikalıkların hepsi bilgisayara yatırıldı. Mosco ya göre, bilgisayarlar ve siber uzay denmeye başlanan dünyanın belirginleştirdiği ve önem verdiği olgular zamanımızın mitleridir. Mitlere göre, bilgisayar iletişiminin güçlendirdiği çığır açan dönüşümle insan deneyimi zamanın (tarihin sonu), uzayın (coğrafyanın sonu) ve iktidarın (politikanın sonu) ötesine geçecektir (Mosco, 2004, ss. 2-3). Özünde her şeyin sonu olarak karşılanan televizyonun yol açtığı beklentiler 1950 lerin başlarında oldukça yaygınlaşan televizyon yayıncılığını ortaya çıkardı. İkinci devrim, 1960 ların sonunda kablolu televizyonla oldu ve 1970 lerin başına geldiğimizde kablolu ulus düşünü esinledi (Mosco, 2004, s. 132). Kablolu ulus lar arasındaki bağlantılar ise internetin gündelik hayatın bir parçası olmaya başlamasıyla devrimsel şekilde değişikliklerin yolunu açmıştır. Yochai Benkler e göre, internet, bu uzun süreli eğilimin kökten biçimde tersine dönme olasılığını sunmaktadır. İnternet, bilgi, kültür ve bilgi(birikimi)nin üretim ve dağıtımının sermaye yapısını yerelleştirerek kapsamını genişleten ilk çağdaş iletişim ortamıdır. Bu noktada Harvey in söylediklerine de bakabiliriz. Harvey e göre özellikle bilgisayar modelleri kullanan yeni teknolojilerin kullanılmaya başlanması, kitle üretiminin kitlesel tek yeknesaklıkla el ele gitmesi zorunluluğunu ortadan kaldırmış, neredeyse kişiselleşmiş ürünlerin kitle üretiminin esnek biçimde yapılabilmesini olanaklı kılmıştır. Hatta Harvey e göre yeni teknolojilerin kullanımının sonuçları, 1984'un bir örnek büyük sitelerindense 19. yüzyılın zanaatkâr ürünlerine daha yakın özellik sergilemektedir (Harvey, 2003, s. 95). Benkler e göre, yeni teknolojiler sayesinde (özellikle internet) ağ içindeki zekânın çoğunu içine katan fiziksel sermayenin büyük kısmı yaygın biçimde dağılmış ve son kullanıcının mülkiyetine geçmiştir. Ağ yönlendiricileri ve sunucular nitelik açısından son kullanıcıların sahip olduğu bilgisayarlardan farklı değildir ve bu durum televizyonların sinyallerini yayın istasyonlar, ya da kablo sistemlerinden almasıyla kıyaslandığında ekonomik ve teknik açıdan köklü bir farklılıktır. Ancak tek başına teknoloji toplumsal yapıyı belirlemez. Çin ve Kore de matbaanın kullanıma girmesi, Avrupa da İncil in basılması ve izleyen tartışmalar gibi bir dini ve politik yenilenmenin öncülü olmamıştır. Ancak teknoloji ilintisiz de değildir. Bilgi ve kültürel üretim ve dağıtımın maddi koşullarındaki bu temel değişim, üzerinde yaşadığımız dünya hakkındaki bilgimize ve bireyler ve toplumsal aktörler olarak bize sunduğu eylem yolları seçenekleriyle temel etkilerde bulunmuştur. Bu etkilerle, ortaya çıkan ağ tabanlı ortam, çağdaş özgürlükçü toplumlarda temel değerleri nasıl algıladığımızı ve sürdürdüğümüzü yapılandırmaktadır (Benkler, 2006, s. 30). İnternetle birlikte gelen bilgilerin dijitalleştirilmesi/sayılaştırılması, sıkıştırma teknolojilerindeki gelişmeler, bilgi kayıpları olmadan mp3 ve benzeri küçük dosyalara dönüştürülmesi gibi gelişmeler toplumsal ivmenin dönüşümündeki önemli aşamalardır. Dijitalleşmenin toplumsal boyutlarını analiz etmeye çalışan Lawrence Lessig e göre, sadece tüketilebilen Read/Only (RO) ve yeniden oluşturulabilen Read/Write (RW) kültürler geçmişimizin (endüstriyel toplumların) bir parçasıydı: RW yaratıcılığı insan kültürünün şafağından kaynaklanırken, RO kültürel simgeleri yakalamak ve yaymak üzere gelişen teknolojilerden kaynaklanmıştır (Lessig, 2008, s. 116). Ayrıca, bağlantı ve indirme hızları arttıkça sıkıştırma teknolojileri daha az önemli hale gelmiş ve fiziksel ürünleri (CD, DVD, DVD okuyucu, yazıcı vb.) neredeyse gereksizleştirmiştir. Tüketicilerden kullanıcılara kablo üzerinden internet erişimi (Benkler, 2000) ve Read/Write (RW) ve Read/Only (RO) ve DRM teknolojisi RO kültürünün digital simgelerinin kodlarını yeniden üretmektedir (Lessig, 2008, s. 41). Ayrıca XX. yüzyıl Read/Only (RO) yani

21 Yavuz Yayla 19 genel olarak medya teknolojileri arasındaki mutlu bir rekabet dönemiydi: her bir (ekonomik) çevrim (cycle) yeni bir teknoloji üretmiştir; her en yeni teknoloji en kısa sürede başka bir teknoloji tarafından aşılmıştır (Lessig, 2008, s. 30). Christopher May ve Susan K. Sell e göre, Dijitalleşme, birebir kopyaları olanaklılaştırarak kopya kalitesi düşüklüğünü gidermiş ve her niyet ve amaca açık olarak dijital eserlerin aslının aynısının kopyalanmasını sağlamış ve böylece yüksek kaliteli yeniden üretimleri üzerindeki yetkili dağıtım kanalı tekellerini yok etmiştir: İçerik için sürtünmesiz bir ortam da art arda yapılan kopyalamalar kaliteyi düşürmez, dijital ürün dağıtıma girer girmez, son kullanıcılara sunulmak üzere pazara izinsiz kopyaların sürümü olası bir tehlike durumuna gelir. Ve daha önce, kopya ürünü satın alanlar daha adi bir mal almış oluyorken ve izinli ve izinsiz kopyalar arasındaki kalite farkı fiyat farkını yansıtıyorken, dijital kopyalar bu farkı da ortadan kaldırmıştır. Teknolojik gelişmenin bu hızı içerik sanayisini yanıt vermeye zorlamıştır (May ve Sell, 2006, ss ). Kısaca, dijitalleşme/sayısallaşma sürtünmesiz ortam yaratmaktadır. Ve dijital mal bir kere dağıtıma sokulduğunda, hemen, izinsiz kopyaların tüketici kullanımı için pazarda rekabete girmesi tehdidini ortaya çıkarmaktadır (May ve Sell, 2006, s 183). 5. Peer-to-Peer (P2P) Yeni jenerik teknolojilerin gelişmesinin kısa bir anlatımını sunduğumuz yukarıdaki pasajların açık anlamını şu şekilde özetleyebiliriz: Tarihsel süreçlerden ayrı düşünemeyeceğimiz toplumsal ilişkiler en sonunda insan bilincini belirlemektedir. Bilişsel kapitalizm ortaya yeni bir hayalet çıkarmıştır. Dünyaya bir hayalet musallat oluyor: peer-topeer hayaleti. Ve mevcut ekonomik sistem peer-to-peer ile çalışmayı tercih ediyor; fakat peerto-peer aynı zamanda yeni insan ilişkilerinin yeni bir habercisidir ve sonunda bilgi kapitalizmiyle uyumsuzluk gösterebilir (Bauwens, t.y., s. 1). Peer-to-peer, post-endüstriyel toplumun temeli olan bilgi ve iletişim altyapısının organizasyonun yeni teknolojik paradigmasıdır. Ağların ağı olarak internet bu paradigmanın ifadesidir ve peer-to-peer, bir dağıtım mekanizmasıdır (Bauwens, t.y., ss. 1-2). Napster, KaZaa, Limewire, Emule, Soulseek ve AudioGalaxy gibi dosya paylaşım sistemlerinden de görüldüğü üzere, P2P dağıtım mekanizması, hiçbir merkeziyetçi (bürokratik) komuta ve kontrol merkezine sahip olmamakla farklılaştığı gibi P2P sayesinde her türlü engelleme çabalarına rağmen bilgilere erişimi de olanaklı kılmaktadır. Ayrıca P2P basitçe tanımlanacak biçimde kendiliğinden teknolojinin bir formu değildir, bir üretim süreci dir, maddi olmayan ürünlerin üretiminin organizasyon yoludur (Bauwens, t.y.: 2). Koyaanisqatsi 8 (David, 2005, ss ) olarak P2P aynı zamanda yeni bir oluş biçimidir. Bir anlamda P2P çağımızın rhizome sidir (köksap ıdır): mekânı hesaplamadan ve sadece onun üzerinde giderek seyredilebilinen mekânı işgal eden köksapsal, merkezinden kopmuş, ölçüsüz çokluklar. Bunlar kendilerinin dışındaki mekânın bir noktası tarafından gözlenen izlemeye yanıt vermezler (Deleuze ve Guattari, 1990, s. 63): P2P iktidarın görüş alanının dışındadır. Ivan Illich e göre de, bütün insanlar arasında aşağı yukarı eşit biçimde dağılmış bir kaynağın korunmasına, azami kullanımına ve tadına varılmasına öncelik veren bir hayat tarzı ve siyasal sistemin gelişmesini sağlayacak olan ve kaynağını kişisel denetim altındaki kişisel enerji den (Illich, 2011, s. 24) alan P2P benzeri modern teknolojilerin, yöneticilerden çok siyasal açıdan birbiriyle ilişkili bireylere hizmet ettiği böyle bir toplum şenlikli toplumdur (Illich, 2011, s. 11). Çünkü Bilimsel teknoloji çağında, araçların şenlikli yapısı, 8 Amerikalı Hopi Kızılderililerine ait Koyaanisqatsi kelimesi İngilizceye dengesiz hayat, çılgın yaşam veya karmaşa yaşam olarak çevrilmektedir ve farklı tür bir yaşamı gerektiren yaşam biçimi anlamına gelmektedir.

22 20 LaborComm 2014 Bildiriler Kitabı hem paylaşımcı hem de katılımcı olan tam bir adalet içinde hayatta kalabilmenin koşuludur. Çünkü bilim, yeni enerji kaynakları açmıştır (Illich, 2011, s. 26). P2P, bir anlamda geçmişte SSCB de Stalin döneminde eleştirel yazılardan, sosyo-kültürel çözümlemelere kadar çok yönlü yıkıcı daktilo yazılarının samizdat yoluyla dolaşımı na (Illich, 2011, s. 76) benzemektedir. Günümüzün samizdatı P2P, internet ağları üzerinden metinlerin, filmlerin vs. dağıtımını iktidar denetimine rağmen sağlamaktadır. Kısaca, P2P teknolojileri, Deleuze ve Guattari ile Illich in beklentilerine cevap veren bir yapı sergilemektedir. Lawrence Lessig e göre de, Bugün, korsanlığa karşı yeni bir savaşın ortasındayız. İnternet bu savaşı kışkırtmaktadır çünkü internet, içeriğin etkin yayılmasını sağlamıştır. Eşten eşe (p2p) dosya paylaşımı, internetin olanaklı kıldığı etkin teknolojiler arasındaki en etkin olanıdır. Dağıtılmış fikriyatı kullanarak, p2p sistemleri, bir kuşak öncesinin hayal dahi edemeyeceği bir yolla içeriğin kolaylıkla yayılmasını başarmıştır (Lessig, 2004, s. 17). Kısacası, ağ tabanlı bir bilgi ekonomisinde (networked information economy) yerel ağlar üzerinden eş zamanlı olarak bilgi (knowledge), bilgi birikimi ve kültürün aktığı bir ekonomi iki temel özelliğiyle yirminci yüzyılın endüstriyel bilgi toplumundan (sanayi toplumundan), üretkenliğin ve büyümenin sürdürülmesi açısından farklılaşır. Birincisi, pazar dışı üretim Phantom Edit gibi, eğlencesine bir hayran tarafından üretilmiş sürüm fiziksel ekonomide oynayabileceğinden daha önemli bir rol oynayabilir. İkincisi, ileri derecede yerelleşmiş üretim ve dağıtım, pazar temelli olsun ya da olmasın, benzer biçimde çok daha önemli bir rol oynayabilir. Yine, Phantom Edit bu tür bir yerelleşmiş ürün örneğidir emek, sermaye, maliye ve dağıtım dükkânlarına dair sözleşmeye dayalı hakları ve mülk stoku olan, emir komuta zinciri içindeki bir şirket yerine bir kişi tarafından üretilmiştir. Her iki yolla da ağ tabanlı bilgi ekonomisi fiziksel ekonomiden daha açık olabilir ve üretim ve tüketim örgütlenmesinde çok daha fazla olasılığı kabul edebilir. Serbest yazılımlar eğlencelik üretim araçları değildir. İnterneti kullanırken kullandığımız araçların çoğu, temelde kâr amacı güden LucasArts Entertainment benzeri şirketlerden çok Phantom Edit i yazan kişiye daha yakın biçimde birlikte çalışan (şenlikli üretim diyebileceğimiz) on binlerce gönüllü tarafından üretilen yazılımlarla olmaktadır (Benkler, 2003, ss ). Kısaca, Illich e dayanarak şunu belirtebiliriz: LucasArts Entertainment Şirketi nin bilgiyi, endüstriyel olarak üretip pazarlanması, kişilerin kendi inisiyatiflerine dayanan öğrenme için şenlikli araçlardan yararlanmalarını engellemektedir (Illich, 2011, s. 76). Ama açık kaynak kodlu yazılımlar piyasa ilişkileri dışında kamusal aklın birlikte üretimi olarak ortaya çıkmaktadır. Dağıtım, kültürel üretim ve bilginin maddi koşullarındaki bu temel değişiklik ( endüstriyel bilgi ekonomisinden ağ tabanlı bilgi ekonomisine ), çağdaş özgürlükçü toplumlarda öz değerleri nasıl algıladığımız ve gözettiğimiz üzerinde oldukça temel etkilere sahiptir (Benkler, 2003, s. 1251). Dijital ağ tabanlı ortamların çıkışı, herkesin eş olarak katılabildiği güçlü ve açık toplumsal iletişimlerin gelişmesini olanaklı kılmıştır. Bu teknolojik ve ekonomik olanaklar, diğer yandan, önceden var olan şeyler değildi. İnternet sanal ve fiziksel katmanları, içeriği örgütlemesi ve düzenlemesi hakkında kararlar, dijital ortamın sonuçta büyük ölçüde yaygın medya modelini mi taklit edeceği ya da bilgi ortamımızın yapısını kesin olarak derinden değiştirip değiştirmeyeceğini belirleyecektir (Benkler, 2000, s. 579). Yaratıcılık, akıl, zevk, toplumsal deneyim açısından çok çeşitli tavırlar sergilemesi ve çaba ve ilgileri dolayısıyla insanlar, ağ tabanlı bilgi ekonomisinin merkezindedir. Ve insanlar bu tavırlarını yalnızca pazarda değil ama aynı zamanda pazar dışı ilişkilerde de kullanırlar. Yuvalarımızdan topluluklarımıza, dostluklarımızdan oyunlarımıza, hayatı yaşarız ve pazar ortamından çok daha çeşitlilik taşıyan bilgi birikimimizi ve fikirlerimizi paylaşırız. Fiziksel ekonomide, bu ilişkiler üretim sistemimizden büyük ölçüde sürgün edilmiştir. Ağ tabanlı bilgi

23 Yavuz Yayla 21 ekonomisinin ve ağ tabanlı dijital ortamın sunduğu beklenti, bu yaşamsal zenginlik tutamlarını ekonomik ve üretici yaşantımızın ortasına getirmesidir (Benkler, 2003, s. 1254). Ağ tabanlı bilgi ekonomisi, katılıma açık üretim olgusuyla merkezi olmayan işbirliğine dayalı üretimin önünü açmayı olanaklı kıldığı için endüstriyel bilgi ekonomisinden köklü biçimde ayrılmıştır. Katılıma açık üretim eylemleri, ne müdürler ne de pazarın fiyat işaretleriyle eşgüdümlenen çok sayıda bireyin, bir bilgi ya da kültür üretimine etkili ortak çaba katmasını anlatır. Şu anda bu tamamıyla yeni değildir. Bilim, çok sayıda insanın sıralı katkısıyla ortaya çıkar pazar işaretlerine göre işlemez, ya da araştırma adımlarını dekanlarının emirlerine göre atmaz- ama neyi araştıracaklarına bağımsız olarak karar verir, katkılarını bir araya getirir ve bilimi yaratırlar (Benkler, 2003, s. 1256). Sonuç Genel hatlarını yukarıda verdiğimiz enformasyon teknolojilerinin ortaya çıkışı ile toplumların şekillenmesinde teknolojik yeniliklerin önemli etkilerini kısmen belirtmiş olduk. Teknolojik yeniliklerin etkileri evrimsel olarak süreç içinde gerçekleşmektedir. Saban, buhar makinesi ve bilgisayar toplumsal dönüşüm sürecinde üç dalgayı başlatan teknolojiler olarak kabul edilmektedir. Marx ın deyişiyle, yel değirmeni bize feodal beyli toplumu, buharlı değirmen ise sınai kapitalistli toplumu veriyorsa, network ekonomisi de bilişsel kapitalistli toplumu vermektedir. Bilişsel kapitalist toplumun hayaleti de kendi yarattığı P2P benzeri teknolojilerin içerisinden çıkan öznelerden oluşmaktadır. KAYNAKÇA: Basalla, G. (1996). Teknolojinin Evrimi. Çev., Cem Soydemir. Ankara: TÜBİTAK Yayını. Bauman, Z. ve Lyon, D. (2013). Akışkan Gözetim. Çev., Elçin Yılmaz. İstanbul: Ayrıntı Yayınları. Bauwens, M. (t.y.). Peer to peer: from technology to politics to a new civilisation? adresinden alınmıştır. (Erişim tarihi 12 Ağustos 2011). Bell, D. (1973). The Coming of Post-Industrial Society. New York: Basic Books. Benjamin, W. (1995). Tek Yönlü Yol, Çev., İskender Savaşır. Walter Benjamin: Son Bakışta Aşk, Gürbilek, N. (der.) içinde. İstanbul: Metis Yayınları. Benkler, Y. (2000), From Consumers to Users: Shifting the Deeper Structures of Regulation toward Sustainable Commons and User Access. Federal Communications Law Journal 52, No. 3. Benkler, Y. (2003). Freedom in the Commons: Towards a Political Economy of Information. Duke Law Journal, 52, No.6. Benkler, Y. (2006). The Wealth of Networks: How Social Production Transforms Markets and Freedom. London: Yale University Press. Berman, M. (2001). Katı Olan Her Şey Buharlaşıyor. Çev., Ü. Altuğ ve B. Peker. İstanbul: İletişim Yayınları. Brey, P. (2003). Theorizing Modernity and Technology. Modernity and Technology. Misa, T. J., vd. (der.) içinde. The MIT Press.

24 22 LaborComm 2014 Bildiriler Kitabı David, A. P. (2005). Koyaanisqatsi in Cyberspace: The Economics of an Out-of-Balance Regime of Private Property Rights in Data and Information. International Public Goods and Intellectual Property Regime: Under a Globalized Intellectual Property Regime. Maskus, K. E. ve Reichman, J. H. (der.) içinde. Cambridge University Press, US, Deleuze, G. ve GUATTARI, F. (1990), Kapitalizm ve Şizofreni Cilt I: Göçebebilimi İncelemesi: Savaş Makinası. Çev., Ali Akay, İstanbul: Bağlam Yayınları. Ellul, J. (1980), The Technological System, Çev., Joachim Neugroschel, New York: The Continuum Publishing Corporation. Ellul, J. (1983). The search for ethics in a technicist society. adresinden alınmıştır (Erişim tarihi 15 Mayıs 2012). Feenberg, A. (2003). Modernity Theory and Technology Studies: Reflections on Bridging the Gap. Modernity and Technology. Misa, T. J., vd. (der.) içinde. The MIT Press. Guattari, F. (1995). Chaosmosis: An Ethico-Aesthetic Paradigm. Çev., Paul Bains ve Julia Pefanis. Bloomington: Indiana University Press. Habermas, J. (1997). İdeoloji Olarak Teknik ve Bilim. Çev., Mustafa Tüzel. İstanbul: YKY. Harvey, D. (2003). Postmodernliğin Durumu. Çev., Sungur Savran. İstanbul: Metis Yayınları. Harvey, D. (2006). Sosyal Adalet ve Şehir, Çev., Mehmet Moralı. İstanbul: Metis Yayınları. Harvey, D. (2012). Sermaye Muamması: Kapitalizmin Krizleri. Çev., Sungur Savran. İstanbul: Sel Yayıncılık. Illich, I. (2011), Şenlikli Toplum. Çev., Ahmet Kot. İstanbul: Metis Yayınları. Jessop, B. (2009). The Spatiotemporal Dynamics Of Globalizing Capital And Their Impact On State Power And Democracy. High-Speed Society: Social Acceleration, Power and Modernity. Rosa, H. ve Scheuerman, W. E. (der.) içinde. The Pennsylvania State University, USA. Lall, S. (2009). Sanayileşme Stratejisini Yeniden Düşünmek. Küreselleşme Çağında Devletin Rolü. Çev., Tevfik Koldaş. Neoliberal Küreselleşme ve Kalkınma. Şenses, F. (der.) içinde. İstanbul: İletişim Yayınları. Lessig, L. (2008). Remix: Making Art and Commerce Thrive in the Hybrid Economy. Bloomsbury Publishing, Great Britain. Kundera, M. (1996). Yavaşlık. Çev., Özdemir İnce. İstanbul: Can Yayınları. Marinetti, F. T. (2009a), The Founding and Manifesto of Futurism (1909). Futurism: An Anthology. Rainey, L., vd. (der.) içinde. New Haven & London: Yale University Press. Marinetti, F. T. (2009b), The New Religion-Morality of Speed. High-Speed Society: Social Acceleration, Power and Modernity. Rosa, H. ve Scheuerman, W. E. (der.) içinde. The Pennsylvania State University, USA. Marx, K. ve ENGELS, F. (2008), Komünist Manifesto ve Hakkında Yazılar. Çev., Nail Satlıgan ve Tektaş Ağaoğlu. İstanbul: Yordam Kitap. Marx, K. (1997). Kapital, Cilt III. Çev., Alaattin Bilgi. Ankara: Sol Yayınları. May, C. ve SELL, K. S. (2006). Intellectual Property Rights: A Critical History. London: Lynne Rienner Publisher.

25 Yavuz Yayla 23 Mosco, V. (2004). The Digital Sublime: Myth, Power, and Cyberspace. Cambridge: MIT Press. Narula, R. (2003). Globalization and Technology. Cambridge: Policy Press. Rajan, K. S. (2012). Biyokapital-Genom Sonrası Hayatın Kuruluşu. Çev., Ayşe Deniz Temiz, İstanbul: Metis Yayınları. Rosa, H. (2009). Social Acceleration: Ethical and Political Consequences of a Desynchronized High-Speed Society. High-Speed Society: Social Acceleration, Power and Modernity. Rosa, H. ve Scheuerman, W. E. (der.) içinde. The Pennsylvania State University, USA. Şenses, F. (der.) (2009). Neoliberal Küreselleşme ve Kalkınma. İstanbul: İletişim Yayınları. Thoburn, N. (2002). Difference in Marx: The Lumpenproletariat and the Proletarian Unnamable. Economy and Society, 31 (3).. TDK (1983), Türkçe Sözlük, Ankara: Türk Dil Kurumu. Üşür, İ. (2001). Teknoloji Felsefesi Üzerine Ya Da Tarihin Tanrısı Teknoloji Midir? Mülkiye, 25(230). Weber, M. (1996). The Protestant Ethic and the Spirit of Capitalism. London: Routledge.

26

27 Teknoloji ve Toplumsal Değişim İlişkisinde Teknolojik Determinist Yaklaşım ve Farklı Veçheleri Banu DURDAĞ Özet: Hızlı değişimler olarak nitelendirilen oluşumlarla karşı karşıya kaldığımız günümüzde, söz konusu değişimlerin açıklanmasında ve gerekçelendirilmesinde sıklıkla karşımıza teknoloji ve toplumsal değişim arasında mekanik nedensellik ilişkisi kuran bir anlatı çıkar. Toplumsal değişimlerin, teknolojik yenilenmelerin ve gelişmelerin kazandığı hız, teknoloji ve toplumsal değişim arasındaki ilişkiyi kavramayı zorlaştırırken, bu zorluğu aşmada toplumsal değişimin yegâne nedeni olarak teknolojinin işaret edilmesi, bir anlamda işleri kolaylaştırır. Tarihsel ve toplumsal değişimin itici gücü olarak referans gösterilen teknolojinin merkezde olduğu teknolojik determinist yaklaşım ve bu yaklaşımın ürünü olan söylemler, akademide olduğu kadar gündelik hayatımızda da tedricen başat bir konumdadır. Dahası kendini teknolojik determinizmden uzağa konumlandıran çalışmalarda dahi, toplumsal değişim ve teknoloji ilişkisi açıklanırken teknolojik determinizmin farklı veçheleri açığa çıkar. Dolayısıyla, tarihsel ve toplumsal bütünlüğü ıskalayan bu yaklaşım ve onun farklı veçhelerinin kendini eleştirel olarak konumlandıran çalışmalarda dâhi tezahür edişi, toplumsal değişim ve teknoloji ilişkisine dair kavrayışımızı bir anlamda sınırlandırır. Tam da bu nedenle çalışmada, toplumsal değişim ve teknoloji ilişkisinde mekanik bir nedenselliği aşmanın ve daha bütüncül bir kavrayış geliştirebilmenin bir adımı olarak teknolojik determinist yaklaşım ve onun farklı veçheleri sorgulanacaktır. Bu sorgulama boyunca teknolojik determinizme ilişkin tartışmalara yer verilerek, söz konusu yaklaşımın teknoloji ve toplumsal değişim ilişkisinde hangi bağlantıları karanlıkta bıraktığı ve çarpıttığı, Marx ın teknoloji kavramsallaştırmasına ve onun bu kavramsallaştırmasını mümkün kılan içsel ilişkiler felsefesi ne başvurularak açıklanmaya çalışılacaktır. Anahtar Kelimeler: Teknolojik determinizm, toplumsal değişim, teknoloji, içsel ilişkiler felsefesi. Giriş 19 uncu yüzyılda Sanayi Devrimi ile birlikte gelen yapısal dönüşümler, dolayısıyla da toplumda yaşanan değişimler, toplum nedir? sorusunu beraberinde getirmiş, toplumu tanımlama, toplumsal değişimi açıklama ve anlamlandırma çabalarını ortaya çıkarmıştır. Toplumsal değişimi incelerken de, teknolojik gelişmelere karşı yaklaşımlara göre farklılaşan konumlanışlar açığa çıkarken, söz konusu konumlar, teknolojiyi tüm toplumsal değişimin nedeni olarak kabul etmekten teknolojiyi tamamen göz ardı etmeye kadar uzanır. Bir uçta toplumsal değişimin, değişim beklentilerinin yegâne fail i olarak teknolojinin işaret edildiği, teknolojik gelişmelere koşut olarak hegemonik bir hâl alan teknolojik determinist yaklaşım, diğer bir uçta ise teknolojik determinizme düşmemek adına toplumsal değişimi açıklamada teknolojiyi çözümlemeden dışlayan yaklaşımlar söz konusu olmaktadır. Çağımızda teknolojik yenilenmelerin ve gelişmelerin kazandığı hız 1, dolayısıyla da teknolojilerin geliştirilip kullanılması ve yaygınlaşması arasındaki zamanın kısalışı, başka bir Arş. Gör., Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi, bdurdag@ankara.edu.tr 1 Gitlin (2003, ss ), Media Unlimited adlı çalışmasının Speed and Sensibility bölümünde kapitalist sistem ve hız arasındaki ilişkiyi irdeler. Yüzyıllar boyunca üretim, tüketim, ulaşım ve iletişimin hızının giderek yoğunlaştığına dikkat çeken Gitlin, James R. Beniger in şu ifadesine atıfla söz konusu hızlanma halinin Sanayi Devrimi ile ortaya çıktığına işaret eder: Sanayi Devrimi ne kadar, en büyük ve en gelişmiş ekonomiler bile koşum hayvanları, rüzgar ve su gücü ile, imal etme hızlarını kısmen geliştirilmeleriyle, tam anlamıyla insan adımı temposunda ilerliyorlardı Bu zamana kadar sanayileşmenin en büyük etkisi, bu açıdan, bir toplumun LaborComm Uluslararası İşçi ve İletişim Konferansı, 3-4 Mayıs, Ankara

28 26 LaborComm 2014 Bildiriler Kitabı deyişle, teknolojilerin ticarileştirme ve pazarlama etkinliklerinin konusu hâline gelmesinin eşzamanlı olarak ilerleyişi, teknoloji ve toplumsal değişim ilişkisini kavramayı ve anlamlandırmayı zorlaştırmakta, dolayısıyla da teknolojiye ve teknolojik değişime ilişkin Raşit Kaya nın (2000, ss ) ifade ettiği hâliyle bir efsunlanma yı ortaya çıkarmaktadır. Dehşete kapılma, sorgulamama, sorgulamadan kabul etme ya da reddetme biçimlerinde tezahür eden efsunlamaya/büyülenmeye, teknoloji ve toplum ilişkisine dair tek boyutlu nedensellik ilişkisi kuran, akademide olduğu kadar gündelik hayatımızda da başat bir hâl alan teknolojik determinist söylemlerin ya da tam tersi teknolojiyi dışlayan çözümlemelerin eşlik edişi ile teknoloji ve toplumsal değişim ilişkisini daha eleştirel bir değerlendirme sürecine tabi tutmak daha da zorlaşır. Günümüz kapitalizminde toplumsal faaliyetlerin yürütülmesinde teknolojiye, özellikle de iletişim teknolojilerine biçilen rolü ve süregiden toplumsal değişimi açıklama çabalarında bu teknolojilere ilişkin söylemlerin öne çıkmasını dikkate alınca, toplumsal değişim ve teknoloji ilişkisinde mekanik bir nedenselliği aşmanın ve daha bütüncül bir kavrayış geliştirebilmenin bir adımı olarak teknolojik determinist yaklaşımı ve onun farklı biçimlerini sorgulamak anlamlı olabilir. Bu sorgulama boyunca teknolojik determinizme ilişkin tartışmalara yer verilerek, bu yaklaşımın teknoloji ve toplumsal değişim ilişkisinde hangi bağlantıları karanlıkta bıraktığı ve çarpıttığı, Marx ın teknoloji kavramsallaştırmasına ve onun bu kavramsallaştırmasını mümkün kılan içsel ilişkiler felsefesi ne başvurularak açıklanmaya çalışılacaktır 2. Teknolojik Determinizm Üretim giderek toplumsallaşırken, toplumun üretim kapasitesindeki gelişmeye aracılık eden toplumsal sistem arasındaki çelişki de keskinleşir. Başka bir deyişle, artan insan olanakları ile bunu fiilen engelleyen ve çarpıtan toplumsal yapılar arasındaki çelişki derinleşir (Lichtman, 2013, s. 146). Bu kabul edilemez çelişkiyi örtmek, gizemlileştirmek, doğalmış gibi gösterip haklı çıkarma hilesine sarılmak, kapitalist sistemin kendini var edip yeniden üretebilmesi için daha da elzem olur. Kapitalizm kendisi hakkında eleştirileri etkisiz kılacak ve bilinci kapitalist gerekliliklerin kısıtlamalarına daha uygun şekilde yoğuracak kuramlara ve tüm materyal işleme sistemini hızlandırmak oldu (Beniger den aktaran Gitlin, 2003, s. 74). Gitlin (2003, s. 74), bunun sonucunun, yalnızca toplumun maddi üretim sistemini hızlandırmakla kalmadığına, aynı zamanda söz konusu hızın insanın yaşayışı ve bilincine de tesir ettiğinden bahseder. Ve bugün, dolaşır sermayenin, üretim çevriminin ve teknolojik yenilenmelerin süratinin, Edward Luttwak ın turbo-kapitalizm olarak adlandırdığı bir sistem içinde birbirine geçtiği ne dikkat çeker (Gitlin, 2003, s. 76). Dahası, her nasıl adlandırılsa adlandırılsın kapitalizmin bugünkü hâlinin, insanları hızlı düşünmeye, yenilikleri hızlı benimseye ve hızlı iletişim kurmaya zorladığına vurgu yapar (Gitlin, 2003, s. 77). Kapitalizm ve hız ilişkisini inceleyen bir diğer çalışma ise, Vincent R. Manzerolle ve Atle Mikkola Kjøsen in (2014, ss ) Sermayenin İletişimi: Sayısal Medya ve Hızlanmanın Mantığı adlı makalesidir. Çalışmada hız unsuru, sermayenin çevrimi ve dolaşımı diyalektiği çerçevesinde ele alınırken, yazarlar hızlanmanın sermayenin çevrimini yineleme ve dolaşım zamanını kısaltma yönündeki eğiliminin bir parçası olduğuna işaret ederler. Dolayısıyla da günümüzde teknolojiye ve teknolojik yenilenmelere ilişkin olarak sıkça vurgu bulan hız ve hızlanma hâli, kapitalizmin kendi var etme ve yeniden üretme eğilimi dikkate alındığında anlamını bulur. 2 Bu konunun eleştirel ekonomi politik çerçevesinde altyapı-üst yapı, determinizm/belirlenim boyutları da vardır ve tartışmayı daha da anlamlı kılmak ve zenginleştirmek bakımından da son derece önemlidir. Ancak bildirinin sınırlılıklarından ötürü söz konusu boyutlar bu çalışmanın kapsamı dışında bırakılmıştır. Bir diğer neden de bu çalışmanın, yeni çıkan bir teknolojinin bir kez şekillendikten ve yaygın kullanım kazanmaya başladıktan itibaren nasıl kendi kendine ortaya çıkmış ve varlığını yalnızca kendine borçluymuş gibi göründüğüne ve bu görünümü payandalayan söylemlerin eşlik edişine dikkat çekmek üzere giriş niteliğinde bir tartışma olarak sınırlandırılmasıdır. Toplumsal değişim ve teknoloji ilişkisi bağlamında teknolojik determinizm, nasıl ki sorunlu bir tavırsa, toplumsal değişimi açıklamada teknolojinin çözümleme dışı bırakılması, yadsınması da aynı ölçüde sorunludur. Dolayısıyla, konunun bu boyutunu da tartışmaya açmak, toplumsal değişim ve teknoloji ilişkisine dair daha eleştirel bir konumu açığa çıkarmak için son derece elzemdir. Ancak, konunun bu boyutu bildiri metninin sınırlılıklarından ötürü ve tartışmayı sınırlandırmak üzere çalışmaya dâhil edilmemiştir.

29 Banu Durdağ 27 söylemlere ihtiyaç duyar (Lichtman, 2013, s. 147). Kapitalist sistemin hegemonyayı yeniden kurma ihtiyacını karşılamak üzere kuramların pekiştirdiği ideoloji, toplumun kurumlarında da cisimleşir (Lichtman, 2013, s. 147). Öyle ki gündelik hayatımızda bizi kuşatır. Toplumun kurumlarında cisimleşen teknolojiye dair gizemlileştirme hâli bürokratların, siyasetçilerin söylemlerine 3 ve eylemlerine yansır. Her yeni teknolojiyle birlikte yeniden üretilip dolaşıma giren hikmetinden sual olunmaz, kerameti kendinden menkul bir teknoloji anlatısı karşımıza çıkar. Örneğin günümüzde enformasyon ve iletişim teknolojilerinde yaşanan gelişmelere koşut olarak kendini ağ toplumu, enformasyon toplumu, küresel köy vb. kavramlarla ortaya koyan bu anlatıda teknoloji, bağımsız bir değişken olarak konumlandırılarak topluma dışarıdan müdahale eder ve onu değiştirip, dönüştürür. Teknolojik determinizm olarak bilinen bu yaklaşım, hem epistemolojik ve ontolojik düzeyde toplumsal gerçekliği kavramada hem de onu açıklamada metodolojik olarak sorunlu bir konumdan hareket eder. Determinizmi, kompleks bütünü tek bir parçaya ve bu parçanın bütün üzerindeki etkisine indirgeme olarak açıklayan Daniel Chandler (1994), bütünü parçalara ayırarak incelemenin bir düşünüş yöntemi olarak kökeninin Demokritos dan Descartes a kadar götürülebileceğine, ancak teknolojik determinizmde sorunun, bütün ve parça arasında kurulan çizgisel, tek boyutlu ve mekanik ilişki olduğuna dikkat çeker. Dolayısıyla teknoloji, toplumdan ve tarihten, ekonomik, politik ve kültürel olandan bağımsız, yalıtık ve yansız yapıntılar olarak kavranır. Bu eğilimin temelinde de görünen in gerçekliğin ta kendisi olduğu kabulü yatar. Toplumsal gerçekliğe dair görünenin ardındaki yapı ve mekanizmalar çözümleme dışı bırakılır. Gerçeklik görünenin ötesine geçmediğinden, onun bilgisine ulaşmak da nicel yöntemlerden geçer. Böylelikle teknolojide yaşanan gelişmelerle açığa çıkan nicel değişimlere bakarak, nitel dönüşümler müjdelenir. Bunun günümüzdeki bilenen örneğini, enformasyon ve iletişim teknolojilerindeki gelişmelerle birlikte artan enformasyon miktarını dikkate alarak sanayi toplumundan, çelişkilerin ve çatışmaların geride kaldığı daha gönençli enformasyon toplumu na geçilmekte olduğunu iddia eden enformasyon toplumu üst başlığında toplanabilecek kuramlar oluşturur. 4 Kendi içinde gayet tutarlı görünen teknolojik determinizmle örülmüş bu varsayımlar, aynı zamanda karmaşık toplumsal gerçekliğe dair tek boyutlu nedensellik ilişkisi kurarak son derece basit bir açıklama sunarlar. Chandler a (1994) göre, bu yaklaşımdan üretilmiş açıklamaların ve fütüristik varsayımların yaygınlığı ve çekiciliği tam da bu basitlik ten kaynaklanır. Toplumsal değişim ve teknoloji ilişkisini anlama gayretindeki insanlara basit olduğu ölçüde anlaşılır ve ikna edici bir neden-sonuç ilişkisi çerçevesinde açıklama getirirler. Fakat bu basitlik toplumsal gerçekliği çarpıtarak, görünümün ardında yatan yapı ve mekanizmaları, dolayısıyla da çelişki, çatışma ve eşitsizliği gözlerden siler. Teknolojik Determinizmin Farklı Veçheleri, Görünümleri Bruce Bimber (1995) da Chandler gibi benzer bir noktadan hareketle teknolojik determinizmin yaygın kabul görmesine dikkat çektiği Three Faces of Technological Determinism 5 adlı çalışmasında, söz konusu yaklaşımın kendini eleştirel olarak 3 Eski T.C. Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Binali Yıldırım, bulut sistemi ve bilişim üzerine bir konuşmasında şunları söyler: Bu bilişime fazla kafa yorarsan sıyırırsın. Kullanacaksın Nimetlerinden kullanıp, yaralanıp işini göreceksin. Kafayı taktın mı o zaman işin kötü. Çok fazla hikmetine şey yapmamak lazım. ( 4 Yüksel (2013), enformasyon toplumu kuramlarının daha kapsamlı bir eleştirisini sunar ve mikro ölçekte insan ı konumlandırmalarını çözümler. 5 Bimber çalışmasında Marx ı teknolojik determinist olmakla suçlayanlara karşı bir anlamda eleştirel bir hesaplaşmaya girişerek teknolojik determinizmi tartışmaya açar. İddia edilenin aksine Marx ta tarihin motorunun teknoloji değil, sınıf savaşımı olduğunu ortaya koyarken de teknolojik determinizmin farklı tezahürlerini açığa çıkarır.

30 28 LaborComm 2014 Bildiriler Kitabı konumlandıran çalışmalara da sirayet edişine, yani teknolojik determinizmin farklı veçhelerine, görünümlerine işaret eder. 6 Bimber (1995, ss ), sosyal bilimlerde teknolojik determinist olarak nitelenebilecek tavırları, nomolojik, normatif ve istenmeyen sonuçlar doğuran (unintended consequences) olmak üzere üç farklı kategori içine yerleştirerek tartışır. Her üç kategori de farklı varsayım ve nedensel açıklamaları içerir. Kaynağını pozitivizmden alan nomolojik olan, zamandan ve mekândan bağımsız yasalarla toplumsal gerçekliği açıklamasından, yani verili geçmişin ve doğa yasalarının tek bir olası geleceğe işaret ettiği bir kavrayış olmasından ötürü determinist olarak değerlendirilir (Bimber, 1995, ss ). Bu kategori içerisinde Heilbroner in Do Machines Make History? adlı çalışmasını değerlendiren Bimber (1995, s. 84), Heilbroner in her toplumun evrimsel olarak izlemesi gereken sabit bir teknolojik gelişme sekansı tariflediğini belirtir. Dolayısıyla da nomolojik olanda teknoloji, toplumsal pratik üzerinde nedensel etkileri olan bağımsız bir değişken olarak konumlandırılır ki, olgular tarihten, toplumdan ve insandan bağımsız dışsallıklar olarak karşımıza çıkar. Teknolojik determinizmin normatif biçiminde ise, teknolojinin etik, verimlilik ve üretkenlik gibi kaygılar merkezinde ele alındığını, ancak teknolojinin ortaya çıkışına itki veren toplumsal koşulların ve yapıların tartışma dışı bırakılmasından ötürü özerk bir teknoloji tasavvuruna düşüldüğünü ifade eder (Bimber, 1995, ss ). Bu kategori içerisinde Jürgen Habermas ın Toward a Rational Society, Jacques Ellul ün Technological Society, Lewis Mumford un The Pentagon of Power, Herbert Marcuse un One-Dimensional Man ve Langdon Winner ın Autonomous Technology adlı çalışmalarını tartışmaya açar. Habermas ın çalışmasında eleştirisinin odağı, sanayi toplumlarında teknolojilerin geliştirilmesi sürecinde etik kaygıların ve ilkelerin dışlanarak verimlilik ve üretkenliğin ön planda olması üzerine yoğunlaşır. Habermas, teknolojinin etikten, normatif yargıdan kopuk, kendi içinde verimlilik ve üretkenlik esaslı bir yörüngeye oturtulduğunda özerk ve belirleyici olarak kabul edilebileceğini öne sürer (Habermas dan aktaran Bimber, 1995, s. 82). Bimber (1995, ss ), Habermas ın etik kaygılar etrafında teknolojik gelişmeye dair biçimlendirdiği eleştirisini tam da bu nedenle teknolojik determinizmin normatif biçimi olarak değerlendirir. Ve esasen normatif olarak adlandırdığı kategorinin, teknolojik determinizmin en sık karşılaşılan yüzü olduğuna dikkat çeker (Bimber, 1995, s. 82). Ellul ün tekniği yalnızca teknoloji olarak değil, verimliliği benimsetme yoluyla sosyal, politik ve ekonomik yaşam üzerinde hegemonya kurucu unsur olarak ele alırken, Mumford un megateknik in tehlikelerine karşı uyarıda bulunurken ve Marcuse un teknolojik rasyonalitenin tek boyutlu ufkunu vurgularken ya da Winner in teknolojiyi dizginlenemez olarak betimlerken Habermas la benzer kaygılar taşıdıklarını vurgular (Bimber, 1995, ss ). Bu isimlerin kendilerini teknolojik determinist olmaktan çok uzakta görmelerine karşın, teknolojiyi ve teknolojik gelişmeyi toplumsal koşullar ve yapılardan bağımsız bir özerklik olarak almalarından ötürü determinizme düştüklerini ileri sürer (Bimber, 1995, s. 83). Winner in teknolojinin yasa-bağımlı yorumlanışlarına karşıt bir alternatif olarak öne sürdüğü, teknolojik gelişmenin öngörülemeyen etkileri (the unanticipated effects of technological developments) yaklaşımını Bimber (1995, s. 85), istenmeyen sonuçlar doğuran (unintended consequences) olarak adlandırır ve teknolojik determinizmin bir kategorisi olarak konumlandırır. İstenmeyen sonuçlar doğuran kategorisinde, insan denetiminin ötesinde teknolojinin toplumsal sonuçları belirlediği, dolayısıyla da 6 Bimber, her ne kadar teknolojik determinizmin farklı tonlarına ilişkin kategoriler geliştirdiyse de çalışmasının sonunda teknolojik determinizmin tek bir biçimi (yani hem teknolojinin özerk bir güç olarak konumlandırılması hem de toplumsal gerçekliğin tek bir değişkene ve o değişkenin bütün üzerindeki etkisine indirgenmesi biçiminde) olduğunu ifade eder. Ancak bu kategoriler teknolojik determinizmin farklı tonları olduğunu savunan görüşleri de destekler niteliktedir. Buradaki tartışmada da söz konusu kategoriler, bu yönüyle ele alınmaktadır.

31 Banu Durdağ 29 denetlenemeyen ve belirsiz sonuçları olan bir özerklik olarak kavrandığına işaret eder (Bimber, 1995, s. 85). Ve bu kategoride de temel mesele, gerek teknolojinin gerekse teknolojik gelişmenin topluma dışsal ve tüm toplumsal sonuçları belirleyen özerk bir değişken olarak kavranmasıdır. Her ne kadar normatif olanla istenmeyen sonuçlar doğuran arasında net bir çizinin olup olmadığı belirsizmiş gibi görünse de Bimber (1995, s. 86), normatif olanın aksine istenmeyen sonuçlar doğuran kategorisinde teknolojiye etkide bulunan veya bulunabilecek herhangi bir sosyal ya da kültürel pratiğe yer bırakılmadığının altını çizerek kesin bir ayrım yapar. Bimber ın teknolojik determinizmin bulanık ve muğlak görünümlerini serimlemesi, teknolojik determinizmin bir çırpıda sezilemeyecek birden fazla yüzünün olduğunu açığa çıkarması bakımından önemlidir. Teknolojik determinizmi farklı boyutlarıyla tartışmaya açan bir diğer önemli isim ise, Raymond Williams dır. Williams, Communications (1973), Television: Technology and Cultural Form (2004), Communications Technologies and Social Institutions (1981) ve İkibin e Doğru (1989) çalışmalarında iletişim odaklı bir bakışla teknoloji, teknolojik gelişme ve toplumsal değişim olgularına dair Marksist ekonomi politik perspektiften eleştirel bir tartışma yürütür ve teknolojik determinizme ve onun farklı boyutlarına temas eden bir çerçeve sunar. Chandler ve Bimber la benzer bir biçimde Williams da (2003, s. 12) teknolojik determinizmin toplumsal değişimin doğasına ilişkin, son derece güçlü ve günümüzde büyük ölçüde onaylanmış bir görüş olduğuna dikkat çekerken, Bimber ın çabasına benzer bir biçimde teknolojik determinizmi kategorileştirir. Ancak Bimber ınkinden farklı olarak mekanik neden-sonuç ilişkisi kuran ve iyimser ya da kötümser bir biçimde teknolojinin dünyayı değiştirdiği/değiştireceği görüşünün hâkim olduğu, daha bilinen tavrı, teknolojik determinizm olarak adlandırır. Semptomatik teknoloji görüşü olarak adlandırdığı ikinci kategorinin ise, ilkine göre daha az determinist olduğunu öne sürer (Williams, 2003, ss ). Williams a göre (2004, s. 5), teknolojik determinist görüş çerçevesinde yeni teknolojiler, toplumsal değişimin ve ilerlemenin koşullarını hazırlayacak olan bir araştırma ve geliştirme sürecinin temelde içsel bir sonucu olarak keşfedilirler. Teknolojinin ortaya çıkışı toplumdan dışsallaştırıldığından teknolojik gelişme de, öngörülebilir bir iç mantığı olan ve kaçınılmaz olarak içine doğduğu dünyayı değiştiren özerk bir süreç olarak görülür. Bu tam da, matbaanın keşfinin zorunlu olarak Aydınlanma ya, telgrafın Sanayi Devrimi ne ve internetin enformasyon çağına neden olduğu düşüncesinin temelinde yatan anlayıştır (Freeman, 2002, s. 427). Williams (2004, s. 122), bu tür önermelerde temelde yadsınanın niyet olduğunu ileri sürer ve örneğin Laswell in kim, kime, hangi kanalla, hangi etkiyle, ne söyler biçiminde formüle ettiği iletişim modelinde dışarıda bırakılanın niyet (intention) olduğunu, dolayısıyla da, tüm gerçek toplumsal ve kültürel süreçlerin dışlandığını ifade eder. Ve bu minvaldeki teknolojinin toplumsal ilişkilere etkisi üzerine yapılan çalışmaların en temel sorununun, aracı toplumdan izole etmesi, dolayısıyla aracı teknolojiyi yansız, nötr olarak almaları olduğunu vurgular (Williams, 2004, s. 122). Williams (2003, s. 12), semptomatik teknoloji görüşü olarak adlandırdığı kategorinin ise, saf teknolojik determinizmle karşılaştırıldığında toplumsal değişimin diğer nedensel faktörlere dayandığını vurgulamasından ötürü daha az determinist olarak değerlendirileceğini öne sürer. Bu kategoride, kimi teknolojiler ya da teknoloji birleşimleri başka biçimde belirlenen toplumsal sürecin yan ürünleri, semptomları sayılır (Williams, 2003, s 12). Semptomatik teknoloji görüşünde de, daha önemsiz bir yolla olsa da, benzer biçimde araştırma ve geliştirmenin kendiliğinden üretildiği nin farz edildiğini ifade eder (Williams, 2003, s. 13). Bu iki kategorinin, teknoloji ve topluma ilişkin modern toplumsal düşüncenin büyük bir bölümünü oluşturduğunu ve iki kategoride de tartışmaların farklı yönlerde olmasına karşın, teknolojiyi toplumdan dışsallaştırdıkları için kısır olduklarını vurgular (Williams,

32 30 LaborComm 2014 Bildiriler Kitabı 2003, s. 13). Williams ın kategorilerinde Bimber da olduğu gibi kategorileri netleştiren örnekler göremeyiz. Çünkü Williams (2004, ss. 3-5) bu kategorileri, teknoloji ve toplumsal değişim ilişkisinde bir dizi neden-sonuç uyarlamaları üzerinden kurar. Bu nedenle, Williams ın hem teknolojik determinizmi nasıl kavradığını hem de teknolojik determinizmle semptomatik teknoloji görüşü arasında yaptığı ayrımı daha iyi anlayabilmek için teknoloji, teknolojik gelişme ve toplumsal değişime dair nasıl bir konumdan hareket ettiğine bakmak uygun düşebilir. Williams teknolojiyi içinde var oldukları toplumsal ilişkilerce biçimlenen bir süreç olarak ele alır. Modern iletişim teknolojilerini, sanayi devrimi ile birlikte yaşanılan toplumsal değişimler ve bu değişimlerin açığa çıkardığı gereksinimlerle ilişkilendirir (Williams, 2004, s ). Söz konusu değişimlerle açığa çıkan gereksinimleri ekonomik, siyasal ve sosyal olmak üzere birbiriyle ilişkili ve etkileşimli üç düzeyde tartışmaya açar. Makro perspektiften, modern bir iletişim teknolojisinin gelişimi ile genişlemiş, devingen ve karmaşık yeni bir toplumsal biçim arasında etkin bir ilişki olduğunu öne sürer (Williams, 2004, ss ). İlk bakışta nedenselmiş izlenimi veren bu ilişkinin ekonomik, siyasal ve sosyal olmak üzere etkileşimli düzeylerde karmaşık ve katmanlı bir bütünselliğe gönderme yaptığını ortaya koyar. Modern iletişim teknolojilerinin ortaya çıkışına askeri ve ticari faaliyetlerin artan iletişim ve kontrol ihtiyaçlarının itki verdiğine işaret eden Williams (2004, ss ), bu ilk düzeyi de kapsayacak biçimde söz konusu teknolojilerin biçimlenişinin ya da bugün bildiğimiz anlamda kitle iletişim teknolojileri hâlini alışının siyasal ve sosyal gereksinimlerle bağıntısını açığa çıkarır. Yaşanılan toplumsal değişimlere paralel olarak siyasal gücün merkezileştirilmesinin, resmi kanallardan başka yollarla merkezden mesaj iletme gereksinimini doğurduğunu, bir başka deyişle, bir önceki toplumsal formasyonda ideoloji aktarım kanalı olarak kiliseler, meclisler, okullar gibi geleneksel kurumların karşılayamadığı yeni bir siyasal gereksinimin açığa çıktığını ifade eder (Williams, 2004, ss ). Bir yandan karar ve denetim mekanizmalarının işlerliğinde, bir yandan da seçim kampanyaları ve oy yarışında keskinleşen gereksinimler, askeri ve ticari ihtiyaçlara yanıt olarak ortaya çıkarılan teknolojinin, siyasal ve sosyal gereksinimlerle de biçimlenerek kitle iletişim teknolojisine doğru gelişim seyrini serimler (Williams, 2004, ss ). Diğer taraftan Williams teknolojik gelişmeye niyet in ve toplumsal aktörlerin eyleyişlerinin önemini de dâhil eder (Williams, 2004, ss. ix, 7, 122). Belirlenmiş teknoloji kavrayışına karşı çıkarken, söz konusu teknolojilerin zorunlu olarak geliştiriciler tarafından öngörüldüğü şekliyle kullanılacağı, dolayısıyla da alternatif kullanımların söz konusu olmadığı görüşünü reddeder (Williams, 2004, s. 130). Bu karşı çıkışını, teknolojilerin toplumsal ilişkiler bütünü içinde var olduğunu ve özellikle de iletişim teknolojilerinin iletişimsel faaliyete içkin çelişki ve çatışmayı olduğu kadar, özgürleşim potansiyelini de barındırdığını ortaya koyarak pekiştirir: 19. yüzyılda dini ve siyasi otoriteler sıradan insanların ahlaki gelişimi için İncil okumalarını teşvik ederken, onların radikal basını okumamalarını garanti edebilmelerinin yolunun olmadığını vurgular (Williams, 1981, s. 230). İletişim teknolojileri, özünde iletişimsel bir faaliyet olarak, amaçlanan askeri ve endüstriyel kullanımlarının yanı sıra daha geniş ve daha çeşitli toplumsal iletişim biçimlerine de kapı açar (Williams, 1981, s. 233). Bu da, Williams ın Communications adlı çalışmasında demokratik bir iletişim biçimi tanımlama çabasından doğan, iletişimsel bir faaliyet olarak iletişim teknolojilerinin yabancılaşmayı ve sanayi toplumunun atomizasyonunu azaltmak üzere kullanımı anlayışının bir parçasıdır (Freeman, 2002, s. 434). Böylelikle, iletişim araçları dolayımıyla insan deneyiminin paylaşılması nı, kapitalist toplumsal formasyonda kâr sağlamanın ya da propagandanın bir aracı olarak kullanımının tam karşısına yerleştirmiş olur (Freeman, 2002, s. 434).

33 Banu Durdağ 31 Williams ın teknolojinin nasıl üretildiği ve toplumsal sürece nasıl dâhil olduğuyla ilgileniyor olması, dolayısıyla da materyalist bir konumdan teknoloji ve toplum, toplumsal değişim ilişkisine bakıyor olması, onun teknolojik determinizm, semptomatik teknoloji gibi ayrımları yapabilmesini olanaklı kılar. Bu, aynı zamanda onun teknoloji ve toplumsal değişim ilişkisini kavrayışında teknolojiye, kültüre, toplumsal olana yaptığı onca vurguya rağmen ne teknolojik determinist ne de başka türden determinist olarak adlandırılamamasının temel nedendir. Böylesi bir kavrayışta da, teknolojik olanakları sınırlayan hâkim grupların önceliklerinin damgasını vurduğu, fakat aynı zamanda toplumsal mücadelelerce de biçimlenen bir süreç olarak teknolojinin ve teknolojik gelişmenin bütünsel bir resmi açığa çıkmış olur. Bu noktada Williams ın bu kavrayışını dayandırdığı temele, yani Marx ın teknolojiyi nasıl kavramsallaştırdığına ve bu kavramsallaştırmasını mümkün kılan düşünüş biçimine, içsel ilişkiler felsefesine, bakmaya çalışmak uygun olacaktır. Marx ın Teknoloji Kavramsallaştırması ve İçsel İlişkiler Felsefesi Marx ın diyalektiğinde soyutlamaları şeyler değil süreçler dir (Ollman, 2011). Tıpkı sermaye yi de süreç olarak soyutlayıp onun üretim araçları, üretim ilişkileri, emek-gücü, değer, para, mülkiyet ve daha fazlasıyla arasındaki ilişkiyi ve etkileşimi içeren karmaşık ve çok katmanlı bir ilişkisel bütünlük olarak ortaya koymasındaki gibi, teknolojiyi de bir süreç olarak ele alır. Marx ın teknoloji kavramsallaştırmasında teknoloji, salt araçlardan, yapıntılardan ibaret olmadığı gibi insandan ve toplumdan da bağımsız değildir; aksine ilişkisel bir bütünlük olarak dinamik bir süreci ifade eder. Harvey (2010, ss ), Marx ın Kapitali İçin Kılavuz adlı çalışmasında Kapital 1. Cilt teki Dipnot 4 te Marx ın teknolojiyi nasıl ilişkiler bütünü içinde kavramsallaştırdığına, diyalektik ve tarihsel materyalizmin fiilen genel bir çerçevesini nasıl sunduğuna dikkat çeker: Teknoloji, insanın doğa ile arasındaki aktif ilişki tarzını, insan yaşamının dolaysız üretim sürecini ve dolayısıyla da aynı zamanda onun toplumsal yaşamının ilişkilerini ve bunlardan kaynaklanan zihinsel tasarımlarını açığa çıkarır 7 (Marx, 2010, s. 358). Marx, teknolojiyi insanın doğayla etkin ilişkisi, yaşamını sürdürmek için başvurduğu üretim süreci, toplumsal ilişkilerin oluşum biçimi ve bu ilişkilerden doğan zihinsel kavrayışlarıyla 8 içsel olarak ilişkilendirir. Harvey (2010, s. 212), tüm bu ilişkilerin bir bütünsellik olarak anlaşılan genel insan evrim sürecinde farklı ve dinamik anlar oluşturduklarını, dolayısıyla da birlikte evrilerek daima yenilenmelere ve dönüşümlere tabi olduklarının altını çizer. Harvey (2010, s. 221) tartışmasının devamında, Marx ın tarihsel ve toplumsal bağlamı içerisinde eleştirel bir teknoloji kavramsallaştırmasına ve çözümlemesine odaklandığına dikkat çeker ki burada da, görünenin ardındaki gerçeklik olarak kapitalist toplumsal formasyonda, üretim araçlarının mülkiyetine el koyan kapitalist sınıf için teknolojinin hangi içerimleri olduğu ve ne tür çelişki ve çatışmaları içinde barındırdığı karşımıza çıkar. Dahası, diğer üretim tarzları göz önünde tutulduğunda, kapitalizmin teknolojik bakımdan niçin bu kadar dinamik olduğu ya da dinamik olmak zorunda olduğu açığa kavuşur. İşçinin ürettiği artı-değere el koyarak kendini var eden kapitalizmde teknoloji, üretimi artırmak ve emek-gücü maliyetini azaltmak üzere devreye sokulur. Geçimlik malları üreten işkollarındaki üretkenlik artışı ile emek-gücünün değerini düşürerek ki bu da işçinin ihtiyaçlarını karşılamak için daha az paraya ihtiyaç duyması demektir göreli artı-değer elde eder. Böylelikle değişken sermaye olarak emek- 7 Vurgu bana ait. 8 Marx (2010, s. 182), [b]ir örümcek, dokumacının çalışmasını andıran faaliyetlerde bulunur ve bir arı, bal peteğini yaparken bazı mimarları utandırır. Ama en kötü mimarı en iyi arıdan daha en başından ayırt eden şey, mimarın, peteği balmumundan yapmadan önce kafasında kurmuş olmasıdır. Emek sürecinin sonunda, bu sürecin başında zaten işçinin imgeleminde, yani düşünsel olarak var olan bir sonuç ortaya çıkar derken, tam da toplumsal ilişkilerden doğan zihinsel kavrayışlar, bu pasajda anlamını bulur. Toplumsal ilişkilerden doğan zihinsel kavrayışlar, teknoloji ye dair her sürece en başından dâhildir, diyebiliriz.

34 32 LaborComm 2014 Bildiriler Kitabı gücünün değeri azalırken, iş günü süresi sabit kalsa dahi sömürü oranı ya da başka bir deyişle artı-değer kütlesi artar. Burada tekil kapitalist bunun faydasını görmez; bütün kapitalist sınıf bundan fayda sağlar. Dolayısıyla da, geçimlik mal sektöründeki üretkenlik artışı için teknolojinin devreye sokulması kapitalist sınıf stratejisinden doğar (Harvey, 2010, ss ). Yenilikçi kapitalist, metalarını toplumsal ortalamadan daha yüksek bir üretkenlik oranıyla üretip, toplumsal ortalamada veya toplumsal ortalamaya yakın bir fiyatla sattığından fazladan artı-değer elde eder (Harvey, 2010, s. 184). Ancak ta ki bu yeni üretim yönetimi (tekniği, teknolojisi) yayılıp genelleşinceye kadar... Diğer taraftan rekabetin zorlayıcı baskısı da, kapitalisti var olabilmek için üretkenliği artıracak teknik ve teknolojiler ortaya çıkarmaya zorlar. Bu nedenledir ki kapitalist, üretici güçleri (emek-gücü ve üretim araçları) sürekli mahmuzlama eğilimindedir. Dolayısıyla da, teknolojik yenilenmelerin ve gelişmelerin hızlı seyrinin altında yatan nedenlerden biri bu eğilimdir. Kapitalist, yalnızca üretim için gerekli en son teknolojik düzeye uygun üretim araçlarını vb. temin etmekle kalmaz, aynı zamanda emek gücü üzerinde tam bir denetim kuracak biçimde teknolojiyi geliştirir (Ansal, 2004, s. 44). Dolayısıyla da, emek sürecini disipline etmek, kontrol altına almak ve makinelerin emeğin yerini alacak biçimde geliştirilmesi rastlantı değildir (Ansal, 2004, s. 45). Ancak üretimde otomasyon arttıkça, kapitalistin emekgücüne ihtiyacı azalırken, bunun yarattığı çelişki ise kâr oranlarının azalma eğilimi şeklinde kendini ortaya koyar. Çünkü her ne kadar teknoloji, artı-değer üretimini artırmak üzere işe koşuluyor olsa da, değerin asıl yaratıcısı emektir. Diğer taraftan, üretici güçlerin gelişmesi daha temel bir çelişkiye gönderme yapar ki bu da, üretici güçlerin, gelişmelerinin belli bir aşamasında, varolan üretim ilişkileriyle çelişkiye düşmesidir. Bu çelişki içinde tarafların görece güçleri teknolojinin gelişme yönünü belirlerken, geliştirilen teknoloji de tarafların göreli konumlarını etkileyerek üretim ilişkilerini yeniden üretir (Ansal, 2004, s. 45) ya da onu muhtemel sonuna götürecek ve dönüştürecek potansiyeli açığa çıkarır. Bundan dolayıdır ki teknoloji de sınıflar arası mücadelenin bir alanıdır. Marx ın çözümlemesi şeylerin mevcut durumunu ortaya koyarken, aynı zamanda bunun, nasıl yadsınacağını ve nasıl mücadeleyle dönüştürülebileceğini de açığa çıkarır. Böylesi eleştirel ve devrimci bir çözümlemeyi yapabilmesini mümkün kılansa, onun düşünüş biçimi, yani soyutlama süreci ni teşvik eden içsel ilişkiler felsefesidir (Ollman, 2011, s. 67). Kendi sınırları içinde kendi başlarına varolan, bütünden bağımsız parçalar söz konusu değildir. Ne bütün, basitçe parçaların toplamından ibarettir, ne de parçalar bütünden bağımsız, yalıtık etkenlerdir. Parçalara önem derecesini veren bütündür. Parça, bütüne dair gerçekliği içsel olarak içerdiğinden, ne bütünden ne de diğer parçalardan bağımsızdır. Başka bir ifadeyle, parçalar hem birbirleriyle hem de bütünle ilişkiseldir ve aralarındaki ilişki de organiktir. Aralarında nedensellik değil, ilişkisellik vardır. Bundan dolayıdır ki Marx ın çözümlemesinde teknoloji, toplumsal ilişkiler bütünü içerisinde anlamını bulur. Harvey in (2010, s. 211) ifadesiyle açacak olursak: Teknolojiler [ ] gökten yağmaz. Zihinsel kavrayışlarla üretilirler. Ayrıca toplumsal ilişkilerimizden doğarlar ve gündelik hayatın ya da emek süreçlerinin pratik ihtiyaçlarına tepki olarak somutlaşırlar. Teknolojinin Toplum-Üstü Görünümü Teknolojik determinizmin yaygınlığının ya da Williams ın (1989, s. 125) her yeni teknolojinin, zihinlere teknolojik determinizm bulaştırması olarak ifade ettiği ve Kaya nın (2000, s. 105) efsunlanma/büyülenme olarak adlandırdığı hâlin temel nedenlerinden biri, Marx ın fetişizm tartışmasında açığa kavuşur. Önceki bölümlerde değinildiği üzere teknolojik determinizmdeki temel sorun, toplumsal gerçekliğe dair görünümün öz olduğu yanılgısıdır. Marx, görünümü özle karıştırma durumunu fetişizm olgusuyla niteler ve

35 Banu Durdağ 33 bunun kapitalist toplumun her alanında işlediğini açığa çıkarır (Ollman, 2011, s. 82). Marx ın en özgün kavramsallaştırmalarından biri olan ve yabancılaşma kuramı na temel oluşturan meta fetişizmi ise, fetişizm olgusuna dair gerçekliği ortaya koyan en iyi örneklerden biridir. Marx ın metada gördüğü toplumsal işbölümü içinde piyasada mübadele edilen örgütlenmiş emektir. Değişim değerini esas alan bir üretim tarzı olarak kapitalizmde emek ürünleri meta olarak üretilmeye başlar başlamaz emekten bağımsız, toplum-üstü varlığın ürünleri gibi görünmeye başlar. Gerçek toplumsal ilişkiler metaların mübadelesinde temsil edilir, başka bir deyişle, insanlar arasındaki ilişkiler şeyler arasındaki ilişkiler olarak karşımıza çıkar. Toplumsal üretim ilişkileri, mübadele sürecinde metalar arasındaki ilişki olarak karşımıza çıkartıldığında, kapitalizme içkin çelişkiler, sömürü, metaların hangi koşullarda kimlerce üretildiği, piyasaya nasıl geldiği gizlenmiş olur. Böylelikle kapitalist üretim tarzı gizemli, üstü örtük hale getirilmiş, dolayısıyla da kapitalist üretim ilişkileri tarihsel, toplumsal bağlanımdan kopuk, doğa yasalarıymış gibi karşımıza çıkartılmış olur. Marx ın kapitalist toplumsal formasyonda ortaya çıkardığı fetişizm, emeğin somut ürünlerinde olduğu kadar, değerin başkalaşımının söz konusu olduğu bütün formlar için de aynı ölçüde geçerlidir (Ollman, 2012, s. 308). Elbette, teknoloji de bundan muaf değildir. Kapitalizmde teknoloji de, gizemlileştirilmiş görünümü ile karşımıza çıkar. Dolayısıyla bu görünüm, onun adeta öz üymüş gibi algılanması hatasına düşürür. Teknolojinin, dolayısıyla da iletişim teknolojilerinin fetişleştirilmesi, yani tarihsel toplumsal bağlamda belirli ihtiyaçlara yanıt olarak insan emeğince üretilmiş, insanın bilgi, beceri ve deyimlerini, toplumsal ilişkilerini cisimleştiren yapıntılar olmasının ötesinde insanüstü varlıklar biçiminde sunulması, teknolojinin doğal ve karşı konulamaz bir güç olarak algılanmasını beraberinde getirirken, kapitalist sınıfa bu teknolojiler ve bu teknolojiler dolayımıyla gerçekleştirilen faaliyetler üzerindeki tekellerini inkâr etme olanağını da sağlamış olur. Teknolojinin yansız ve apolitik görünüme büründürülmesiyle sınıf çıkarları ve çatışmalarının üstü örtülmüş olur. Teknolojinin, özellikle de iletişim teknolojilerinin fetişleştirilmesi sürecinde sola ait devrim gibi kavram ve kavramsallaştırmalar da devreye sokularak, hâkim teknolojinin yayılmasının baskıcı ve manipülatif karakteri gizlenir (Mattelart, 1979, s. 117). Bu fetişleştirmeyi pekiştirecek enformasyon devrimi, bilgisayar çağı, teknoloji devrimi, enformasyon toplumu gibi kavramsallaştırmalar da toplumsal katmanlaşmayı gizlediği gibi, alıcıya da başsız bir toplum görünümü sunar (Mattelart, 1979, s. 117). Bu gizemlileştirilmiş görünüm ardında yatan yapı ve mekanizmalara temas edildiğindeyse, toplumsal olarak önceki praksislerin ve niyetlerin ürünü olan, tarihsel ve toplumsal yanlılıkların bütün temel izlerini taşıyan, aynı zamanda mevcut toplumsal ilişkileri dönüştürme potansiyelini barındıran ve sınıf mücadelesinin bir alanı olan teknoloji karşımıza çıkar. Bu noktada teknoloji, ne basitçe bütün toplumsal sonuçları belirleyen ne de toplumsal değişimi anlama ve anlamlandırmada yadsınabilir bir konumdadır. Sonuç Bu çalışma kapsamında yer verilen teknolojik determinizmin farklı veçhelerine ilişkin kategoriler tartışmaya açık olsa da, teknoloji ve toplumsal değişim ilişkisine dair teknolojik determinizmin yaygınlığına dikkat çekmeleri bakımından anlamlı girişimlerdir. Teknolojinin şeyleştirilmesine, kendinden menkul bir varlıkmış gibi muamele edilişine işaret etmeleri ve böylesi düşünmenin sınırlarını ve sınırlılıklarını göstermeleri noktasında da önemlidirler. Burada ele alınıp açıklanmaya çalışıldığı hâliyle, teknolojik determinizme dair farklı tartışmalar ve ele alışlar olmakla birlikte, ortaklaşan görüşler de söz konusudur. İlk olarak, teknolojik determinizmin yaygın bir düşünüş biçimi olduğu ve bunun nedenin de karmaşık toplumsal gerçekliği ve toplumsal değişimi açıklamada basit bir yöntem sunduğu görüşü öne çıkar. Basitliğinin yanı sıra teknolojik determinizmin yaygın kabul görüşünün temel nedenlerinden biri, Marx ın fetişizm tartışmasında açığa çıkardığı hâliyle, kapitalizmde

36 34 LaborComm 2014 Bildiriler Kitabı gerçek toplumsal ilişkilerin karşımıza şeyler arasındaki ilişki olarak çıkmasıdır. David F. Noble ın (2011, s. xi) ifade ettiği gibi, toplumsal amacın uzun zaman önce piyasa mekanizmasına bırakıldığı ve şeylere insanlar üzerinde bir üstünlüğün atfedildiği [ ] bir toplumda teknoloji, kolaylıkla hikâyenin öznesi olarak fantastik görünümünü takınır. Ve bu görünüm onun özü olduğu yanılgısını doğurur. Kapitalist üretim ilişkilerinin bir ürünü olan şeyleymiş teknoloji görümünü, teknolojik determinizmle örülmüş kuramlar, varsayımlar ve söylemler de pekiştirir. Her ne kadar teknolojik determinizmin farklı veçhelerine ilişkin olarak kategorileştirme çabaları farklılıklar gösterse de, teknolojik determinizmde teknolojinin, teknolojik gelişmenin ve toplumsal değişimin nasıl kavrandığına dair vurgular da ortaklaşır: Kendi iç dinamiğine sahip ve kendi kendine çizgisel bir gelişim izleyen olgu olarak konumlandırılan teknoloji doğal, teknolojik değişim ise doğal olay biçiminde sunulur. Böylece teknolojinin nasıl, hangi amaçlara ve çıkarlara hizmet etmek üzere ortaya çıkarıldığı karanlıkta bırakılır. Nasıl ki toplumsal değişimi anlama ve açıklamada kendi aklı ve iradesiyle donatılmış bir teknoloji tasavvurundan hareket etmek çarpık bir toplumsal gerçeklik kavrayışına neden oluyorsa, teknolojik determinizme düşmemek adına teknolojiyi çözümleme dışı bırakmak da toplumsal ilişkiler bütünlüğünde bir tarafın yok sayılmasına neden olur. Başka bir ifadeyle, insan ve ürünleri arasındaki içsel ilişkide bir tarafın yok sayılması; örneğin, insanın özne olarak yok sayılması determinizm açmazıyla sonuçlanırken, insanın nesnesinin dışarıda bırakılması ise çarpık bir özgür irade açmazını peşi sıra getirir (Ollman, 2012, ss ). Dolayısıyla da, toplumsal gerçekliği çarpıtan ya da toplumsal bütünlüğü ıskalayan bu iki eğilimi de aşabilmek için, toplumsal gerçekliğe dair görünümün ardında yatan yapı ve mekanizmalara temas etmek, açığa çıkarmak daha da önemli hâle gelir. Bunu yaparken de, tıpkı Marx ın teknoloji kavramsallaştırmasında olduğu gibi, olgular arasında mekanik nedensellik değil, ilişkisellik kurmak gerekir. Böyle bir düşünüş biçiminden hareket edildiğinde teknoloji, tüm toplumsal sonuçları belirleyen olmaktan ve yandısınabilir olmaktan da çıkar. KAYNAKÇA: Ansal, H. (2004). Geçmiş Ve Gelecekte Ekonomik Gelişmede Teknolojinin Rolü. Teknoloji, Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği, (içinde). Ankara: Kozan Ofset Bimber, B. (1994). Three Faces of Technological Determinism". Does Technology Drive History: The Dilemma of Technological Determinism, Smith, M. R. ve Marx, L. (der.) içinde. Cambridge, MA: MIT Press Chandler, D. (1995). Technological or Media Determinism. adresinden alınmıştır. (Erişim tarihi 09 Aralık 2013). Freeman, D. (2002). A Technological Idiot? Raymond Williams and Communication Technology. Information, Communication & Society, 5(3), Gitlin, T. (2003). Media Unlimited: How the Torrent of Images and Sounds Overwhelms Our Lives. New York: Owl Books. Harvey, D. (2010). Marx ın Kapitali İçin Kılavuz, Çev., Bülent O. Doğan. İstanbul: Metis Yayınları. Kaya, R. (2000). Küreselleşme ve Medya. İletişim, 6(Yaz),

37 Banu Durdağ 35 Lichtman, R. (2013). Liberal İdeolojinin Marksist Eleştirisi: Eleştirel Toplumsal Kuram Üzerine Denemeler. Çev., Şükrü Alpagut. İstanbul: Yordam Kitap. Manzerolle, R. V. ve Kjøsen, A. (2014). Sermayenin İletişimi: Sayısal Medya ve Hızlanmanın Mantığı. Çev., Banu Durdağ. Marx Geri Döndü: Medya, Meta ve Sermaye Birikimi, Başaran, F. (der.) içinde. Ankara: NotaBene Yayınları, Marx. K. (2010). Kapital 1. Cilt. Çev., Mehmet Selik ve Nail Satlıgan. İstanbul: Yordam Kitap. Mattelart, A. (1979). Communication Ideology and Class Practice. Çev., M. Coad. Communication and Class Sturggle: 1. Capitalism, Imperialism, Siegelaub. S. ve Mattelart, A. (der.) içinde. New York: International General; Bagnolet: International Mass Media Research Center, Noble, F. D. (2011). Forces of Production: A Social History of Industrial Automation. New Jersey: Transaction Publishers. Ollman, B. (2011). Diyalektiğin Dansı: Marx ın Yönteminde Adımlar. Çev., Cenk Saraçoğlu. İstanbul: Yordam Kitap. Ollman, B. (2012). Yabancılaşma: Marx ın Kapitalist Toplumdaki İnsan Anlayışı. Çev., Ayşegül Kars. İstanbul: Yordam Kitap. Williams, R. (2004). Television: Technology and Cultural Form. London: Routledge. Williams, R. (2003). Televizyon, Teknoloji ve Kültürel Biçim. Çev., Ahmet Ulvi Türkbağ. Ankara: Dost Yayınevi. Williams, R. (1989), İkinbin e Doğru. Çev., Esen Tarım. İstanbul: Ayrıntı Yayınevi. Williams, R. (1981). Communications Technologies and Social Institutions. Contact: Human Communication, Williams, R. (der.) içinde. London: Thames and Hudson, Yüksel, H. (2013). Enformasyon Toplumu Belgelerinin Güvencesiz ve Esnek İnsanı. LaborComm Uluslararası İşçi ve İletişim Konferansı Bildiriler Kitabı, Aydoğan, A. (der.) içinde. Ankara. adresinden alınmıştır. (Erişim tarihi 25 Nisan 2014).

38

39 Yeni Medya ve Bilgi Toplumu: Sürtünmesiz Kapitalizm Ağlarında İşçi Sınıfını Yeniden Düşünmek Serhat KAYMAS Özet: Bu çalışma, kapitalizmin yeni bir evresinde, sürtünmesiz kapitalizm ağlarında, bir sınıf olarak bilgi çalışanlarını yeniden ele almayı amaçlamıştır. Bilgi toplumunda işçi sınıfı olarak bilgi çalışanlarını, Türkiye de medya çalışanları örneğinde ele almayı amaçlayan bu çalışma, eleştirel ekonomi politik yaklaşımın sınırları içerisinde kalarak tartışmasını sürdürecektir. Çalışma içerisinde, Türkiye de yeni medya ve bileşen sektörlerinde bilgi toplumu çalışanları olarak muhabirleri örneklem olarak alınmıştır. Çalışma içerisinde, Türkiye medyasına dair süre giden sorunların yeni medya ortamında, farklı biçimler almış olsa dahi, nasıl da süre gittiği çözümlenmiştir. Çalışmanın sonunda, Türkiye medyasındaki çalışma koşulları için alternatif bir model önerisi geliştirilmiştir. Anahtar Kelimeler : Yeni Medya, Internet, Bilgi Toplumu, Bilgi Toplumu Çalışanları. Giriş Theodore Adorno, henüz 1968 yılında, kapitalist sermaye birikiminin üçüncü derin krizine girmeden önce, yalın ancak anlamlı bir soru sorar: toplumun bugünkü yapısının anlamlandırılabilmesi için en önemli soru nedir? Geç kapitalizm çağında mı, endüstriyel toplumda mı yaşıyoruz? (Adorno dan aktaran Fuchs, 2012:1). Üretim güçleri ve üretim ilişkileri ile birlikte ele alındığında aslında söz konusu sorunun yanıtlanmasının oldukça güç olduğu belirtilmelidir. Öyle ki, üretim güçleri ve üretim ilişkilerinin belirlediği toplumsal yapının anlamlandırılabilmesi için söz konusu soru oldukça işlevseldir. Her ne kadar; Vincent Mosco ve Catherine McKercher in (2006, s. 493) belirlediği gibi, sınıf ve toplumsal yapı arasındaki ilişkileri Marksisyen bir sınıf analizi içerisinde değerlendirmek, eleştirel iletişim çalışmaları için kör noktayı oluştursa da, yukarıda yer alan toplumun bugünkü yapısının anlamlandırılabilmesi için önemli bir uğrak oluşturur. Bu çalışma içerisinde; kapitalizmin yeni sermaye birikim düzeni içerisinde bilgi sınıfı işçilerinin yeniden düşünülmesine dair bir çaba, sosyal bilimler içerisinde sınıfa dair ilki Marksist ikincisi Weberyan olmak üzere iki yaklaşımın oluşturduğu kesit içerisinden bakarak Türkiye de bilgi sınıfına dair bir tartışmanın gerçekleştirilmesi üzerinden sergilenecektir. Araştırma soruları ise aşağıdaki gibi belirlenmiştir. 1. Kapitalizmin bugünkü yapısının anlamlandırılabilmesi için, bilgi sınıfı işçilerinin yapısal koşullarına dair en önemli soru nedir? 2. Bilgi toplumumda sınıf nasıl ele alınabilir? 3. Sürtünmesiz kapitalizm ağlarında bilgi sınıfı işçilerinin yapısal koşulları, yeni bir oluşum içerisinde mi yoksa eski sorunların yeni bağlamlar içerisinde yeniden üretilmesini mi temsil etmektedir? 4. Bilgi sınıfı işçilerine dair yukarıda yer alan sorular; Türkiye özelinde özellikle de yeni medya çalışanlarının yapısal durumları içerisinde nasıl yanıtlanabilir? Araştırmanın, kuramsal bir bağlam içerisinde sürdürülmesine ihtiyaç duyan ilk üç sorusunun, dördüncü soru ile birlikte pratikte yer edinme biçiminin tartışılması amaçlanmıştır. Dr. Hacettepe Ankara Sanayi Odası 1. Bölge Meslek Yüksekokulu Öğretim Görevlisi. LaborComm Uluslararası İşçi ve İletişim Konferansı, 3-4 Mayıs, Ankara

40 38 LaborComm 2014 Bildiriler Kitabı İki Yaklaşımın Ara Kesitinde Sınıfı Okumak: Sürtünmesiz Kapitalizm Döneminde Bilgi Sınıfı Neyi İşaret Eder? Sosyal bilimler içerisinde, işçi sınıfını doğrudan ele alan Marksist ve Weberyan olmak üzere iki ana yaklaşım biçimi bulunmaktadır. Weberyan yaklaşım içerisinde işçi sınıfı; tek boyutlu olarak satın alma gücü, yaşam standartları ve pazar içerisindeki emek değeri olarak ortak unsuru paylaşan insan topluluğu olarak tanımlanırken (aktaran Fuchs, 2010, s. 179), Marksist analizlerde söz konusu monolitik anlayış yerine, emeği, sermayeye tabii bir ilişki içerisinde ele alan (Wayne, 2009, s. 25) ve son kertede sermaye tarafından sömürülen bir sınıf olarak işçi sınıfı vurgusu bulunmaktadır. Marx (1983, s. 164), emeği bir insanda var olan ve herhangi bir türde bir kullanım değeri ürettiği zaman kullandığı zihinsel ve fiziksel kabiliyetlerin toplamı olarak tanımladığı andan itibaren sermaye ve emek arasındaki ilişkinin bir sömürü ilişkisi olduğunu zaten vurgulamaktadır. Bununla birlikte kapitalist sermaye birikimi için emek, kapitalist sermaye birikiminin değişen doğasına koşut olarak üretim güçleri ve üretim ilişkilerinin değişen diyalektiği refakatinde değişse de, kapitalizmin merkezi unsuru içerisinde yer edinmiştir. Bilgi toplumu çağında emek, sınıf ve iktidar arasındaki ilişkinin anlamlandırılabilmesi tam da bu nedenle emeğin nasıl da bir süreklilik içerisinde biçimlendiğini görünür kılmaktadır. Aşağıdaki şekil 1 içerisinde, emek ve sermayenin üretim ilişkileri ve üretim güçleri refakatindeki ilişkisi yer almaktadır. Şekil 1 : Sermaye ve Emek Arasındaki İkili Sınıf İlişkileri Modeli (Wayne, 2009, s. 26). SERMAYE Mülkiyet ÜCRET KÂR İş Günü EMEK Kendisi İçin Çalışma Sermaye İçin Çalışma Emeğini özgürce satar Emek Gücü Artı Değer Diğer işçilerin emeğinin ürünlerini tüketir META Gıda, Giysi, Film, Televizyon, Gazete

41 Serhat Kaymas 39 Marksist analizler içerisinde, sermaye ve emek arasındaki ilişkiler şema 1 içerisinden de görülebileceği gibi son kertede uzlaşmaz bir sınıf mücadelesi içerisinde değerlendirilebilir. Bununla birlikte, Weberyan ve Marksist yaklaşımlar arasındaki farklılığın analitik olmasının yanı sıra eş anlı olarak siyasal olduğu da, en azından bilgi toplumu ve sınıf tartışmasına geçerken, söylenmelidir. Gerçekten de böylesi bir yöntem, bilgi toplumu tartışmalarının temellendiği toplumsal dönüşüm, hatta daha da bir ileri gidildiğinde, ekonomik yapıdaki radikal dönüşümün bir bütün olarak toplumsal dönüşüm için önemli bir gerekçe olarak sunulduğu yaklaşıma yeniden bir değer biçilmesini sağlayacaktır. Bilgi toplumu tartışmalarının, en azından liberal çoğulcu yaklaşımı izleyen kuramcıların, toplumsal dönüşüm kurgusu ile birlikte ele alınmasına dair anlamlı bir dizi örnek tam da Alvin Toffler (1980, s. 261), Peter Drucker (1992, s. 10) ve Nico Stehr in (1994, s. 47) çalışmalarında yansımasını bulmaktadır. Bununla birlikte sözü edilen çalışmaların bir ütopya olarak değerlendirilmesi gerekir. Gerçekten de, Alvin Toffler (1980, ss. 168, 243, 261) gerçekleştirdiği tartışma boyunca bilgi toplumunun insanoğlunun tarihindeki en büyük kitlesel dönüşüm, devrimsel dönüşüm ve değişim, tamamı ile yeni bir toplum olduğunu iddia ederken, böylesi bir dönüşümün nasıl gerçekleştirilebileceğine dair kuramsal bir bağlam kur(a)mamıştır. Bununla birlikte Toffler ın düşüncesinin, farklı bir bağlam içerisinde olsa da, Peter Drucker ın daha ileri bir noktaya taşıdığı belirtilmelidir. Drucker a (2001, s. 302) göre, yeni bir çağa işaret eden bilgi toplumu ve bilgi toplumu çağı, önceki çağlara göre keskin bir süreksizliği işaret etmekte ve yeniçağ yapı ve işleyişlerinde, sorunlarında, işleyiş süreçlerinde Drucker ın açıklamaktan gittikçe uzaklaştığı bir dizi farklılık içermektedir. Bununla birlikte bilgi toplumu tartışmaları içerisinde işçi sınıfı ve mülkiyet ilişkilerinin yeniden dönüştüğü iddiası üzerine temellenen tartışmalar oldukça özel bir gündemi oluşturur. Örneğin Nico Stehr a (1994, s. 122) göre bilgi toplumu; mülkiyet ve işçi sınıfının sonunda sona erdiği yeni bir çağı işaret etmektedir. Bununla birlikte tıpkı önceki örneklerinde olduğu gibi Stehr in de böylesi bir sona nasıl gelindiğine dair kapsamlı bir açıklama getirmediği belirtilmelidir. Bilgi toplumu tartışmalarının, liberal çoğulcu yaklaşımın sınırları içerisinde geliştirilen tartışmaları boyunca yeni bir dönem, toplumsal dönüşüm hatta mülkiyet ve işçi sınıfının sonunun ilanına rağmen, Nicholas Garnham ın (2004, s. 165) belirlediği gibi, söz konusu yaklaşımlar gittikçe yalnızca bir ideoloji olarak değerlendirilmelidir. Garnham a göre, bilgi toplumu söylemi ekonomik ve siyasal güç sahipleri için meşrulaştırıcı bir ideoloji hizmeti vermektedir. Gerçekten de, bilgi toplumunu bir devrim olarak açımlayan görüşlere tam da Nicholas Garnhanm ın belirlediği iki sorunun sorulması oldukça anlamlıdır. Bilgi toplumu çağında neyin, nasıl değiştiği ya da söz konusu değişim sürecinin doğasının nasıl bir içeriğe sahip olduğu bilgi toplumu ile birlikte toplumsal bir dönüşüm yaşandığı iddiası üzerine temellenen tartışmalar için de anlamlı bir fırsat oluşturmaktadır. Kapitalizmin değişiminin, bir toplumsal değişim için sunduğu olanak da olanaksızlıkların değerlendirilmesi için, sermaye birikiminde yaşaman değişime koşut olarak gelişen isimlendirmeler, bilişsel kapitalizm, semio kapitalizm, sanal kapitalizm, ileri teknoloji kapitalizmi gibi bir dizi iddialı isim almış olsa da (aktaran Fuchs, 2012, s. 5), söz konusu değişimin emek üzerine etkisi tartışılmalıdır. Üstelik bilgi toplumu ile birlikte emek ve sermaye arasındaki ilişkilerin bu kez teknolojinin dolayımı söz konusu olduğunda değişimin anlamı ve doğası özel olarak tartışılmalıdır. Gerçekten de Marksist analizler içerisinde emeğin sermayeye tabii kılındığına dair açımlaması bilgi toplumundaki değişime rağmen önemli ölçüde sürmektedir. Marks ın belirlediği gibi, bir üretim biçimi olarak kapitalizmin ayırt edici niteliğinin sermaye ve üretim araçlarının yanı sıra meta formunun da iş gücüne genelleştirilmesi olduğu dikkate alındığında sermaye birikiminin değişen doğasına koşut olarak emek sürecinde neyin / nelerin nasıl bir değişim izlediğinin tartışılması önemli olacaktır. Bob Jessop (1997, s. 562) kapitalizmin tam da bu doğrultuda metalaştırma, meta formundan çıkartma ve yeniden metalaştırma arasında

42 40 LaborComm 2014 Bildiriler Kitabı sürekli bir istikrarsızlık içerisinde denge kurmaya çalıştığını vurgular. Bununla birlikte kapitalizmin hangi safhasında olursa olsun, sermaye ve emek arasındaki süre giden yapısal çelişkiler yeniden üretilir çünkü Haluk Geray ın (2005, s. 35) isabetle belirttiği gibi, iş gücü her ne kadar metalaştırılsa dahi, söz konusu süreç aslında sermayenin mantığının hem içinde hem de dışında gerçekleşir çünkü ekonomi var olan toplumsal sistemler ve toplumsal alanların ortaklaşa evrimini içerir ki kapitalizm zaten diğer sistemler ve toplumsal alanlarla birlikte ortak bir yürüyüşün adımlarını atarak evrilir. Bu durum özellikle, kapitalizmin yeni birikim alanları ve yeni birikim coğrafyaları içerisinde genişleyen yeni birikim düzeni içerisinde daha da anlaşılır bir hal almaktadır. Gerçekten de, liberal çoğulcu yaklaşımın toplumsal bir devrim algısı içerisinden okuduğu bilgi toplumu, gerçekte tam da Marks ın işaret ettiği gibi emeğin toplumsallaşması sürecine işaret etmekte ve üretim süreçlerinin toplumsallaşması gerçekte üç önemli sorunu vurgulamaktadır. Toplumsal üretim ilişkileri çerçevesinde bilgi işçilerini tanımlamak, Toplumsal yaşamın üretimi ve yeniden üretilmesindeki dağılım ve işlevleri açısından bilgi işçilerinin işlevlerini değerlendirmek ve Bilgi işçilerinin sınıfsal konumunu daha genel düzeyde siyasal bir bağlam içerisinde nasıl anlamlandırılabileceğinin yanı sıra teknolojik değişimler refakatinde söz konusu ilişkinin değişim biçimlerini değerlendirebilmek üzere üç önemli sorun bulunmaktadır. Toplumsal ilişkiler dizgesi içerisinde oluşan sermaye ve emek ilişkilerine kapitalizmin önemli bir müdahalesi tam da emeğin, en azından zihinsel ve el emeği biçimleri arasında hiyerarşik bir iş bölümü kurmasında gerçekleşmektedir. Wayne in (2009, s. 29) belirlediği gibi, üretimin toplumsallaşması gerçekte sermayenin emek üzerindeki denetim ve sömürüsünün söz konusu toplumsallaşma ile çakışmasıdır. Bu nedenle, bilgi toplumu kuramları içerisinde liberal çoğulcu kuramın, enformasyonel kapitalizmin tam da bir toplumsal dönüşüm üzerinden devrim gerçekleştirdiği iddiasının en azından yeniden gözden geçirilmesi anlamlı olacaktır. Gerçekten de, Manuel Castells in (2000, s. 14) belirttiği gibi ekonomi aslında üretim biçimleri ve üretim ilişkileri arasındaki karşılıklı ilişki sürecinden oluşmaktadır. Bu nedenle her ne kadar kapitalizm yeni bir sermaye birikim evresine geçmiş olsa dahi oldukça temel bir düzeyde bir devrimden değil aksine bir süreklilikten söz etmek çok daha doğru olacaktır. Şema 2: Marksist ve Sosyolojik Bakış Açılarının Sentezi Olarak Sınıf İlişkileri (Wayne, 2009, s. 28) Sermaye Finansal Endüstriyel Üst Düzey Profesyonel Toplumsal İlişkiler Küçük Burjuvazi Orta Sınıf Alt Profes. Beyaz Yakalılar Emek (işçi sınıfı)

43 Serhat Kaymas 41 Bu doğrultuda üretimin toplumsallaşması ile birlikte, en azından Daniell Bell in (aktaran Fuchs, 2010, s. 181) bilgi toplumunun yükselişi ile birlikte sınıf mücadelesinin sona ereceği ve bunun yerine profesyoneller ve halk arasındaki mücadelenin alacağı yönündeki öngörüsünün yeniden değerlendirilmesi gerekir. Bell in bilgi toplumunun ilerlemesiyle birlikte sınıf mücadelesinin de yok olup gideceğine dair inancı bir dizi çalışma içerisinde de yeniden üretilmesine rağmen söz konusu mücadelenin silindiğine dair ne güçlü kuramsal bir alanın kurulması ne de sermaye ve emek arasındaki ilişkinin önemli bir dönüşüm geçirdiğine ilişkin pratikte bir yansımanın olmadığı söylenmelidir. Çalışmanın ilerleyen kısımlarında, Türkiye örneğinden bakarak sermaye ve yeni bir işçi sınıfı olan bilgi işçilerinin konumu tam da yukarıda özetlenen iki farklı yaklaşımın işçi sınıfına dair ön deyileri tartışılacaktır. Türkiye ve Bilgi Toplumu: Sürtünmesiz Kapitalizm Ağlarında Bilgi Toplumu Çalışanlarını Yeniden Tartışmak Kapitalizmin, yeni iletişim ve enformasyon teknolojilerinin gelişimine koşut olarak sermaye birikim sürecinin yeni bir evresine girmesi, üretim güçleri ve üretim ilişkileri çerçevesinde sınıf kavramsallaştırılmasının yeniden düşünülmesine yol açmaktadır. Gerçekten de bilgi toplumunun genişlemesi üzerinden yeni bir toplumsal dönüşümün yaşanacağına dair varsayımların önemli bir kısmı tam da mesleki dönüşüm ve nitelikli iş gücü üzerine temellenirken (Webster, 2002, s. 24), aslında daha genel bir düzeyde kapitalizm ve sınıf arasındaki ilişkinin yeniden değerlendirilmesine önemli bir ihtiyaç duyar. Çalışmanın bu kısmında Türkiye de bilgi toplumunun ürettiği bir sınıf olarak bilgi işçilerinin konumu emek ve sermaye ilişkileri çerçevesinde ele alınacak ve tartışma, kapitalizmin söz konusu yeni dönemindeki çelişkili süreklilik üzerine genişleyecektir. Bununla birlikte, bilgi toplumunda sınıf sorununun tartışılması kapitalist sermaye birikiminin yeni olarak tanımlanan dönemi içerisinde bilgi ekonomisinin, ülke ekonomilerinde edindiği yerin değerlendirilmesine ihtiyaç duyar. Örneğin Christian Fuchs un (2010, s. 180), OECD in 2006 yılındaki raporuna dayanarak hazırladığı belirli ülkelerde enformasyon temelli ekonominin, ülke ekonomilerinde almış olduğu yer aşağıda tablo haline getirilmiştir. Tablo 1: Yeni Birikim Düzeninde Seçili Ülkelerde Enformasyon İşçilerinin Payı (Fuchs, 2010, s. 180). Ülke İsmi Amerika Birleşik Devletleri 47.9 Almanya 41.7 Norveç 48.5 Fransa 48.7 Avusturalya 36.4 Avusturya 35.4 Finlandiya 46.0 İtalya 34.1 Enformasyon Temelli Ekonomilerde Bilgi İşçilerinin Payı (%)

44 42 LaborComm 2014 Bildiriler Kitabı Yeni birikim düzeni içerisinde bilgi toplumu tartışmaları içerisinde iş gücünün her ne kadar mesleki bir dönüşüm içerisinde olduğu düşünülmesine rağmen söz konusu mesleki dönüşüm içerisinde tartışılması gereken ana öğeler aslında oldukça farklıdır. Gerçekten de, bilgi toplumunun ülke ekonomilerinde edindiği yeri genişletmesi refakatinde; istihdamın, geleneksel alanlarından çıkarak gittikçe hizmet sektörü alanlarına doğru belirgin bir genişleme izlenmesine rağmen iş gücü ve ücret kutuplaşmasının da belirgin bir ölçüde yer edindiği belirtilmelidir. Türkiye de bilişim sektörü çalışanları tam da böylesi bir değişimin tipik örneği olarak değerlendirilebilir. Semih Akçomak ve Burcu Gürcihan ın (2013, s. 2) belirlediği gibi; gelişmiş ülkelerdeki gözlenen istihdam eğilimindeki değişimin Türkiye de de 2000 li yılların ardından benzer bir eğilimi paylaştığı gözlenir. Yazarlara göre, özellikle yılları arasındaki kesit Türkiye nin de gelişmekte olan ülkelerdeki işgücü pazarındaki eğilimi izlediği, özellikle tarım dışı istihdam alanlarının genişlediği ve kadın istihdamındaki artışın yükseldiği bir dönemi ortaya çıkartmaktadır. Bununla birlikte, bilgi toplumunun yükselişi ile birlikte, emek üzerindeki önemli etkenlerin tam da küreselleşme ve teknoloji üzerinden geldiği belirtilmelidir. Gerçekten de vasıflı ve vasıfsız iş gücü arasındaki ya da ücretler arasındaki kutuplaşmanın ötesinde, emek üzerindeki kutuplaşmayı belirleyen bir diğer süreç tam da üretim ilişkilerini belirleyen organizasyon yapısındaki değişim sürecinden gerçekleşmektedir. Baldwin in (aktaran Akçomak ve Gürcihan, 2013, s. 15), birincil ayrımlaşma olarak değerlendirdiği üretim süreçlerinin gelişmiş ülkelerden gelişmekte olan ülkelere, ya da daha farklı söylendiğinde sermayenin yeni birikim alanlarında yoğunlaşmasıdır. İkinci ayrışma süreci ise, emeğin bu kez yine sermaye tarafından parçalanmasıdır. Burada söz konusu olan teknolojinin etkisi ile üretim ilişkilerinin önemli ölçüde yeniden, ancak bu kez taşeronlaşma üzerinden, yapılanmasıdır. Bilgi toplumunun yükselişi ile birlikte teknoloji; üretim ve meslekleri daha küçük parçalara ayrıştırırken ya da daha farklı söylendiğinde emeği gittikçe sermayeye tabii kılarken, küreselleşme süreci ile birlikte yeni üretim alanlarının oluştuğu ancak bu kez de yine sermayenin belirlediği bir üretim ilişkileri ağının egemenliğinin kurulduğu gözlenmektedir. Türkiye de bilgi teknolojileri ve bilgi toplumunun yükselişi ile birlikte, sermaye ve emek arasındaki sözü edilen kutuplaşmaların çözümlenebileceği oldukça anlamlı bir alanın açıldığı da belirtilmelidir. Üstelik böylesi bir çözümleme, emeğin geleneksel çelişkilerinin görülebilmesini sağlamaktadır. Gerçekten de, bilgi toplumu kazanımlarına rağmen bilgi teknolojileri çalışanları arasında cinsiyet eşitsizliği şema 4 içerisinde görülebilmektedir. Şema 3: Bilişim Sektöründe Kadın ve Erkek Çalışan Oranları (

45 Serhat Kaymas 43 Sektör içerisinde çalışan kadın ve erkeklerin her iki cinsiyet içerisinde de genç ve orta yaşlı kesimlerde yoğunlaşmasına rağmen, erkek çalışan sayısının kadın çalışan sayısına göre nerede ise iki katı kadar yüksek olduğu Tübider in iki yıl süren, 6572 çalışan ve 423 işveren ile gerçekleştirilen çalışma boyunca saptanmıştır. Emeğin cinsiyeti alanında süren eşitsizliğin öte yandan eğitim ve ücretlerinde de tam bir kutuplaşma içerisinde olduğu belirtilmelidir. Şema 4: Bilişim Sektöründe Çalışanların Eğitim ve Ücretleri ( Türkiye de bilgi toplumu çalışanları arasında ön lisans ve lisans eğitiminde yoğunlaştığı orta öğretim mezunu çalışanlar ile yüksek lisans eğitimlerini tamamlamış çalışanların ise birbirine oldukça yakın olduğu gözlenmektedir. Emeğin, sermayeye tabii bir yapıda olduğu tam da çalışanların eğitimlerinde ortaya çıkmaktadır. Gerçekten de, bilgi toplumunun önemli bir unsuru olarak eğitimli emeğe ihtiyaç duyulması bir yandan da yüksek ve düşük ücretler arasındaki kutuplaşmayı belirleyen önemli bir faktör olarak yine eğitimi öne çıkartmaktadır. Bununla birlikte eğitim, yukarıda da tartışıldığı gibi teknolojinin gelişmesiyle birlikte birincil ayrımlaşmanın gittikçe yoğunlaştığı bir alanı ortaya çıkartmaktadır. Türkiye de bilişim ya da bilgi toplumu emekçilerinin tıpkı cinsiyet eşitsizliği gibi eğitim alanında da önemli bir kutuplaşma içerisinde olduğu belirtilmelidir.

46 44 LaborComm 2014 Bildiriler Kitabı Tablo 2: Bilişim Sektörü Meslek Kutuplaşması ve Avrupa Yeterlilik Çerçevesi ( Türkiye de bilgi toplumu çalışanları, Tablo 2 nin verileri ile bakıldığında, Avrupa Yeterlilik Seviyesinin oldukça gerisinde kalmaktadır. Avrupa Birliği yeterlilik çerçevesinin mesleki ve teknolojik yeniliklere uyum sürecine ağırlık verdiği düşünüldüğünde Türkiye de bilişim çalışanlarının teknolojik yenilik yaratma ya da mesleki dönüşüm sürecinden daha çok destek ya da pazarlama elemanı olarak istihdam edildiği görülmektedir. Şema 5: Bilişim Sektörü Çalışanlarının, Mesleklere Göre Dağılımı (

47 Serhat Kaymas 45 Şema 6 içerisinde mesleki dağılımında gittikçe destek, lojistik ve pazarlama unsurlarına doğru genişlediği ve gerçekte böylesi bir durumun ücret kutuplaşmasının oldukça anlamlı bir nedenini oluştuğu görülmektedir. Şema 6: Bilişim Sektörü Çalışanları ve Ücret Kutuplaşması ( Bilişim sektörü çalışanlarının, iki önemli ücret skalasında yoğunlaştığı görülmektedir. İlk yoğunlaşma skalasını, %14 oranı ile TL / ay ikinci yoğunlaşma skalasını ise %7.5 oranı ile 4000 TL /ay ve üzeri gelir kısmı oluşturmaktadır. Diğer bir ifade ile eğitim ve deneyim sürecinin, ücret kutuplaşmasını belirlediği ancak dengeli bir dağılım izlemediği belirtilmelidir. Şema 8 içerisinde mesleki deneyim ve ücret arasındaki ilişki yer almaktadır. Şema 8: Bilişim Sektöründe Emeğin İstihdamı ( Şema 8 in incelenmesi ile birlikte bilişim sektörü çalışanlarının çalışma sürelerinin de gerçekte bir kutuplaşma ile ifade edilebileceği görülebilmektedir. Gerçekten de kapitalizmin yeniden yapılanmasına refakat eden bir biçimde mesleki sürekliliğin olmadığı aksine gittikçe kısa sürelerde ve sıklıkla değiştirilen iş yeri deneyimi üzerinden bir meslek deneyimi olduğu görülmektedir. Öte yandan Tübider tarafından gerçekleştirilen araştırma da bilişim sektörü çalışanlarının eğitim ve mesleki deneyimlerinin oldukça altında kalan işlerde ve oldukça düşük maaşlarla istihdam edildiğini de ortaya çıkartmıştır.

48 46 LaborComm 2014 Bildiriler Kitabı Sonuç Bilgi toplumu tartışmalarının giderek açık bir biçimde toplumsal dönüşüm söylemi ile birlikte ilerlemesi gerçekte emeğin de söz konusu toplumsal dönüşüm içerisinde yeniden ele alınmasına yol açmıştır. Liberal çoğulcu yaklaşımlar içerisinde bilgi toplumunun yükselişi ile birlikte geleneksel sınıf mücadelesinin sona erdiği yönündeki iddianın, en azından Türkiye de bilgi toplumu çalışanları için geçerli ya da yeterli bir öngörü olarak değerlendirilmemesi gerektiğine dair anlamlı bir eksen aslında tam da Türkiye de bilgi toplumu çalışanları araştırması içerisinde gözlenmiştir. O denli ki, sermayenin yeniden yapılanması refakatinde eğitimli iş gücüne duyulan ihtiyacın artmasına rağmen Türkiye de gözlemlenen olgu tam da eğitimin yükselişinin istikrarlı bir çalışma yaşamına yol açmadığı tam aksine istihdamın çelişkili bir süreklilik içerisinde geleneksel sorunlarını yeniden ürettiği ortaya çıkmaktadır. Hatta teknolojinin ilerlemesi ile birlikte geleneksel olarak süre gelen ücret ve iş gücü kutuplaşmasının yanı sıra sermayenin kâr maksimizasyonu algısı, iş gücünün göreli olarak daha ucuz olduğu az gelişmiş ülkelere doğru bir sermaye yoğunlaşmasını getirirken emeğin gittikçe pazarlık gücünü dahi kaybettiği ortaya çıkmış, yüksek eğitimin kısa süreli bir istihdam deneyimi içerisinde yeni bir sömürü ilişkilerinin egemenliğine girdiği görülmüştür. Bilgi toplumu tartışmaları ile toplumsal dönüşümün yaşanacağına dair böylesi bir iddianın tam da emeğin konumunun yeniden düşünülmesini gerektiren boyutları olduğu görülür ki zaten anlamlı bir toplumsal dönüşüm, emeğin yeniden ancak bu kez iş gücü içerisinde güçlendirilmesi ile gerçekleşecektir. KAYNAKÇA: Akçomak, S. ve Gürcihan, B. H. (2013). Türkiye İşgücü Piyasasında Mesleklerin Önemi: Hizmetler Sektörü İstihdamı, İşgücü ve Ücret Kutuplaşması. Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası Çalışma Tebliği No: 13/21. Ankara: Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası Yayınları. Castells, M. (2000). The Rise of the Network Society. Malden: Blackwell Publishing. Drucker, P. (2001). A Century of Social Transformations: Emergence of Knowledge Society. The Essential Drucker. (der.) içinde. New York: Harper Collins Publications Fuchs, C. (2010). Labor in Informational Capitalism and on the Internet. Information Society. Vol: Fuchs, C. (2012). Capitalism or Information Society? The Fundemental Question of the Present Structure of Society. European Journal of Social Theory. November Garnham, N. (2004). Class Analysis and the Information Society as Mode of Production. Javnost: The Public. 11(3) Geray, H. (2005). Birikim Düzenleri, Yeniden Yapılanma ve Küreselleşme. İletişim Ağlarının Ekonomisi: Telekomünikasyon, Kitle İletişimi, Yazılım ve İnternet. Başaran, F. ve Geray, H. (der.) içinde. Ankara: Siyasal Kitapevi Jessop, B (1997). Capitalism and its Future: Remarks on Regulation, Government and Governance. Review of International Political Economy, 4(3) Mosco, V. ve McKercher, C. (2006). Editorial: The Labouring of Communication. Special Issue on the Labouring of Communication. Canadian Journal of Communication. Vol: 31(3)

49 Serhat Kaymas 47 Stehr, N. (1994). Knowledge Societies. London: Sage Publication. Toffler, A. (1980). The Third Wave. New York: Bantham Press. Wayne, M. (2009). Marksizm ve Medya Araştırmaları: Anahtar Kavramlar, Çağdaş Eğilimler. Çev., Barış Cezar. İstanbul: Yordam Kitap. Webster, F. (2002). The Information Society Revisited. Handbook of New Media. Liewrouw, L. A. ve Livingstone, S. (der.) içinde. London, Thousand Oaks ve New Delhi: Sage Publications (2013). Bilişim Sektörü Çalışan Ücretleri Araştırması ve Sonuçları.

50

51 Bilişim ve Emek Süreci Senem Oğuz Özet: Son yıllarda bilgi ve teknolojiye dayanan gelişmeler, iktisadi ve toplumsal koşulların yeniden tanımlanması gerektiği tartışmalarını doğurmuştur. Bu tartışmalarla birlikte gelişen yeni tanımlar, günümüz koşullarını kavramsallaştırmak için kullanılmaya başlamıştır. Bilgi ekonomisi, bilgi toplumu, enformasyon çağı, ağ ekonomisi, ağ toplumu gibi tanımlar, yeni bir ekonominin gelişmesiyle birlikte yeni bir çağa girildiğini tartışmaktadır. Bu çağ, başta enformasyon ve iletişim teknolojileri (EİT) içinde yer alan bilgisayar yazılım ve donanımları, telefon, televizyon, uydu, internet gibi teknolojileri, ar-ge faaliyetlerini, bilim/üniversite-sanayi ortaklığını, bilim üretme, bilim adamı yetiştirme, otomasyon ve dijitalleşmeyi kapsayan bilişim çağı olarak da anılmaktadır. Bu yeni dönemleştirmede elbette yeni istihdam biçimlerinin, yeni çalışma şekillerinin ve yeni işçi tanımlarının da ortaya çıktığını görmekte ve yenilik addedilen bu ortamda değişmeyen şeyin kapitalist üretim biçimi ve emeğin sömürüsü olduğuna tanıklık etmekteyiz. Bir yandan daha demokratik, özgürlükçü, eşitlikçi bir süreçten bahsedilirken, diğer yandan sömürünün belirsizleştiği, çalışma süresinin sonsuzlaştığı, bağımlılık, yabancılaşma ve metalaşmanın arttığı, esneklik adı altında güvencesizliğin kabul edildiği bir süreç doğmuştur. Böyle bir ortamda bilişimin toplumsal ilericiliği, bütünleyiciliği ve kapsayıcılığı ile mücadele dinamiklerini geliştirmesi ve insanlık dışı çalışma ilişkilerini ortaya çıkarması arasında gerilen bir tartışma alanı da ortaya çıkmıştır. Bu tartışma alanı aynı zamanda kapitalizme karşı geliştirilen mücadele pratiklerinin nasıl olacağı ve olması gerektiğiyle ilgili farklı yaklaşımları da geliştirmiştir. Kapitalist üretim biçimine baktığımızda, bu üretim biçimine özgü bir özellik olan üretim araçlarından yoksun bırakılan insanın sahip olduğu emek gücünün metalaşması süreci, emek sürecinin insani ihtiyaçları karşılamaktan öte, toplumsal ilişkilerin ve öz-benliğin algılanılışı ile ilgili olmasını gerektirmiştir. Çünkü kapitalist emek sürecinde emek ve emek gücü birbirinden ayrılırken, insan zihninde kendine ait olan bir parçanın koparılması süreci işlemekte ve hayatta kalmaya devam etmek için bunu sürdürmek zorunda kalmaktadır. Bu, basit bir mübadele olmaktan çıkmakta, artık kullanım değeri üreten bir süreç değil, kapitalist için artı değer üreten bir değişim değeri üretimi süreci olmaktadır. Sermaye birikimine dayalı bu üretim biçimi, üretim araçları sahibinin emek-gücünü elinden geldiğince sömürmeye çalışmasıyla başlamakta ve hem mutlak hem de göreli artı değer üretimini yaratma, denetleme ve buna el koyma süreçlerini kendine göre değiştirme olanaklarını yaratmasıyla sonuçlanmaktadır. Üretim araçları sahipleri açısından bu olanaklardan bir tanesi de, her ne kadar işçi açısından da olanaklar sağlasa da, günümüzdeki yeni teknolojilerin ve bilişimin, üretimin örgütlenmesinde kullanılması ve emek sürecine etki etmesidir. Giriş Son yıllarda bilgi ve teknolojiye dayanan gelişmeler, iktisadi ve toplumsal koşulların yeniden tanımlanması gerektiği tartışmalarını doğurmuştur. Bu tartışmalarla birlikte gelişen yeni tanımlar, günümüz koşullarını kavramsallaştırmak için kullanılmaya başlamıştır. Bilgi ekonomisi, bilgi toplumu, enformasyon çağı, ağ ekonomisi, ağ toplumu gibi tanımlar, yeni bir ekonominin gelişmesiyle birlikte yeni bir çağa girildiğini tartışmaktadır. Tanık olduğumuz söylenen bu dönem, başta enformasyon ve iletişim teknolojileri (EİT) içinde yer alan bilgisayar yazılım ve donanımları, telefon, televizyon, uydu, internet gibi teknolojileri, ar-ge faaliyetlerini, bilim/üniversite-sanayi ortaklığını, bilim üretme, bilim insanı yetiştirme, otomasyon ve dijitalleşmeyi kapsayan bilişim çağı olarak da anılmaktadır. LaborComm Uluslararası İşçi ve İletişim Konferansı, 3-4 Mayıs, Ankara

52 50 LaborComm 2014 Bildiriler Kitabı Hizmetler sektörünün genişlediği, inovasyon sistemlerinin kurulduğu, ar-ge departmanlarının oluşturulduğu, yeni yönetim şekillerinin geliştirildiği bu ortamın; piyasa yapısından rekabet koşullarına, organizasyon yapısından işgücü piyasasına kadar geniş bir ortamı kapsadığı, internetin ve yeni iletişim teknolojilerinin üretimi ve kullanımıyla her alanda bir yenilik yaratıldığı düşünülmektedir. Şüphesiz ki bu ortamda yeni istihdam biçimlerinin, yeni çalışma şekillerinin ve yeni işçi tanımlarının da ortaya çıktığını görmekte ve yenilik addedilen bu ortamda değişmeyen şeyin kapitalist üretim biçimi ve emeğin sömürüsü olduğuna tanıklık etmekteyiz. Bilişimin kapitalist üretim ilişkileri egemenliğindeki gelişimi, emek sürecinin bulanıklaştığı bir ortamı da beraberinde getirmiştir. Bir yandan daha demokratik, özgürlükçü, eşitlikçi bir süreçten bahsedilirken, diğer yandan sömürünün belirsizleştiği, çalışma süresinin sonsuzlaştığı, bağımlılık, yabancılaşma ve metalaşmanın arttığı, esneklik adı altında güvencesizliğin kabul edildiği bir süreç doğmuştur. Böyle bir ortamda bilişimin toplumsal ilericiliği, bütünleyiciliği ve kapsayıcılığı ile mücadele dinamiklerini geliştirmesi ve insanlık dışı çalışma ilişkilerini ortaya çıkarması arasında gerilen bir tartışma alanı da ortaya çıkmıştır. Bu tartışma alanı aynı zamanda kapitalizme karşı geliştirilen mücadele pratiklerinin nasıl olacağı ve olması gerektiğiyle ilgili farklı yaklaşımları da geliştirmiştir. Marx a göre üretim faaliyeti dünyaya dair belli bir algıyı ve bilgiyi içerir ki bu bilgi toplumsal bir üründür. Her üretim biçimi özel bir bilim biçimini ve kendine özgü fiziksel ve toplumsal ihtiyaçlara uygun bir bilgi sistemini ortaya çıkarır. Dolayısıyla emek süreci; üretici güçler, toplumsal ilişkiler ve dünyanın zihinsel algılanışlarının bir birlikteliği olarak ele alınmalıdır (Harvey, 2007, s. 166). Kapitalist üretim biçimine baktığımızda, bu üretim biçimine özgü bir özellik olan üretim araçlarından yoksun bırakılan insanın sahip olduğu emek gücünün metalaşması süreci, emek sürecinin insani ihtiyaçları karşılamaktan öte, toplumsal ilişkilerin ve öz-benliğin algılanılışı ile ilgili olmasını gerektirmiştir. Çünkü kapitalist emek sürecinde emek ve emek gücü birbirinden ayrılırken, insan zihninde kendine ait olan bir parçanın koparılması süreci işlemekte ve hayatta kalmaya devam etmek için bunu sürdürmek zorunda kalmaktadır. Bu, basit bir mübadele olmaktan çıkmakta, artık kullanım değeri üreten bir süreç değil, kapitalist için artı değer üreten bir değişim değeri üretimi süreci olmaktadır. Sermaye birikimine dayalı bu üretim biçimi, üretim araçları sahibinin emek-gücünü elinden geldiğince sömürmeye çalışmasıyla başlamakta ve hem mutlak hem de göreli artı değer üretimini yaratma, denetleme ve buna el koyma süreçlerini kendine göre değiştirme olanaklarını yaratmasıyla sonuçlanmaktadır. Üretim araçları sahipleri açısından bu olanaklardan bir tanesi de, her ne kadar işçi açısından da olanaklar sağlasa da, günümüzdeki yeni teknolojilerin ve bilişimin, üretimin örgütlenmesinde kullanılması ve emek sürecine etki etmesidir. Bu çalışmanın amacı, kapitalizmle birlikte gelişen bilişimin emek süreci üzerindeki karmaşık ve gerilimli algısını tartışmaktır. Buradaki can alıcı nokta, emek sürecine etki eden bilişimin gelişimi değil, bu etkinin kapitalist üretim biçimi egemenliğinde gerçekleşmesidir. Dolayısıyla bu gelişmeye karşı gelişen tepkiler de önem arz etmektedir. Bu amaç doğrultusunda ilk olarak bilişimin gelişimindeki tarihsel koşullar ve bu koşulların işçi sınıfı üzerindeki etkisi incelenecektir. Daha sonra bilişim çağı dönemleştirmesinde büyük önem atfedilen bilgi işçileri, yeni işler ve yeni istihdam şekilleri eleştirel bir yaklaşımla ele alınmaya çalışılmaktadır. Son olarak bilişimin kapitalizmle birlikte yarattığı bilgi işçileri ve esnekleşen istihdam biçimleriyle bölünüp parçalanan emeğin örgütlenme ve kapitalizmle mücadele etme yollarına dair tartışmalara yer verilmektedir.

53 Senem Oğuz 51 Bilişimin Gelişimi ve İşçi Sınıfı Yirminci yüzyıl iki dünya savaşına, Büyük Bunalım a, faşizme, proleter ve ulusalcı devrimlere, militarizme, emperyalizme, sosyalizme, kutuplaşmaya, ulus devletçiliğe, sosyal kapitalizme ve bunlar gibi pek çok önemli gelişmeye ve dönüşüme tanıklık eden bir yüzyıl olmuştur. Bu gelişmelerin hiç birisi sınıf mücadelesinden bağımsız olmadığı gibi, bu mücadelenin biçimine ve işçi sınıfının yapısına da etki etmiştir. Benzer şekilde bilişimin gelişimi de bu tarihsel koşullardan bağımsız gerçekleşmemiştir. Teknolojik gelişmeyi tarihin dönüştürücü gücü olarak ele alan ve yeni ekonomi söylemlerini geliştiren teknolojik determinist yaklaşım, bilim ve teknolojideki yenilikleri iktisadi ve toplumsal yapının tarihsel aşamalarını belirlemede kullanır. Bu aşamalar genellikle Sanayi Devrimi ile başlar, buhar gücü ve demiryollarının gelişimiyle devam eder, elektrik, çelik ve ağır sanayinin gelişimi, daha sonra içten patlamalı motor ve otomobili içeren kitlesel üretimin gelişimi ve son olarak, içinde bulunduğumuz elektronik sanayi, bilgisayar ve internet teknolojisinin gelişimi olarak (Perez, 2009, s. 6) ifade edilir. Ancak teknolojik yeniliklerin iktisadi ve toplumsal dönüşüm üzerindeki etkilerinden önce, bu gelişmelerin devrimsel etkilerinin ortaya çıkmasını sağlayan iktisadi ve toplumsal koşullar analiz edilmelidir ki bu yaklaşım, yanlış bir şekilde teknolojik determinist olarak algılanan Marx ın, bu algının aksine, benimsediği ve kapitalist üretim sürecini analiz etmede titizlikle kullandığı materyalist tarih anlayışına karşılık gelmektedir. Bu anlayışın temelinde maddi yaşamın üretim biçimi; toplumsal, siyasal ve entelektüel yaşam sürecini koşullandırdığı (Marx, 1859, s. 39) için, bilişim çağı dönemleştirmesinde de maddi yaşamın üretim biçimini ve dolayısıyla kapitalist emek sürecini sorgulamamız gerekir. Birinci Dünya Savaşı sonrasına baktığımızda, Büyük Bunalım la tarihin en derin krizini yaşayan kapitalist dünyanın aksine, SSCB de inanılmaz bir kalkınma ve güçlü bir sanayi gelişimi yaşanmakta olduğunu görürüz lardan sonra kapitalist dünya Keynesyen iktisat politikalarıyla ve F. W. Taylor un bilimsel yönetim ilkelerinden yararlanan Henry Ford un üretim stratejileriyle emeği sadece maliyet unsuru olan bir üretim faktörü olarak görmekten vazgeçip, bir talep unsuru olarak da görmeye başlar. Çünkü Taylor dan biraz daha farklı olarak Ford un vizyonuna göre, kitle üretimi; kitle tüketimini doğuracak, emek gücünün kullanımı için yeni bir sistem, emeğin yönetimi ve denetimi için yeni politikalar, yeni bir estetik ve psikoloji ve kısaca yeni bir tür rasyonel, modernist, popülist, demokratik bir toplum oluşturacaktır (Harvey, 1989, ss ). İç talebi körükleyici kamu harcamalarına dayanan politikalarla birlikte işçi ücretleri de arttırılmaya başlayınca, sermayenin tolere sınırları içerisinde yaşam koşulları düzelen, geliri artan, örgütlenen güçlü bir işçi sınıfı oluşumunun temelleri de atılmış olur. Ancak bu durumun kapitalizme karşı gelişmesi gereken devrim pratiklerini zayıflattığı konusunda düşünceler bulunmaktadır. Sosyalizmi inşa etmeye başlayan SSCB de de sanayileşme stratejisi olarak kapitalist modelin taklit edildiği ve Lenin in Taylorizmi uygulama isteği konularında Braverman ın eleştirisi, Sovyet çalışan nüfusunun Batılı işçi sınıflarla aynı yara izlerine sahip olduğu, kapitalist emek organizasyonu ve emek yönetiminin görece kabul edilebilir şeyler haline geldiğidir. Kapitalizme karşı devrim giderek yüksek üretkenliğe sahip kapitalist mekanizmanın belirli urlarını temizlemek, çalışma koşullarını iyileştirmek, fabrika örgütlenmesine bir işçi denetimi yapısı eklemek ve kapitalist birikim ve bölüşüm mekanizmalarının yerine sosyalist planlamayı koymak olarak algılanmaya başlamıştır (Braverman, 1974, s. 45). Kapitalist üretimin ölçeği ve karmaşıklığı ile içli dışlı olan ve hızlı üretkenlik artışı tarafından sunulan kazanımlarla birlikte ilk baştaki devrimci güdüleri zayıflayan sendikalı işçi sınıfı, üretim üzerindeki denetimi kapitalist ellerden söküp alma arzusunu ve hevesini giderek

54 52 LaborComm 2014 Bildiriler Kitabı yitirdi ve emeğin ürün içindeki payı üzerinde pazarlık etmeye daha fazla yönelir oldu (Braverman, 1974, s. 43). Bu durum, İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde daha da belirgin hale gelmiştir. Her savaş dönemi için geçerli olmamakla birlikte, İkinci Dünya Savaşı, birikim koşullarının, sermayenin değer kazanma olanaklarını yaratma anlamında, oldukça elverişli olduğu bir dönem olmuştur. Bir savaş ve silah ekonomisi, uzun vadede ancak fazla sermayeyi emerse ve genişletilmiş yeniden üretim için gerekli olan bu sermayeyi yatırım ve tüketim malları departmanlarına aktarabilirse sermaye birikimi için işlevseldir (Mandel, 1972, s. 227). İkinci Dünya Savaşı, işçi sınıfının savaş ve faşizm yoluyla zayıflatıldığı, uluslararası emek göçü ve yedek iş gücü ordusunun varlığı ile ücret paylarının kontrol altında tutulduğu ve ucuz emek gücünün genişlemiş bir sanayileşmede kullanılabildiği bir dönem yaratmıştır. Bu özgül koşullar, büyük hacimli aylak sermayeyi artı-değer üretimine geri kazandırarak sermaye birikiminin yeniden kalkışa geçmesini sağlamış ve artan değerlenme koşulları, elektrik ve nükleer enerjinin üretimde kullanıldığı, otomasyona (kısmen) geçildiği, ar-ge yatırımlarının arttığı ve bilgisayarların kullanıldığı bir üretim sürecine geçişin temelini oluşturmuştur (Mandel, 1972, ss ). Faşizm ve dünya savaşı sonrası zedelenen ulus devlet anlayışını yeniden güçlendirme amacı ve Soğuk Savaş ın etkileri de sanayileşme temelli kalkınma ortamını güçlendirmiştir. Sosyalizm ve kapitalizm arasındaki çekişmeden oluşan iki kutuplu dünyada her anlamda bir yarış başlamıştır. Sanayileşme, teknoloji, silahlanma ve ar-ge alanlarında da yaşanan bu yarış, dayanıklı tüketim malları, ilaç, uçak, silah ve uzay sanayisinde büyük ar-ge yatırımlarının yapılmasına neden olmuştur. Bilişim ve mekanizasyonun gelişme evresi, savaş ekonomisiyle birlikte güçlü ve örgütlü bir işçi sınıfının sindirilmesini, sendikalardaki radikal unsurların ortadan kaldırılmasını, komünist ve diğer solcu partilerin yasaklanmasını, ABD nin yarattığı McCarthizm olarak bilinen baskıların komünizm ve savaş paranoyasına karşı iç güvenlik, uyum ve dayanışma unsurları kullanılarak meşrulaştırılmasıyla sağlanmıştır. Emek, sermaye ile genel bir anlaşma yapmaya zorlanmış, artan verimlilikle birlikte ücretlerin artması sayesinde Fordist model içerisinde buna ikna edilmiştir. Ancak, fordist üretimin katılığı, kitle üretimini amaçlayan büyük ölçekli sabit sermaye yatırımlarının, tüketicinin değişen taleplerini karşılayacak esnekliğe sahip olmaması konusunda önemli bir unsur oluşturmuştur. Bu katılığın giderilmesi yolunda atılacak adımlara karşı, sosyal refah anlayışı altındaki ve yüksek ücretli emek piyasasının ve işçi sözleşmelerinin de esnekliğe sahip olmaması sonucunda değişime karşı kuvvetli işçi direnişi ile ( grev dalgası) karşılaşılmış ve değişim bu dönemde henüz gerçekleşememiştir (Harvey, 1989, s. 142). Sosyal refah devleti, Soğuk Savaş ve militarizm üzerine yürütülen enflasyonist politikalar ABD nin mali buhrana girmesiyle ve senyoraj hakkını kullanarak daha fazla dolar basmasıyla ve bu buhranı daha da derinleştirmesiyle sonuçlanmıştır. Dolar fazlaları dünya piyasasına akarken Bretton Woods sisteminin bütün mali yapısı da çökmeye başlamıştır. Enflasyonist baskılar sonucu 1970 lerde petrol krizleri olarak anılacak petrol fiyatlarının artışıyla bu fazla dolarlar dünya piyasasının gözüne artık batmamaya başlamıştır ve Bretton Woods sistemi tamamen terk edilerek sermaye akımları serbestleştirilmiştir. Aşırı birikim krizine ABD nin finans alanındaki hegemonyasıyla cevap vermesi sonucunda, burjuvazi içindeki güç ve çıkar dengesinin, üretim etkinliklerinden mali sermaye kurumlarına kayması gerekmiştir. Mali güç, işçi sınıfı akımlarının denetim altında tutulmasında da kullanılmış, emeğin gücünü zayıflatmak için fırsat olarak kullanılmıştır ve 1980 lerde gelişmiş bulunan ve 1960 lardaki haklarını korumak isteyen militan işçi hareketi dalgası, devrim isteğinden çok, Braverman ın eleştirdiği gibi genişlemiş yeniden

55 Senem Oğuz 53 üretim ve refah devleti içinde kazanılan koşulların korunmasını amaçlayan mücadeleler olmuşlardır ve artık serbest sermaye hareketleriyle ve üretim coğrafyasının değişimiyle denetim altında tutulabilmeye başlamıştır. Sonuçta, daha önce değiştirilemeyen katı kitlesel üretim koşulları, 1980 lerde emek piyasası ve işçi sözleşmeleriyle birlikte esnekleşmeye başlamış ve birçok işçi hareketi başarısızlığa uğramıştır. Gelişmiş kapitalist ülkelerde emeğin gücündeki azalma ve işçi sınıfının koşullarının gerilemeye başlaması ve gelişmekte olan ülkelerde ise kolayca sömürülen, görece düşük ücretli, büyük, şekilsiz ve örgütsüz bir proletarya sınıfının oluşmaya başlaması gerçekleşmiştir (Harvey, 2003, s. 55). Şüphesiz ki bu dönüşüm, bilişimin gelişimi olmadan aynı etkileri gösteremezdi. Soğuk Savaş ın sonlarına doğru, özellikle 1980 lere geldiğimizde SSCB-ABD arasındaki yıldız savaşları projesi 1 ile bilim ve teknoloji alanında olağanüstü bir rekabet oluşmuş, keşif ve icatlar oldukça hızlanmıştır lerin sonuna gelindiğinde, neoliberal politikalar sayesinde büyük bir pazara sahip olabilen kapitalist dünyanın aksine, bu rekabete dayanamayan SSCB nin çözülmesiyle birlikte kapitalizm artık, küreselleşme olgusuyla el ele tüm dünyayı etkisi altına almak için gerekli bilişim araçları altyapısını çoktan oluşturmuş bulundurmaktadır. Birikim koşullarının el verdiği eğitim, bilim, yeni teknoloji yatırımlarının hâlihazırdaki varlığından sonra geriye kalan, bilgi ve teknolojinin önemini tüm dünyaya tanıtması için görevlendirilen Dünya Bankası, OECD gibi başat kapitalist kurumların üretim, tüketim ve hizmetler sektöründe bir devrimi, enformasyon devrimi ni tanıtmasıdır 2. Hizmet sektörünün endüstrileşmesi, yeni bir işgücü ve üretim örgütlenmesi, finans piyasasının derinleşip güçlenmesi, ulaştırma, iletişim, taşıma, pazarlama maliyetlerinin düşmesi, teknoloji sektöründe yeni tür şirketleşme formlarının (dot.com şirketleri) ortaya çıkması ve üretim coğrafyasının hareketliliği, enformasyon ve iletişim teknolojilerinin gelişimi sonucunda bu derecede gerçekleşme fırsatı bulmuştur. Dolayısıyla, bilişimin kapitalist üretimin ve doğal olarak sermaye birikiminin egemenliği altındaki gelişimi, tam da bu sebepten dolayı, işçi sınıfının ezilmesi, güçsüzleştirilmesi ve bastırılmasında bir araç olarak kullanılmıştır. Bu konuda, yeni iletişim teknolojilerinin işçi örgütlenmesi ve mücadelesinde de bir araç olarak kullanılabileceği üzerine yapılan tartışmalara ileriki bölümlerde yer verilmeye çalışılacaktır. Bilişimin Devrimi, Yeni Ekonominin Yeni İşçileri ve Yeni İşleri Bilişimin özellikle iktisadi büyümeyi ve iş gücü verimliliğini arttıracağı görüşü, insanoğlunun karşılaştığı en büyük teknolojik devrim (Snow, 1966, s. 652) söylemleriyle büyük bir beklenti haline gelmiştir. Enformasyon devrimi tanımında toplanan bu ilgi, hem bilişimde yaşanan gelişmelerin insanlar üzerindeki etkisini arttırmış, hem de bu gelişmelerin oluşumunda etkili olmuştur. Döneme dair analizler ve tanımlamalar bir yandan iletişim teknolojilerinin gelişimini anlatırken, bir yandan da bu gelişme sayesinde hızla yayılmaya, kanıksanmaya ve bu karşılıklı ilişki birbirini etkilemeye başlamıştır. EİT ekipmanlarında ve yazılım alanında hızlı ilerleme ve buna bağlı olarak keskin bir fiyat düşüşüyle karakterize edilen enformasyon devrimi, bu söylemlerin özendirici etkisiyle birlikte, hem üreticilerin hem tüketicilerin göreli fiyatlardaki değişime karşılık kullandıkları mal ve hizmetleri EİT mallarıyla ikame etmeleriyle sonuçlanmıştır (Jalava ve Pohjola, 2002, s. 190) lara geldiğimizde özellikle ABD de yaşanan olumlu iktisadi gelişmeler de EİT ve ar-ge yatırımlarına bağlanmış, bilişimin önemi daha fazla vurgulanmaya başlamış ve 1 Uzayın silahlandırılması ve nükleer füzelerin kısa sürede saptanarak uzaydaki bir istasyondan karşı füze ile imha edilmesi (Erkiner, 2005, s. 107). 2 Bu alandaki çalışmalar için bkz. World Bank (1998), (2008), (2009), (2010), OECD (1996), (1997), (2000), (2002).

56 54 LaborComm 2014 Bildiriler Kitabı enformasyon devrimi söylemi, verimlilik devrimi şeklinde de anılmaya başlamıştır (Gordon, 2000, ss. 2-3). Mali piyasaların serbestleşmesi sonucu finans kapitalin beslediği üretim sermayesi, ulaştırma ve iletişim maliyetlerinin düşüşüyle birleşince üretimin coğrafi hareketliliği hızlanmıştır. Bu sayede sosyal refah devletinin izin verdiği yüksek ücret ve düzgün yaşam koşullarını korumak isteyen işçi mücadelesinden sıyrılabilen sermaye, ülke dışı üretimle kâr olanaklarını korumak istemiştir. Bu yönelme ise üretici kapasitenin giderek ülke dışına çıkması anlamına gelirken, patent, telif hakkı, know-how ve lisans kanunlarının önemi artmış, bunun finans alanındaki karşılığı varlık değerlerinin yükselmesi olmuş ve 1990 ların sonuna kadar dot.com şirketlerinin verimlilik kârları da yeni ekonomi söylemiyle el ele yürümüştür (Harvey, 2003, ss ). Gelişen yeni teknolojilerin kullanılması için vasıflı iş gücüne duyulan ihtiyacın altı çizilirken, eğitime verilen önem de artmış, böylece beşeri sermaye, fiziksel sermaye gibi önemli bir faktör haline gelmiştir. İhtiyaç duyulan bu vasıflı iş gücü günümüzde bilgi işçisi kavramıyla tanımlanmaya (Drucker, 1994) başlamıştır. Sanayi toplumundaki yarı vasıflı işçilerin yerine bilim insanlarını, mühendisleri, eğitmenleri, teknisyenleri, bilgisayar temelli hizmet işlerini ve yöneticileri kapsayan, kısaca teknik ve profesyonel olarak adlandırılan sınıf; yüksek sosyal konum, yüksek gelir, yüksek değer ve rahat yaşam koşullarıyla ön plana çıkarılmaya başlamıştır. Üretim koşullarının küresel bir pazarı gerektirmesi ve iletişim teknolojilerinin gelişmesi, bu yeni teknolojilere ve üretim koşullarına ayak uydurmak zorunda olan yeni işçi tanımlarının gelişmesini doğurmuştur. Sermaye birikiminin devamı için bireysel üretme gücü yönünden yoksullaşmak zorunda olan işçiler, vasıflı ve vasıfsız olarak da ayrılmak zorundadırlar. Sermaye, bir yandan el sanatı ve zanaatkârlık temelli vasıflardan nefret ederken, bir yandan da yeni vasıflar ortaya çıkarmaktadır: esneklik, adaptasyon kabiliyeti ve ikame edilebilirliğe izin veren vasıflar (Harvey, 2007, s. 174). Bu işçinin bilişim çağında aldığı isim bilgi işçisi dir. Altın yakalı işçiler olarak da tanımlanan bilgi işçilerinin problem çözme kabiliyeti, yaratıcılık ve zekâ gibi niteliklere sahip olmaları gerektiği vurgulanmaktadır (Collins, 1997, ss ). Bilgi işçileri için altın yakalı tabirinin kullanılması, bilgiyi organizasyon açısından değere dönüştürme kabiliyetine ve potansiyeline sahip olmalarına yapılan atıfla sağlanmaktadır (Zaim, 2006, s. 593). Buna göre bilgi işçisi bir yandan enformasyon teknolojilerini etkili biçimde kullanmayı bilmeli, diğer yandan normal (manüel) işleri de yapmalı ve bilgi toplumuna hükmeden değil ama liderlik yapan yüksek gelirli sınıfı olmalıdır (Drucker, 1994). Bilgi işçilerinden ayrıca beklenenler: yaratıcı ve yenilikçi olmaları, kendilerini yaşam boyu geliştirmeyi bilmeleri, farklı görevleri yerine getirebilme kabiliyetine ve esnekliğine sahip olmaları, mesleki başarılarıyla motive olmaları, bilgisayar becerilerine sahip olmaları, mesleklerine bağlı olmaları ve işlerini sevmeleri gibi özelliklerdir (Smith ve Rupp, 2002, s ; OECD, 1999, s. 154). Bu yeni işçi tanımıyla birlikte her türlü esnekliği geliştiren yeni çalışma kültürü, sanayi kapitalizminin sunduğu boş zamandaki hazcılığı, ofis partileri, spor aktiviteleriyle yapılan toplantılar, iş gezileri vs. ile çalışma zamanına kaydırabilmektedir. Bu zevkli ortam sayesinde telefon ve bilgisayarla bağlantılı çalışanlar, evlerinde ve sosyal aktivitelerinde bile çalışmaya devam edebilmekte, böylece çalışma saatleri sınırsız bir şekilde uzatılabilmektedir (Bora ve Erdoğan, 2011, s. 21). Benzer şekilde, sermayenin işçileri istediği zaman, istediği kadar ve istediği biçimde istihdam etme serbestisine sahip olmasıyla esneklik kavramı, işgücü piyasasının kuralsızlaştırılması ve parçalanması yoluyla kısa süreli, yarı-zamanlı, geçici, sözleşmeli, mevsimlik, düzensiz çalışma gibi farklı istihdam biçimlerini de yaygınlaştırmaktadır (Oğuz, 2011, s. 9).

57 Senem Oğuz 55 Bu ortamda kapitalizmin, işçiyi sermayenin boyunduruğu altına almasının bir başka biçimini ve vasıf tanımını kendi çıkarlarına göre değiştirebildiğini görebiliyoruz. Sözü edilen yeni ekonomi, adeta bireyleri özgür seçimleriyle baş başa bırakmakta, insanları kol ve kas gücüne dayalı ağır işlerden kurtarmakta ve onlara parlak bir gelecek vaadinde bulunmaktadır. Üstelik bunu da, rekabet ve kârlılık gereği değil, toplumsal gereksinimlerin bir karşılığıymış gibi sunmaktadır. Eğitimli ve vasıflı olmak, yedek iş gücü ordusunun bir üyesi olmak yerine, yüksek gelirli lider sınıfa katılabilmenin anahtarı haline getirilmektedir. Bu sayede bilişimle birlikte zihin gücüne dayanan özgür çalışma ortamları oluşturulmakta, yorucu işler zevkli hale getirilmekte ve hizmet sektöründe iletişimin her çeşidi metalaşarak (çağrı merkezi, sosyal medya uzmanlığı, kurumsal kimlik ajansı vb.) yeni işler yaratılmakta ve böylece teknolojik gelişmenin, işsizliğe yol açmayacağı savunulabilmektedir. Beyaz yakalı işçilerin (ve şimdiki adıyla bilgi işçilerinin), işsizler içerisinde giderek artan oranını bir kenara bıraksak bile, çizilen bu iyi tablonun içinde işsizliğin varlığı, artık bireylerin kendi beceriksizliği sebebine bağlanabilmektedir (Bora ve Erdoğan, 2011, s. 22). Ana akım iktisat teorisinde karşılığını bulan tam istihdam senaryosunda, işsizliğin varlığı bireylerin özgür istekleri doğrultusunda iş beğenmemeleri ve iş aramamaları olduğu gibi, şimdi de işsizliğin sebebi, bireylerin yeterince kendilerini geliştirmemeleri, esnekleşmesi ve hızlanması gereken üretim koşullarına yeterince ayak uyduramamaları olarak meşrulaştırılmaktadır. Bu işsizlik algısı, tüm bireylerin yeni teknolojilere ve kendilerini geliştirebilecekleri eğitim olanaklarına eşit seviyede ulaşabilir oldukları ön koşuluna dayanmaktadır. Yeni iletişim teknolojileriyle birlikte küreselleşme sonucunda ulusal ve uluslararası uyum ve eşitlik koşullarının sağlanacağını öngören yeni ekonomi savı, bunun yerine enformasyon zenginleri/enformasyon fakirleri olarak eşitsiz ilişkilerin daha da güçlenmesine yönelik süreklilik kazanmış bir sürece işaret etmektedir. Bilgi ve enformasyonun metalaşmasıyla, parası olanın satın alabildiği; ancak anlaşmalarla, fikri mülkiyet haklarıyla, patent yasalarıyla sahiplik konusunda tekel konumunda olanların pazarlayabildiği yeni bir ortam doğmaktadır. Bu konuyla ilgili, bu ortamın karşılıklı bağımlılık ilişkisini, bağımlı (gelişmekte olan) ülkeler aleyhine sürekli ağırlaşan olanaklarla yeniden yarattığına dair eleştiriler (Törenli, 2004, s. 68) de doğmaktadır. Bu eleştiri doğrultusunda yaşam boyu eğitimin kurumsallaşması ve kamusal bir hizmet olarak örgütlenmesi gerektiği düşüncesi (Negt den aktaran Bora ve Erdoğan, 2011, ss ) ise daha tartışmalı bir konuyu gündeme getirmektedir. Burada önemli olması gereken nokta, yeni teknolojilere eşit şekilde ulaşılabilirlik değil, aslında işçilerin kapitalizmle birlikte yeni gelişen çalışma koşullarına her zaman uyum sağlamak zorunda kalmaları olmalıdır. Zira herkesin internete, bilgisayara, eğitim olanaklarına vs. eşit şekilde ulaştığı bir kapitalist üretim biçiminde, mutlak ya da göreli artı değer üretimiyle emeğin yoğunlaştırılmış sömürüsünde bir değişiklik olmayacağı açıktır. Bir değişiklik yaratmanın yolu ise mücadele etmekten geçmektedir. Bu mücadelenin nasıl olacağı veya nasıl olması gerektiği konusu üzerine yapılan tartışmalar bir sonraki bölümün konusunu oluşturmaktadır. Emeğin Parçalanması ve Birleşmesi: Örgütlenme ve Mücadele Üzerine Tartışmalar Bilimsel teknolojinin işçi sınıfı ve emek süreci üzerinde köklü etkilerinin bulunduğu yadsınamaz bir gerçektir. Bu etkilerin olumlu ya da olumsuz oluşuyla ilgili tartışma, kapitalist üretim biçimine özgüdür. Çünkü bilimsel teknolojinin kapitalist üretimin egemenliği altındaki gelişimi, artı değer üretiminden ve emek sömürüsünden bağımsız olmadığı için, toplumsal ilerici ve kurtarıcı rolünün itici gücü yerine daha fazla (mutlak ya da göreli) artı değere el koymak için emek üretkenliğinin artışı veya iş gününün uzatılması/yoğunlaştırılması itici

58 56 LaborComm 2014 Bildiriler Kitabı gücüyle gerçekleşmektedir. Marx bu çelişkiyi, makinenin kapitalist biçimde kullanımı konusunda şu şekilde açıklamaktadır: Makine tek başına alındığında çalışma saatlerini kısalttığı halde, sermayenin hizmetine girdiği zaman bunu uzatmakta ve gene kendi başına, çalışmayı hafiflettiği halde, sermaye tarafından kullanıldığı zaman, işin yoğunluğunu arttırmaktadır; kendi başına, o, insanın doğa üzerindeki zaferi olduğu halde, sermayenin elinde, insanları bu kuvvetlerin kölesi haline getirmektedir; kendi başına, üreticilerin servetini arttırdığı halde, sermayenin elinde, bunları sefilleştirmektedir (Marx, 1867, s. 422). Bununla birlikte, bilişimin gelişimiyle ön plana çıkarılan emeğin vasıf sahibi olması veya yeni vasıflar kazanması ile yüksek ücret ve mevki sahibi olunması konusu, hem Marx ın hem de Braverman (1974) ın teknik işbölümü, mekanizasyon, otomasyon ve bilimsel işletme yönetimi aracılığıyla vasıflı emeğin basit soyut emeğe indirgenmesi ve sefilleşip köleleleşmesi düşüncesine karşı kullanılan argümanlar olmuştur. Ancak Marx, hiçbir zaman vasıflı emeğin basit soyut emeğe indirgenmesinin, ortada hiçbir vasfın kalmayacağı şekilde emeğin mutlak homojenizasyonunu sağlayacağını iddia etmemiştir. Bu indirgeme süreci, tekelleştirilebilir vasıfların ortadan kaldırılacağı ve kolayca ikame edilebilen esnek vasıf biçimlerinin ortaya çıkacağı anlamındadır. Marx a göre emek sürecinin evrilmesindeki eğilim, geleneksel ve sanayi öncesi vasıfların yok edilmesi vasıtasıyla sermayeye boyun eğme sürecinde yaşadıkları ortaklığı keşfedecek biçimde homojen bir proletaryadır (Harvey, 2007, ss ). Yaşanılan ortaklık ise, isterse yüksek ücret ve rahat çalışma koşullarına sahip olsun, emeğin sömürülmesi ve göreli yaşam koşullarının kötüleşmesidir. Burada, vasıflı/vasıfsız emek arasındaki ayrımın, emeğin heterojenleşmesine ve bölünmesine neden olması, örgütlenme ve mücadele dinamiklerini parçalaması ile sözü edilen vasıflar kolayca ikame edilebilen esnek vasıf biçimleri olduğundan sermayeye boyun eğme sürecinde yaşanılan ortaklık sayesinde emeğin birleşip türdeşleşebileceği tartışması oldukça anlamlıdır. Bu tartışma genellikle esneklik ve güvencesizlik üzerinden yapılmaktadır: esnekleşen istihdam biçimleriyle parçalanan emek, güvencesiz çalışma eğilimiyle birlikte türdeşleşmekte ve birleşmektedir (Oğuz, 2011, s. 10). Her ne kadar esneklikle birlikte yeni işler, yeni işçiler, yeni istihdam biçimleri ortaya çıkmakta ve işçi sınıfı içindeki farklılıklar artmaktaysa da, güvencesizlik, bu farklılıkları kesen ve sınıfı ortaklaştıran bir eğilim olarak karşımıza çıkmaktadır. Hatta bu eğilimin güvencesiz proletarya anlamına gelebilecek prekarya terimi altında kavramsallaştırıldığı bir yaklaşım bulunmaktadır. Bu yaklaşım ise güvencesizliğin birleştiriciliğinin aksine proletaryanın birlikteliği ve kolektifliğine zarar verici ve ona karşıt olduğu düşüncesiyle eleştirilmektedir. Wacquant (2007) prekaryanın, negatif bir şekilde toplumsal yoksunluk ve maddi ihtiyaç güdüsüyle hareket eden ve bu yüzden istikrarlı bir iş bulma ile dağılmaya meyilli, kolektif bir eyleme yanaşacak siyasal faaliyetten uzak, ortak bir kaderi kavramaktan ve alternatif bir gelecek tasarlamaktan yoksun bir yığın olarak proletaryaya karşıt olduğunu savunmaktadır (Bora ve Erdoğan, 2011, ss ). Özellikle Avrupa daki bilgi işçilerinin son zamanlarda yeni iletişim teknolojilerini veya sosyal medyayı kullanarak güvencesiz çalışma koşulları altında birleşip (veya birleştirilip) yürüttükleri hareketlerin 3 kolektif bir işçi sınıfına ait olamayacak şekilde, esnekliği kabul edip sadece güvencesizliğe karşı korunmayı veya vatandaşlık geliri elde etmeyi talep eden hareketler olarak ortaya çıkması, Wacquant ın eleştirisini doğrular nitelikte görünmektdir. Bu durum, işçi sınıfını birleştirmek yerine prekarya ve proletaryayı birbirinden ayıran bir sürecin gelişmesine neden olmaktadır (Oğuz, 2011). Hatta, güvencesizliğe karşı mücadele ederken bu 3 Ayrıntıları için bkz. Oğuz (2011).

59 Senem Oğuz 57 tarz reformist ve uyum sağlayıcı eylemlerin kapitalizmi yıkmak için gerekli dönüşüm ve devrimi, tıpkı 1970 lerde sosyal kapitalizm döneminde olduğu gibi, sağlayamayacağı da bir tartışma konusu olabilir. Ancak, emek hareketinin güvencesizlik olgusu ve algısı üzerinden birleşmesi, bu sorunun uyum sağlayıcı sosyal politikalarla giderilmesi gibi bir çağrıya işaret etmekten çok, politik bir öznenin oluşumu için kapitalizmin saldırılarına karşı durabilecek bir sınıf konumuna işaret etmesi bakımından anlamlı da olabilmektedir (Konuşlu, 2014, s. 174). Bu şekilde bakıldığında prekaryadan doğan bir hareketin, kolektiflik için bir potansiyel oluşturacak dinamikleri geliştirebileceğini ve kolektif bir harekete dönüşebileceğini savunan görüşler de bulunmaktadır (örneğin bkz. Bora ve Erdoğan, 2011, ss ). Bu tartışmalar dışında, kapitalizmle mücadelenin illa ki bir sınıf temeli üzerinden yapılmaması gerektiğini savunan yaklaşımlar da bulunmaktadır. Bu yaklaşımlara göre kapitalizmin kuralsızlaşan ve serbestleşen gelişimiyle birlikte geleneksel emek örgütlenmesi demode hale gelmekte ve bu yüzden başarısızlığa uğramaktadır. Artık sınıfların değil, kapitalizm tarafından dışlanan ve kapitalist kalkınmaya karşı gelen halkların devriminden söz edilmektedir. Amaç ve hedefleri birbirlerinden farklı olan bu mücadelelerin her biri kendi dinamiklerini oluşturmakta ancak kolektif bilinçle halk özgürleşmesi yolunda çifte bir devrim talebinde bulunmamaktadırlar (Amin den aktaran Harvey, 2003, ss ). Bir yerdeki çevre kirlenmesi, başka bir yerdeki kamu özelleştirmeleri, bir başka yerdeki köylülerin topraksızlaştırılması ve başka bir bölgedeki biyolojik korsanlık [ ] sivil toplum içinde bu tür olgularla mücadele edebilecek ad hoc ve daha esnek örgütsel yapıların oluşturulması yönünde bir eğilim bulunmaktadır. Sonuç olarak anti-kapitalist, anti-emperyalist ve küreselleşme karşıtı mücadele bütünüyle yeniden şekillendirilmiş ve çok farklı bir siyasi dinamik harekete geçirilmiştir (Harvey, 2003, s. 144). Sözü edilen halk hareketlerinin daha esnek örgütsel yapıları şüphesiz ki bilişim teknolojilerinden beslenmektedir. Bunlara örnek olarak Gezi Direnişi, Arap Baharı, Wall Street vs. örnek olarak gösterilebilir. Hatta, yine geleneksel olsa da sendikaların da bu teknolojilerden yararlandığı bir alan (e-sendikacılık) veya Bilişim Çalışanları Dayanışma Ağı, Plaza Eylem Platformu, Çağrı Merkezi Çalışanları Derneği gibi bilgi işçilerinin diğer ağ örgütlenmeleri de bulunmaktadır. Farklı halkların, kültürlerin, gelir gruplarının, sosyal sınıfların bu tarz örgütlenmelerinin, verdiği mücadelelerin ve bilişim teknolojilerinin bundaki önemi elbette yadsınamaz, fakat daha önemli olan, Avrupa da yaşanılan prekarya örneğinde olduğu gibi, kolektif bir hareketi bölmemek ve bireysel çıkarlardan ziyade kolektif ilericiliği ve toplumsal özgürleşmeyi düşlemektir. Bu noktada Marx (1865, s. 79) ın işçilerin ücret artışı için verdikleri mücadele hakkında yaptığı şu konuşma oldukça anlamlı olmaktadır: Şurasını unutmamaları gerekir ki, onlar sonuçlara karşı mücadele etmektedirler, bu sonuçları doğuran nedenlere karşı değil; aşağı doğru hareketi geciktirmekte ama yönünü değiştirmemektedirler, geçici çareler bulmakta ama hastalığı iyileştirmemektedirler. Bu nedenle, sermayenin dur durak bilmeyen soygunundan ya da pazardaki değişikliklerden kaynaklanan bu kaçınılmaz günlük gerilla savaşlarına kendilerini tamamen kaptırmamalıdırlar. Anlamalıdırlar ki varolan sistem, bellerini büken sefaletin yanı sıra, onunla eş zamanlı olarak, toplumun ekonomik yeniden-yapılanması için gerekli maddi koşulları ve toplumsal biçimleri de yaratmaktadır. Adil Bir İş Günü Karşılığında Adil Bir Ücret biçimindeki tutucu slogan yerine, bayrakların üzerine şu devrimci sloganı yazmalıdırlar: Ücret Düzenine Son!

60 58 LaborComm 2014 Bildiriler Kitabı Marx ın bu konuda, işçiyi bir nesne olarak ele aldığı, işçilerin öznel deneyimlerini ve işçi direnişinin önemini gözden kaçırdığına dair bir eleştiri alanı 4 da bulunmaktadır. Elbette işçilerin emek sürecinin üstesinden nasıl geldiklerini, emek sürecini katlanılır kılmak için kendilerine has yöntemler bulduklarını, yönetimdekilerle içine girdikleri zıtlaşmalarını ve örgütlenmede seçtikleri farklı yolları görmek oldukça önemlidir. Tüm bunlar, gerçekleştirilen mücadele yöntemlerinin anlamsız olduğu anlamına gelmez. Ancak buradaki hayati çaba, işçilerin neyle başa çıkmaya çalışmaya ve neye karşı kendilerini savunmaya mecbur bırakıldıklarını, yani sürekli kendilerine bir şeyler dayatıldığını anlama çabası olmalıdır (Harvey, 2007, s. 121). Sonuç Bilişimin kapitalizmin egemenliği altındaki gelişimi, emek sürecinde, genişleyen toplumsal refah ile bu toplumsal refah özel mülkiyetin elinde olduğu sürece, giderek daha çok yabancılaştırılan, parçalanan ve yoksullaştırılan emek arasındaki çelişki olarak belirmektedir. Esnekleşen istihdam biçimleriyle emeğin sürekli parçalanması sağlanmakta ve geleneksel vasıflarından özgürleşen işçiye, sermayenin ihtiyaç duyduğu yeni vasıflar bir hediye gibi sunulmaktadır. Ancak sermayenin ihtiyaç duyduğu, çok sayıda yüksek nitelikli bilgi işçisi değildir. Sermaye, üretim ya da dolaşım sürecinde yerine getirilecek özgül görevlere ve özgül niteliklere sahip, artan fakat sınırlı sayıda işçiye ihtiyaç duyar (Mandel, 1972, s. 348). Bu durumda, sahip olunması gereken vasıflar, yedek iş gücü ordusunun bir parçası haline gelmemeyi hiç bir zaman garanti etmez. Tam tersine, her teknolojik değişimde ve her krizde, bir gün ihtiyaç duyulduğunda tekrar çağrılmak üzere bir köşeye atılır ve/veya orada bekletilir. Her tür kapitalist üretim yalnızca bir emek süreci olmayıp aynı zamanda bir artı değer yaratma süreci de olduğu için, emek araçlarını kullanan işçilerden değil, işçiyi kullanan emek araçlarından bahsetmemiz gerekir (Marx, 1867, s. 405). Dolayısıyla bilgi işçisi veya vasıflı/vasıfsız işçi ayrımlaştırması bir noktada bütün anlamını yitirmektedir. Gerek neoliberal politikalar, gerek sermayenin yarattığı rekabet ortamı, gerek yedek işgücü ordusunun varlığı, insanın toplumsal refah ve mutluluk, kolektif bilinç ve hareket isteğinden ziyade, bunu bireysel olarak gerçekleştirmeyi düşlemesine yol açmaktadır. Ancak bir yandan esnekleşmeyle parçalanan ve bilişim teknolojilerinin artan yoğunluğuyla sömürülen emek, başka bir yandan güvencesizlikle birleşme potansiyeline de sahip olmaktadır. Bu potansiyelin yine bilişim teknolojileri sayesinde örgütlenebilmesi ise kapitalizmin kendi kuyusunu kazdığı bir başka alan olarak yorumlanabilmektedir. Bu yorumdaki çekince ise, prekarya örneğinde olduğu gibi, parçalanıp bölünen emeğin, bir sınıf bilinci ve kolektif amaçlardan uzak olarak bireysel taleplerin yerine getirilmesine razı olması ve kapitalizmle uyumluluğu kabul etme noktasına gelebilmesidir. Bilişimin kapitalist gelişimine bu bağlamda bakıldığında, bilim ve teknolojinin kapitalizme karşı geliştirilecek mücadelelerde bir sınıf örgütlenmesi aracı olarak kullanılabileceği düşüncesinin devrimci hareketi sekteye uğratacağı algısı ve düşüncesi de gelişmektedir. Sosyal refah devleti veya kapitalizmin altın yılları olarak anılan dönemden neoliberalizme geçişte yaşanan işçi mücadelesi başarısızlığı bu konuya olumsuz bir örnek olarak gösterilmektedir. Burada, verilen mücadelenin emeğin zaten sahip olması gerekenleri, bir hak olarak sermayeden koparmaya çalışması durumu ön plana çıkarılmakta ve kazanılan hakların önemi yadsınmamakla birlikte, bununla yetinilmemesi gerektiği ve asıl olarak kapitalist üretim biçiminden ve özel mülkiyetten özgürleşmeyi sağlamak için mücadele etmeye devam edilmesi gerektiği savunulmaktadır. 4 Bu alandaki tartışmaların bir özeti için bkz. Elger (1979).

61 Senem Oğuz 59 Sadece sınıf mücadelesinde değil, halk devrimi olarak tanımlanabilen geniş ve biribirinden her yönüyle farklılaşabilen kitlelerinin bir araya gelip örgütlenmesinde de bilişim teknolojilerinin kullanıldığına tanıklık etmekteyiz. Bunun kapitalizme karşı verilen mücadele anlamında oldukça önemli olduğu yine vurgulanmakla bereaber, benzer şekilde başarıya ulaşmak için burada da kolektif özgürlüğün ön plana çıkarılması gerektiği, farklılıkların ortadan kalkması ve hiç bir küçük grubun taleplerinin daha önemli olmaması gerektiği düşünülmektedir. Çünkü, ne güvencesizlik, işsizlik, fakirlik, ne de düşük ücret, bir sınıfı bir araya getirmek ve ortak bir bağ kurmak için kullanılmak zorunda değildir. Buradaki ortaklık, bir araya gelmek ve sürekli mücadele vermek zorunda bırakılmaktır. İşte Marx ın kapitalist üretim biçimi ve emek sürecine dair düşünmeye ve mücadeleye çağırdığı en önemli konulardan birisi budur. İşçilerin, en başta, neden yeni teknolojilerle, yabancılaştırmayla, işten çıkarmalarla, iş bulmalarla, yeni vasıflar edinmekle, iş yerindeki otoriterlikle, kapitalizmle uyum sağlamayla ve bunun gibi birçok çelişkiyle başa çıkmak zorunda olduklarını anlamak. En başta bunu anlamanın birleştirici potansiyeli, diğer her şeyden daha önemli olmaktadır. KAYNAKÇA: Bora, T. ve Erdoğan, N. (2011). Cüppenin, Kılıcın ve Kalemin Mahcup Yoksulları: Yeni Kapitalizm, Yeni İşsizlik ve Beyaz Yakalılar, Boşuna mı Okuduk? Türkiye de Beyaz Yakalı İşsizliği. Bora, T., Bora, A., Erdoğan, N., Üstün İ. (der.) içinde. İstanbul: İletişim Bora, T., Bora, A., Erdoğan, N., Üstün İ. (2011). Boşuna mı Okuduk? Türkiye de Beyaz Yakalı İşsizliği. İstanbul: İletişim. Braverman, H. [1974] (2008). Emek ve Tekelci Sermaye: Yirminci Yüzyılda Çalışmanın Değersizleştirilmesi. Çev., Çiğdem Çidamlı. İstanbul: Kalkedon. Collins, D. (1997). Knowledge work or working knowledge? ambiquity and confusion in the analysis of the knowledge age. Employee Relations, 19(1), Drucker, P. F. (1994). Kapitalist Ötesi Toplum. Çev., B. Çorakçı. İstanbul: İnkılap Kitabevi. Elger, T. (1979). Valorization and deskilling ; a critique of Braverman. Capital and Class, 7, Erkiner, E. (2005) Berlin Duvarı, Ankara: İmge. Gordon, R. J. (2000). Does the new economy measure up to the great inventions of the past? adresinden alınmıştır. (Erişim tarihi 17 Şubat 2014). Harvey, D. (1989). The Condition of Postmodernity: An Enquiry into the Origins of Cultural Change. Cambridge: Blackwell. Harvey, D. [2003] (2008). Yeni Emperyalizm. Çev., Hür Güldü. İstanbul: Everest. Harvey, D. [2007] (2012). Sermayenin Sınırları. Çev.,Utku Balaban. Ankara: Tan Kitabevi. Jalava, J. ve Pohjola, M. (2002). Economic growth in the new economy: evidence from advanced economies. Information Economics and Policy, 14, Konuşlu, F. (2014). Emek süreci analizinden sınıf tartışmasına bir yol denemesi: türkiye özel televizyon dizilerinin üretim ve emek sürecinde sınıfsal ilişkiler. Praksis, 32, Mandel, E. [1972] (2008). Geç Kapitalizm. Çev., Candan Badem. İstanbul: Versus Kitap.

62 60 LaborComm 2014 Bildiriler Kitabı Marx, K. [1859] (2011). Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı. Çev., Sevim Belli. Ankara: Sol Yayınları. Marx, K. [1865] (2006). Ücret, Fiyat ve Kâr. Çev. Alaattin Bilgi. İstanbul: Evrensel. Marx, K. [1867] (1997). Kapital: Ekonomi Politiğin Eleştirisi, 1. Cilt. 5. Baskı. Çev., Alaattin Bilgi. Ankara: Sol Yayınları. OECD. (1996). The knowledge based economy. adresinden alınmıştır. (Erişim tarihi: 15 Şubat 2014) OECD. (1997). Information technology outlook: 1997, access to and use of information technologies at home. adresinden alınmıştır. (Erişim tarihi: 15 Şubat 2014) OECD. (1999). The career trajectories of knowledge workers. adresinden alınmıştır. (Erişim tarihi: 16 Şubat 2014) OECD. (2000). A new economy? adresinden alınmıştır. (Erişim tarihi: 15 Şubat 2014) OECD. (2002). Measuring the information economy. adresinden alınmıştır. (Erişim tarihi: 15 Şubat 2014) Oğuz, Ş. (2011). Tekel direnişinin ışığında güvencesiz çalışma/yaşama: Proletaryadan Prekarya ya mı? Mülkiye, 271, Perez, C. (2009). Technological revolutions and techno-economic paradigms. Cambridge Journal of Economics, 34(1), Smith, A. ve Rupp, W. (2002). Communication and loyalty among knowledge workers: a resource of the firm theory view. Journal of Knowledge Management, 6(3), Snow, C. P. (1966). Government science and public policy. Science, 151, Törenli, N. (2004). Enformasyon Toplumu ve Küreselleşme Sürecinde Türkiye. Ankara: Bilim ve Sanat Yayınları. World Bank. (1998). World development report: knowledge for development. DRS/0,,contentMDK: ~pagePK:478093~piPK:477627~theSitePK:477624,00.html adresinden alınmıştır. (Erişim tarihi: 15 Şubat 2014) World Bank. (2008). Measuring knowledge in the world s economies. adresinden alınmıştır. (Erişim tarihi: 15 Şubat 2014) World Bank. (2009). adresinden alınmıştır. (Erişim tarihi: 15 Şubat 2014) World Bank. (2010). World development indicators: science and technology. adresinden alınmıştır. (Erişim tarihi: 15 Şubat 2014) Zaim, H. (2006). Yeni gelişmeler ışığında bilgi işi ve bilgi işçisi. Sosyal Siyaset Konferansları, 49,

63 Kontrol Toplumunun Yaşam Hücreleri Ya Da Büyük Verinin Ekonomi-Politiği Derya TELLAN Özet: Elektrik-elektronik donanıma sahip teknolojilerin dünya genelinde sayısal (dijital) kodlamakodaçımlama becerisiyle buluşturulması, bilgisayar olarak görülmeyen makinelerin dahi bilgiyi depolama, sınıflandırma ve ilişkilendirerek analiz etme özelliklerini kazanmasına yol açmıştır. Transistörlerin, magnetik depolayıcıların ve silikon devrelerin küresel ölçekte ağlarla birbirlerine bağlanması ve internetin başlangıçtaki askeri-endüstriyel niteliğinden uzaklaşarak ticari-iletişim hizmetleri odaklı bir yapıya bürünmesiyle birlikte bilgiye dönüştürülmesi beklenen bir veri seli ile karşı karşıya kalınmıştır yılı itibariyle siber evrende kayıtlı bulunan tüm verinin 1.2 Zetabayt (ZB) olduğu hesaplanmakta ve bu rakamın 2020 yılında 40 ZB'ye (40 x 2 40 GB) çıkacağı tahmin edilmektedir. Veri miktarının bu denli büyük rakamlara ulaşmasının temel nedeni olarak ise makineler arası iletişim (M2M) gösterilmektedir. Kapitalist pazar dinamiklerinin daha hızlı ve daha düşük maliyetlerle işlerliğinin sürdürülebilmesinin ancak 'akıllı teknolojiler' aracılığıyla mümkün olacağını ifade eden çokuluslu sermaye şirketleri, büyük verinin (big data) işlerlik kazanmasını, yüksek fiziksel güvenlik, depolanabilir altyapı-enerji bileşenleri, yedeklenebilir iletim ağları ve risk algısına dayalı bilgi güvenliği sistemlerine dayandırmaktadır. Sermaye açısından 'kârlılık akışkanlığında ivmelenme' ve toplumsal güç ilişkilerini kendi lehine güncelleme olgularını çağrıştıran bu durum, toplumun geniş kesimini oluşturan ve ücretli emeği ile geçinmeye çalışan insanlar açısından kaynak transferinin, artı değere el koyma süreçlerinin ve kendi zihinsel üretimlerine yabancılaşmanın yoğunlaşması anlamına gelmektedir. Sermayenin büyük veri ile ne yapılacağı sorusunun yanıtı, tüketim dinamiklerini destekleyecek biçimde verilerin bireyselleştirilmesi ve veriler arasında çapraz ilişkisellikler kurularak kontrolün küreselleştirilmesidir. İş dünyası, popüler bir disiplin haline gelmeye başlayan 'veri madenciliğini' kullanarak enformasyonu analiz etmekte, toplum içindeki her bir bireyin taleplerini tecimselleştirmeye çalışmakta ve zamanı sayısal pazarlama kanalları üzerinden nakit akışına dönüştürmektedir. Büyük verinin doğasını anlamak için yakından bakılması gereken unsurlar, şirketlerin bireylerin dijital ayak izleri (bir kimsenin kendisi hakkında ürettiği enformasyon) ve veri gölgeleriyle (bir kimsenin başka bireylerin hakkında ürettiği enformasyonla) olan ilişkisidir. Şirketler, veritabanlarının kestirimsel analitik programlar yoluyla araştırılması sonrasında elde ettikleri enformasyonu kârlılık ve rekabet üstünlüğü sağlayacak bir metaya dönüştürmektedir. Veri mahremiyetini ortadan kaldıran ve birey hakkında istatistik öngörüler yerine büyük veriyi analiz ederek adeta (?!) kesin sonuçlara erişmeye olanak sağlayan yeni koşullar, enformasyonun üretimini, dağıtımını ve anlamlandırılmasını kontrol eden çokuluslu organizasyonların denetiminde, sermaye için yaşamsal öneme kavuşmaktadır. Mobil iletişim teknolojilerinin, sosyal medyanın ve nesnelerin internetinin yakınsamasının sonucu olarak günümüz toplum yapısı ve güç ilişkileri, neredeyse kontrol edilemez hale gelmiş bir veri yığını üzerinden kurgulanmaya çalışılmaktadır. Yaşanılan süreçte her türden verinin sayısallaşmasına, birbirinden bağımsız kodlanan, depolanan ve işlenen enformasyon türlerinin yakınsama sürecine girmesine ve global bir toplum yapısını açığa çıkaracak şekilde mübadele ve mülkiyet aracına dönüşmesine neden olmaktadır. Tüm bu gerekçeler ışığında, çalışmada, veri yönetimi ve kontrolünün toplumsal ilişkilerde ve sermaye-emek çelişkisinde oynadığı rolün tartışılması amaçlanmaktadır. Kapitalist ekonominin biçimlendirdiği mevcut toplumsal ilişkiler, verileri toplama, işleme, sesli-görsel formlara çevirme, onlardan değer elde etme, anlama ve aktarma becerisi kazanmanın, emeğiyle geçinen geniş kesimler açısından da büyük önem taşıdığını (ve taşıyacağını) ortaya koymaktadır. Doç. Dr., Atatürk Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü, Erzurum, dtellan@atauni.edu.tr LaborComm Uluslararası İşçi ve İletişim Konferansı, 3-4 Mayıs, Ankara

64 62 LaborComm 2014 Bildiriler Kitabı Giriş Son çeyrek yüzyıllık zaman diliminde, başta internet olmak üzere her türden iletişim ağı, dünya genelinde enformasyon temelli bir yaşam örgütlülüğünün açığa çıkmasını sağlamıştır. Gündelik yaşam, verileri kodlama, kayıtlama, aktarma, depolama ve istenilen zamanda kodaçımlayarak kullanılabilmeye dayalı kurguda ilerlerken; kimlerin, hangi koşullarda kodları açımlayacağı (verileri yeniden üreteceği) örtük bir hal almıştır. Enformasyon temelli bu hızlı evrilmenin, mülkiyet ilişkilerinin yeni bir biçimi olduğu ve içinde olunan karar verme sürecinde güç ilişkilerinin geleceğine yön verildiği gizlenmeye çalışılmaktadır. Yaşanılan süreç, enformasyonun ham maddesi (işlenmemiş hali) konumundaki verinin kontrolünün yaşamın da kontrolüne kapı araladığını göstermektedir. Organik yapıların işleyişini ve sürdürülebilirliğini sağlayan enformasyon, yapay (mekanik-elektronik) sistemlerin de kaynağı ve çıktısı konumundadır. İnsan eliyle oluşturulan organizasyonlar, coğrafi bir konuma bağlı olmaksızın ulusal sınır, yasa ve kültürlerden gün geçtikçe bağımsızlaşan ağlara dönüşmekte; sermayenin sınırsız kazanç peşinde koştuğu, mali denetimi esnekleştirilmiş hizmetler sayısal ortamlara taşınmaktadır. İnternette verinin ve dolayısıyla gücün kullanımı ekonomik, politik, askeri ve kültürel enformasyon akışlarının yönetimi ile denetimine bağlı hale gelmiştir. Örneğin internet üzerinde her 1 dakikada ne yapıldığı ise bir enformasyon yönetimi stratejisi geliştirilebilmesi açısından büyük önem arz etmektedir. Intel in 2013 yılında yaptığı bir araştırmanın bulguları (Lepi, 2014) göstermektedir ki, internet üzerinde 1 dakika içerisinde GB lık veri trafiği gerçekleşmekte; bu veri akışı içinde Facebook ortalama kullanıcı girişi ve 6 milyon kullanıcı, Google 2 milyon kavram araması, Youtube 1.3 milyon video izlemesi, Twitter twit 2014 yılı itibariyle bu rakam dakikada twite çıkmıştır, Flickr 3000 fotoğraf yüklemesi ve Likedin 100 ün üzerinde yeni kullanıcı hesabı açılmasıyla ticari işletmelerin veri akışında ne denli büyük pay sahibi olduklarını ortaya koymakta; gönderilen 204 milyon elektronik posta ki bunun % 75 i spam mesajlardır (Tellan, 2014), 133 zararlı yazılım bulaşması, 20 kimlik hırsızlığı ise internete erişmenin bedelinin kullanıcı adı, parola, şifre, kredi kartı bilgileri ile vatandaşlık ve sosyal güvenlik numaralarının kaybedilmesi pahasına olduğunu açığa çıkarmaktadır. Büyük veri ile ilgili bir diğer gösterge ise kalabalıklardan yararlanma gücüdür. Şirketler açısından, müşterilerinin paylaştıkları kişisel verilerin ve bağlantı adreslerinin analizi büyük önem taşımaktadır. Kaynak olarak kalabalıklar (crowdsourcing) kavramına son yıllarda sıklıkla başvurulmasının nedeni, şirketlerin, kitleleri üretici ve tüketici olarak kullanmanın ötesinde bir araştırma-geliştirme kaynağı olarak görmeye başlamalarıdır. Son çeyrek yüzyılda verilerin internet aracılığıyla basılı ve analog ortamlardan görsel-işitsel ve sayısal platformlara taşınmasıyla birlikte, araştırmacılar tarafından analiz edilip birbirleriyle ilişkilendirilmeyi bekleyen büyük bir veri havuzu oluşmuştur. Ancak standart olarak verilerin toplanması ve değerlendirilmesi için kullanılan ilişkisel veri tabanları, artan veri hacmi karşısında yetersiz kalmış ve verilerin salt insanlar tarafından değil, bilgisayarlar (yapay zeka sistemleri) tarafından da anlamlandırılacak şekilde yeniden tanımlanması (kodlanması) zorunlu hale gelmiştir. Büyük veri analizlerinden beklenen başta internet olmak üzere farklı ağlar üzerindeki çeşitli formatlarda (görsel-işitsel ve metinsel olarak) kaydedilmiş verilerin sınıflandırılması, ilişkilendirilmesi ve anlamlandırılmasıdır.

65 Derya Tellan 63 Görsel 1. İnternette 1 Dakika İçerisinde Gerçekleşenler Elektrik-elektronik donanıma sahip teknolojilerin dünya genelinde sayısal (dijital) kodlama-kodaçımlama becerisiyle buluşturulması, bilgisayar olarak görülmeyen makinelerin de bilgiyi depolama, sınıflandırma ve ilişkilendirerek analiz etme özelliklerini kazanmasına yol açmıştır. Transistörlerin, magnetik depolayıcıların ve silikon devrelerin küresel ölçekte ağlarla birbirlerine bağlanması ve internetin başlangıçtaki askeri-endüstriyel niteliğinden uzaklaşarak ticari-iletişim hizmetleri amaçlı bir yapıya bürünmesiyle birlikte bilgiye dönüştürülmesi beklenen bir veri seli ile karşı karşıya kalınmıştır. Mobil iletişim teknolojilerinin, sosyal medyanın ve nesnelerin internetinin yöndeşmesi esaslı teknotoplumsal ilişkiler ise, neredeyse kontrol edilemez hale gelmiş bu veri yığını üzerinden kurgulanmaya çalışılmaktadır. Süreç sayısal olarak ifade edildiğinde, 2010 yılı itibariyle siber evrende kayıtlı bulunan tüm verinin 1.2 Zetabayt (ZB) olduğu hesaplanmakta ve bu rakamın 2020 yılında 40 ZB ye (40 x 2 40 GB) çıkacağı tahmin edilmektedir (1 Zetabayt 1.09 Trilyon Gigabayt dır). Ağlar üzerindeki kodlanmış veri miktarının ortalama 2-3 yıllık periyotta iki katına çıktığı tespitinden hareketle 2020 yılında gezegendeki her bir insan için 5200 Gigabaytlık verinin birikmiş olacağı öngörülmektedir (Rometty, 2013, s. 113). Veri miktarının çok büyük rakamlara ulaşacak olmasının temel nedeni olarak ise makineler arası iletişimdeki (M2M) artış gösterilmektedir. Büyük verinin doğasını anlamak için yakından bakılması gereken unsurlar, şirketlerin bireylerin dijital ayak izleri (bir kimsenin kendisi hakkında ürettiği enformasyon) ve veri gölgeleriyle (bir kimsenin başka bireyler hakkında ürettiği enformasyonla) olan ilişkisidir. Şirketler, veritabanlarının kestirimsel analitik programlar yoluyla araştırılması sonrasında elde ettikleri enformasyonu kârlılık ve rekabet üstünlüğü sağlayacak bir metaya dönüştürmektedir. Veri mahremiyetini ortadan kaldıran ve birey hakkında istatistik öngörüler yerine büyük veriyi analiz ederek adeta kesin sonuçlara (?!) erişmeye olanak sağlayan yeni koşullar,

66 64 LaborComm 2014 Bildiriler Kitabı enformasyonun üretimini, dağıtımını ve anlamlandırılmasını kontrol eden çokuluslu organizasyonların denetiminde, sermaye için yaşamsal öneme kavuşmaktadır. Mobil iletişim teknolojilerinin, sosyal medyanın ve nesnelerin internetinin yakınsamasının sonucu olarak toplum yapısı ve güç ilişkileri, neredeyse kontrol edilemez hale gelmiş bir veri yığını üzerinden kapitalist ekonominin talepleri doğrultusunda yeniden inşa edilmeye çalışılmaktadır. Yaşanılan süreç, her türden verinin sayısallaşmasına, birbirinden bağımsız kodlanan, depolanan ve işlenen enformasyon türlerinin yakınsama sürecine girmesine ve global bir toplum yapısını açığa çıkaracak şekilde mübadele ve mülkiyet aracına dönüşmesine neden olmaktadır. Bu bağlamda, çalışmada, veri yönetimi ve kontrolünün toplumsal ilişkilerde ve sermaye-emek çelişkisinde oynadığı rolün özet bir tartışmasının yapılması amaçlanmıştır. Büyük Veri: Tanımlamadaki Zorluklar Sayısal platformlar üzerinde gerçekleştirilen arama eylemi (search) gelenekselmatematiksel iletişim modelleri bağlamında düşünüldüğünde bir geribildirim sürecidir. Kaynağın farklı kodlama-kodaçımlama süreçlerini işleterek sayısal ortama ilettiği mesaja ait alıcının geribildirimi olan arama, bağlantılı sayfaların çıktığı ve hedef kitlesi belirsiz mesajın alıcı tarafından algılanarak yeniden anlamlandırılmasıdır. Hedef kitle açısından çok fazla anlam ifade etmeyen arama sonuçları, şirketler ve devletler açısından bağlantısız verilerin matematiksel modeller ve algoritmalar kullanılarak karar enformasyonuna dönüştürülmesi önemine sahiptir. Bu tarz bir veri yığını ve veri yığınını belli amaçlar doğrultusunda ilişkilendirme, genişletme ve analiz etmede kullanılan algoritmalar, büyük verinin özünü oluşturmaktadır. Büyük veri analizi, hedef kitledeki bireylerin beslenme alışkanlıkları ile sağlık problemleri, iş ortamındaki yoğunluk ve çalışma stresleri ile tatil planları, satın aldıkları ürünler ile çevrecilik ve sosyal sorumluluk algıları arasında ilişkisellikler kurarak anlık kararlara zemin hazırlamaktadır. Pennsylvania Üniversitesi Ekonometri profesörlerinden Francis X. Diebold un özet çalışmasında (2012) ifade ettiği üzere büyük veri kavramı, 1990 ların ortalarından itibaren üretim yönetimi, bilişim, istatistik, ekonometri gibi farklı alanlarda analiz edilen veri miktarının büyüklüğüne dikkat çekmek için kullanılmaya başlamıştır. Kavramın akademik literatüre girişi ise S. M. Weiss ve N. Indurkhya nın Predictive Data Mining: A Practical Guide (1998) başlıklı bilişim sistemleri ve F. X. Diebold un Big Data Dynamic Factor Models for Macroeconomic Measurement and Forecasting (2000) ekonometri konulu çalışmaları sonrasında mümkün olmuştur. Akademik literatürde büyük veri kavramının çağrıştırdığı algılayıcılardan ve bilimsel araçlardan büyük hacimde, yüksek çeşitlilikte ve hızla gelen verilerin toplanması, saklanması, temizlenmesi, görselleştirilmesi, analiz edilmesi ve anlamlandırılması eylemidir (Gürsakal, 2013, s. 21). En basit tanımıyla ise büyük veri (big data), gerek insan gerekse makineler tarafından sayısal olarak kodlanmış her türden kurumsal veri ile internet ve sosyal medya paylaşımları aracılığıyla ortaya çıkan kişisel verilerin anlamlı ve işlenebilir biçime dönüştürülmesi durumudur. Bu kapsamda halen yapılandırılmamış enformasyon olarak duran ve değersiz (çöplük) olarak algılanan veriler arasından, sosyal medyanın kamuya açık API leri aracılığıyla, sayısal platformların kullanıcılarından elde ettikleri tüm bilgilere ulaşılabilmektedir. Uygulama Programlama Arayüzü anlamına gelen API (Application Programming Interface), herhangi bir uygulamanın belli işlevlerini diğer uygulamaların da kullanabilmesi için oluşturulmuş bir modüldür. Örneğin Google AdWords Uygulama Programlama Arayüzü (API), teknik konularda birikimi olan büyük reklamverenler ile üçüncü tarafları temsil eden geliştiriciler için tasarlanmıştır. Bunlar arasında, ajanslar, arama motoru pazarlamacıları ve birden çok müşteri hesabını veya büyük kampanyaları yöneten diğer çevrimiçi pazarlama uzmanları yer almaktadır. Google AdWords API sı, geliştiricilere, doğrudan Google AdWords sunucusuyla etkileşim kuracak

67 Derya Tellan 65 uygulamalar oluşturma olanağı vermekte; reklamverenler ve üçüncü taraflar da bu uygulama sayesinde büyük veya karmaşık AdWords hesaplarını ve kampanyalarını daha etkin ve yaratıcı biçimde yönetebilmektedir. Büyük veri platformları, sayısal ağlar üzerinde farklı, ayrıksı, aykırı olanları kategorize etmeye çalışırken diğer yandan da sanal ortamlara daha çok verinin eklemlenmesini sağlayarak maliyetleri düşürmeye çalışmaktadır. Bu kapsamda büyük verinin 5V olarak adlandırılan unsurları önem kazanmıştır (Gürsakal, 2013; Ege, 2013; Wikipedia, 2012): Variety (Çeşitlilik): Ağlar üzerinde kayıtlanmış verilerin % 80 i yapısal değildir ve her yeni teknoloji, farklı formatlarda veri üretebilmektedir. Telefonlardan, tabletlerden, nesnelerin internetinden, makine bütünleşik devrelerinden gelen farklı çeşitlilikteki veri tipleri üzerinde çalışılması gerekmektedir. Farklı dil ve lehçelerde ya da non-unicode olan verilerin bütünleşik olmaları, birbirlerine dönüşmeleri de gerekmektedir. Velocity (Hız): Büyük verinin üretilme hızı çok yüksektir ve gün geçtikçe de artmaktadır. Yapılan hesaplamalara göre 2010 yılında büyük verinin ikiye katlanması için geçen süre ay iken, 2013 yılında aya inmiş durumdadır. Daha hızlı çoğalan veri, o veriye muhtaç olan işlem sayısının ve çeşitliliğinin de aynı hızda artması sonucunu doğurmaktadır. Volume (Veri Hacmi): İstatistiklere göre 2020 de ulaşılacak veri miktarı, 2009 un 44 katı olacaktır. Öyleyse, halen kullanılan ve büyük olarak nitelenen kapasiteler ile büyük sistemleri düşünüp, bunların 40 katı büyüklükteki verilerle nasıl başa çıkılacağını öngörmek/hayal etmek gerekmektedir. Organizasyonlar veri aktarma, işleme, bütünleştirme, arşivleme gibi teknolojilerin bahse konu büyüklüklerdeki veri hacmi ile nasıl başa çıkacağını kurgulamak zorundadır. İçinde olduğumuz 2010 lu yıllarda dünya genelinde bilişim harcamaları yıllık ortalama % 5 artarken, üretilen veri miktarı yıllık ortalama % 40 artmaktadır. Verification (Doğrulama): Bu bilgi yoğunluğu içinde veri akışının güvenli olması da bir diğer bileşendir. Verinin doğru katmandan, olması gerektiği güvenlik seviyesinden ve gerek duyulan bağlantılardan aktarımı akış sürecinin esasıdır. Büyük veri kullanımında, içeriğin güvenilir kişiler tarafından görünebilirliği veya gizli kalması gerekliliği önem taşımaktadır. Value (Değer): Büyük verinin en önemli bileşeni ise birey ya da organizasyon için bir artı değer yaratmasıdır. Karar verme süreçlerine anlık olarak etki etmesi, doğru kararı vermek için kolay erişilebilir olması iş dünyası için belirleyiciliğini açığa çıkarmaktadır. Örneğin cep telefonlarının sunduğu konum tabanlı hizmetler (location based services) sayesinde süpermarketin yakınında olduğu tespit edilen bir müşterinin cep telefonuna zamana (sabah, öğlen, akşam), hava koşullarına (sıcak, soğuk), mevsime (yaz, kış) ve o müşterinin demografik özelliklerine göre (genç, yaşlı, bekar, evli, çocuklu, dul vd.) ürün teklifleri gönderilebilmektedir. Bir banka ise kredi vereceği kişinin salt demografik bilgilerini değil, yemek yeme, tatil yapma, alışveriş etme alışkanlıklarını izleyerek ve hatta sosyal ağlarda ne yaptığını gözlemleyerek, farklı yatırım önerileri ya da kredi paketleri geliştirebilmektedir. Veri miktarı ve çeşitliliğindeki artış, karar vericilerin politikalarını doğrudan etkilerken; enformasyona erişimin basitleşmesi ise sayısal platformların, kullanıcıları adına pek çok kararı kendiliğinden vermesine ve karar vericilerin daha özgün, kapsamlı ve yeni sorulara kaynak olacak biçimde derinleştirici konulara yönelmesine neden olmaktadır. Özellikle iş dünyasında, yeterli enformasyonun olmadığı koşullarda sezgiye dayalı kararlar verilmesi ile

68 66 LaborComm 2014 Bildiriler Kitabı büyük veri süreçleri kullanılarak konuyla bağlantılı veri ve analizlere ulaşılması sonrasında kararlar verilmesinin verimlilik ve kârlılık artışı sağladığı sıklıkla ifade edilmektedir. Bu durum, iş dünyası açısından büyük verinin, piyasa koşullarındaki belirsizliği giderici rolünü ortaya koymaktadır. Büyük Verinin Ekonomi-Politiği: Sermaye, Emek ve Mülkiyet Büyük verinin ekonomi-politiğinin tartışılması, öncelikle ekonomi-politik çalışmaların ortak karakteristiğine bakılmasını gerektirmektedir. Oliver Boyd-Barret ın, iletişim literatürüne ekonomi-politik çalışmalarla katkı sağlayan akademisyenleri (V. Mosco, P. Golding ve G. Murdock, H. Schiller, D. Smythe, N. Garnham) değerlendirdiği özet çalışmada (2006, ss. 1-13) Mosco dan hareketle ekonomi-politik analizlerde tarihsel boyut, toplumsal ilişkilerin bütünlüğü üzerine vurgu ile toplumsal değerlere ilgi ve bu noktadan hareketle de ticari-ticari olmayan toplumsal kurumsallaşma dengesini inceleme başlıklarının ortak paydayı oluşturduğu belirtilmektedir. Boyd-Barret (2006, s. 2) a göre Mosco, ekonomi politiğin hem dar hem de geniş tanımını sunar. Dar anlamda, ekonomi politik, karşılıklı olarak iletişim kaynakları da dahil, kaynakların üretim, dağıtım ve tüketimini meydana getiren toplumsal ilişkilerin, özellikle iktidar ilişkilerinin incelenmesidir. Fakat daha geniş biçimiyle, toplumsal yaşamda egemenliğin ve mücadelenin incelenmesidir. Ekonomi-politik analizlerin basit çizgiselliğe, indirgemeciliğe ve kompartımanlaştırmacılığa karşı doğası, sınıflar arası ve sınıf içi güç ilişkileri ile çıkar çelişkilerinin; artı değerin oluşumu ile el koyma-direnme karşıtlığında meta birikiminin tarihsel biçimlenişinin; mülkiyetin yönetimi ile kurumsallaşan kontrolün ve toplumsal üretimin örgütlenmesi olarak teknolojinin dönüşümünün bir bütün olarak incelenmesini gerektirmektedir. Özetle ekonomi-politik analiz, hemen her konuda sınıfsallıktan arındırılmış, üretim ilişkilerinin ideolojik temelli sorgulamalarından koparılmış ve ticari emtialaşmaya dayandırılmış büyük veri analizlerinin anti-tezi olarak okunabilecektir. Büyük veriyi tanımlama çabalarının zorluğu, sürecin tarihsel arka planına bakılmasının gerekliliğini ortaya koymaktadır. Elektrik-elektronik teknolojilerine dayalı sanayileşme süreçleri ile iletişim teknolojisindeki gelişmeler, icat ve inşa evresinden itibaren kamu yönetiminin ilgisine ve düzenlemelerine (1926 da İngiltere de BBC nin kamu girişimi olmasına karar verilmiş, Weimar Almanyası nda radyo haberlerini kontrol etme görevini üstlenen bir merkezi haber ajansı (DRAGAD) kurulmuş; 1927 de ABD de U.S. Radio Commission lisans düzenlemelerini yapmaya başlamış; 1933 de Fransa da Radio-Paris devlet denetimine alınmış) mazhar olmuştur. Özellikle II. Dünya Savaşı sırasında geliştirilen elektronik takip, kayıt ve depolama düzenekleri ile silah kontrol sistemleri, yüksek motor gücü ve biyo-kimyasal üretim dinamikleriyle bütünleştirilerek, savaşa taraf olan hemen her devletin elinde, yüksek miktarda veri kullanımına dayalı büyük bir savaş makinesinin açığa çıkmasını sağlamıştır. Savaş sonrası dönemin politik rekabet koşullarıyla uyumlu olarak, nükleer enerjinin girdi, transistörler ile entegre devrelerin taşıyıcı (veri işleyici/kodlayıcı) ve uzay-havacılık-uydu hizmetlerinin çıktı olarak kullanılmaya başlaması ise dünya genelinde ekonomik üretim ölçeğinin artmasına, maliyetlerin azalmasına, teknik donanım yenileme süresinin kısalmasına neden olmuştur. Soğuk Savaş ın siyasi gerginlik ortamında silahlanma yarışı, enformasyon işleme, iletim ve depolama teknolojilerinde kamu kaynakları destekli hızlı bir büyüme yaşanmasını kolaylaştırmıştır (Freeman ve Louça, 2013) ler boyunca yaşanan Petrol Şokları, Borç Krizleri, artan enflasyon ve işsizlik oranları ile siyasi belirsizlikler, 1945 sonrasında deneyimlenen enformatik teknolojilerindeki gelişim ivmesinin görece hız kesmesine neden olmuş; elektrik-elektronik mamul mal üretimi Uzakdoğu Asya ülkelerinin kalkınma hamlelerinin bir parçası olarak algılanmaya başlamış (1988 yılına gelindiğinde dünyanın en büyük yarı iletken imalatçısı 10 şirketinden 6 sının merkezi Asya Kaplanı olarak nitelenen ülkelerdeydi ve küresel pazar payının % 38.1 ine hükmediyorlardı) ve donanıma odaklanan enformatik endüstrileri yazılıma odaklanmaya başlamışlardır.

69 Derya Tellan 67 Özellikle IBM in merkezi ticari bilgisayarlarına alternatif olarak kişisel bilgisayarların (PC) piyasaya çıkmasıyla birlikte veri kullanımına ilişkin talepler de artmış ve çeşitlenmiştir. Bu dönemde yazılım alanından gelen taleplere geliştirdikleri işletim sistemleriyle yanıt veren Microsoft (DOS/Windows) ve Apple (MacOs) halen enformatik endüstrisinde belirleyici konumlarını sürdürmeye devam etmektedir lerden itibaren Batı dünyasının üretim sürecinde post-fordist yöntemleri, bölüşüm ve tüketim dinamiklerinde de neoliberal uygulamaları kullanmaya başlamasıyla birlikte yeni enformasyon yönetimi stratejileri geliştirilmiş ve yatırım, istihdam, dış ticaret ve haberleşme alanlarında bu stratejilerin uygulanması mümkün hale gelmiştir. Bu dönemde enformasyon ekonomik bir mal ya da hizmet olmanın ötesinde ekonomik kaynak olarak da tanımlanmaya başlamıştır. Örneğin Dan Schiller, enformasyonun (bir mal ya da ürün olarak) özünde tarihin ve toplumun izlerini taşıdığını (yani bilgilenme biçimlerimizin temelini oluşturduğunu) belirterek, enformasyonun kapitalist sistemin merkezi öğesi konumuna geldiğine dikkat çekmektedir (Schiller den aktaran Törenli, 2004, s. 21). Soğuk Savaşın sona ermesiyle birlikte internetin ticari şirketiletişim ağları temelinde hızlı bir gelişim göstermesi, mobil telekomünikasyon hizmetlerinin yaygınlaşması, veri depolama kapasitesinin artması ve veri kalitesinin tartışılmaya başlaması, enformasyonun bilişim teknolojileri temelinde bir süreç ile sürecin tamamlanmasını takiben piyasa değeri olan bir ürün olarak görülmesini kolaylaştırmıştır. Günümüz enformasyon yönetim stratejisi, üretim etkinliklerinin doğrudan ya da dolaylı olarak gerçekleştirilen ağ bağlantıları aracılığıyla yapılmasına, enformasyonun kâr-maliyet ikileminde sektörler ve uluslararası rekabet avantajı sağlayacak biçimde kullanılmasına ve ekonomik kapasite artışında insandan çok sayısal ilişkiselliklerin dikkate alınmasına dayandırılmaktadır. Bilişim dünyasını salt teknolojik donanımların varlığı ve aralarındaki ilişkiler (M2M) olarak algılamanın yetersizliği açıktır. Bundan çok daha önemli olan, veri işleme süreçlerinin, mal ve hizmetlerin üretim, dağıtım ve tüketim pratiklerinde yol açtığı temel değişiklikler ile mevcut toplumsal örgütlenme ve güç ilişkileri nezdinde doğurduğu sonuçlardır. Enformasyon teknolojisinin kültürümüzün şu anki dönüşümünde can alıcı bir rol oynaması olgusu, teknolojinin sosyal değişikliği tek taraflı belirlediğini ya da tarih içinde bağımsız bir otorite işlevi gördüğünü ima etmez. Teknoloji hem neden hem sonuç olduğu karmaşık bir etkileşim modelinin bir parçasıdır. Teknolojik determinizm ve sosyal konstrüktivizmin her biri kısmi bir hakikat sunar. Ancak T. P. Hughes un ileri sürdüğü üzere, teknolojiler büyüdükçe ve karmaşıklaştıkça belirli bir momentum oluşturur ve ardından topluma şekil verme eğilimi gösterir ve toplum tarafından daha az şekillendirilir (de Mul, 2008, s. 341). İşte tam bu noktada dijital tahakküm olarak niteleyebileceğimiz, yani bireyin gerçekliği algılayıp yorumlama ve kendi için yeni bir gerçeklik inşa etme çabasında, sayısal olarak kodlanmış ve aktarılmış olan verileri esas alan fiziksel, bilişsel ve kültürel deneyimlerin egemenliği açığa çıkmaktadır. Sayısal olarak kodlanamamış (dijitalleştirilememiş) veriler mevcut toplumsal ilişkiler ağında değersiz olarak algılanırken, egemen yapının ürettiği ve kodladığı veri yığınları kendiliğinden gerçeklik olarak tanımlanmaktadır. Büyük verinin ekonomi-politiğini tartışmak ilk olarak tüm bunlar sermayenin çıkarları bakımından ne anlam ifade ediyor? sorusuna yanıt verilmesini gerektirmektedir. Sermaye açısından büyük veri ile ne yapılacağı sorusunun yanıtı iş dünyasının profesyonellerince açıkça ifade edilmektedir. Civis Analytics CEO su Dan Wagner ın Başkan Obama nın siyasal kampanya verilerini analiz etme sürecinde medya kullanımına ilişkin Bu genelde Nielsen reytingleriyle takip edilir. Yani bir bakıma Hispanikler ya da genç kadın ve erkekler gibi nüfus istatistiklerine bakılıyor. Bizim yaptığımız, bireysel seviyedeki ikna edilebilirlik skorlarını baz alarak hedef kitlemizi belirlemek... Bunun toplumsal istatistiklerle bir ilgisi yok. Sadece bireysel seviyede tespit ettiğimiz hedef kitlemizle bir ilgisi var. Oldukça zordu ama organizasyonumuz kültürel açıdan bunu yapmaya elverişliydi ifadesi ile Icahn Genom

70 68 LaborComm 2014 Bildiriler Kitabı Bilimi ve Çok Ölçekli Biyoloji Enstitüsü Direktörü Eric Schadt ın sağlık iletişimi ve tedavi yöntemlerine yönelik Bizim yaklaşımımızda farklı olan şu: Biz sizi bir topluluk değil, bir birey olarak değerlendirdiğimizi söylüyoruz. Örneğin diyabet gibi bir hastalığı ele alalım. Diyabetin 100 farklı alt türü ya da komşunuzun değil de sizin diyabet hastası olmanızın farklı nedenleri olabilir ifadesinin ortak paydası bireyselleştirilen veri iken; Amazon.com un eski Baş Uzmanı Andreas Weiged in Çin halkının iletişim kurma biçimini tamamen değiştiren WeChat i hazırlayan Tencent isimli Çinli bir şirket var. Neyle ilgilendiğinizi, ne aradığınızı ve sonunda da neyi satın aldığınızı bilen e-ticaret şirketi Alibaba yla karşılaştırabilirsiniz. Ürünü iade edip etmediğinizi ya da ödemede sorunlar yaşayıp yaşamadığınızı biliyorlar. Bunlar bir milyar kullanıcısı bulunan iki şirket. Hangisinin potansiyeli daha yüksek; tüm iletişim alışkanlıklarımı bilmek mi yoksa tüm finansal işlemlerimi bilmek mi? Duruma ya da hangi endüstriyle ilgilendiğinize göre değişir tabi ki. Fakat asıl potansiyel bu ikisi arasındaki çapraz üremede yatıyor. Örneğin eğer kredi kararları vermeniz gerekiyorsa Tencent ten çok fazla şey öğrenebilirsiniz. Hayat kadınlarıyla ya da muhabbet tellallarıyla takıldığınızı bilmek, bir borcu geri ödeme eğiliminiz hakkında ufak da olsa bir ipucu verir değerlendirmesiyle Kaggle şirketinin Veri Uzmanı William Cukierski nin Dünyada sabahleyin kuş türlerini belirlemek için bir veri seti üzerinde ve öğleden sonra da bir kredi temerrüt modelleme programı üzerinde çalışan az sayıda insandan biriyimdir herhalde ifadelerinin ortak paydası ise veriler arasındaki çapraz ilişkiselliklerdir (aktaran Brustein, 2014, ss ). İş dünyası, bireyselleştirilen veriler arasında çapraz ilişkiler kurarak her türden talebi tecimselleştirmekte ve zamanı sayısal pazarlama kanallarını üzerinden hızla kâra dönüştürmektedir. Sermaye açısından büyük verinin önemi, açığa çıkardığı tecimsel veri havuzundan anlaşılabilecektir. Günümüzde müşteri taleplerine hızla yanıt vermek, reel ve potansiyel tüketicilere karşı şeffaf bir kurum kültürü oluşturmak, yeni müşteri deneyimleri oluşturmak amacıyla fiziki ve sanal dünya arasındaki bağlara yönelik inovasyona öncülük etmek ve veri analitiği ile ilgilenmek, sıradan şirketlerin bağımsız olarak gerçekleştirebilecekleri bir işlem değildir. IBM in 56 ülkeden 524 şirket üst düzey yöneticisinin katılımıyla gerçekleştirdiği araştırmada, yöneticilerin % 35 i çoklu veri kaynaklarını entegre etmede zorlandıklarını, % 30 u analitik yaklaşımı nasıl uygulayacaklarından emin olmadıklarını ya da bunu yapacak yeteneklerinin bulunmadığını ve % 22 si veriye hiç erişemediğini ya da yetersiz oranda eriştiğini ifade edilmiştir (Bloomberg Businessweek Türkiye, 2014). Bu kapsamda büyük verinin nasıl analiz edileceği ve yönetileceği? sorusu gündeme gelmekte; yanıtı ise çokuluslu şirketler tarafından kontrol edilen tecimsel veri havuzu aracılığıyla şeklinde ifade edilmektedir. Enformasyon yönetiminin toplumsal kontrolünün temel göstergelerinden biri olan ABD Patent Ofisi (USPTO) nde kayıt altına alınan patent sayısına baktığımızda 2012 yılında IBM in 6457, Samsung un 5043, Canon un 3173, Sony nin 3017, Matsushita Electric (Panasonic) in 2748, Microsoft un 2610, Toshiba nın 2415, General Electric in 1650, LG Electronics in 1617 ve Fujitsu nun 1527 patent aldığı tespit edilmiştir (USPTO, 2014). Aynı dönemde (2012 yılında) Türkiye de tescil edilen yerli patent sayısının 1025 ve bu rakamın % 6.8 inin elektrik-elektronik alanında olması ise büyük veri havuzundan ulusal ölçekte ne düzeyde yararlanıldığının açık göstergesidir. Büyük verinin sermaye açısından işlevselliğini sağlayan bir diğer konu ise yeni iş modelleri geliştirilebilmesine imkan tanımasıdır. Büyük veri müşterilere, organizasyonlara, ürünlere, pazarlara ve diğer tüm ticari unsurlara ilişkin ayrıntılı analizlerle büyük bir ekonomik değer açığa çıkarmaktadır. Büyük veri ile öngörülebilir pazar bölümlendirmesi yapılması, tüketici karar verme süreçlerine ilişkin karmaşık analiz tekniklerinin kullanılması ve mal ya da hizmet geliştirme/iyileştirme çalışmalarında yeni yöntemlere başvurulması mümkün hale gelmiştir (Gürsakal, 2013). Şirketler veri madenciliği (data mining) yoluyla

71 Derya Tellan 69 selin önüne file germekte ve fileye takılanları analiz ederek ticari kararlar almaktadırlar. Sahip olunan veriler ile sorunların nasıl çözümlenebileceğinin öğrenilmeye başlaması, şirketleri, üretim yönetimi, pazarlama, insan kaynakları ya da muhasebe-finans departmanlarının elinden kurtararak bilgi işlem birimlerine doğru yönlendirmektedir yılının sonlarında ABD merkezli teknoloji araştırma şirketi Gartner, büyük verinin ilerleyişini destekleyecek biçimde 2015 yılı itibariyle küresel ölçekte tüm sektörleri kapsayacak biçimde 4.4 milyon enformasyon teknolojisi (IT) temelli mesleğin gelişeceği öngörüsünde bulunmuştur. Gartner, yetişmiş personel eksikliği nedeniyle bu pozisyonların sadece 1/3 ünün dolacağını ifade etmiş ve veri uzmanlığının, piyasa yeterli sayıda veri uzmanı yetiştirinceye ve nihai mamul üreticisi şirketler ileri teknoloji, finans ve biyoteknoloji sektörlerindeki şirketlerle rekabet edebilecek düzeye gelinceye değin, orta vadede kıt ve değerli bir mal olacağını belirtmiştir (The Economist, 2013, ss. 7-8). Büyük verinin biçimlendirdiği toplumsal güç ilişkileri düzeninde, yaşamını emek faktörüne dayandırmış toplumun geniş kesimleri açısından, birincil sorun veri mahremiyetinin yok oluşudur. Büyük veri, sayısal teknolojiler aracılığıyla telekomünikasyon hizmetlerinin yaygınlaştığı, finans-kapital sömürüsünün kitleselleştiği/ küreselleştiği ve sosyal medya ortamlarındaki içeriğin enformasyonun serbest dolaşımı ilkesi doğrultusunda paylaşılıp bireylerin kamusal alandaki kimliklerine ve toplumların kültürel üretimine eklemlendiği günümüz koşullarında; amacı dışında ve üçüncü taraflarca kontrol edilip kullanılması nedeniyle kişisel mahremiyetin ve veri güvenliğinin yoğun olarak ihlal edilmesine zemin hazırlamaktadır. Özgürlük-mahremiyet ikileminin üreteceği politikalar, bireylere ait verilerin şirketlerin kontrolüne geçmesi sonrasında, bireyin şirketlerin pazarlama saldırısına maruz kalmadan internette dolaşma hakları ile şirketlerin ürün, fikir ve hizmetlerin pazarlamasını internet üzerinden yaparak internetin gelişimine katkı sağlayacak ekonomik kaynakları devreye sokmaları arasındaki dengeleri gözetmek zorundadır. Her ne kadar bu konu üstünde çalışanlar, veri toplayan ve analiz eden sistemleri tasarlayanlar, kişisel gizlilik ve mahremiyetten sorumlu olduklarını unutmamalı deseler de yapılan işler sürekli kişisel gizliliğin aleyhine çalışıyor (Gürsakal, 2013, s. 66). Büyük veriyi kullanan şirketler veri mahremiyetini o denli ihlal etmektedirler ki, ağlara dahil olanların arama motorları üzerinden sorguladıkları kavramların ötesinde hiç sorgulamayacakları kavramları da alan araştırmaları ve istatistik ölçümlerle tespit ederek kayıt altına almaktadırlar. Büyük verinin emek lehine kullanımı için atılan adımların ilk sonucu dijital tahakküme karşı direniş için yeni kaynaklar (alternatif sayısal platformlar, yeni sosyal medya kullanım biçimleri, fikri mülkiyetle korunan ve geniş toplum kesimlerinin verilerinin analizine dayanan bilgi mülkiyetine karşı paylaşım) ortaya çıkarmasıdır. Son yıllarda yaşanan küresel-kitlesel eylemlerde (Seattle-1999, Prag-2000, Cenova-2001, Porto Allegre-2005, Arap Baharı-2011, Occupy Wall Street-2011, Quebec-2012, Gezi-2013) sermayenin güncel öğretilerinin (neoliberalizm ve küreselleşme) mutlak bir doğru ya da gerçeklik olmadığı vurgusu kesin bir biçimde ifade edilirken; eylemcilerin potansiyellerini açığa çıkaran ve söylemlerini dünya geneline aktararak destek bulmalarını sağlayan unsur sayısal ortamlar ile bu ortamlardan paylaşılan içerikler olmuştur. İnternet, kampanya ve hareketlerin süper hareket alanları içerisinde örgütlenmesini kolaylaştırmış ve eylemcilerin daha önceki zaman, mekan ve maliyet engelleri olmadan iletişim kurmalarını ve seferber olmalarını sağlamıştır (Milberry, 2010, s. 63). Bu kapsamda büyük veri analizleri, bizlere teknolojinin önemli olduğunu, politik bir mücadele sahası olduğunu ve teknoloji kullanım yöntemleri (materyal/mental) ile bu teknolojilerden elde edilen bulguların sınıfsal karakteristikleri dikkate alınmadığı sürece yetersiz olduğunu hatırlatmaktadır. Büyük verinin emek lehine kullanım çabalarından ikincisi açık kaynak erişimi ve paylaşımıdır. Bilgiişlem dünyasında çok sayıda bilgisayar programcısının dahil olduğu ve

72 70 LaborComm 2014 Bildiriler Kitabı çokuluslu şirketlerin denetimindeki program üretim sürecine alternatif olarak açığa çıkan özgür yazılım lar, hem donanım sektörü ile altyapı hizmetlerine egemen olan şirketlerin talepleri hem de getirilen yasal düzenlemeler ile bu düzenlemelerin parçası olan kamu denetim kuruluşlarının baskıları sonrasında, ticari çıkarları yıkıcı potansiyelinden taviz vererek açık kaynak girişimi ne doğru evrilmiştir. Özgür yazılımlar, kullanıcılara sağladığı temel özgürlüklere odaklanırken, açık kaynak kodlu yazılımlar ise eşlenik (peer to peer) gelişme modelinin sağladığı güçlere odaklanmaktadır. Yazılım sektöründekine benzer bir biçimde büyük veri için geliştirilecek alternatif analiz programları aracılığıyla, herkesin verileri serbest bir biçimde kopyaladığı, çalışmalarında kullandığı ve kendi araştırma bulgularını da ekleyerek analiz çerçevesini genişlettiği bir dizi yeni yazılım geliştirilebilecektir. Veri analizi ve anlamlandırılmasında, özellikle çalışma yaşamını ve iş ilişkilerini emek açısından irdeleyen yazılımlar oluşturulması, ne lerin, ne zaman ve kimler için kullanıldığının anlaşılmasını kolaylaştıracak, sermayenin kârlılık ve verimlilik doğrultusunda kullandığı istatistikler ile ekonometrik ölçümlerin iç yüzünü açığa çıkaracaktır. Büyük veri analizlerinde gerek veri gerekse veri analiz teknikleri paylaşımı için gönüllü yazılım gruplarının teşvik edilmesi, kaynak kodlara erişimi ve emek lehine analizleri mümkün hale getirecektir. Sonuç Büyük veri kavramı, enformasyon toplumu tartışmalarına egemen olan (neoliberalizm savunucusu ve sermaye lehine küreselleşmeci) küresel bilgi toplumu paradigmasının anahtar kavramıdır. Sermaye açısından çağdaş toplumlara egemen olan tekno-kültürel karmaşanın anlamlandırılmasının, tekno-fobik yorumlamaların değersizleştirilmesinin ve bilişim sistemleri üzerinde dahi bir öteki gereksinimi inşaasının (karşıtlığın sayısal ortamlara taşınmasının) ancak büyük veri analizleri sonrasında elde edilen yapılandırılmış özgür enformasyonla mümkün hale geleceği vurgulanmaktadır. Ancak bu tarz bir veri yapılandırması, şirketlerin kârlılığının, iş dünyasının global entegrasyonunun ve vulger kültürün idealleştirilmesinin ötesinde bir anlam ifade etmemektedir. Kitleselin öldüğü ve dijitalin kişiselleştiği bir çağda, toplumun geniş kesimleri için dijital özgürlüğe giden yollardan birisinin büyük veriyi çevirebilme algoritmalarına sahip olmak ve bunları koşulsuzca paylaşmak olduğu görülmektedir. Emekçi kitlelere düşen rolün ise bu yöndeki entellektüel ilgiyi teşvik edici bir dayanışma sergilemek olduğu açıktır. KAYNAKÇA: Bloomberg Businessweek Türkiye (2014, Mart 16-22). Müşterinin ve Büyük Verinin Yükseldiği Dönemde Pazarlama Üst Yöneticilerini Neler Bekliyor? Özel Ek. İstanbul: Bloomberg Businessweek Türkiye. Boyd-Barret, O. (2006). Ekonomi-Politik Yaklaşım. Çev., Yaylagül, L. Kitle İletişiminin Ekonomi Politiği. Yaylagül, L. (der.) içinde. Ankara: Dalbaz Brustein, J. (2014, Mart 16-22). Bunu Düzeltin: Büyük Veri. Bloomberg Businessweek Türkiye. s Diebold, F. X. (2012). On the Origin(s) and Development of the Term Big Data. PIER Working Paper adresinden alınmıştır. Ege, B. (2013). Rastlantının Bittiği Yer: Big Data. Bilim ve Teknik. 550,

73 Derya Tellan 71 Freeman, C. ve Louça, F. (2013). Zaman Akıp Giderken. Çev., Osman Binatlı. İstanbul: İthaki. Gürsakal, N. (2013). Büyük Veri. Bursa: Dora. Lepi, K. (2014). What happens in an internet minute? Edudemic. 02/ adresinden alınmıştır. Milberry, K. (2010). Wiki Tarzı: Değişim Tasarlamak, Demokrasi Uygulamak. Teknoloji ve Toplum. Ruivenkamp, G., Jongerden, J. ve Öztürk, M. (der.) içinde. İstanbul: Kalkedon de Mul, J. (2008). Siberuzayda Macera Dolu Bir Yolculuk. Çev., Ali Özdamar. İstanbul: Kitap Yayıncılık. Rometty, V. (2013). Akıllı İşletmelerin Yılı de Dünya. İstanbul: The Economist Türkiye. Ruivenkamp, G., Jongerden, J. ve Öztürk, M. (der.) (2010). Teknoloji ve Toplum. Çev. Cumhur Atay. İstanbul: Kalkedon. Tellan, D. (2014). İnternet Reklamcılığının Gizli Yüzü: Spam İletilerin Doğasını Tartışmak. I. Uluslararası İletişim Bilimi ve Medya Araştırmaları Kongresi nde Sunulan Bildiri Mayıs 2014, Kocaeli. The Economist (2013). Big Data and Consumer Products Companies. London: Economist Intelligence Unit. Törenli, N. (2004). Enformasyon Toplumu ve Küreselleşme Sürecinde Türkiye. Ankara: Bilim ve Sanat. USPTO (2014). General Patent Statistics. The United States Patent and Trademark Office. adresinden alınmıştır. Wikipedia (2012). Büyük Veri Maddesi.

74

75 Anaakım İnternet, Yoğun Mülkiyet Serhan GÜL Özet: Sanal uzamın hayatımıza girmesinin üstünden çok geçmedi. İnternetin, sürekli olarak olumlanan bir anlatımla, yeni bir özgürlük ortamı olarak sunulduğu dönem, geçtiğimiz on yılın başını bu alana dair şüpheci çalışmaların artmasıyla devam etmiştir. İnternet in hayatımızın giderek daha büyük bir alanını kapladığı son yıllarda ise, bu alan akademik ilginin oldukça yükseldiği bir biçimde karşımıza çıkmaya devam etmektedir. Öte yandan bu konuda yapılan çalışmalar çoğunlukla içerik analizi ve devlet-internet ilişkisi üzerine yoğunlaşmakta olup, birçok eksiklik içermektedir. Bu eksikliği gidermek bakımından internete dair bütünlüklü ve eleştirel bir okuma oldukça gereklidir. Burada belirtilmesi gereken en önemli husus, internetin yalnızca sanal uzamdan içerikten ibaret olmadığıdır. Bir yanıyla internet, fiziksel bir altyapının üzerine inşa olmakta, öte yanıyla ise bu fiziksel altyapının genişlemesi için gerekliliği ortaya çıkarmaktadır. Bu anlamda, fiziksel altyapının yeterince dikkate alınmadığı bir çalışma oldukça eksik kalmaktadır. Bu bağlamda interneti üç farklı noktadan ele almak çalışmamız için bir temel teşkil edecektir: Birincisi, internetin, gündelik yaşam pratiklerimiz yanı sıra, emeğin örgütlenmesi, niteliği, emek piyasası ve yeni birikim düzeni ile üretim biçimi üzerindeki etki ve katkısıdır. İkincisi, internetin giderek tektipleşen tat ve beğeniler üzerine örülen, anaakımlaşan niteliğidir. Üçüncüsü ise, internet endüstrisinin içsel ve içkin olarak yoğunlaşan mülkiyet rejimidir. Bu çalışma bu üç olgunun arasındaki bağlantıları ele alarak, internetin yoğunlaşan ve kısmen tekelleşen mülkiyet yapısının içerikle olan ilişki ve paralelliğine işaret etmeyi hedeflemektedir. Bununla beraber, internetin giderek güçlenen kontrol mekanizmalarının yalnızca devlet düzenlemeleriyle sınırlı olmadığını, yumuşak sansür denilen sermaye baskısı ve yeni bir gözetim alanı olarak karşımıza çıkmasının, mülkiyet yapısıyla olan ilişkisini belirlemek yerinde olacaktır. Son olarak, yine ilk bahsettiğimiz çerçevede, alternatif ve dayanışmacı bir internet alanının yalnızca içerik kapsamında ele alınmasının tartışılarak bunun dışında alternatif bir altyapının nasıl kurgulanabileceğine dair öneriler sıralanacaktır. Anahtar Kelimeler: İnternet, yeni medya, internet endüstrisi, internetin ekonomi politiği, iletişimin ekonomi politiği, internetin mülkiyeti. 1. Giriş İnternet hayatımıza girdiğinden beri çok geçmedi, ancak internet hayatımızı giderek sarmalayan ve işlevi sanallıktan çıkarak uzamsallaşan bir gerçekliği ifade eder hale geldi. Kellner in ifadesiyle, bilgisayar, iletişim, bilgi ve multimedya teknolojilerindeki gelişmeler, insanların yaşama pratiklerine ait hemen her şeyi değiştirmiştir, çalışma düzeninden eğlence ve hobilere kadar (2005, ss ). Jordan ın ifade ettiği gibi, bu derin değişimlerle bağlantılı olarak, bir sibergüç gerçekliğinden söz etmek mümkündür (1999, ss. 5-8). Bu gücün giderek önem kazanması, internetin popüler bir çalışma konusu haline gelmesine neden olmuş ve internetin ekonomi politiğine dair birçok yaklaşım ortaya konmuştur. Bu çalışmanın amacı, internetin eleştirel ekonomi politiğine katkı sunarak, internette karşı hegemonyacı bir mücadeleye dair somut öneriler geliştirmektir. Bu çerçevede internetin, giderek yoğunlaşan mülkiyet ilişkileriyle anaakımlaşan içeriğine değinilerek, sanal uzamın mülkiyet açısından merkezileşmesi ile içerikte yaşanan tektipleşme arasında kültür endüstrisi bağlamındaki ilişkileri incelenmelidir. Arş. Gör., Adnan Menderes Üniversitesi Söke İşletme Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümü, LaborComm Uluslararası İşçi ve İletişim Konferansı, 3-4 Mayıs, Ankara

76 74 LaborComm 2014 Bildiriler Kitabı İnternetin ekonomi politiğine yönelik tüm eleştirel çalışmalarda bazı benzer öğelerin vurguyla ele alındığı söylemek doğrudur. Mosco internetin ekonomi politiğine dair çalışmaların, Avrupa ve Amerika ekollerinde farklı izleklerde yoğunlaştığını belirterek, bu çalışmalarda, devletlerarası güç ilişkileri, içerik analizi, emek örgütlenmesi, sosyal aktivizm gibi çalışma alanları belirlediğini iddia etmektedir (Mosco dan aktaran Başaran, 2014, ss. 6-12). Fuchs ise, internetteki ilişki biçimlerini davranışsal temelde ele alarak, kullanıcıların deneyimleri ve üretim süreçleri temelinde, dayanışmacı ve rekabetçi ikilemi üzerinden interneti sunmaktadır (Fuchs, 2009). Aslında bu ikilemin başka bir izdüşümünü daha ifade etmek gerekmektedir. İnternet, bir vakum içinde değildir ve kapitalist toplumun karşıtlıklarının içinde var olan bir düzlemdir (Fuchs, 2011, s. 74). Bir diğer ifadeyle, günümüzde internet, sınıf mücadelesinin açık bir alanı haline gelmiştir. Burada internetin ne olduğuna dair bir tartışmanın gerekli olduğunu vurgulamak gerekir. Bu tartışmanın bir yönünü, internetin yapısal olarak çözümlenmesi, bir diğer yönünü ise internetin niteliksel çözümlemesi oluşturmaktadır. 2. İnternetin niteliğine dair İnternetin toplumsal yaşama girdiği yıllarda bu alanın birçok farklı düşünce okuluna mensup çalışmacılar tarafından olumlu bir biçimde tanımlandığını söylemek mümkündür. Bunun birçok açıdan aynı şeyi anlatan yönleriyle, özgürlükçü, özgürleştirici, eşitlikçi, eşitleştirici, demokratik ve demokratikleştirici bir alan olarak internetin ifadesi olarak derlenmesi mümkündür. Bunda bir hakikat payı da bulmak mümkündür. Ortaya çıktığı yıllarda internet geleneksel medya ortamlarına göre oldukça özgür bir alandı. Söz gelimi, 1990 lı yıllarda, internette, birçok yasadışı içeriğe erişmek oldukça kolaydı. Bu dönemden başlayarak, teorik düzlemde cyber-enthusiasm olarak tanımlanan, bizimse siber dalkavukluk olarak ifade edeceğimiz bir yaklaşımın tutturulduğunu söylemek gerekir. Bu aşırı iyimser tavrın, ilginç biçimde, liberal çevrelerde olduğu gibi, sol, sosyalist ve karşıhegemonik çevrelerde de karşılık bulduğunu söyleyebiliriz. Oldukça aktif biçimde bu tavrı savunan yayınların başında Wired dergisi gelmektedir. Borsook, sözü geçen dergide yayınlanan bir makalesinde, interneti anarşizmin bir prototipi olarak tanmlayarak, asla boyunduruk altına alınamayacak(!) özelliklerine dikkat çekmiştir (1995, s. 110). Benzer biçimde, internetin yapısı itibariyle a priori özgürlükçü, eşitlikçi ve demokratik olduğu görüşü, çoğu burjuva siyasetçisinin gündemini doldurmuş, bu yaklaşıma, TCP/IP protokolünün özgün karakteri, internetin coğrafya üstülüğü ve internetin önceki medya biçimlerinden tümüyle farklı olduğuna dair kopuşçu teoriler de eklemlenmiştir. İlerleyen yıllar ise, internette giderek artan mülkiyet yoğunlaşması, sermayeleşme, metalaşma, uzamsallaşma, yapılaşma (Mosco dan aktaran Başaran, 2014, s. 14), giderek artan denetleme ve gözetleme olanakları gizlilik kaygıları ile birlikte, bu yaklaşımın giderek yerini endişeye bıraktığını ve eleştirel yaklaşımın internet alanında yoğun biçimde tedavüle girdiğini söyleyebiliriz. Bu açıdan, internetin eleştirel ekonomi politik çerçevede ele alınması, internetin barındırdığı eşitsizlikleri, bu eşitsizliklerin yeniden üretilmesini, uluslararası tekelleşme, bilginin üretimi, uluslararası eşitsizlikler, ülkeler arasındaki eşitsizlikler gibi başlıkları gündemimize getirmektedir (Başaran, 2014, ss ). Bütün bu ifadelerden toplamda çıkarabileceğimiz ifade 3+1 (üç artı bir) formülüyle ifade edilebilecektir: İletişimin eleştirel ekonomi politiği, (mülkiyet rejimi, üretim biçimi (süreçleri) ve emek örgütlenmesi) [altyapı] ve (bilişsel ürünün niteliği(içeriği)) [üstyapı] alanlarını inceler ve bu alanlardaki eşitsizleşen ve çarpıklaşan yönleri gündeme getirir. Bu çalışmada mülkiyet rejimi ve içerik anaakımlaşmasına yoğunlaşmayı amaçlıyoruz. Ve bu kapsamda ilk olarak, internetin niteliğine söylenmesi gereken şey, günümüzde birçok eşitsizliği ortaya çıkardığı ve derinleştirdiğidir. Bunları:

77 Serhan Gül İnternet alanlarının mülkiyetinde, 2. İnternete erişim için gerekli olan araçlarda, 3. İnternet ve YİT (Yeni İletişim Teknolojileri) kullanma becerileri ve bilgisinde, 4. İnternette bilgi üretiminde ve dağıtımında, biçiminde derlemek mümkündür. Bu eşitsizlikler genel ifadesiyle dijital uçurum olarak tanımlanmaktadır. Dijital uçurumun birçok düzlemde ele alınması mümkündür, bunlar, küresel ve ulusal, sınıfsal, bölgesel, etnik, toplumsal cinsiyet, eğitim düzeyi açısından eşitsizlikler olarak ifade edilebilir. Bu açıdan, günümüzde küresel düzeyde, internetin, coğrafi olmayışı ucuz bir mit olarak karşımıza çıkmaktadır. Bugün internet, merkez-çevre ayrımının çok daha net biçimde ortaya çıktığı bir alan haline gelmiştir. OECD (2012a) Economic Outlook araştırmasına göre, en büyük internet firmaları arasında ilk 5 in tamamı ABD merkezlidir. Bunlar, sırasıyla Amazon, Google, ebay, Yahoo ve expedia dır. İlk 10 firmanın 8 tanesi ABD, 1 i Japonya ve 1 i Almanya merkezlidir (OECD, 2012a). Yine OECD (2012b) verilerine göre, 2011 yılında tüm dünyadaki internet hasılatının 40% ı Kuzey Amerika, 36% sı ise Asya- Pasifik bölgesinde toplanmaktadır. Bu tablo aynı raporda daha da dramatik bir hal almaktadır: Net gelirlerin yüzde 58% i Amerika ya giderken, net borçlanma da küresel borcun 19% u Amerika, 60.6% sı ise Avrupa kıtası tarafından paylaşılmaktadır. Bu açıdan tablo açık bir şekilde, küresel internet sermayesinin bölgesel yoğunlaşmasını önümüze koymaktadır. Bir diğer yönden, internette üretilen bilgi ve veri akışında da benzer bir durum söz konusudur. Özdemir in sunduğu biçimiyle, üretilen veri akışı, internet sermayesinin yoğun olduğu ABD den, diğer bölgelere doğru asimetriktir (2005, s. 214). Bir diğer ifadeyle, internetteki bilgi, ABD ve birkaç gelişmiş ülkede üretilmekte ve azgelişmiş ülkelerde tüketilmektedir. Amin in geleneksel medya üzerine ifade ettiği gibi, para ve emek çevreden merkeze aktarılırken, teknoloji ve bilgi merkezden çevreye aktarılmaktadır (Amin, 1977, ss ). Bu bir bağımlılığı işaret ettiğinden, üçüncü dünya yaklaşımı, bağımlılık veya emperyalizm gibi kavram kümelerinin interneti giderek daha da çok tanımladığı söylenebilir. Bu çerçevede internetteki eşitsizlik yalnızca içsel değil, aynı zamanda bir azgelişmişlik tartışmasını içermektedir (Bulut, 2009, s. 33). İnternetteki bu bağımlılık hali, Geray ın ifadesiyle masaüstü sömürgecilik olarak tanımlanmıştır (2005, ss ). Küresel boyuttaki bu yoğunlaşmanın bir diğer boyutunu ise pazar ekonomisinde takip etmemiz mümkündür. İnternetin önceki yıllarına göre giderek az sayıda firma pazarda kalırken, sermaye birikimi ve tekelleşmeden söz etmek gerekir. Teknoloji endüstrileri arasında müthiş biçimde büyüyen internet ekonomisi, kârlılık ve hasılat trendlerinde büyük ivme yakalamıştır. Economist dergisinde yayınlanan bir yazıda, Bloomberg verilerine göre 2008 yılında, Amazon, Apple, Facebook ve Google ın toplam net paranın 50 milyar dolardan az olduğu, 2012 yılında ise bu rakamın 200 milyar doları geçtiği sunulmaktadır. The Guardian gazetesinde yayınlanan Nisan 2013 tarihli bir makalede, yalnızca Apple ın nakit stoğunun 145 milyar doları aştığı iddia edilmektedir (Rushe, 2013). İnternetin giderek çitlendiği bu yeni döneme dair birçok veri sunulabilir ancak sonuçlar benzer olacaktır. Bu yoğunlaşmada önemli araçlardan biri devralma ve birleşme (acquisitions and mergers) işlemleridir. Örnek vermek gerekirse, Google, 2010 yılında 48, 2011 yılında ise 79 firmayı devralmıştır. Bunların arasında çok dikkat çekici olanlar vardır: 12.5 milyar dolara Motorola Mobility i satın alan Google, mobil telefon ve ekipman sanayine hızlı bir giriş yaparken, YouTube u devralarak online reklam pazarında yeni yükselen yıldız olan video reklamcılığına da büyük ölçüde hakim olmuştur. Diğer bir yandan, online reklam pazarındaki en önemli rakipleri olan DoubleClick i 3.1 milyar dolara (The Economic Times, 2013), AdMeld i 400 milyon dolara ve AdMob u 750 milyon dolara devralarak, online reklam pazarında fiili bir tekel haline

78 76 LaborComm 2014 Bildiriler Kitabı gelmiştir. Yazının ilerleyen kısımlarında bir internet şeması üzerinden yürüteceğimiz tartışmada, tekelleşme örneklerini çoğaltacağız. Microsoft un giriştiği devralma işlemleri arasında, 2007 de bir reklam firması olan aquantive i 6.3 milyar dolara, Skype ı 2011 yılında 8.5 milyar dolara alması göze çarpmaktadır. Devralma işlemlerinde en yüksek meblağ ise Facebook un 2014 Şubat ayında WhatsApp ı 19 milyar dolara devralmasıdır 1. Bu veriler internet endüstrisindeki yoğunlaşmanın ve uzamsallaşmanın kavranması açısından önemlidir. Öte yandan tartışmamızdaki diğer uğraklara da değinelim. Marx ve Engels, Alman İdeolojisi nde, altyapı ile üstyapı > ekonomik ile kültürel > mülkiyet ile içerik arasındaki bağıntıyı şöyle ortaya koymaktadır: Maddi üretime sahip olan sınıf, zihinsel üretime de sahip olmaktadır ve böylece, genel olarak konuşursak, zihinsel üretim araçlarına sahip olmayanlar bunun nesnesi olurlar. (Marx ve Engels, 1973, s. 64) Burada Marx ın derin materyalistliği bilgece kültürel çalışmalarla buluşur: Adorno ve Horkheimer ın anlattığı şekliyle, serbest pazar miti sona ermektedir, reklam endüstrisine ve büyük sermayeye hükmedenin medyayı zapt-u rapt altında tuttuğu bir düzende, kullanıcı davranışları da bir üniformaya dönüşmüştür. (2002, s. 103) Bunun tartışmamıza katkısı büyüktür. Çünkü internette mülkiyet yoğunlaşmasının yaşandığı süreçle kullanıcı tercihlerinin, zevk ve beğenilerinin tektipleşmesi ve içerikte yaşanan baş döndürücü anaakımlaşmasının bize göre bir tesadüf olarak tanımlanması en hafif ifadesiyle safdillik olacaktır. Öte yandan modern tüketici kültürünün ve kapitalizmin içselleşmesinde, medya ve reklamcılığın önemiyle birlikte ele alındığında bu tablo çok da şaşırtıcı olmamaktadır (Garnham, 1990, s. 13). Bu açıdan internet kullanımına dair bazı verileri sunalım: İlk olarak, NetCraft ölçümlemeleri göstermektedir ki, en çok tıklanan 20 internet sitesinin 19 u ABD merkezlidir. İlk 60 sitenin ise, 49 u ABD, 6 sı Birleşik Krallık, 3 Hollanda, 1 İtalya ve 1 i Almanya merkezlidir. 2 Patelis e göre, 2000 yılında, tüm internet sitelerinin 80% i İngilizce dir (2000, ss ). Bir diğer açıdan, Alexa rankings tarafından ayrı ayrı yapılan ölçümlemelerde, dünyanın farklı ülkelerinde en çok tercih edilen 5 internet sitesi hemen hemen aynıdır (Google, Facebook, YouTube, Yahoo ve Amazon). 3 Bu açıdan internetin giderek benzeşen ve tektipleşen bir deneyime dönüştüğünü söylemek mümkün olmaktadır. 3. İnternetin yapısına dair Günümüzde internet gerçekliğine dair tartışmayı sürdüreceğiz, ancak bu bölümde, ortaya koymamız gereken bir diğer soru, internetin ne olduğudur. İnternete dair yapılan çalışmaların neredeyse tamamı sanal uzama dair olup, bir yönüyle oldukça eksiktir. Bu anlayış, internetin çoğunlukla sanal alem olarak tanımlanmasına yol açmıştır. Oysa, internet sanal alem olduğu kadar fiziksel bir aleme de tekabül etmektedir. İnternetin gerçekleşmesi, oldukça geniş bir fiziksel altyapının varlığıyla mümkündür. Bu çerçevede, interneti tanımlarken, sanal ve fiziksel uzam, ya da daha özgün olarak, altyapı ve içerik olarak iki temel alandan söz edebiliriz. Bu iki alanın alt başlıkları olarak ise birçok öğeden söz edebiliriz. Bu çerçevede 7 si sanal ve 7 si fiziksel uzama dair olmak üzere 14 alandan söz edebiliriz (Tablo 1). Buna göre, fiziksel uzam: omurga altyapısı, telekomünikasyon, İnternet Servis Sağlayıcı, ticari veri sunucuları, bilgisayar donanımı, e-ticaret altyapısı ve e-bürokrasi altyapısı ndan; sanal uzam ise: yazılım (işletim sistemi, diğer yazılım), arama motorları, sosyal ağlar, haber portalları, e- eğlence (dijital oyun, video, dizi, film siteleri), e-ticaret siteleri ve e-bürokrasi öğelerinden 1 adresinden alınmıştır (Erişim tarihi 9 Temmuz 2014). 2 < > adresinden alınmıştır (Erişim tarihi 9 Temmuz 2014 ). 3 < > adresinden alınmıştır (Erişim tarihi 8 Temmuz 2014 ).

79 Serhan Gül 77 oluşmaktadır. Farklı biçimlerde de tasnif etmek mümkün ancak, çalışmamız açısından bu temel başlıklar faydalı olacaktır. Bu alanlardan dışsal olarak ele aldığımız, çevrimiçi reklam endüstrisini de belirtmemiz gerekir. Çevrimiçi reklam endüstrisi, ne tamamen sanal, ne de tamamen fizikseldir. Öte yanıyla, reel mal ve hizmetler ile çok karmaşık bir ilişki barındırdığından, aslında reel reklam endüstrisinin sanallığa dair bir uzantısını da barındırmaktadır. Bu açıdan, bu tabloda ele almak güç olacağından, ayrıca değerlendirilebilir. Tablo 1: İnternetin iki uzamı Fiziksel (Altyapı) Omurga altyapısı Telekomünikasyon İnternet Servis Sağlayıcı Ticari veri sunucuları Bilgisayar donanımı E-ticaret altyapısı E-bürokrasi altyapısı Sanal (İçerik) Yazılım (İS, diğer yazılım) Arama motorları Sosyal Ağlar Haber portalları Eğlence (Dijital Oyun vb.) E-ticaret siteleri E-bürokrasi içeriği Tartışmamız doğrultusunda, internetin bu alt başlıklarının her birini mülkiyet yoğunlaşması ve ana akımlaşma açısından değerlendirmek oldukça uzun bir uğraş olup, bir diğer çalışmada ele almamız gerekecektir. Ancak tartışmamız içinde bazı örnekler vermek yararlı olacaktır. İnternet kullanıcısının internete erişme deneyimini ele alalım. Kullanıcı, internete girdiği cihazına yüklü olarak bulunan içerik (yazılım) ile doğrudan temas etmektedir. Bu temel arayüze işletim sistemi demekteyiz. Bu alanda, StatCounter ölçümlerine göre 4, tüm kullanıcıların % 50,16 sı Windows 7, % 14,86 sı Windows XP, % 13.0 ü Windows 8, % 7.8 i MacOSX, % 6,23 ü ios (Apple işletim sistemi) kullanmaktadır. Toplamda % 82 nin üzerinde kullanıcı Microsoft Windows ürünleri kullanmaktadır. İşletim sistemi üzerinde ise, bir dizi yazılım yoluyla bilgisayar kullanımı ile internet erişimi sağlanmaktadır. Örneğin, internet tarayıcısı alanında, tüm kullanıcıların % 45,46 sı Google Chrome, % 20,98 i Microsoft Internet Explorer, % i Mozilla Firefox, % 10.3 ü ise Safari programlarını kullanmaktadırlar. İnternet kullanıcılarının büyük çoğunluğu interneti sosyal medya siteleri ve arama motorları aracılığıyla ulaştıkları alanlarda kullanmaktadır. Örneğin, sosyal medya siteleri alanında, Haziran 2014 itibariyle, Facebook toplam tıkların % unu, Tumblr % 9,41 ini, Pinterest % 7,79 unu ve Twitter %5,21 ini almıştır. Her iki tabloda da, ilk 4 % 90 dan fazla bir oranı oluşturmaktadır. Türkiye de internet servis sağlayıcı (İSS) alanında TTNet 2009 itibariyle pazarın % 85,2 sini elinde bulundurmaktadır (Deloitte, 2010: 13). Gartner araştırmasına göre, bilgisayar satışları açısından bakıldığında, 2012 yılında tüm dünyada yapılan satışların % 16,0 sı HP (56,5 milyon), % 14,8 i Lenovo (52,1 milyon), % 10,7 si Dell (37,6 milyon), % 10,4 ü Acer ve % 6,9 u Asus tarafından yapılmış olup, ilk 5 firma tüm bilgisayar satışlarının % 58,7 sini gerçekleştirmiştir (Gartner, 20013). Arama 4 adresinden alınmıştır (Erişim tarihi 9 Temmuz 2014).

80 78 LaborComm 2014 Bildiriler Kitabı motorlarında ise Google Haziran 2014 te tüm tıkların % 88,76 sını alarak müthiş bir tabloyu önümüze koymaktadır. İkinci sırada, program yüklerken allem-kallem ederek bilgisayara yüklenen ve kullanıcının isteği dışında açılmasıyla meşhur bing arama motoru % 4,41 ile gelmektedir. Bu noktada durup, tabloya hızlıca bakıp tartışmamızın diğer kısmına geçelim.* (Şekil 1) Şekil 1: İnternet kullanıcı haritası Bu şemada sunduğumuz şekliyle, içeriğe ulaşmak isteyen kullanıcı, kendisine hizmet sağlayan erişim sağlayıcıya bağlanmakta, omurga altyapısı üzerine kurulu olan telekomünikasyon şebekesi üzerinden internete erişmektedir. Basitçe anlatmak gerekirse, sanal uzamın çevrimiçi alanında, web siteleri olup, bu sitelerdeki sayısal bilgiler veri sunucuları üzerinde depolanmaktadır. Benzer biçimde, e-eğlence siteleri de bir kısmıyla internetin çevrimiçi alanında yer alırken, bir yanıyla çevrimdışı içerik de sunabilmektedir. E- bürokrasi hem sanal hem fiziksel temelde biçimlenir. E-ticaret altyapısı ise e-ticaret sitelerinin depolama ve ulaşımı sağlayan fiziksel bütünlüğünü oluşturur. İnternette oluşan eşitsizliğe dair söz ettiğimiz 4 eşitsizlikten son ikisi, internete erişmek için gerekli araçlara ulaşabilme ve gerekli bilgi ve yeterliliğe sahip olmaya dairdir. Tartıştığımız diğer iki yönünde olduğu gibi, bu yönlerinde de, sınıfsal, bölgesel, etnik, toplumsal cinsiyet ve eğitim düzeyine dönük, oldukça derin bir uçurum vardır. Bu açıdan, orta ve üst sınıfın, erkeklerin, egemenlerin ve varlıklıların internete daha rahat erişip kullanabildiği ve bunun eşitsizliği derinleştirdiği ve yeniden ürettiği söylenegelmiştir (Ekecrantz, 2011, ss ; Başaran, 2005, s. 213; Göker, 2007, s. 205).*

81 Serhan Gül 79 Google ın arama motoru pazarındaki fiili tekelinin bir yönü, internette süregiden ve bir yönüyle söz ettiğimiz örülen yatay, dikey ve çapraz mülkiyet ilişkileri ağıdır. Burada, Google ın YouTube, Picasa gibi diğer önemli siteleri satın almasının yanı sıra online reklam pazarını da kontrol etmesi önemli hale gelmektedir. emarketer in sunduğuna göre, 2012 yılında tüm çevrimiçi reklam gelirlerinin % 31,46 sı (32,73 milyar dolar), Google tarafından toplanırken, ikinci olan Facebook % 5,04 te kalmaktadır. Tüm mobil reklam gelirlerinin ise % 52,36 sı Google tarafından toplanırken, ikinci olan Facebook % 5,35 ini alabilmiştir. Bu tabloyu biraz daha açalım: IAB nin sunduğu verilere göre, 2012 yılında dünya çevrimiçi reklam pazarında ilk 10 firma toplam hasılatın % 72 sini paylaşırken (IAB, 2013), 2005 ten beri pazarın yaklaşık 4 kat büyüdüğü ifade edilmektedir. 4. Endişeden mücadeleye Google ın devraldığı YouTube, Picasa gibi platformlarla, kendi mail uygulaması olan Gmail, Google drive gibi uygulamaları tek bir Google kimliği altında birleştirmesi, kullanıcı profilini tümüyle denetleyebilen ve filtreleyebilen yeni bir ağ modeline işaret ederken, bu filtrelemeler özellikle internette kullanıcıya sunulan reklam ve arama algoritmalarındaki farklılaşmada hissedilebilmektedir. Daha da kaygı verici olan ise, böylesi bir medya gücünün yaptırım gücüyle alakalıdır. Bu güç, Marcuse nin baskıcı tolerans (1965) ifadesini çağrıştıran, potansiyel bir tehdidi barındırmaktadır: Google arama motorundan yasaklanmak, bu tabloda, internetten dışlanmayla eşdeğerdir. Bu, sıkça kullanıldığı biçimiyle bir yumuşak sansür olarak değerlendirilebilir. Kaya, 19. ve 20. yüzyıl boyunca sermaye ve devletin basın ve medyayı kontrol etmek için çaba sarfettiğini özetlemektedir (2009, s. 43). Herman ve Chomsky ise yılında YİT lerine yönelik uyarıda bulunarak, internetin gelecekte demokratik bir medya alanı olmasına yönelik bu sermaye tehdidini öngörmüşlerdi (2002, s. introduction, xvi). Bugün ise benzer bir tehlike çok daha yakınımızdadır yılında, Google, arama motorundan 11 milyon 383 bin internet sitesini yasaklamış ve bu oldukça ses getirmişti. 5 Buna yönelik Google ın yaptığı açıklamalar ise endişeleri daha da artırıcı bir niteliktedir. Yine 2014 yılına girdiğimizde, benzer haberler gündelik haberler olarak önemsenmemektedir. Özetlemek gerekirse, günümüzde internet giderek anaakımlaşmış, beğeni ve tercihlerde tek tipleşmiş, reklamlarla kaplanmış, ticari, promosyon tuzaklarıyla bezenmiş ve giderek hem internet hem diğer içerikte güvenilirliği azalan, denetim ve gözetleme mekanizmalarının arttığı ve tekelleşen ve merkezileşen bir medya mecrası olma yolundadır. Bu çalışmada belirtmediğimiz yönleriyleyse de, emek örgütlenmesini parçalayan, mekansallığı dağıtarak üretim faaliyetini toplumsallığından soyutlayan, esnekleşen bir üretim biçimini dayatmakta ve güvencesiz çalışma, yedek işgücü piyasasına kolayca erişebilme gibi çalışan sınıfı baskılayan bir aktör olarak giderek etkili hale gelmektedir. Bununla paralel olarak, internetin birçok alt sektöründe, sanal üretim ile geçinen insan, tamamen güvencesiz ve fiziksel olarak hiç tanışmadığı bir aidiyette üretim yapmaktadır. Söz gelimi, günümüzde oldukça fazla sayıda genç, bir sanal oyun üzerinden para veya eşya üretip satmakta ve firma aracılığından komisyon almaktadır. Benzer şekilde birçok yeni işkolunun ortaya çıktığını, internet üzerinden dizi altyazısı çevirenlerden tutun, e-ticaret sitelerinden küçük ürünler satarak yaşayanlara dek, oldukça karmaşık, girift ve zayıf bağların olduğu bir çalışma rejiminden söz edilebilir. Hebblewhite, Smythe ci bir izlekte ilerleyerek, iletişim araçlarının üretim araçları olarak da ifade edilebileceğini savlamaktadır (2014, ss ). Bu nosyonun giderek daha da derinleştiği ve dikkate alınması gerektiği aşikardır. 5

82 80 LaborComm 2014 Bildiriler Kitabı 5. Klavye savaşları Tüm bu yönleriyle, internet, kapitalizmin ideal metaalanıdır diyebiliriz. Kapitalist ekonominin birçok yönüyle mükemmel bir tözünün internette canlandığını söylemek gerekir. Tam da bu yüzden, daha önce belirttiğimiz noktayı tekrarlamak gerekmektedir: İnternet yalnızca sanal bir alem değildir. Diyalektik bir yöntemin tutturacağı yol, internetin(i) ve ilk tanıdığımız biçimiyle internet fikrinin (İ) yoğun bir saldırı altında olduğu bu dönemde, interneti her yönüyle etkin bir biçimde kullanmak olmalıdır. Türkiye de karşı-hegemonik yapıların bugüne kadar internetin yalnızca sanal uzamında faaliyet gösterdiklerini ve fiziksel uzamıyla ilgilenmediklerini ifade etmek yersiz olmaz. Bununla beraber, bu çabalar fazla sonuç vermemiş ve muhalif sitelerin etki alanı daralmıştır. Sert veya yumuşak sansürle baskılanan muhalif internet içeriğine karşı (web siteleri, sosyal medya grupları, mail grupları vb.) müdahaleler gün geçtikçe artmaktadır. Karşı-hegemonik bir internet mücadelesinin yararlanacağı çok önemli deneyimler de vardır. Özgür yazılım, oldukça önemli bir etki yaratarak bilişim endüstrisindeki kapitalist boyunduruğa önemli bir cevap üretmişti. Çok daha yeni olan MeshNet ise, internet erişimini paylaşıma açarak, özgür, ucuz ve paylaşımcı bir yol sunmaktaydı. Böylece, internetteki bu ahval-i şer e karşı ortaya konacak bir alternatif çabanın, ele aldığımız mülkiyet, üretim biçimi ve emek süreci zincirlerini kırması elzemdir. Bir diğer ifadeyle, (1) karşı-hegemonik internet ürünü, ücretsiz olmalı ve ticarileşen internet ortamına karşı bir alternatif sunmalıdır, (2) açık kaynak kodlu olmalı ve katılımcılığı esas almalıdır ve (3) anti-hiyerarşik ve dağınık örgütlenerek, merkezi belirlenime karşı bir deneyimi hayata geçirmelidir. Bu nedenle, internette muhalif bir mücadele örmek için bazı önerilerimiz şu şekilde sıralanabilir: İçerik alanında: 1. daha fazla özgür yazılım üretilerek, piyasa tekellerinin insafına bırakılmış ve kullanıcıları illallah ettiren uygulamalara karşı alternatifler üretmek gerekmektedir. Bunlara Java, Flash Player, Adobe Reader vb. sayısız örnek verilebilir. 2. Dijital oyunlar oldukça önemli bir biçimde ele alınarak, katılımcı ve dayanışmacı oyunlar üretilerek kültürel mücadeleye katkı sağlanmalıdır Alternatif ve reklamsız arama motorları oluşturarak kullanıcılara rehberlik edilmelidir. Altyapı alanında ise, durum biraz daha çetrefillidir. Omurga altyapısı, telekomünikasyon hizmetleri, donanım gibi alanlar yoğun sermaye birikimi ve üretim araçlarına sahiplik gerektirdiğinden, kısa vadede faaliyet göstermek mümkün değildir. E-ticaret altyapısı ve e- bürokrasi gibi alanlar ise doğal olarak böyle bir sürece dahil edilemeyecektir. Diğer yandan ise veri sunucuları (yer sağlayıcı), hosting ve internet servis sağlayıcı alanlarında, metadışı ve katılımcı alternatifler, geniş bir mutabakatla oluşturulmalı ve denetim mekanizmalarını bir ölçüde kırmak hedeflenmelidir. Ülkemizde son dönemlerde gerçekleşen yasal düzenlemelerin (bilhassa 5651 ve 5801 sayılı kanunların) internet alanındaki manevra alanını oldukça daralttığı doğru olmakla birlikte hukuki düzlemde imkânlar tükenmemiştir. 6. Sonuç Bu bildirinin ilk bölümünde, internetin, birkaç farklı boyutuyla internetin giderek merkezileşen mülkiyet rejimiyle giderek anaakımlaşan, tektipleşen, renksizleşen ve ticarileşen olumsuz gidişatıyla ilgili tartışmaları ele alarak, erken dönemlerdeki iyimserliğin vardığı hazin son ile ilgili tartışmamızı sunduk. Buna göre, internet, birinci seviyede, iki açıdan gözden geçirilmelidir. Öncelikle, niteliği itibariyle, özgürlükçü, eşitlikçi ve demokratik bir mecra olmaktan çıkmış ve sermaye istilasına maruz kalmıştır. Bununla beraber, yatay, dikey 6 Özgür, ücretsiz ve katılımcı bir oyun atölyesi oluşturmak için önerimizi 4-7 Eylül 2014 tarihinde İzmir Karaburun da yapılacak olan Karaburun Bilim kongresinde sunarak bir adım atmayı hedefliyoruz.

83 Serhan Gül 81 ve çapraz yoğunlaşma süreçleri interneti giderek eşitsizleşen, eşitsizlikleri derinleştiren ve yeniden üreten bir alan haline getirmeye devam etmektedir. Bu, dijital uçurum tartışması çerçevesinde ele alınarak, birçok boyutuyla incelenmelidir. Biz bu makalede yalnızca, dışsallık düzleminde, internetin merkez-çevre ikilemini yeniden gündeme getirdiğini ortaya koyarak, bir bağımlılık yaklaşımını haklı çıkaran verileri belirttik. Diğer açıdan ise, az sayıda çokuluslu şirketin giderek tekelleşen karakterini tartışmayı amaçladık. Öte yandan internet deneyimleri giderek tektipleşmekte olup, tekerrüre dayalı bir lezzetsizleşmeden geçmektedir. Geleneksel medyada olduğu gibi, sermayenin kontrolündeki oldukça benzer anaakım internet siteleri ayakta kalmakta ve kullanıcıların deneyimlerinde yer edinmektedir. İkinci bölümde ise, internetin yapısallığı tartışılarak, fiziksel uzamın önemine dikkat çekilmek istenmiştir. Bu açıdan, internetin anlaşılmasına dair kategoriler oluşturularak, her bir kategoride gözlenen yukarıda bahsedilen yoğunlaşma ele alınmıştır. Bunun göz önünde bulundurulması, özellikle alternatif ve dayanışmacı bir internetin var olabilmesi için elzemdir. Bütün bu olumsuzlukların vurgulanması, diyalektik olarak, karamsarlığa değil, umuda yönelik bir çağrı niteliği taşır. Ekman ın ifadesiyle, medya üretiminde ve iletişim teknolojisinde karşıt bir yöne işaret eden ve küresel bağlamda karşı-hegemonik oluşumlara imkân veren başka boyutlar da söz konusudur. (2014, s. 115) Bu makale de, bu imkânları yeniden düşünmeyi amaçlayarak, internette mevcut çabaların ötesine gidilmesinin önemine vurgu yapmaktadır. Eleştirel bakış, dayanışmacı ve paylaşımcı bir toplumsal düzenin kurulmasını amaçlayarak, adalet, eşitlik ve kamu yararına dair ahlaki bir çizgiyi takip eder. (Murdock ve Golding, 2005: 61) Son olarak değerlendirmemiz gerekir ki, internet günümüz toplumsal mücadelesinde önemli cephelerden biri olup, sermaye saldırganlığı ve yayılmacılığına karşı, tekelci kapitalizmin ideal metaalanı olarak tanımladığımız internet, en az sermaye kadar istekli ve her yönüyle değerlendirilmesi gereken bir alan olarak ele almalıyız. KAYNAKÇA: Adorno,T.W. ve Horkheimer, M. (2002). The Culture Industry: Enlightenment as Mass Deception. Dialectic of Enlightenment. Schmid Noerr, G. (der.) içinde. California: Stanford University Press Amin, S. (1977). Imperialism and Unequal Development: Essays by Samir Amin, London & New York: Monthly Review Press. Başaran, F. (2014). Giriş: Marx, Medya, Meta ve Sermaye Birikimi, Marx Geri Döndü: Medya, Meta ve Sermaye Birikimi. Fuchs, C. ve Mosco,V. (der.) içinde. Ankara: Notabene Yayınları Borsook, P. (1995, October). How Anarchy Works, Wired. Bulut, S. (2009). Sermayenin Medyası, Medyanin Sermayesi: Ekonomi Politik Yaklaşımlar. Ankara: Ütopya Yayınları. Chomsky, N. ve Herman, E.S. (2002). Manifacturing Consent: The Political Economy of the Mass Media. New York: Pantheon Books. Deloitte, (2010). TC Başbakanlık Bilgi ve İletişim Teknolojileri Sektörü Raporu, ments/7d7f7b pdf adresinden alınmıştır.

84 82 LaborComm 2014 Bildiriler Kitabı Ekman, M. (2014.) Birikimi Anlamak: Marx ın İlkel Birikim Kuramı nın Medya ve İletişim Çalışmaları Açısından Önemi. Marx Geri Döndü: Medya, Meta ve Sermaye Birikimi. Fuchs, C. ve Mosco, M. (der.) içinde. Ankara: Notabene Yayınları Fuchs, C. (2009). Information and Communication Technologies and Society: A Contribution to the Critique of the Political Economy of the Internet. European Journal of Communication, 24(1), Fuchs, C. (2011). Foundations of Critical Media and Information Studies. New York: Routledge. Garnham, N. (1990) Capitalism and Communication, London: Sage. Gartner, (2013). Gartner Says Declining Worldwide PC Shipments in Fourth Quarter of 2012 Signal Structural Shift of PC Market. adresinden alınmıştır. (Erişim tarihi 9 Temmuz 2014). Geray, H. (2005). Birikim Düzenleri, Yeniden Yapılanma ve Küreselleşme. İletişim Ağlarının Ekonomisi: Telekomünikasyon, Kitle İletişimi Yazılım ve İnternet. Başaran, F. ve Geray, H. (der.) içinde. Ankara: Siyasal Kitabevi. IAB (2013), IAB Internet Advertising Revenue Report 2012 Full Year Results. rev.pdf adresinden alınmıştır. Jordan, T. (1999). Cyberpower: The Culture and Politics of Cyberspace and the Internet. New York: Routledge. Kaya, R. (2009). İktidar Yumağı: Medya-Sermaye-Devlet. Ankara: İmge Kitabevi Yayınları Kellner, D. (2005). Oppositional Politics and the Internet: A Critical/Reconstructive Approach. Durham: Duke University Press. Kellner, D. (2010). Oppositional Politics and the Internet: A Critical/Reconstructive Approach, Cultural Politics, Volume I, Duke University Press, Marcuse, H. (1997). Repressive Tolerance. A Critique of Pure Tolerance. Barrington, M., Marcuse, H. ve Wolff, R. P. (der.) içinde. Boston: Beacon Press. Marx, K. ve Engels, F. (1973). The German Ideology. (der.) Arthur, C. J. New York: International Publishers. Murdock, G. ve Golding, P. (2005). Culture, Communications and Political Economy. Mass Media and Society. Curran, J. ve Gurevitch, M. (der.) içinde. New York: Hodder Arnold. OECD. (2012a), Top 50 public Internet firms. OECD Internet Economy Outlook 2012, OECD Publishing / table16-en adresinden alınmıştır (Erişim tarihi 8 Temmuz 2014). OECD (2012b), Information Technology Database; compiled from annual reports, SEC filings and market financials. Özdemir, Ö. (2005) İnternetin Ticarileştirilmesi ve Uluslararası Veri Akışları, İletişim Ağlarının Ekonomisi: Telekomünikasyon, Kitle İletişimi Yazılım ve İnternet. Başaran, F. ve Geray, H. (der.) içinde. Ankara: Siyasal Kitabevi. Patelis, K. (2000.) The Political Economy of the Internet, Doktora Tezi, Goldsmiths College University of London, Media and Cultural Studies.

85 Serhan Gül 83 Rushe, D. (2013, Nisan 23). Apple sees profits fall for first time in a decade but cash pile rises to $145bn. The Guardian. adresinden alınmıştır. (Erişim tarihi 9 Temmuz 2014) The Economic Times, (2007, Aralık 23). US clears Google's $3.1 bn purchase of DoubleClick adresinden alınmıştır. (Erişim tarihi 10 Temmuz 2014).

86

87 Özgür Yazılım, Hackerlar ve Mülkiyet İbrahim İzlem GÖZÜKELEŞ Özet: Özgür ve açık kaynak kodlu yazılım üzerine yapılan araştırmaların temel sorularından biri insanların neden doğrudan bir ücret almaksızın yazılım geliştirdiği ya da yazılımlara katkıda bulunduğudur. Bu çalışma ise her şeyden önce bu sorunun kendisini sorgulamakta, çalışmanın belirli koşullarda insanı tüketen, dolayısıyla kaçınılması gereken bir etkinlik değil, tam tersine insanın güçlerini geliştiren bir gereksinim olabileceğinden yola çıkmaktadır. Özgür yazılım geliştiren yazılımcıların etkinliği hack kavramı ile etkinlik kuramı çerçevesinde tartışılmaktadır. Hack etkinliğini analiz ederken yalnızca hackerları göz önünde bulundurmak ya da hackerları olağanüstü etik ilkelere göre hareket eden kişiler olarak görmek yanıltıcı olabilmektedir. Hackerlara atfedilen özellikler ya da ilkeler onların pratiklerinin bir ifadesidir. Bu nedenle çalışmanın temel tezi yazılımın kaynak kodunun yazılımın kendisi için bir üretim aracı ve üretim araçlarına özgür erişim hakkının da hack etkinliğinin temeli olduğudur. Özgür yazılımın gelişim sürecine baktığımızda da yazılımdaki mülkiyet ilişkilerinin sürekli değiştiğini ve hackerlarla şirketler arasında bir mücadele alanı olduğunu gözlemlemek mümkündür. Anahtar Kelimeler: Özgür yazılım, açık kaynak kod, hack, mülkiyet, yabancılaşma. Giriş Improve kelimesi Türkçeye geliştirmek, iyileştirmek, ıslah etmek olarak çevriliyor. Kelimenin kökenine baktığımızda ise improve kelimesinin kazanç, kâr, maddi getiri anlamlarını içeren profit kelimesi ile karşılaşıyoruz. 17. yüzyılda, Locke'un mülkiyet üzerine yazdıkları da improvement kelimesi üzerine kuruludur. Locke, özel mülkiyetin toprağı daha verimli hale getireceğini iddia eder. Locke'a göre daha iyi hale getirilmemiş toprak israftır ve her kim ki onu ortak mülkiyetten alıp kendi özel mülkiyeti yaparsa insanlığa bir katkı da sunmuş olur. Toprağı çitleyerek başkalarını topraktan mahrum bırakmak, onlardan bir şey almak değil, toprağın daha verimli kullanılmasını sağladığı için insanlığa bir şey vermektir (Wood, 1999, s. 80). Hardin de "Ortaklaşanın Trajedisi" adlı makalesinde bireysel çıkarlar ve ortaklaşa kullanılan mallar arasındaki karşıtlığı tartışır. Hardin'e göre bireyler, ortaklaşa malların kullanımı sırasında eylemlerinin sonuçlarını bütünsel olarak değerlendirememektedir. Hardin, tüm çobanların kullanımına açık olan otlak örneğini verir. Bir çoban, rasyonel biri olarak, sürüsüne bir hayvan daha eklemek ister. Ancak otlağa bir hayvan daha eklemenin iki sonucu olacaktır. Birincisi, bu eylemden kazanç sağlayan yegane kişi ekleme işlemini yapan çobandır. İkincisi ise, her eklenen yeni hayvanla otlağın azalacağıdır. Fakat bu durumda zarar tüm çobanlarca paylaşılacaktır. Rasyonel çobanımız, kısa bir kâr/zarar muhasebesinden sonra sürüsüne bir hayvan daha ekleyecek ve onu diğer rasyonel çobanlar takip edecektir. Böylece otlak giderek tükenecek, otlak ve otlağı kullananlar için bir trajedi kaçınılmaz olacaktır. Halbuki herkes otlakta kendi bölgesini çitlerle çevirip kendi sorumluluğunda olan yerin kullanımına dikkat etmiş olsa böyle bir trajedi yaşanmayacaktır! Yıllardır tartışmasız kabul edilen de özel mülkiyetin ve rekabetin kaynakların en verimli kullanımı için olmazsa olmaz olduğudur. 20. yy'nın sonlarında sosyalist blokun çözülüşü ile beraber buna karşı bir şey söylemeye kalktığımızda alacağımız yanıt hazırdır: Sosyalizm insan doğasına aykırıdır ve özel mülkiyet alternatifsizdir. LaborComm Uluslararası İşçi ve İletişim Konferansı, 3-4 Mayıs, Ankara

88 86 LaborComm 2014 Bildiriler Kitabı Başka bir sistemi düşünmenin bile zorlaştığı ve kapitalizmin zafer çığlıkları attığı bir dönemde ya Locke'un söylediklerinin tam tersini yaşamaya başlarsak? Uluslararası şirketler de dahil olmak üzere kapitalizmin sözcüleri verimlilik (daha çok kâr) için şimdi çitleri kaldırma zamanı demeye başlarsa ne olur? 1990 ların ikinci yarısından itibaren yaşanan tam da bu oldu. Kapitalizm, Locke'un tezlerini yazılımda tersten okumaya başladı. Başta Microsoft olmak üzere yazılımda çitleri savunan şirketler hâlâ vardı. Ama birçok ülke özgür yazılımı, ulusal bilişim politikasının bir bileşeni haline getirdi. Dünyanın dört bir yanından kamu kurumlarının özgür yazılıma (en başta GNU/Linux ve OpenOffice.org) göç haberleri basında yer almaya başladı. Özgür yazılım bir çok alanda özel mülk yazılımlarla yarışıyor ve hızla gelişip yayılıyordu. Sonra bazı bilişim tekellerinin özgür yazılımı desteklediğini duyduk. Daha da ileri gittiler, kendi özel mülk yazılımlarında çitleri kaldırıp yazılımlarını özgürleştirdiler. Tüm bu yaşananlar büyük bir şaşkınlıkla karşılandı: En iyinin özel mülkiyetin ve rekabetin sonucunda ortaya çıktığına inandırılmıştık. Acaba özgür yazılımların bu başarısı bir rastlantı mıydı? Sürdürülebilir miydi? İnsanlar, doğrudan bir maddi karşılık elde etmeksizin niçin özgür yazılımlara katkıda bulunuyordu? İnsanların çalışmadan, vebadan kaçar gibi kaçmaları gerekirken boş zamanlarında neden yazılım geliştiriyorlardı? Uluslararası şirketler neden yazılımda çitlerin kaldırılmasını destekliyorlardı? Bu sorularının yanıtlarını ararken temel izleğim etkinlik kuramı çerçevesinde tartıştığım hack etkinliği olacak. Hack denilince ilk akla gelen başkalarının bilgisayarına izinsiz girme eylemi oluyor. Türk Dil Kurumu'nun tanımı da bu yönde. Hacker bilgisayar korsanı olarak Türkçe'ye çevriliyor ve şu şekilde tanımlanmaktadır: Bilgisayar ve haberleşme teknolojileri konusundaki bilgisini gizli verilere ulaşmak, ağlar üzerinde yasal olmayan zarar verici işler yapmak için kullanan kimse. Ancak kelimenin tarihsel kökenlerine baktığımızda bu tanımın ve medyadaki hacker imajının yanıltıcı olduğu kolayca fark edilebilir. Medya, hackerların eylemlerinin sadece görünür sonuçlarına odaklanıp bilişim sistemlerindeki gizli bir veriye erişimi hack olarak adlandırmaktadır. Fakat bir etkinliğin hack olarak tanımlanabilmesi sonucundan çok kendisiyle ilgilidir. Hack kelimesi bilgisayar dünyasında ilk kez 1950 lerde, teknik problemlere getirilen yaratıcı çözümleri takdir etmek için kullanılmıştır. Hacker için hack etkinliği eğlenceli, kendisini reddetmeyen, onaylayan ve kişinin zihinsel enerjisini zenginleştiren bir etkinliği ifade etmektedir. Himanen'e (2002) göre hackerların etkinlikleri, çalışmayı bir ödev olarak gören Protestan etiği ile çelişmektedir. Himanen bu yeni iş etiğini hacker etiği olarak tanımlar. Bu yazıda ise hackerlar, belirli etik kurallara göre hareket eden özneden değil, hack etkinliğinin kendisinden yola çıkılarak etkinlik kuramı bağlamında tartışılmaktadır. Etkinlik kuramının temelinde, 1917 Ekim Devrimi sonrasında marksist bir psikoloji yaratma çabası içinde olan Sovyet bilimcilerin çalışmaları vardır. Psikolojiyi marksist bir temelde yapılandırmak için 1920 lerde ve 1930 larda hararetli tartışmalar yapılır. Bu tartışmalar sonucundaki ilk koyutları (postulat) da "bilincin ve etkinliğin bütünlüğü ve ayrılamazlığı" olur. Bunun anlamı insan zihninin varoluşunun ve gelişiminin ancak anlamlı, hedef yönelimli, toplumsal olarak belirlenmiş insan-doğa etkileşimi bağlamında anlaşılabileceğidir (Kaptelinin vd., 1995). Etkinlik kuramında etkinlik, en basit haliyle aşağıdaki gibi, insan ve nesne arasında bir ilişki olarak tanımlanır:

89 İ. İzlem Gözükeleş 87 Resim 1: Etkinliğin en basit ifadesi. Ö:özne N:Nesne Temel analiz birimi olarak etkinliği ele aldığımızda özne ve nesneyi ayrı olarak değil karşılıklı etkileşim içinde bir bütün olarak çözümlenir. Birincisi, öznenin ve nesnenin özellikleri bu karşılıklı etkileşimle ortaya çıkar. İkincisi, öznedeki ve nesnedeki gelişimin kaynağı etkinliktir. Örneğin, güçlü bir insanın ağır yükleri güçlü olduğu için kaldırabildiği çıkarımında bulunmak eksik olacaktır. Etkinlik kuramı bakış açısıyla baktığımızda insanın ağır yükleri kaldırarak güçlendiği sonucuna varırız (Kaptelinin vd., 1995). Her ne kadar özne ve nesne arasında karşılıklı etkileşim olsa da simetrik bir ilişkiden söz edilemez. Etkileşimi başlatan öznedir. Etkinlik kuramında yer alan nesne kavramıyla kullanılan araç ifade edilmez. Nesne, nihai amaçtır; hemen bulunamayan bir şey için duyulan arzudur. Özne, kendini gerçekleştirmek ve görünür kılmak için bir nesneye gereksinim duyar. İnsan-nesne etkileşimi gerçek hayatta nadir olarak dolaysızdır. Etkinlik çoğunlukla aşağıdaki gibidir ve bir araç dolayımıyla gerçekleşir: Resim 2: Dolayımlı etkinlik: Ö:özne N:Nesne A:Araç Dolayım, etkinlik kuramında temel bir role sahiptir. Birincisi, araçlar insanın gerçeklikle kurduğu ilişkiyi biçimlendirir. İkincisi, araçlar insanlığın kültürel birikimi sonucu oluşur. Bir araçta geçmiş kuşakların tecrübeleri vardır. Herhangi bir sorunu çözmek için icat edilmiş, değişen ihtiyaçlara göre değiştirilmiştir. Araçlar, geçmiş tecrübelerin birikimini içerirler. Herhangi bir araç insanın dışsal davranışlarını ve zihinsel süreçlerini etkiler. Ancak aynı araçlar etkinliğin gelişimi içinde oluşur ve araçlar belirli bir tarihsel döneme ait kültürün taşıyıcısıdırlar. Bu bağlamda, özne, araç ve nesne etkinlik kuramının üç temel bileşenidir. Bu üçü arasında karşılıklı bir ilişki vardır ve bu ilişki zaman içinde değişebilir. Araç, özneye nesneyi dönüştürme ve kontrol etme şansı verirken, bu etkinlik sadece aracın nesnel sınırlılıkları çerçevesinde gerçekleşir. Fakat Engeström'e (1999) göre etkinlik kuramının bu gösterimi, etkinliğin toplumsal ve işbirliği ile oluşturulan yapısını gösterebilme açısından yetersizdir. Ayrıca bu araçlar bir boşlukta değil belirli bir tarihsel ve kültürel ortamda kullanılır ve yine bu ortam ve ilişkiler tarafından şekillendirilir. Bu nedenle, aşağıdaki

90 88 LaborComm 2014 Bildiriler Kitabı gösterim toplumsal ilişkilerdeki karmaşıklığı ve karşılıklı etkileşimi de gösterdiği için daha uygundur: Bu çalışmada özne, hackerlardır. Hackerlar içinde farklı eğilimler taşıyabilmektedir ve bu eğilimler tarihsel koşullarla yakından ilişkilidir. Örneğin, 1968 in ve savaş karşıtı hareketin etkisi altındaki ABD li hackerlar siyasallaşırken, bu hareketlerin geri çekilmesiyle hackerların politikaya doğrudan ilgisi de azalmıştır ların ikinci yarısından sonra ise hackerlar arasında girişimcilik kültürünün yaygınlaştığını görürüz. Nesne de toplumsal koşullara bağlı olarak farklılaşabilmektedir. Örneğin, özgür yazılım hareketinin kurucusu Richard Stallman için etkinliğinin nesnesi yok olan dayanışma ve paylaşım kültürünü yeniden yeşertebilmekken uluslararası bir şirketin ücretli çalışanı olan bir hacker için etkinliğinin nesnesi kendisi dışında, şirketi tarafından belirlenmektedir. Etkinlik çoğu zaman sadece çalışma, oyun veya kendini gerçekleştirme gereksinimine yönelebilmektedir. Hack etkinliği sadece hacker ya da hackerları kapsamaz. Topluluk ile bilişim sektörünün bileşenleri (özgür yazılım firmaları, donanım firmaları, özel mülk yazılım geliştiren şirketler, hükümetler vb) ve kullanıcılar belirtilmektedir. Hackerlar, özgür yazılım firmalarıyla beraber meta ilişkilerine dahil olmakta, özel mülk geliştiren yazılım firmalarına karşı mücadele etmekte, özgür yazılımı desteklemeyen ürünler üreten donanım firmalarının ürünleri tersine mühendislik ile özgürleştirmektedir. Bir hükümetin ya da belediyenin özgür yazılıma göç kararı, herhangi bir özgür yazılımı tercih etmesi ya da açık standartlara uyumu özgür yazılımın gelişimini etkilemektedir. Ayrıca özgür yazılımlarda, özel mülk yazılımlarda pek sık rastlanmayan gönüllü kullanıcı toplulukları vardır. Bu kullanıcı toplulukları, yazılımları test ederek, farklı kültürler için yerelleştirerek, kullanım kılavuzları hazırlayarak yazılımın kullanım değerini arttırmaktadırlar. İş bölümü ise bu yazıda hem hackerlar ve kullanıcılar arasındaki iş bölümünü hem de firmalarla hackerlar arasındaki iş bölümünü anlatmaktadır. Linux sonrasında özellikle

91 İ. İzlem Gözükeleş 89 kullanıcıların yazılımın geliştirilmesine aktif katılımı, özgür yazılım ve açık kaynak kod iş modelleri iş bölümündeki değişimlere örnektir. Araçlar ise en dar anlamıyla özgür yazılımı ve interneti ifade etmektedir. Çalıştırıldığında belirli bir görevi yerine getiren bir yazılım kendisi dışındaki bir nesne için üretim aracıdır. Kaynak kodu ise yazılımı, kendisi için bir üretim aracı haline getirir. Üretim aracı olarak özgür yazılım, hack etkinliğinin sürekliliğinin koşuludur. Örneğin kaynak kodu olmadan bir ofis yazılımı (Word, Excel vb) kendi dışında nesneler için bir üretim aracıdır. Ama bir hacker, ofis yazılımına yeni özellikler eklemek ya da yazılımın hatalarını düzeltmek istediğinde yazılımın kaynak koduna gereksinim duyar. Kaynak kodu, yazılımın daha gelişmiş bir sürümü için gerekli olan üretim aracıdır. İnternet ise hacker etkinliğinin bir sonucu olduğu kadar özellikle Linux ve sonrası projelerde özgür yazılım ağının bileşenlerinin her birinin gelişimini ve bu bileşenler arasındaki etkileşimi etkileyecektir. Kurallar ise özgür yazılımdaki mülkiyet ilişkileridir. Özgür yazılımdaki mülkiyet ilişkilerindeki değişimin izlenmesi özgür yazılımın tarihsel gelişim sürecindeki uğraklarının anlaşılabilmesi için gereklidir. Değişen mülkiyet ilişkileri sonucu özgür yazılım nitel bir değişimle ama öncesini de içererek gelişmekte, bu gelişim sürecinde farklı aktörler özgür yazılıma dahil olmaktadır. Özgür yazılım ilişki ağının her bir bileşeni önemli olmakla beraber bu çalışmada özellikle hackerlar, ve mülkiyet ilişkileri üzerinde durulacak. İlerleyen paragraflarda göreceğimiz gibi özgür yazılım ilişki ağındaki iç çelişkiler ve toplumsal koşullar, mülkiyet ilişkilerinde de bir değişime zorlamaktadır. Mülkiyet ilişkilerindeki bu değişim ise ağın diğer bileşenleri arasındaki etkileşimi belirlemektedir. En önemlisi de hackerın ve hack etkinliğinin sürekliliği mülkiyet ilişkilerinin hackerın üretici etkinliğini, üretim araçlarına erişim hakkını, güvence altına almasına bağlıdır. Özgür yazılımı anlayabilmek için kapitalist özel mülkiyetin alternatifsizliği hakkındaki ön yargılarımızdan kurtulmamız gerekmektedir. Pedersen e (2010) göre mülkiyetten söz ederken A, B'ye sahiptir formülü yeterli değildir. Bu formüle C'yi de katarak, formülü A, C'ye karşı B'ye sahiptir. haline getirmemiz gerekir. Buna göre mülkiyet ilişkisinin üç temel öğesi vardır: ilişki kuran özne, ilişki kurulan kaynak, ilişkisel şekil. İlişki kuran özne yalnızca mülk sahibi kişi ya da grup olan A değil, A+C'dir. A+C, ulus devlet bünyesindeki bir insan topluluğu, kabile topluluğu, bir toplumsal hareket ya da tüm insanlık olabilir. A+C sabit değildir, birbirleriyle ve B ile etkileşimleri sürecinde kendilerini yeniden üretirler. B, ilişki kurulan nesne, kaynak ya da kaynaklar kümesidir. B, fiziksel bir varlığa sahip olabilir ya da olmayabilir. Ama her zaman insanlar için bir anlam ve değer taşır. İlişkisel şekil ise A+C'nin B'ye göre olan içsel ilişkilerini ifade eden, bu ilişkileri belirleyen protokoller ve normlardır. Mülkiyet ilişkilerinin analizinde Bireylerin ya da grupların birbirleriyle ve mülk konusu kaynakla ilişkisi Sahip olmanın biçimi ve sahip olunan kaynaktan nasıl fayda sağlandığı Bireylerin ve grupların davranışlarını belirleyen hak, görev ve ayrıcalık örüntüleri dikkate alınmalıdır. Mülkiyet ilişkilerini tartışırken aşağıdaki üç sorunun sorulması gerekmektedir: 1. Nasıl: Mülkiyet ilişkileri nasıl, hangi değerlere göre meşrulaştırılmaktadır? 2. Kim: Mülk konusu kaynak üzerinde karar verici kimdir?

92 90 LaborComm 2014 Bildiriler Kitabı 3. Ne: Mülk konusu kaynak ile ne yapılabilir? Nasıl sorusunda öncelikle tartışılan mülkiyetin hangi değer ve normlar (özel çıkarlar, toplumsal çıkarlar, sınıfsal çıkarlar, grupsal çıkarlar vb.) ile meşrulaştırıldığıdır. Bu değer ve normlar, birbirlerinden kesin çizgilerle ayrılmadığı gibi sabit değildir, tarihsel süreç içinde değişir. Bir nesnenin/kaynağın kullanım hakkı ile onu kontrol hakkı aynı öznede olmak zorunda değildir. Bir park herkesin ziyaretine açık olabilir. Ama park içinde hangi düzenlemelerin yapılacağına karar verenler başkaları olabilir. Bu bağlamda, karar verenin kim olduğu önem kazanır. Karar verenin kararlarının meşru olabilmesi için kararları önceki paragrafta belirtilen değerlerle uyumlu olmalıdır. Karar vericiler, kaynak üzerindeki eylemin gerçekleşmesine yardımcı olur ya da onu kısıtlar, diğer insanların ne yapabileceğine karar verirler. Bu bağlamda, özgür yazılımın tarihsel süreç içindeki değişimini analiz ederken analiz ederken, A, C'ye karşı B'ye sahiptir formülünden yola çıkarak nasıl, kim, ne soruları ile mülkiyet ilişkisinin hangi norm ve değerlerle meşrulaştırıldığına, bu değerlere göre karar verenlerin kimliğine ve mülkiyet kapsamında yer alan eylemlerin neler olduğuna yanıt arayacağız. Kendinde Özgür Yazılım Sonraki bölümde tartışacağımız Özgür Yazılım Hareketi'nin kurucusu Richard Stallman (2009), GNU projesini anlattığı yazısında 1971 yılında MIT Yapay Zeka Laboratuvarı'nda çalışmaya başlamasıyla beraber, "yıllarca varlığını sürdürmüş bir yazılım paylaşım topluluğunun bir parçası hâline" (s. 19) geldiğini yazar. Yazılımların paylaşılması, neredeyse bilgisayarlar kadar eskidir. Ama bu yazılımlar özgür olarak adlandırılmaz, çünkü yazılımı özgür olarak ifade etmeye gerek yoktur: Yazılımımızı "özgür yazılım" olarak adlandırmadık çünkü o zamanlar bu terim yoktu ancak gerçekte bu özgür yazılımdı (age). Bu çalışmada kendinde özgür yazılım kavramı yazılımın kendiliğinden özgür olarak doğuşunu ve sonradan çıkacak olan özgür yazılımdan farkını anlatmak için kullanılmaktadır. Bu dönemde, yazılımın ayrı bir değişim değeri yoktur; sadece bilgisayarın kullanım değerine katkıda bulunmaktadır. İlk hackerlar, seçkin laboratuvarlarda çalışan ve çok pahalı bilgisayarları kullanma şansına sahip ayrıcalıklı bir kesimdir. Çalışmalarında geniş bir özerkliğe sahiptirler ve hacking kavramına yaraşır şekilde bilgisayar, bu programcılar için hem araştırma hem de bir eğlence nesnesidir larda bu programcılar laboratuvar çalışmalarındaki özerkliklerini kaybederken, bilgisayarların ucuzlayıp daha erişilebilir olmasıyla beraber büyük araştırma laboratuvarlarının dışında, kendilerini hacker olarak adlandıran bilgisayar meraklıları türer lardaki Amerikan hacker topluluğunun ideolojik arka planında Vietnam Savaşı sonrasında oluşan savaş karşıtlığı vardır. Gençlerin savaşa gitmemek için üniversiteye girdiği, radikal öğrenci hareketleri ile akademinin iç içe geçtiği, barış aktivistlerinin, hippilerin olduğu bir dönemdir. Zamanın ruhuna uygun olarak hackerlar hükümetlerin ve şirketlerin bilgisayarlar üzerindeki otoritesine karşı çıkmakta ve teknolojinin özgürleştirici potansiyeline vurgu yapmaktadırlar. Birkaç ayrıcalıklı beyaz yakalının kontrolünde olan anabilgisayarları (mainframe) ofis despotizminin cisimleşmiş hali olarak görmektedirler. Bu nedenle, daha ademi-merkeziyetçi teknolojik tasarımlara yönelirler (Pedersen, 2010). Intel ilk işlemciyi icat ettiğinden bunu trafik ışıklarını kontrol etmek gibi işlerde kullanmayı hedeflemektedir. Zamanın bilgisayar şirketleri insanların evlerinde bilgisayara

93 İ. İzlem Gözükeleş 91 ihtiyaç duymayacağını düşünürken bilgisayarın özgürleştirici potansiyelini fark eden hackerlar, elit üniversitelerden, şirketlerden ve askeri kurumlardan bağımsız, herkesin sahip olabileceği ucuz, mutfak masasına sığan bilgisayarlar hayal etmektedir. Intel'in trafik ışığını kontrol etmeyi düşündüğü işlemciyle yapılan Altair, daha sonra Apple ve IBM'in kişisel bilgisayarı bu hayalin ürünüdür. Otoriteye kuşkuyla yaklaşan, ademi-merkeziyet tasarımları savunan hackerlar bilgisayarı herkes için bir teknoloji haline getirmekle de kalmayacaklar, sonraki bölümde göreceğimiz gibi internetin bu yönde gelişimine de yön vereceklerdir. Hackerlar arasındaki üç ana eğilimi gözlemek mümkündür. Birinci eğilimdeki hackerlar daha ideolojik motivasyonlara sahiptir. Fakat 1968 hareketleri sonrası toplumsal muhalefetin geri çekilmesiyle beraber bu eğilimin taşıyıcısı olan hackerlar polisle ve sistemle doğrudan karşı karşıya geldiği çatışmalardan uzaklaşarak küçük-güzeldir, aşağıdan yukarıya, ademimerkeziyetçi söylemleriyle uyumlu teknolojiler geliştirmeye yönelirler. PC, bu söylemlere uygun bir teknolojidir (age). Bilgisayarları bir oyun nesnesi olarak görmek, onu incelemekten ve yeniden üretmekten haz duymak tüm hackerların ortak özelliğidir. Fakat bu hazza yönelim ikinci eğilimde daha belirleyicidir; hack eyleminin hacker dışında yarattığı sonuçtan çok eylemin kendisi daha önemlidir. Politik bilincin yokluğundan söz edilemese de bunun ikincil olduğunu söylenebilir. Siyasi eğilimi ne olursa olsun hackerlar, hack eylemlerinin kaynak kodunun özgür kalmasına bağlı olduğunu az çok hissedebilmektedir. Enformasyonun özgürlüğüne gereksinimi olduğuna dair söylemleri kendi pratiklerinden beslenmektedir (age). Üçüncü eğilim ise hackerların içinden çıkmakla beraber yazılımın metalaşmasını desteklemekte ve bu nedenle içinden çıktıkları hacker kültürü ile çatışmaktadır. Bu eğilime en güzel örnek Microsoft'un kurucusu Bill Gates'tir. Gates, daha sonra Microsoft'un ürünü olan BASIC'i kopyalayan, onu diğerleriyle paylaşan hackerları sert bir dille uyaracak ve onları hırsızlıkla suçlayacaktır. Gates'e göre yazılımın izinsiz kopyalanması daha iyi yazılımın geliştirilmesinin önünde büyük bir engeldir. Gates, iyi yazılımın ancak özel mülkiyet koşullarında geliştirilebileceğini savunur (Moody, 2002). Bu dönemde, yazılımın metalaşmasıyla beraber yazılımdaki mülkiyet ilişkileri de hızla değişir. Yeni mülkiyet ilişkileri aşağıdaki gibi oluşmaktadır:

94 92 LaborComm 2014 Bildiriler Kitabı Kullanım ve erişim hakları mülkiyet ilişkisinin temelidir. Mülk sahibi yazılımını kaynak kodlarıyla beraber başkalarıyla paylaşabilir, başkalarının sadece onu çalıştırmasına izin verebilir ya da geçici süreli kullanım hakları verebilir. Yukarıdaki şekildeki eşkenar dörtgen, mülk sahibinin sahip olduğu kaynak üzerinde karar verme hakkına da sahip olduğunu göstermek için kullanılmıştır. Karar ve kullanım hakkına aynı anda sahip olan mülk sahibi yazılımın kimler ve hangi şartlar altında kullanılabileceğine karar verir. Mülk sahibi, kaynak ve ondan elde ettikleri üzerinde değişim hakkına da sahiptir. Mülkün pazardaki değişim değeri mülk sahibine kaynaklarını bu yönde kullanma yönünde bir motivasyon da sağlar. Servet etkileri, yani mülk konusu kaynakların değişim sürecine girmesi, metalaşmanın, pazar için üretimin de temelini oluşturur. Özel mülk yazılım üreten birçok şirket, Microsoft da dahil olmak üzere, test veya tanıtım amaçlı yazılımlarını sınırlı bir süre ya da işlevlerle ücretsiz kullandırabilir. Hatta yazılımlarının kullanıcı sayısını arttırıp ağ dışsallıklarından fayda sağlamak ücretli sattığı yazılımların belirli bir oranda korsan kullanımlarına da göz yumabilir. Ancak kaynak kodu özenle korunur, paylaşılmaz. Şirketler, kaynağı kullanırken ya da onun hakkında karar verirken, bunu kişisel çıkarlarına göre yapar. Kaynak üzerindeki karar hakkı, kişisel çıkarlar toplumca meşru görüldüğü için meşrudur. Yazılımdaki mülkiyet hakları ise telif hakkı kanunlarıyla korunur. Telif hakkı kanunları ülkeden ülkeye farklılıklar gösterse de uluslararası sözleşmelerle tanınmıştır. Yeni mülkiyet ilişkilerinin yaygınlaşması, hack etkinliğini sekteye uğrattığından, hacker topluluklarının da dağılmasına neden olacaktır. Özgür Yazılım Hareketi Levy 1984'de yazdığı kitabında Richard Stallman'ı Hackerlar'ın sonuncusu, hızla dağılıp acı sona doğru ilerleyen hackerlar topluluğunun ilkelerinin yılmaz bir savunucusu olarak niteler (Levy, 2001). Stallman direnmektedir. 27 Eylül 1983'de attığı mesajda GNU adını verdiği bir işletim sistemi geliştirmeyi hedeflediğini duyurur. GNU'nun açılımı hackerların çok sevdiği 1 öz yinelemeli (recursive) ifadelerden biridir: GNU is Not UNIX. GNU hem bir UNIX sistemi olacaktır hem de onun aşılması. Yazılımdaki mülkiyet ilişkilerinin değişimi ve metalaşma süreci ile çok sayıda hacker yüksek ücretlerle, özel mülk yazılım geliştiren firmalarda çalışmaya başlar. Stallman'ın da vurguladığı gibi, her şeyin ölmeye başladığı bir dönemdir. İşte Stallman'ın mesajı, her şeyin ölmeye başladığı bu tarihsel dönemde atılır. GNU projesi tam olarak 1984 yılında başlar. Ardından Stallman, yazılımda kaynak kodunun paylaşımının önemini vurgulayan GNU Manifestosunu kalem alır. GNU Manifestosu özel mülk yazılımlara karşı radikal bir tavırdır ve büyük bir kafa karışıklığı ile karşılanır (Wayner, 2000). Stallman hackerlardan gönüllü emeklerinini istemektedir ve manifestodaki gibi bir işletim sistemi geliştirilebileceğine inananların sayısı son derece azdır. GNU projesinin amacı UNIX benzeri bir sistem yaratmaktan öte, metalaşma süreci sonrasında dağılan yazılım paylaşma kültürünü yeniden yeşertebilmektir. Hackerlar projeye katkıda bulunmaktadır. Ancak Stallman, özgür yazılımı bekleyen önemli tehlikenin farkındadır. Geliştirilen ve diğerleriyle paylaşılan bir yazılımın özgürlüğü güvence altında değildir. Örneğin, MIT tarafından geliştirilen X Pencere Sistemi, kullanıcıların tamamen özgür erişimine açılmıştır. Fakat, bazı şirketler X Pencere Sistemi'ni alıp, onu kendilerine göre değiştirip, geliştirip özel mülk yazılım olarak satma yoluna gitmiştir. Böylece, kullanıcılara ilk geliştiricileri tarafından verilen özgürlük, şirketlerce ellerinden alınmıştır. 1 PINE (PINE Is Nearly Elm), LiVES (LiVES is a Video Editing System), JACK (JACK Audio Connection Kit) vb.

95 İ. İzlem Gözükeleş 93 Buna karşılık Stallman, var olan telif hakları kanunu çerçevesinde yeni bir yaklaşım önerir: copyleft. Amaç, özgür olan bir yazılımın özel mülk haline gelmesinin önüne geçmektir. Temel düşünce, kullanıcıya, diğerlerinin özgürlüğünü engellemek dışında her özgürlüğü vermektir. Özgür yazılımdaki mülkiyet ilişkileri aşağıdaki gibi özetlenebilir: Özgür yazılımda, yazılımın kullanım haklarını belirli bir grubun çıkarları doğrultusunda sınırlayabilecek herhangi bir kişi ya da kuruluş yoktur. Bu, telif haklarını (copyright) kullanıp onu copyleft ile olanaksız hale getirerek elde edilir. Geliştirilen herhangi bir yazılım yasalar gereği telif hakları ile korunur. Ama özgür yazılım, copyleft ile bu hakkı tersine çevirir. Yazılımı geliştiren şöyle der: Telif hakları gereğince yazılımda karar hakkı benimdir. Yazılımın kendisini de kaynak kodunu da dilediğiniz gibi kullanabilirsiniz. Ama yazılımı kendi ihtiyaçlarınızın ötesinde satmak, pazarda değişime sokmak isterseniz benim kurallarıma uyacaksınız. Yazılımın kaynak kodunun sonraki yazılımlar için potansiyel bir üretim aracı olmasından yola çıkılarak değişime sınırlama getirilir: Yazılımın kaynak kodlarını değiştirebilir, ona eklemeler yapıp geliştirebilirsin. Bu geliştirdiğin yazılımı başkalarıyla ücret karşılığı ya da ücretsiz paylaşabilirsin. Ama bir şartım var: Sana verdiğim hakları geliştirdiğin yazılımda başkalarına da vereceksin. Özgür yazılım projelerindeki teknik kararlar ile mülkiyet hakkındaki kararlar tamamen farklı konulardır. Teknik kararlarda farklı mekanizmalar söz konusu olabilir, ama özgür yazılımda mülkiyet kararları copyleft doğrultusunda gerçekleşir. Teknik kararları beğenmeyen bir geliştirici ya da kullanıcı aynı kaynak kodunu alıp farklı bir teknik karar doğrultusunda yeni proje başlatabilir. Dolayısıyla, geliştiriciler arasında zorunlu değil gönüllü bir iş bölümü vardır. Özgür yazılımlar kartopu gibi büyürken insanlar özgür yazılımı ihtiyaçları doğrultusunda kullanırlar, yetenekleri kadar katkıda bulunurlar. Özgür yazılım, özgür yazılımın dayanışma ve paylaşım değerlerine göre gelişir, bu değerlere paralel toplumsal ilişkiler yaratır. Bu ilişkilerin içinde yer alan topluluğun üyeleri bilinçlidir ve üretim aracına sahip olmanın

96 94 LaborComm 2014 Bildiriler Kitabı (kendileri bu şekilde ifade etmese de 2 ) öneminin farkındadır. Özgür yazılım topluluğunun bu sorumluluk ve bilinci Hardin'in trajedisinin yaşanmayacağının garantisidir. İnternet ve Linux Daha önce de belirtildiği gibi GNU projesinin gündeminde tamamen özgür bir işletim sistemi yaratmak vardır. Bir işletim sistemini hayata geçirmek çekirdeğin, derleyicilerin, çeşitli editörlerin, metin işleme araçlarının vs. geliştirilmesini içeren oldukça kapsamlı bir çalışmadır (Stallman, 2009). 1990'da çekirdek dışında işletim sistemi hazırdır ve çekirdeğe yönelik çalışmalar sürmektedir yılında Finlandiyalı bir öğrenci olan Linus Torvalds, DOS kadar ucuz ama UNIX kadar yetenekli bir işletim sistemi aramaktadır. Aradığını bulamayınca, GNU projesi tarafından sağlanan araçlarla kendi işletim sistemini yazmaya karar verir. Torvalds'un çalışması ne AT&T ile ne de Microsoft ile rekabet etmeyi aklına getiren son derece mütevazi bir çalışmadır. Ancak piyasada bulunan UNIX versiyonları kadar yetenekli bir sistem geliştirmek şeklinde iddialı bir hedefi de vardır. Torvalds çalışmasını bir oyun ve deney olarak görmektedir (Raymond, 1999). Bir diğer deyişle, özgür yazılım hareketi gibi toplumsal kaygıları olmadan sadece hoşça vakit geçirmek ve kendi yeteneklerini geliştirmek istemektedir. Torvalds'ın hayatını ve kazara nasıl devrim yaptığını anlatan kitabın başlığı da Torvalds'ın sıkça söylediği gibi, Sadece eğlence olsun diye dir (Torvalds ve Diamond, 2001, ss ). Bu bağlamda, Torvalds için hack etkinliğinin nesnesi Stallman'da olduğu gibi toplumsal bir hedef ya da ücretli çalışanlarda olduğu gibi bir değişim değeri yaratmak değildir. Torvalds, birçok hacker gibi sadece eğlenmek ve kendini geliştirmek istemektedir. Ama bunu da ancak özgür yazılımlarla yapabilecektir. Aslında Torvalds'ın çalışmasının çok sıradışı bir yanı yoktur. Dünyanın dört bir yanında parlak işler yapan parlak öğrenciler vardır; Torvalds da sadece bunlardan biridir. Ancak Torvalds'ın asıl başarısı ne yaptığında değil, nasıl yaptığında saklıdır. Ucuzlayan internet erişimi hem hacker sayısını arttırarak hem de onları birbirine bağlayarak Torvalds'ın önüne eşsiz bir yetenek havuzu sunar. Torvalds'ın kullanıcıyı yazılım geliştirme sürecinin bir bileşeni olarak gören yaklaşımı Linux'un ve daha sonraki özgür yazılım projelerinin başarısında önemli bir rol oynayacaktır. İnternet, hackerların pratiğiyle şekillenmiştir. Hackerların PC'ye olan yaklaşımları İnternet için de geçerlidir: 1- Ağ mimarisi açık uçlu, merkezsiz, dağıtık ve çok yönlü etkinliğe açık olmalıdır. 2- Tüm iletişim protokolleri ve açık, dağıtık ve değişime uygun olmalıdır. 3- İnternetin yönetişimi, internete gömülü olan açıklık ve işbirliği ruhuna uygun olmalıdır. Linux'ta ve sonraki özgür yazılım projelerinde internet, özgür yazılımın gelişimini hızlandıracaktır. GNU/Linux sıfırdan geliştirilen bir proje olmasına ve teknik olarak MINIX'ten ve BSD'den geride olmasına karşın GPL'in sağladığı güvenli mülkiyet ilişkileri nedeniyle çok daha hızlı ilerlemiştir. Hackerlar, mülkiyet ilişkilerindeki sorunlar nedeniyle bu işletim sistemlerine değil, GNU/Linux'a yönelmişlerdir. Kısa bir süre sonra da özel mülk işletim sistemlerine rakip olacaktır. 1992'ye gelindiğinde Linux türeticilerin kullanımına hazırdır. İnternet, hackerlar ve 2 Yazının son bölümünde belirtildiği gibi özgür yazılım hareketinin sözcüleri özgür yazılımı ve telif haklarını fikri mülkiyet bağlamında tartışmaktan kaçınırlar.

97 İ. İzlem Gözükeleş 95 kullanıcılar arasında gelişmiş iş bölümlerine zemin hazırlamaktadır. Programcılık bilgisi olanlar bu bilgileriyle, kimi kullanıcılar kullanım rehberleri hazırlayarak, bazıları test yaparak başta GNU/Linux olmak üzere özgür yazılımların kullanım değerini arttırmaktadır. Programcılığın kendisi eğlenceli bir etkinlik olabilir, ama başkaları için bir şey üretmenin verdiği hazzı da dikkate almak gerekmektedir. Hackerın geliştirdiği yazılımın başkalarınca kullanılması aynı zamanda yazılımı toplumsallaştırmakta ve çeşitli özgür yazılımlar etrafında internette örgütlenen geliştirici ve kullanıcı toplulukları oluşturmaktadır. 2000li yıllarda bu kullanıcı toplulukları, özgür yazılımları yerelleştirerek 3 ve kullanım rehberleri hazırlayarak özgür yazılımların daha geniş kesimlerle buluşmasını sağlayacaktır. Açık Kaynak Kod Stallman, Marxist ya da sosyalist değildir. Komünist olmadığını bazı yazılarında özellikle ifade etme gereği duyar. Bilişimsel, fiziksel varlığa sahip olmayan, ürünlerin mülkiyet ilişkileri kapsamında değerlendirilemeyeceği görüşündedir. Bilişimin ayrıksılığı (informational exceptionalism) olarak adlandırılan bu görüş hackerlar arasında oldukça yaygındır. Ademi merkeziyetçi, kaynakların paylaşımına ve işbirliğine dayalı pratikler, bilginin özel mülkiyet kapsamında değerlendirilemeyeceğine dair bir bilinç de oluşturmuştur. Bilginin ağlarda özgür akışını savunanların temel tezi sanal dünyada, maddi dünyada olduğu gibi bir kıtlık olmadığı, herhangi bir ürünün sıfıra yakın bir maliyetle çoğaltılabildiğidir. Bunun karşıtını, fikri mülkiyeti, savunanlara göre ise kopyalamanın marjinal maliyeti sıfıra yakın olsa da ilk yaratım sürecinin maliyeti yüksektir. Dolayısıyla yaratıcı yetenekler konusunda bir kıtlık vardır ve bir teşvik olmadan bir fikir ürünü yaratılamaz. Telif hakları (copyright) ve patentler bu kıtlığı aşmak için gereklidir. Özgür yazılım ve özgür kültür hareketleri, telif haklarını ve patentleri mülkiyet bağlamında tartışmaktan kaçınır. Onlara göre telif hakları (ya da patentler) bir mülkiyet sorunu olmayıp devlet, hak sahipleri ve vatandaşlar arasında bir politika sorunudur. Mülkiyet sorunsalı ısrarla reddedilir ya da görmezden gelinir. Fikri mülkiyet kapsamında tartışılması gereken konular özgürlük, insan hakları, düzenleme, politika çerçevesinde değerlendirilir. Buna karşı akla gelen ilk eleştiri, mülkiyetin de bir politika olduğudur. Ancak bu hareketlerin sözcülerinin yazılarında politikanın ne anlama geldiği sorusuna yanıt aramak boşunadır. Çünkü mülkiyet yerine politika kavramının tercih edilmesi detaylı bir analize dayanmaz; tamamen stratejik bir karardır. Doğal bir hak olarak kabul edilen özel mülkiyetin Amerikan toplumundaki yeri düşünüldüğünde bu strateji daha rahat anlaşılabilir. Stallman, patentlerin mülkiyet ilişkileri çerçevesinde tartışılması durumunda patentlere gerçekte karşı olanların bile özel mülkiyet hakkının etkisi altında kalabileceğini belirtir (Pedersen, 2010). Stallman bu açıdan haklıdır. Ancak sanal dünya olarak adlandırılan olgunun son derece maddi temelleri vardır. PC'ler ortaya çıkmasaydı ve bilgisayar fiyatları ucuzlamasaydı, ağ sadece üniversite ve araştırma laboratuvarlarıyla sınırlı kalsaydı, bugünkü gibi bir sanal dünya oluşamayacaktı. Ya da bugün internet altyapısını kontrol eden güçler oldukça bilginin özgür akışı da tehlike altındadır. Ağın fiziksel alt yapısını sağlayanlar bilginin özgür akışını engelleyecek güce de sahiptirler. Fiziksel ve sanal diye iki bağımsız dünya yoktur. Sadece özel mülkiyet çitlerinin henüz belirmediği bir zamanların sanal dünyası vardır. Özgür yazılım hareketi kendini nasıl ifade ederse etsin, özgür yazılımı ister politika isterse mülkiyet olarak görsün, son derece başarılı bir şekilde yazılımda üretim araçlarının (kaynak kodunun) kamusal mülkiyetini sağlamıştır. Özel mülkiyeti tartışmak, özellikle Amerikan kamuoyunda yanlış anlaşılmalara neden olabilecek bir konudur. Çünkü özgür yazılım yazınına baktığımızda bir yanda özel mülkiyetle ilişkili Amerikan özgürlük ideallerini, diğer 3 Yazılımı farklı dil ve kültüre uyarlamak.

98 96 LaborComm 2014 Bildiriler Kitabı yanda Amerikalılar için hiç güzel şeyler çağrıştırmayan, mülkiyetin ve özgürlüklerin devletin kontrolünde olduğu komünizmi görürüz. Bunun aşılması Amerikalılar için pek kolay değildir. Son kertede özgür yazılımla özel mülk yazılım arasındaki fark üretim araçlarının toplumsal ve özel mülkiyeti arasındaki fark olsa da projeye katkıda bulunan hackerlar farklı güdülerle hareket ederler. Herkes Stallman gibi özel mülkiyetin toplumsal ilişkilerde yarattığı olumsuz etkiye karşı koyma güdüsüyle hareket etmemektedir. Bazıları için özgür yazılıma katkıları, sadece günlük işlerinin bir gereğidir. Bazılarının katkı koyma nedeni sadece programcılığı eğlenceli bulmalarıyken, bir kısmı ise koydukları katkılarla ün sağlayıp gelecekteki kariyerlerine parlak başarılar eklemek ister. Önemli bir kısım programcı ise sadece teknik bilgisini geliştirmeyi hedefler. GNU projesi heterojen bir yapıya sahiptir. Fakat GPL sayesinde tüm katkılar birikmektedir. Bugün özgür yazılıma katkı koyan bir hacker, yarının özel mülk yazılım geliştiren iş adamına ya da bir bilişim tekelinin ücretli çalışanına dönüşse de GPL, eklenen kaynak kodunun toplumsal mülkiyetini garanti altına alıp gelecek hackerlara bu toplumsal mirası aktarılmasını sağlar. Geliştirilen yazılım, açıkça özel mülk yazılımlara meydan okuyacak kadar yetkindir, ancak projenin lideri FSF'nin söylemi kapitalizmin temelleri olan özel mülkiyet ve rekabet ile çelişmektedir. Tarihte daha önce de kapitalizme karşı mücadele eden toplumsal hareketler olmuştur. Ama şimdi ilginç bir durum söz konusudur: Özgür Yazılım aynı zamanda kapitalizm içinde bir iş stratejisi haline gelmiştir. Tabi bunda ABD ekonomisinin içinden geçtiği dönemin de payı büyüktür ların ikinci yarısı ABD ekonomisi için sıradışıdır lerden beri devam eden durgunluk son bulmuş, ABD ekonomisi büyümeye başlamıştır. Üstelik bu büyüme işsizlikte ve enflasyonda yaşanan düşüşlerle beraber yaşanır. Söz konusu durum, özgür yazılıma dair iş stratejilerinin gelişmesine de uygun bir ortam sunar. İnternet, hızla araştırma laboratuvarlarından, üniversitelerden toplumun en geniş kesimlerine yayılmaktadır. Kuşkusuz bu gelişmenin ardında interneti kendi amaçları için şekillendirmeye çalışan şirketler de vardır. İş dünyası interneti dönüştürdükçe, internet de iş dünyasının dinamiklerini değiştirir. Daha önemlisi, hackerlar bu dönemde iş adamlarına dönüşmeye başlar (Castells, 2001). Öyle bir döneme girilmiştir ki, üniversitelerinden mezun olan genç hackerlar, üniversiteden edindikleri özgür yazılım deneyimini, araçlarını yazılım endüstrisine taşırlar. Elbette ki bu süreçte hackerlar toplumsal kaygılarla hareket etmemektedir. İş hayatına en iyi bildikleri şeyi taşımaktadırlar: özgür yazılımı. Yanlarında getirdiklerinin teknik olarak üstün araçlar olduğundan şüpheleri yoktur (Dibona vd., 1999). Yeni doğan bu girişimci kültürü, içerisinde hacker kültürünü barındırsa da temeli doğal olarak kâr etmektir. Dolayısıyla FSF'nin söylemindeki anti-kapitalist tonlar rahatsız edicidir. Örneğin, Stallman, teknik bir kitap olmasına rağmen başına özgür yazılım felsefesini açıkladığı bir bölüm koyduğu GNU Emacs Kullanım Kılavuzu'nu bastıracak yayıncı bulamaz. Bilginin kopyalanmasını ve paylaşılması vaaz eden bir kitap, yayıncının kendi bindiği dalı kesmesidir ve hiç bir yayıncı buna yanaşmadığı için Stallman kitabını kendisi basar (Tiemann, 1999). Bunun Stallman için bir önemi yoktur; o tamamen etik değerlerle hareket eden birisidir. Fakat bu değerler bazıları için özgür yazılımın aşil topuğunu da oluşturmaktadır. Microsoft'un CEO'su Ballmer yaptığı açıklamalarda GNU'yu toplumdaki mülkiyet ilişkilerine zarar veren bir kanser olarak tanımlar (Moody, 2002). Bu problemin üstesinden gelmek isteyen özgür yazılım dünyasının tanınmış isimleri 1997'de Kaliforniya'da bir araya gelirler. Katılımcılar arasında Eric Raymond'dan Tim O'Reilly'e kadar çok sayıda tanınmış isim olmasına karşın Stallman davetli değildir. Katılımcıların temel düşüncesi FSF'nin anti-kapitalist söyleminin iş dünyasının özgür

99 İ. İzlem Gözükeleş 97 yazılıma yakınlaşmasının önündeki en büyük engeli oluşturduğudur. Bu nedenle önce özgür yazılımın adı değiştirirler. Artık onun adı Açık Kaynak Kod'dur. Ayrıca etik değerler ve özgürlük üzerine kurulu söylem hemen terk edilmelidir. Bundan böyle temel argümanları teknik üstünlük, bir yazılım geliştirme metodu olarak açık kaynak kod ve açık kaynak kodlu yazılımların firmalara getireceği kârlılık olacaktır. Aslında ne Stallman ne de FSF iş dünyası ile ilişkilere karşıdır. Hatta Stallman hayatını özgür yazılımdan kazanır; FSF GNU projesini bu şekilde finanse eder. Özgür yazılım, iş dünyasının dikkatini 1990 ların ikinci yarısından sonra çekmiş olmasına rağmen özgür yazılım iş modelleri uzun süredir vardır. Özgür yazılımın temeli şu şekilde özetlenebilir: Programcılardan yetenekleri ölçüsünde katkı almak ve onlara ihtiyacı olan araçları sağlamak. Özgür yazılım iş modellerinin temeli ise, özgür yazılım lisansı dışına çıkmadan, firmaların ihtiyacı olanlara belirli bir ücret karşılığında hizmet sunması dır. Örneğin herhangi bir özgür yazılımı kurmak için yeterli bilginiz yok ya da onu değiştirip kendi ihtiyaçlarınıza uyarlayacak programcılık bilgisine sahip değilsiniz. Bu durumda istediğiniz hizmetin ücretini ödersiniz. Firma kesinlikle toplumsal mülkiyete el koyamaz, sadece bir artı değer sağlayıp bunun karşılığını alır; bu artı değer kaynak kodu niteliğindeyse toplumsal mülkiyete katkıda da bulunmuş olur. Red Hat firmasının iş modeli bu yöndedir. Kurulumu ve kullanımı teknik bilgiden yoksun kullanıcı için zor olan GNU/Linux'u, herkesin kullanabileceği kolaylığa getirdiler. Firmalara sundukları 7X24 hizmetle para kazanırlar. Bu iş modelinde kullanım hakkı lisansı satılmaz; sadece hizmet satılır. Red Hat sunduğu hizmetlerle kısa bir sürede kullanıcılar kadar büyük bilişim şirketlerinin de güvenini kazanır. Önceden sadece Microsoft'u ya da büyük UNIX firmalarını dikkate alarak ürün geliştiren Oracle, IBM ve HP gibi şirketler artık Red Hat'ı da muhatap almaya başlar. Ayrıca hackerlar her işi zevkle yapmaz. Zorlu bir teknik problem hackerlar için çekiciyken, monoton ya da teknik bir derinlik içermeyen (örneğin grafiksel kullanıcı arayüzü hazırlama gibi) işler hackerlar için çekicilikten yoksundur. Firmalar teknik açıdan üstün ama kullanışlı olmayan bu tarz yazılımlara yaptıkları eklemelerle onları kullanışlı hale getirirler. GPL nedeniyle bu eklemeler de özgür yazılım olmak zorundadır. Bu nedenle firmaların katılımı özgür yazılımı zenginleştirecek, daha geniş kesimlere açacaktır. İş dünyasının özgür yazılıma ilgisi bununla da sınırlı kalmaz. Geçmişte özel mülk yazılımdan para kazanan, ama Microsoft'un karşısında tutunamayanlar da stratejilerinde köklü değişikliklere giderler. Netscape 1998'de kaynak kodunu kamuya açacağını ilan eder (Hamerly vd., 1999). Aynı zamanda IBM, kendi web sunucusunu rafa kaldırıp yatırımlarını Apache Web Sunucusu'na yapmaya başlar (Moody, 2002). Anca daha şaşırtıcı olanı, Microsoft'un bu gelişmelere sessiz kalmayıp 2001 yılında Kaynak Kodu Paylaşım Lisansı'nı duyurması olur. Microsoft yaptığı açıklamada 'açık kaynak dünyasındaki' olumlu deneyimleri bünyesine katmaktan çekinmeyeceğini duyurur. Bu şirketler özgür yazılım dünyasına katıldıkça, özgür yazılımın dinamikleri de değişmeye başlar. Şirketler yeni projeler başlatırlar. Sonuçta, kendini lisanslarda gösteren mülkiyet ilişkilerinde önemli değişimler yaşanır. Özgür yazılım firmaları ile özel mülk yazılım geliştiren firmalar arasında bir yakınsama oluşur. Bazı firmalar, kullanıcılara kaynak kodunu değiştirme ve paylaşma olanağını vermesinin yanında yazılımın özel mülk haline gelmesine izin veren açık kaynak kod lisansları olarak adlandırılan lisansları tercih etmeye başlar. Bu lisanslara göre firmalar, hackerlar tarafında geliştirilmiş kaynak kodunu alıp üzerine eklemeler yaptıktan sonra bu kaynak kodunu özel mülk haline getirebilmektedir. Özel mülk yazılım üreten firmalar ise yine aynı lisans yaklaşımıyla yeni iş modelleri kurarlar (Smith, 2002). Kapitalizmle kurulan yeni ilişkiler çerçevesinde yeni lisanslar oluşurken, bilginin

100 98 LaborComm 2014 Bildiriler Kitabı sürekli toplumsal birikimini güvence altına alan GPL, gerek bazı açık kaynak kod sözcüleri, gerekse de Microsoft tarafından istenmeyen lisans ilan edilir. Açık kaynak koda ilgisini olumu cümlelerle ifade eden Microsoft, sık sık GPL ile arasındaki çelişkinin uzlaşmazlığına işaret eder (Lessig, 2002). Bu nedenle, bazı şirketler, kendi geliştirdikleri yazılımlarda hackerların desteğini alabilmek ve daha sonra bu hacker katkıları da dahil olmak üzere yazılımı bir bütün olarak özel mülkleştirmek için açık kaynak kod lisanslarını kullanmayı tercih ederler. Ancak hackerlar ve özgür yazılımlara gönüllü destek veren kullanıcılar şirketlerin bu stratejilerine çoğunlukla kuşkuyla yaklaşacaklardır. Yazılımın GPL ile lisanslanıp lisanslanmadığı şirketin samimiyetinin göstergesi olarak algılanacaktır. Özgür yazılım ile açık kaynak kod arasındaki çelişki, özgür yazılımın tarihsel gelişiminin anlaşılabilmesi için gerekli temel noktalardan biridir. Özgür yazılım dünyasında yaşanan bu ayrışma bir bakıma özgür yazılımın kapitalizm tarafından asimilasyonudur. Açık kaynak kod taraftarları için özgürlük kelimesi bile iş dünyasını rahatsız edebileceğinden sakıncalıdır (Dibona vd., 1999). Açık kaynak koddaki açıklık onlar için teknik üstünlüktür, hızdır ve elbette ki kardır. Richardson'un (2001) belirttiği gibi açık kaynak kod, iş dünyası için ehlileştirilmiş özgür yazılımdır. Stallman (2002) bu ayrımı 68 kuşağında yaşanan ayrımlarla karşılaştırır. Bu dönemde örgütler, aynı hedefi gütmelerine karşın uygulanacak stratejinin detayları yüzünden birbirlerine düşer ve karşı tarafı düşman olarak görmeye başlardı. Özgür yazılım ve açık kaynak kod arasındaki ilişki bunun tam tersidir. Her iki tarafın da farklı hedefleri vardır; ama toplumsal pratikleri ile aynı yolda karşılaşırlar. Birbirlerinin projelerine destek verirler. Açık kaynak kodun sözcülerinin söylemlerine rağmen bir çok hacker yine GPL'i tercih edecektir. Fakat bu demek değildir ki aralarındaki ilişki pürüzsüzdür. Bazı kritik durumlarda iki taraf farklı tepkiler gösterir. Örneğin, Linux çekirdeğinin geliştirilmesi sürecinde Torvalds kaynak kodunun kontrolü için özel mülk bir yazılımı tercih ettiğinde özgür yazılım taraftarları bunu kabul edilemez bulmuştur. Torvalds'ın ve açık kaynak kodçuların yanıtı ise her zamanki gibi açıktır: özel mülk yazılım daha üst teknik düzeye sahipse kullanırız. Yazılımın sahibi Bitkeeper yazılımı bedava verir. Ama bir şartla: Benim yazılımımı kullanan programcılar, bana rakip bir yazılımın geliştirilmesinde çalışamazlar (Williams, 2002). Torvalds bu şartı kabul etmiştir, ancak tarih herhangi bir firmanın inisiyatifine güvenilemeyeceğini bir kez daha gösterir ve daha sonraki süreçte özgür yazılımcılar haklı çıkarlar. Bir diğer sorun, Stallman'ın Linux adının yanlışlığını, onun GNU/Linux olmasını belirtmesiyle yaşanır. Stallman, Linux'un sadece çekirdek olduğunu, işletim sisteminin doğru adının GNU/Linux olması gerektiğini söyler. Torvalds ve açık kaynak kodçular buna itiraz ederler. Gerekçeleri, var olan işletim sisteminde GNU araçları dışında araçların da olduğudur. Daha sonraki tartışma popüler bir GNU/Linux masaüstü ortamı olan KDE konusunda yaşanır. KDE'yi geliştiren Trolltech firması, KDE'de özel mülk yazılım kullanmaya karar verdiklerinde karşılarında yine özgür yazılımcıları bulur. Özgür yazılım taraftarları, firmayı uyarır, ancak bu uyarı dikkate alınmayınca KDE'ye rakip olarak GNOME masaüstü ortamını geliştirmeye başlarlar. KDE geri adım atmak zorunda kalır. Özgür Yazılım taraftarları aynı kararlılığı Java programlama dili konusunda da gösterir. Sun firması Java'nın GPL ile lisanslanmasına yanaşmayınca Java'nın özgürleştirilmesi için GNU kapsamında bir proje başlatılır. Proje neredeyse tamamlanmak üzereyken Sun, Java'yı GPL ile lisanslamaya karar verdiğini duyurur sonrasında bilişim sektöründe yaşanan iflaslarla özgür yazılım ya da açık kaynak kod iş modeline sahip firmalardan bir kısmı da sahneyi terk eder. Fakat bu sefer de bayrağı hükümetler alır. Almanya'da, Fransa'da, Brezilya'da, Singapur'da ve Çin'de GNU/Linux'a geçiş projeleri ortaya çıkmaya başlar. Bu ülkeler, bilişim teknolojilerindeki geç kalmışlıklarını

101 İ. İzlem Gözükeleş 99 özgür yazılım çözümleriyle giderme yolunu seçerler. Bazı ülkeler var olan GNU/Linux dağıtımlarından birini kendine uyarlamaya çalışırken (Fransa-Mandrake, Almanya-SUSE) bazıları da kendisi için farklı dağıtımlar (Çin-Red Flag, Türkiye-Pardus) geliştirir. Başta Avrupa Birliği ülkeleri olmak üzere birçok ülkede, bilişim sistemlerinin birlikte çalışabilirliğini (bir sistemin ya da sürecin, ortak standartlar çerçevesinde bir diğer sistemin ya da sürecin bilgisini ve/veya işlevlerini kullanabilme yeteneği ) sağlamak için düzenlemeler yapılır. Bu düzenlemeler, özgür yazılımların kamu kurumlarında kullanımının önünü ve bunun sonucunda yeni özgür yazılım firmalarının önünü açar. Yazılım tekelleri için yazılımlarının bireysel korsan kullanımı çok büyük sorun değildir. Korsan yazılım kullanan bir kullanıcı kamu kurumları lisanslı yazılım kullandığı için bunun ücretini vergileriyle dolaylı olarak ödemektedir. Ancak kamu kuruluşlarının özgür yazılıma geçmesi ve açık standartları kabul etmesi yazılım tekelleri için ciddi bir sorundur. Günümüzde ise artık özgür yazılım kendini ispatlamıştır. Android tabanlı telefonlardan yüksek hızlı trenlere, süt sağma makinelerinden CERN'daki bilgisayarlara kadar özgür yazılım her yerdedir. Sonuç Özgür yazılım tarihindeki bu kısa gezintinin ardından yazının başında sorulan soruları yanıtlayabiliriz. Özgür yazılımın başarısı rastlantı mıdır ve sürdürülebilir mi? Teknoloji bir mücadele alanıdır ve hackerlar bilişim teknolojilerinin gelişimine müdahale etmemiş olsaydı bugün yalnız özgür yazılım değil, birçok teknoloji de olmayacaktı. Hackerlar PC'yi geliştirirken ve geliştirdikleri yazılımlarla interneti oluştururken bilişim teknolojilerinin farklı bir yönde gelişimine neden oldular. Enformasyon, kendi öyle olmak istediği için değil, hackerler enformasyonun özgür olması gerektiğine inandıkları ve bunun için mücadele ettikleri için özgür oldu. Özgür yazılımın sürdürülebilirliğini de fikri mülkiyet hakları alanındaki mücadele belirleyecek. Dolayısıyla, mülkiyet ilişkilerinde herhangi bir değişim özgür yazılım ilişki ağını doğrudan etkileyecektir. İsveç Korsan Partisi ile FSF arasındaki telif hakları tartışması ilginç ve de öğreticidir. İsveç Korsan Partisi, seçimlerde %7.1 oy olarak İsveç'i Avrupa Parlamentosu'nda 18 kişiyle temsil etme hakkı kazandıktan sonra telif haklarında bir reform önerir. Korsan partisinin önerisine göre telif haklı bir çalışma beş yıl sonra kamu malı haline gelecektir. Özgür yazılım hareketi bu öneriye karşı çıkar. Çünkü beş yıl sonra bir özgür yazılım kaynak kodlarıyla beraber telif hakkından muaf olduğunda özel mülk yazılım geliştiren firmalarca özgür yazılımcıların birikmiş emeğine el konulup, özel mülk haline getirilebilecektir. Fakat özgür yazılım hareketi, özel mülk yazılımlar kaynak koduyla beraber dağıtılmadığı için aynı fırsattan hiçbir zaman yararlanamayacaktır. Özel mülkiyetin kanunları, yazılımdaki kamusal mülkiyetin güvencesi haline gelmiştir. Bu nedenle, özel mülk yazılım tamamen ortadan kalkmadığı sürece telif haklarında kullanıcı haklarına yönelik bir iyileşme özgür yazılıma zarar da verebilir. Bilişim tekelleri son yıllarda mülkiyet ilişkilerini yeniden yapılandırmayı hedefleyen, telif haklarını aşan daha radikal stratejiler peşindedir: Patentler ve DRM (Digital Restrictions Management Sayısal Kısıtlamalar Yönetimi). Telif hakları herhangi bir fikrin sunuş biçimiyle ilgilidir ve edebi ve sanatsal çalışmalar gibi yazılımlar da telif hakları kapsamında değerlendirilir. Aynı fikrin birbirinden bağımsız olarak ifade edilmesi açısından bir engel yoktur. Bir yazılımdaki fikri başka bir şekilde kodladığınızda telif haklarını ihlal etmiş olmazsınız. Patentler ise fikrin kendisinin mülkiyeti ile ilgilidir. Bilişim tekelleri algoritmaları ve iş metotlarını (Amazon un aldığı tek tıkla

102 100 LaborComm 2014 Bildiriler Kitabı alışveriş gibi) patentlerle koruma altına almak istemektedir. Patentler, özgür yazılımın gelişimini engelleyebilmektedir. Örneğin, internet üzerinden özgür iletişim olanağı sağlayan ileri şifreleme araçları GnuPG örneğinde olduğu gibi patent sorunları nedeniyle uzun bir süre geliştirilememiştir. Ayrıca Avrupa'da gerçekleşen patent savaşındaki taraflara da dikkat etmek gerekir. Özgür yazılımın destekçisi IBM, Microsoft ile aynı saftadır ve patentleri desteklemektedir. Özgür yazılım taraftarları ise sokak eylemleri dahil etkin bir kampanya yürütmektedirler. IBM, sahip olduğu patentlerin bir kısmını özgür yazılım geliştiricilere bağışladığını duyurmasına rağmen patent savaşı, özgür yazılımcılarla uluslararası şirketler arasındaki ilişkinin kırılganlığını göstermesi açısından önemlidir. DRM ise tek bir teknolojik ürün olmayıp sayısal içeriğin, satış sonrasında da kullanımını kısıtlamayı ya da kontrol etmeyi hedefleyen teknolojilerin genel adıdır. Medya tekelleri, bilişim teknolojileri öncesindeki iş modellerini korumak istiyorlar. Bilişim teknolojilerinin kullanımından önce, içeriğin kopyalanması ve dağıtımı son derece sınırlıydı. Şimdi eski günlerin özlemi ile sattıkları enformasyonun sonraki dolaşımını, DRM ile kontrol etmeye çalışıyorlar. Yazılım tekelleri ise donanım üreticileriyle işbirliği yaparak donanımı sadece kendi yazılımlarını çalıştıracak şekilde kısıtlamaya çalışıyorlar. Patentler hukuksal olarak, DRM ise teknolojik olarak yazılımdaki mülkiyet ilişkilerini yeniden düzenlemek istemektedir. İkisi de hackerın üretim özgürlüğü için, dolayısıyla da özgür yazılımların sürekliliği için birer tehdittir. Kendini ister özgür yazılımcı isterse de açık kaynak kodcu olarak ifade etsin hackerlar patentlerin ve DRM'in hack etkinliğini, dolayısıyla da kendi varlıklarını, tehdit ettiğinin farkındadır. Bunun dışında, bilişim teknolojileri giderek daha çok günlük hayatımızın bir parçası olmasına rağmen birçoğunun işlevleri üretici firmalarca kısıtlanmıştır. Teknolojinin yeniden üretilmesinin, hack etkinliğinin, karşısına önemli teknolojik engeller de çıkarılmaktadır. İkinci sorumuz ise insanların doğrudan maddi bir karşılık elde etmeksizin neden özgür yazılım geliştirip boş zamanlarında çalışmayı tercih ettikleridir? Sorunun arkasında yatan düşünce ise günümüzde insanların çalışmaktan hoşlanmadığı ve ondan kaçındığıdır. Bu nedenle, hackerları tartışmadan önce insanın neden çalışmaktan hoşlanmadığını sorgulamak gerekir. Kapitalizmde işin kendisi bir gereksinim değildir; iş başka gereksinimlerin bir aracı haline gelir. Fazla mesaiye kalan ücretli bir bilgisayar mühendisi de gece yarısı bilgisayar başında eğlence arayan bir hacker da yazılım geliştirmektedir. Birincisi işi bir dayatma olarak algıladığından bir an önce bilgisayar başından kalmak isteyecek, diğeri ise biraz daha ayakta kalıp çalışabilmek için kahve içecektir. Bu bağlamda iş kapitalizmde insanı tüketen bir etkinlikken, özgür yazılımda insanı özgürleştiren ve geliştiren bir etkinliktir. Hacker için hack etkinliği hangi amaçla yapılırsa yapılsın (bir yazılımın ya da donanımın nasıl çalıştığını öğrenme, herhangi bir teknoloji konusunda tecrübe sahibi olma, para kazanma, topluma faydalı olma, ün kazanma) hacker etkinlik sonucunda güçlerinin gelişimini tadar. Özgür yazılımın gizemi hackerların amaçlarından çok etkinliğin kendisinde saklıdır. Özgür yazılım, hackerların gerçek çıkarlarının somutlanmış halidir. Bir projedeki mülkiyet ilişkilerindeki herhangi bir kısıtlama hackerları projeden uzaklaştıracağı gibi hack etkinliğinin ön koşulu olan üretim araçlarına erişim hakkının kısıtlanması/sınırlandırılması hack etkinliğini engellediğinden hackerın varlığını da, özgür yazılımın geleceğini de tehdit edecektir. Fakat özgür yazılım hareketi, özgür yazılımı hackerların hackerlar için yaptığı bir yazılım olarak görmez. Günümüzde tüm bilgisayar kullanıcılarının birbirine bağlandığı düşünülürse hackerların özgürlüğü, diğer kullanıcıların özgürlüğü ile ilişkili olduğu görülecektir. Örneğin, internette özel bir standardın yaygınlığı hackerları da aynı standarda uymaya zorlayacaktır.

103 İ. İzlem Gözükeleş 101 Bu nedenle hackerlar, bilgisayar kullanıcılarını açık standartlar, DRM, patentler konusunda bilgilendirirler ( bilginin özgür akışı için kullanıcıları gözetime ve sansüre karşı kullanıcılar için yazılımlar geliştirirler ( Şirketlerin, kapitalizmde özel mülkiyetin kutsallığına karşın neden yazılımda çitleri kaldırmayı kabul ettiğine gelince... Kapitalizmde çalışma saatlerinin arttırılması sömürüyü arttırmanın en temel yollarından biridir. Bugün çok sayıda hacker ve özgür yazılım gönüllüsü ücretsiz olarak bir kullanım değeri yaratmaktadır. Özel mülk yazılım firmaları için değil ama donanım ve hizmet satan firmalar için bu eşsiz bir fırsattır. Ayrıca firmalar, özgür yazılım hackerları bünyelerine kattıklarında bile yalnız bedenen değil, ruhen de kendini yaptığı işe veren, mesai kavramı olmayan çalışanlara ve sömürüyü derinleştirme olanağına kavuşur. Özel mülk yazılım geliştiren bir programcı için yazılım sadece karşılığında ücret alacağı bir iş iken hackerlar için ise gönüllü ve kendilerini bütünüyle verdikleri bir etkinlik olmaktadır. Ayrıca yenilikçi bir kod, hackerlar arasında hızla yayılmakta ve kodun daha yenilikçi fikirlerle zenginleştirilmesi hızlanmaktadır (Söderberg, 2007, s. 26). Buna karşın bilindik anlamda bir sömürüden bahsedemeyiz. Hackerın geliştirdiği yazılım GPL ile lisanslanmışsa, ürüne başkalarını dışlayıcı şekilde el konulması olanaklı değildir. Bu nedenle, kişinin çalışmasının ürünlerinin kendine karşı yabancı bir güç haline gelmesi söz konusu değildir. Oracle'ın Sun'ı almasından sonra daha önce Sun tarafından yönetilen iki özgür yazılıma, MySql veritabanına ve OpenOffice'e, yönelik müdahaleleri hackerlar tarafından hoş karşılanmadı. Hackerlar kaynak kodlarını alarak MySql'e MariaDB, OpenOffice'e LibreOffice adını verdiler ve kendilerine Oracle'dan bağımsız bir yol çizdiler. Dolayısıyla, şirketler kendi ücretli çalışanlarını özgür yazılım projelerinde görevlendirseler de özgür yazılıma el koyma gibi bir şansları olmamaktadır. Özgür yazılım ister istemez Marx'ın Kapitalde anlattığı Bay Peel'in öyküsünü akıllara getirmektedir. Bay Peel, Sterlinlik üretim ve geçim aracıyla, 3000 kişilik işçi sınıfıyla Batı Avustralya'daki Swan Nehri'ne doğru yola çıkar. Gideceği yere vardığında yanında hiç kimse yoktur. Çünkü toprağın bedava olduğu bir yerde işçileri, emek güçlerini satmaya zorlayacak hiçbir neden yoktur. İşçiler Bay Peel'den bağımsız olarak kendi hayatlarını kurarlar (Marx'tan aktaran Holloway, 2010, s. 27) Özgür yazılım, en azından şuan için, kapitalizmde ciddi bir çatlaktır. KAYNAKÇA: Boyle, J. (1996). Shamans, Software, and Slpeens: Law and The Construction of Information Society. Cambridge, Mass. : Harvard University Press. Campbell-Kelly, M. (1995). Development and structure of the international software industry, Business And Economic History, 24 (2). Castells, M. (2001). The Internet Galaxy: Reflections on the Internet, Business, and Society. New York: Oxford University Press. DeLanda, M. (2001). Open-source: Amovement in search of a philosophy. presented at the Institute for Advanced Study, adresinden alınmıştır. (Erişim tarihi 29 Mart 2014)

104 102 LaborComm 2014 Bildiriler Kitabı DiBona, C., Ockman, S. ve Stone, M. (1999). Introduction. Open Sources: Voices from the Open Source Revolution, adresinden alınmıştır. (Erişim tarihi 31 Ocak 2005) Engeström, Y. (1999). Activity theory and individual and social transformation. Perspectives on activity theory, Engeström, Y., Miettinen, R. ve Punamaki, R. L. (der.) içinde. Cambridge: Cambridge University Press Holloway, J. (2010). Kapitalizmde Çatlaklar Yaratmak, İstanbul: Otonom Yayıncılık. Levy, S. (2001). Hackers: Heroes of the computer revolution (Vol. 4). New York: Penguin Books. Moody, G. (2002). Rebel Code: The Inside Story of Linux and the Open Source Revolution. New York: Basic Books. OECD (1985). Software: An Emerging Industry. Information Computer Communucations Policy, Paris. Pedersen, J. (2010). Introduction: Property, Commoning and the Politics of Free Software. The Commoner, (14). Perens, B. (1999). The open source definition. Open Sources: Voices from the Open Source Revolution, 1st edition, adresinden alınmıştır. (Erişim tarihi 31 Ocak 2005). Raymond, E. (1999). A brief history of hackerdom. Open Sources: Voices from the Open Source Revolution, 1st edition, adresinden alınmıştır. (Erişim tarihi 31 Temmuz 2005) Seidel, R. W. (2002). Government and the Emerging Computer Industry. In From 0 to 1: An Authoritative History of Modern Computing. Akera, A. ve Nebeker, F. (der.) içinde New York: Oxford University Söderberg, J. (2007). Hacking Capitalism. Routledge. Stallman, R. M. (2009). Özgür Yazılım, Özgür Toplum, Richard M. Stallman'ın Seçme Yazıları. Çev., Serkan Çapkan, İzlem Gözükeleş, Tahir Emre Kalaycı, Çiğdem Özşar, Birkan Sarıfakıoğlu, Ankara: TMMOB Elektrik Mühendisleri Odası. Steinmueller, W. E. (1996). The US Software Industry: An Analysis and Interpretive History MERIT Tiemann, M. (1999). Future of cygnus solutions: An entrepreneur s account. Open Sources: Voices from the Open Source Revolution, 1st edition, adresinden alınmıştır. (Erişim tarihi 29 Mart 2014) Torvalds, L. and Diamond, D. (2001). Just for Fun: The Story of an Accidental Revolutionary. HarperBusiness. Wayner, P. (2000). Free for all: How Linux and the free software movement undercut the high-tech titans. New York: Harper Business. Wood, E. M. (1999). The Origin of Capitalism. Monthly Review Press.

105 Söz ün Ekonomi-Politiği: Finansal Kapitalizmin Yeni İletişim Gündemi; Sözle Yönlendirme Gökhan GÖKGÖZ Özet: İster 60 ların sonunda yükselen toplumsal hareketler ile ilişkilendirilsin, isterse 70 li yılların hemen başındaki ekonomik kriz milat olarak alınsın; bu tarihlerin öncesine göre çok daha farklı bir toplumsal tasavvur içinde yaşandığını ve yine geleneksel olandan farklı bir ekonomik zeminde hareket edildiğini söylemek gerekir. Finansallaşma kavramı, yeni zamanlara özgü bu duruma bütünlüklü olarak verilen bir yanıt; eş zamanlı bir referansla bu toplumsal ve ekonomik alanın her ikisini birden kuşatan bir bağdır. Finansallaşma, finansın ve/veya küresel parasal akışının temel işlemsel değer olduğu bir ekonomik modeli işaret eder kuşkusuz; ancak bu ekonomik-model, geleneksel bir büyüme retoriğinden farklı olarak varoluşsal koşullarını toplumsal alanda bulur. Her daim toplumsala gömülmek, toplumsal aktörlerin beklentilerini yönetmek, ekonominin yeniden üretimi sürecine engel teşkil edebilecek bilişsel ve/veya ideolojik sınırları/kısıtları aşmak ve en nihayetinde küresel alana bağlanma arzusunda olan bir ulusal ekonominin gelecek perspektifi ile o ulusal alanda yaşayan sıradan insanların gelecek kurguları arasında bir bağ kurmak, bu iki perspektifi birbirine paralel hale getirmek, finansal çevrimin tamamlanmasındaki zorunlu toplumsal uğraklardır. Toplumsal alana, bir ekonomi-politikanın yeniden üretilmesi noktasında yapılan bu varoluşsal vurgu, önce iletişime genişçe bir yer açar; hemen ardından toplumsal aktörleri, ekonomi-politikanın alanına çekecek, bireylerin/grupların/sınıfların beklentileri ile ulusal-parasal hedefler arasında bağ kuracak iletişim stratejilerini ve/veya stratejik iletişim yöntemlerini gündeme getirir. Bu gündem doğrultusunda büyüyen en yeni yöntem ise, sözle yönlendirme dir. Çalışmada, sözle yönlendirme nin nasıl kavramsallaştırılabileceğine ilişkin literatüre hâkim olan liberal tezlerden farklı olarak, buradaki söz ün ekonomi-politik ve ideolojik içerimlerine görünürlük kazandırılacaktır. Anahtar Kelimeler: Finansallaşma, İletişim, Dil, Söz, Postmodernizm, Postfordizm Giriş 1970 li yıllar kapitalizmin tarihinde önemli bir uğrağı temsil eder. Kriz, sermayenin kâr oranlarının düşme eğilimi, üretim ve tüketim arasında devlet üzerinden sağlanan Keynesyen refah uygulamalarının sermayenin çevrimini sağlamakta yetersiz kalması, yeni bir kapitalist büyüme retoriğine olan ihtiyacı belirginleştirmiştir. Bu yeni dönem, hiç kuşkusuz, üretimde kullanılan yeni otomasyon teknolojileri ve esnek istihdam biçimleri üzerinden de okunabilir ya da çokluğa ve bu çokluğu oluşturan her bir parça arasındaki diyaloğa vurgu yapan bir kültürel tasavvur üzerinden de değerlendirilebilir. Yani ister daha ekonominin sınırları içerisinde kalarak çalışma ilişkilerine, üretim teknolojilerine, istihdam biçimlerine, sermayeemek arasındaki endüstri-içi ilişkilere şeklini veren postfordizm üzerinden bir okuma yapılsın, ister toplumsal alanın totalleştirilmesine karşı mikro-pratiklere, gündelik hayatlara, bireysel anlatılara, parçalı toplumsal kimliklere vurgu yapan ve bu kimlikler arasındaki diyalog üzerinden yeni toplumsal muhayyile imkânı arayan postmodernizm üzerinden bir değerlendirme yapılsın varılan nokta çok da değişmeyecektir. Dolayısıyla bu dönemde kapitalist gelişme retoriği açısından en önemli gelişme, sadece ekonomi içerisinde değil, kültürel alanı da kuşatacak biçimde toplumsal hayatın tümünde yeni ve/veya farklı bir sermaye biçiminin hegemonik liderliği ele almasıdır. Bu sermaye biçimi, finansal sermayedir. Yard. Doç. Dr., Gaziantep Üniversitesi İletişim Fakültesi, Gazetecilik Bölümü. LaborComm Uluslararası İşçi ve İletişim Konferansı, 3-4 Mayıs, Ankara

106 104 LaborComm 2014 Bildiriler Kitabı Finansal sermaye artık bir yandan ideal bir ekonomik büyüme modelini tarif edip, bu model içerisinde paranın küresel çevrimini merkezi bir noktaya yerleştirirken; bir yandan da ulusal ekonomilerin küresel alana eklemlenmek için geçmek zorunda oldukları finansallaşma uğrağının nirengi noktalarını belirler. Buradaki finansallaşma, yalnızca ekonominin niceliksel diliyle işaret edilebilecek bir kategori değil, toplumun yüzünü bütünüyle paranın çevrimine dönmesini ifade eden, bütün toplumsal aktörlerin gündelik pratiklerine sızan, borçluluk üzerinden en marjinal gelir gruplarını bile dışarıda bırakmayan, niteliksel bir kategoridir. Bu nokta önemli; zira, finansal sermaye, sanayi sermayesinin itici gücü oluşturduğu geleneksel bir büyüme retoriğinden farklı olarak ön koşullarını toplumsal ve kültürel alanda bulur. Böylece ekonomi-politik olanla toplumsal ve kültürel olan arasında varsayılan geleneksel ilişki bir anda bozulur. Ekonominin, kültürü doğrudan belirlediği tezi, kültürü içine katmadan ekonominin varolamayacağı tezi ile yer değiştirir. Ekonomi ile kültür arasındaki diyalektik berrak bir görünüm alır; kültür, ekonominin zeminine yerleşiverir. Bu noktadan itibaren finansal iletişim, toplumsal alana gömülme arzusu duyan, toplumsal alandaki farklı kültürel pratiklere seslenme ihtiyacındaki bir ekonomi-politikanın alet çantasındaki en önemli araç olarak yerini alır (Gökgöz, 2013a). Söz ün Ekonomi-Politiği 1970 krizi sonrası Bretton Woods sisteminin çöküşü, bu eksende önemli bir tarihsel gelişmeyi işaret eder. Bu vasıtayla paranın maddi temeli ortadan kalkmış (Arın, 2003, s. 575), bir başka deyişle paranın değerini belirleyen altın gibi bir sabite artık gerek kalmamıştır. Bu noktadan sonra paranın değerlenmesini sağlayacak ve ulusal paranın etrafındaki bir toplumsal biraradalığı harekete geçirecek yeni bir sabiteye ihtiyaç duyulur. Küresel düzenleyici aktörlerin önerdikleri ekonomi-politik reçeteler kadar, ulusal düzenleyici kuruluşların kendi etkinlik alanı içerisindeki toplumsal kadastro ile kurduğu iletişim de bu noktada büyük önem arz eder. Richard W. Fisher in, Deng Xiaoping ten uyarlayarak ifade ettiği üzere 1, artık düzenleyici kuruluşların ayaklarının dibindeki ekonominin taşlarını hissetmeleri ve buna göre devam etmeleri (Fisher, 2014, s. 8) gerekir. Bu taşlardan en önemlisini de toplumsal beklentiler oluşturur. Bir toplumdaki bireylerin ekonomik gidişata ilişkin bakış açısı, ekonomik görünüme ilişkin paylaştıkları anlam, geleceğe dönük beklentileri ve bu doğrultuda gerçekleştirdikleri pratikler, hem ulusal ekonomik performansın hem de küresel alanda dolaşan paranın o ulusal alana göstereceği teveccühün önkoşulu haline gelir. Yani finansal bir ekonomi ve sıcak paraya yaslanan bir büyüme retoriği, toplumsal aktörlerin kültürel-bilişsel özelliklerini dışarıda bırakarak varolamaz. Finansal iletişim, bireylerin beklentilerine odaklanacak bir kanal olarak bu noktaya kurulur. Beklenti yönetimi (bkz. Blinder vd., 2008) önemli: Zira, gelişmekte olan ülkelerin içinde yer aldığı enflasyonla mücadele etrafında şekillenen büyüme retoriği, hedeflenen enflasyona ulaşma kapasitesi ile toplumsal alan üzerinde hegemonya kurma becerisi arasında bir paralelliği gerektirir. Yani, bireylerin ekonomik gidişata ilişkin duydukları güven (bkz. Akerlof ve Shiller, 2010, s. 33), enflasyonun aşağı yönlü hareketinin temel işlemsel değeri olarak kurulur. Uygulanmakta olan ekonomi-politikaya ilişkin toplumsal aktörlerin olumlu hissiyatı, bir yandan örneğin yastık altında tutulan paraların finansal piyasalarla buluşmasını ve/veya hane halkı gelirlerinin mortgage kredilerine aktarılmasını mümkün kılarken, bir yandan da ulusal alana girmeye hevesli finansal sermayeye toplumsal risklerden arınmış bir alan sağlar. Düşük döviz kuru ve yüksek faiz esasında çalışan ulusal para 1 Xiaoping, Taşları hissederek, nehri geçeceğiz der. Fisher, buradan yaptığı uyarlamanın bunun özellikle de merkez bankacılar için geçerli olduğunu belirtir.

107 Gökhan Gökgöz 105 politikası, ancak bu toplumsal ve ideolojik bağ marifetiyle küresel finansal sermaye ile buluşur. Finansal iletişim, bu ideolojik alan ın hemen yanı başında yer alır (Gökgöz, 2013b). Bu tarz bir düşünüş, devlet e ilişkin yeni bir kavramsallaştırmayı da beraberinde getirir. Devleti, monolitik bir blok olarak değil, stratejik bir alan (Poulantzas, 2004, s. 41, 154) olarak görmeyi gerektirir. Devleti, ilişkisel ve dinamik (Jessop, 2008) bir yapı olarak görmek gerekir. Bu tarz bir düşünüş, iletişim kavramına devlet in alanı içerisinde genişçe bir yer açar. Nitekim, 1970 sonrası dünyada, 1980 sonrasında da Türkiye de devlete ilişkin iki eğilim görmek mümkün: Bunlardan birincisi, finansallaşma sürecinde ekonominin toplumsala gömülme yönelimini ve bu yönelim içerisinde ulusal devletin merkeziliğinin altını önemle çizerken; ikincisi, devletin geri çekilmesini, üretimin çekirdeğinden uzak bir yerde konumlanmasını salık verir. Birbirine görece karşıt bu iki eğilim arasındaki denge, ancak merkez bankası benzeri bağımsız düzenleyici kuruluşlar üzerinden sağlanır. Devletin kurumsal varlığından bağımsız, ancak devletin alanı içerisine kayıtlı, devletin alanına bağımlı bir merkez bankası vasıtasıyla hem küresel-finansal sermayenin talepleri hem yerel toplumsal aktörlerin ihtiyaçları birbirine bağlanır. 2 En nihayetinde, geleneksel olarak katı iktisadi sıfatlarla tanımlanan, toplumsal hayatın uzağında mistik politika yapma biçimleriyle tanınan merkez bankası gibi örgütler, üzerinde toplumsal aktörlerin gezindiği ve enformasyon paylaşımının gerçekleştiği birer kamusal mekân olarak yeniden kurulur. Kapalı bir bürokratik hiyerarşi içinde dokunan gizem perdesi aralanır; politika yapıcılar ile tüketiciler arasındaki, birincisine zorunlu bir otoriterlik atfeden doğrudan ilişki kırılır; politika, farklı toplumsal aktörlerin davet edildiği bir sahnenin çıktısı olarak, yine toplumsal aktörlerin tüketimine sunulur. Finansal piyasalar, pür ekonomik süreçlerin dışından kavranarak sosyal etkileşimin bir alanı (Preda, 2007, s. 507) olarak inşa edilir. Buna göre toplum, farklı beklentilerden, her biri farklı bir kültürel varoluşa denk gelen farklı yönelimlerden ve dolayısıyla farklı çıkarlardan oluşur. Dolayısıyla piyasa fiyatı, bu farklı toplumsal konumlanışların ortak ürünüdür. Bu haliyle, postmodernizmin çokkültürlülük vurgusunun, ekonomi-politikaya tahvil edilmesi gibidir. Nitekim, finansallaşma sürecinde bir ulusal ekonomik performans için temel ölçüt olan fiyat istikrarını sağlama çabası, bireylerin bu farklı/parçalı kültürel donanımlarına seslenmek durumundadır. Finansallaşmanın genel kabullerine bükülen ekonomi-politik yapı, bireylerin bilişsel yapıları ile iletişim kurabilmelidir. Bu iletişim, hem bireylerin öznel-kültürel niteliklerine ilişkin belirsizliğin piyasa süreçlerini gölgelemesinin önüne geçmek, hem de piyasa ile temas eden diğer toplumsal aktörlerin belirsiz bir enformasyon ile karşılaşması neticesinde beklentilerindeki bozulmayı engellemek noktasında büyük önem arz eder. Görüldüğü üzere, piyasada sağlıklı bir fiyatın oluşması, derinlikli bir finansal yapının ortaya çıkması, bireylerin en gündelik düzeyde sürdürdüğü rutinlere, alışkanlıklara, pratiklere kopmaz biçimde bağlıdır. Yani finansal iletişim, toplumun farklı kesimleriyle yürütülen bir diyalog tur (Nervaj vd., 2006). Bu diyalog, tercihen yaslanılabilecek bir kurumsal yönelim değil, sürdürülebilir bir ekonomik büyüme ve fiyat istikrarı için zorunlu bir önkoşuldur. Zira toplumun uzağında inşa edilen bir para politikasının veya ekonomik hedeflerin kendi başına bir anlamı yoktur; zira asıl anlam o kurumsal sınırların dışında, toplumsal alanla temas noktalarında kurulur. Dolayısıyla yalnızca teknik verilere yaslanan, ekonomik açıdan görece rasyonel ve objektif kararların alınması yetmez; atılacak adımların nasıl anlaşılması gerektiğinin önce 2 Ekonomistlerin çokça dillendirdiği üzere, FED in farklı yönelimlere sahip her kararının ardından yönetmeye odaklandığı merak etmeyin, ben buradayım algısı, ancak üretim çekirdeğinin uzağında ama aynı zamanda ekonominin içinde, devletin kurumsal varlığının uzağında ama aynı zamanda devletin alanının içindeki o pozisyon ile inşa edilebilir.

108 106 LaborComm 2014 Bildiriler Kitabı toplumsal aktörlere anlatılması, kurumun rasyonel çerçevesinin, toplumsal aktörlerin görece irrasyonel eğilimleriyle bağ kurabilmesi, bireylerin subjektif değerlendirmelerinin politika inşa sürecine katılması gerekir. Bu gereklilikler yerine getirilebilirse, bir başka deyişle kodlama ile kod açımlama arasındaki bu denklik kurulabilirse; yani, fiyat istikrarı ve ekonominin genel gidişatının sekteye uğratmayacak bir ortak anlam (Ehrmann ve Fratzscher, 2007, s. 22) inşa edilebilirse finansal iletişim süreci başarılı kabul edilir. Finansallaşma süreci de toplumsal alanda inşa edilen bu anlama yaslanır. Finansal Kapitalizmin Yeni İletişim Gündemi; Sözle Yönlendirme Bu minvalde, 2008 krizi sonrası merkez bankası iletişim politikası araçları içerisinde ön plana çıkan yöntem; sözle yönlendirme 3. Türkiye de 2006 yılından itibaren açık enflasyon hedeflemesine geçilmesiyle başlayan ve giderek büyüyen iletişim politikaları gündeminin bir parçası olan bu yöntem, hem 1990 yıllarda tüm dünyada başlayan şeffaflaşma, katılımcılık, hesap-verebilirlik, açıklık gibi kavramlar etrafında dönen değişimi yakalamanın hem de uygulamaya konulacak politikaların hedefleri ve niyetleri konusunda kamuoyunu daha fazla bilgilendirerek söz konusu politikaların başarı katsayısını attırma çabasının da merhalelerinden birisidir. Bir başka deyişle, hali hazırda imal edilmiş politika paketlerinin tüketime sunulması yerine, tüketicilerin üretiminde pay sahibi olduğu politikaların arzulanan parasal hedeflere daha kolay ulaşacağına dair ve üstelik bu karşılıklılığın tam da içinden geçtiğimiz demokrasi atmosferinde daha insani bir noktaya tekabül ettiğine dair farklı varsayımlar bu sürecin merhalelerini oluşturur. En nihayetinde tam da Merkez Bankası Başçı nın ifade ettiği üzere, nasıl para, ekonominin çarklarını yağlayan bir katalizör se, iletişim politikası ve sözle yönlendirme (de), merkez bankasının elindeki politika araçlarının etki gücünü arttıran ve aktarım mekanizmasını yağlayan bir katalizör görevi üstlenmektedir (Başçı, 2013, s. 6). Daha normatif bir tanımla, sözle yönlendirme, merkez bankalarının ekonomik görünüme ilişkin değerlendirmelerine koşut olarak para politikasının gelecekteki yönelimini ilettikleri bir iletişim aracıdır ( ) gelişmiş bir iletişim biçimidir (Praet, 2013). Aslında bu yöntemsel değişimin, FED Başkanı Janet L. Yellen in (2012) sözlerini biraz değiştirerek söylersek, herhangi bir teknolojik veya ekonomik gündemdeki değişimden ziyade, para politikasının nasıl daha etkili hale getirilebileceğine dönük algıdaki bir değişim olduğunu söylemek mümkün. Zira 2008 krizi ile birlikte özellikle gelişmiş ülkelerde nominal faiz oranlarının yüzde sıfır sınırına gelmesi, finansal kriz fiyaskosundan sonra ekonomik iyileşmeyi teşvik etmek için FOMC un faiz oranlarını sıfıra yakın bir noktaya getirmesi (Fisher, 2014, s. 2) ve ekonomik faaliyeti canlandırmaya yönelik adımlar atılabilmesi için alan kalmaması, toplumsal alanı eskisinden daha da derinlikli bir biçimde sürece davet etmeyi gerekli kılmıştır. Yani sözle yönlendirme ile toplumsal aktörlerin faiz oranına ilişkin beklentilerini aşağı doğru çekmeye, varlık fiyatlarını ve toplam harcamalarını yukarı doğru itmeye çalışılmaktadır. Buradaki davet, ekonomi-politik resmi tamamlamaya dönük ideolojik bir çağrıdır. Zira söylendiği üzere, bir merkez bankası doğrudan ancak kısa vadeli faiz oranlarını kontrol edebilir (BBC, 2014). Uzun vadedeki dolayım, ancak merkez bankasının sözü üzerinde varılan toplumsal mutabakat ile sağlanabilir. Yani sözle yönlendirme, düşük kısa dönem faiz oranlarını düşük uzun dönem faiz oranlarına dönüştürmenin bir yoludur. Finansallaşma puzzle ındaki (Del Negro vd., 2012) toplumsala ilişkin eksik parçayı tamamlamaya dönük bir çağrıdır. Söylendiği üzere, aslında, çok sayıda ekonometrik model 3 Bu adlandırma ilk kez Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı tarafından, 24 Eylül 2013 tarihinde Denizli de gerçekleştirilen Para Politikası Konferansı esnasında İngilizcedeki forward guidance teriminin Türkçedeki karşılığı olarak kullanılmıştır. Kuşkusuz Türkçeye farklı bir çeviride ileriye dönük rehberlik olarak da tahvil edilebilirdi. Ancak Başçı nın bu tercihi, hem dile/söze para politikası içinde yer açması hem de dile sızan ve ekonomi-politikanın genel eğilimlerine bükülen ideolojik gündemi görünür kılması açısından çok daha anlamlıdır/manidardır. Bunun için bkz. Bloomberg HT, 2013.

109 Gökhan Gökgöz 107 olmasına ve projeksiyonlarımızı geliştirmeye yardım edecek ekonomistlerden oluşan olağanüstü bir takımımız olmasına rağmen, bu tahminler büyük ölçüde varsayımdır ( ) Oysaki basın ve piyasalar sürekli onlara odaklanıyor; sanki onlar her şeyi bilmenin fermanı, her şeyi gören parasal bilgiler (Fisher, 2014, s. 5). Buradaki varsayımın gerçekleşmesi, merkez bankalarının inşa ettikleri senaryonun kurgusal olmaktan çıkması ancak toplumsal alanın sürece dâhil edilmesi, toplumsal aktörlere senaryoda rol almak için bir çağrıda bulunulması ile mümkün olabilir. Giles in söylediği üzere de, bu çağrının içinden geçeceği, merkez bankasının politikasını özetleyecek tek bir basit cümle ye ihtiyaç var; gerektiğinde sosyal medya üzerinden dolaşıma sokulacak daha iyi, daha zarif ve daha doğru tercümeler e ihtiyaç var (Giles, 2013). Bu çağrıya yanıt bulmak, toplumsal aktörlerin merkez bankasının sesine paralel bir yerden ses vermeleri, kendi sözlerini merkez bankasının sözlerine göre ayarlamaları, hiç kuşkusuz, bir ülkedeki merkez bankasının o ülkenin toplumsal kadastrosu karşısındaki itibarıyla da çok yakından ilişkilidir. Söz konusu merkez bankasının döviz rezervleri yanında biriktirdiği itibar sermayesi, hem sözlerinin etki kapasitesini arttırırken hem de kendisini tüm toplumsal aktörleri içine alan bir kamusal alan olarak, herkesin üzerinde yer almaya istekli olacağı bir oyun alanı olarak kurmasına imkân tanır. Diğer yandan bu itibar, o ulusal-toplumsal alanda paranın istikrarını referans alan bir hegemonyanın kurulmuş olduğunun da en önemli mefhumlarından birisidir. Bu noktada merkez ülkeler ile çevre ülkeler arasındaki ayrım da bariz: Zira, iki örnek, FED ve TCMB na baktığımızda, birincisinin örneğin son dönemde politika faizinin 2015 e kadar arttırılmayacağına ilişkin perspektifi ve yine işsizlik oranın yüzde 6.5 un altına düşmeden parasal genişlemenin durdurulmayacağı sözü, sözün muhatabı toplumsal aktörler tarafından çok büyük oranda olumlu geri dönüş alırken 4 ; TCMB nin döviz kuruna ilişkin yönlendirmesi, beklentileri değiştirmemiş ve kurumun itibarına dönük önemli eleştirileri de beraberinde getirmişti. 5 Dolayısıyla sözle yönlendirmenin içeriğini oluşturan geleceğe ilişkin taahhüt, ancak ileriye dönük beklentiler yönetilebilirse, bu beklentileri yönetecek kurumsal itibar inşa edilebilirse, o ülkedeki politik ortam kurumsal sözün itibarsızlaşmasına neden olacak riskler içermiyorsa, gürültü yaratmıyorsa ve bütün bunları içine alacak biçimde o alanda toplumsal hegemonya inşa edilebilirse anlamlı bir yere oturur; aksi halde tek başına bir anlam ifade etmez, amaçlandığı üzere toplumsal aktörlerin geleceğe ilişkin öngörülerine şekillendiremez, doğal olarak piyasa koşullarına ilişkin belirsizliği gideremez, alanı kaplayan gürültünün önüne geçemez. Söylendiği üzere, toplumsal alandaki irrasyonel coşkunun hayaleti nin (Fisher, 2014, s. 4) büyümesini engelleyemez. Buradaki çağrının ve/veya söz ün iki yönü var: Birincisi, söz verme ve taahhüt etmeyi işaret ediyor. Söylendiği üzere, sözle yönlendirme, geleceğe dönük bir sözdür (promise); özellikle de gelecekteki faiz oranları üzerine bir söz (BBC, 2014); uzun bir süre faiz oranlarını düşük tutmak için verilen bir söz (Economist, 2014). Ve buradaki söz, daha çok sermayeye dönük olarak çalışıyor. Örneğin 2006 yılından itibaren Türkiye de uygulamaya konulan üç yıllık bütçe uygulaması ve dolayısıyla üç yıllık hedef patikası, üç yıllık bir süre boyunca ulusal düzenleyici kurum sıfatıyla Merkez Bankasının verdiği bu garanti ve/veya merkez bankasının gelecekteki beklentilerine ilişkin verdiği söz, hem sermayeyi ve onun yeniden üretim sürecini politik iktidarda yaşanan dalgalanmalardan ve politik mücadelelerden muaf kılar hem de bu söz, önemli bir güvence işlevi görür, sağlam bir zeminde oyun 4 Öyle ki, toplumsal aktörler söz konusu dönemde FED in sözle yönlendirme yapmadan hareket etmeyeceği ni söylemişler; politikaya ilişkin adımların atılmasında gecikmeler varsa bile, bunun nasıl olacağı konusunda fikir birliği çalışmalarının devam etmesi ile ilişkili olduğuna inandıklarını belirtmişlerdir (Cnbc-e, 2013). 5 Örneğin Merkez Bankası Başkanı Başçı dolar yıl sonu 1.92 TL kehaneti için sözle yönlendirme politikası demiş. Ne haddine efendi! Senin sözünle peynir gemisi yürür mü?, Mustafa Sönmez,

110 108 LaborComm 2014 Bildiriler Kitabı oynanmasının imkânını yaratır. 6 Sözle yönlendirme, özellikle eleştirel toplumbilimcilerin küçümser bir edayla savundukları gibi 7, icraat ın karşısında konumlanan bir kategori değil, merkez bankalarının yarın nasıl davranılacağı hakkında konuşarak bugünkü parasal duruşu etkileyebilecekleri düşüncesine (Economist, 2014) yaslanan gayet pratik bir faaliyettir. Buradaki konuşma nın, bilişsel etkileri ve davranışa dönük çıktıları düşünüldüğünde, uzun vadede yarattığı büyük bir ekonomisi vardır. İkincisi bu söz, Bahtin in deyişiyle yazarsal söz (aktaran Brandist, 2011, s. 156), burada merkez bankasının sözü, kuşkusuz bir nesneye yönelmiştir ancak eş zamanlı olarak bir başkasının aynı konuya ilişkin söylemine/sözüne, burada emeğin söylemine/sözüne darbe indiriyordur. Bir başka deyişle, ekonomik alan ile toplumsal alan veya finansal sermayenin çıkarları ile toplumsal aktörlerin beklentileri arasındaki bağın kurulması, bu iki konum arasında konumlanmış bir üçüncü alana ihtiyaç duyar ki, bu alan, iletişimin/söylemin/dilin/sözün alanıdır. Söz, soyut düzenlilikler ile somut pratikler arasında, özne ile yapı arasında bir üçüncü alan olarak kurulur. Sözle yönlendirme, Poulantzas ın (2004, s. 36) başka bir yerden belirttiği üzere, devletin içinde sözcelendirmeye imkân verecek hatları kurma rolü ile ilgilidir. Sözle yönlendirmedeki söz, finansallaşma sürecinde ekonomi ile toplum arasında inşa edilmeye çalışılan yeni toplum sözleşmesinin söz üdür. Buradaki söz, Bahtin in penceresinden nüfus edici söz (Brandist, 2011), Gramsci nin kavramsallaştırması içinden normatif gramer dir (Ives, 2011). En nihayetinde söz ün toplumsal göndergeleri ile ekonomi-politik yönelimi, sözle yönlendirme aracında yan yana gelir. Sözle yönlendirmenin Yunan mitolojisine atıfla 8 pratikte iki şekilde uygulandığından literatürde (bkz. Campbell vd., 2012) sıkça söz edilir: Odyssean (bağlayıcı) ve Delphic (kâhince). Merkez bankasının bir taahhüt içermeyen ancak tahminlerini paylaşan sözle yönlendirmeleri kâhince (Delphic) 9 olarak nitelendirilirken, taahhüt içeren sözle yönlendirmeleri bağlayıcı (Odyssean) 10 olarak ifade edilir. Delphic sözle yönlendirme Delphi deki Apollo nun kehanetine tepkiler gibi, daha gizemli ve daha karanlıktır. Odyssean a göre daha az bağlayıcıdır. Eğer ekonomi şu anda beklediğimiz gibi gelişmeye devam ederse, yapmak istediklerimizi yapacağımızı düşünüyoruz şeklinde ifade edilir. Delphic rehberlik, aslında herhangi bir söz vermeksizin gelecekteki politika hakkındaki mevcut düşünceleri açıklamaktan ibarettir (Fisher, 2014, s. 6). Dolayısıyla daha çok nitelikseldir, esnektir. Tam da bu nedenle hem bir ulusal alandaki politika yapıcılar hem de o alana girmeye hevesli finansal sermaye, esnekliği olmayan, takvim 6 Buradaki sağlamlık vurgusunun özellikle politik iktidar açısından da çok işlevsel olduğunu söylemek gerekir. Öyle ki, özellikle seçim süreçlerinde hükümeti zora sokacak, bir finansal kriz olmasa bile küresel bir dalgalanmanın etkilerinden ulusal alanı yeterinde koruyamayacak hamleler ve/veya merkez bankasının yönelimleri konusundaki politik iktidarda yaşanan kafa karışıklığı asla istenen şeyler değildir. Dolayısıyla merkez bankası, politik iktidar için bir düzenleme mekanizması olarak çalışır. Ekonominin iyi gittiği zamanlarda, politik iktidar ön plana çıkarken, ekonominin kötü gittiği zamanlarda merkez bankasının bağımsızlığına vurgu yapılır, alınan kararların politik iktidar ile ilgisi olmadığı ifade edilir. 7 Örneğin Berfu Güven, MB'ler bu hafta ne yapar? a) sözle yönlendirme (forward guidance) b) icraat, 8 Bu noktada yalnızca finansallaşma uğrağında değil, öteki tarihsel aşamalarında da kapitalizmin mitlere gömülü olduğunu, mitler üzerinden kendisini doğallaştırdığını hatırlamak gerekir. 9 Yunan mitolojisindeki Delphi kasabasından gelir. Delphi, Apollo ya adanan tapınakta yaşayan bir kâhinle tanınmaktadır (aktaran Yılmaz ve Kahveci, 2014, s. 26). 10 Homeros un Odessa sında Odysseus, Ithaka ya olan yolculuğunda siren adı verilen varlıkların olduğu bir bölgeden geçer. Sirenler, cezbedici sesleri ile denizcileri etkilemekte ve gemilerin kayalıklara çarpmasını sağlamaktadır. Odysseus, bundan etkilenmemek için mürettebatın kulaklarını balmumu ile tıkamış, kendisini de geminin direğine bağlayarak gemiden ayrılmamayı sağlamıştır (aktaran Yılmaz ve Kahveci, 2014, s.26).

111 Gökhan Gökgöz 109 bazlı bir yönlendirmeyi kendi gelecekleri için, karşılıklı çıkarları da gereğince daha uygun ve/veya tercih edilebilir bulurlar. Bir başka deyişle, piyasa operatörlerindeki wishful thinking nedeniyle ya da politika-yapıcıların ve siyasetçilerin ataleti nedeniyle (zira daha önceden duyurulan bir plana yapışmak, plandan dönüşü açıklamaktan daha kolaydır) Delphic ile yola çıkılsa, o tarz bir yönlendirmeye niyetlenilse bile, o metamorfoza uğrar, Odyssean olur (Fisher, 2014, s. 7). Anlaşılacağı üzere, Odyssean tarz bir yönlendirme, özellikle finansal sermayeyi politik ve toplumsal gelgitlerden, bu gelgitlerin neticesi olası politika değişimlerinden korur. Finansal sermaye için, olası sorunlarından arındırılmış, rehabilite edilmiş bir kâr alanının imkânını yaratır. Anlaşıldığı üzere, Odyssean sözle yönlendirme, farklı politika alternatifleri arasında bir seçim yapmak için bir politika kuralı ya da kriterin taahhüt edilmesini içerir. Politika yapıcılar, uzun dönemde olumlu olacağını umut ettikleri amaçlara ulaşmak için kısa dönemli özgür eylemlerinden fedakarlık ederek, bu kural ya da kriter direğine kendilerini bağlarlar (Fisher, 2014, s. 5). Homeros un Odessa destanının başkahramanı Odysseus un çevresel unsurlardan etkilenmemek için kendisini gemi direğine bağlaması metaforu ile Merkez Bankasının pozisyonu arasında bir bağ kurulur. Ancak diğer yandan vakıa dır ki; toplumsal dalgaların büyüklüğü, her zaman gemi direğine bağlanma metaforunu mümkün kılmaz. Yine başka bir yerden, bu sözle yönlendirme geleceğe ilişkin taahhütler konusunda her zaman güvenilir değildir. Gelecekteki politika yapıcılara bağlanmak ve bu süreçte ortaya çıkabilecek çeşitli koşulları (ekonomi-politik ve toplumsal koşulları, y.n.) tahmin etmek zordur (Fisher, 2014, s. 6). Buradaki sözle yönlendirmeden çıkartılacak geleceğe ilişkin reçete, üzerinde toplumsal aktörlerin söz ü barındırırsa, yalnızca kurumsal söz ü ihtiva etmezse ancak bu söz konusu koşullara ilişkin esneklik kazanabilir. Sonuç FED Başkanı Janet L. Yellen merkez bankacılarının da kalpleri vardır der. Ardından da ekler: Ancak arkadaşlarım ve ben, FED de kalpsiz bir kabileye aidiz, fakat merkez bankacılığı zor şartlar altında rasyonel, soğukkanlı ve duygusuz kararlar alabilmekle ilgilidir (aktaran Fisher, 2014, s. 8). Ekonominin katı bir bilim olduğu ve yine para politikasının, soğukkanlı karar alıcıların duygularından arınmış kararlarının hayata geçirilmesine dayanan kesin bir bilimsel prosedür olduğu mitine yaslanan bu yönelim, özellikle ekonominin camdan duvarlarının görünür olduğu, politik istikrarın puslu olduğu dönemlerde toplumsal aktörlerin beklentilerini belli bir noktaya çapalamakta güçlüklerle karşılaşır. Zira insan dediğimiz ve finansal bir ekonominin de zorunlu olarak temas etmesi gereken şey, özellikle liberal iktisat kuramcılarının içinde yer aldıklarını düşündükleri pozitif bilimlerin kesinlik terazisine vurulamaz, onların rasyonellik kalıplarının içine sığdırılamaz; bir laboratuardaki deney tüpü misali kolayca ele avuca gelmez, tüm zamanlar için geçerli olacak biçimde tanımlanamaz. Tıpkı hayatın kendisi gibidir; dinamiktir, değişkendir, hareketlidir, öngörülemez ve kendisine yukarıdan bakılarak kesilecek bilim adına da olsa her türlü ahkâmı geçersiz kılar. Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı nın, Gezi sürecinde doların belini bir türlü kıramaması ve yine 17 Aralık sürecinde iktidar yanlısı yazılı basın organlarının Dik Dur, Arttırma manşetlerine kayıtsız kalması, tam da bu toplumsal hareketlilik sebebiyle parasal hedeflere bükülen bir hegemonyanın bir türlü kurulamayışıyla ilgilidir. Nitekim, bu tarz bir hegemonyaya karşı durmanın, emeğin genişleyen parasal taleplerini dikkate alan bir ekonomipolitikanın hayata geçmesini sağlamanın, toplumun tümünü kapitalist üretim ilişkilerinin gerçekleştiği bir fabrika olarak düşünen ve toplumsal dalgalanmayı sürekli kılan bir tahayyül ile mümkün olduğunu da en nihayetinde söylemek gerekir.

112 110 LaborComm 2014 Bildiriler Kitabı KAYNAKÇA: Akerlof, G. A. ve Shiller, R. J. (2010). Hayvansal Güdüler. Çev., Neşenur Domaniç ve Levent Konyar. İstanbul: Scala Yayıncılık. Arın, T. (2003). Türkiye de Mali Küreselleşme ve Mali Birikim ile Reel Birikimin Birbirinden Kopması. Küresel Düzen: Birikim, Devlet ve Sınıflar; Korkut Boratav a Armağan. Köse, A. H., Şenses, F. ve Yeldan, E. (der.) içinde. İstanbul: İletişim Yayınları, s Başçı, E. (2013, Eylül 18). Para, Ödeme Sistemleri ve İletişim, Bitkisel Yağ Sanayicileri Derneği, adresinden alınmıştır. BBC, (2014, 12 Şubat). Q&A: What is forward guidance?. adresinden alınmıştır. Blinder, A. S., De Haan, J., Ehrmann, M., Fratzscher, M. ve Jansen, D. J. (2008, Mayıs 15). What we know and what we would like to know about central bank Communication. adresinden alınmıştır. Bloomberg HT. (2013, Eylül 24). Başçı: Kurun 1.80 e inme ihtimali var. adresinden alınmıştır. Brandist, C. (2011). Bahtin ve Çevresi: Felsefe, Kültür ve Politika, Çev., Cem Soydemir, Ankara: Doğu-Batı Yayınları. Campbell, J. R., Evans, C. L., Fisher, J. D. M. ve Justiniano, A. (2012). Macroeconomic Effects of Federal Reserve Forward Guidance. Federal Reserve Bank of Chicago Working Paper, No Cnbc-e, (2013, Aralık 16). Fed in geri çekilmemesi için 3 neden. adresinden alınmıştır. Del Negro, M., Giannoni, M., Patterson, C. (2012). The Forward Guidance Puzzle. Federal Reserve Bank of New York Staff Reports, No.574, October (Revised May 2013). Economist, (2014, Şubat 15). Fixing forward guidance. adresinden alınmıştır. Ehrmann, M. ve Fratzscher, M., (2007). Explaining Monetary Policy in Press Conferences. ECB Working Paper Series, No.767. Fisher, R. W. (2014). Forward Guidance (With Reference to Monty Python, Odysseus, Apollo, Paul Fisher, Deng Xiaoping and Mario Draghi s Old Man). Remarks before the Asia Society Hong Kong Center, 4 April, Hong Kong. Giles, C. (2013). Forward guidance in a sentence. adresinden alınmıştır. Gökgöz, G. (2013a). İletişim Çalışmalarında Yeni Bir Mecra: Finansal İletişim, İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi, 36, Gökgöz, G. (2013b). Paranın Toplumsal Yeniden Üretimi: Merkez Bankası İletişim Politikaları. Ankara: NotaBene Yayınları.

113 Gökhan Gökgöz 111 Ives, P. (2011). Gramsci de Dil ve Hegemonya. Çev., Ekrem Ekici. İstanbul: Kalkedon Yayıncılık. Jessop, B. (2008). Devlet Teorisi: Kapitalist Devleti Yerine Oturtmak. Çev., Ahmet Özcan, Ankara: Epos Yayınları. Nervaj, E., Kaso, R., Kraja, I., Lama, D. ve Peeters, M. (2006). A Proposal for the Inflation Targeting Communication Strategy of the Bank of Albania. Munich Personal RePEc Archive, Paper No , adresinden alınmıştır. Ntvmsnbc, (2013, Ağustos 27). Başçı: Dövizin belini kıracağız. adresinden alınmıştır. Poulantzas, N. (2004). Devlet, İktidar ve Sosyalizm. Çev., Turhan Ilgaz. Ankara: Epos Yayınları. Praet, P. (2013). Forward guidance and the ECB, adresinden alınmıştır. Preda, A., (2007). The Sociological Approach to Financial Markets, Journal of Economic Surveys, 21(3), Yeni Şafak, (2014, Ocak 20). Dik dur artırma, adresinden alınmıştır. Yellen, J. L. (2012). Revolution and Evolution in Central Bank Communications, Haas School of Business, University of California, Berkeley, California Berkeley. Yılmaz, C. B. ve Kahveci, E. (2014). Merkez Bankası İletişiminde Yeni Bir Araç: Sözle Yönlendirme (Forward Guidance), Ülke Örnekleri ve Türkiye Uygulamaları. Bankacılar Dergisi, 88, 5-26.

114

115 Değişen Medya Değişen Toplumsal Hareketler Ali KORKMAZ Özet: Teknolojik gelişmeler hayatın her alanında değişimlere neden olmuştur. Bu değişimin ortaya çıkmasında internet ve bilgi teknolojilerinin yaygınlaşmasının etkisi önemlidir. Her sektörde olduğu gibi medya da bu değişimden etkilenmiştir. Artık eski yöntemlerle yapılan medya, geleneksel medya adını almaktadır. Günümüzde internet medyasına doğru bir yönelim başlamıştır. Özellikle sosyal medyanın gelişmesiyle birlikte ulaştığı kitleler her geçen gün artmaktadır. Sosyal medyada fotoğraf, haber, video, bilgi paylaşımı, canlı yayın yapılabilmektedir. Bu durum klasik örgütlenme ve protesto şekillerini de etkilemiştir. Zaman ve mekânla sınırlandırılmayan bu yeni toplumsal hareketler, her geçen gün artmaktadır. İnsanlar fiziksel olarak bir arada olmasalar da birçok sosyal ve siyasal olayı internet üzerinden gündeme getirmekte, tartışmakta ya da eyleme geçmektedirler yılında başlayan ve hala günümüzde etkisini sürdüren Arap Baharı, Amerika daki Occupy Wall Street Eylemi, Yunanistan daki öğrenci protestolarının dünyaya duyurulması, Türkiye de 2013 yılında yaşanan Gezi Parkı Olaylarında sosyal medya etkili bir şekilde kullanılmıştır. Bu çalışmada, geleneksel medyanın günümüzde değiştiği ve geleneksel toplumsal hareketleri nasıl etkilediği örnekler üzerinden açıklanmıştır. Anahtar Kelimeler: Yeni Medya, Toplumsal Hareketler, Değişen Toplum, Sosyal Medya. Giriş Küreselleşme süreci medyayı da etkilemiştir. Marshall McLuhan ın yıllar önce söylediği küresel köy deyimi günümüzde gerçekleşmiştir. Medya alanında yaşanan teknolojik gelişmeler, dünyadaki tüm olayları anında bize ulaştırmaktadır. Özellikle internet ve sosyal medya, ülkeler arasındaki sınırları kaldırmıştır. Uluslararası yayın yapan televizyon, haber ajansları, gazeteler, radyoların ve dergilerin yanında, sıradan insanların sosyal medyada yayınladığı haberler, fotoğraflar ve videolar da dünya gündeminde önemli bir yer tutmaktadır. Ayrıca Wikileaks ve Anonymous gibi gruplar dünya gündemini işgal etmektedir. Değişen medya ortamı, toplumsal ilişkilerin de değişmesine neden olmuştur. Eskiden daha kontrollü ve denetimli olan medya, artık daha kişisel, kontrolsüz ve özgür bir durumdadır. İnsanlar artık sosyal, siyasal, ekonomik, çevresel, kültürel sorunlarını yeni iletişim ortamlarında konuşmakta, tartışmakta ve eyleme geçmektedir. Otoritenin gücüne karşı insanlar, daha özgür buldukları ve kendilerini ifade edebildikleri bu ortamlarda sosyalleşmekte ve gruplar oluşturmaktadır. Eskiden sosyal ve siyasal tepkiler daha çok bölgesel ve ulusal düzeyde yapılmaktayda, örgütlenme ve iletişim olanakları kısıtlıydı. Günümüz toplumsal hareketlerinin en önemli özelliği merkezsiz, açık ve hiyerarşisiz olmasıdır. Bu yeni örgütlenme ve protesto tarzı bazı ülke yöneticilerini, internet ve sosyal medyayı sınırlamasına veya yasaklamasına kadar gitmektedir. Çalışmanın amacı, iletişim teknolojilerindeki değişimin, toplumsal hareketlerde yaptığı değişimleri ortaya çıkarmaktır. 1. Yeni Toplumsal Hareketler Eski toplumsal hareketler toplumda meydana gelen hareketliliği, sadece sınıf ve ekonomik tabanlı olarak açıklamıştır. Oysa değişen değerlerle birlikte artık toplumda meydana gelen hareketlerin, yani toplumsal hareketlerin sebebi sadece ekonomik ve sınıf çatışmasından Yrd. Doç. Dr. Erciyes Üniversitesi İletişim Fakültesi, LaborComm Uluslararası İşçi ve İletişim Konferansı, 3-4 Mayıs, Ankara

116 114 LaborComm 2014 Bildiriler Kitabı ibaret değildir. Aksine ekonomik ve sınıf tabanlı olmayan sorunların çözümü için kitleler bir araya gelmekte, devletin yetersiz kaldığı ya da görmezden geldiği sorunlara dikkat çekerek, devletin var olan sorunları çözmesini sağlamaktadır. Bu hareketlerin yeni olarak tanımlanmasının temel nedeni bilinen klasik işçi hareketlerinin ortaya çıkış ve örgütlenme biçimlerinden ayrılmak istemesinde yatmaktadır. Yeni toplumsal hareketler, siyasi iktidarların sağladıklarından fazlasını talep edip, yönetimde olan iktidar ve partilerin temsil edemediği alanlara dikkat çekmeyi ve bu alanlardaki sorunlar üzerine değişim getirmeyi hedefler (Aksulu, 2013, s. 9). Toplumsal hareketlerin tarihsel mirası, kapitalist sanayileşme sürecindeki popüler hareketlere ve işçi sınıfı hareketlerine dayanmaktadır. Sanayileşme döneminin popüler hareketleri, birbirine bağlı iki farklı süreci birleştirmiştir. Bunlardan birincisi, sanayi üretiminin örgütlenmesini, araçları ve amaçları kontrol etmek amacıyla kapitalistlere karşı muhalif işçi sınıfının toplumsal çatışmasıdır. İkinci süreç ise modern ulus-devletin inşasından dışlanmış olan toplumsal kategorilerin yurttaşlıkla bütünleşmeleridir. Bu, siyasal demokrasiyi yaygınlaştıran ve devletin meşruluğunun temelini genişleten siyasal bir süreçtir. 19. yüzyılın işçi sınıfı hareketlerinde, sınıf çatışması ile siyasal hakların genişlemesi ve yurttaşlık mücadelesi birbiri ile birleşmiş ve birbirini tamamlamıştır. Bu sınıf temelli toplumsal hareketler, günümüzde yerini sınıf çatışmalarına dayanmayan ve kimlik politikalarına odaklanan yeni toplumsal hareketlere bırakmıştır. Yeni toplumsal hareketler, radikal demokrasi kuramlarının uygulama alanları olarak sivil toplum ekseninde gelişmiştir (Şen, 2012, s. 137). Yeni toplumsal hareketlerin temelinde tehlikede olan hayat tarzlarının savunulması yatmaktadır. Bu hareketler belirli bir sınıfın çıkarına hizmet eden hareketler değil, toplumun tümünü rahatsız eden sorunlara ilişkin ortaya çıkan hareketlerdir; kamuoyunu doğrudan etkilemek ister ve iktidarla pazarlık yapmazlar. Yeni toplumsal hareketler daha çok sivil topluma yönelik hareketlerdir; eski toplumsal hareketlerde olduğu gibi amacı iktidarı ele geçirmek değil, iktidarın soruna ilişkin yaklaşımını etkileyip değiştirmektir. Yeni toplumsal hareketlerin en önemli özelliklerinden bir tanesi, bu hareketlerin ekonomik bir krize tepki olarak doğmadığı; aktörlerinin gerçek dışı özellikleri olmadığıdır. Bu tespitler toplumsal hareketlerin çalışılmasında iki karşıt paradigmanın ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Bunlar Amerika da etkin olan kaynak mobilizasyonu ve Avrupa da etkin olan yeni toplumsal hareketler paradigmasıdır (Aksulu, 2013, s. 9). 19. yüzyıl boyunca başlıca iki çeşit sistem karşıtı hareket ortaya çıktı: sırasıyla, toplumsal hareket ve ulusal hareketler denilen hareketler. Bunların arasındaki başlıca fark sorunu tanımlamalarında yatmaktadır. Toplumsal hareket baskıyı, işverenlerin ücretliler, burjuvazinin proletarya üzerindeki baskısı olarak tanımlamaktadır (Arrighi vd., 2004, s. 36). 19. yüzyıl toplumsal hareketlerini elitler, genellikle korku verici patlamalar olarak algılamışladır. Oysa bu hareketlere üstünkörü bir bakış bile bunların bugün bizim için veri olan bir takım haklar için sokaklara dökülmüş insanlar olduklarını ortaya koymaktadır. Sıradan insanlar, aşağıdakiler, ezilenler, genel oy hakkı için, kadınların siyasal hakları için, insani çalışma saatleri için, çocukların çalışmaması için çok büyük acılar çekerek mücadele etmek zorunda kalmışlardır lı yıllar ile birlikte değişen şey, toplumsal hareketler üzerine fikir yürüten, yazılar yazan kişilerin bu hareketlerin içinden gelmeleri veya en azından bu hareketlere çok büyük sempati besliyor olmalarıdır. Bu insanlar için örneğin Amerikan Sivil Haklar mücadelesini güdümlü, gelişmemiş ve irrasyonel bir tepki olarak görmek artık mümkün değildir. Bundan dolayı sosyal bilimler artık azgın kalabalıklar ve ayaktakımı yaklaşımı yerine çok farklı terimler, kavramlar ve analiz biçimleri geliştirmeye başladılar. Bugün artık

117 Ali Korkmaz 115 toplumsal hareketler literatürü çok farklı hareket, tepki ve protesto öğelerini ele alan ve analiz biçimlerine sahip bir alan haline gelmiştir (Çetinkaya, 2008, s. 23). Baskıya muhalefet, hiyerarşik toplumsal sistemlerin varlığıyla eş zamanlı olmuştur. Muhalefet süreklidir, ama çoğu kez gizil haldedir. Ezilenler kendi muhalefetlerini aralıksız bir biçimde ifade etmekte politik, ekonomik ve ideolojik bakımdan çok zayıftır. Baskının keskinleştiği, beklentilerin özellikle boşa çıktığı ya da yönetici katmanın gücünün sallantılı olduğu zamanlarda hemen hemen kendiliğinden bir biçimde başkaldırmışlardır. Bu başkaldırılar isyan, ayaklanma ve kaçış biçimlerini almıştır (Arrighi vd., 2004, s. 35). Toplumsal hareketlerin yeniden önem kazanmasının ve dikkatleri üzerinde toplanmasının, hükümetlerin ve sol yelpazedekiler ya da onlardan artakalanlar da dahil siyasi partilerin tüm dünyada yaşadığı güven kaybıyla ilgisi olduğu ileri sürülebilir (Dirlik, 2008, s. 67) yılının sonlarına doğru Seattle daki Dünya Ticaret Örgütü protestoları sonrası dünya çapında coğrafi sınırları aşan toplumsal hareketler çoğalmıştır. Özellikle sanal alemde inşa edilen sosyal ağlardaki alan birlikteliği, toplumsal hareketleri mekân esaslı olmaktan çıkarmıştır. Dijital ağda inşa edilen birlikteliklerle başlatılan toplumsal hareketler, dünyanın bir çok yerinden gelen katılımcılarla gerçekleştirilen mekân buluşmalarıyla sürdürülmüştür (Tatar, 2013, s. 16). Yeni toplumsal hareketler, modern toplumsal yaşamın yapısal bir biçimde farklılaşmasını savunmaktadırlar. Cohen, bu olguyu kendini sınırlayan radikalizm olarak adlandırmaktadır. Yeni toplumsal hareketler, toplumsal tabanları açısından da eski toplumsal hareketlerden farklılaşmaktadır. Eski toplumsal hareketlerde, aktörler, bir kahraman ya da hain anlayışı ile değerlendirilerek bir liderlik ihtiyacına dayanırken, yeni toplumsal hareketler ise, dış dünyadan ziyade kendilerine yönelen aktörlere (Çayır, 1999) dayanmaktadır. Ayrıca yirminci yüzyılın ortalarından itibaren iletişim araçlarında yaşanan gelişmeler ve bu araçların yaygınlaşmasıyla birlikte medya, toplumsal hareketlere inanılmaz fırsatlar ve erişim imkânları sağlamıştır. Radyo, TV, e-posta, anketler ve kampanyaların dünyaya tanıtılmasını ve yayılmasını sağlayan yazılı basının dünya çapında yayılması, toplumsal hareket etkinlikleri ve gösterilerinde bazı değişimlere yol açmıştır (Tilly 2008; Çopuroğlu-Çetin, 2010, ss ). Yeni toplumsal hareketlerin genel niteliklerini şu şekilde belirtebiliriz: 1. Yeni toplumsal hareketler, ekonomik olmayan taleplere de yönelmişlerdir. 2- Yeni toplumsal hareketler, eski bürokratik örgütlenmelerden farklı olarak antibürokratik bir biçimde yapılanmaya başlamıştır. 3- Yeni toplumsal hareketler, liderlik anlayışı ve bir kahraman önderliğinde birleşme yerine, gönüllülük esası ile süreçte eşit yönetim hakkına sahip aktivist birliktelikleri olarak ortaya çıkmıştır. 4- Yeni toplumsal hareketler, iletişim teknolojilerindeki gelişmelerden sonuna kadar faydalanmaktadır. Bu hareketlerin yayılması ve kapsamının genişlemesi bu gelişmelere paralel bir şekilde gerçekleşmiştir. 2. Yeni Medya Düzeni Yeni medya çift yönlü olduğu için etkileşimlidir. Okuyucu/izleyici/dinleyici yayınlara dâhil olmakta ve yorum yapabilmektedir (Geleneksel medya tek yönlü olduğu için okuyucu/izleyici/ dinleyici yayınlara dâhil edilmemektedir). Yeni medyada ekranda yer alan haberlerden, okumak istenen haberlerin ayrıntılarına ulaşmak mümkündür. Yeni medya sınırsızdır. Her türlü bilgiye ulaşabilirsiniz, fakat bunların da doğruluk sorunu bulunmaktadır. Yeni medya bireylerin kendini ifade ettiği ve paylaşım yaptığı bir alandır. Artık herkes potansiyel yayıncı, gazeteci olabilmektedir. Bu durum vatandaş gazeteciliğini

118 116 LaborComm 2014 Bildiriler Kitabı geliştirmektedir. Geleneksel medya dediğimiz gazete, radyo, televizyon, dergi vs. gibi yayınların yeni medya sürecine ayak uydurmakta yavaş kaldığı bir gerçektir (Ergürel, 2013). Sosyal iletişim ortamı, yeni ve eski içeriğin yapısı ve işlevleri hakkında yapılan analizlerle de anlaşılmaya çalışılmaktadır. İçeriğin doğasıyla ilgili getirilmeye çalışılan açıklamalara göre; eski içerik, kıt yaratıcı becerilerin ve seçici eğitimli zihinlerin ürünüdür. Yeni içerikle ilgili yapılan varsayım ise; şu anda her şeyin içerik olabileceği ve içeriğin mutlaka uzmanlar tarafından üretilmek zorunda olmadığıdır (Erdem, 2011, s. 70). Aşağıda eski ve yeni medya içeriklerinin özellikleri görülmektedir. Özelliği Eski Medya içeriği Yeni Medya içeriği Sunulan Enformasyon, eğitim, eğlence. Bilgi, iletişim ve eğlence bileşimi. Hizmet Temel İletişim Birden çoğa, kitlesel. Çift-yönlü, kişiselleştirilmiş, etkileşimli, isteğe bağlı. Paradigması Kalite Kaliteli içeriğin entelektüel ve Kaliteli içerik, kullanıcıları bağlantı İçeriği kim üretir? Ticari unsurlarla İlişki sanatsal meziyetleri vardır. İçeriği uzmanlar belirler: İçeriküretimi s a n a t s a l uzmanlık ve seçici zihinler gerektirir. İçerik ve reklâm katı biçimde birbirinden ayrı tutulur ve açıklıkla etiketlenir. halinde tutan içeriktir. Kontrol kullanıcıdadır: Neyin, ne zaman ve nasıl olacağına karar verir. En iyisini gazeteci bilir ilkesinin sonu gelmiştir. İçerik ve reklâm birbirine ayrılmaz biçimle bağlıdır. Tablo 1: Eski ve Yeni Medya İçeriği (Lucy Küng den aktaran, Erdem, 2011, s. 70). 3. Toplumsal Hareketler ve Sosyal Medya Sosyal hareketler ve sanal eylemleri birbirini dışlayan değil, birbiriyle işbirliği içinde olan iki kavram olarak düşünülmelidir. Klasik sosyal hareketler grev, miting, yürüyüş gibi eylem biçimlerini barındırıyorsa aynı tür eylemler sanal olarak da gerçekleşme potansiyeli taşımaktadır. Birçok örnekte internet üzerinden örgütlenme ile klasik sosyal hareket eylemleri gerçekleştiği görülmektedir. Hatta internet üzerinden yapılan sanal eylemlerin örgütlenerek süreklilik kazanma potansiyeli olabilir. Sanal eylemler ve klasik eylem repertuarının birbiriyle grifit ilişkiler kurabilir. Öncelikle sokaklarda gerçekleşen bir eylem aynı şekilde internet ortamında sanal eylemlere ilham olabilir. Tersi de mümkündür. Sanal olarak gerçekleşen eylemler sokak gösterilerine de dönüşebilir. Ancak, internetin ulaşım ve katılma kolaylığına klasik eylemlerin ulaşması güç olduğundan sanal eylem aktörleri her zaman daha fazla olacaktır. Klasik eylemler ve sanal eylemler için örnek olarak Fijili feminist örgütleri verebiliriz. Fijili feminist örgütler ilk başta Birleşmiş Milletler in düzenlediği toplantılarda kurdukları bağları tartışma grupları ve ortak internet sitelerine taşımışlardır. Çevrecilik, kadın hakları, yoksul ülkelerde zengin pazarlar için çalışan düşük maaşlı ve sağlıksız işyerlerine muhalefet olarak şekillenen sosyal hareketler internet ve web siteleriyle birlikler kurmuşlardır (Tilly den aktaran Bingöl-Tanrıver, 2011, s. 137). Sosyal medyada aktivistler, bazı eylemlerin siyasi içerikli olmasını ya da belli bir siyasi görüşe aitmiş gibi gösterilmesini de eleştirmişlerdir. Temelde toplumsal bir hareketin özüne de uymayan siyasi cepheleşmeyi ve oluşumları kendi davalarından uzak tutmaya çalışan aktivistlerin, bununla ilgili olarak uyarı ve ilke mesajlarını da paylaştıkları görülmektedir.

119 Ali Korkmaz 117 Örneğin, Gezi eylemlerine grupların kendi flamalarıyla katılması sosyal medyada tepkilere neden olmuştur (Işık, 2013, s. 26). Genel anlamda bireyi sadece yöneten-yönetilen ilişkileri bağlamında etkilemeyen, onun hayata bakış açısını da önemli şekilde biçimlendiren medya, bireyin çevresi hakkında bilgilenmesini sağlayarak onun çevreye ve yaşadığı mekâna daha ilgili bir kişi olmasında önemli rol oynamaktadır. Sağlanan iletişim sayesinde medya, yurttaşların gerek yerel gerekse ulusal konularda duyarlılığını artırmaktadır. Öte yandan farklı düşüncelerdeki insanlar arasında iletişim kurulmasına da yardımcı olmaktadır. Bu nedenle medya modern toplumlarda bireyin olayları algılamasında ve onu yorumlamasında temel bir araçtır. Hatta kimi zaman medya, çeşitli nedenlerle ortaya çıkan sosyal sorunlara özel bir ilgi gösterebilmekte, hatta o sorunların sözcülüğünü bile üstlenebilmektedir. Böylece medya, yönetim ya da çeşitli sorunlara neden olan birimler üzerinde etkili bir baskı aracına da dönüşebilmektedir. Diğer taraftan günümüz teknolojisinin iletişim ortamına sunduğu imkânlar tahayyül gücünün ötesine giderken, bireylerin de düşünce şekli, davranış norm ve gelenekleri de bir takım değişikliklere uğramaktadır. Bugün kitlesel ve özel iletişim imkânları, toplumsal hareketler başta olmak üzere pek çok oluşumun hem konularını hem de eylem repertuarlarını geliştirmektedir. Bu noktada özellikle de internetin kullanımının çok büyük katkısı bulunmaktadır (Işık, 2013, s. 26). 4. Sosyal Medyada Toplumsal Hareket Örnekleri Sosyal hareket aktörleri organize olmak, hareketin yayılmasını sağlamak için internet siteleri kurmaktadırlar. Indymedia, Znet gibi siteler aracılığıyla gerçekleştirilen hareketler, sosyal hareketlerin iletişim kurmak ve bilgiyi paylaşmak için buldukları yöntemlerden biridir. Indymedia, 1999 yılında gerçekleştirilen Seattle eylemleri sırasında kurulmuş bir ağdır. Bu ağ kendini, gerçeğin radikal, doğru ve tutkulu söylemlerinin yaratılması için kolektif bir şekilde hareket edilen bir medya ağı olarak ifade etmektedir (Bennett, 2005). Eylemcilerin bilgi alışverişi kolaylıkla sağlanabilmektedir. Bunun yanı sıra, internetin sosyal hareketler açısından, bilgi paylaşımını aşarak toplumsal bir ağ (network) yaratmak bakımından önemli olduğu ve bunun kolektif eylem bakımından bir araç olarak kabul edilebileceği de söylenebilir (Tarrow, 2005). Örneğin, 16 Nisan 2000 tarihinde Washington da IMF ve Dünya Bankası na karşı gerçekleştirilen eylemler sırasında 603 grup, teknolojinin gelişimini eylem repertuarlarının değişmesini beraberinde getiren etkenlerden biri olarak internet sayesinde bir araya gelmiştir (Bingöl-Tanrıver, 2011, s. 137). (Bu mail gruplarından bir kaçı şunlardır: antikapitalist@yahoogroups.com, savaskarsitlari@yahoogroups.com, barisarockfestivali@yahoogroups.com, izmirbarisveadalet@yahoogroups.com, aktivizm@yahoogroups.com, Direniş ruhu yasıyor sloganıyla hareket eden Z iletişim araçlarının bir parçası olan ve 1995 yılında kurulmuş olan Znet, gün içerisinde sürekli yenilenen bilgi aktaran bir topluluktur). Örneğin, Ukrayna da AB ile Ekonomik İşbirliği Antlaşması nın imzalanmaması üzerine 21 Kasım 2013 te başlayan protestolarda sosyal medya etkin bir haberleşme aracı olarak kullanılmış ve sosyal medya üzerinden uluslararası kamuoyu oluşturulmaya çalışılmıştır. Bosna da 4 Şubat 2014 te başlayan protestolar daha önce siyasi bağlantısı olmayan bugün de siyasetten nefret ettiğini söyleyen işsiz bilgisayar programcısı Aldin Siranovic in kurduğu Facebook grubu ile başlamıştır. Venezüella da ise 13 Şubat 2014 ta enflasyon, yolsuzluk, artan suç oranları sebebiyle öğrencilerin öncülük ettiği yönetim karşıtı protestolarda oldukça etkili bir şekilde kullanılan Twitter görüntüleri bloke edilmiştir. Brezilya da yolsuzluğun bitmesi ve eğitim, sağlık, ulaşım konusunda daha iyi hizmet almak için, farklı dünya görüşlerine sahip gençler sokak protestolarında sosyal medyanın gücünden yararlanmışlardır. Nitekim Gezi Parkı eylemlerinde de internet, sosyal medya ve iletişim teknolojileri oldukça etkili bir şekilde kullanılmıştır (TÜRKSAM, 2014).

120 118 LaborComm 2014 Bildiriler Kitabı 4.1. Arap Baharı Sürecinde Sosyal Medya Kullanımı Sosyal medya, Tunus ta devrim günlerinde yaygınlaşmış ve devrimden sonra da etkileri hissedilmeye başlanmıştır. Fakat Mısır da, Arap Baharı nda çok daha önceleri sosyal medya faaliyetleri organize olmuştur. Sosyal medyanın gücünü gören liderler, interneti yasaklama veya kontrol etme yoluna gitmiştir. Sosyal medya, ayaklanmalar ve protestoların kitlesel niteliğe dönüşmesinde önemli rol oynamıştır. Şiddete başvurmadan, meydanlara inip, yönetimleri protesto etmişlerdir. Mısır'da büyük kitlelerin bir araya gelmesinde, sosyal ağların etkisi yadsınamaz. Özellikle halk, Facebook üzerinden organize olmuştur. Halkın tepkisi, otuz yıllık hükümet rejiminin sona ermesine ve Hüsnü Mübarek in yargılanmasına neden olmuştur (Korkmaz, 2012, s. 2152). Arap isyanlarının dikkat çekmesinin en önemli sebeplerinden bir tanesi ise sosyal medyanın isyanın yayılmasında ve halkın örgütlenmesinde oynadığı büyük roldür. Bundan dolayı Arap isyanları, sosyal medya devrimleri, facebook devrimi ya da twitter devrimi adlarıyla da nitelendirilmiştir. Kısa süre içerisinde tüm Kuzey Afrika ve Ortadoğu ya yayılan isyan silsilesi Tunus, Mısır ve Libya da hükümetleri devirdi. 3 milyondan fazla sayıda tweet, gigabaytlarca Youtube içeriği ve binlerce blog gönderimleri analiz edildikten sonra yeni araştırma, sosyal medyanın Arap Baharı sırasında politik çekişmeleri şekillendirmede merkezi bir rol üstlendiğini ortaya koymaktadır. Mısır Başkanı Hüsnü Mübarek in istifasını sunmasından önceki haftaki tweet oranları günde 2,300 den günde 230,000 a ulaşırken, zirvedeki 23 video yaklaşık 5.5 milyon görüntülenme sayısına ulaşmıştır. İsyanın Tunus tan Mısır a sıçramasının akabinde sosyal medya üzerinden örgütlenmeye başlayan halkı durdurmak için Mısır hükümeti Twitter a erişimi engellemiş ayrıca Facebook, Yahoo ve Google a da erişimi önemli ölçüde azaltmıştır. 28 Ocak 2011 de Mısır hükümeti internet erişimi ve cep telefonu şebekelerinin kapatılmasını emretmiştir (Çildan vd., t.y.) Occupy Wall Street Eylemi nde Sosyal Medya Kullanımı New York'ta 17 Eylül 2011 tarihinde başlayan We Are 99%/Occupy Wall Street (Biz Yüzde 99'uz/Wall Street'i İşgal Et) hareketi, küresel kapitalizmin kalbi olarak bilinen Manhattan dan tüm dünyaya yayılmıştır. ABD de 100 şehir olmak üzere küresel ölçekte 1500 şehirde destek bulan bu hareket, büyük bankaların ve çokuluslu şirketlerin demokrasi üzerindeki yıkıcı gücüne ve ekonomik çöküşü yaratan Wall Street e karşı bir mücadele olarak ortaya çıkmıştır. Mısır ve Tunus taki halk ayaklanmalarından ilham alan Wall Street i İşgal Et hareketi, en zengin %1 in küresel ekonominin kurallarını nasıl yazdığını ortaya çıkarmayı amaçlamıştır. WSİ, merkezî bir örgütü veya herhangi bir lideri bulunmayan yatay bir ağ olarak örgütlenmiştir (Şen, 2012, ss ). Wall Street i İşgal Et[mek] Kanadalı Adbusters örgütünün fikriydi. New York ta, Twitter da bir saatte on binlerce mesaj kaydeden işgalciler, kurdukları web sitelerinde binlerce Amerikalıya yine milyonlara hitap şansı verdiler. Hikâyesini, protesto motivasyonunu bir kâğıda elle yazıp fotoğrafını gönderen herkesin bireysel sesinin duyulabildiği bir imkân yaratılmıştır. Yani Anonymous maskelerinin popülerliğine karşın herkes cesaretle kendi yüzü, yazısı, hikâyesiyle vardı orada. İsimsiz bir kitle içinde kaybolmamaktaydı. 21. yüzyılın öznelerinin bir harekete başka türlü katılması düşünülemezdi (Zaptçıoğlu, t.y.). 15 Eylül 2011 tarihinde hareket diğer ülkelere de yayılmış ve küresel bir eylem haline dönüşmüştür. Sosyal ağlar üzerinden organize edilen hareket 15 Eylül 2011 de Londra, Berlin, Tokyo, Sydney, Paris, Roma, Münih, Seul, Brüksel, San Juan, Vancouver, San Diego, Meksiko City, Stockholm, Hong Kong, Amman, Madrid ve Taiegi deki menkul kıymetler borsalarına karşı aynı günde protesto gösterileri ve işgal et kampanyaları başlattı. Tüm bu protestolar Facebook, Twitter, Youtube ve resmi siteleri üzerinden organize edildi. Hareketin

121 Ali Korkmaz 119 resmi sitesi olan occupywallst.org un hakkında sayfasında, kitlelerin etkili bir şekilde organize edilmesini anlatan ittifak içinde grup dinamikleri üzerine hızlı kılavuz adlı bir makale bulunmaktadır. İşgal Et, Arap Baharı, İran Yeşil Devrimi, Londra isyanları, Moldova daki Twitter devrimi gibi hareketler sosyal medyanın gelecekte politik eylemlerde çok daha etkin bir şekilde kullanılacağının sinyallerini vermektedir. (Çildan vd., ab.org.tr) Gezi Parkı Eylemleri nde Sosyal Medya Kullanımı 27 Mayıs 2013 tarihinde Gezi Parkının duvarlarının yıkılması ve ağaçlarının sökülmesi ile başlayan olaylar, benzer düşünen fakat birbirinden habersiz kitleleri birleştirme gücüne sahip olan sosyal medyanın ne kadar önemli ve insanlar üzerinde etkili olduğunu göstermiş ve bu olaylar sosyal medya için Türkiye de bir milat olmuştur. Yaşanan sürecin siyasi yönü kadar teknolojik yönü de önemlidir. Sosyal medyanın sınırsız gücü ile örgütlenen insanlar ve gruplar oldukça hızlı bir şekilde organize olarak, bu gibi durumlara pek alışık olmayan ve hazırlıksız yakalanan devlet otoritesini zaafa uğratmaya çalışmışlardır (Altınbaş, t.y.). Başlangıçta geleneksel medyanın pek ilgi göstermediği Gezi Parkı eylemlerinde, Türkiye den ve dünyadan birçok insan sosyal medya üzerinden örgütlenmiş ve eyleme geçmiştir. Gezi Parkı Dayanışması ve Taksim Platformu gibi oluşumlarla eylemciler yönlendirilmiştir. Facebook ve Twitter üzerinden fotoğraf, duyuru, video ve bilgi paylaşımı yapmışlardır. Orada olmasalar bile insanlar, Türkiye de ve dünyada meydanlara inmiş ve protestolar yapmıştır. Yan yana gelmesi mümkün olmayan siyasi oluşumlar, spor kulüpleri ve insanlar aynı ortamda birlikte hareket etmişlerdir. Sonuç Son dönemde iletişim teknolojilerindeki gelişme, bilgiye erişimi de kolaylaştırmıştır. Günümüzde internet, iş hayatından sosyal hayata kadar hayatımızın tüm alanlarına girmiştir. Hayatımıza bu kadar giren internet, toplumsal hareketlerimizi etkilerken, toplumsal hareketlerde interneti etkilemiştir. Siyasetçilerden siyasi partilere kadar her kesimin yer aldığı bu yeni mecrada, artık politikalar da bu ortamlarda şekillenip eyleme dönüşmektedir. Siyasetten sosyal hayata, eğitimden sağlığa, ekonomiden çevre sorunlarına kadar her türlü tartışma, öneri, örgütlenme ve eylem faaliyetleri internet üzerinden yapılmaktadır. Örgütlenme kolaylığı ile protestolar ulus ötesine kolayca ulaşmaktadır. Web siteleri, sohbet odaları, bloglar toplumsal hareketleri etkilemektedir. Özellikle yüz milyonlarca insanın üye olduğu Facebook ve Twitter bu konuda çok etkilidir. İnternet, kolay ulaşılabilirliği, ucuz olması, interaktif olması, zaman-mekân sınırlarının olmaması gibi özellikleriyle adeta hayatın vazgeçilmez bir unsuru olmaktadır. İnsanlar internet üzerinden haberlere ulaşabilmekte, televizyon-sinema izleyebilmekte, radyo dinleyebilmekte, arkadaşlarıyla, yakınlarıyla görüşebilmektedir. Hatta oluşturulan platformlar üzerinden siyasal ve sosyal olaylara dâhil olabilmekte, herhangi bir siyasal veya sosyal olayda beğenilerini veya tepkilerini ortaya koyabilmektedir. Siyasal ve sosyal olaylar, sokaklardan sosyal medyaya, sosyal medyadan tekrar sokaklara dönebilmektedir. Sanal ortamlarda tartışılan konular, zaman zaman eyleme dönüşmektedir. İnternet, bir yandan insanları özgürleştirirken, diğer yandan devletler tarafından kontrol edilmesine ve denetlenmesine de imkân sağlamaktadır. Wikileaks, Occupy Wall Street, Anonymous, Arap Baharı gibi yeni toplumsal hareketlerin ortak özelliği internet üzerinden başlayıp gelişmesidir. Birbirini tanımayan kitleler, sanal ortamlarda/platformlarda bir araya gelerek harekete geçmektedirler. Bu tür toplumsal hareketler, geçmiş yıllardaki toplumsal hareketlere göre farklı ve yenidir. Ayrıca bu tür hareketler sadece siyasi değil, toplumu ilgilendiren her konuda yapılmaktadır. Sonuç olarak, medyada yaşanan değişim, toplumsal hareketlerin de değişmesine neden olmuştur.

122 120 LaborComm 2014 Bildiriler Kitabı KAYNAKÇA: Altunbaş, F. (t.y.). Sosyal Medya ve Toplumsal Olaylar: Gezi Parkı Olayları Örneği, LAR_GEZI_PARKI_OLAYLARI_Social_Media_and_Riots_Case_Study_of_Gezi_P ark_demonstration_ adresinden alınmıştır. (Erişim tarihi 22 Mart 2014) Aksulu, M. (2013). Yeni Toplumsal Hareketler: Türkiye de Hayvan Hakları Savunuculuğu ve Sosyal Medya, Y.L. Tezi, Maltepe Üniversitesi, İstanbul. Arrighi, G., Hopkins T., Wallerstein I. (2004). Sistem Karşıtı Hareketler. İstanbul: Metis Yayınları. Bingöl, Y. ve Tanrıver, N. (2011). Bilgi Çağında Değişen Sosyal Hareketler: Sanal Eylemler. The Journal of Knowledge Economy & Knowledge Management/Volume: VI Spring, adresinde alınmıştır. (Erişim tarihi 20 Mart 2014) Çetinkaya, Y. D. (2008). Tarih ve Kuram Arasında Toplumsal Hareketler. Toplumsal Hareketler, Tarih, Teori ve Deneyim. Çetinkaya, Y. D. (der.) içinde İstanbul: İletişim Yayınları Çildan, C., Ertemiz, M., Küçük, E., Tumuçin, K.H., Albayrak, D. (t.y.). Sosyal Medyanın Politik Katılım ve Hareketlerdeki Rolü. adresinden alınmıştır. (Erişim tarihi 14 Mart 2014) Çopuroğlu, C. Y. ve Çetin, N. (2010). Yeni Sosyal Hareketler Paradigması Bağlamında Türkiye'deki Küreselleşme Karşıtı Grupların Birbirleriyle ve Dünyadaki Karşıtlarla Karşılaştırılması, Sosyoloji Derneği, Türkiye Sosyoloji Araştırmaları Dergisi, Cilt:13 Sayı:1-Bahar 2010, VI. Ulusal Sosyoloji Kongresi, Ekim 2009: Aydın. Dirlik, A. (2008). Pasifik Perspektifinde Toplumsal Hareketler: Çağdaş Radikal Siyasetin Soyağacı Üzerine Düşünceler, Toplumsal Hareketler, Tarih, Teori ve Deneyim. Çetinkaya, Y. D. (der.) içinde İstanbul: İletişim Yayınları Erdem, H. A. (2011). Yeni Medya Hizmetleri ve Düzenlemeleri, Radyo ve Televizyon Üst Kurulu Uzmanlık Tezi, adresinden alınmıştır. (Erişim tarihi 24 Mart 2014) Ergüzel, D. (2013). Yeni Medya Düzeni, adresinden alınmıştır. (Erişim tarihi 24 Mart 2014) Işık, G. (2013). Yeni Toplumsal Hareketler ve Sanal Gerçeklik Boyutunda Gezi Parkı Eylemleri, Selçuk İletişim, Cilt: 8, Sayı: 1, Korkmaz, A. (2012). Arap Baharı Sürecinde İnternet ve Sosyal Medyanın Rolü, International Symposium on Language and Communication: Research Trends and Challenges (ISLC). İzmir Şen, F. (2012). Toplumsal Hareketler ve Medya: Wall Street İşgalinin Medya da Temsili, en.pdf adresinden alınmıştır. (Erişim tarihi 18 Mart 2014). Tatar, T. (2013). Yeni Toplumsal Hareketler ve Küresel Projeler, Orta Doğu Analiz, Eylül 2013, Cilt: 5, Sayı: 57, adresinden alınmıştır. (Erişim tarihi 24 Mart 2014)

123 Ali Korkmaz 121 TÜRKSAM, (2014). İnternetin Sosyal Hareketlerde Artan Etkisi, adresinden alınmıştır. (Erişim tarihi 4 Mart 2014) Zaptçıoğlu, D. (t.y.) Wall Street ten Huzur Sokağı na: İşgal ve Direniş Günleri, adresinden alınmıştır. Erişim tarihi 15 Mart 2014)

124

125 Yatağan Enerji ve Maden İşçilerinin Direniş Sürecinde Medyayı Kullanış Biçimleri Sergender SEZER Özet: Yatağan bir işçi kentidir. Yatağan ı işçi kenti yapan en önemli iki tesis; 1982 yılından itibaren ünite ünite devreye alınan ve tam kapasite olarak 1986 yılında faaliyetine başlayan Yatağan Termik Santrali ve bu santrale kömür sağlayan maden ocaklarıdır. Santralde yaklaşık 750 işçi, santrale kömür sağlayan kömür ocaklarında da 400 civarında işçi çalışmaktadır. Bunların yanında özel kömür madenlerinde ve mermer çıkarılan diğer maden ocaklarında çalışan yüzlerce işçi bulunmaktadır. Dolayısıyla kent ekonomisi büyük oranda özellikle hâlâ devlete ait olan elektrik santrali ve maden ocaklarına bağımlıdır. Bu nedenle termik santralin ve maden ocaklarının özelleştirilmesi kent ekonomisine büyük bir darbe vuracaktır. Ayrıca direniş sürecinde Yatağan ın öne çıkmasına rağmen Kemerköy ve Yeniköy termik santrallerini sınırları içinde bulunduran Milas da bu özelleştirme sürecine kayıtsız değildir. Bu yüzden enerji ve maden tesislerinde gerçekleştirilecek bir özelleştirme doğrudan işçileri olduğu kadar Yatağan, Milas ve Muğla ekonomilerini de doğrudan veya dolaylı olarak etkileyecektir. Termik santrallerin ve madenlerin özelleştirilmesinin gündeme geldiği 1990 lı yılların başından itibaren Yatağan enerji ve maden işçileri özelleştirmeye karşı bir mücadele içine girmişlerdir. Başlarda sayısal olarak çok az bir işçinin ve bazı sendikacıların öncülüğünde başlayan bu mücadele süreç içinde tüm Yatağan ı, Milas ı ve Muğla yı da etkilemiştir. Yatağan, Milas ve Muğla daki yerel basın başından beri işçilerin vermiş olduğu mücadeleyi sürekli haberleştirmiştir, ancak ulusal basında haber olarak yer almaları ise polis ve jandarma müdahalesi gerçekleştiğinde söz konusu olabilmiştir. Bu çalışmada, Yatağan işçilerinin verdikleri özelleştirme karşıtı mücadelenin basın-yayın organlarında nasıl yer aldığı, işçilerin basın yayın organlarını ve sosyal medyayı direnişlerini örgütlemek ve duyurmak için nasıl kullandıkları, bu yer alma ve kullanım sürecinin geri dönüşünün nasıl olduğu, halkın desteğini, örgütlenmeyi ve direnişi olumlu veya olumsuz nasıl etkilediği sosyolojik olarak analiz edilmiştir. Analiz edilecek veriler, hem medya taramasıyla, hem de enerji işçilerinin örgütlü olduğu TES-İŞ (Türkiye Enerji, Su ve Gaz İşçileri Sendikası) ile maden işçilerinin örgütlü olduğu Maden-İş sendikalarının yönetici ve üyeleri ile yapılan görüşmelerden elde edilmiştir. Anahtar Kelimeler: Yatağan, direniş, özelleştirme, sendika, TES-İŞ, Maden-İş, emek ve iletişim, medya, sosyal medya, enerji ve maden işçileri. Giriş Bu çalışma, hem bir saha araştırması olarak kurgulanmış, hem de gazete, dergi ve TV lerin haberlerinden yapılan taramaların incelenmesinden oluşmuştur. Saha araştırması sürecinde sendika yetkilileriyle, işyeri temsilcileri ve işçilerle ayrıca Yatağan halkı ve esnafıyla görüşmeler yapılmıştır. 1 Sahaya dört kez gidilmiştir, bu gidişlerde santraldeki ve madenlerdeki işçilerle, işyeri temsilcileriyle ayrı ayrı görüşmeler yapılmıştır. Direniş çadırında, işçilerin yaptıkları eylemlerde ve işyeri içinde direniş sürecinin nasıl işlediğine dair gözlemler yapılmıştır. Yatağan esnafı ve halkıyla da direniş süreci ve bu sürecin basında yer Dr. Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi, Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi. 1 Bu araştırmaya verdikleri destek için başta TES-İŞ Yatağan Şube Başkanı Fatih Erçelik e, Maden-İş Yatağan Şube Başkanı Süleyman Girgin e, TES-İŞ Yatağan Şube Teşkilat Sekreteri Kemal Özcan a sendika mubayaacısı Memiş Gümüş e, görüşmeyi kabul eden tüm işyeri temsilcisi ve işçilere, Yatağan halkı ve esnafına sonsuz teşekkürlerimi sunarım. Ayrıca, Bahar Yarıyılı Alan Araştırması dersimi alıp sahadaki araştırmalara katılan burada isimlerini tek tek zikredemediğim Sosyoloji Bölümü Üçüncü Sınıf öğrencilerine teşekkür ederim. LaborComm Uluslararası İşçi ve İletişim Konferansı, 3-4 Mayıs, Ankara

126 124 LaborComm 2014 Bildiriler Kitabı alış biçimi, sendikaların ve işçilerin halk ile ilişkileri ve süreci basın yoluyla ne derece aktarabildikleri; sendikaların anlattıklarının halk tarafından nasıl algılandığı ve değerlendirildiği analiz edilmeye çalışılmıştır. 24 Ocak 1980 kararlarıyla neo-liberal politikaların ülke ekonomisinde birer birer devlet politikası haline getirilme çabalarının bir sonucu olarak özelleştirme ve taşeronlaştırma Türkiye de kamu çalışanlarının karşısına bir tehdit olarak çıkmaya başlamıştır. Özelleştirme ve taşeronlaştırma, tüm kamu ve özel sektör çalışanlarını yakından ilgilendiren temel sorunlardır. Yatağan işçileri de aynı nedenlerle bu duruma karşı bir mücadele geliştirmişlerdir. Yatağan maden ve enerji işçilerinin özelleştirmeye karşı mücadele ve direniş süreci 1994 yılına kadar geriye gitmektedir. İlk zamanlar işçilerin büyük çoğunluğu özelleştirmenin kötü bir durum yaratmayacağı düşüncesini paylaşmışlardır. Bu işçilerin genel beklentisi özelleştirme olduğu takdirde başka devlet kuruluşlarına geçişlerinin sağlanabileceği şeklinde olmuştur. Bu süreçte işçilerden daha fazla Yatağan halkı özelleştirmeye karşı bir tutum almıştır. Aynı dönemlerde Yatağan, santralden kaynaklı yoğun bir hava kirliliği ile de mücadele etmek zorunda kalmıştır. Buna rağmen santralin kapatılması veya özelleştirilmesi özellikle esnaf arasında pek savunulmamıştır. Yatağan Enerji ve Maden İşçilerinin Derdi: Özelleştirmeye Karşı Var Olmak Her şeyden önce Yatağan enerji ve maden işçilerinin kavgaları, ekmek kavgasıdır. Bu ekmek kavgasını farklı bir noktaya çekmek işçilerin haklı, bilinçli ve örgütlü mücadelesini görmezden gelmek iyi niyet ölçülerinin dışındadır. Maalesef Türkiye de toplumda oluşturulan korku kültürü her türden hak mücadelesinin mutlaka siyasal bir düzleme çekilip vatanı-milleti koruma refleksiyle karşılanmasına ve vatanı bölme, huzuru kaçırma, anarşistlik, bölücülük, komünizme hizmet, teröristlik vs. ile damgalanıp, içinin boşaltılmasına, halk desteği almasının engellenmesine neden olmaktadır. Bunda devletin ve toplumun her şeye muktedir kutsal devlet algısının etkisi de büyüktür. İşte bu yüzden devletin, dolayısıyla hükümetlerin yapıp ettiği her şey, aldığı her karar kutsal kabul edilmekte, buna karşı gelen herkes marjinalleştirilmeye çalışılmaktadır. Genel algı; özelleştirme çalışanı ve yöre halkını olumsuz etkilese bile devlet yapıyorsa, doğrudur şeklindedir. Elbette bu durumun oluşmasında basının ve ülkenin yaşadığı askeri darbelerin de etkisi büyüktür. Buradan hareketle Yatağan işçilerinin mücadelesi, her şeyin en iyisini bilen kutsal devlet in aldığı ve alması muhtemel benzer kararlara bir karşı duruş olarak da algılanmaktadır. Kısaca kamu mülkiyetinde olan KİT leri, özel sermayeye, bedeli karşılığında satmak (Özmen, 1987, s. 7) olan özelleştirme; kapitalizmin küreselleşmeyi iyi bir gelişme gibi gelişmemiş ülkelere pazarlamasıyla birlikte, bu ülkelerin ekonomik yapılarını ve kamu mülkiyeti anlayışını tümden değiştirmek için ürettiği ve dayattığı bir sömürü aracı olarak kabul edilmektedir. Özellikle gelişmemiş ülkelere kamu borçlarını azaltacak, ülkeyi kalkındıracak tek uygulamaymış gibi dayatılan özelleştirme ABD ve İngiltere gibi gelişmiş kapitalist ülkelerin, kendi ekonomik krizlerden bir çıkış yolu olarak 1980 lerden itibaren Reagan ve Thatcher dönemlerinde acımasız bir şekilde, düzensizleştirme ve finansal serbestlikle birlikte uygulamaya konulmuştur(ercan, 2005, s. 375). Kapitalizmin özelleştirmeyi de dayatarak sağlamaya çalıştığı küreselleşme süreci, farklı düzeylerde sermaye birikimine sahip ülke ya da bölgelerin varlığında gerçekleşmektedir. Yani yasal süreçlerle inşa edilen kapitalizmin küresel düzeyde kurumsallaşması, tekil-dışsal bir müdahalenin ürünü değildir. Küreselleşme sermayenin dünya ölçeğinde toplam döngüsüne katılan, tüm tekil sermayelerin bir ürünüdür (Ercan, 2005, s. 375). Küreselleşme sürecinin bugün gelinen noktasında sadece KİT lerin özelleştirilmesi değil, akarsuların, ormanların, kıyıların, okulların, hastanelerin ve hatta güvenliğin de özelleştirilmesi söz konusudur.

127 Sergender Sezer 125 Türkiye nin özelleştirmeyi bir devlet politikası haline getirmesinin dönüm noktası olarak 24 Ocak 1980 kararlarını görmek mümkündür. Bu kararların alındığı tarihten sonra 12 Eylül 1980 askeri darbesi ve ardından iktidarı eline alan Turgut Özal ve partisi ANAP özelleştirmenin temellerini sağlamlaştırmıştır. 24 Kasım 1994 tarihinde çıkarılan 4046 Sayılı Özelleştirme Uygulamaları Hakkında Kanun ile özelleştirme Türkiye de yasal bir zemine oturtulmuştur. Özelleştirme ile ulus-aşırı iş çevrelerinin çıkarına uygun koşullar içeren politikaları hayata geçiren Türkiye, üçüncü dünya ülkelerinde olduğu gibi, kamu borçlarının ödenmesini, altyapının geliştirilmesini, uluslararası piyasalarla bütünleşmesinin sağlanması ve kalkınmanın hızlandırılmasını gerekçe olarak göstere gelmiştir. Oysa bu politika, dışarıdan telkin edilmese bile, gelişmenin temel sorunlarından biri haline gelmiştir. Ulus-aşırı şirketler, daha fazla kâr getiren ve stratejik öneme sahip enerji, maden, su, telekomünikasyon ve ulaşım-nakliye gibi sektörlere yönelmişlerdir (Martin, 1995, s. 27).Bu durum özelleştirmelerde kamu yararından çok özel sektör yararı gözetildiğinin önemli bir göstergesidir. Eskiden zarar eden KİT lerin satılması şeklinde uygulanan ve bu yönüyle savunulan özelleştirme şimdilerde kâr edenlerin satılması şekline dönüşmüştür. Öyle ki, KİT zarar ediyorsa bile, kâr eder hale getirilip o şekilde satılmaktadır. Özelleştirme savunucularının en önemli argümanlarından birisi, KİT lerin devletin sırtında bir kambur olduğu, çünkü siyasetin müdahalesinin kaçınılmaz olduğu, gereğinden fazla işçi çalıştırıldığı, popülist politikalarla gereksiz yatırımlar yapıldığı ve bu yüzden de sürekli olarak zarar ettikleridir. Bu, Türkiye gibi ülkelerde birçok KİT için geçmiş yıllarda doğruluk payı olan bir argümandır. Bu yüzden birçok kâr eden KİT de, kurunun yanında yanan yaş misali özelleştirmenin kurbanı olmuştur. Bu kurbanların başında sigara ve alkol fabrikaları, rafineriler, limanlar, enerji ve maden işletmeleri gelmektedir. Kâr ettiği halde satışa çıkarılan işletmelerden bazıları da Yatağan ve çevresindeki kömür madenleri ile termik santrallerdir. Yatağan ve havalisindeki enerji ve maden sektöründe faaliyet gösteren KİT lerin özelleştirilmesine karşı işçilerin verdikleri (artık bir bir direniş haline dönüşen) mücadelede anlatmaya çalıştıkları önemli hususlar şunlardır: 1. Özelleştirme halka ait olanın talan edilmesi, neo-liberal politikalar uğruna birilerine peşkeş çekilmesidir. 2. Özelleştirilmesi istenen kuruluşlar kâr eden ve devlete büyük katkı sunan, vergi ödeyen kuruluşlardır. 3. Bu kuruluşlarda çalışan işçiler hâlihazırda hak ettikleri ücretleri alamazken ve bir kişi, iki-üç kişilik işi yaparken, özelleştirme gerçekleştiği takdirde bu kuruluşlarda daha az işçi daha düşük ücretle çalıştırılacaktır. 4. Yatağan ve havalisinin ekonomisi ciddi yara alacak ve göçler başlayacaktır. 5. Nerdeyse hiç iş kazası olmayan bu işletmelerde yaralanmalı ve ölümlü iş kazaları olacaktır. 6. Çevreye verilen zarar ve hava kirliliği en aza indirilmişken, özelleştirme gerçekleştiği takdirde çevre ve hava kirliliği artacak, daha çok insan yaşadığı yeri terk etmek zorunda kalacaktır. Bütün bu gerekçelerini kamuoyuna aktarmak, insanları bilgilendirmek, bilinçlendirmek ve bu şekilde mücadelelerine destek sağlamak için bir iletişim ve halkla ilişkiler stratejisi izlemektedirler.

128 126 LaborComm 2014 Bildiriler Kitabı Hak Mücadelesi Sürecinde İletişim ve Halkla İlişkilerin Önemi İletişim ve halkla ilişkiler daha çok bir malın veya hizmetin halka ulaştırılmasında, tanıtılması ve pazarlanmasında önemli bir konuymuş gibi algılansa da, Gezi Parkı eylemlerinde, Tekel Direnişi nde ve benzeri halk hareketlerinde de görüldüğü gibi, hak mücadelesi eylemleri için de son derece önemlidir. İnsan topluluklarının ilk hallerinden günümüz modern toplumlarına kadar, insanlık tarihi içinde iletişim hep olagelmiştir. En basit haliyle, kişi ya da grupların fikir, tutum veya davranışlarını etkileme, değiştirme veya geliştirme amacı taşıyan süreç (Kağıtçıbaşı, 1988, ss ) olarak özetlenebilen iletişim, amaca hizmet eden bir işleve sahiptir. Karşı tarafın veya mesajı alacağı varsayılan muhtemel alıcıların, duygu, tutum, düşünce ve davranışlarında istendik bir takım değişiklikler hedefleniyorsa bu hedefe uygun mesajların sürekli olarak iletilmesi şarttır. Yatağan direnişi örgütlü bir eylemler bütünüdür. İşçiler ve örgütlü oldukları sendikaları mücadelelerinin haklılığını halka ve kamuoyuna doğru bir şekilde aktarma kaygısı taşımaktadırlar. Yöneten-yönetilen, satan-satın alan, kamuoyu oluşturmak isteyen-kamuoyu ayrımının bulunduğu her ortamda halkla ilişkiler uygulamasından söz edilebilir. Çünkü halkla ilişkiler, bir yandan örgütsel çıktıya bağlı, onun ayrılmaz izleyicisi olan ilişki, öte yandan bu ilişkiye düzenlilik getirme ve çevre öğelerini denetleme için örgüt tarafından geliştirilmiş bilinçli çaba olarak belirmektedir. Örgüt-çevre kaçınılmaz olduğuna göre örgütün içinde bulunduğu her ortamda halkla ilişkiler ya kendiliğinden ya da planlı olarak ortaya çıkan bir çaba olacaktır (Kazancı, 1980, s. 19). Burada şu noktayı açıklığa kavuşturmakta yarar bulunmaktadır; özel sektör için bir malın veya hizmetin tanıtımı ve satışının arttırılması anlamına gelen halkla ilişkiler veya siyasal partilerin, hükümetlerin propagandası anlamına gelen halkla ilişkilerden farklı olarak, ezilenlerin, hakları gasp edilenlerin yararlandıkları halkla ilişkiler yöntemi ve amacı farklılık göstermektedir. Burada da bir propaganda, tanıtım veya bilgi verme söz konusudur, ancak buradaki amaç doğrudan mal satmaya çalışanlara veya yönetimlerini sağlamlaştırmak isteyenlere karşı bir propagandayı içermektedir. Yatağan da enerji maden işçileri, haklı olduklarını düşündükleri ve bunun için uzun zamandan beri direndikleri özelleştirmeye karşı davalarında yerelde Yatağan, Milas ve çevre köyleri ile Muğla geneline yönelik sürekli bir propaganda faaliyeti içindedirler. Yatağan enerji maden işçileri iki sendikada örgütlüdür. Maden işçileri TÜRK-İŞ e bağlı Türkiye Maden İşçileri Sendikası (Maden-İş) nda, enerji işçileri ise Türkiye Enerji, Su ve Gaz İşçileri Sendikası (TES-İŞ) nda örgütlüdür. Her iki sendika da kendisinin varlığını diğerine borçlu olduğu gerçeğinden yola çıkarak tüm direniş sürecinde birlikte hareket etme kararı almışlardır ve bu kararı uygulamaya devam etmektedirler. Bu birlik ve beraberlik görüntüsü işçilerin mücadelesinde halk desteğini olumlu etkilemektedir. Aynı şekilde işçilerin Yatağan Termik Santrali önünde kurdukları direniş çadırına yerel ve ulusal düzeyde politikacıların, sendikacıların, gazetecilerin, sanatçıların, akademisyenlerin ve öğrencilerin verdikleri destek de halk desteğini olumlu etkileyen diğer bir unsurdur. Sendikalar ve işçiler klasik (faks veya telefonla) yöntemlerle bu tür haberleri yerel ve ulusal basına ulaştırmaktadırlar.

129 Sergender Sezer 127 Fotoğraf 1: İşçilerin Bodrum-Milas tarafından Yatağan a girerken santral önüne astıkları ve sürekli orada duran pankart. Yatağan işçilerinin 1994 te başlayan hızlı özelleştirme sürecinden muaf kalabileceklerine dair bir beklentileri olmuştur. Bu yüzden 1996 ve takip eden bir kaç yılda özelleştirmeye karşı, işçileri bilinçlendirmeye çalışan kişi ve çevrelere karşı bir refleks geliştirmişlerdir. Santralin ya da madenlerin stratejik önemlerinden ve kâr etmelerinden dolayı özelleştirilemeyeceğini düşünenler ile özelleştirme sonucunda başka kamu kuruluşlarına aktarılacaklarını ve bunun onlar için iyi olacağını düşünenler işçilerin çoğunluğunu oluşturmuştur. Bunların yanında işçilerin büyük bir kısmının Yatağan ve çevre köylerden olması, onların toprağa bağlılıklarının kopmaması nedeniyle işçi bilinçlerinin eksik kalmasında etkili olmuştur. Oysa peş peşe yaşanan ekonomik krizlerin de etkisiyle neo-liberal politikaların hayata geçirilmesinin hızlandırılması ve küreselleşme süreci, işçilerin köyden/kırdan ilişkilerinin kopmasını da hızlandırmıştır. Bilinmektedir ki; kapitalizm köykır ilişkilerini çözerek kentlere göçü arttırmaktadır. Bu nüfusun ağırlıklı bölümü ücretli ve maaşlı çalışan ya da yedek işgücü ordusu içinde kalan emekçi kesimlerden oluşmaktadır. Kapitalist gelişme, işçi sınıfının nicel ve nitel gelişiminin de sistemidir. Kimileri giderek zayıflayıp tasfiyeye doğru giden, diğer bazıları ise, yeni katılımlarla safları büyüyen toplumsal kesimleri; sınıf, grup ve çevreleri kapsayan kapitalist toplumda, toplumun çoğunluğu açısından üretim araçlarından yoksunlaşmak ve emeğiyle; emek gücünü başkasına satarak-kiralayarak yaşamını sürdürmek iktisadi gelişme ve hareketin kaçınılamayan sonuçları arasındadır (Akdağ, 2014, s. 77). Bu nedenledir ki; Yatağan işçisi, kapitalizmin Türkiye de gelişim sürecinin bir sonucu olarak bugün, kol gücünden başka satabileceği bir şeyinin kalmadığı bir döneme girmiştir. Madenlerde ve santralde çok sayıda çalışanı olan Yeşilbağcılar Kasabası nın başına gelen ironik bir şekilde işçinin köyden nasıl koptuğunun/koparıldığının, topraktan gelen destekten nasıl yoksun bırakıldığının bir göstergesidir. Aşağıdaki birinci fotoğraf (Fotoğraf 2) Yeşilbağcılar Kasabası nın eski yerindeki hali iken ikinci fotoğraf (Fotoğraf 3) kasabadan geriye kalanların toplandığı, TOKİ tarafından yapılan konutlardır.

130 128 LaborComm 2014 Bildiriler Kitabı Fotoğraf 2: Yeşilbağcılar Kasabası ( adresinden alınmıştır). Fotoğraf 3: Yeşilbağcılar Kasabası ( Yatagan-Yesilbagcilar.jpg adresinden alınmıştır). Yatağan enerji ve maden işçileri, özelleştirmeye karşı verdikleri mücadeleyi köy köy dolaşarak anlattıklarını ve insanların görebileceği her yere afişler, pankartlar astıklarını, bildiriler dağıttıklarını, toplantılar yaptıklarını açıklamışlardır. Sendika temsilcileri, işçilerle yaptıkları toplantılarda oturdukları köylerdeki, kasabalardaki, mahallelerdeki kahvehanelere gidilerek usanmadan, sıkılmadan özelleştirmeyi anlatmalarını, eş ve çocuklarının da aynı şekilde her yerde ve fırsatta bunları konuşmaları gerektiğini kararlaştırdıklarını söylemişlerdir. Bu toplantılar ve konuşmalar halk tarafından olumlu karşılanmış ve özelleştirmeye karşı işçilere destek olmalarında etkili olmuştur. Ancak her şeye rağmen işçilerin beklediği düzeyde bir halk desteği henüz oluşmamıştır. Bu yüzden işçilerin bazıları

131 Sergender Sezer 129 sendikalarının yeteri kadar davalarını halka anlatamadığından yakınmaktadır. Bu gerçek bir kenarda duradursun, iktidar partisinin işçileri bölmek için uyguladığı bir taktikten bahsedilmekte ve son yıllarda iktidar partisinden referansı olmayanın işe alınmadığı gibi, işe alınan bu işçilerin eylemlere ya gelmediği, ya da işçilerin tepkilerinden çekindikleri için ailelerini getirmeden sadece kendilerinin geldiklerini söyleyen işçiler de epeyce bulunmaktadır. Bütün bu çabaların, iletişim ve halkla ilişkilerin sonucuna siyaset tarafından bakıldığında durum pek işçilerin lehine görünmemektedir. Yatağan daki özelleştirme süreci son seçimlere kadar merkez sol oylarını arttıran bir etkiye sahipken [2009 yerel seçimlerinde CHP (% 34,28) ve DSP nin (% 19.01) toplam oyu % 43 ün biraz üstündedir. AKP nin oyları ise % de kalmıştır], 29 Mart 2014 yerel seçimlerinde DSP seçimlere girmediği halde CHP nin oyu 2009 daki oy oranıyla nerdeyse aynı olmuş (% 34,3), AKP nin oyları ise % 33,4 e çıkmıştır. MHP 2009 da % oy alırken 2014 yerel seçimlerinde oylarını bir miktar arttırarak % 30.8 e çıkarmıştır. Bu sonuçlara göre bakıldığında özelleştirme sürecinin AKP ye karşı ciddi bir tepki oluşturmadığı hemen söylenebilir. Aksine oylarını iki katından fazla arttırmıştır. Özelleştirme süreci merkez sol oyları azaltırken diğer sol oylarında da arttırıcı bir etki yapmamıştır. Zaten HDP, ÖDP ve TKP dışında sol parti de seçimlere katılmamıştır. Bu durumun oluşmasında Muğla nın büyükşehir yapılması etkilidir. Köyler ve kasabalar bir anda Yatağan ın mahallesi olmuştur. Genellikle kırsal kesim sağa daha yakındır. Bu durum seçim sonuçlarına yansımış görünmektedir. Sendika yetkilileriyle yapılan görüşmelerde tüm köylere gittiklerini, her yere özelleştirmeye karşı halkı bilinçlendirmek için afişler-pankartlar astıklarını, toplantılar yaptıklarını ve bildiriler dağıttıklarını söylemişlerdir. Sahada yapılan gözlemlerde de yapılan bazı çalışmalar yerinde görülmüştür. Ancak halkın iktidar partisine karşı olumsuz bir tavır geliştirmesinde yapılan çalışmalar etkili olmamıştır. Kırsal kesim, Yatağan ilçe merkezi ve çevredeki birkaç kasaba ve köyün dışında özelleştirmeden doğrudan etkilenmeyeceklerini düşünmektedir. İlginç olan bir durum da, santralde veya madenlerde çalışanlara karşı kıskançlıkla yaklaşan bazı vatandaşların sadece bu yüzden santralin ve madenlerin özelleştirilmesini istemesinin saha araştırmalarında sık karşılaşılan bir durum olmasıdır. Bulgular ve Sonuç Yatağan enerji ve maden işçileri 1996 yılından beri değişik yoğunlukta özeleştirmeye karşı mücadele vermektedirler. Bu mücadelelerinde Yatağan, Milas ve Muğla da demokratik kitle örgütlerinden, halktan ve yerel basından destek almaktadırlar. Yatağan, ekonomisi için her iki iş kolunun işçilerinin ekonomik katkısına ihtiyaç duyan bir kenttir. Yatağan da örgütlü Maden-İş ve TES-İŞ özelleştirmeye karşı ortak hareket etmektedirler. Her eylem kararını birlikte almakta ve ortak eylem yapmaktadırlar. Araştırma sürecinde her iki sendikanın şube başkanları ile telefonla görüşülmüştür. Her ikisi de herhangi birimizle görüşmeniz sizin için yeterli olacaktır, çünkü aynı şeyleri söyleyeceğiz demişlerdir. Bu nedenle yüz yüze görüşme sadece TES-İŞ Yatağan Şube başkanı Fatih Erçelik ile yapılmıştır. Eskiden her iki sendika arasında gizli bir rekabet olduğu açıkça gözlemlenebilir bir durum iken, artık iki sendika sanki birleşmiş bir sendika izlenimi vermektedir. Direniş çadırında maden ve santral işçileri ve her iki sendikanın temsilcileri ile görüşmeler yapılmıştır. Yatağan, esnafı, lojmanları, sosyal tesisleri, mermer ve kömür madenleri ve termik santrali ile bir işçi kentidir. İşçi kenti olması sadece görüntü olarak değil, nitelik olarak da kendini göstermektedir. Sokaklarında dolaştığınızda, kahvehanelerine gittiğinizde, esnafıyla sohbet ettiğinizde, gazete bayisinden gazete almak istediğinizde, kitapçısıyla konuştuğunuzda da bir işçi kentidir. İşçi olmak sadece bir işi, eylemi beden gücü ile yapan kişi olmaktan öte, işçinin kendisinin işçi olduğunun, bir sınıfa ait olduğunun da bilincinde olması, bu bilince göre bir

132 130 LaborComm 2014 Bildiriler Kitabı yaşam sürmesi ve bu bilincin getirdiği bir dünya görüşüyle birlik duygusu içinde bir mücadele içinde olmasıdır. Yatağan işçileri, özellikle 1997 yılından sonraki süreçte sınıf ve işçi bilinciyle donanıp bu yönde işleri ve ekmekleri için olduğu kadar, ülkeleri, insan hakları ve demokrasi için de mücadele etmektedirler. Bu mücadelenin yansımalarını, işçi olsun veya olmasın her Yatağanlının gündelik yaşamında görmek, hissetmek mümkündür. Direnişe Maden-iş ve TES-İŞ te örgütlü işçilerin tamamına yakını bir şekilde destek vermektedir. Ancak işçilerin siyasi, ideolojik yapılarına bakıldığında bir homojenlik yoktur. Buna rağmen özelleştirme ile işlerini ve ekmeklerini kaybedeceklerinin bilinciyle direniş sürecine aktif olarak katılmaktadırlar. Ancak kadrolu işçiler, taşeron işçilerin ve 4-C li işçilerin çoğunlukla AKP sayesinde işe alındıklarını söylemişlerdir. Yine bu işçilerden bazıları kendi topraklarının istimlâk edilmesi karşılığında işe girdikleri için (bir vefa borcu olarak) eylemlere katılmama yönünde eğilim gösterdiklerini belirtmişlerdir. Yine bu işçilerle yapılan görüşmelerde; özelleştirmeye karşı olmalarına rağmen, santral ve madenler özelleştirilse bile kendilerinin yine AKP sayesinde başka bir işe yerleşebilecekleri, eylemlere katılırlarsa bu şansı da kaybedeceklerini, zaten bu kadar karşı duruşa rağmen özelleştirmenin önüne geçmenin zor olduğunu dile getirmişlerdir. Yatağan merkezde ve köylerinde yaşayan halkın büyük çoğunluğu, Yatağan da bulunan maden ocaklarında ve termik santralde kendisi veya bir yakını çalışmasa da özelleştirmeye karşıdır. Yapılan eylemlere verdikleri destek bunu açıkça göstermektedir. Gerek işçilerin, gerekse halkın artık özelleştirmeyi gerçekleştirmiş olan, araştırma ve seçim sürecinde gerçekleştirme ihtimali yüksek olan iktidar partisine karşı yaklaşımlarına bakıldığında % 25 civarında oy alacağı tespit edilen AKP yerel seçimlerde % 33,4 oy olarak, araştırmada 2 % 31 civarında olan kararsızları etkilemiş görünmektedir. Konuşulan işçilerden bazıları, oylarını AKP ye verdiklerini ve vermeye de devam edeceklerini belirtmişlerdir. Sebebi sorulduğunda ise, genel olarak ekonominin düzelmesini, istikrarı, Başbakan a olan sevgilerini, sağcı oldukları için sağda oy verebilecekleri başka parti olmamasını ve halka en yakın parti olmasını sebep olarak göstermişlerdir. Basın incelemelerinde direniş sürecine yerel medyanın ve özellikle sol tandanslı 3 medyanın şartsız destek verdiği görülmüştür. Sol tandanslı medyanın verdiği şartsız desteğe rağmen Yatağan daki gazete tirajlarına yapılan haberlerin tam olarak olumlu yansıdıklarını söylemek mümkün değildir. Sendika yetkilileri ve işçiler ulusal yayın yapan sol medyanın ve yerel medyanın verdiği destekten memnun olduklarını belirtmişlerdir. Ancak yerel medya ile aralarında maddi bir çıkar ilişkilerinin olduğunu söylemek mümkündür. Sendika yetkililerinin de ifade ettiği gibi, Yatağan da yayın yapan medya organlarına sendikanın basım-yayım işleri sırayla verilmektedir. Yatağan daki yerel medyanın var olabilmesi biraz da bu tür iş ilişkilerine bağlıdır. Başka bir deyişle, kentte örgütlü iki sendika olmasa yerel basının bu denli güçlü olabilmesi pek mümkün görünmemektedir. Ulusal düzeyde yayın yapan ve siyasi olarak hükümete yakın veya ortada duran basın yayın organlarına bakıldığında da işçilerin aleyhine haberlerin çıkmadığı, ancak çıkan haberlerin mutlaka bir olaya bağlı olarak verildiği gözlemlenmiştir. Örneğin, polisle veya jandarmayla bir arbedenin yaşanması, işçilere saldırılması, işçilerin yol kapatması, AKP binasına yürümesi, Başbakan ve bakanlardan birinin protesto edilmesi veya eşekli eylem yapılması, Sodra Dağı na çıkılması gibi eylemler bu gazetelerde haber olarak yer alabilmiştir. 2 Kastedilen Araştırma, Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri Birimi (BAP) tarafından desteklenen ve yazar tarafından yürütülen Halkın Siyasete ve Yönetime Katılımının Yeni Büyükşehir Yasası Üzerinden İncelenmesi: Muğla Örneği adlı projedir. 3 Bu basın-yayın organları Cumhuriyet, Evrensel, Birgün, Sol, Yurt, Aydınlık, Ulusal Kanal, Halk TV, Hayat TV, İMC TV ve Odatv dir.

133 Sergender Sezer 131 Yatağan da bulunan termik santral ve madenlerde çocukları, torunları çalışabilsin diye arazilerini, tarlalarını, bahçelerini, evlerini bedelsiz veya çok düşük bedelli veren Yatağan ve köylerinin halkı büyük bir aldatılmışlık hissi içindedirler. Öyle ki, Eskihisar köyü ve Yeşilbağcılar Kasabası tümüyle maden sahası içinde kalmış, Şahinler köyü ise arazileriyle birlikte santral alanının altında kalmıştır. Devletin olacağını düşündükleri arazileri, onların gözünün önünde şimdi birilerine satılacak ve üstelik de çocukları, torunları madenlerde veya santralde çalıştırılmayacaktır. Bu durum onları öfkelendirmekte ve işçilerin direnişine her türlü desteği ellerinden geldiğince vermektedirler. Sendika yetkilileri ve işçilerin beyan ettikleri gibi, her iktidar döneminde ve her türlü direnişte halk işçilerin yanında yer almıştır. Dolayısıyla Yatağan halkı için eylem pratiği oldukça yüksektir denilebilir. Bu yüzden halktan kişilerle yapılan görüşmelerde hak aramak için yapılan eylemlerle ilgili eleştirel bir söz duymak neredeyse mümkün değildir. Nitekim son 1 Mayıs kutlamalarına Yatağan gibi küçük bir ilçe merkezinde 15 bin civarında kişi katılmıştır. Sendikalar, özelleştirmeye karşı verdikleri mücadeleyi köy köy dolaşarak kahvehanelerde, tarlalarda özelleştirmenin ne olduğunu, yaratacağı ekonomik, toplumsal ve çevresel tahribatı anlattıklarını belirtmişlerdir. Bunları sadece Yatağan köylülerine değil, Kavaklıdere, Bodrum, Milas ve Muğla nın köy ve kasabalarında da anlatmışlar, daha tepeye, yol kenarlarına aşağıdaki Özel-leş-tirme Yağma, Talan, Soygundur mesajı veren pankartlarını ve afişlerini asmışlardır. Fotoğraf 4: Sendikalar tarafından asılan pankart. Her iki sendika özelleştirmeye karşı verdikleri mücadelede ve direniş sürecinde bu işlerin ekonomik yükünü de ortak üstlenmişlerdir. İşçiler ve sendika temsilcileri sendika genel merkezlerinin bu konudaki sıkıştırmalarına rağmen, ekonomik olarak, son kalan kalelerden birini daha kaybetmemek için gereken desteği vermeye devam etmekte olduklarını söylemişlerdir. Sendika yetkilileri ve işçiler, özelleştirmeye karşı verdikleri direniş sürecinde Yatağan Belediyesi nin, Muğla Belediyesi nin ve Milas Belediyesi nin kendilerine sürekli destek verdiklerini belirtmişlerdir. Belediyelerin yanında bazı CHP li ve HDP li milletvekillerinin destekleri de sürekli olarak devam etmekte, işçilerin sorunları ve özelleştirme zaman zaman TBMM ye taşınmaktadır. Yerel yöneticilerin, yerel siyasetçilerin ve milletvekillerinin

134 132 LaborComm 2014 Bildiriler Kitabı verdikleri destek, direnişin medyada yer almasını sağladığı gibi, direnişin medyada yer alması da siyasetçilerin desteğinin devam etmesinde etkili olmuştur. Yatağan da örgütlü gerek TES-İŞ, gerekse Maden-İş sendikaları sosyal medyada kendi adlarıyla bir hesaba sahip değildir. Genel merkezlerinin dışında bir internet siteleri veya süreli, düzenli bir yayınları da yoktur. Ancak Facebook ta işçilerin kurduğu YATAĞAN EMEK PLATFORMU (705 üye) ( YATAĞAN TES-İŞ ÖZELLEŞTİRMEYE ''HAYIR'' (1971 üye) ( diye iki grup var, Emekçi Yatağan (623 arkadaş)( ismi ile bir üye bulunmakta ve buradan direnişle ilgili süreci takip etmek mümkündür. Maden-İş Yatağan Şubesi nin Yatagan Madenis (122 arkadaş) ( - en son hareket 21 Haziran 2010 tarihindedir ve bir şehit polisin cenaze töreniyle ilgilidir.) adıyla da bir hesap bulunmakta ancak aktif olmadığı görülmektedir. 4 Twitter da ise her iki sendikanın da resmi bir hesabı yoktur. Sadece 1635 takipçisi olan Yatağan İşçisi ( adıyla bir hesap bulunmakta ve bu hesaptan direnişle ilgili süreç takip edilebilmektedir. Ayrıca Twitter da #yatağaniscileriyalnızdeğildir hastagiyle bir gündem oluşturulmuştur. Her iki sendikanın ve direnişe katılan işçilerin sosyal medyayı etkin bir şekilde kullanmadıkları görülmektedir. Bunun nedeniyle ilgili olarak sendika yetkilileri, çok ihtiyaç duymadık, arkadaşlardan bilgisayar ve internetten anlayan bazıları bir iki hesap veya grup açtı ama işe yaradı mı bilmiyoruz şeklinde bir cevap vermişlerdir. Bunun yerine yazılı ve görsel basında yer almayı daha çok önemsediklerini belirtmişlerdir. Her iki sendikanın da bir basın ve halkla ilişkiler birimi bulunmamaktadır. Basınla ve halkla yürütülen ilişkiler tamamen amatörce ve gönüllülük temelinde yürütülmektedir. Ancak kendileriyle ilgili çıkan her haberi bir medya takip şirketi tarafından takip ettirmekte ve arşivlemektedirler. Yatağan daki direniş, kenti tüm Türkiye için bilinen bir yer haline getirmiştir. İster sağda, ister solda yer alsın Yatağan direniş sürecini Türkiye de yayın yapan yazılı, görsel basın ve internet basını mutlaka en az bir kez haber yapmak zorunda kalmıştır. Bunun en önemli sebebi işçilerin mutlaka ses getirecek eylemler düzenlemeleri ve polis veya jandarmayla mutlaka bir arbede yaşanmasıdır. Bunun dışında kurmuş oldukları Direniş Çadırı na birçok siyasetçinin ve ünlü kişinin ziyaretlerde bulunması da etkilidir. Polisle ve jandarmayla arbede yaşanması konusunda işçiler, maalesef medyanın önemli bir kısmı bizi haklı emek mücadelemiz sürecinde görmezden gelmektedirler. Ancak polisle, jandarmayla bir sorun yaşadığımızda, gaz, cop yediğimizde ve gözaltına alındığımızda haber olabiliyoruz. Biz de artık bundan korkmadığımız için bir şekilde o malum medya bizi de haber yapmak zorunda kalıyor demişlerdir. İşçiler ve sendikaları arasında tam bir bütünleşme olduğu gözlemlenmiştir. Bunda yaptıkları eylemlerin geniş kitleler tarafından kabullenilmesi, medyada sürekli yer bulması, sürekli kurdukları direniş çadırının değişik kişiler, STK lar ve çeşitli toplum kesimleri tarafından ziyaret edilmesinin ve direniş eylemlerinde sendika temsilcilerinin hep ön saflarda yer almasının etkisi çok büyüktür. Ancak aynı desteği TÜRK-İŞ ten göremediklerini, TÜRK- İŞ in kendilerine karşı yaklaşımının ihanet çizgisine yakın olduğunu belirtmişlerdir. Ankara 4 Bahsedilen bu grup ve hesaplar, en son 18 Nisan 1014 tarihinde kontrol edilmiştir. Son takipçi, üye ve arkadaş sayıları (30 Haziran 2014 tarihi itibariyle) sırasıyla 695, 1960, 718, 121 ve 1738 dir.

135 Sergender Sezer 133 Kurtuluş Parkı nda Özelleştirme İdaresi Başkanlığı nın karşısında 48 gündür direnen Enerji ve Maden işçileri, TÜRK-İŞ in bir an önce Yatağan a dönmeleri için zaman zaman baskı yaptığını ve eylemleri konusunda sürekli olarak onların bizimle bir ilgisi yok mesajı verdiğini söylemektedirler. Fotoğraf 5: Yatağan-Milas-Bodrum yolu üzerinde Yatağan Termik Santrali girişindeki direniş çadırı 24 saat işçilerin nöbetleşe durdukları bir çadırdır. Buradan direnişle ilgili süreç takip edilebilmektedir. Buradaki insan sayısı zaman zaman işçilerin aileleri, çeşitli kitle örgütleri, öğrenciler ve halkın desteğiyle binlerce kişiye ulaşabilmektedir. İşçilerin direnişinin sol medya dışında kalan medyada da yer almasının nedenleri arasında seçtikleri eylem biçimleri ve yerleri de önemlidir. 50. Uluslararası Cumhurbaşkanlığı Bisiklet Turu sırasında yapılan eylem; Şirince Köyü, Ankara, Kütahya, İstanbul, İzmir de yapılan eylemler; Milas Sodra Dağı ndaki eşekli eylem; Yatağan daki gece meşaleli yürüyüş ve kefen giyilerek yapılan eylemler medyanın ilgisini çekmeyi başarmıştır. Özellikle, Hükümet Kandil Dağı'nı muhatap alıyorsa Sodra Dağı'nda da bizi muhatap almalı diyerek 24 Eylül 2013 tarihinde Milas Sodra Dağı na yaklaşık 1000 kişi ile çıkan işçilerin bu eylemi basında geniş yer bulmuş ve halkın desteğini almıştır. İşçilerin, eylemlerinin medyada geniş yer bulmasında ve halk desteği bulmasında, ailelerini eylemlere dahil etmelerinin de rolü vardır. Bu durum aynı zamanda kadınların ve çocukların da büyük oranda bilinçlenmesi ve politize olması sonucunu yaratmıştır. Yatağan halkının özelleştirme konusunda bu kadar bilinçli olmasında 7-8 yaşındaki işçi çocuğunun özelleştirme nedir sorusuna verdiği, vatanın satılmasıdır, babamın işsiz kalmasıdır, ablamın okula gidememesidir gibi cevapların etkisi de vardır.

136 134 LaborComm 2014 Bildiriler Kitabı Fotoğraf 6: 1 Mayıs ta Yatağan. İşçilerin bu mücadele ve direniş süreci ile halkla ve medyayla olan ilişkileri 1 Mayıs ın Yatağan da geniş katılımlı, coşkulu ve disiplinli geçmesini sağlamıştır. Meydana gir(e)meyen halk konuşmaları ve kutlamaları balkonlardan, pencerelerden izleyerek işçilerin yanında olduklarını göstermeye çalışmışlardır. Muğlalı gazeteci Özcan Özgür ün işçilerin Yatağan da düzenledikleri 1 Mayıs Mitingi ne ilişkin gözlemleri aşağıdaki gibidir: Ege deki tüm emekçiler ve dostları İzmir e akarken, Denizli de de 1 Mayıs kutlaması olduğu halde Yatağan da da 1 Mayıs Meydanı doldu ve taştı Öyle ki İzmir de görkemli bir geleneksel 1 Mayıs kutlaması varken, İzmir den HARBİŞ üyeleri, Manisa-Soma dan maden ve enerji işçileri, Denizli Beyağaç tan yeraltı maden işçileri Yatağan a koşup gelmişlerdi Çünkü 1 Mayıs Yatağan da bayram değil, direniş olarak algılanıyor, öyle yaşanıyordu Nitekim Ankara, İstanbul veya İzmir de olmak varken Yatağan a koşup gelen TBB Başkanı Prof. Dr. Metin Feyizoğlu Artık her yer Yatağan. Sizlere gezi direnişinde gençlerle mücadele eden avukatların, 84 bin emekçi avukatın selamını getirdim ifadesinde bulunurken şöyle diyordu: Yatağan Türkiye nin namusudur. Yatağan ı korumak tüm Türkiye nin görevidir. 1 Mayıs ı işçi ve emekçi bayramı yapıncaya kadar mücadele edeceğiz (Özgür, 2014).

137 Sergender Sezer 135 KAYNAKÇA: Akdağ, Y. (2014). Kapitalizm ve Sınıf Mücadelesi Teorinin Güncelliği. İstanbul: Evrensel Basım Yayın. Ercan, F. (2005). Türkiye de Yapısal Reformlar. Kapitalizm ve Türkiye 1. Ercan, F. ve Akkaya, Y. (der.) içinde. Ankara: Dipnot Yayınları. Kağıtçıbaşı, Ç. (1988). İnsan ve İnsanlar. İstanbul: Evrim Basım Yayım Dağıtım. Martin, B. (1995). Özelleştirme: Kimin Yararına? Çev., Osman Ç. Deniztekin. İstanbul: Cep Kitapları A. Ş. Yayınları. Özgür, Ö. (2014). Yatağan da 1 Mayıs Meydanı. 1-mayis-meydani/ adresinden alınmıştır. (Erişim tarihi 3 Mayıs 2014) Özmen, S. (1987). Türkiye de ve Dünyada KİT lerin Özelleştirilmesi. İstanbul: Met/Er Matbaası. Kazancı, M. (1980). Halkla İlişkiler. Ankara: Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları. Ayrıca; TES-İŞ Sendikası Yatağan Şubesi nin 8., 9. ve 10. Olağan Kongre Çalışma Raporları ile yıllık çalışma raporlarından da yararlanılarak görüşmelerde söylenenlerle karşılaştırılmıştır. İncelenen Gazete, İnternet Sitesi ve Televizyonlar Akşam Gazetesi İMC TV Aydınlık Gazetesi Milas Önder Gazetesi Birgün Gazetesi Milli Gazete Cumhuriyet Gazetesi Muğla Devrim Gazetesi Evrensel Gazetesi Muğla Hamle Gazetesi Habertürk Gazetesi Ortadoğu Gazetesi Halk TV Sabah Gazetesi Hayat TV Sol Gazetesi Hürriyet Gazetesi Sözcü Gazetesi Ulusal Kanal Yatağan Demeç Gazetesi Yenişafak Gazetesi Yurt Gazetesi Zaman Gazetesi

138

139 Bir Medya Seferberliği Öyküsünün Söylem Analizi: Vestel City'ye Belgesel Film Yerleştirme Hakan AYTEKİN Özet: Günümüzde medyanın en önemli işlevi neoliberal düzenin kurumlaşmasını ve sürdürülmesini sağlamaktır. İzleyici, dinleyici, okuyucular küresel dünyanın bir parçası olan tüketiciler olarak kabul edilmektedir. İletişim teknolojileri neoliberal politikalara paralel biçimde dünyayı tek pazar olarak düzenlerken her türlü fırsat ve yönlendirmeden yararlanmaktadır. Ürün yerleştirme de bu yöntemlerden biridir. Uygulama; reklamı yapılacak ürünün (ki, çoğu kez markanın) reklam amacıyla üretilmemiş olan sinema filmleri, televizyon programları ya da müzik videolarının içine bilinçlice, alenen ve bedelli olarak yerleştirilmesi biçiminde gerçekleştirilmektedir. Bu çalışmada, yöntemin en uç uygulama biçimlerinden biri olan bir örnek ele alınmaktadır. National Geographic Channel da yayınlanan Mega Yapılar belgesel dizisinin bir bölümü Türkiye de elektrikli-elektronik eşya üreten Vestel fabrikasına ayrılmıştır. Söz konusu yapım; ürün yerleştirme yönteminin bir halkla ilişkiler ve reklam uygulaması olmanın ötesinde, neoliberal dünyada medyanın bir bütün olarak çalışma hayatı ve tüketici kitlelerle ilgili yaklaşımını göstermesi açısından önemli bir örnektir. Bu örnekte filmin içine bir ürün değil, ürünün içine bir film yerleştirilmiştir ve söz konusu bölüm, yapım-yayın-yayın sonrası sürecinde medyanın pek çok alanını içine alan bir seferberliğe dönüşmüştür. Ürün ya da marka yerleştirmenin ötesine geçilen yapımda, liberal dünyada işçi sınıfının emeğine karşı yabancılaştırılması, tüketicilerin yönlendirilmesi, kitlelerin kendi gerçekliklerinden uzaklaştırılması için belgesel sinema araçsallaştırılmıştır. Çalışmada kamuoyuna bir belgesel film olarak lanse edilen bu hibrit yapımın eleştirel söylem analizi yapılmıştır. Yapımın sorun, inanç, cesaret, kahramanlık ve iktidar zinciri üzerinden oluşturulan dramatik yapısı, söylemin içerik, gramatik, yapısal, etkileşimsel, sunum özellikleri üzerinden çözümlenmiş; sinematografik özelliklerin söylemi nasıl görünür (ya da görünmez) hale getirdiği gösterilmeye çalışılmıştır. Medya Bir Bütündür Günümüzde medyanın büyük bir bölümünün işlevi neoliberal düzenin kurumlaşmasını ve sürdürülmesini sağlamaktır. Tüketiciler küresel dünyanın parçası olarak kabul edilmekte ve onlara her türlü medya aracından, bu dünyanın diliyle yaklaşılmaktadır. İletişim teknolojileri neoliberal politikalara paralel biçimde dünyayı tek pazar olarak düzenlemekle görevlidir (Bıçakçı, 2000, s. 145). Medya organları yeryüzünü bir ahtapot gibi sarmış olan global kapitalizmin uzantılarıdır (Karaboğa, t.y.). Mecralar iç içe geçmiş, pazarda tüketiciyle kurulan ilişki strateji ve pratikleri bu bütünleşik yapıya göre tasarlanmaya başlanmıştır. Medya ürünlerinin içeriği bütünden bağımsız olamamakta, ortaya çıkan ürünler artık pek çok ortam göz önünde tutularak biçimlendirilmekte ve pazara sokulmaktadır. Medyaların birbirinin içine girmesi, birbirini tamamlaması, hibrit türlerin gelişmesi artık sıradan hale gelmiştir. Bu bağlamda, reklam dışı amaçla gerçekleştirilmiş olan film, televizyon programı ya da müzik videosunun arasına, bu yapımın akışını ve bütünlüğünü bozmadan, herhangi bir ürün ya da hizmetin açıkça yerleştirilmesi yöntemi olan ürün yerleştirme (product placement), reklamı kanıksayan kitlelere ulaşabilmek için reklamcıların geliştirdiği farklılık yaratma yollarından biridir. Yöntem ürün yerleştirme olarak adlandırılıyorsa da, çoğu zaman yapımın içine yerleştirilen ürün ya da hizmet değil marka olmaktadır (Odabaşı ve Oyman, 2003, s. 377). Çünkü marka modern şirketin anlamı, reklam da bu anlamın kitlelere Yrd. Doç. Dr., Maltepe Üniversitesi, İletişim Fakültesi, Radyo Televizyon Sinema Bölümü. LaborComm Uluslararası İşçi ve İletişim Konferansı, 3-4 Mayıs, Ankara

140 138 LaborComm 2014 Bildiriler Kitabı iletilmesi için kullanılan yollardan biridir. Günümüzde reklamların rolü ürünler hakkında haber vermekten öte, marka etrafında bir imaj yaratmaktır (aktaran Akçalı, 2006, s. 102). Çoğu ürün ve hizmet kategorilerinde markalar arasındaki benzerlikler bir markayı diğerlerinden ayırt etmeyi zorlaştırdığından markayı rakiplerinden daha güçlü göstermek için imaj reklamları kullanılmaktadır (Odabaşı ve Oyman, 2003, s. 370). Tüketim toplumunda tüketicileri daha savunmasız olduğu bir ortamda yakaladığı için, etkili bir reklam ortamı olarak ürün yerleştirme yöntemine giderek daha çok başvurulmaktadır lardan itibaren örnekleri görülen ve günümüzde pazarlama iletişiminde önemli bir araç haline gelen uygulamanın en etkili ilk örneği Steven Spielberg in 1982 yılında gerçekleştirdiği E.T. filminde Reese s Pieces şekerlemesinin kullanılmasıdır (Argan vd., 2007, s. 161). Ürün yerleştirme daha sonraki yıllarda Hollywood sinemasında yapımcılar açısından önemli bir gelir kaynağı, reklamcılar açısından da önemli bir pazarlama yöntemi haline gelmiştir li yıllarda izleyiciler yönteme tepki gösterirken, günümüzde bu tür uygulamalarla daha sık karşı karşıya kalındığı için yöntemi kanıksamıştır (Arslan, 2011, s. 11). Ürün yerleştirme başlangıçta rastlantısal olarak gerçekleşmişse de, günümüzde profesyonel bir iş boyutuna erişmiştir. Başlangıçta ürünün filmin içinde sadece görünmesi biçiminde kurulan rastlantısal ilişki günümüzde yerini yaratım/senaryo aşamasından itibaren dahil olunan; yerleştirme şeklinin belirlenmesi, yürütülmesi, etkinliğin ölçümlenmesi aşamalarını da içeren planlı bir sürece dönüşmüştür. İzleyicilerin film ya da televizyon programı seyrederken bir reklam filmiyle karşı karşıya olmaması, yerleştirilen ürün-markayla karşılaştığında zapping e başvur(a)maması, izleyicilerin yöntemi ticari olarak algılamaması, filmdeki oyuncuların yarattığı ilgi ve güven yöntemi reklam filmleri karşısında daha avantajlı kılmaktadır. Günümüzde filmler sadece sinema salonlarında tüketilmemekte, daha sonra televizyon yayınları, DVD, internet, mobil iletişim gibi yeni ortamlar aracılığıyla çok daha geniş bir izleyici kitlesine ulaşmakta ve mesajın yaşam süresi uzamaktadır (Odabaşı ve Oyman 2003, s. 379). Galician-Bourdeau ürün yerleştirme biçimini sekiz başlık altında sınıflandırmaktadır: Şirket yerleştirmesi, genel yerleştirme, hizmet yerleştirmesi, fikir yerleştirmesi, ülke-kişilikmüzik yerleştirmesi, tarihsel yerleştirme, yenilik yerleştirme, fütürist yerleştirme (aktaran Arslan, 2011, ss ). Mega Yapılar: Vestel City 1, bu sekiz ürün yerleştirme biçimine de uymayan, uç bir örnektir. Yapım bütünüyle tek bir markaya ayrılmış; ürün filmin bir parçası değil, film ürünün bir aracı haline gelmiştir. Dizinin daha önceki bölümlerinde de Coca Cola, Ferrari, Boeing, Jack Daniels, Lego, Ikea, Lamborghini gibi dünya çapında farklı sektörlerden global markalara yer verilmiştir. Galician-Bourdeau nun sınıflandırmasındaki her kategorinin, bu dizide karşımıza birlikte çıktığı söylenebilir. Kamuoyuna belgesel film olarak lanse edilmesine karşın yapım hibrit bir nitelik taşımaktadır. Bu bağlamda; Mega Yapılar: Vestel City yi mesajları açısından reklam kuşağında olmaksızın ya da üzerine advortorial uyarısı yerleştirilmeksizin yayınlanan uzun bir reklam filmi; fabrikayı ve üretim süreçlerini anlattığı için tanıtım filmi; yapısal olarak TV programı; mekânın, kişilerin, eylemlerin gerçekliği açısından belgesel film olarak nitelendirmek mümkündür. Hibrit yapısı, içeriği ve söylemi gibi, yapımın kamuoyuna duyurulma biçimi ve gösterim sonrasında oluşan tepkiler de tartışılmaya değer görünmektedir. 1 Mega Yapılar: Vestel City, Yayın Yeri: National Geographic Channel Türkiye, Yayın Tarihi: 24 Mart 2013, Saat: 22:00; Executive Producer: Ellen Windemuth, Executive Producer/Director: Emre Izat, Producer/Writer: Kate Bradbury, Narrator: Tony Mirst, Director of Photography: Rene Helinen, Editor: Federico Campanale, Head of Production: Karen Meehan, Programme Finance Manager: Marcel Derksen, Online Editor: Stuart Chambers, Music: Jingle Punks

141 Hakan Aytekin 139 Mega City nin Mega Söylemi National Geographic Channel in web sitesinde yer alan verilere göre Mega Yapılar: Vestel City, National Geographic Channel Türkiye de 60 a yakın bölümü yayınlanmış olan Mega Yapılar dizisinin bir bölümüdür. Tanıtma yazıları dizide yer alan yapıların çoğunun inşaat sektörünü kapsadığını göstermektedir. Gözde yapılar köprü, tünel ve gökdelenlerdir. İnşaat sektörünü ileri-yüksek teknoloji ürünleri takip etmektedir. Dizide ulaşım, enerji, para, tüketim ve güvenlik kavramları öne çıkmaktadır. Diziye konu olan mega yapıların yer aldığı ülkeler arasında ABD, Çin ve Birleşik Arap Emirlikleri başı çekmektedir. Bölgesel yoğunluk Kuzey Amerika, Uzakdoğu ve Batı Avrupa dadır. Afrika ve Güney Amerika programa dahil edilmemiştir. Dizide Türkiye den iki bölüm yer almaktadır. Bunlardan ilki iki değişik adla yer alan Marmaray Projesi dir: Yüzyılın Projesi: Marmaray ın Sırları ve Eski İstanbul u Kurtarmak: Marmaray ın Sırrı. Türkiye den ikinci bölüm ise bu çalışmanın konusu olan Vestel City üzerinedir. ( Dizi web sitesinde Çağın mucizevî yapılarına odaklanıyoruz. Dünyanın çeşitli yerlerinden insanüstü mühendislik dehaları sözleriyle tanıtılmaktadır. Bir bütünün parçası olarak Vestel City de bu temel konsepte yaslanmaktadır; ancak yapımdaki söylem başka anlamları da inşa etmektedir. Çünkü Sözen in belirttiği gibi, söylem içinde bilgiyi, ideolojiyi, gücü barındıran bir meta-eylem, gücün mübadelesiyle eyleme dönüşen bir dil pratiğidir (Sözen den aktaran Çelik ve Ekşi, 2013, s. 100). Sadece iletilenlerin içeriğini değil, onu dile getireni (kim söylüyor?), otoritesini (neye dayanıyor?), dinleyiciyi-izleyiciyi (kime söylüyor?), amacı (söyleyenler söyledikleriyle neyi başarmak istiyor?) da kapsamaktadır (Çelik ve Ekşi, 2013, s. 100). Yapımdaki söylem; sorun, inanç, cesaret, kahraman, iktidar halkalarının sıralandığı bir zincir oluşturan bir dramatik yapıyla inşa edilmektedir. Bu yapı olabildiğince yalındır; yapımda bir günlüğüne Vestel City ye girilmekte; gündoğumunda başlayan yapım gün batımında bitmektedir. Sıradan bir günün işlendiği bu basit öykü, izleyicilerin gündelik yaşamında defaten tanık olduğu pek çok sıradan unsurdan beslenerek bir gerçeklik duygusu yaratmakta, yapımın belgesel olarak lanse edilmesini ve anılmasını kolaylaştırmaktadır. Vestel City de görünen her şey gerçek tir; mekânlar, insanlar, üretim süreçleri, vb. Yapımda, görsel olarak city e ait birimler, üretim biçimleri, üretim ilişkileri; işitsel olarak dış-ses spikerin okuduğu metin, city nin sahibi Ahmet Zorlu nun, bazı yöneticilerin konuşmaları, doğal ses efektleri, kesintiye uğramayan bir müzik kuşağı yer almaktadır. Söylem analizi anlamın çeşitli ve değişken olabileceğini araştırırken dilin sözdizimsel ve semantik çerçevesinden çok yaratılan anlam(lar)ı kavramaya çalışır. Baş ve Akturan söylemin özelliklerini içerik, gramatik, yapısal, etkileşimsel, sunum olarak beş başlık altında toplamaktadır (2008, ss ). Bu çalışmada da, Vestel City nin söylemi bu özellikler üzerinden analiz edilmektedir. Söylemin İçerik Özellikleri: Yapımdaki genel söylem neoliberal düzenin yarattığı tüketim kültürüne aittir. On binin üzerinde çalışanı, hammadde girdileri, mamul çıktılarıyla modern dünyanın en büyük

142 140 LaborComm 2014 Bildiriler Kitabı tesislerinden biri olan Vestel City nin sır ları tüketicilerin sıradan dünyasına sunulmakta; bu mega city nin hedefleri, çalışanların sorumlulukları üzerinden tüm dünyanın tüketici bireylerinin terbiye edilmesinde ders malzemesi olarak kullanılmaktadır. Yapımın henüz ilk cümlesi yapımdaki ana amacı sergilemektedir. Anlatıcı, teknolojinin ve makinelerin vazgeçilmezliği, değişimin sürekliliği, buna ayak uydurabilecek esnek bir üretim sisteminin gereği ve bütün bunların üstesinden gelmek için bir liderin (inançlı, cesur kahramanın) gerektiği bilgisini izleyicilere vermektedir: SPİKER: Yeni teknoloji dediğimiz zaman aklımıza yarış arabaları, trenler ve uçaklar gelir. Fakat asıl gelişen teknoloji hayatımızın olmazsa olmazı konumundaki makinelerde. Her saniye değişen bu makinelere yetişebilmek için esnek bir sistem ve dünyamıza iz bırakmak isteyen bir yönetici gerekiyor. ( ) 2 ramatik yapı böyle bir kahraman üzerine kurulduğu için, izleyici bu vasıfların doğrulanacağı bir izleme sürecine sokulmaktadır. Yapım boyunca mucizevî city nin olağanüstü patronu ve onun denetimindeki çalışanların üretim heyecanlarının, sorumluluklarının altı çizilmektedir. Genç, erkek spikerin seslendirdiği bu sözler, göksel bir varlık gibi helikopterden inen ve emin adımlarla fabrika kompleksine yürüyen patron Ahmet Zorlu nun görüntüleri eşliğindedir. Sözlü anlatıma göre dünyada iz bırakmak isteyen Zorlu nun, Ben de bir yenilik yapayım ki, dünyada bir şey olayım, sözlerini sinema dili ve süresi açısından adeta bir reklam filmi formatında hazırlanmış olan 15 saniyelik kısa bir bölüm takip etmektedir: Türkiye nin batısında, bir milyon metrekareden daha büyük bir elektronik şehir yer alıyor. Burada her bina ayrı bir mega fabrika. Vestel ( ) Bu girişin peşi sıra, İngilizce bir ara yazı 3 halinde verilen, Mega Factories kavramı spikerin sözlü ifadesiyle desteklenmektedir: Avrupa nın en büyük fabrikası. Üretim kompleksinin günlük hedefleri de sözlü olarak açıklanarak, yapımda neyi merak etmeleri gerektiği konusunda izleyiciler yönlendirilmektedir: Bugünün hedefleri televizyon, buzdolabı, çamaşır makinesi, fırın ve bulaşık makinesi. Hepsinin bir gün içinde başlanıp bitirilmesi gerekiyor. ( ) İzleyicilerin bu büyüklük karşısında hayranlık duyması mümkündür. Söylem izleyiciyi buna koşullandırmaktadır. İzleyicilerin bu yoğunlukta yapılan üretimi emek-sermaye karşıtlığı açısından sorgulaması söylemin en baştan bertaraf etmesi gereken noktadır. Büyüklük olgusu, kalitenin bir garantisi olarak söyleme içkin hale getirilmiştir. Bu nedenle, yapım boyunca spikerin yanı sıra değişik kademelerdeki yöneticiler de Vestel in büyüklüğünün, şirketi benzerlerinden ayıran temel özelliklerin altını çizmektedir. Kapısından her gün 14 bin işçi nin girdiği bu mega city, kuşkusuz kendi dinamiğine bırakılamaz. Dış ses anlatıcı, şirketin sahibi olan Ahmet Zorlu nun, bugün 4 haftalık 2 Yapımın ses kuşağından aktarılan cümleler ve sözcükler çalışma boyunca tırnak içinde, italik olarak ve herhangi bir düzeltme yapılmadan bire-bir gösterilmektedir. 3 Yapım sunum açısından küresel bir nitelik taşımaktadır, İngilizce olarak hazırlanmıştır. Kişilerin unvanları, rakamsal veriler, animasyon ve jenerik gibi yazı halinde verilen bilgiler İngilizcedir. Bir kişi hariç yöneticilerin konuşmaları orijinal dildedir; İngilizce seslendirme yapılacağı anlaşılmaktadır. Zorlu nun doğaçlama konuşmaları İngilizce alt yazıyla verilmektedir. 4 Sözlü anlatıma göre Zorlu nun gezisi Cuma günü gerçekleşmektedir. Yapımın dramatik yapısı açısından haftanın hangi günü olduğunun hiçbir önemi olmamasına karşın, bu vurgunun izleyicilere Müslüman bir coğrafyaya ait bir öykü izleyecekleri hakkında bir ipucu verdiği düşünülebilir. Yapım süresince Cuma günü ifadesi iki kez geçmektedir.

143 Hakan Aytekin 141 teftiş ini yapacağını belirterek izleyiciye hem iş disiplinini anımsatmakta hem de filmin temel geriliminin neyin üzerine kurulacağı belirtilmektedir. 14 bin kişi, bu tek kişinin denetiminden geçecektir. Mega city de her şey hızlı olmak zorundadır. Mega city nin nizamiyesinden yaya olarak giren 14 bin çalışanın aksine, Zorlu çalışanları denetlemeye helikopterle gelmiştir. Çünkü fakirler daha yavaş seyahat eder (Griffiths, 2003, s. 38). Fabrikanın damına, Zorlu Air e ait bir helikopterden adeta atlayarak inerken, spiker de Ahmet Zorlu, helikopter yere değer değmez elektronik üretim katına yöneliyor sözleriyle onun hem çevik, hem de zamanı değerli bir kişi olduğunun altını çizmektedir. Ses kuşağındaki bu güdülemeye karşın gösterilen e dikkatle bakıldığında, sahnenin kurmaca olduğu anlaşılmaktadır. Rölantideki helikopterin pervanesi yavaş biçimde dönmektedir ve Zorlu dan önce helikopterden inmiş olan pilot bir eliyle Zorlu nun çantasını, diğer eliyle de Zorlu nun helikopterden rahat inebilmesi için kapıyı açık tutmaktadır. Lacivert takım elbisesi, kravat-mendil takımı ile kendinden emin biçimde hareket eden Zorlu, çevresindeki kişilerden hemen ayrışmaktadır. Çevresindeki hiçbir kişi, onun kadar iyi giyimli ve iyi görünüşlü değildir 5. Onun bir patron olduğunu, emrindeki herkesin onun hizmetinde olması gerektiğini imleyen ayrıntılar göze çarpmaktadır. Zorlu nun çantasını elinde tutan ve ona kapıyı açan pilot, fabrika içinde yürürken güneş gözlüğünü taşıyan görevli, bu görevlinin esas duruşunu hiç bozmaması, ona eşlik eden görevliler, fabrika içinde onu yürümekten kurtaran ve her yere hızla ulaştıran araç gibi ayrıntılar onun liderlik vasfının birer gösterenidir. Bu ayrıntılar çalışanlar gibi izleyenlerin de onun gücünü kavramasını kolaylaştırmaktadır. Zorlu fabrika içinde yayayken de hızlı hareket etmektedir. Refakatindekilerden iki adım önde girdiği mekânlarda fazla oyalanmamaktadır. Bir milyon metrekareden büyük olan bu alanı, bir gün içinde teftiş edecektir. Zorlu nun ağzından, fabrikaları kâğıt üzerinden kontrolünün kolay olduğunu ama bunu tercih etmediğini, haftada bir yerinde kontrol yaptığını öğreniyoruz. Zamanı kısıtlı ve değerlidir. Çünkü; Zorlu nun imparatorluğu bu fabrikadan çok daha büyük. Hükümranlığı altında tekstilden emlağa, enerji sektörüne kadar çeşitli dallarda faaliyet gösteren 50 kadar şirket var. ( ) Yapımda anlatı sorun, inanç, cesaret, kahramanlık, iktidar bileşenlerinin hızzaman potasına yerleştirilmesine yaslanmakta; yapımın akışı bu kavramların koordinasyonuyla gelişmektedir: Bir sorun ya da hedef ortaya konur. Bu sorun yatayda kendini tekrar eden (fabrikanın günlük üretim hedefi), dikeyde zamana eşlik eden (fabrikanın sürekli büyümesi) bir sorundur. Bu sorunu giderme ya da hedefe ulaşma yolunda birtakım 5 Genç Parti reklamları üzerine yapılan bir söylem çözümlemesinde parti lideri Cem Uzan hakkında benzer bir yorumda bulunulmaktadır. Bu reklamlarda da ana imge lider dir. Kıyafetleri, duruş pozisyonları, bakış biçimleri vb. nitelikleriyle Cem Uzan, Doğu toplumu için modernliği çağrıştıran bir imge olarak sunulmaktadır (Altınel, 2003, ss ).

144 142 LaborComm 2014 Bildiriler Kitabı engeller ortaya çıkar. Bu engeller hemen çözülmez, zaman sıkıştırır, aksamalar olur. Ortaya çıkan çatışma, bir dizi aksiyon yaratarak dramatik yapının serüvenleşmesini sağlar. Bu çatışma ortamı sorunları çözmeye inançlı ve cesur bir kişinin zamana karşı yarışıyla sonlandırılır. Bu cesur kişi artık bir kahramandır ve artık herkes onun iktidarına tabi olmaktadır. Dikey düzlemde kahramanlık baştan beri mevcutsa, yeni-büyük hedeflere gidilen yolda sorun çıksa bile sorunlar bu kahraman tarafından zaten çözülecektir; iktidar bir kez daha yeniden üretilecektir. Dramatik yapıdaki bu sıralama, konu edilen kişi-kurumun tarihinde de böyle olmuştur! Vestel City nin sahibi Zorlu nun kendi ağzından, bir zamanlar elektronikten anlamayan, sadece televizyonun düğmesini açıp kapamayı bilen bir kişi olduğu açıklanmaktadır. Ancak elektroniğin gelecek olduğuna inanan Zorlu, o zamanlar televizyon üreten Vestel in ilk sahiplerine reddedemeyecekleri bir teklifte bulunarak, tesisi onlardan satın almıştır. Zorlu, o dönemi şöyle anlatmaktadır: Herkes bizden, bankacılar dâhil korktular. Ve aldıktan sonra, iki sene üç sene sonra, 7 sene Türkiye ihracat lideri olarak götürdü. ( ) Bir başka deyişle, 1983 yılında başkaları tarafından kurulan ama büyüyemeyen fabrika (sorun), bankacılar dâhil herkese rağmen (sorunun devam etmesi), büyümeyi kafaya koyan (inanç) bir girişimcinin (kahraman) çabasıyla (cesaret), çok kısa bir süre içinde (hız-zaman) sektörün lideri olmuştur (iktidar). Yapımda sorun, inanç, cesaret, kahramanlık ve iktidar bileşenleri mikro ve makro düzeyde defalarca izleyicinin karşısına çıkmakta ve bu bileşenler her seferinde hız-zaman parametresiyle birlikte değerlendirilmektedir. Modern toplumlarda zaman kavramı daha küçük parçalara ayrıldıkça, bu parçalanma zamanın çizgiselliğini ve hız ı tetiklemektedir. Vestel City nin dramatik yapısı ve sözlü anlatımı da çizgisel ve hıza endeksli zaman algısına uygun biçimde düzenlenmiştir. Saat 09:00, Saat 12:00, Saat 14:00 gibi hem spikerin sesiyle hem de yazıyla görselleştirilmiş olarak defalarca izleyicinin karşısına çıkan uyaranlar modern yaşamın zaman-hız parametresini izleyicilere hatırlatmaktadır. Saate bağlanmış zaman küreseldir; her yeri güdümüne alıp standartlaştırır, geçmiş ve gelecekten kopartılan bir şimdi algısını öne çıkartır. Hız duygusunun ardında yatan daha önemli bir şey, yarıştır, yakalamak ve geçmektir. ( ) Küresel finans terimleriyle konuşacak olursak, bir şirket için hedef zengin olmak değil, rakiplerinden zengin olmak, tıpkı araba yarışında olduğu gibi onları geçmektir (Griffiths, 2003, s. 36). Yapımın akışıyla saat uyaranları arasında dramatik bağlantı kurulmuştur. Saat de spiker city sakinlerinin sorumluluklarını hatırlatmaktadır: Vestel City nin tüm fabrikaları günlük hedeflerini yakalamak için çalışıyor. Henüz kat etmeleri gereken çok yol var! Üretim görüntülerin yer aldığı bölünmüş çerçevenin sol alt köşesinde, animasyonla yapılmış bir makinenin pistonunu taklit eden altyazı bandında beliren yazılar bunu göstermektedir: TV S TO GO, REFRIGERATORS, WASHING MACHINES, OVENS, DISWASHERS ( ).

145 Hakan Aytekin 143 Benzer bir sekans, vardiya değişiminde de görülmektedir. Saat 16:00. Vardiya değişimi. Gün bitmeden binlerce makinenin daha üretilmesi gerekiyor. Bu kez kalan hedef belirtilmektedir: TV S TO GO, REFRIGERATORS, WASHING MACHINES, OVENS, DISWASHERS ( ). Sabah vardiyasında, hedeflerin genellikle yarısına ulaşılmış, çamaşır ve bulaşık makinelerinde hedefin gerisine düşülmüştür. Bu ciddi bir sorundur! Yapımda izleyicinin zaman algısı bazen alt üst edilmektedir. AR-GE çalışmaları, yeni tasarımlar, hedefler gibi çizgisel zaman unsurunu içinde barındıran olgular karmaşık bir zaman kullanımıyla anlatılmaktadır. Yöneticilerin masa başı çalışmaları ya da Zorlu nun ziyareti sırasında düzenlenen mizansenlerde karar-hedef-varılan nokta gibi zamana yayılan olgular iç içe geçmektedir. Bu sekanslarda geçmişte alınmış olan kararlar şimdi alınmışçasına sergilenmekte, şimdi öne çıkartılmaktadır. Bu kargaşanın içinde değişmeyen gerçek ise fabrikanın zamana karşı verdiği yarış, yani hız ve çalışanların sorumluluğu olmaktadır: Ekibin haftalarca zamanı yok. Üç boyutlu akıllı televizyonun programı zaten çok sıkışık ( ) ya da spikerin transformers a benzettiği depolama alanındaki istif makineleriyle her üç dakikada bir konteynır yükleniyor (41 47 ) örneklerinde olduğu gibi. Hatta bir konteynırın TIR dan indirilmesi sırasında TIR ın hareket halinde olduğu bile görülmektedir (42 08 ). 48 dakikalık programın yaklaşık ortasında (25 45 ) yemek molası verilmektedir. Sözlü anlatımda Öğle yemeği paydosu için harika zamanlama olduğu belirtilirken, tek tip giysileri içindeki işçiler topluca ve neredeyse uygun adımlarla yemekhaneye doğru yönelmektedir. Söylemin Gramatik Özellikleri: Orijinali İngilizce olan yapım Türkçeye çevrilmiş ve akıcı bir kentli Türkçesiyle seslendirilmiştir. Çalışanların konuşmalarında bölgesel ya da yerel bir diyalekt yoktur, telaffuzlar düzgündür. Söylemin ana bileşenleri (sorun, inanç, cesaret, kahramanlık, iktidar) cümleler arasındaki dizilimleri ve anlam ilişkilerini de belirlemektedir. Hedefi ya da sorunu ortaya koyan cümle ve paragrafları sonuç ya da çözümleri ortaya koyan cümle ve paragraflar tamamlamaktadır. Bu bağlamda çizgisel bir gelişim vardır; geri dönüşlere, karışık anlatımlara pek yer verilmemiştir. İnançlı, cesur kahramanın iktidarı sıfat ve tamlamalarla daha güçlü hale getirilmektedir: televizyon, buzdolabı, çamaşır makinesi, fırın, bulaşık makinesi, işçi, bir milyon metrekareden geniş bir alan, dünyanın en büyük sanayi merkezlerinden biri, arı gibi çalışan yedi çekirdek bina, 800 kişilik AR-GE ordusu, posta pulu büyüklüğündeki bağlantıları mikron hassasiyetiyle yapabilen 5.5 milyon dolar değerindeki birleştirme makinesi, yarış arabalarının hızına çıkabilen döner kazan Sıfatlarda Batılı izleyicinin büyüklük algısına uygun referanslar da verilmektedir: Titanic büyüklüğünde 19 geminin sığabileceği genişlikte bir zemin ; İstanbul dan Brüksel e kadar uzayacak bir yol kadar seri üretim ; Beş Empire State binası yüksekliğine yetecek kadar buzdolabı ; Ayın çevresini dolamaya yetecek kadar televizyon gibi.

146 144 LaborComm 2014 Bildiriler Kitabı Metin İngilizceden Türkçeye çeviridir; dilbilgisel dizilimler doğru olmakla birlikte, bazen çeviriden kaynaklanan anlatım bozukluklarına rastlanmaktadır: Bu dev, arı gibi çalışan yedi çekirdek binadan meydana geliyor Arı gibi çalışan bina!. İstanbul dan Brüksel e kadar uzayacak bir yol oluşturmaya yetecek kadar seri üretim yapar. Cümleyle seri üretim miktarı ya da yol malzemesi değil, üretim bantlarının uzunluğu kastedilmektedir. Söylemin Yapısal Özellikleri: Sözlü anlatım genelde açıklama biçimindedir; izleyicilere küresel ekonomik düzen, işletme mantığı, üretim pazarlama stratejileri, tüketici beklenti, alışkanlık, yönelimleri gibi konularda bilgiler verilmektedir. Büyüklüklerin-zorunlulukların ifadesinde karşılaştırma yöntemlerine başvurulmaktadır. Anlatılmak istenilen kimi durumlar, düzenlenmiş bir tartışma ortamında verilmektedir. Örneğin bir sahnede endüstriyel tasarım ekibi çok önemli bir sorunu tartışmaktadır: Ekip piyasanın daha ince televizyonlara yönelik talebini karşılamak için ekranla kusursuz bir uyum içerisinde olan bir kasa tasarlamış. Fakat kâğıt üzerinde iyi gibi görünen bir şey bazen ticari açıdan kötü olabiliyor. Üç boyutlu akıllı televizyon o kadar ince ki kasa üzerinde logoyu koyacak yer yok ( ). Neyse ki, ekiptekilerden biri (mikro kahraman) logonun kasayla televizyonu taşıyacak ayağın arasına yerleştirilebileceğini öneriyor. Bir başka mikro kahraman Bunu sadece logoyu konumlandıracak bir alan değil, uzaktan kumanda alıcısı vesaire gibi, 3D vesaire gibi şeyler koyabilmek üzere fonksiyonel bir detaya dönüştürelim diyerek ergonomiyi hatırlatıyor. İktidarın mikro temsilcisi olan yönetici durumu noktalıyor: Ürünleri bir üst aşamaya taşımış olacağız bu şekilde sanırım. Gelinen nokta, spikeri de rahatlatıyor: Tasarım işinin hallolmasıyla sıra televizyonları üretmeye geliyor (19 33 ). Sanki şimdi Ya da fabrika o kadar hızlı ki Oysa kamera bir günlüğüne girmiştir mega city ye Kuşkusuz sahnenin ana amacı, ürüne yerleştirilecek olan logo nun (markanın) ürünün vazgeçilmez bir parçası olduğunu izleyiciye bir kez daha anımsatmaktır. Spikerin ifadesiyle, Talepleri karşılamak için sürekli yeni modeller piyasaya sürmek başlı başına bir zorluk. Asıl mesele ise tüm modellerden kâr elde edebilmek. tir. Sorun aleni biçimde izleyiciyle paylaşılmaktadır. Yapımın başında kurulan cümle tekrar edilerek de kahramanın eriştiği çözümün altı çizilmektedir: Esnek bir üretim modeli. Sözlü anlatım kendi içinde tutarlıdır. Cümleler genellikle orta uzunluktadır. Spikerin telaffuzu düzgündür. Zorlu nun konuşmaları ise doğaçlamadır; yer yer cümle yapıları bozuk, yapı ve fonetik olarak anlaşılması güçtür. Yönetici konuşmalarında konuşma ile yazı metni arasında sıkışmış bir anlatım vardır; cümleler ezberlenmiş, seçilmiş duygusu yaratmaktadır. Fabrika içi doğal sesler kayıt açısından zayıftır. Ses düzeyleri düşük ve kesintilidir. Ürün geliştirme toplantısındaki doğaçlama konuşmalar iyi kurgulanmış, anlam bütünlüğüne varılmıştır. Söylemin Etkileşimsel Özellikleri: Söylemde yönetenler (city nin sahibi) yönetilenlere (üretimi yapanlar ve izleyiciler/tüketiciler) hitap etmektedir. Hatip, bazen Ahmet Zorlu nun kendisi, bazen yöneticiler ama çoğu zaman spikerdir. Bir ürün toplantısı sahnesi ve çamaşır makinesi bölümündeki mühendis dışında kadın sesi hiç duyulmamaktadır. Yapım boyunca sadece sesi duyulan ve kim olduğu bilinmeyen bu anlatıcı, adeta her şeyi (olmuş olan, olmakta olan, olacak olan) bilmekte ve bildiklerini izleyiciye aktarmaktadır. Bu yanıyla Tanrısal bir ses gibidir; izleyiciden mesafelidir. Zorlu nun ikamesi olan ve onun adına konuşan bir iktidar temsilidir. Sözlü anlatımdaki bu Tanrısal üslup kutsal kitaplardakine benzer bir biçimde düzenlenmiştir: bazen Tanrı nın kendisinin konuştuğu, bazen de Tanrı adına konuşulduğu gibi. Yapımda Zorlu da tanrısallaştırılmaktadır :

147 Hakan Aytekin 145 Üç boyutlu akıllı televizyonun beyni hazır. Sıra bu sefer, bir insana ait olan bir başka beynin çok farklı bir zorluğun üstesinden gelmesinde: Tarz! (...) Zorlu, tasarım seçeneklerini incelemek için kıdemli ekibiyle bir araya geliyor. Kariyerine ailesinin tekstil işinde başlayan Zorlu nun gözü yıllar içerisinde tasarım alanında profesyonelleşmiş ( ). Konuşmaları spiker anlatımının arasına serpiştirilen Zorlu, gizli özne olarak cümlelere sindirilmiştir; kimi cümlelerde onun adına konuşulmaktadır: İkinci fabrikasını sadece en üst model buzdolaplarının yapımına ayırmış, gibi (28 46 ). Spiker çoğu kez, doğrudan izleyiciye hitap etse de, izleyiciye sunulan bilgiler bazen çalışanların da ne yapmaları gerektiğini hatırlatmaktadır: Hepsinin bir gün içinde başlanıp bitirilmesi gerekiyor, gibi (01 40 ). Söylemin Sunum Özellikleri: Erkek spiker dinamik ve uyaran bir tonda, haber spikerlerinin saniyede iki sözcük ortalamasının üzerine çıkan bir hızda konuşmakta; büyüklüklerin ve zorunlulukların altını çizerken vurguları daha belirginleşmektedir. İnandırıcılığı sağlamaya dönük bir samimiyet çabasına karşın, anlatıcının Tanrısallığı önceliklidir: o, bilmekte ve bildirmektedir. Yapımda yer verilen yöneticiler çoğunlukla erkektir ve kurumun büyüklüğünü anlatma heyecanı içinde konuşmaktadır. Bu konuşmaların doğaçlama olmadığı, anlatılacakların önceden planlandığı, yöneticilerin aidiyet duygularının yüksek olduğunun gösterilmeye çalışıldığı belirgindir. Yönetici konuşmaları Türkçedir; İngilizce konuşan bir yöneticinin konuşması da bir başka erkek spiker tarafından Türkçe seslendirilmiştir. Zorlu ise kamera önünde konuşurken kendinden emin bir havadadır. Zorlu nun kostüm ve aksesuarları, tesis içindeki teftiş görüntüleri de bu güveni perçinlemektedir. Zorlu, doğrudan izleyiciye seslenmemekte; sanki izleyiciyi pek muhatap almak istememektedir. Muhatapları çalıştırdıklarıdır; ister mega city nin çalışanları olsun, ister film ekibi. Zorlu konuşurken onu dinleyen kişi çerçeve içinde hiçbir zaman görünmeyen yönetmenekiptekiler ve city çalışanlarıdır. Çalışanlara seslendiği planlarda çalışanların görüntülerine de yer verilmiştir. Bazı planlarda Zorlu nun işlerine yardımcı olan, onu beklerken esas duruşunu bozmayan yardımcı karakterler vardır; helikopterden inerken çantasını taşıyan ve ona kapıyı açan pilot, kapıdan geçerken elindeki güneş gözlüğünü alan kişi, onu fabrika içinde bir araçla taşıyan görevli gibi. Zorlu film ekibiyle konuşurken anlatan, çalışanlara

148 146 LaborComm 2014 Bildiriler Kitabı konuşurken ise buyurgan üslup sergilemektedir. Çalışanlarla konuşurken işaret parmağının yukarıya kalktığı, tatlı-sert direktiflerin verildiği aksiyonlara rastlanmaktadır. Onun patron olduğunu anımsatan bu görüntülerde spiker ona yolu aralamaktadır. Anlatımda geçen Tabii rakiplerini alt edebilirse ifadesinden sonra gelen, Zorlu nun Bakın bunu kimseye vermek istemem. Ne yapıp yapın. Bakın Vestel in geleceği de burada, her şeyin geleceği burada! dediği sahne, iktidarı iyice görünür hale getirmektedir. Direktiften sonra devreye giren sözlü anlatım çözüm yolunu da belirtmektedir: Bu işin üstesinden gelmek bolca fazla mesai yapmayı gerektiriyor. Nitekim Zorlu bir kez daha görüntüye geliyor: Yatağı yorganı serin buraya. Bu iş başka. Yatak yorgan burada, yukarıda Hiç başka yere gitmek yok. Patladı mı tam patlayacak, hepsiyle beraber! Tamam!.. Hadi kolay gelsin size Ellerini arkada bağlamış iki çalışan itaatkârlıkla-gülümseme arasında sıkışmış bir ifadeyle başlarını sallıyor; Zorlu nun bu kez sol elinin işaret parmağı yukarıda. Dönüp arkasını yürüyor ( ) Böylece mizansen tamamlanıp, bir iktidar öznesi olarak Zorlu çalışanların karşısında bir kez daha konumlandırılırken, izleyiciler de terbiye edilmiş oluyor. City nin Kapılarını Kamerayla Aralamak Bir filmde anlatılmak istenen düşünce, hareket, nesne, vb. çekimlerle görsel terimler haline getirilmekte, bir tür yazı yazılmaktadır. Çekimler için hareketle yazı yazmak anlamına gelen sinematografi bilgisi gerekmektedir ve sinematografi olan biteni görüntülemekten çok daha fazlasını ifade etmektedir (Brown, 2006, s. viii). Söylem de, sinematografiyle görünür-algılanır olmaktadır. Mega Yapılar: Vestel City de dramatik yapı oldukça basittir. Mega city muktedir tarafından bir günde teftiş edilecektir. İzlenecek olan öykü bir günün öyküsüdür. Binlerce ürünün üretildiği sıradan bir gün Yapım bu büyüklüğü bir gün içinde anlatacaktır. Reel zaman bir gün iken, yapım sadece 48 dakikadır. Her şey 48 dakikada anlatılacaktır! Görüntüler genellikle durağan çerçevelidir ve konuya cepheden, üçüncü bir gözün bakışıyla (nesnel bakış açısıyla) bakılmaktadır. Böylece izleyicilerin bir tür gözlemci olması sağlanmıştır. Bu aynı zamanda izleyiciyle mekânlar-kişiler-eylemler arasına konan bir mesafedir de. İzleyiciler hem içindedir, hem dışında. Alan derinliği oynamalarına mümkün olduğunca az başvurulmuştur. Az sayıdaki kamera hareketlerinde kameranın kendi sehpası üzerindeki yatay (pan) ya da dikey (tilt) hareketlerinden çok vinç (crane, jib) ya da kaydırma (travelling) hareketleri tercih edilmiş, izleyicinin çerçeve içindeki hareketle birlikte hareket etme-özdeşleşme duygusu sağlanmıştır. Çerçeve içindeki hareketler ise oldukça yoğundur. Kamera açısı (kameranın durduğu ve konuya baktığı yer) konunun izleyici tarafından algılanma biçimini doğrudan etkilemektedir. Kamera açısına karar verildiği an seyircinin de ne görmesi gerektiğine karar verilmiş demektir (Nielsen, t.y., ss ). Filmde göz hizası açısı yoğun olarak kullanılmış; izleyicinin sıradan görme alışkanlığına uygun hareket edilmiştir. Konuya cepheden, göz hizasından bakmak izleyiciye nötr bir gözlem sağlarken, alt açılardan bakmak ise izleyiciyi görme ediminden kopartır ve onu bir duyguya taşır. Alt açılarda konu bizi ezer (Brown, 2006, s. 69). Özellikle mega city deki binaların dış çekimlerinde bu açıya başvurulmuştur. Fabrika içindeki genel çekimlerde ise tam tersine üst açılar seçilmiş ve izleyicinin genel yapı ve boyutlar hakkında bilgilenmesi sağlanmıştır. Kameranın, konunun ne kadarını gördüğü de (çekim ölçeği) önemlidir. Konunun çekime uygun bulunan kısmı mesafe ve objektifle sınırlandırılır. Geniş açılı objektifler alan derinliği duyumunu öne çıkartır (Monaco, 2003, s. 79). Abartılmış derinlik duygusu psikolojik imalar içerir; genişleyen uzamla birlikte izleyicinin kendisini sahnenin içinde hissetmesini kolaylaştırır (Brown, 2006, s. 56). Bina büyüklüklerini, iç hacimlerin genişliğini, hareketin yoğunluğunu anlatmak için, nizamiye, binalar, üretim-depolama alanları ve prosesler bu tür bir yaklaşımla görselleştirilmiş, çekimlerde özellikle geniş açılı objektifler kullanılmıştır. Bazı

149 Hakan Aytekin 147 planlarda geniş açılı objektiflerden kaynaklanan biçim bozumları (distortion) göze çarpmaktadır. Yapımda izleyicilerin her şeyi kolayca görebileceği notan (düz) aydınlatma tercih edilmiştir. Laboratuar ve televizyon üretiminin bazı bölümlerinde ışık efektlerinden yararlanılmıştır. Çoğunlukla iç çekimler hâkim olduğu için yapay aydınlatma söz konusudur. Dış çekimler sabahın erken saatlerinde ya da akşamüzeri gerçekleştirildiğinden güneş ışığı efekt olarak görüntüyü zenginleştirmektedir. Bazı dış görüntülerde renk filtreleri de kullanılmıştır. Kurgu yüksek tempoludur. Kullanılan planların süreleri kısa ve iç dinamikleri yüksektir. Sık sık görüntülerin hızıyla oynanmış, hareketler hızlandırılmıştır. Hızlandırma işlemi görüntüdeki iç ritmi adeta fabrikanın üretim bantlarındaki ritmine uydurmuş; hatta zaman zaman üretim bandının hızını da abartılı hale getirmiştir. Bütün bu müdahaleler fabrikanın bir an bile durmadığını, işçilerin arı gibi çalıştığını göstermektedir! Kullanılan müzik de tempoludur. City nin Kapılarını Açmak da Yetmez Vestel City TV de yayınlanmadan önce, medyanın bütünleşik yapısına uygun biçimde bir tanıtım kampanyasıyla kamuoyuna duyurulmuştur. Düzenlenen basın toplantısında, Vestel in National Geographic Channel ın dünyaca ünlü markalara yer verdiği Mega Fabrikalar belgesel dizisine giren dünyanın ilk elektronik ve beyaz eşya üreten şirketi olduğunun altı çizilmiştir. Fox International Channels Afrika ve Avrupa Başkanı Jesus Perezagua, basın toplantısında yapımın temel söylemine paralel biçimde konuşmuş ve Vestel markasının Türkiye nin küresel markalarından biri olduğunu belirtmiştir: Mega Fabrikalar National Geographic Channel ın tüm dünyada izlenme rekorları kıran ve dünya çapında ün yapmış global markalara ev sahipliği yapan belgesel dizisi. Bu markalar arasına Vestel i katmış olmaktan dolayı mutluluk duyuyoruz. ( Basın toplantısını takiben ulusal çapta yayın yapan gazetelere tam sayfa ilanlar verilerek yapım kamuoyuna duyurulmuştur. Yapım bilgileri, bu gazetelerde haber e de dönüştürülmüş, köşe yazılarına konu edilmiş, internet sitelerinde çokça yer ayrılmıştır. Basın toplantısında konuşan Vestel Şirketler Grubu İcra Kurulu Başkanı Turan Erdoğan, Mega Fabrikalar belgesel serisinin sıkı takipçilerinden biri olduğunu belirterek Bu efsanevi seriye Türkiye nin Vestel City ile girmesi Vestel çalışanları için olduğu kadar ülkemiz için de gurur verici te resmi açılışı yapılan Vestel City nin kapılarını 10. yılında bütün dünyaya açmaktan mutluyuz diyerek, Vestel markasının TV istasyonundan büyüklüğünün altını çizerken, basın bildirisinde denklem tersten kurulmaktadır: Vestel, Dünyanın en büyük belgesel kanallarından National Geographic Channel ın efsanevi Mega Fabrikalar belgesel serisine giren ilk Türk markası dır. Reklam alanındaki

150 148 LaborComm 2014 Bildiriler Kitabı akademik çalışmalarıyla tanınan Ali Atıf Bir (2013a), pek çok gazetede yer alan bu ilanın Bugün gazetesine verilmemesini, "Reklam vermeyene çakmak lazım mı" başlığıyla gazetedeki köşesine taşımış ve Bugün e karşı haksızlık yapıldığını ileri sürmüştür: Belki başka gazetelere de haksızlık yapılmıştır ama ben kendi gazetemi biliyorum. Vestel, National Geographic Channel'ın Mega Fabrikalar belgesel serisine giren dünyanın ilk elektronik ve beyaz eşya şirketi olmuş. Bunu tam sayfa reklamla yine "ezberlenmiş" gazetelerde duyuruyor. Bizim gazeteye baktım, bizde reklam yok. Neden? Bu gazetenin de pazar günü 120 binden fazla okuyucusu var, onlar TV izlemiyor mu? Bizim gazete okurları TV, beyaz eşya almıyor mu? Niçin Vestel benim gazetemin okurunu böyle bir duyuru için bile adamdan saymıyor? Yazıda ilanı verilen gazeteler ezbere reklam verilen, yandaş basın olarak nitelendirilirken, bu gazetelerin çoğunun yıllarca reklam verene tehdit oluşturup reklam aldığı ileri sürülmüştür. Bu yazı yayımlanmasından sonra Vestel Grubu nun G7 şirketi, yazara bir mesaj yollayarak, durumun tanımlandığı biçimde olmadığını dile getirmiştir: "Gazetenize kamuoyunda çok takdir gören National Geographic - Mega Fabrikalar belgeseliyle ilgili ilan verilmemesinin sizde bir haksızlık izlenimi uyandırmasından büyük üzüntü duyduk. Öncelikle, bütün yayın organlarına eşit mesafede durduğumuzun altını çizmek isteriz. Sizlerin de bildiği gibi gazetenizi farklı dönemlerde, farklı çalışmalarımız için kullanmaktayız. Bazen bütçesel sebeplerden dolayı her mecrayı kullanamamaktayız. Sizin değerli gazetenize ve okur kitlenize birçok çalışmamızla ulaşmaya gayret ediyoruz. Bugün Gazetesi ile hâlihazırdaki çalışmalarımızı önümüzdeki dönemde de kampanyalarımıza yönelik ilanlarımızla sürdüreceğiz." Bir (2013b), Bu gazete sadaka değil reklam alır! başlıklı yeni bir köşe yazısında, bu reklamın Bugün e verilmeme sebebinin bütçesel olmadığını söylerken, tavsiyede ve örtük tehditte bulunmuştur: Vestel bu gururun onurunu herkese yaşatmayacaksa böyle bir itibar projesine de para yatırmasın. Gözüm Vestel'in üzerinde. Umarım bir daha böyle hata yapmazlar. Yapımın TV de, ilanın gazetelerde yayınlanmasından sonra Vatan Bilgisayar ın verdiği bir gazete ilanı ise süreci daha da ilginç bir noktaya taşımıştır. Ali Atıf Bir, köşe yazısında Vestel in iyi müşterisi Vatan Bilgisayar ın teşekkür ilanını da taktik reklam olarak nitelendirmektedir. Ona göre bu bilgisayar firması kendini zeki sanan reklam verendir. Aslında bir atımlık barutu vardır. Bir rüzgârda "küt" gider. Çünkü kurumsallaşmamıştır. Yaptığı iş modelinin de içi boştur. Bir (2013b), Vatan Bilgisayar ı tehdit de etmektedir: O benim gazetemi böyle bir "teşekkür" ilanında bile görmezden geliyorsa ben de onu artık inadına görürüm. Popüler internet sözlüklerinden Ekşi Sözlük te de Hasan Vatan ın verdiği ilan hakkında vatan computer in vestel i kutlayan gazete ilanı başlıklı bir madde açılmıştır Mart arasında bu maddeye 43 yorumda bulunulmuştur. İlk yorum güzel bir jest biçimindedir ( kamera motor /

151 Hakan Aytekin :50/ Yorumdan sadece dört dakika sonra, bascharr nick li yazar ilanı, Vatan Bilgisayar ın Vestel üzerinden beyaz eşya işine gireceğini müjdeleyen bir ilan olarak yorumlamıştır ( ). bernie rhodenbarr nickli yazarın yorumu bir ironidir: vestel'in yakında vatan sağ olsun başlıklı bir teşekkür ilanı vereceğini müjdeleyen jest. ( ). michael jackson nick li yorum abi bi bayilik rica etsek manasına gelen silkme ve koparma operasyonu biçimindedir. Sitedeki dokuz yorumda reklam kavramı kullanılmıştır; yorumlarda ortak nokta reklamın reklamı olması ve Hasan Vatan ın durumdan vazife çıkarmasıdır. and justice erol nick li yazar ise yorumunda reklam meklem, o programı izleyen biri olarak tebrik ettiğim ilandır. sadece izlemek değil, nazara vermek lazım bu başarıları. vestel'den hiç hazzetmezdim, ama firmaya bakışım değişti o program sayesinde demektedir. Pazardaki bir markanın kurumsal imaj çalışması olarak bir kez daha lansmanı başlı başına bir reklam ürünüdür ve bu anlamda yapımın reklam sektörü üzerinde yarattığı beklentiler ve eleştiriler yapımın temel işlevine paraleldir. Yapıma gelen tepkiler reklam sektörüyle sınırlı olmamış, kimi yazarlar hem yapım hem de reklam üzerine yazı yazmıştır. Sabah gazetesi köşe yazarlarından Emre Aköz (2013), Mega Yapılar dizisini kaçırmadığını, dizinin birçok bölümünü unutamadığını ancak Vestel City de hayal kırıklığına uğradığını söylemektedir: Niye unutamam? Çünkü National Geographic bize bu yapıların öyküsünü gerçekçi bir biçimde anlatıyor: sadece rakamlardan değil, onları yapan insanlardan da söz ediyor Kişisel hayat hikâyeleri ile mega yapının inşaat öyküsünü birlikte sunuyor: Ailesini aylarca göremeyen mühendisler, girişime taş koyan politikacılar, ölüme varan hatalar Böyle olunca da National Geographic belgeselleri, bilgiyle heyecanı harmanlayan macera filmleri gibi izleniyor. Aköz, Vestel City bölümünde dramatik anlatımı yetersiz bulmaktadır. Adamlar sanki belgesel değil de reklam filmi çekmişti. Hem sıradan! ( ) Hani şirket merkezlerinin duvarlarındaki ekranlarda sürekli dönen reklam filmleri vardır: Beyaz yakalılar toplantı yapar, işçiler harıl harıl çalışır, ürünler bantlarda hareket eder İşte öyle bir anlatım tutturmuştu National Geographic çiler: İnsan öyküsü yok Heyecan yok Anı yok Ona göre, Vestel City bir belgesel değildir: Ama.. İzlediğim şey bir belgesel değildi. Hele tipik bir National Geographic belgeseli hiç değildi. Hani Batı da Bon pour l Orient (Doğu için iyi, Doğu ya yakışır) diye bir tabir vardır. Ne mutlu bize ki Türkiye o küçümsemeleri aşmış durumda (...) Ahmet Zorlu ve Hasan Vatan! Bence National Geographic e tepki göstermelisiniz. Çünkü Vestel gerçek bir belgeseli hak ediyor. Daha Çok Şeyler Yapmamız Lazım Vestel City yapımı farklı medya alanlarının sınırlarını zorlayan; halkla ilişkiler uygulamaları ve film türü açısından hibrit bir üründür. Tanıtımlarında belgesel film olarak söz edilen yapımı, sinema-tv ürünü olmaktan çok; ürünün yayını, yayın sırasındaki ve sonrasındaki çapraz reklamlar, ürüne-reklamlara gösterilen tepkiler bir halkla ilişkiler ve

152 150 LaborComm 2014 Bildiriler Kitabı tanıtım ürünü saymak daha doğru bir niteleme olacaktır. Doğrudan bir marka üzerine kurulmuş olan Vestel City yapımının, markayı öne çıkartmak için tasarlanan uzunca bir reklam filmi olduğu rahatlıkla söylenebilir. Yapımda halkla ilişkiler ve tanıtım alanındaki yeni tutundurma yöntemlerinden ürün yerleştirme ve sponsorluk uygulamalarının çok ötesine geçilmiş, marka yerleştirmekle kalınmamış, bütünüyle marka için bir film tasarlanmıştır. Dolayısıyla Vestel logosunun yapım içinde sıkça görünmesi doğallaşmaktadır. Logolar fabrika binalarının dışlarında tabelalar, bina içlerinde duvar ve kolonlara muhtemelen çekim nedeniyle hazırlanmış ve asılmış posterler halinde; ayrıca ürünlerin ve elektronik board ların üzerinde marka olarak görünmektedir. Vestel ya da Vestel City yazıları yapım boyunca 13 kez görünmektedir. Burada ilginç olan nokta, 13 görüntüden dokuzunun yapımın ilk beş dakikasında yer almasıdır. İzleyicinin yapımın hemen başında markayı kavramasının, yapımı izlemekten vazgeçse bile marka bombardımanından azami ölçüde etkilenmesinin hedeflendiği ileri sürülebilir. Yapımın finaline yaklaşırken, günlük hedefin tutturulmuş olması sadece yapımın dramatik yapısını tamamlamakla kalmamakta, sistemin bir günü daha layıkıyla geçirilmiş olmaktadır. Spiker, çalışanların o gün 75 bin makineyi dağıtıma hazır hale getirmesini önemseyip işçi sınıfına hakkını teslim ederken, asıl hakkın ise işin başındaki kahraman a teslim edilmesi gerektiğinin altını çizmektedir: İstekli bir ordu, bu hayalin gerçeğe dönüşmesini sağlıyor. Ama işin başındaki isim için bu sadece bir başlangıç. ( ). Yapımın finalinde; günlük mesaisini dolduran istekli ordu, hızlandırılmış üretim görüntüleri ve nefesli çalgıların marş ritmindeki melodisi eşliğinde Vestel City nin nizamiyesinden yaya olarak çıkarken, deri koltuğuna oturmuş olan Zorlu oldukça mütevazıdır: Bizim daha çok şeyler yapmamız lazım. (46 49 ) Zorlu yapımın başında gökyüzünden geldiği sahneye benzer bir biçimde, fabrikanın damında bekleyen helikopterine doğru yürür. İşçilerin yaya olarak çıktığı nizamiyenin üzerinden helikopteriyle havalanır; gökyüzüne, güneşe doğru uzaklaşır. Zorlu nun tevazusunu devralan spiker, izleyiciye son kez seslenirken yapım boyunca tanık olunan her şeyin sıradanlığını hatırlatmaktadır: Geleceğin hangi icatları getireceğini kimse bilmiyor. Fakat kesin olan bir şey var. Avrupa nın en büyük fabrikası için teknolojiye ayak uydurmak günlük hayatın bir parçası ( ) Söz konusu yapımın yayınından yaklaşık bir ay önce, 27 Şabat 2013 te Vestel in facebook sayfasına eklenen bir bilgiyle, kamuoyu yapımdan haberdar edilmişti: Türkiye de çekilen ilk Mega Fabrikalar belgeselinin konuğu Vestel City! Dünyanın en büyük belgesel kanalı Nat Geo, dünyanın en çok izlenen belgesel serilerinden birisi için Manisa daki üretim üssümüzdeydi. Bu çok özel bölüm 24 Mart ta ekranlarınızda!

153 Hakan Aytekin 151 Beklenebileceği gibi, bu bilgiye ilk tepkiler Vestel camiasından gelmişti: Böyle bir camia içinde çalışmaktan onur ve gurur duyanlar ; bu büyük camiada ufak bir dişli olma nın güzelliğinin, yapımın Vestel in dünya çapında büyüklüğünü gösteren süper bir reklam olacağının altını çiziyor; Vestel i kötüleyenler izlesin ve utansınlar temennisinde de bulunuyordu. Vestel City yi izleyen Vestel çalışanlarının emeklerine yabancılaşarak, Avrupa nın en büyük fabrikasını yaratmış olma onura sahip çıkmalarını sağlamak yapıma içkin amaçlardan biri olsa gerek. Onlar gibi, bu büyüklüğü izleyenlerin hedonist duygulara sürüklenmesi de beklenen bir hedef. Zira kapitalist üretim-tüketim sisteminin bu döngüler üzerine kurulmuş olduğunu söylemeye gerek yok. Kamera gerçeği öldürürken (Kutay, 2009); hakikat yerini kameranın ardında duranların gerçeğine bırakmaktadır. Bir fabrikanın içine çok sayıda kamera konulsa; üretim sürecinden yönetim sürecine kadar bütün ayrıntılar kaydedilse bile, fabrika gerçeği seyirciye iletilemez. Çünkü bu kamera kayıtları sermayenin oluşum süreci ya da artı değer gibi fabrika gerçeğini tanımlayan hiçbir süreci seyirciye aktaramayacaktır (Parkan, 1998, s. 169). Kuşkusuz, bu çalışmada ele alınan markanın içine yerleştirilen film de KAYNAKÇA: Akçalı, S. İ. (2006). Günlük Yaşamda Reklam ve Büyülenmiş Tüketiciler, Gündelik Hayat ve Medya. Akçalı, S. İ. (der.) içinde Ankara: Ebabil, Aköz, E. (2013, Mart 29). National Geographic in Vestel Belgeseli?, Sabah Gazetesi, adresinden alınmıştır. (Erişim tarihi 20 Nisan 2013) Altınel, H. Y. (2003). Genç Parti Reklamları İçin Bir Söylem Çözümlemesi. İletişim, 17, Argan, M., Velioğlu, M. ve Argan, M. (2007). Marka Yerleştirme Stratejilerinin Hatırlama Üzerine Etkisi: GORA Filmi Üzerine Araştırma, Elektronik Sosyal Bilimler Dergisi. 19, Bıçakçı, İ. (2000). Sanal Çarşı ve Küresel Müşteri, Her Yönüyle Pazarlama İletişimi. (içinde), Ankara: MediaCat, Bir, A. A. (2013a, Mart 26). Reklam vermeyene çakmak lazım mı?, Bugün, adresinden alınmıştır (Erişim tarihi 20 Nisan 2013)

154 152 LaborComm 2014 Bildiriler Kitabı Bir, A. A. (2013b, Mart 30). Bu gazete sadaka değil reklam alır!, Bugün, adresinden alınmıştır (Erişim tarihi 20 Nisan 2013) Brown, B. (2006). Sinematografi Kuram ve Uygulama. Çev., Selçuk Taylaner, İstanbul: Hil. Çelik, H., Ekşi, H. (2013). Söylem Analizi, SOYLEM_ANALIZI adresinden alınmıştır. (Erişim tarihi 20 Ağustos 2013) Karaboğa, T. (t.y.). Bir Kitle İletişimsizlik Aracı Olarak Televizyon, edu.tr/id/yazi.php?yad=3192 adresinden alınmıştır (Erişim tarihi 20 Eylül 2013). [ adresinde yazının arşiv kaydı vardır.] Kutay, U. (2009). Gerçeği Öldüren Kamera. İstanbul: Es. Monaco, J. (2003). Bir Film Nasıl Okunur? Sinema Dili, Tarihi ve Kuramı. Çev., Ertan Yılmaz, İstanbul: Oğlak. Nilsen, V. (t.y.). The Cinema As A Graphic Art. New York: Hill&Wang. Odabaşı, Y. ve Oyman, M. (2003). Pazarlama İletişimi Yönetimi. İstanbul: Mediacat. Parkan, M. (1998). Gerçek Ne Kadar Gerçektir?, Belgesel Sinema Üzerine. Enis Rıza (der.) içinde. İstanbul: Belgesel Sinemacılar Birliği Rıza, E. (1998) (der.) Belgesel Sinema Üzerine. İstanbul: Belgesel Sinemacılar Birliği. adresinden alınmıştır (Erişim tarihi 20 Nisan 2013) adresinden alınmıştır (Erişim tarihi 20 Nisan 2013) adresinden alınmıştır (Erişim tarihi 20 Nisan 2013) adresinden alınmıştır (Erişim tarihi / Çalışma sırasında defaten).

155 Kaza mı? Cinayet mi? Gazete Haberlerinde İşçi Ölümleri Kaan TAŞBAŞI Gözde YAZICI Barış DAĞLI Defne ÖZONUR Özet: Bu çalışmada, işçilerin ölümleri ya da yaralanmaları ile sonuçlanan, egemen dil tarafından iş kazası olarak tanımlanan olayların medyadaki temsili ele alınacaktır. Sermayenin sınırsız egemenliği altında yaşayan bütün iş yaşamı, bu egemenliğin tahakkümünü legalize edecek yasal düzenlemelere tâbidir. O nedenle egemen dilin dayattığı iş kazası kavramı yerine iş cinayeti kavramı kullanılacaktır. Bu tercihin dayanağını, ölüm ya da yaralanma ile sonuçlanan olayların, önlenebilir olduğu halde, kâr maksimizasyonu gözetilerek, önlenmediği önkabulü oluşturmaktadır. Egemen dil ve kavrayış tarafından oluşturulan böylesi bir tanımlama biçiminin ardalanını hukuki çerçeve meydana getirmektedir. İşçi, emekçi kesimin hiçbir dahlinin olmadığı bu tanımlar kaçınılmaz olarak egemen ekonomik aklın güdümünde kalan devletin, sermaye merkezli tanımları ve çözüm arayışlarıdır. Bu nedenle tarihsel bir izlek içerisinde iş cinayetlerinin hukuksal, toplumsal ve siyasal derlemesi çalışmanın çerçevesini destekleyecektir. Bu çerçevede, iş cinayetleri konusunda da medya dilini ve içeriğini, sermayenin çizdiği sınırlar belirlemektedir. Sermayenin sahipliği ve denetimi altında, medyanın gerçekliği bükme ve perdeleme işlevi bulunmaktadır. Buradan hareketle, sermaye eksenli bir kavrayışın medya üzerinden yaygınlaştığı ve toplumsallaştırıldığı söylenebilir. İşçi Sağlığı ve Güvenliği Meclisi nin hazırladığı rapora göre 2013 yılının ağustos ayı, 130 işçi cinayeti ile söz konusu yıl için en çok can kaybının yaşandığı dönem olmuştur. Bu yakıcı gerçeğin medyada yer alış biçimi HaberTürk, Hürriyet, Sözcü ve Evrensel gazetelerinin içeriği taranarak incelenecek, farklı gazetelerin konuyu ele alış biçimi karşılaştırılacaktır. İçerik analizi ve eleştirel söylem analizi teknikleri kullanılarak elde edilen bulgular ışığında ana akım, muhalif ve alternatif medyanın iş cinayetlerini ele alınış biçimleri karşılaştırılarak, yukarıda anılan bağlamla ilişkilendirilecektir. Anahtar Kelimeler: İş cinayetleri, iş kazaları, medya ve işçi sınıfı, medya ve söylem, medya ve sermaye. Yrd. Doç. Dr., Kaan Taşbaşı, Yeditepe Üniversitesi İletişim Fakültesi, Radyo TV ve Sinema Bölümü Öğretim Üyesi. ktasbasi@yeditepe.edu.tr Gözde Yazıcı, Yeditepe Üniversitesi Medya Çalışmaları Programı Doktora Öğrencisi. gozdeyazici@hotmail.com Barış Dağlı, Yeditepe Üniversitesi Medya Çalışmaları Programı Doktora Öğrencisi, Maltepe Üniversitesi Öğretim Görevlisi. barisdagli83@gmail.com Doç. Dr. Defne Özonur, Yeditepe Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo TV ve Sinema Bölümü Öğretim Üyesi. defnenur@gmail.com LaborComm Uluslararası İşçi ve İletişim Konferansı, 3-4 Mayıs, Ankara

156 154 LaborComm 2014 Bildiriler Kitabı Giriş Bu mesleğin (madencilik) kaderinde maalesef bu (ölüm) var Recep Tayyip Erdoğan "Son yıllarda patlama ve kazaların gerek sayı gerekse büyüklük açısından gittikçe artması hiç de şaşılacak bir şey değildir. "Serbest" kapitalist üretimin güzellikleridir bunlar!" Karl Marx İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi nin raporuna göre 2013 yılında Türkiye de işçi cinayetlerine bakıldığında en az 1235 işçinin hayatını kaybettiği görülmektedir. Bir yıl içinde, çalışma süreci/koşullarına bağlı işçi ölümlerinin sıfır ya da sıfıra çok yakın düzeyde seyrettiği ülkeler bulunduğu gözönüne alındığında, ortaya çıkan duruma kaza denilmesi mümkün değildir. 1 Kadir Cangızbay ın (1989) kazanın epistomolojisine dair açıklamaları da bu bağlamda ufuk açıcıdır. Cangızbay a göre kaza, kendiliğinden olamaz. Kazanın oluşabilmesi için temelde yatan yanlış/lar öbeğinin varlığı zorunludur. Ancak insan, ne hep doğrusu nu bilmediği için yanlış yapar, ne de yanlış ı hep kasten yapar (Cangızbay, 1989, s. 229). İş kazası olarak tanımlanan ve işçinin ölümüyle sonuçlanan olaylar, tam da bu önermeyi doğrular niteliktedir. İşbaşındaki bir işçinin, sözgelimi zehirli hava soluyacağını bildiği bir ortamda çalışmayı kabul etmesi nasıl açıklanabilir? İşçi, zehirli gazın kendisini öldürebileceği bilgisine sahip olabilir. Burada doğrusunu bilmediği için yanlış yapmak gibi bir durumdan söz edilemez. Bir işçinin soluyacağı zehirli havanın kendisini öldüreceğini bilmesine rağmen kasten kendisine zarar vermesi de düşünülemez. İşçinin doğrusunu bilmeme ya da kasten kendisini öldürme ihtimali ortadan kalktığına göre, işçinin ölümü nasıl tanımlanabilir? Yanlışlar öbeği kazaların oluşumunda verili durum olarak kabul edilecek olursa, söz konusu yanlışların oluşum dinamiklerinin ve sorumlularının sorgulanması, bir vâkanın kaza olarak değerlendirilip değerlendirilemeyeceğinde kilit konumdadır. Bu sorgulama, üretim biçimi ve ilişkilerinde, onun kurduğu siyaset biçiminde, siyasetin oluşturduğu hukuki çerçevede ve nihai aşamada medya söyleminde karşılığını bulmaktadır. Tam da bu nedenle iş kazası olarak tanımlanmaktadır. Ancak iş kazası kavramı, olup biteni sermayenin çıkarları lehine açıkladığından son derece yanlı bir tanımlamadır. Veronique Daubas Letourneux, iş kazalarının oluşumunu üç unsuru kesiştiren bir hikayenin sonucu olarak görmektedir: İşletmelerin stratejik tercihleri (ekonomik, teknik ve organizasyonla ilgili tercihler); kamu politikaları (geçici iş ilişkisi hakkındaki yaşanan saptırılmasına izin veren, iş kanunu ihlallerinde cezai yaptırım ve denetimi eksik bırakarak risklerin alt işverene devredilme uygulamasının yerleşmesine göz yuman, işverenin cezasız kalmasını organize eden kamu politikaları); çalışanların hayat güzergahı (iş içinde ve dışında toplumsal ilişkilerin belirlendiği, çoğu kez çok kısıtlı manevra kabiliyetleriyle yaptıkları seçimler yoluyla çalışanların katettiği güzergah) (Mony, 2008, s. 24). 1 Bu çalışma kaleme alındığında ve sunulduğunda Soma katliamı henüz gerçekleşmemişti. Soma öncesinde de işçi cinayetlerinin yaşandığı gerçeğiyle ve 1 yıl içinde en az 1235 işçinin ölümüyle çoğu kişi (gazeteciler ve okurlar) ilgilenmiyordu. Soma katliamında, tek bir olayda 301 işçinin hayatını kaybetmesiyle çoğu kişi bu konuyla ilgilenir oldu. Ancak bu, ana akım basının da katkısıyla daha çok dramatik bir şekilde olay anına ve sonrasına odaklanan yüzeysel bir ilgi oldu. Bu çalışma yayım aşamasına gelindiğinde, Soma katliamı üzerinden yaklaşık iki aylık bir süre geçmiş, olayın medyanın gündeminden de düşmesiyle işçi cinayetleri yine konuşulmaz olmuştu. Çalışmanın yapıldığı tarih itibarıyla, Soma katliamı bu çalışmanın örneklemi içinde yer almıyor. Ancak çalışmanın yazarları olarak, Soma katliamı sonrasında yapılan açıklama ve tartışmaların, işçi cinayetlerine dair kayıtsızlığın ve cinayetlerin süregitmesini besleyen saiklerin anlaşılmasında katkı sunabilmeyi umuyoruz.

157 Kaan Taşbaşı, Gözde Yazıcı, Barış Dağlı, Defne Özonur 155 Bu çerçevede, medyanın da dilini ve içeriğini, sermayenin çizdiği sınırlar belirlemektedir. Sermayenin sahipliği ve denetimi altında, medyanın gerçekliği bükme ve perdeleme işlevi bulunmaktadır. Buradan temellenen, sermaye eksenli bir kavrayışın medya üzerinden yaygınlaştığı ve toplumsallaştırıldığı söylenebilir. İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi nin hazırladığı rapora göre 2013 yılının ağustos ayı, 130 işçi cinayeti ile söz konusu yıl için en çok can kaybının yaşandığı dönem olmuştur. Bu yakıcı gerçeğin medyada yer alış biçimi Habertürk, Hürriyet, Sözcü ve Evrensel gazetelerinin içeriği taranarak incelenecek, farklı gazetelerin konuyu ele alış biçimi karşılaştırılacaktır. Eleştirel söylem analizi tekniği kullanılarak elde edilen bulgular ışığında ana akım, muhalif ve alternatif medyanın işçi cinayetlerini ele alış biçimleri karşılaştırılarak, yukarıda anılan bağlamla ilişkilendirilecektir. Çalışmada, sadece ölümle sonuçlanan olaylar ele alınmış olup, yaralanmalar değerlendirmeye katılmamıştır. Öte yandan sadece fiili olarak işbaşında olmanın dışındaki haller de (işe gidiş-dönüş yolculuğu, işyerinde bulunulduğu halde fiilen iş yapılmayan zamanlar vb.) değerlendirmeye tabi tutulmuştur. Bu tercihin sebebi, işçi için işe koşulan zamana eklemlenebilir olan her zaman diliminin, çalışma zamanından sayılması gerektiği düşüncesidir. Kazaların tamamına yakınının, işveren tarafından alınmayan tedbirler ya da tüm tehlike ve riske rağmen kâr hırsıyla işi mutlaka yaptırtmaktan kaynaklandığını ileri sürmekteyiz. Buradan hareketle bu çalışmada, iş kazası kavramı yerine işçi cinayeti kavramı kullanılacaktır. Hukuki Çerçeve ve Tanımlar Sermayenin sınırsız egemenliği altında bulunan bütün iş yaşamı, bu egemenliğin tahakkümünü legalize edecek yasal düzenlemelere tâbidir. Bu bağlamda yasal düzenlemeler egemen tahakküm ilişkilerinden beslenir. Hemen tüm yasal düzenlemelerin, yani iş hayatını ilgilendiren kanunların başında verilen tanımlar, egemen sınıfın bu düzen içerisinde kendisini ve işçi, emekçi sınıfı, işi, iş kazasını vb. temel kavramları tanımlayarak başlar. İşçi, emekçi kesimin hiçbir dahlinin olmadığı bu tanımlar kaçınılmaz olarak egemen ekonomik aklın güdümünde kalan, devletin sermaye merkezli tanımları ve çözüm arayışlarıdır. Yapılan bu resmi tanımlar aynı zamanda gerçekte olan bitenin yalnızca bir kısmının yine resmi olarak her yıl istatistiki olarak kayıtlara girmesine, bir kısmının ise dışarıda kalmasına, dolayısıyla görünmez kılınmasına neden olmaktadır. Bu bağlamda devletin resmi kayıtlarının dışında çoğu işçi cinayeti kayda alınmamaktadır. Çünkü Sosyal Güvenlik Kurumu nun (SGK) istatistiklerine girebilmek için sigortalı işçi olunması gerekmektedir. İş kazası tanımı, 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu çıkana kadar (2012), 5510 Sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu na göre takip edilmiştir. Yani 2012 tarihine kadar iş kazaları, sigortalanabilir meslek riskleri kapsamında incelenmiştir. İş kazasına bağlı yaralanma veya ölüm durumlarında iş sırasında ya da iş nedeniyle uğranılan zararın telafi edilmesini, çalışan ya da ailesi için yasal bir hak olarak kabul etmiştir. Kapitalist ekonomik büyümenin sırtını yasladığı eşitsizliklerden ve sanayi toplumlarının kurucu çelişkilerinden doğan bu hak, mağdurlara tazminat konusunda bir müzakere alanı açmış, ama işçi sağlığını, kamu sağlığı ve risk denetimi alanına ya da başkasını öldürmenin ve yaralamanın tüm biçimlerini kasıtsız olsa da cezalandıran Ceza Kanunu ilkelerinin referans alındığı bir mantığın içine yerleştirememiştir (Mony, 2008, s. 21). Oldukça geç bir tarihte (2012) çıkarılan 6331 Sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu nun çıkarılma nedenini Başbakan Recep Tayyip Erdoğan şöyle açıklamaktadır: İş dünyasının da, iş güvenliği meselesini, uyulması gereken bir mecburiyetten ziyade, çalışanların sağlığını ve güvenliğini destekleyen, verimi ve kaliteyi artıran bir araç olarak görmesi gerektiğine inanıyorum. Ancak böyle bir kültür oluştuğu takdirde, iş sağlığı ve güvenliği konusunda sürekli iyileşme ve gelişme ortamı

158 156 LaborComm 2014 Bildiriler Kitabı sağlamak mümkün olabilecektir. Sağlıklı ve güvenli iş yerlerinin oluşması, iş kazaları ve meslek hastalıklarının önlenebilmesi için, bu yönde bir kültür oluşturmalı ve tüm topluma yaygınlaştırmalıyız. Bu konuda, işverenlerimizin yanı sıra çalışanlarımıza da büyük sorumluluk düşüyor. Çalışanlarımızın iş sağlığı ve güvenliği konusundaki haklarına sahip çıkmaları, bu hakların takipçisi olmaları gerekiyor. Başbakanın Kanun un sunuş metnindeki ifadelerinden Kanun un çıkarılış sebebinin işçinin sağlığını ve hayatını korumaktan ziyade verimi ve kaliteyi artırmak olduğu anlaşılmaktadır. Bu öncelik durumu Kanun un adından da net bir şekilde anlaşılmaktadır. Kanun un adı işçi sağlığı değil iş sağlığı dır. Başbakan, iş kazalarının önlenmesinde işveren olarak sermaye sınıfının yükümlülüklerini yerine getirme zorunluluğunu bir mecburiyetten ziyade şeklinde bertaraf ederken dikkatleri daha çok, sağlıklı işçi ile birlikte işin verimi üzerine çekmektedir. Dönemin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik ise, 2010 yılında 1454 çalışan ın hayatını kaybettiğini, 2085 kişinin ise, iş kazaları ve meslek hastalıkları yüzünden iş göremez hale geldiğini belirtmektedir. Bu rakamlarının hemen ardından Bakan, bu durumun ekonomi üzerindeki etkilerini incelemektedir. Bakan Çelik e göre, iş kazaları ve meslek hastalıkları gayri safi yurtiçi hasılanın 50 milyar lirasını alıp götürmektedir. Dolayısıyla, iş sağlığı ve güvenliği için alınacak tedbirler bir maliyet olarak değil, işyerlerinin daha huzurlu, çalışanların daha mutlu ve işletmelerin daha verimli olabilmesi için bir öncelik olarak görülmelidir. Gerek Başbakanın gerekse Bakanın konuşmalarından görüleceği üzere işçinin hayatı, ekonomik ve sosyal maliyet boyutuna indirgenmektedir. İşçinin hayatta kalması sürekli olarak ekonominin hayatta kalmasına ve dolayısıyla içten içe sermaye sınıfının ayakta kalmasına paralel kılınmaktadır. Oysa ki her insanın öncelikle sağlık ve yaşam hakkı, herhangi bir ulusal hukuki düzenlemeye ya da evrensel insan hakları metnindeki bir atıfa gerek duyulmaksızın en temel haklardır. Yukarıda anılan kanunlarda, iş kazası ve kaza ile ilişkili kavramlar şu şekilde tanımlanmıştır Sayılı Kanun a göre işyerinde veya işin yürütümü nedeniyle meydana gelen, ölüme sebebiyet veren veya vücut bütünlüğünü ruhen ya da bedenen özre uğratan olay iş kazası olarak tanımlamaktadır. Aynı maddenin p bendi ise işyerinde var olan ya da dışarıdan gelebilecek, çalışanı veya işyerini etkileyebilecek zarar veya hasar verme potansiyeli tehlike olarak isimlendirmektedir. İşçi, ekonomik kazancın devşirildiği işyeriyle veya bağlacıyla yanyana kullanılmakta ve işçinin tanımlanma biçimiyle ekonomizmin ifşaatı gerçekleşmektedir. Kapitalist ve kapitalizm açısından işgücü tıpkı diğer mallar gibi bir maldır (De Brunhoff, 1992, s. 15) Sayılı Kanun un 25. maddesinin b bendinde ise kaza sonucunda işverenin iş sözleşmesini fesih hakkı bulunduğu belirtilmektedir. Yani işçinin, işveren için beklenen ölçüde verimli ve üretken olamaması durumunda, işçi için iş güvencesinin varlığı ortadan kalkmakta, bu da işçinin kazadaki rolüne dair kendisini adeta suçlayıcı ve cezalandırıcı bakış açısının, işveren odaklı bir kabulle yasa metnine de sindiğini göstermektedir. Kanunun 5. maddesinde işverenin yükümlülüklerinin yerine getirilmesinde gözetilen ilkeler kaçınılması mümkün olmayan riskleri analiz etmek, özellikle tekdüze çalışma ve üretim temposunun sağlık ve güvenliğe olumsuz etkilerini önlemek, önlenemiyor ise en aza indirmek, tehlikeli olanı, tehlikesiz veya daha az tehlikeli olanla değiştirmek olarak sıralanmaktadır. Tüm bunların yanısıra ekonomik güvencesizlikten ya da işçilerin işlerinin hiçbir şekilde takdir edilmemesinden kaynaklanan şiddet sonucunda intihar eden işçiler de işçi cinayetine

159 Kaan Taşbaşı, Gözde Yazıcı, Barış Dağlı, Defne Özonur 157 kurban gitmektedir. Yasalar, işçiyi iş akdine bağlı çalışanlar olarak tanımladığı için, iş akdi olmaksızın çalışanlar yasal güvenceden mahrum bırakıldığı gibi istatistiklere de girmemektedir. Örneğin, ev içi işlerde çalışan işçiler ile tarım işçileri gibi. İş Kanunu bu durumları kapsamamaktadır. Sonuç olarak, işçi cinayetleri ile ilgili hukuki düzenlemeler oldukça detaylı bir şekilde işvereni kaza üzerindeki sorumluluğundan azat etmeye yöneliktir. Kaza kavramıyla ilgili yukarıda yapılan tartışma üzerinden gidilecek olursa görünürde kimsenin neden olduğunu anlayamadığı, sorumlunun tespit edilemediği pek çok durum sonucunda işçiler hayatını kaybetmektedir. Rakamlarla Türkiye de İşçi Cinayetleri 1945 yılında çıkarılan İş Kazaları, Meslek Hastalıkları ve Analık Sigortaları Kanunu'ndan bu yana Türkiye de işçi cinayeti ve meslek hastalığı sonucunda ölen ve sakat kalan işçilerin kaydı tutulmaktadır. 1946'dan 2010 yılına kadar işçi cinayetleri sonucu ölen işçilerin sayısı olarak kaydedilmiştir. Taşeronlaşmanın önünü açan 4857 sayılı yasanın çıkarıldığı 2003 yılından bugüne ise işçi cinayetlerinin ve hayatını kaybeden insanların sayısı artış göstermektedir. T.C. Sosyal Güvenlik Kurumu nun verileri ile hazırlanan aşağıdaki tablo hem 4857 sayılı kanun sonrası hem de Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) hükümeti döneminde yaşanan işçi cinayetlerini ortaya koymaktadır. Yıl Vaka Sayısı Ölüm İş Göremezlik Tablo Yılları Arasında Türkiye de İşçi Cinayetleri Kaynak: Uluslararası Çalışma Örgütü nün (ILO) 82 ülkeden gelen verilerden derlediği istatistiklere göre, Türkiye de sigortalı işçi başına ölüm oranı yüz binde 15.3 tür. Bu bilgiye göre, Türkiye Avrupa da işçi cinayetlerinde ilk sırayı almıştır. Son 10 yılda tüm ülkelerde işçi ölümleri azalırken, ILO verilerine göre Türkiye de yükselmiştir.

160 158 LaborComm 2014 Bildiriler Kitabı ILO ve Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı nın (TEPAV) verilerine göre dünyada yaşanan kaza sayılarının aksine maden ocaklarında yaşanan kazalar da Türkiye de son yıllar içinde artış göstermiştir. Türkiye, maden sektöründeki işçi cinayetlerinde de Avrupa birincisi durumundadır. 1 milyon ton kömür üretimi başına düşen ölüm oranı ABD de 0.2 iken Türkiye de ise 7.22 tir. Almanya da son 30 yılda maden kazalarında hayatını kaybeden işçi sayısı 3 iken, yalnızca Soma da geçtiğimiz yıl (2013) madenlerde hayatını kaybedenlerin sayısı bile 6 dır. Ölümlerin rakamlara indirgenemeyeceğinin altını çizerek belirtmemiz gerekirse dünyadaki veriler bu işin fıtratında ölüm olmadığını ortaya koymaktadır dan günümüze 60 binden fazla işçi cinayetinin yaşandığı Türkiye de hükümet politikaları karşısında sendikasızlığın, örgütsüzlüğün, sendikaların yetersizliğinin bedeli ağır olmaktadır. Özellikle son 10 yılda tırmanan ölüm oranlarını taşeronlaşmanın önünü açan 2003 tarihli 4857 Sayılı Yasa dan, neoliberal politikaların uygulayıcı ve takipçisi AKP iktidarından bağımsız düşünmek mümkün değildir. Hürriyet Gazetesi ve İşçi Cinayetleri Söylem Analizi Egemen ideolojinin iş kazalarının araştırılmasında bazı stratejiler kullandığını ifade etmek gerekir. Olayın parçalara ayrılarak incelenmesi, suçlamanın yönünün değiştirilmesi, olayın münferitleştirilmesi, olayı zamansal bağlamından soyutlama gibi stratejiler iş kazasının araştırılması esnasında egemenlerin kullanmakta beis görmedikleri stratejiler olarak karşımıza çıkar (Johnstone dan aktaran Gürcanlı, 2014, s. 107). Bu stratejileri medyanın söylemine uyarlamak mümkündür. Hürriyet Gazetesi nde 2013 yılı Ağustos ayında haber olabilmiş işçi ölümlerinin daha çok gazetenin yerel eklerinde yer aldığı tespit edilmiştir. Gazetenin İstanbul baskısı dışında Bursa, Ege, Akdeniz, Çukurova-GAP, Ankara ve Anadolu yerel gazete eklerinin baskıları da taramaya dâhil edilmiştir. İstanbul baskısında çıkan kimi işçi cinayeti haberlerinin yerel eklerde daha ayrıntılı sayılabilecek biçimde yer bulduğu saptanmıştır. İstanbul baskısının ana sayfasının alt kısmında küçük olarak nitelenebilecek bir çerçeve içinde Üniversiteli inşaatta can verdi başlığıyla verilen haberin 3. sayfadaki başlığı ise Harçlık uğruna öldü olmuştur. İlk başlıkta kullanılan kelimeler konuyu muğlaklaştırmaktadır. Haberin başlığı bir üniversite öğrencisinin inşaatta çalıştığı esnada öldüğü gerçeğini gizlerken diğer başlığın genci harçlık uğruna çalışması belirgin bir yergiyi içerir. 3. sayfada yer alan haberde gencin on gün önce işe başladığı ve sigortasının yapıldığı bilgileri bulunmaktadır. Bu işçi cinayetinin Bursa ekinde yer alan haberinde ise altıncı kattan düşen gencin üzeri alçıpanla kapatılan merdiven boşluğuna dalgınlıkla bastığı ifadesi bulunur. Kullanılan dilde işçinin tedbirsizliği, tecrübesizliği vurgusu göze çarpar. Sermayenin tedbir alma zorunluluğu gözardı edilirken ihmalin sorumlusu da işçi olarak gösterilmektedir. Olay parçalara ayrılarak ele alınırken işçi cinayetinin zanlıları olarak nitelenebilecek işveren metnin dışında tutularak cinayetten soyutlanabilmiştir. 7 Ağustos ta hem İstanbul hem de Ege yerel baskısında kamuoyunda Aşk Gemisi olarak bilinen dizinin geçtiği geminin İzmir de sökümünün yapılacağı haberi bulunmaktadır. 11 Ağustos ta Aşk Gemisi Ölüm gemisi oldu başlığıyla sadece İstanbul baskısının 3. sayfasında yer alan haberde iki işçinin öldüğü bilgisi metnin içindedir. Haberin görselinde ölen işçilerden birinin fotoğrafı Aşk Gemisi ne ait fotoğrafın sağ alt köşesine yerleştirilmiştir. Görselin içine yerleştirilen yazı dikkat çekicidir: Hayatını kaybeden evli ve iki çocuk babası Doğan Balcı nın Perşembe günü de aynı yerde zehirlendiği ileri sürüldü. ( , Hürriyet Gazetesi)

161 Kaan Taşbaşı, Gözde Yazıcı, Barış Dağlı, Defne Özonur 159 İşçinin daha önce de zehirlenmiş olması işçinin kabahati olarak sunulmaktadır. Çalışma koşullarındaki uygunsuzluk haber metnine dâhil edilmez. Sermayenin çıkarları medya vasıtasıyla korunmaktadır. Kullanılan dilin edilgenliği gazetenin söylemini aklama çabası olarak okunabilir. Söylemi çalışma koşullarının sorgulanmasını bir anlamda engellemektedir. Hürriyet Gazetesi nin İstanbul baskısında yer alan haberlerde kullanılan başlıklar genel olarak işçi cinayetlerini gizlemektedir. Okuyucunun, haberin başlığına bakarak haberin içeriğine dair bilgi edinmesi mümkün değildir, başlık tam bir yanılsama yaratmaktadır. Pazar dönüşü yandılar, Barda halay kavgası can aldı, Lastik indi Silindir ezdi, Yalancı şahit dedi ve sıktı gibi başlıklar, haberin özünü gizlerken, gazetenin işçi cinayetlerini meşrulaştırmaya, gizlemeye yönelik bir söylem geliştirdiğini ortaya koymaktadır. Ölümlere sebep olan olaylar münferitleştirilerek bağlamından koparılmaktadır. Hürriyet Gazetesi nin yerel gazete eklerinde de aynı söylemin kullanıldığı tespit edilmiştir. Örneğin, 1 Ağustos ta, Akdeniz ekinin ana sayfasında ve 3. sayfasında haber olan işçi cinayetinde kullandığı kamyonun damperi ile kamyon arasına sıkışan işçinin yardım gelene kadar can verdi ği bilgisi başlıkta verilmektedir. Damperin belirlenemeyen bir nedenle işçinin üzerine aniden düştüğü belirtilen haberde kazaya neden olan teknik soruna ilişkin bir açıklama bulunmamaktadır. Olay sonrası çevreden yardıma gelen vatandaşların habere konu olması gibi tuhaflıklar bu işçi cinayetinin ardında yatan ihmalleri gölgelemek üzere metne yerleştirilmiş gibi gözükmektedir. Medyanın söylemi aynı zamanda ideolojik duruşunu da sergilediğinden bu haberlerde kullanılan dilin egemen ideolojiye hizmet etmek için üretildiğini söylemek mümkündür. Bir örnekle daha açmak gerekirse, Ankara ekinin 3. sayfasında siyah zeminli kutu haberde çıkan bir başka haberin başlığı Eve Dönüş Faciası dır: Tarım işçilerini taşıyan bir minibüsün yaptığı kazada 2 çocuk öldü, 13 kişi yaralandı. ( ) Örnekte görüldüğü gibi, haber sadece bir trafik kazası gibi yansıtılmaktadır. Kazayı tarım işçilerini taşıyan bir minibüsün yaptığı ve 2 çocuğun öldüğü bilgisi verilmektedir. İşçi servisinde 2 çocuğun bulunması haberin söyleminde önem teşkil eden bir husus olmamaktadır. Haber başlığından anlaşılacağı üzere tarım işçilerinin işe gidiş-gelişleri sırasında yaşadıkları kazalar kanuna göre iş kazası tanımının dışında bırakılmaktadır. Hürriyet Gazetesi nin işçi cinayetlerini haberleştirirken kullandığı dil ana akım medyada genelde karşılaşılan söylemin örneklerlerinden biridir. Egemen ideolojinin iktidarını sürdürmek üzere ihtiyacı olan gizliliğin, görünmezliğin tesisi hususunda medyanın başat bir rol üstlendiği aşikârdır. Başta belirtildiği üzere medya egemen ideolojinin işçi cinayetlerini görmezden gelirken kullandığı yöntemleri kendi alanında uygularken herhangi yaptırımla, zorlukla karşılaşmamaktadır. HaberTürk Gazetesi ve İşçi Cinayetleri Söylem Analizi HaberTürk Gazetesi nde işçi cinayetleri ile ilgili haberlerdeki ortak söylem, olayın failinin işçi olmasıdır. İşçi cinayetlerinde egemen siyasi ve hukuki söyleme paralel bir şekilde olayların faillerinin sadece işçi olması sonucunda ilgili olayların 3. sayfa haberlerinden bir farkı kalmamakta, bu nedenle de haber oldukça benzer bir söylem ile kurgulanmaktadır. Bu olaylar verilirken kurulan söylemin genel olarak Gazetenin 3. sayfa haberleri olarak verdiği intihar, cinayet vb. haberlerinden farkı yoktur. Tıpkı 3. sayfa haberlerinde olayın kendisi yeterince dramatik değilmiş gibi olayların aşırı dramatize edilerek verilmesi gibi ( damat dehşeti, sıkıştı canından oldu ) işçi cinayetlerinde de benzer bir söylem ( damper faciası, iki mühendisin feci ölümü ) kurulmaktadır.

162 160 LaborComm 2014 Bildiriler Kitabı Çok benzerlik gösteren işçi cinayetleri haberlerinin Gazetedeki kuruluşuna bir örneği tümüyle buraya almak, analize açıklık getirmesi açısından faydalı olacaktır: Silindirin altında kalıp öldü. Denizli den Pamukkale ye giden karayolunda çalışma yapan silindiri kulanan Özkan Uzun (29), aracın havası inen lastiğini şişirmeye çalışırken, başka silindirin altında kalarak hayatını kaybetti. ( , HaberTürk Gazetesi) Görüleceği üzere haber, haber başlığı hariç tek bir cümleden oluşmaktadır. Bu haberle birlikte Gazetenin diğer işçi cinayetleri haberlerinde, işçi cinayetlerindeki asıl faile, yani sermayenin iş güvenliğini yeterince sağlamamasına hiç değinilmediğinden olaylar kaza, talihsizlik olarak verilmekte, bu söylem sermayenin olaylardaki sorumluluğunu görünmez kılmaktadır. Böylelikle olaylar kader miş gibi sunularak, anonimleştirilmekte, gerçeklikten koparılarak aşkın özneye gizli atıf yapılmaktadır. Benzer olayların her zaman olabileceği, bunlar kaza olduğundan önlenemez liği üzerine bir alt metne sahip olmakta, olayların gerçek nedenlerine hiç değinilmemektedir. Bu kasıtlı gizleme egemen haber yazma tekniklerinden 5N1K yöntemindeki nasıl sorusuna, ölüme neden olan olaylar zincirinin en son halkası olan ölümün o an nasıl gerçekleştiği ile cevap verilerek gerçek nedene inilmemesi ile sağlanmaktadır. Haberlerde ne olduğu söylenmekte ancak buna neyin neden olduğu, alınmayan tedbirlerden vs. hiç bahsedilmemekte olaylar öncesinden koparılarak içi boşaltılmaktadır. Bu haliyle işçi cinayetleri, birincil amacı kâr etmek olan merkez medyanın okuyucunun ilgisini çeken dramatik bir olay olarak sunulmakta gerçek bağlamından kopartılmaktadır. İşçi cinayetleri haberlerinde merkez medyanın amacı olayı bütünlüklü bir şekilde arkasındaki nedenlerle aktarmak olmadığından okuyucunun daha çok dikkatini çekecek ajite edecek başlıklarla ve kelimelerle verilmektedir. Örneğin, Damper Faciası! Antalya daki korkunç olay bir apartmanın bahçesinde meydana geldi... Feci şekilde hayatını kaybeden..., Havaalanında Dehşet!... servis otobüsü ulaştırma şirketi personeline mezar oldu, İki mühendisin feci ölümü.... kamyonun çarpması sonucu can verdi, Aşk Gemisi nde Facia gibi. Son örnekte görüleceği gibi olayın izin verdiği durumlarda işçi cinayeti haberinin magazinleştirilmesinde bir sakınca görülmemektedir. Sadece okuyucunun dikkatini çekebilmek için, haber başlığına taşınmasına hiç gerek olmayan bir ayrıntı olarak geminin Aşk Gemisi adlı televizyon dizisinin geçtiği gemi olması nedeniyle geminin adı haber başlığına yerleştirilmektedir. Böylece sansasyonel olması ve daha çok dikkat çekmesi beklenmektedir. İşçi cinayetleri haberlerinin nasıl verildiği kadar sayfanın neresinde konumlandırıldığı da önemlidir. Çünkü mizanpaj da kasıtlı ya da kasıtsız medya kurumunun ideolojisini yansıtmaktadır. Hemen hepsi iç sayfalarda verilen işçi cinayetleri haberlerinin çoğu sayfanın bir köşesinde küçük bir yer ayrılarak birkaç cümle ile olay özetlenmeye çalışılmıştır yılında en çok işçi ölümünün gerçekleştiği ay olan Ağustos ayında ölümlerin sadece birkaç tanesini haber olarak gören Gazetede aynı aya denk gelen Kurban Bayramı nda trafik kazasında ölenler için ağır bilanço tabiriyle bu dönemde ölen toplu ölüm sayısını vermiştir. İnsan ölümünü ekonomiye ait bir terim olan bilanço ile rakamlara indirgeyerek vermesinin ötesinde aynı ay en yüksek seviyeye ulaşan işçi ölümlerinin sayısını görmezden gelmiştir. Bunun yanısıra, Gazetenin Ekonomi sayfası ve İnsan Kaynakları ekinde de bu konu bir sorun olarak hiç ele alınmamış bu sayfalarda ana akım medyaya uygun bir şekilde sadece ekonomik büyüme ( Ekonomimiz iyi yolda ilerliyor , Bu haber çok iyi geldi. Haziran da beklentinin üzerinde gelen sanayii üretimi büyüme hedefine yaklaştırdı ), iş imkanları ve serbest pazar ekonomisine tabi çalışma hayatında çalışanlara rekabette öne geçmek için tüyolar ( Farklı olan iş hayatında kazanır ) verildiği

163 Kaan Taşbaşı, Gözde Yazıcı, Barış Dağlı, Defne Özonur 161 görülmüştür. Ekonomi haberleri sadece büyüme rakamlarına ayrılırken, ekonomik büyüme ile değeri yaratan işçi ve hayatı arasında hiçbir bağ kurulmamakta, ayrı sayfalarda verilerek bu yanılsama pekiştirilmektedir. Bu yanılsama benzer şekilde ekonomi ile politika arasındaki ilişkinin koparılmasıyla da devam ettirilmektedir. Örneğin iş sağlığı ve güvenliği konusu hayatını kaybeden işçilere ve bunların gerçek nedenlerine hiç değinilmeden dönemin hükümetinin politik bir başarısı gibi sunulmaktadır. İş Sağlığı ve Güvenliği Özel adı altında bir dosya hazırlayan Gazete, 2012 tarihli İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu nun hem çalışanı hem işyerlerini nasıl koruma altına aldığını, bu bağlamda Kanun da getirilen yenilikleri yarım sayfa incelemiştir. Bu haberin dışında özel dosya konusu olarak gündeme getirilen konu üzerine diğer sayfaların hemen tümünde iş sağılığı ve güvenliği konusunda eğitim ve uzmanlık hizmetleri veren özel şirketlerin reklamları ve bu şirketlerle ilgili haberler, şirket isimleri verilerek sunulmuştur (paralı habercilik). Bu özel dosyada, iş sağlığı ve güvenliği konusunun kapitalist üretim sürecinde yeni bir girişimcilik alanı olduğu açıkça görülmektedir. Bu dosya içinde de Gazetenin işçi cinayetleri konusunda genel yayın politikalarına uygun bir şekilde, iş değil işçi sağlığı ve güvenliği, işçi cinayetleri ve nedenleri üzerinde hiç durulmamış, yeni Kanun ile birlikte iş yerlerinin bulundurması zorunlu hale gelen işyeri hekimi, işyeri hemşiresi ve güvenliği uzmanlarını yetiştiren, eğiten kurumların reklamlarının yapılması tercih edilmiştir. Buradan da bu dosyanın, işçi cinayetleri konusunda mevcut sorunlara tarihsel ve sisteme içkin yapısal bir analizle değinmekten çok, yeni Kanun ile birlikte tam rekabet piyasasına tabi olan yani tek amacı kâr elde etmek olan danışmanlık ve eğitmenlik veren şirketlerden reklam almak için yapıldığı açıkça görülmektedir. Sözcü Gazetesi ve İşçi Cinayetleri Söylem Analizi Sözcü Gazetesi nin işçi cinayetlerini neredeyse hiç görmediği ya da paralaktik bir bakışla gördüğü bulgulanmıştır. Süre kısıtı dahilinde, gazetede işçi cinayeti olarak kategorize edilebilecek çok az sayıda haber yayınlandığı görülmüştür. İlgili haberlerin tamamının, ayrı günlerde yayınlanmış olduğu, başka bir ifadeyle gazetenin her bir nüshasında sadece bir işçi cinayeti haberine yer verdiği dikkat çekmiştir. Dikkat çekici bir başka durum ise, bu haberlerin tamamına yakınının, üçüncü sayfada yer almasıdır. İşçi cinayetlerinin hiçbirisi manşet haber ya da ilk sayfa haberi değildir. Yayınlanan haberlerin sadece bir tanesinin doğrudan işin yürütümüyle bağlantı kurulduğu görülmektedir. Diğer haberler ise, sıradan trafik kazası ya da polisiye vaka olarak yansıtılmaktadır. Öte yandan, sayfanın fiziksel alanıyla kıyaslandığında haberlerin neredeyse tamamının kısa haber olarak yayınlandığı görülmüştür. Bunun dışına çıkan haberler ise trajik boyut-şaşırtıcılık sosuyla kendisine sayfa alanının dörtte biri uzunluğunda yer bulabilmiştir. Haberlerin hiçbirisinde işverenle/sermayeyle hesaplaşma, sorumluluk yükleme ve takibat refleksi bulunmamaktadır. Haberlerde göze çarpan en önemli unsur nedensellik bağının kurulmamasıdır. Son derece steril bir dil kullanılarak, genellikle de edilgen bir cümle yapısıyla, neredeyse işçinin kendisini, ölümünün sorumlusu olarak ilan eden bir söylem öne çıkmaktadır. Örneğin 5 Ağustos 2013 tarihli İlk iş gününde 6 ıncı kattan düşerek öldü başlıklı haber, başlıktan itibaren sorunlu söylemsel yapısını ortaya koymaktadır. Haber, üçüncü sayfada ve bir kısa haber olarak yer almıştır. İşçinin ölümüne sebep olan olaya dair bilgi 6 ıncı kata çıkan [Murat Efe] Camcı, dengesini kaybedip toprak zemine çakıldı cümlesinden ibarettir. Çakıldı yüklemi, işçinin kendi iradesi ve kararıyla gerçekleştirdiği bir eylemin adeta doğal sonucu olarak öne çıkmaktadır. Haberde işçinin ölümüne neden olabilecek olay örgüsüne dair en ufak bir bilgi bulunmamaktadır. Haber, işçinin inşaatın altıncı katına neden çıktığını, oraya çıkmasını kendisinden kimin ve neden istediğini, işçinin gerekli güvenlik tedbirleri alınarak mı o kata çıkartıldığı gibi ölümüne dair önemli bilgileri içerebilecek soruları ve cevapları içermemektedir. Aksine haberde başlıkla birlikte öne çıkartılan unsurun işçinin ilk iş gününde

164 162 LaborComm 2014 Bildiriler Kitabı hayatını kaybettiği, acı haberi öğrenip hastaneye koşan işçinin yakınları sinir krizi geçirdi cümlesiyle de bunun bireysel bir drama dönüştürüldüğü gözlenmektedir. Haber, okuyucuda işçinin ölümünün bireysel ve hatta işçinin kendisinde kaynaklanan talihsiz likle açıklanabilecek, kaderci bir alımlama yaratmaktadır. Bir diğer bulgu ise haber takibinin yapılmaması, işçi cinayeti haberinin yayınlandığı günü takip eden gün/haftalar boyunca (tarama yapılan süre kısıtı dahilinde) olayın akıbeti (soruşturma, dava, otopsi raporu vb.) herhangi bir haber yayınlanmamasıdır. 6 Ağustos 2013 tarihli Minibüs şoförü aracında ölü bulundu başlıklı haber, şoförün kullandığı minibüste ölü bulunmasıyla ilgilidir. Ölüm nedeninin, Antalya Adli Tıp Kurumu nun naaşına yapacağı otopsi sonucunda belirleneceği bildirilmesine rağmen, ilerleyen günlerde konuyla ilgili hiçbir haber yapılmamıştır. Trafik kazası olarak verilen haberlerin, işçi cinayeti olduğu gerçeği perdelenmektedir. 15 Ağustos 2013 tarihli Antalya da akıllara durgunluk veren kaza Kafasına trafik lambası düşen kadın öldü başlıklı haber tuhaflık kontenjanından kendisine gazete içeriğinde, hem de sayfanın dörtte biri uzunluğunda, yer bulmuş gibi gözükmektedir. Öte yandan talihsizlik ve kadercilik motiflerinin yine baskın olduğu göze çarpmaktadır. Kavşakta U dönüşü yapmak isteyen bir cip trafik lambasına çarptı. Devrilen lamba servis bekleyen Çetinkaya yı ezdi spotu, işçi ölümünün yine bir kişisel drama ve değiştirilemez kadere bağlamaktadır. İşçinin servis beklediği yerle ilgili en ufak bir sorgulama yapmayarak (bu noktanın yolcu indirip bindirmek için nizami ve güvenli olup olmadığı) olay basit bir trafik kazası görünümüne kavuşmakta, sermayenin bu ölümdeki rolüne dair en ufak bir sorgulamaya girişilmemektedir. Evrensel Gazetesi ve İşçi Cinayetleri Söylem Analizi Evrensel Gazetesi nin Ağustos 2013 e ait tüm nüshalarının taranması sonucunda gazetenin işçi cinayetleri ile ilgili haberlerindeki ortak söylemin, mevcut siyasi ve hukuki düzenlemelerin karşısında koşullandığı anlaşılmaktadır. İşçi cinayetleri ile ilgili haberler çoğu zaman 1. sayfadan anons edilmekte ve detayları haber ve ekonomi sayfalarından (2, 3, 4, 5, 6 ve 7. Sayfalar) verilmektedir. Diğer bütün kaza ve cinayet haberlerinde olduğu gibi, okuyucu işçi cinayetleri ile ilgili haberlerde de olayın failinin şahıslar değil mevcut siyasi yapı olduğunu kavrayabilmektedir. Gazetenin kadın cinayetleri ile işçi cinayetleri haberlerini, akademi içinde işten atılan asistanlar ile fabrikadaki grev haberlerini ve bayram zamanında çalışmak zorunda olan işçi ile bayram trafiğinde alınmayan önlemler sonucu yaşamını yitiren işçinin haberlerini aynı bağlamda verdiği ve dolayısı ile ortak söylemin mevcut siyasi yapının sorgulanması üzerine kurulduğu anlaşılmaktadır. İşçi cinayetleri ile ilgili haberlerin fazlasıyla önemsendiği ve siyasi-hukuki yapının deşifresi için net bir şekilde haberleştirildiği görülmektedir. Olayın yaşandığı günün hemen ertesinde haberi yapılan işçi cinayetleri diğer günlerde uzman görüşlere başvurularak geçmişteki örneklerle beraber ele alınıp dosya konusu haline getirilmektedir. 11 Ağustos 2013 tarihinde gazetenin 5. sayfasında sol sütundan verilen Gemi Söküm de iş kazası başlıklı haber: ALİAĞA Gemi Söküm de GEMSAN firmasında çalışan işçiler zehirlendi. Bayramın üçüncü günü sabah saatlerinde sökmekte oldukları geminin içindeki suyu boşaltmak isteyen işçiler, kullandıkları su motorundan çıkan egzoz gazı ile zehirlendi. Kapalı mekanda havalandırma ve gaz maskesi olmadan çalıştırılan işçilerden 6 sı gazdan etkilenerek Aliağa Devlet Hastanesine kaldırıldı. Hastanedeki işçilerden birinin durumu ciddiyetini korurken bir işçinin de kayıp olduğu belirtildi. Yaklaşık 40 işçinin çalıştığı GEMSAN da, birkaç ay önce de üzerine parça düşen bir işçi hayatını kaybetmişti.

165 Kaan Taşbaşı, Gözde Yazıcı, Barış Dağlı, Defne Özonur Ağustos 2013 tarihinde gazetenin 1. Sayfasından anons edilip 5. Sayfasından verilen Mesele Aşk Gemisi Değil Patronların Para Aşkı başlıklı haber, önceki gün yayınlanan haberden daha detaylı bir içerikle, daha geniş bir şekilde yayınlanmıştır: Gemi Söküm Tesislerinde cinayet gibi bir kaza daha yaşandı. Aşk Gemisi adlı dizinin de çekildiği geminin sökümünde iki işçi ölürken 8 işçi de yaralandı. İş cinayetinin meydana geldiği GEMSAN şirketinde bir kaç ay evvel de bir iş kazası gerçekleşmiş, kazada işçi hayatını kaybetmişti. Gömü sökümünde çalışan işçiler yaşanan ihmallerin tam bir aymazlığa dönüştüğüne dikkat çekti. Gemi sökümde bir türlü bitmek bilmeyen işçi cinayetlerine bir yenisi daha eklendi. Son yaşanan iş kazasında Doğan Balcı ve Davud Özdemir isimli 2 işçi hayatını kaybederken, Ahmet Acet, Yunus Yeşilkula, Osman Ay, Nuri Çetin, Durmuş Özdemir, Bekir Dinler, Teoman Işık, Muhsin Gedik ve Salih Soysal isimli işçiler de yaralandı. Durumu ciddi olan 2 işçi Tepecik Devlet hastanesine kaldırıldı. İşçilerin söküme gelen geminin içindeki suyu boşaltmak için kullanılan dizel su motorunun egzosundan çıkan gazla zehirlendiği açıklaması yapıldı. Medya Magazin Derdindeydi Bütün işçiler bayram gününde yaşanan bu acının kederini taşırken, patronlar tarafından kendilerine verilen, İşçiler bizim baş tacımız iş kazası olmayacak sözlerini hatırlatmamızı istiyorlardı. Medya ise olayın ciddiyetinden uzak, magazin kısmı ağırlıklı haberler yaparak, Aşk gemisinde 2 işçi öldü tarzında sığ ve olayın sebeplerini ortaya çıkarmaktan uzak haberler yaptı. Oysa Aliağa Gemi Söküm Tesisleri durmak bilmeyen işçi cinayetleri ile bölgede gittikçe derinleşen bir yara. Haberin spotu olaya dair genel bir özet sunarken, ilk paragrafta ise ana akım medyanın işçi cinayetini görme biçimi eleştirilmesi nedeniyle önemlidir. Haberde,. İş cinayetinin meydana geldiği GEMSAN şirkentinde..., bitmek bilmeyen işçi cinayetlerine bir yenisi daha eklendi ifadeleri, gazetenin haberlerde kullandığı dile tipik bir örnek oluşturmakta, gazete iş kazası ifadesinden kaçınarak işçi cinayeti ifadesini sıklıkla kullanmaktadır. Dramatik öğelerle süslü, olayın özünü aktarmaktan tamamıyla uzak bir haber yazımına Evrensel Gazetesi nde rastlanmamaktadır. İşçi cinayetinin oluş şekli, tüm detayları, hatta teknik detaylar ve açıklamalar eşliğinde okuyucuya aktarılmaktadır. Aşk Gemisi cinayeti olarak adlandırılabilecek olayda da, işçilerin ölüm nedeni detaylarıyla ele alınarak motorun egzosundan çıkan karbonmonoksit ve diğer gazlar yüzünden su tahliyesi yapan 2 işçi zehirlenmiş. Zehirlenen arkadaşlarını kurtarmak isteyen panik içindeki diğer işçiler hızla su tahliyesinin olduğu kısma inmiş ancak kurtarmak isteyen işçiler de zehirlenmişler, İşçiler arkadaşlarının egsozdan çıkan dumanı fark etmeyecek kadar dalgın çalışabileceğine pek ihtimal vermiyor gibi ifadeler işçilerin ölüm sebebinin detaylarıyla ele alındığının göstergesidir. Haber metninde yer alan Kimi yetkililer su motorunun egzos gazı olmayabileceğini, geminin gelirken kaza yaptığını bu kazada klimalardan zehirli gaz salınımı olabileceğini ifade ediyor. İşçilerin su boşaltımı yaptıkları makine dairesindeki klimadan freon adlı gaz sızıntısı olabileceğini, bu gazın renksiz ve kokusuz özelliği ile fark edilmeyerek ölüme sebep olabileceği söyleniyor cümleleri teknik açıklamalarla olayın soruşturulmasına yönelik açık bir tutum ortaya koymaktadır. Haberin veriliş biçiminde dikkat çeken bir diğer yön ise, ana akım medyada alışık olunduğu üzere, sadece resmi ve yetkili taraflarca yapılan açıklamaların terennüm edilmesinin ötesinde, diğer işçilerle konuşarak hikayeyi aktarmaktır. Böylelikle ölüm sebebinin, sermaye tarafında manüple edilmesinin veya örtbas edilmesinin önüne set çekilmektedir. Hayatın kaybeden işçilerden Doğan Balcı nın kayınbiraderi Ekrem Yoldaş ın ifadesi, çalışma kapsamında incelenen Hürriyet Gazetesi nin aynı konudaki haberindeki aşırı

166 164 LaborComm 2014 Bildiriler Kitabı sadeleştirilerek ve bağlamından kopartılarak verilmesinin aksine, detaylı biçimde ve bağlamı içinde verilmiştir: Doğan, bayramın ikinci günü bize geldi. Bir gün önce kendisi ile birlikte 3 arkadaşı zehirlenmiş. Bir hastaneye bile götürmeyip, ayran içirmişler. 2 yıl çalıştığı şirketten tazminatsız çıkartıldı. Bayramda çalışması için çağırmışlar. Hangi şirkette çalıştığını kendi bile bilmiyordu. Bana Hangi şirkete çalıştığını ve hangisinden maaş alacağımı bilmiyorum dedi. Bu kaza değil, bir cinayettir. Gemi söküm ölümlerine bir çare bulunsun. Daha kaç kişinin canı yanacak. Her olay parayla kapatılmaya çalışılıyor. Bu işin peşini sonuna kadar bırakmayacağız. dedi. 3 yıl önce çalışmak için Aliağa ya geldiği öğrenilen Davut Özdemir in de yakınları da gemi söküm tesisinde gerekli tedbirlerin alınmadığını savundu. Gazete, 14 Ağustos 2013 tarihinde 2. Sayfasında, Gemi sökümlerinde ölüm var! başlığıyla konuyu takibini sürdürmüş, haberi aşağıdaki spotla vermiştir: ALİAĞA yakınlarındaki Gemi Söküm Tesisleri yine bir işçi cinayeti ile kamuoyunun gündemine geldi. Tesisler bir zamanların ünlü TV dizisinin çekildiği Aşk Gemisi (Quail Cruises) nin söküm için Aliağa ya getirilmesiyle haber olmuştu. Aradan birkaç gün geçtikten sonra ise bu geminin sökümünde çalışan iki işçinin ölümü düştü ajanslara. Yıllardır iş kazaları, işçiler için güvenli olmayan çalışma koşulları ve özellikle asbest kaynaklı meslek hastalıkları ile haber olan tesislerin denetimi işi Tilkiye tavuk kümesi emaneti fıkrasını anımsatır cinsten. Tesislere bir türlü ilişilememesinin nedeni sektörün iş yaptığı firmaların ekonomik büyüklüğü ve iktidara yakınlığı ile açıklanıyor. İşçi cinayeti haberleştirilirken, üretim biçimi ve üretim ilişkileri göz önünde bulundurulmaktadır. Haberde geçen Deniz suyu boşaltımı gibi basit bir iş için mazotla çalıştırılan pompanın egzoz gazından işçilerin zehirlenebileceğinin göz önüne alınmaması patronların işçilerin yaşamının değeri konusundaki umarsızlığını ortaya koyarken, Buna ihmal denebilir mi değerlendirmelerine neden oldu cümlesi, işçi cinayetinin nedenine ve cinayetin failine dair sorgulamanın üretim ilişkileri ve üretim biçimi üzerinden yapılabileceğini ortaya koymaktadır. Hukuksal süreçle ilişkili olarak da soruşturma başlatıldı, otopsi yapıldı gibi cılız ifadeler yerine, sürecin aşamalarına dair detaylı bilgiler aktarılmaktadır. Evrensel Gazetesi taraması sırasında incelenen üç haberden 11 Ağustos 2013 tarihinde verilen haberin, gazetedeki diğer haberlere kıyasla daha kısa olduğu görülmektedir. Aslında bu görece kısa habere bile, ana akım medya ile karşılaştırıldığında kısa demek mümkün değildir. Alternatif medyanın yaşadığı maddi sıkıntılar ve bu nedenin de etkisi ile baskıya erken girmesi, işçi cinayetine dair yapılan ilk haberin görece kısa kalmasına sebep olmuştur. Bu görüş, 12 Ağustos 2013 ve 14 Ağustos 2103 tarihlerinde aynı konuya ilişkin yapılan haberler hem içerik hem de verildikleri sayfalar itibari ile göz önüne alındığında kanıtlanmaktadır Ağustos 2013 tarihlerinde yapılan haberlerdeki Aşk Gemisi vurgusunun nedeni aynı isimli dizinin bu gemide çekiliyor olmasıdır. Ana akım medyanın bu cinayetleri magazinleştirerek haberlerinde Aşk Gemisi vurgusu yapması Evrensel Gazetesi tarafından karşıt bir söylemle ele alınmaktadır. Evrensel Gazetesi karşıt bir söylem oluşturarak mevcut siyasi ve hukuki politikaların karşısında gerçek faillerin deşifresini sağlamaya çalışmaktadır. Bu deşifreyi yukarıda da belirtildiği gibi sadece iş kazaları ve işçi cinayetleri üzerinden değil, aynı zamanda akademideki işten çıkarılmalara, sağlık emekçilerine yapılan fiziki saldırılara, trafik kazalarına, kadın cinayetlerine, çocuk işçilere dair haberlerde de yapmaktadır. Haber takibinin yapılmasının yanı sıra mizanpaj ortaya konulan karşıt söylemin tamamlayıcısı olmaktadır. Sayfa içinde haberin yer aldığı yer ideolojik farklılığı en somut

167 Kaan Taşbaşı, Gözde Yazıcı, Barış Dağlı, Defne Özonur 165 şekilde ortaya koymaktadır. Böylece hem dilsel hem de görsel anlamda farklılık ortaya çıkmaktadır. Sonuç Önlenebilir olduğu andan itibaren herhangi bir şey kaza olmaktan çıkar. Bilinçli bir tercih haline dönüşür ki tam da bu andan itibaren politiktir, ideolojiktir. Önlenebilir bir olay için kaza yerine cinayet demek de bir o kadar maksatlıdır. Egemen ideolojinin bilinçli bir tercihidir. Çünkü ideoloji, fikirlerin ve gerçekliğin düzenini tersyüz eden ve toplumsal dünyanın belirli niteliklerini gizleyen bir bozulma aracılığıyla sınıf egemenliğini haklılaştırır (Ricoeur den aktaran Çiller, 2014, s. 94). Çalışma hayatında ölümü ya da yaralanmaları gösteren kelimeler, anlam (ve anlamsızlık) açısından ağırdır; bu yüzden insan öldürme, darp ya da yaralama demiyor, kaza diyoruz. İş kazası mağdurları... Bu kelimelerde sanki bir kaçınılmazlık, bir kader oyunu tınısı bulunmaktadır. Oysa, iş organizasyonu ve çalışma koşulları, sermayenin bilinçli seçiminin sonucudur ve ne olursa olsun kaza hiçbir zaman rastlantı değildir (Mony, 2008, s. 22). Daha en başında, olayın tanımlanması aşamasında kaza kelimesinin seçilmesi ve kaza tanımının hukuki ve politik arenada egemenler tarafından yapılmasıyla birlikte egemen ideolojinin, yani temel misyonu kapitalist üretim sürecini ve bu süreçte meydana gelen emek/hayat sömürüsünü meşrulaştırma amacında olan neoliberal ideolojinin bilinçli bir tercihidir. Bu nedenle kaza değil cinayettir. Kaza demek olayın tüm sorumluluğunu işçiye atarak tek faili işçi yapar. Oysa önlenebilirlik üzerinden bakıldığında cinayet demek en temel sorumluluğun ve dolayısıyla dikkatlerin işçiden, işveren/sermaye üzerine çekilmesine neden olacaktır ki bu durum sermayeye ek bir külfet/cezai işlem getireceğinden asla istenmeyen bir durumdur. Dolayısıyla kaza ile cinayet arasında yapılan tercih de sorunun ve çözümün nerede ve nasıl görüldüğüyle ilgili bilinçli bir tercihtir. Tüm toplumsal hayata sermaye güdümlü yön veren bu ön belirlenim, devletin bütün ideolojik aygıtları tarafından yeniden üretilir, doğallaştırılır ve meşrulaşır. Özellikle ana akım medya bu durumun sorgulanmadan kanıksanmasında çok temel bir misyona sahiptir ki ana akım olarak nitelendirilmesinin de temel gerekçelerindendir. Ana akım medyanın işçi cinayetlerine bakışını, söylemini belirleyen, varoluşu gereği takip ettiği ana akım/egemen/liberal ekonomi politiğin bilinçli söylemidir. Egemen neoliberal ekonomi politik söylem iş kazası kavramını dahi kullanmaktan kaçınarak, sözde sorun değil çözüm odaklı bir yaklaşım ve dezenformasyon ile iş sağlığı ve güvenliği konusu üzerine dikkatleri çekmek istemektedir. Egemen ekonomik akıl bunun için de işçi sağlığı değil iş sağlığı diyerek asıl hedefin ekonomik verimlilik olduğunu göstermektedir. Bu bağlamda ana akım medya da işçi cinayetlerini en iyi ihtimal ile iş kazası olarak gördüğü durumlarda dahi sayı olarak oldukça azdır. Çalışmada analize tabi tutulan, en çok işçi cinayetinin olduğu ay olan 2013 Ağustos ayında ana akım medyanın (Hürriyet, HaberTürk, Sözcü) işçi cinayetleri haberleri tarandığında ortaya çıkan sonuçlar şöyledir: - Ana akım medya; - Ağustos ayındaki ölümlerden sadece bir kaç tanesine, gazetelerin veya eklerin iç sayfalarında, birkaç cümle ile çok kısa yer ayırarak görmeyi tercih etmiştir, - İşçi cinayeti haberlerinde, ölümün gerçekte neden gerçekleştiğine, işçiye ölüme götüren ihmallere vs. hiç yer verilmemiştir,

168 166 LaborComm 2014 Bildiriler Kitabı - Sadece ölüm anına, ölümün nasıl gerçekleştiğine odaklanarak 3. sayfa haberlerine benzer şekilde olaydan bir dram çıkarmış, bunu da aşırı duygu yüklü kelimeler (facia, feci vb.) seçerek gerçekleştirmiştir, - Bu haliyle işçi cinayetleri haberleri, ana akım medyanın kâr elde etme güdüsüne alet olarak, okuyucunun daha çok ilgisi çekecek dramatik bir öğe, pazarlanabilir bir meta haline dönüştürülmüştür. Ana akım medyanın tersine alternatif medya örnekleri eleştirel ekonomi politik söylem ile karşıt söylem kurma çabasındadır. Olayların öznesi ana akımdaki gibi iş değil işçidir. Alternatif medyada iş sağlığı yerini işçi sağlığına, iş güvenliği yerini işçi güvenliğine bırakırken, iş kazası yerini işçi cinayetlerine bırakmaktadır. Alternatif medyanın, sermayenin karşısında karşıt hegemonya kurabilmenin ve alternatif bir kamusal alan içinde cinayetleri meşru kılmak yerine daha görünür kılmanın en önemli araçlarından biri olduğu yarattığı karşıt söylem ile ortadır Ağustos ayında Evrensel Gazetesi nin işçi cinayetleri haberleri tarandığında ortaya çıkan sonuçlar şöyledir: - Ağustos 2013 tarihli işçi cinayetlerin önemli bir kısmı gazetenin 1. sayfasından anons edilmiş ve iç sayfalarda uzun bir şekilde detaylandırılmıştır. - Haberlerde işçi cinayetlerin gerçek nedenlerine yer verilmiş ve ihmaller sıralanarak gerçek failler deşifre edilmiştir. - İşçi cinayeti haberleri özellikle ekonomi sayfalarında yer bulmuş ve böylelikle haber bağlamından kopartılmamıştır. - İşçi cinayeti haberlerinin, akademideki işten çıkarılmalara, sağlık emekçilerine yapılan fiziki saldırılara, trafik kazalarına, kadın cinayetlerine, çocuk işçilere dair haberlerle birlikte ele alınması bizlere olayların faillerinin deşifre edildiğini ve haber sıralama bağlamının bu şekilde kurulduğunu göstermektedir. Sonuç olarak laissez-faire liberalizmi, devletin yönetici personelini ve bizatihi devletin iktisadi programını, bir başka deyişle ulusal gelir paylaşımını muzaffer olduğu ölçüde değiştirmeyi amaçlayan bir programdır (Gramsci, 2010, s. 256). Sınırsız büyüme fetişine dayalı eşitsiz bir ekonomik yapı, insani ve toplumsal olanla tüm rabıtalarını kopartmıştır. Bu nedenle de, ekonomik, toplumsal ve siyasal hayatın asli aktörleri olan, kendilerini her gün yeniden satmak zorunda olan bu işçiler, başka herhangi bir ticaret eşyası gibi birer metadırlar ve bu itibarla, rekabetin bütün cilvelerine, piyasanın bütün dalgalanmalarına mâruz durumdadırlar (Marx ve Engels, 2003, s. 69). Marx ve Engels in sözünü ettiği rekabetin bütün cilveleri ve piyasa dalgalanmaları işsizlik, sefalet, sakat kalma ve ölüm olarak tescillenmektedir. Günümüzde bu gidişatın en önemli payandasını ana akım medya oluşturmaktadır. Bu payanda işlevi, tüm ekonomik, siyasal ve toplumsal sorun ve meselelerde kendisini göstermektedir. Politikanın mantığı büyünün veya fetişizmin mantığıdır diyordu Bourdieu (1992). Gazeteciliği ise büyünün oluşturulduğu alan olarak tanımlıyordu. Büyücüler ve izleyici topluluğu, büyü adı verilen performansın asli öğeleri olarak tanımlanabilir. Büyücüler, gazetecilerden, kamuoyu yoklama kuruluşlarından, iletişim danışmanlarından oluşmaktadır. Gazeteciler, büyünün sağlanmasında egemen politik akıl ile onun ürettiği dilin yansıma ve titreşim sahasını kurmaktadır. Bu nedenle de eleştirel düşünceyle arasına duvarlar ören gazeteciler, aydınlar işçi ölümleriyle de arasına duvar örmektedir. Bu da hem duvarın ustalarını hem de duvarın ötesini görmeyen, göremeyen ve merak etmeyen herkesi objektif/sübjektif suç ortağı durumuna getirmektedir.

169 Kaan Taşbaşı, Gözde Yazıcı, Barış Dağlı, Defne Özonur 167 KAYNAKÇA: Bourdieu, P. (1992). Politikanın Krizi, Entelektüeller, Medya. Çev., Tanıl Bora. adresinden alınmıştır. (Erişim tarihi 29 Haziran 2014) Cangızbay, K. (2011). Sosyolojiler Değil Sosyoloji. Ankara: Ütopya Yayınevi. Dursun, Ç. (2006). Televizyon Haberlerinde İdeoloji. Ankara: İmge Yayınevi. De Brunhoff, S. (1992). Devlet ve Sermaye. Çev., Kuvvet Lordoğlu. İstanbul: Metis Yayınları. Gramsci, A. (2010). Gramsci Kitabı Seçme Yazılar Forgacs, D. (der.). Çev., İbrahim Yıldız. Ankara: Dipnot Yayınevi. Gürcanlı, G. E. (2014). İşleneceğini Herkesin Bildiği Bir Cinayetin Öyküsü. İşçi Sağlığı ve İş Güvenliğine Sınıfsal Bir Bakış. İstanbul: Yazılama Yayınevi. Marx, K. ve Engels, F. (2003). Komünist Parti Manifestosu. Çev., Cenap Karakaya. İstanbul: Sosyal Yayınları. Mony, T. A. (2012). Çalışmak Sağlığa Zararlıdır. Çev., Ayşe Güren. İstanbul: Ayrıntı Yayınları. Gazeteler Ağustos 2013 Sözcü Gazetesi Ağustos 2013 HaberTürk Gazetesi Ağustos 2013 Hürriyet Gazetesi Ağustos 2013 Evrensel Gazetesi

170

171 Egemen İdeolojide Görünmez Kılınanlar: Pikolo Belgeseli ve Mevsimlik Tarım İşçisi Çocuklar Kader TUĞLA Özet: Mevsimlik gezici tarım işçiliği dünyanın hemen her ülkesinde bulunan, yüzlerce yıldır süregelen bir işçilik biçimidir. Bu işçiler genellikle toplumun en eğitimsiz, topraksız, yoksul ve yoksun kesimlerini oluşturmaktadırlar. Bu tanımlama kapsamında, Türkiye de başta Doğu ve Güneydoğu Anadolu illeri olmak üzere büyük metropollerde yaşayanlar, hayata tutunmak isteyenler mevsimlik gezici tarım işçiliği sürecine girmektedirler. Kalkınma Atölyesi nin, 2011 ve 2013 yıllarında Hollanda Büyükelçiliği nin desteğiyle Mevsimlik Tarım Göçünün 6-14 Yaş Grubu Çocuklara Etkileri konusunda hazırladığı araştırma raporları, yüzbinlerce çocuğun gezici tarım işçiliğinden olumsuz yönde etkilendiğine dikkat çekerek, durumun kaygı verici boyutlara ulaştığını vurgulamaktadır. Araştırmanın bulgularına göre, Türkiye de mevsimlik gezici tarım işçisi çocuklar günde 10 saat tarlada çalışmak zorunda kalmakta, sağlık, eğitim ve barınma konularında da büyük sorunlarla karşılaşmaktadırlar. Bu konuyla ilgili olarak, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) nun Çocuk Emeğinin Sona Erdirilmesi Uluslarası Programı (IPEC) na katılan ilk altı ülkeden biridir. Bu doğrultuda, ilgili tüm kurum ve kuruluşların katkılarıyla çocuk işçiliğinin en kötü biçimlerinin ortadan kaldırılmasına yönelik olarak Çocuk İşçiliğinin Önlenmesi İçin Zamana Bağlı Ulusal Politika ve Program Çerçevesi hazırlanmıştır. Hazırlanan bu program ile çocukların çalışma yaşamına girmesinde temel nedenleri oluşturan yoksulluğun ortadan kaldırılması, eğitimin kalitesinin ve ulaşılabilirliğinin artırılması, toplumsal bilinç ve duyarlılığın artırılması gibi geniş kapsamlı tedbirlerle başta çocuk işçiliğinin en kötü biçimleri olmak üzere çocuk işçiliğinin 10 yıllık bir süre ( dönemini kapsamaktadır) içinde önlenmesi temel hedef olarak alınmıştır. Programda öncelikli hedef gruplardan biri de Ücret Karşılığı Gezici ve Geçici Tarım İşlerinde Çalışma olarak belirlenmiştir. Bu kapsamda, Ordu İli Fındık Tarımında Çocuk İşçiliğinin Sona Erdirilmesi Projesi kapsamında ILO tarafından bir belgesel film hazırlatılmıştır. Pikolo-Daha İyi Bir Geleceğe Büyümek adlı belgeselin amacı filmin internet sayfasında, kamu ve özel sektör işbirliğini içeren ortaklıklar oluşturarak eğitim aracı olmak ve bu konuda kamuoyu yaratmak olarak ifade edilmektedir. Belgeselin kapsamı ise; Ordu da 2013 yılı fındık hasatı süresince kamu ve yerel yönetimler, mevsimlik işçi aileleri ile çocukları, bahçe sahipleri, tarım aracıları, eğitimciler ve yöre halkıyla gerçekleştirilen görüşmeler ışığında hazırlanan belgeselle mevsimlik tarımda çocuk işçiliğinin nedenleri ve sorunları tüm çıplaklığıyla ortaya konuyor. şeklinde açıklanmaktadır. Bu çalışmanın amacı, çocuk işçi sınıfının varlığı sorunu, görsel bir hafıza aracı olan belgesel sinema kullanılarak, resmi ideoloji tarafından normalleştirilmeye ve içselleştirilmeye çalışılabilir mi sorusuna cevap aramaktır. Bu amaçla seçilen Pikolo belgeseli örneğinin, soruna bir meşruiyet kazandırma kaygısı olup olmadığı incelenecektir. Bu noktadan hareketle, Pikolo belgeseli üzerinden göstergebilimsel çözümleme yapılacaktır. Belgeselin anlatım dili, Stuart Hall un geliştirdiği medya metinlerinde okuma biçimlerinden biri olan ve izleyicinin metni, metni hazırlayan tarafından verilmek istenilen anlamıyla okumasını sağlayan dominant hegemonik okuma aracılığıyla incelenecektir. Anahtar Kelimeler: mevsimlik tarım işçisi çocuklar, pikolo belgeseli, göstergebilim, egemen hegemonik okuma. Giriş Mevsimlik işçilik, işgücü açığının karşılanmasına yönelik farklı bir bölgeden mevsimlere dayalı olarak başta tarımsal üretim olmak üzere birçok iktisadi faaliyet alanında gerçekleşen Yeditepe Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü Öğretim Üyesi. LaborComm Uluslararası İşçi ve İletişim Konferansı, 3-4 Mayıs, Ankara

172 170 LaborComm 2014 Bildiriler Kitabı bir işçilik biçimi olarak görülmektedir. Türkiye de mevsimlik tarım işçileri her yıl ağırlıklı olarak Güneydoğu dan ülkenin dört bir yanına birkaç aylığına çalışmak amacıyla göç etmektedirler. Bu göçler genellikle iki merkez arasında gerçekleşmemektedir. Tarım işçileri hasat mevsimine göre birkaç yer değiştirdikten sonra kış aylarını geçirmek için evlerine dönmektedirler. Bu sürekli yer değiştirme hali bireysel olarak gerçekleşen bir süreç değildir. Geçici tarım işçiliği, mevsimlik işçilik kayıt dışı bir ekonominin başta gelen unsurları arasındadır (Çınar ve Lordoğlu, 2011, s. 420). Türkiye de kendi toprağında çalışan köylü emeğinin ağırlıklı olduğu tarımsal yapıda mevsimlik işçi kullanımının yaygınlaşması, özellikle 1980 sonrası dönemde küçük köylülüğe dayalı tarımsal yapıda önemli bir farklılaşmanın yaşandığını göstermektedir. Tarımda uygulanan neoliberal politikalar, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi nde yaşanan zorunlu göç sonrası ortaya çıkan dönüşüm, köylülerin önemli bir kısmını yoksullaştırıp tarım işçileri haline getirirken orta ve geniş ölçekli endüstriyel tarım yapan toprak sahibi çiftçiler varlığını sürdürmeye devam etmiştir. Mevsimlik işçilerin içinde bulunduğu olumsuz yaşam ve çalışma koşulları, tarımsal yapıdaki bu eşitsiz güç ilişkilerinden bağımsız değildir (Friedrich Ebert Stiftung, 2012). Mevsimlik tarım işçiliği, küçük çocukları ve yaşlıları da içerecek şekilde tüm aile bireylerinin birlikte göç etmelerine dayanmaktadır. Bu ailelerde çocukların da eğitimlerini yarıda bırakarak aileleriyle birlikte göç etmeleri ve tarımdaki ağır çalışma koşullarına dahil olmaları, Türkiye nin taraf olduğu uluslararası anlaşmaları da göz önünde bulundurduğumuzda önemli bir çocuk hakları ihlali olarak karşımıza çıkmaktadır: Türkiye nin taraf olduğu İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi ve Çocuk Haklarına Dair Sözleşme de (TBMM, t.y.) vurgulandığı üzere, sağlık hakkı ve temel eğitim hakkı cinsiyet farkı gözetmeksizin her çocuğun eşit olarak yararlanması gereken önemli vatandaşlık haklarıdır. Bütün bu unsurlar göz önünde bulundurulduğunda, mevsimlik gezici ve geçici tarım işgücüne katılan çocukların durumunu anlamak ve değerlendirmek için çocuk yoksulluğu kavramından yola çıkarak konuya yaklaşmak önem taşımaktadır. UNICEF, Dünya Çocuklarının Durumu 2005 raporunda yoksulluk içinde yaşayan çocuklara ilişkin şu tanımı yapmaktadır (UNICEF, 2005, s. 18): Yoksulluk içinde yaşayan çocuklar, yaşama, büyüme ve gelişmeleri açısından gerekli maddi, manevi ve duygusal kaynaklardan yoksun biçimde yaşamakta, böylece haklarından yararlanamamakta, potansiyellerini tam olarak geliştirememekte ve topluma tam ve eşit üyeler olarak katılamamaktadırlar. Ekonomik yoksulluğun yanı sıra sağlık ve temel eğitim haklarına erişememe ya da bu hakları yeterince kullanamama gibi yoksunlukla ilgili unsurlar da çocuk yoksulluğu tanımlaması içinde karşımıza çıkmaktadır. Çocuk yoksulluğu kavramsallaştırmasının bir diğer önemli boyutunu ise çocuk işgücü oluşturmaktadır. Türkiye nin de taraf olduğu Uluslararası Çalışma Örgütü ILO nun 1973 tarih ve 138 sayılı Asgari Yaş Sözleşmesi (ILO, t.y.), çocuk işçiliğinin etkili biçimde ortadan kaldırılmasını öngörmektedir. Bu konuyla ilgili olarak, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) nun 1992 yılında, Çocuk Emeğinin Sona Erdirilmesi Uluslararası Programı na (IPEC) katılan ilk altı ülkeden biridir (CSGB, t.y.). Bu doğrultuda, ilgili tüm kurum ve kuruluşların katkılarıyla çocuk işçiliğinin en kötü biçimlerinin ortadan kaldırılmasına yönelik olarak Çocuk İşçiliğinin Önlenmesi İçin Zamana Bağlı Ulusal Politika ve Program Çerçevesi hazırlanmıştır. Hazırlanan bu program ile çocukların çalışma yaşamına girmesinde temel nedenleri oluşturan yoksulluğun ortadan kaldırılması, eğitimin kalitesinin ve ulaşılabilirliğinin artırılması, toplumsal bilinç ve duyarlılığın artırılması gibi geniş kapsamlı

173 Kader Tuğla 171 tedbirlerle başta çocuk işçiliğinin en kötü biçimleri olmak üzere çocuk işçiliğinin 10 yıllık bir süre ( dönemini kapsamaktadır) içinde önlenmesi temel hedef olarak alınmıştır. Programda öncelikli hedef gruplardan biri de Ücret Karşılığı Gezici ve Geçici Tarım İşlerinde Çalışma olarak belirlenmiştir. Bu kapsamda, Ordu İli Fındık Tarımında Çocuk İşçiliğinin Sona Erdirilmesi Projesi çerçevesinde ILO ve Çalışma Bakanlığı tarafından bir belgesel film hazırlatılmıştır. Pikolo-Daha İyi Bir Geleceğe Büyümek adlı belgeselin amacı filmin internet sayfasında ( kamu ve özel sektör işbirliğini içeren ortaklıklar oluşturarak eğitim aracı olmak ve bu konuda kamuoyu yaratmak olarak ifade edilmektedir. Bu çalışmada, çocuk işçi sınıfının varlığı sorunu, görsel bir hafıza aracı olan belgesel sinema kullanılarak, resmi ideoloji tarafından normalleştirilmeye ve içselleştirilmeye çalışılabilir mi sorusuna cevap aramaktır. Bu amaçla seçilen Pikolo belgeseli örneğinin, soruna bir meşruiyet kazandırma kaygısı olup olmadığı incelenecektir. Bu noktadan hareketle, belgeselin anlatım dili, Gramsci nin hegemonya kavramından yola çıkılarak, Stuart Hall un geliştirdiği medya metinlerinde okuma biçimlerinden biri olan ve izleyicinin metni, metni hazırlayan tarafından verilmek istenilen anlamıyla okumasını sağlayan egemen hegemonik okuma aracılığıyla ele alınacaktır. Belgesel Sinemada İdeoloji ve Pikolo Belgeseli İdeoloji ve medya arasındaki ilişki, iletişim çalışmalarının ilk dönemlerinden itibaren eleştirel yaklaşımların önemli konularından biri olmuştur. En genel tanımıyla ideoloji, insanların ilgisini toplumsal koşullardan başka yöne çeken ve baskıcı bir iktidarın devamlılığını sağlamaya hizmet eden yanıltıcı inançlar anlamına gelmektedir (Eagleton, 2005, ss. 18, 19). Klasik Marksizm e göre hakim sınıf, hem egemen kurumları ve yaşam biçimlerini taçlandıran fikirler üreten hem de bu hakim fikirleri edebiyat, basın, günümüzde televizyon ve film gibi kültürel formlarla yayan entelektüellere ve kültür üreticilerine iş vermektedir. Dolayısıyla, ideoloji kavramı bizim medya metinlerinin doğallığını sorgulamamızı ve hüküm süren fikirlerin açık ve net olmak yerine yapay olduklarını görmemizi de sağlamaktadır (Strinati, 1998, s. 131). Medya ve ideoloji kavramından yola çıkarak belgesel filmin kurmacaya yer vermeyen ya da pek az yer veren, gerecini, konusunu doğrudan doğruya doğadan alan, dışımızdaki dünyayı, gerçeğe elden geldiğince uyarak, nesnel bir tutumla yansıtmaya çalışan bir türdür (Pembecioğlu, 2005, s. 19) şeklindeki tanımına baktığımızda gerçeklik ve nesnellik ön plana çıkmaktadır. Buradan hareketle, belgesel film gerçeği tam olarak yansıtabilir mi? sorusu da sorulabilir. Bu soru somut bir belge sunma özelliğinden dolayı gerçekliğe daha da eleştirel yaklaşılmasını gerekli kılmaktadır. Belgesel film, gerçekliği, bakanın gözüyle bize getirmekte, yorumlamakta ve sunmaktadır. Belgesel film yönetmeni konu, metin, insan, görüntü, mercek, açı, ışık, ses ve kurgu açısından seçim hakkına sahiptir. Bu gerçekler konusunda yapılacak her seçim, onun bakış açısını ortaya koyacaktır. Belgesel film incelenirken yapımcının etkisi de göz önünde bulundurulmalıdır (Tan-Akbulut, 2005, s. 86). Belgesel filmin izleyicisine, gördüklerinin gerçekliğinden şüphe etmeden, bizzat tanık olmuşçasına izlediklerini yaşam deneyimleri ve bilgileri arasına katmasını sağladığını söylememiz mümkündür. Çalışmamıza konu teşkil eden, yönetmenliğini Deniz Gürgen in yaptığı Pikolo belgeseli, Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO), Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı nın desteğiyle yürüttüğü proje kapsamında hazırlanmıştır. ILO Türkiye ile Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı nın yürüttüğü Ordu İlinde Mevsimlik Fındık Tarımında Çocuk İşçiliğinin Sona Erdirilmesi Projesi kapsamında Uzunisa ve Efirli deki çocuklar için bir eğitim çalışması da yapılmıştır yaşlarındaki 381 çocuğa hasat boyunca, geri kaldıkları müfredatla buluşma imkânı sağlanmıştır ( Pikolo belgeselinde,

174 172 LaborComm 2014 Bildiriler Kitabı bu proje çerçevesinde yapılanlar da ele alınmaktadır. Belgeselin kapsamı ise, belgeselin internet sayfasında ( Ordu da 2013 yılı fındık hasatı süresince kamu ve yerel yönetimler, mevsimlik işçi aileleri ile çocukları, bahçe sahipleri, tarım aracıları, eğitimciler ve yöre halkıyla gerçekleştirilen görüşmeler ışığında hazırlanan belgeselle mevsimlik tarımda çocuk işçiliğinin nedenleri ve sorunları tüm çıplaklığıyla ortaya konuyor. şeklinde açıklanmaktadır. Belgeselin gerçekliği yansıtma potansiyeli açısından buradaki belgeselle mevsimlik tarımda çocuk işçiliğinin nedenleri ve sorunları tüm çıplaklığıyla ortaya konuyor ifadesi dikkat çekmektedir: Pikolo belgeselinin açılış karesinden önce ekrana yansıyan ILO (Uluslararası Çalışma Örgütü) ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı logoları, belgeselin destekçilerinin de, belgeselin ana konusunu teşkil eden taraflar olduğunu bize göstermektedir. Bu durum, mevsimlik çocuk işçiliği sorununa dikkat çekmek amacıyla yapılan bir belgeselin ne kadar bağımsız olabileceğine dair bir soru işareti bırakabilmektedir. Belgeselin devamında, fındık ihracatçılarının ve ILO yetkilisinin tarımda mevsimlik çocuk işçiliği sorununa dair öne çıkardıkları ifadeler, bu durumun Türkiye nin fındık ihracatına zarar verdiği yönündedir. Örneğin belgeselde ILO yetkilisi Nejat Korbay, konuyla ilgili olarak şu tespiti yapmaktadır: Çocuk işçiliğinin fındık tarımında önemli bir sorun olarak karşımıza çıktığını gördük. Bu sorunun çeşitli platformlarda, yoğun bir şekilde tartışıldığı, Türk fındığının itibarının bir miktar azalmasına bile aracılık edebileceği bir durumla karşılaştık. Konuyla ilgili resmi bir ağızdan izleyiciye, fındık tarımında çocuk işçiliğinin Türk fındığının itibarının azalmasına aracılık ettiği bilgisi verilmektedir. Belgeselde, Fındık ihracatçılarının bakış açısının verildiği bölümlerde de aynı tespit vurgulanmaktadır. Örneğin, belgeselde açıklamalarına yer verilen fındık ihracatçılarından biri olan Gürsoy Tarımsal Ürünler A.Ş. den Dursun Oğuz Gürsoy şunları söylemektedir: Bundan sonra tabi her yıl baskı altındayız her geçen sene baskı artıyor. Şöyle ki bazı firmalar, özellikle İsviçre den gelen firmalar; efendim Türkiye de çocuk işçilik var, biz bunu tüketicilerimize izah edemeyiz deyip, mesela mal almaktan imtina eden firmalar da var. Ama çoğunlukta değil şu an için, fakat şunu söyleyeyim artık bize baskı büyük firmalardan direkt gelmeye başladı. Şöyle ki ya sorunlar çözülecek Türkiye de veya sorunları biz özel projelerle çözeceğiz. Çözmemiz gerektiği, birşeyler yapmamız gerektiği veya birşeyleri göstermemiz gerektiği konusunda büyük baskı altındayız. Belgeselde görüşlerine yer verilen ve fındık tarımında çocuk işçilerin çalışmasının ihracata verdiği zarara dikkat çeken bir diğer fındık ihracatçısı firma olan Progıda A.Ş. den Nadir Şimşek de konunun, kendileri açısından oluşturduğu sıkıntıyı benzer ifadelerle dile getirmektedir: Bu çünkü sadece devletin sorunu değil ve sadece özel sektörün de sorunu değil ancak geçtiğimiz dönemde bir toplantıda ihracatçı bir abimiz şöyle bir tabir kullandı: Bu işlerle ilgili ilk tokadı biz yiyoruz. Yani alıcılarımız bu konuyla ilgili hassasiyetleri ilk önce bize yansıtıyorlar. Bu siparişlerle de olabiliyor diğer yaptırımlarla da olabiliyor. Tabi bu sorunun çözülmesi öncelikle ihracatçıya fayda sağlar, ardından zincir halinde o halkadaki tüm iştirakçilere fayda sağlar. Bu sonuçta ülkemizin ortak meselesi. Marksist yaklaşımda, kapitalist bir toplumda yaygın olan hakim fikirlerin egemen sınıfa ait olduğunu ileri sürülmektedir. Bu fikirler yönetici sınıf veya onun entelektüel temsilcileri

175 Kader Tuğla 173 tarafından üretilerek yayılmaktadır ve böylece hakim sınıf, diğer sınıfların bilincine ve hareketlerine egemen olmaktadır (Strinati, 1998, s. 131). Böylece ideoloji, yönetici sınıfın işçi sınıfı üzerinde tahakkümünü sürdürmesini sağlayan yanılsamalar ve yanlış bilinç kategorisi haline gelmektedir. Yönetici sınıf, ideolojiyi aktaran ve toplum içinde yayan temel araçları kontrol ettiği için, işçi sınıfının kendi ikincil konumunu doğal ve dolayısıyla haklı görmesini sağlayabilmektedir. Yanlışlık burada yatmaktadır. Bu ideolojik araçlar içinde eğitim sistemi, siyasal sistem, hukuk sistemi ve medya yer almaktadır (Fiske, 1997, s. 166). Belgeselde, konuyla ilgili görüşlerini dile getirmek üzere seçilen ihracatçıların ve Çalışma Örgütü nün bakış açısı bu açıdan önemlidir. Mevsimlik tarım işçisi olarak çalışan çocukların içinde bulundukları koşulların düzeltilmesine yönelik bir projede, Türkiye nin fındık ihracatçısı olarak ihracat yaptığı Avrupa ülkeleri nezdinde uğradığı prestij kaybının önüne geçilmesinin önemine vurgu yapılması açısından dikkat çekicidir. Bu tespitlerin, mevsimlik tarım işçisi olarak çalışmak zorunda kalan çocukların durumunun önüne geçmesi, birincil planda sorunun Türk fındık ihracatına zarar vermeye başladığı için çözülmesi gerektiği de doğal bir durum olarak ifade edilerek izleyiciye sunulmaktadır. Böylece, Pikolo belgeselinde de karşımıza çıktığı gibi maddi üretim güçlerini kendi elinde tutan sınıf aynı zamanda zihinsel üretimi de denetlemekte ve bu yolla zihinsel üretim araçlarından yoksun olanların düşünceleri de egemen sınıfın fikirlerinin etkisi altında kalmaktadır. Ortak Duyu Yaratımıyla Yoksulluğun Normalleştirilmesi Hegemonya, Antoni Gramsci nin (2003) kültür ve ideoloji konusundaki çalışmalarında anahtar kavramdır. Bu kavram kültür, iktidar ve ideoloji kavramlarıyla bağlantılıdır. Hegemonyayı, çok genel bir tanımla; bir egemen iktidarın kendi yönetimi için, hakimiyeti altındaki insanların rızalarını kazanmada başvurduğu bütün bir pratik stratejiler alanı, dünya görüşü olarak tanımlayabiliriz (Eagleton, 2005, s. 168). Egemen sınıfın bu dünya görüşü, idelolojik kontrol mekanizmaları ve toplumsallaştırıcı kurumlar sayesinde gündelik yaşamın her alanını etki altına almaktadır. Egemen sınıfın iktidarını kurmasında hem fiziksel güç hem de kültürel ve ideolojik aygıtlar kullanılmaktadır. İdeolojik söylem, toplumsal bellekte yer alan, geniş kesimlerce benimsenmiş düşünce ve önyargıları; Gramsci nin (2003) kavramsallaştırmasıyla ortak duyu yu (common sense) kullanmaktadır. Ortak duyu, temel hegemonyacı stratejilerden biridir. Eğer egemen sınıfın fikirleri (sınıf temelli değil de) ortak duyu olarak kabul edilebilirse, bu sınıfın ideolojik hedefleri gerçekleşmekte ve ideolojik işleyiş gizlenmektedir. Böylece medya, kamuoyunda sağduyunun oluşmasını da desteklemektedir (Hall, 1996, s. 117). Belgeselde, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Proje Personeli Burcu Yamaner, mevsimlik tarım işçilerinin içinde bulundukları durum hakkında şu tespitleri yapmaktadır: sanayi yok, yapacakları bir iş yok, kalifiye eleman değiller; çünkü okumuyorlar. Her şey böyle bir kısırdöngü içerisinde tekrarlanıyor E ne yapsınlar mecbur, mevsimlik geziyorlar. Aynı yetkili, gezici tarım işçisi çocukların durumu içinde, e çocuklar da mecburen geliyorlar. ifadesini kullanmaktadır. Bu ifadeler belgesel izleyicisinin, mevsimlik tarım işçisi çocukların durumunun aslında çözümsüz olduğu izlenimi vermektedir. Bu çocukların ailelerinin kalifiye eleman olmamasının, eğitimsiz, işsiz olmalarının doğal sonucu olarak bu çözümsüz durumun ortaya çıktığı düşüncesi; bir ortak duyu oluşturacak niteliktedir. Belgesel aracılığıyla oluşturulan bu tür bir ortak duyu, mevsimlik tarım işçilerinin içinde bulunduğu olumsuz yaşam ve çalışma koşullarının tarımsal yapıdaki eşitsiz güç ilişkilerinden bağımsız olmadığı, bu alanda özellikle 1980 sonrası uygulanan devlet politikaları, tarımda uygulanan neoliberal politikalar sonucu ortaya çıktığı (Friedrich Ebert Stiftung, 2012) gerçeğini görmemizi engellemektedir. Pikolo belgeseli aracılığıyla oluşturulan ortak duyu böylece, mevsimlik tarım işçisi çocukların ve ailelerinin içinde bulundukları güç koşulların, bireysel değil

176 174 LaborComm 2014 Bildiriler Kitabı toplumsal nedenlerden, devletin uyguladığı tarım politikalarından kaynaklandığı biçimindeki olası anlam üretimini engellemiş olmaktadır. Belgeselde ailelerin çocuklarını tarım işçisi olarak çalıştırmalarının nedenleri ise, mevsimlik tarım işçisi aile bireylerinin sözleriyle verilmektedir. Örneğin tarım işçisi Cano Erez, çocuğunu neden çalıştırdığını şu sözlerle açıklamaktadır: 11 yaşındaki çocuğu çalıştırıyorum. Yalan bir bahanedir bu çalıştırmazsam ben 1,5 milyon yol parasını verip geliyorum 10 kişiyle, 1,5 da gidiş yol parası 3 milyar. Onu çalıştırmazsam o parayı nereden kazanacağım. Niye geliyoruz mecbur km katedip geliyoruz buraya. Ölüm kalım meselesi bu yol. Mecburuz yani Erez, çocukların tarım işçisi olarak çalışmaları sonucu eğitimlerinin yarıda kalmasını ise başka türlüsünün mümkün olamayacağını vurgulayacak şekilde şu şekilde ifade etmektedir: çocuk okutacağız, nerde çocuk okutucaz. 11. Ayda çıkıyorum, 12. ayda eve gidiyorum. O çocuğu kime bırakacağım. Nene mi var, baba mı var, dede mi var? Orda kimin kapısına atacağım yetim gibi. Dayıbaşı olarak adlandırılan aracıların çocuk işçi çalıştırmaya yönelik bakış açıları da ailelerin açıklamalarıyla benzer şekilde, başka çareleri olmadığına vurgu yapacak bir bakış açısı taşımaktadır. Örneğin Dayıbaşı Ali Sanal durumu şu şekilde açıklamaktadır: Mesela bazen aileler çocuk getiriyor. Diyorum bu 16 yaş altıdır. Bunu kabul etmiyorum. Diyecek ki lakin niye bana getireceksin. Şart koşarsam, adam diyor sen git işine bana sahip çıkacak başka bir aracıyı bulacağım. Senle bi ilgim yok. Bazen göz yumuyorum. Aynı soruna bahçe sahiplerinin bakış açısını dile getirenlerden biri olan Ercan Uzun: Onu mecburen kabul etmek zorunda kalıyoruz bizler bir ay içerisinde biz bunu alacağız, toplamak lazım bunu şeklindeki açıklamasıyla sorunun çözümsüz olduğuna vurgu yapmaktadır. Belgeselde konunun ele alınış şekline bakıldığında, sorunla ilgili konuşturulan tarafların seçimi egemen ideolojinin, tarımda mevsimlik çocuk işçiliğini medya aracılığıyla doğallaştıran ve normalleştiren bir yapıya sahip olduğu görülmektedir. Bu koşullarda yaşamanın, bu insanların önlenemez kaderi olduğu ortak duyusu, egemen ideolojinin bir parçasıdır ve mevsimlik tarım işçileri, sürecin bir parçası olan işveren bahçe sahipleri ve aracı olarak görev yapan dayıbaşılar tarafından da böyle kabul edildiği sürece, hegemonya işlemektedir. Egemen Okumanın Görünmez Kıldıkları Hegemonik ilişkide ideoloji bireylerin niyetlerine bağlı olarak değil verili sosyal yapı ve pratikler içerisinde işlemektedir. Bu nedenle insanlar hegemonik bir ilişkinin içerisinde olduklarını, belli bir egemen ideolojiye maruz kaldıklarını farketmemektedirler. Alışveriş yapmak, müzik dinlemek, film izlemek, gazete okumak, televizyon izlemek, yemek yemek hatta sokakta yürümek gibi gündelik hayatın pratiklerini içerisindeyken bile insanlar egemen ideolojiyle kuşatılmış bir dünyanın içerisindedirler, ancak bunu fark etmemektedirler. Örneğin acıkan bir insan bilerek ve isteyerek hamburger ya da pizzayı tercih etmektedir, ancak bu tercihinin arkasında egemen ideolojik dayatmanın olduğunu düşünmemektedir (Güngör, 2011, s. 200). Stuard Hall (2011, s. 175), Gramsci nin de etkisiyle medyanın toplumda etkili biçimde rıza üretimi yaptığını belirtmektedir. Aynı zamanda medyanın hegemonik ilişkinin bir parçası olduğunu ve hegemonik işleyişin temelini oluşturan rıza üretiminde etkili olduğunu

177 Kader Tuğla 175 belirtirken, diğer yandan da bu ilişkinin her zamanda egemen kesimin beklentileri doğrultusunda işlemediğini ifade etmektedir. İzleyici belli bir yere sabitlenmemekte ve her gelen iletiye beklenilen oranda açık olmamaktadır. Her izleyici farklı bir bilinç düzeyine sahip olduğu ve farklı entelektüel düzeyde bulunduğu için medyayla farklı ilişkiler kurmaktadır. İzleyicinin medyanın içeriğiyle, dolayısıyla medya metinleriyle farklı ilişki kurması, beklenen etkiyi, yani hegemonik ilişkinin işleyişini de etkilemektedir. Örneğin Belgeselde, mevsimlik tarım işçisi olarak çalışan çocuklarla yapılan görüşmelerde, çocukların içinde bulundukları durumda yaşadıkları sorunlar, onların iç dünyalarını yansıtan diyaloglarla desteklenmemektedir. Mevsimlik tarım işçisi kız ve erkek çocuklar sırasıyla yaptıkları işin aşamalarını anlatmakta ya da neler yaptıklarına dair bilgi vermektedirler. Örneğin 15 yaşındaki Hatice Demir; Sabah 6 da gidiyoruz, öğlene kadar çalışıyoruz, öğlende yemeğimizi yiyoruz, 1 saat oturuyoruz, kalkıyoruz, çalışıyoruz, topluyoruz, saat 6 da bırakıyoruz. Eve geliyoruz, işlerimizi yapıyoruz, yatakları indiriyoruz, sonra uyuyoruz. şeklinde, mekanik bir anlatımla durumlarını ifade etmektedir. Çocuklarla ilgili diyalogların belgeselde, çocukla zaman geçirerek, onun sorunlarını, iç dünyasını doğal bir şekilde ifade etmesine imkan tanıyacak şekilde düzenlenmediği için, izleyicinin onların durumlarının nedenini sorgulamasına, onlarla empati kurmasına imkan veremediği görülmektedir. Pikolo belgeselinin anlatım dilinde, mevsimlik tarım işçisi çocukların hem çocuk olmalarından kaynaklı ihtiyaçlarını, hem de yoksul bir ailenin mensubu olmalarından dolayı yaşadıkları sorunları dikkate alan bütüncül bir yapının eksikliği görülmektedir. Buna karşın mevsimlik tarım işçisi çocukların durumuyla ilgili farklı çalışmalara baktığımızda, konuyla ilgili daha büyük bir tablo karşımıza çıkmaktadır. Örneğin Kalkınma Atölyesi nin, 2011 ve 2013 yıllarında Hollanda Büyükelçiliği nin desteğiyle Mevsimlik Tarım Göçünün 6-14 Yaş Grubu Çocuklara Etkileri konusunda hazırladığı araştırma raporları, yüzbinlerce çocuğun gezici tarım işçiliğinden olumsuz yönde etkilendiğine dikkat çekerek, durumun kaygı verici boyutlara ulaştığını vurgulamaktadır. Araştırmanın bulgularına göre, Türkiye de mevsimlik gezici tarım işçisi çocuklar günde 10 saat tarlada çalışmak zorunda kalmakta, sağlık, eğitim ve barınma konularında da büyük sorunlarla karşılaşmaktadırlar (Kalkınma Atölyesi, t.y.). Hall (2001, s. 175) a göre bir grup izleyici medya metnini egemen kodlarla açımlamaktadır. Yani metinde ne verilmek isteniyorsa izleyici onu almakta ve kod açımlamayı, göndericinin beklentileri doğrultusunda yapmaktadır. Bu durumda kodlama ve kod açımlama arasında tam bir örtüşme mevcuttur. Medya metnini bu şekilde bir açımlamaya tabi tutan bu izleyiciler, kitle iletişim araçlarından ne veriliyorsa, herhangi bir karşı çıkış ya da sorgulama eğilimi içerisine girmeksizin almakta ve kullanmaktadırlar. Toplumdaki yaygın egemen kodlarla kodlanan medya metinleri toplumun geniş kesimini oluşturan ortalama izleyici tarafından yine egemen kod açımlamayla alımlanmaktadır. Örneğin, belgeseldeki 14 yaşındaki mevsimlik tarım işçisi Mehmet Garip Demir in İş yapmak da güzel bir şey ifadesine yer verilmiştir. Ailesine para kazandırarak okul harçlığını çıkardığını belirtmekte ve çalışmanın önemine vurgu yapmaktadır. Böylece, çalışmayı, aileyi kutsayan kodların yaygın olduğu toplumlarda ki Türkiye de bunun örneğidir izleyiciye, alışkın olmadıkları kodlarla örülü iletileri göndererek insanlarda kafa karışıklığı yaratmak yerine, onlara, alışkın oldukları kodlarla örülü metinler sunmak alımlama ve onaylamanın çok daha hızlı ve kolay gerçekleşmesini sağlamaktadır. Pikolo da, konuşturulan ya da görüşlerine başvurulanların seçiminin izleyiciyi, gösterilenlerin anlamını yasa ve düzenin geleneksel değerleri içerisinde okumaya yönlendirecek şekilde yapıldığı görülmektedir. Örneğin, Türkiye İstatistik Kurumu [TÜİK], 2012 tarihli Çocuk İşgücü Anketi ne göre ekonomik faaliyette çalışan 6-17 yaş grubunda 399 bini tarımda olmak üzere 900 bine yakın çocuk işçi bulunmaktadır (TÜİK, 2013). Bu

178 176 LaborComm 2014 Bildiriler Kitabı rakamları 2006 tarihli bir önceki anketle karşılaştırınca tarım sektöründe istihdam edilenlerin payının yüzde 8,1 arttığı görülmektedir. Çocukların yüzde 49,8 inin ise kesintili de olsa okulla bağı varken, yüzde 50,2 si okula devam edebilmektedir. Bu durum, Türkiye nin de imzaladığı uluslararası sözleşmelere göre bir çocuk hakları ihlali olarak karşımıza çıkmaktadır. Belgeselde konuyla ilgili yürütülen kısa dönem projelerle ilgili bölümlerde ise şu hususlar dikkat çekicidir: Projeyi uygulamaya koyan kurumların astıkları resmi afişlerde, projede çalışan kamu görevlilerinin üzerlerine giydikleri tişörtlerde Bahçe Sahibi, Dayıbaşı, Aile, Çocuk Çalıştırma Suça Ortak Olma sloganı görülmektedir. Bu slogan, belgeselin farklı bölümlerinde, gerek proje ortağı kamu kurum ve çalışanlarının toplantılarındaki yerlerde, gerek çocuk işçilerin aileleriyle yaşadığı çadırların olduğu bölgede ya da proje kapsamında eğitim verilen okullarda yazılı olarak karşımıza çıkmaktadır. Burada sorunun temelinin, mevsimlik tarım işçisi çocukların çalıştırılmalarının kesin olarak yasaklanabilmesi ve bu yasağın uygulanabilmesi için birinci sorumlunun ilgili resmi kurumlar olduğu, bu kurumların her çocuğa eşit eğitim, beslenme ve barınma imkanlarının sağlanması için gerekli politikaları yürürlüğe koymak zorunda olduğu gerçeğini bertaraf ettiği görülmektedir. Böylece, devletin bu sorunu suç olarak gördüğünü, varlığını kabul ettiğini ama bu suçun ortakları olarak da bahçe sahibi, aile ve dayı başını sorumlu olarak gösterdiğini yani sorunun indirgendiğini görmekteyiz. Sonuç Çocuk işçi sınıfının varlığı sorunu, görsel bir hafıza aracı olan belgesel sinema kullanılarak, resmi ideoloji tarafından normalleştirilmeye ve içselleştirilmeye çalışılabilir mi sorusuna cevaplayabilmek amacıyla seçilen Pikolo belgeseli örneğinden hareketle şu tespitleri yapmamız mümkündür: Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) ile Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı desteğiyle hazırlanan Pikolo belgeselinin, Ordu da yapılan ilk gösterimine, ILO ve çeşitli sivil toplum kuruluşlarının temsilcilerinin yanı sıra vali, kaymakam gibi kamu görevlileriyle fındık üreticileri de katılmıştır (Öğünç, 2013). Belgeselde, ILO yetkilisi Nejat Korbay ın şu ifadesi de bu sorunun varlığını yetkili bir ağızdan açıklar niteliktedir: Aileleriyle birlikte mevsimlik tarım işlerinde çalışmak üzere hareket eden çocukların, dönemsel olarak bu faaliyet içine girdikleri açık. Bu faaliyeti yok saymak yerine varlığını kabul edip bu varlık çerçevesinde buna yönelik önlemleri almak daha büyük önem ve anlam taşıyor diye düşünüyorum. Bu noktada Pikolo belgeseli, tarımda mevsimlik çocuk işçiliği sorunun resmi otoriteler tarafından resmi olarak kabulünün görsel bir belgesi olması açısından önem taşımaktadır. Böylece sorunun tartışmaya açılmasında önemli bir adım olması bakımından dikkat çekici bir yönünün olduğunu söyleyebiliriz. Medya kurumları kendi ülkelerindeki ya da bölgelerindeki hegemonik güçlerle işbirliği yapma niyetinde olmasalar bile bu işleyişin içerisinde yer almak zorunda kalmaktadırlar. Burada kilit nokta insanları farkında olmaksızın işleyişin içerisinde tutabilmektir. Medya profesyonelleri her zaman devletle yakın ilişki kurmak durumunda değildirler. Bazıları bunu açık çıkarları nedeniyle bilerek, isteyerek yapmaktadırlar. Ancak çoğu medya kuruluşu ve profesyoneli de bağımsız bir medya işletmeciliği gerçekleştirdiğini düşünerek kendisini iyi hissetmek amacını taşıyabilir. Ancak bilinçler öylesine biçimlenmiştir ki, gerek medya kuruluşları gerekse bu kuruluşlarda görev yapan medya profesyonelleri egemen kodlarla örülmüş bilinçleriyle isteseler de istemeseler de bu hegemonik işleyişin içinde yer alabilmektedirler (Hall, 2001, s. 167). Buradan hareketle değerlendirdiğimizde,

179 Kader Tuğla 177 yönetmenliğini Deniz Gürgen in yaptığı Pikolo belgeselinin anlatım dili, mevsimlik tarım işçisi çocuklarla ilgili şu noktaları görmemizi tam olarak sağlayamamaktadır: Belgeselde, konuyla ilgili görüşlerini dile getirmek üzere seçilen ihracatçıların ve Çalışma Örgütü nün bakış açısı, mevsimlik tarım işçisi olarak çalışan çocukların içinde bulundukları koşulların düzeltilmesine yönelik bir projede, birincil planda sorunun Türk fındık ihracatına zarar vermeye başladığı için çözülmesi gerektiği vurgulanmaktadır. Sorunun bu yönünün ön planda tutulması da doğallaştırılarak izleyiciye sunulmaktadır. Belgeselde, çocukların ailelerinin kalifiye eleman olmamasının, eğitimsiz, işsiz olmalarının doğal sonucu olarak bu çözümsüz durumun ortaya çıktığı düşüncesi, görüşlerine başvurulan yetkililer tarafından dile getirilmektedir. Pikolo belgeseli aracılığıyla oluşturulan bu ortak duyu izleyicide, mevsimlik tarım işçisi çocukların ve ailelerinin içinde bulundukları güç koşulların, bireysel değil toplumsal nedenlerden ve uygulanan resmi tarım politikalarından kaynaklandığı biçimindeki olası anlam üretimini engellemiş olmaktadır. Pikolo nun anlatım dilinde, mevsimlik tarım işçisi çocukların hem çocuk olmalarından kaynaklı ihtiyaçlarını, hem de yoksul bir ailenin mensubu olmalarından dolayı yaşadıkları sorunları dikkate alan bütüncül bir yapının eksikliği görülmektedir. Belgeselin yapısına bakıldığında, sorunla ilgili konuşturulan tarafların seçiminde egemen ideolojinin, tarımda mevsimlik çocuk işçiliğini medya aracılığıyla doğallaştıran ve normalleştiren bir yapıya sahip olduğu görülmektedir: Bu koşullarda yaşamanın, bu çocukların önlenemez kaderi olduğu ortak duyusu, egemen ideolojinin bir parçasıdır ve mevsimlik tarım işçileri, sürecin bir parçası olan işveren bahçe sahipleri ve aracı olarak görev yapan dayıbaşılar tarafından da böyle kabul edildiği sürece, hegemonya işlemektedir. Belgeselin yapısının ise mevsimlik tarım işçisi çocukların durumunu bize resmi kurumların gözüyle gösterdiğini ve resmi makamların bu konudaki sorumluluğuna ya da ihmalinin boyutlarına dair yeterli bilgilendirmenin de yapılmadığını söylememiz mümkündür. KAYNAKÇA: CSGB. (t.y.). ILO Çocuk İşçiliği Projesi. ler/denetimdisi/ilococuk adresinden alınmıştır. (Erişim tarihi 20 Mart 2014). Çınar, S. ve Lordoğlu, K. (2011). Mevsimlik Tarım İşçileri: Marabadan Ücretli Fındık İşçiliğine. adresinden alınmıştır. (Erişim tarihi 26 Mart 2014). Eagleton, T. (2005). İdeoloji. Çev., Muttalip Özcan. İstanbul: Ayrıntı Yayınları Fiske, J. (1997). İletişim Çalışmalarına Giriş. Çev., Süleyman İrvan. Ankara: Ark Yayınevi. Friedrich Ebert Stiftung. (2012). Tarımda Mevsimlik İşçi Göçü Türkiye Durum Özeti. adresinden alınmıştır. (Erişim tarihi: ). Gramschi, A. (2003). Hapishane Defterleri. Çev. Adnan Cemgil. İstanbul: Alan Yayıncılık. Güngör, N. (2011). İletişim Kuramlar Yaklaşımlar. Ankara: Siyasal Kitabevi Hall, S. (1999). Kültür, Medya ve İdeolojik Etki. Medya, İktidar, İdeoloji. M. Küçük (der.). içinde. Ankara: Ark Yayınevi

180 178 LaborComm 2014 Bildiriler Kitabı Hall, S. (2001). Encoding, Decoding. Media and Cultural Studies. Durham M.G. ve Kellner Kellner (der.) içinde. Londan: Blackwell ILO. (t.y.). 138 Nolu Sözleşme. alınmıştır. (Erişim tarihi 27 Mart 2014). adresinden Kalkınma Atölyesi. (t.y.) Mevsimlik Tarım Göçünden Etkilenen 6-14 Yaş Grubu Çocuklar İçin Temel Araştırma. adresinden alınmıştır. (Erişim tarihi 20 Mart 2014). Kepenek, E. (2014). Mevsimlik Tarım İşçisi Çocukların Durumu Kaygı Verici. adresinden alınmıştır. (Erişim tarihi 02 Nisan 2014). Öğünç, P. (2013). Küçük Fındıkların Küçük İşçileri. Radikal. adresinden alınmıştır. (Erişim tarihi: ). Pembecioğlu, N. (2005). Birey ve Belgesel Film. Belgesel Film Üstüne Yazılar. Pembecioğlu, N. (der.) içinde. Ankara: Babil Yayıncılık Strinati, D. (1998). An Introduction to Theories of Popular Culture. New York: Routledge. Tan-Akbulut, N. (2005). Belgesel Gerçekliği Yeniden Kurar. Belgesel Film Üstüne Yazılar. Pembecioğlu, N. (der.) içinde. Ankara: Babil Yayıncılık TBMM. (t.y). Çocuk Haklarına Dair Sözleşme. adresinden alınmıştır. (Erişim tarihi 24 Mart 2014). TÜİK. (2013). Çocuk İşgücü Anketi Sonuçları (2012). adresinden alınmıştır. (Erişim tarihi 27 Mart 2014). adresinden alınmıştır. (Erişim tarihi: ). UNICEF. (2005). Children Living in Poverty. The State of the World s Children adresinden alınmıştır. (Erişim tarihi 16 Mart 2014).

181 Neoliberal Dönem TV Dizilerinde Çalışan Sınıfın Çerçevelenmesi Ömür Şölen SOYKAN Özet: Hegemonyanın eski tür dayatmacı iktidar anlayışından farkı, bir tür entelektüel ve moral hemfikirliğe sahip olduğunu öne sürmesidir. Çağdaş kültürel çalışmaların anlama kendiliğinden var olmayan ya da ortak bir uzlaşımın sonucu olmayan üretilmiş bir kültürel pratik olarak yaklaşmaları bu varsayımsal entelektüel ve moral birliğin bir anlamlandırma sistemi olarak değerlendirmesi sonucunu doğurmuştur. Toplumsal ve kültürel pratiklerin bir arada işlediği egemen anlamlandırma sisteminin egemenden yana başat anlamı sürekli meşrulaştırılmasında kitle iletişim araçlarının (KİA) ayrıcalıklı bir yeri vardır. Bu araçlar yoluyla muhalif anlamlar sıra dışılaştırılır, yok sayılır ve değersizleştirilir. Beyan edici ve betimleyici çerçevelerle kendiliğinden işlediği izlenimi yaratılan yeni bir nedensellik kurgulanır. Dilin bütün alanlarında bu süreç çalışır, bu mücadele sürerken kitle toplumunun merkezinde yer alan televizyon bir öykü anlatma aracı olma rolüyle daha da önem kazanır. Çalışan sınıfın elde etmiş olduğu sosyal hakların gevşetildiği ve söküldüğü neoliberal dönemde televizyon yayını yapan kurumlar da pazarın farklı alanlarında egemen olanların mülkiyetinde yeniden yapılandırılmıştır. Kapitalizme içkin sınıf mücadelesinin son döneminde KİA nda üretilen anlam tarihin hiçbir döneminde görülmediği kadar baskın sınıfın çıkarına yapılandırılmaktadır. Bu dönemde ana medya televizyon programları içinde TV dizileri öne çıkmaktadır. Dramatik yapının sınıfsal ayrım üzerine kurulduğu diziler Türkiye de çok ilgi çektiği gibi komşu ülkelere de satılmaktadır. Sunulacak bildiride son dönemde Türkiye televizyonlarında yayınlanan Yer Gök Aşk, Gönülçelen, Adını Feriha Koydum, İffet, Bir Çocuk Sevdim dizilerinde çalışan sınıfın nasıl çerçevelendiğine bakılmış, sonuçlar Türkiye de yapılan başka çalışmalarla ve Diana Kendall ın son dönem ABD medyasında çalışan sınıfın çerçevelenmesi çalışmasıyla karşılaştırılmıştır. Neoliberal dönemde işçi sınıfının ana medyada üretilen anlamlandırma sistemindeki yerini açıklamak ve buna göre politikalar üretebilmenin aciliyetini hatırlatmak amacıyla bu bildiri hazırlanmıştır. Giriş Hegemonyanın kitleleri rıza yoluyla kuşattığı ve iktidarla ifade biçimlerinin bir arada işlediği kapitalist toplumlarda kitle iletişim araçlarıyla (KİA) rıza üretiminin rolü uzun yıllardır tartışılagelmektedir. Neoliberal dönemin emek aleyhine politikalarının geniş kitleler tarafından kabul görmesi sürecinde hegemonik ilişkilerin gücü artmış ve kayıtsız şartsız kabul gören emek düşmanı politikaların nasıl meşrulaştırıldığının analizi daha fazla önem kazanmıştır. Hall un (1999, s. 121) açıkladığı gibi medya ve diğer anlamlandırıcı kurumlar artık sadece oydaşmayı yansıtan değil oydaşmanın üretilmesine yardım eden ve rızayı üreten kurumlardır. Kültür Sosyolojisinin 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren ağırlık kazanan yeni yaklaşımında her şeyin doğal bir anlamı olduğu, fikir ve şeylerin anlamı hakkında kendiliğinden oluşan bir toplumsal uzlaşmanın olduğu inancı terk edilmiştir. Anlam toplumsal olarak üretilmiş bir pratiktir. Kültür Sosyolojisinde olguların yerini alan kültürel pratikler yaklaşımını Raymond Williams (1993, s. 11) şöyle açıklar: Kültür Sosyolojisi, yapısal olarak kültürel pratiklere önem vererek bilgilendiren tin yerine kültürü, toplumsal düzenin (diğer araçlarla birlikte) zorunlu olarak iletişim Bu bildiri 2013 tarihli yayınlanmamış Yerli TV Dizilerinde İktidar İlişkileri: Bir Çerçeve Analizi adlı tezden üretilmiştir. LaborComm Uluslararası İşçi ve İletişim Konferansı, 3-4 Mayıs, Ankara

182 180 LaborComm 2014 Bildiriler Kitabı kurduğu, yeniden üretim yaptığı, deneyimlerini sürdürdüğü ve keşiflere yöneldiği bir anlamlandırma sistemi olarak anlar. Bu yeni yaklaşımda toplumsal pratikler ve kültürel pratikler bir arada anlamlandırma sistemini oluştururlar. Anlam verili bir olgu değil, üretilen bir pratiktir. Eski ideoloji yaklaşımlarındaki dayatma olgusu yeni yaklaşım için yeterince gelişkin değildir. Yeni yaklaşımda tahakküm bilinç düzeyinin yanı sıra bilinçdışı düzeyde de gerçekleşmektedir (s.139). Böylece yeni yaklaşım genişletilmiş bir hegemonya kavramını içerir. Tahakküm bireylerin açık ya da kasıtlı önyargılarından ziyade içerilmekte olan ilişkiler sisteminin bir özelliği olarak görülmektedir (s.139). Hegemonya, tekil bir sınıfın çıkarına işlemese bile ekonomik egemenin toplumsal kontrolünü geliştirdiği ve yaydığı tüm süreçleri kuşatır. Bu bağlamda yeni yaklaşım tahakkümün işleyiş sürecini dil ve söylemde işlev gören düzenleme ve dışlamada izleme gereği duyar. İlişkiler sisteminin kodlarını çözmeye çalışır. Bu kodları anlayabilmek için bilinçdışında içerilen üretilmiş ortakduyuyu anlamak gerekir. Çünkü tahakküm ortakduyuya ilişik olarak işler. Kültür ve ideoloji, toplumsal pratik ve ilişkiler içinde gömülü olduğu gibi toplumsal pratikler de kültürel pratikler içinde gömülüdür. Bu ilişkisellik, toplumsal ve kültürel pratiklerin hem konumlanmış ve kalıcı sistemlerini (inanç sistemleri, değer yargıları gibi), hem de konumlanmakta olan gerilimleri, çatışmaları, çözümlemeleri ve kararsızlıkları, yenilikleri ve güncel değişmeleri içeren devingen durumlarını işaret eder. Olgular yerine pratikleri inceleyerek toplumsal pratiklerin kültürel pratikler yoluyla nasıl yeniden bağlamsallaştırıldığını, bu yeniden bağlamsallaştırmanın baskın söyleme ve baskın söylemin sürekli tekrarlanmasıyla nesnelleştirilerek (genel geçer bir gerçeklik haline getirilerek) kitleler tarafından içselleştirilen egemen ideolojiye dönüştürüldüğünü analiz etmek mümkündür. Bu hegemonyanın analizidir. Kitle iletişim araçlarında egemenlerin çıkarına olacak şekilde toplumsal pratiğin yeniden bağlamsallaştırılmasıyla oluşmuş baskın söylem sürekli tekrarlanarak, diğer anlamları yok sayarak, sıra dışılaştırarak veya meşruiyetinden arındırarak nesnelleştirilir. Bir kültürel pratik olan anlam diğer kültürel ve toplumsal pratiklerle ilişki içinde vardır. Olguların incelenmesi bu ilişki biçimi hakkında bir fikir vermez. Çünkü anlam tikel olarak değil toplumsal ve kültürel pratiklerin ilişki içinde olduğu belli bir anlamlandırma sistemiyle uyumlu olacak şekilde oluşturulmaktadır. Bu nedenle söylemi toplumsal pratiklerden ve diğer kültürel pratiklerden bağımsız tekil bir pratik olarak incelemek de anlamlandırma sistemini görebilmemiz için yeterli değildir. Olgular arasındaki ilişki değil tikel pratikler arasındaki ilişki ve bu tikel pratikleri birbirine bağlayan ağ ve zemin incelenmelidir. Hall (1999) un yaklaşımı bu bağlamda materyalist bir yönetici kavramını geride bırakırken tahakküm anlamındaki iktidar kavramına merkezi bir yer verir. Belli olaylar hakkında belli türde anlamlar sistematik ve düzenli olarak inşa edilmektedir. Verili bir olgu olmayan anlamın pratik halinde üretimiyle aynı olaylara farklı sonuçlar bir yeniden bağlamsallaştırma süreciyle atfedilmektedir. Alternatif anlamlar bu yeniden bağlamsallaştırmayla meşruluğundan arındırılıp marjinalize edilirken, baskın anlam yine bir yeniden bağlamsallaştırmayla genel geçer bir gerçeklik halinde nesnelleştirilmekte, tartışılmaz, doğal bir gerçeklik olarak sunulmaktadır. Baskın söylem dünyada olup bitenleri açıklamaktan sorumlu kurumlar tarafından sürekli kılınmaktadır. Bu kurumlar modern bir toplumda kitle iletişim araçlarıdır. KİA, bu değil de şu açıklamayı inşa ederken siyasal ve toplumsal bir rol oynamaktadır. Doğa bütünseldir ama anlam söylemin yapısal işlenişinde toplumsal dünya hakkındaki bilginin sınıflandırma ve çerçevelenme tarzlarına ek olarak, belirli türde öyküler ve ifadelerle ayrımlaştırıcı bir mantıkla içiçe üretilir. Gramsci bunu

183 Ömür Şölen Soykan 181 yaparken kullanılan kültürel envanteri ortakduyu olarak adlandırır (aktaran Hall, 1999, ss ). Anlamlandırma sisteminin işlevi bu ortakduyuyu üretmektir. Kitle İletişim Araçları ortakduyu envanterini bir yandan üretip bir yandan yeni üretimler için kullanarak yeniden üretir ve yayar. Bu süreçte ifadenin beyan edici ve betimleyici biçimi, ifadenin içine gömülü olduğu içerimlenmiş mantığı görünmez kılar. Bu durum ise görünür olan ifadeye karşı çıkılmaz bir aşikârlık ve bariz bir hakikat değeri kazandırır. Tanımlayıcı ifade onaylayıcı bir çerçeve olarak kullanılır, böylece diyalektik ilişki olgulara indirgenir. Gerektirim mantığının önü tıkanarak ifadeler kendi kendine işliyormuş gibi görünür. İfadeler önermelerden bağımsızmış gibi gerçeklik halindeki doğal ve kendiliğinden onaylamalar gibi görünür (Hall, 1999, s. 103). Gerçeklik etkisi ve rıza üretimi de bu meşrulaştırma süreciyle birlikte işler. Bu nedenle kültür sosyolojisinin içinden çıkan Kültürel Çalışmalar, Grossberg in ifadesiyle tikel bir kültürel pratiğin diğer kültürel ve toplumsal pratiklerden oluşan bir ağa nasıl yerleştiğiyle, nasıl gömülü olduğuyla ilgilenir (aktaran Hardt, 1999, s. 5). Bu ağ bir anlamlandırma pratiğidir. Anlamlandırma sistemiyle uyumlu olacak şekilde üretilir. YÖNTEM Sosyal bilimlerde ve iletişim araştırmalarında değişik çerçeve analizi yöntemleri olmakla beraber Goffman ın çerçeve analizi yöntemi çerçeveyi durumun veya deneyimin tanımlanmasının arka planındaki bağlamsal yorum olarak ele alarak iktidar ilişkilerinin yeniden bağlamsallaştırılmasını incelediği için bu çalışmadaki kültürel pratiğin analizi için seçilmiştir. Bu çalışmada tüm kültürel anlamlandırma sistemi tekil pratiklerden oluşan bir ağ olarak ele alınmış ve çalışmanın materyali olan parçacıklar Raymond Williams ın bakış açısına uygun olarak tek bir televizyon metninin diğer parçacıklarıyla etkileşim içindeki kültürel pratikler olarak değerlendirilmiştir. Bu bütündeki bazı pratikler ve anlamlar öne çıkarılarak baskın anlamlandırma olarak üretilirken bazı pratikler ve anlamlar yok sayılır veya meşruiyetinden arındırılır. Çerçeveleme işleminde de aynı şekilde bazı durum ve deneyimler öne çıkarılırken bazı durum ve deneyimler çerçeve dışında bırakılır. Baskın anlamın üretimi aynı zamanda bir çerçeveleme işlemidir. Ana Çerçeveler Bireyin karşılaştığı her durumda bilinçli veya bilinçsiz olarak burada ne oluyor sorusuna verdiği ilk cevap bir ana çerçevedir. Goffman (1974, ss ) bir sınırlama getirmemekle birlikte ana çerçeve yapılarını aşağıdaki şekilde sınıflandırmıştır. (a) Sürpriz çerçevesi: Bu tür çerçeveler beklenmedik olaylar karşısında bireylerin durum tanımlamasına işaret eder. Bir sonraki durum için katılımcılar şüphe içindedir. Bu nedenle ortaya çıkacak yeni aktörlere yeni yönlendirici kapasitelere izin verme eğilimi taşırlar. Bireyler böyle bir çerçevelemeyle karşılaştıklarında deneyimledikleri gizemi ortadan kaldıracak basit ve doğal bir açıklama beklerler. Bu tür çerçeveler genelde bir sonraki çerçeve için bir zemin işlevi görürler. Bireyin veya takımın karşılaştığı sürpriz karşısında nasıl bir tavır aldığı, sergilediği benlik sunumuyla hangi özelliklerini çerçevede öne çıkarıp hangilerini çerçeve dışında bıraktığı sembolik sermayesini doğrudan etkiler. (b) Hüner Çerçevesi: Bazı durumlar sirklerdeki mucize sergileyicileri ya da beceriler gösteren hayvanların izlenmesi gibi çerçevelenir. Durum sıra dışıdır ama bağlam bunu akılcı kılmaktadır. Ortada hayranlık verici bir durum vardır ya da sıradan, gereksiz bir durum hayranlık uyandıracak şekilde çerçevelenmektedir. Başarısızlık beklenen bir durumun

184 182 LaborComm 2014 Bildiriler Kitabı başarıyla sonuçlanması da bu çerçeveyle tanımlanır. Sembolik sermayenin inşasında çok önemli bir çerçevedir. Üstün insan, yüce lider gibi çerçeveler bu ana çerçeveye kilitler ve aldatmacalar eklenerek üretilir. Diana Kendall (2011, s. 8) ABD deki gazete haberleri ve TV dizilerinde çalışan sınıf ve baskın sınıfın çerçevelenişini incelediği çalışmasında Goffman ın Çerçeve Analizi yöntemini kullanmıştır. TV dizi örneklemini belirlerken bu çalışmada olduğu gibi öykü yapısının sınıfsal ayrım üzerine kurulu olduğu dizileri seçmeyi tercih eden ve sınıfsal kategorileri belirlerken Dennis Gilbert ve Joseph A. Kahl ın yöntemini kullanan Kendall ın (2011, ss. 13, 14) bazı bulguları bu çerçeve tiplemesine uygun özellikler taşır. Kendall bu çerçeveleri hayranlık çerçevesi olarak adlandırır. Zenginler cömert ve koruyucu (caring) kişilerdir. Kendall (2011, ss ) bu çerçevelemede yardımseverlik politikaları ve kurtarıcı el olarak baskın sınıfın çerçevelenmesini anlatır. Bulguladığı öykünme çerçeveleri de yine bu grupta incelenebilir. Amerikan rüyasının kişiselleştirildiği bu çerçevelemeyle de yardımseverlik politikaları vurgulanmıştır. Olağanüstü biçimde sınıf atlayan karakterler veya baskın sınıftan bir karakterin mucizevî dokunuşuyla değişen hayatlar bu yolla anlatılmıştır. Çok çalışanın kazanması ve güzel bir hayat yaşaması mümkündür, olmuyorsa bu kendi suçudur. Ayrıca bir kurtarıcı el ona dokunup hayatını değiştirebilir (Kendall, 2011, ss ). Etiket Çerçevesi olarak adlandırdığı çerçeveleme ile zenginler ve materyalizm arasındaki mucizevî hatta tanrısal (gospel) ilişkiyi bulgulamıştır. Bu çerçeveleme tüketimle üst sınıf ayrıcalığı arasındaki olumlu bağı vurgulamaktadır (Kendall, 2011, ss ). (c) Beceriksizlik-Ahmaklık Çerçevesi: Durum kontrolden çıkmıştır. Özne veya özneler varsayılan sosyal yönlendirmelerin yardımına rağmen kendilerinden bekleneni gerçekleştirememiştir. Sosyal yönlendirmeler yetersiz kalmış veya tamamen öznelerin akıl dışı davranışı sonucunda başarısız bir deneyim sergilenmiştir. Ahmaklık, ahmakça bir durum, sorumsuzluk, gaf, rezalet, çam devirme gibi tanımlayabileceğimiz çerçeveleri bu kategoride görebiliriz. Aşırı bir örnek olarak Laurel ve Hardy şovu verilebilir. Bu tür çerçeveler benlik sunumunun başarısız olduğu anlamına gelir. Sembolik sermaye inşası başarılamaz, var olan sembolik sermaye büyük zarar görür. Kendall ın (2011) Koruk ve Yasak Elma Çerçeveleri olarak adlandırdığı çerçeveler bu gruba dâhil edilebilir. Bu çerçevelemede öne çıkarılan bazı zenginlerin mutsuz ve yararsız olduğudur (Kendall, 2011, s. 29). Bu gruba tam olarak uygun olan ise Kendall ın çalışan sınıfın imgesinin üretiminde bulguladığı Karikatür Çerçeveler dir. Çalışan sınıfı tanımlamada en sık kullanılan çerçeveler bunlardır. Bu çerçevelemeye göre çalışan sınıf ahmak, çöp, sarsak, bağnaz ya da hergele, serseridir (Kendall, 2011, s. 141). Kendall ın çalışan sınıf imgesinin üretiminde bulguladığı ikinci bir çerçeve grubu ise Fakir ve İsimsiz Çerçeveler dir. Çalışan sınıfın anlatıldığı KİA içeriklerinde genellikle temasal bir yöntem seçilmekte ve fakir kişi hakkında kişisel bilgi verilmemektedir (Kendall,2011, s. 83). (d) Rastlantı Çerçevesi: Hesaba katılmamış ama kayda değer bir durum rastlantı sonucu oluşur. Önceden tahmin edilip ona göre davranılması beklenmeyen bir durum önemli sonuçlara yol açar. Tesadüfen karşılaşmalar, iyi ve kötü şans olarak nitelendirdiğimiz durumlar, kazalar bu kapsamda değerlendirilebilir. Bu çerçevelerde de sürpriz çerçevesinde olduğu gibi oluşan durumun nasıl yönetileceği önemlidir. Doğru bir yönetimle kötü bir rastlantı olumluya çevrilebileceği gibi kötü bir yönetimle iyi bir rastlantı olumsuz da sonuçlanabilir. Bu yönetim biçimi izlenim denetimini ve sembolik sermayenin elde edilmesini doğrudan etkiler. (e) Ciddiyet çerçevesi: Bağlamına göre bir durumun ne kadar ciddiye alınacağını tanımlayan çerçevelerdir. Öznelerin kaynakları ve durumun analitik koordinatları aynı deneyimi uygun veya uygunsuz olarak niteleyebileceği gibi bu öncüllere bağlı olarak ciddiyet çerçevesi uygunsuzluğu kabul veya reddedebilir. Bu çerçevelerde önemli olan kimin veya

185 Ömür Şölen Soykan 183 hangi olgunun bunu sağlayabileceğidir. Ciddiye alınacak olan kişi uygun sembolik sermayeye sahip olan kişidir ve-veya ciddiye alınmak sembolik sermaye kazandırır. Kilit Kilit çerçeveleme eylemiyle yeterince tanımlanamamış durumlarda kullanılabilir. Kilit kullanımı ile çerçeveleme işlemiyle durum veya deneyime dair anlamlı hale gelmiş tanımlamadan bambaşka bir tanım, değer veya deneyim elde edilir. Durum veya deneyim belli bir çerçeveyle tanımlanmıştır. Kilit noktalarla yeni bir anlamlandırma oluşturulur. Ayrıca kilit kullanılarak çerçevelenen durumdan sonra hangi eylemin değerli olacağı hakkında bir yönlendirme sağlanır. Goffman (1974, ss ) çerçeve analizinde aşağıdaki kilit kullanımlarını tespit etmiştir. (a)ikna Kilidi: Oyun duygusu, hayal gücünü çalıştırma, başka bir öyküye oturtma, dürtülere seslenme, yemin gibi yöntemler kullanılarak birey veya takımlar bir eyleme ya da bir eylemi terk etmeye ikna edilmeye çalışılır. (b)mücadele (itiraz): İlk anlamlandırmaya karşı çıkılır. Bu kilidin kullanımıyla etkileşim içinde olunan bireyin bütün bir anlamlandırma sistemine veya karşılaşılan durum ya da deneyimi tanımlamasını sağlayan anlamlandırıcı şemaya karşı çıkılabilir. Yine bu kilidin kullanımıyla bireyin anlamlandırma sistemiyle uzlaşma içinde davranarak yeni bir bakış açısı oluşturmak için dayanak noktaları da öne sürülebilir. (c) Merasim: Yeni bir anlamlandırma sağlamak için ritüeller kullanılır. Doğum, ölüm, cinsellik, beslenme gibi bir doğal çerçeveler düğün merasiminin ya da dini merasimlerin kilit olarak kullanımıyla bambaşka tanımlamalar getiren kültürel çerçevelere dönüştürülebilir. (d)teknik Okumalar (Technical Redoings): Deneyimletme, görevlendirme, öyküleme, belgeleme, deneyimin önceden prova edilmesi biçimindeki tüm kilitler bu gruba girer. (e)yeniden Zeminlendirme: Tanımlamayı değiştirme ya da benlik sunumuna değer kazandırma amacıyla durum veya deneyim tanımı yeniden zeminlendirilir. Bu bir metafor kullanarak da yapılabilir. (f)yeniden Kilitleme: İlk kilit noktanın oluşturulmasının yeterli olmadığı durumlarda veya ilk kilit noktanın işaret ettiği anlamlandırmadan farklı bir tanımlama elde etmek için kullanılır. (g)kilit Ayarı: Kilit ayarı ile ilk anlamlandırmanın ciddiyet veya önem derecesi değiştirilebilir. BULGULAR Materyal ve Örneklem Bu çalışmanın materyali olarak Türkiye de neoliberal politikaların etkin olarak gündeme geldiği tarihleri arasında yayınlanmış beş TV dizisi seçilmiştir. Beş ana TV kanalının akşam kuşağında yayınlanan bu dizilerin ortak özelliği farklı toplumsal uzamlarda yer alan sınıfsal ilişkileri yeniden bağlamsallaştırmaları ve bu yeniden bağlamsallaştırmayı nesnelleştirmeleri yani genel geçer bir gerçeklik haline getirmeleridir. Seçilen diziler: Yer Gök Aşk (Fox TV), Gönülçelen (ATV), Adını Feriha Koydum (Show TV), Bir Çocuk Sevdim (Kanal D), İffet (Star TV). Analiz için dizilerin ilk 7 şer bölümü alınmıştır. Kilitlerin Çerçevelerde İşleyişi İncelenen kültürel materyalin dramatik yapısı gereği bütün materyal birbirine kilitlerle bağlanan ana çerçevelerden oluşmaktadır. Bulgulanan ana çerçevelerin tümü Goffman ın

186 184 LaborComm 2014 Bildiriler Kitabı tipolojisine uygundur. Bunun dışındaki bazı çerçeve türlerinin kilidin çerçeveye genişletilmiş hali olduğu söylenebilir. Bu analizde çalışan sınıftan bireylere ilişik olay ve düzenleme tanımı yapan ana çerçevelerin tümünün sorumsuzluk, beceriksizlik, haddini bilmemek, yol yordam bilmemek kilitlerinin değişik kilit tipleri olarak çalışmasıyla beceriksizlik-ahmaklık çerçevelerine dönüştüğü bulgulanmıştır. Örneğin: bir sürpriz çerçevesi, çalışan sınıftan bireyin ortaya çıkan avantajı kullanamaması ya da durumu lehine çevirememesi sonucunda beceriksizlik-ahmaklık çerçevesine dönüşmektedir. Çerçeveleme işleminde zemindeki ana çerçeve, çalışan sınıfın beceriksizlik-ahmaklık çerçevesidir. Çalışan sınıftan bireyler ahmaklıkları ve sorumsuzlukları nedeniyle büyük bir ekonomik sıkıntı içindedir. Sağlıkları, özgürlükleri, şerefleri (iffet, itibar, namus) tehlike altındadır. Olayların bu noktaya gelmesindeki ana sebep ferasetli davranmayı beceremiyor olmalarıdır. Baskın sınıftan birey veya bireyler bu durumda olan çalışan sınıftan birey veya bireylere yardım eli uzatır, içine düştüğü durumdan kurtarır. Baskın sınıf çalışan sınıfın velinimetidir ve hüner çerçevesiyle tanımlanırlar. Örnekler: ADINI FERİHA KOYDUM: Rıza Efendi, Etiler de baskın sınıftan ailelerin oturduğu bir apartmanın emektar kapıcısıdır. Araba tamircisi oğlu Mehmet dükkâna tamir için bırakılmış ekonomik değeri ve sembolik gücü çok yüksek bir arabayı arkadaşlarına kanarak tamirhaneden çıkartıp kullanır. Kaza yapar, araba hurdaya döner (ahmaklık çerçevesi). Aile borcu ödeyebilmek için tüm ekonomik birikimlerini (üç altın bilezik, memlekette hisseli bir arsa) nakde dönüştürür ama bu para ödemeleri gereken borcun yanında yetersizdir. Remzi Efendi nin kızı Feriha oturduğu semt ve annesinin temizlik işçisi olarak yanında çalıştığı Senem in üvey kızı Cansu nun verdiği giysilerin sağladığı avantajdan yararlanarak burs sayesinde devam ettiği üniversitedeki çevresine baskın sınıftan bir aileden olduğunu söyler. Bu yalanı sürdürebilmek için düştüğü ahmakça bir durum sonucu apartman aidatının bir kısmını ayakkabı alışverişine harcar (ahmaklık çerçevesi). Feriha yı içine düştüğü durumdan bir vefa göstererek ona eşinin otelinde yarım gün garsonluk yapma şansı veren Sanem kurtarır (sosyal güvencesiz iş). Feriha, iki ayrı ve birbirine zıt nesnelleştirilmiş habitusun çelişen dayatmalarına aldatmacalarla göğüs germeye çalışmakta ama bunu da becerememektedir. Babası okula gitmesini yasaklar. Remzi Efendi yle konuşup okula dönmesini yine Sanem sağlar. Feriha nın gizlice görüştüğü erkek arkadaşı Emir baskın sınıftan bir ailedendir. Feriha nın Hande nin bir planı sonucu gece kulübünde rezil olduğunu gören (ahmaklık çerçevesi) Emir in babası Feriha nın uyuşturucu kullandığına inanmakta ve oğluyla görüşmesini istememektedir. GÖNÜLÇELEN: Burhan, iyi bir müzisyen ama kemandan kazandığını içkiye yatırdığı için üç eşi tarafından da terk edilmiş (ahmaklık çerçevesi) bir gezgin proleterdir. Oğlunun yaptığı bir hırsızlığı üstüne alıp hapse düşer. Büyük kızı dikiş nakış işleri yapar ama bunları satacak müşteri bulamaz. Çiçek satarak eve küçük bir gelir sağlayan Hasret tir. Baskın sınıftan bir müzisyen ve akademisyen olan Murat, yakın arkadaşı Levent le Hasret üzerine iddiaya girer. Hasret i bir ay içinde sahne alabilecek biçimde dönüştürecektir. Murat, avukat parasını ödeyerek Burhan ın hapisten çıkıp özgürlüğüne kavuşmasını sağlar. Hasret in ve ailesinin başına talih kuşu konmuştur. Sahne sanatçısı olacak ve ailesine hep hayal ettiği bol pencereli ve güneş gören bir ev alabilecektir (sosyal güvencesiz iş). Hasret, bir türlü sahne sanatçısı olabilmesini sağlayacak kültürel dönüşümü gerçekleştiremez (beceriksizlik çerçevesi). Öte yandan ders aldığını ve Murat ın evinde kaldığını Burhan dan ve mahalleden gizlemeye çalışır. Burhan, durumu öğrenince Murat tan hem evin geçimini sağlamasını hem

187 Ömür Şölen Soykan 185 de mahalledeki çocuklara müzik dersi vermesini ister. Böylece mahalledeki çocukların da geleceğe dair bir şansı olacaktır. BİR ÇOCUK SEVDİM: Turan Usta, yaptığı işi gönülden sahiplenmiş bir araba tamircisidir. Kendini işine adadığı için işvereni Timur tarafından bir vefa örneği olarak arabayla ödüllendirilir. Kızı Mine ise gizlice görüştüğü, onu bırakıp Amerika ya giden Sinan dan evlilik dışı bir çocuk beklemektedir. Baskın sınıftan bir aileden gelen Sinan, Amerika ya gitmeden önce Mine yle haberleşmek için çok çaba harcar. Çalışan sınıfın ahmaklık çerçeveleri ve çalışan sınıfın iç çatışmaları (ataerkil kilitler) nedeniyle Mine yle haberleşemez. Amerika ya giderken Mine nin hamile olduğundan habersizdir. Turan, kızının hamile olduğunu ve maruz kaldığı aldatmacaları öğrenince yıkılır (ahmaklık çerçevesi). Sinan ın ailesi onları durumdan haberdar eden Turan Usta yı sınıflar arası eşitsizlik nedeniyle aşağılar. Racon dünyasından gelen Turan Usta ve ailesinin itibarı yaşadıkları Kadırga semtinde iki paralık olmuştur. Kadırga sisteminin eğilim sistemine çok aykırı olan bu durum yüzünden aile dışlanma tehlikesi ile karşı karşıya iken Timur, Mine yle evlenmeyi önerir. Bu durum ailenin itibarını kurtarır. Evlilik Mine on sekiz yaşından küçük olduğu halde yapılır. (hukuki çözülme) Mine nin erkek kardeşi Erdal karikatürize bir karakterdir. Yönetmenlik hayalleri kurar ama sevdiği kızı ailesinden isteyebilecek bir işi gücü olmadığından mahalle berberinin yanında yardımcı olarak işe başlar (sosyal güvencesiz iş). YER GÖK AŞK: Deli lakaplı Remzi işsiz güçsüz bir adamdır. Küçük kızı Toprak ın kocası Sıtkı hem işsizdir hem de eline geçen parayı pavyondan çıkardığı metresine harcar. Remzi nin karısı Şeref böbrek hastasıdır ve ailenin ilaç paralarını karşılayabilecek geliri yoktur (sosyal güvencesiz). Eve tek gelir getiren kişi Havva dır. Havva, bir seramik atölyesinde çalışmaktadır (sosyal güvencesiz iş). İşvereni Bünyamin in oğlu Cüneyt le birliktedir. Bünyamin in bu durumu bildiğini ve ailesine görücü geleceğini zannederken sınıfsal eşitsizlik nedeniyle aşağılanıp işten atılır (ahmaklık çerçevesi). Havva nın teyzesi Sultan, Hancıoğlu konağının kahyasıdır. Yusuf Hancıoğlu nun bir pavyon çalışanından doğan gayrı meşru oğluna bir süt annesi gerekir. Bebeğini yeni kaybeden Toprak ın Hancıoğlu konağında süt annesi olarak çalışmaya başlamasıyla Remzi ve ailesinin başına talih kuşu konmuş olur (sosyal güvencesiz iş). Toprak, bir süre sonra çocuğa iyi bakamayacağına dair kuruntulara kapılarak bebeği bırakıp işten ayrılır ama Yusuf Hancıoğlu bir vefa örneği gösterip onun yeniden işe dönmesini kabul eder. Havva, Remzi ve Sultan bir takım oyunu kurarak Havva nın Yusuf la evlenmesini sağlamaya çalışırlar. Planlarını hem Hancıoğlu ailesinden hem Şeref ten hem de Havva nın eski sevgilisi Cüneyt ten saklamaları gerekmektedir. Planları Hamiyet in durumu anlayıp karşı çıkmasına rağmen nişan aşamasına gelmelerini sağlasa da evlilik asla gerçekleşmez (beceriksizlik çerçevesi). Üstelik Münevver Hancıoğlu, çocukluk aşkı olan Sultan ın oğlu Yiğit i terk ederek kaymakamla nişanlanır. Kendi hayatını kontrol edebilmekten aciz olarak çerçevelenen Yiğit, Hancıoğlu ailesi tarafından okutulmuştur. İFFET: Kasap Ahmet yıllar önce karısı tarafından terk edilmiş iki genç kız babası bir adamdır. Balat semtinde sinek avlayan bir kasap dükkânı işletir (beceriksizlik çerçevesi). Kızlarının üstünde tam bir kontrol sahibi olduğunu sandığı halde sürekli aldatmacalara maruz kalmakta, kızı İffet gizlice taksi şöförü Cemil le görüşmektedir. Cemil, taksitle satın aldığı arabasının borcu nedeniyle evliliğin ekonomik yükünü alabilecek durumda değildir. Zaten bağlanmaya hazır olmadığı için İffet i evlilik vaatleriyle oyalar (ahmaklık çerçevesi). İffet in halası Saime ekonomik, sosyal ve sembolik sermayesi çok yüksek olan Ali İhsan ın yanında çalışmaktadır. İffet için Ali İhsan ın malikânesinde hizmetçi (sosyal güvencesiz iş) olarak işe başlamak evlilik için para biriktirmesinin tek yolu, bir kurtuluştur. Cemil, gizli buluşmalarının birinde İffet e tecavüz eder. İlişkiyi bitiren İffet e kendini affettirebilmek için taksidi ödenmemiş ve plakası durak sahibi Salih e ait olan arabasını yakar (ahmaklık çerçevesi).

188 186 LaborComm 2014 Bildiriler Kitabı Sigortadan bir arkadaşı vasıtasıyla para alabileceği planlar ama planları suya düşer (beceriksizlik çerçevesi). İffet hamiledir ve bir an önce evlenmek ister. Cemil in evine ödeyemediği taksitler nedeniyle haciz gelir. Tamamen hayatının denetimini elinden kaçırmış olan Cemil kaçmayı planlar (beceriksizlik çerçevesi). Durak sahibi Salih, kızı Betül le evlenmesi şartıyla Cemil e yardım etmeyi önerir. İffet in hamile olduğunu öğrenen Ahmet kızı sokak ortasında öldüresiye döverken Ali İhsan yetişir, kızı kurtarır ve İffet e kalacak yer sağlar. Cemil in Salih in teklifini kabul etmesiyle çocuğunu düşürmüş olan İffet bir kez daha yıkılır ama Ali İhsan onu bu duygusal çatışmadan kurtaracak bir teklif yapar ve İffet le evlenir. Kültürel Beceriler İncelenen dizilerde baskın sınıfın kültürel becerileriyle çalışan sınıf üzerinde iktidar kurduğu çerçeveler yol yordam bilmek diye ifade edebileceğimiz bir ana kilit ile çalışan sınıfın beceriksizlik-ahmaklık çerçeveleri üzerinden işlemektedir. Çerçevelemelerde öne çıkarılan çalışan sınıfın eğitimsizliği, çerçeve dışında bırakılan ise sosyal güvencesizliğidir. Baskın sınıftan karakterlerin çoğu kendini eğitip dönüştürebilen ve yol yordam bilen karakterler olarak çerçevelenmiştir. Çalışan sınıfın baskın sınıfın sosyal ortamlarına kabul edilmemesi, baskın sınıfın eğilimlerinin doğru ve kabul edilebilir, çalışan sınıfın eğilimlerinin sorumsuzca ve kabul edilemez olmasıyla açıklanmıştır. Kurumsal eğitim almamış dahi olsa baskın sınıf bireyleri çalışan sınıf bireylerine yol yordam öğretebilecek onları evrensel standartlara uygun hale dönüştürebilecek kapasiteye sahip olarak tanımlanmıştır. Çalışan sınıf bireyleri bunu hem kendi başına yapabilecek kapasiteden yoksun hem de bu çaba ve iyi niyeti değerlendiremeyecek beceriksizlik-ahmaklık çerçeveleriyle sunulmaktadır. Baskın sınıfın eğilimleri çoğulcu, devingen, bireysel özgürlüğe, yeniliğe ve başarıya açıkken çalışan sınıfın eğilimleri tekrarlayıcı, durağan, köhne, dayanışmacı ama yobaz ve başarısızlığa gebe olarak çizilmiştir. Kurulan çerçevelerden çıkan sonuç çalışan sınıf bireylerinin sosyal güvenceye sahip olamamasının sebebi yol yordam bilmemesi, sorumsuzluğu, güvenilir olmamasıdır. Baskın sınıfın sahip olduğu sembolik gücün sebebi ise yol yordam bilmesi, sorumluluk sahibi, güvenilir ve çalışan sınıf için velinimet olmasıdır. İncelenen materyalde analiz edilen çerçevelerde çalışan sınıf bireylerinin ya yol yordam bilmezliği, ya sorumsuzluğu ya da doğrudan doğruya ahmaklığı yüzünden zor, bazen gülünç duruma düştüğü veya kendi kazdığı kuyuya kendi düştüğü öne çıkarılmaktadır. Üstelik bu bireyler sorumsuzlukları nedeniyle baskın sınıf bireylerini de tehlikeye atmaktadır. Çalışan sınıfın bu kendi sebep olduğu krizlerin sonucunda genellenebilir sıklıkta tekrarlanan eylemleri erkekler için şiddet eğilimi göstermek, kadınlar için tanrıya sığınmaktır. Çalışan sınıf iktidar oyunlarından haberdar ve buna hevesli olarak çerçevelenmiştir. Öte yandan risk yönetiminde beceri sahibi olmadığından başarısızlığa mahkûmdur. Dramatik Yapı Dramatik yapıdaki tıkanma noktalarında çalışan sınıfın beceriksizlik-ahmaklık çerçeveleri, yeni ufuklara ve yeni ihtimallere açılan değişim noktalarında ise baskın sınıfın hüner-feraset çerçeveleri vardır. Kadın-Erkek İlişkileri Çalışan sınıf, yeniden zeminlendirme ve yeniden kilitleme kategorilerinde değerlendirilebilecek aile kilidiyle birçok sınıf içi çatışmayla tanımlanmıştır. Tüm kullanımında ataerkil ve totaliter kültürü işaret eden bu kilit hem fiziksel hem psikolojik şiddeti konumlandırıcı işlev görmektedir. Erkekten kadına doğru fiziksel şiddet öğrenirse kıtır kıtır kesilmek, bacakları kırılmak, duyarsa öldürmek, etlerini lime lime etmek, bir araba dolusu dayak yemek gibi abartılı ifadelerle hazırlanmakta ve gerçekleşmektedir. Pasif şiddet

189 Ömür Şölen Soykan 187 ise duyarsa kalp krizi geçirmek, dayanamamak, kalbine inmek gibi ifadelerle devreye sokulmaktadır. Çalışan sınıfın yobaz aile ilişkileri, reel veya psikolojik şiddet korkusuyla kurulan aldatmacaların ve bu aldatmacaların ortaya çıkmasıyla gerçekleşen fiziksel veya psikolojik şiddetin ilk ve en önemli sebebidir. Fiziksel ve psikolojik şiddeti konumlandırıcı ikinci bir kilit ise çalışan sınıfın dayanışma içinde olduğu kolektif sınıfsal ilişkilerdir. El alem ne der veya mahalle baskısı olarak ifade edebileceğimiz bu kilit, çalışan sınıf bireyleri içinde bulundukları eğilim sisteminin ataerkil-yobaz kurallarına karşı durduklarında hemen devreye girmekte, başını yerden kaldıramamak, kimsenin yüzüne bakamamak, rezil olmak, insan içine çıkacak yüzü olmamak ancak çıkar çatışmalarında ve sınıf içi ihanet çerçevelerinde bu kilit hemen açılarak dramaturjik sadakat çökmekte takım oyunu dağılmakta ve çerçeve beceriksizlik-ahmaklık çerçevesine dönüşmektedir. Çıkar çatışmalarında aile kilidi de açılır ve kardeşler arasındaki, anne oğul arasındaki dramaturjik sadakat bozulur. Baskın sınıftan kadınlar kendi hayatlarını yönlendirebilme gücüne sahiptir. Aile baskısına maruz kalmanın tek örneği Yer Gök Aşk dizisinden Münevver dir. Şiddet ilişkilerini çalışan sınıftan farklılaştıran önemli bir örnek Adını Feriha Koydum dizisindeki Hande karakteridir. Dövüş sanatlarında usta olan Hande sorularına cevap vermeyen Koray ı şiddet uygulayarak cezalandırır. Kadın erkek ilişkileri ve evlilik bağının konumlanışı baskın sınıf açısından adeta Bourdieu nun (2009, s. 22) evliliğin birinci işlevi malvarlığının bütünlüğünü tehlikeye atmadan soyun devamını sağlamaktır ifadesini örnekleyici biçimde verilmiştir. Baskın sınıftan aile büyükleri çocuklarının ekonomik ve sosyal olarak daha zayıf bir aileden evlenmesine kesinlikle karşı olarak çerçevelenmiştir. Zaten neredeyse dizilerin dramatik yapısının ana iskeleti bu çatışma üzerine kuruludur. Çalışan sınıftan aile büyükleri için çocuklarının kendilerinden daha güçlü ekonomik ve sosyal konuma sahip bir aileyle evlilik bağı kurması olumludur hatta çoğu zaman bir hedef olarak çerçevelenmiştir ama bu çerçevelemenin baskın sınıfın sergilediği direniş kadar güçlü olduğu söylenemez. Baskın sınıfın kültürel, sosyal, ekonomik ve sembolik varlığı sürekli içlerine sızmaya çalışan, kendini zorla kabul ettirmeye çalışan, çalışan sınıfın tehdidi altındadır. Hareket Becerisi Çalışan sınıf hareket kabiliyetinden yoksundur. İncelenen materyalde sadece yan karakterlerden biri kendine ait ulaşım aracına sahip, külüstür bir kamyonet sahibi olarak çerçevelenmiştir (Gönülçelen). Bir başka kendi ulaşım aracına sahip karaktere ise ulaşım aracı, uyumlu ve haddini aşmayan bir çalışan olduğu için işvereni tarafından hediye edilmiştir (Bir Çocuk Sevdim). Çalışan sınıfın küçük dünyası içindeki ulaşım ihtiyacını da hemen her zaman baskın sınıf bireyleri karşılamakta, bireyi arabayla bir yerden bir yere götürmektedir. Ulaşım aracına sahip olma çerçevesine ilginç bir örnek İffet dizisindeki Cemil karakteridir. Taksi şöförü olan Cemil, mesleği gereği taksitle bir araba satın alır (Plaka durak sahibine aittir). Araba, önce gizlice buluştuğu sevgilisi İffet e tecavüz ettiği planın bir parçası olarak kullanılır. Daha sonra da Cemil, kendisini terk eden İffet e onu sevdiğini kanıtlayabilmek için arabayı yakar (beceriksizlik-ahmaklık çerçevesi). Bir arkadaşı vasıtasıyla arabanın tamir parasını sigorta şirketine ödetebileceğini düşünür ama işler sarpa sarar. Hem arabasını kaybeder hem de taksitleri ödeyemediği için evine haciz gelir (beceriksizlik-ahmaklık çerçevesi). Eğilim Sistemi Çalışan sınıftan bireylerin kendini geliştirebileceği hiçbir hobisi yoktur. Boş zamanlarını ya gevezelikle geçirmekte ya da evlilik hayalleri kurmaktadırlar. Çalışan sınıftan insanlar futbol oynamaz, mecburi akraba ziyaretleri dışında seyahat etmez, gün yapmaz, kendilerini geliştirme amaçlı bir kursa ya da sosyal faaliyete katılmaz ve hiçbiri bilgisayar sahibi değildir.

190 188 LaborComm 2014 Bildiriler Kitabı Açık bir çerçevelemeyle hobisi olan tek karakter Gönülçelen dizisinde Hasret in kardeşidir. Bu çocuk hırsızdır. Cüzdan ve elektronik eşya çalar ama bir hobisi vardır. Arkadaşlarıyla birlikte rap müzik yaparlar. Çalışan sınıftan olup yurt dışıyla ilişki halinde ve özgürlükçü bir çerçeveyle sunulan iki karakterden biri siyasi suçlu (Bir Çocuk Sevdim-Süreyya) diğeri ise alkoliktir (Gönülçelen- Burhan). Baskın sınıf birden fazla ikamet, işyeri ve hobi alanlarıyla geniş bir alanı kontrol altında tutmaktadır. Evlerinde ve işyerlerinde kapıyı kontrol eden güvenlik görevlileri vardır. Çalışan sınıftan bireylerin bu alanların fiziksel veya sosyal sınırlarını aşma denemesi cüret kilidiyle tanımlanır ve bu deneme beceriksizlik-ahmaklık çerçevesine dönüştürülür. Fiziksel sınırların aşılması ancak baskın sınıftan bireyler için çalışmakla, kendini zorla kabul ettirme aldatmacasıyla veya evlilik, nişan bağıyla mümkün olur ancak her üç yol da sosyal sınırların aşılmasını sağlamaz. Evlilik, nişan veya iş ilişkisi bağının söz konusu olduğu durumlarda sosyal sınırların aşılmasının denenmesi yol yordam kilidiyle tanımlanarak beceriksizlikahmaklık çerçevesine bağlanır. Kendini zorla kabul ettiren birey ise kendi kazdığı kuyuya düşer ve deneyim yine ahmaklık çerçevesiyle tanımlanır. İktidar oyunları ve risk yönetimi çalışan sınıfın değil baskın sınıfın hakkı olarak çerçevelenmektedir. Baskın sınıf bireyleri bir aldatmaca planladıklarında ya da risk aldıklarında bunu hüner-sağduyu çerçevesiyle sonuna kadar götürmekte ya da çerçeve kırılırsa risk yönetimiyle durumu lehlerine çevirmeyi başarmaktadır. Çalışan sınıf iktidar ilişkilerini eylem içinde deneme yanılma yoluyla öğrenirken baskın sınıf bu konuda düşünsel bilgi sahibidir. Kimlik Bu çalışmanın materyali olan kültürel pratikte çalışan sınıftan ailelerin soyadı hemen hemen hiç anılmazken baskın sınıftan ailelerin soyadı sürekli tekrarlanır. Çalışan sınıfın soyadını ancak hukuki olarak başları derde girdiğinde, hukuki işlemler sırasında öğreniriz. Ekonomik, sosyal ve kültürel çerçeveler bazen doğrudan sembolik sermaye olarak çalışır. Baskın sınıfın soyadının sürekli tekrarlanması tanınmış bir soyadına sahip olmanın getirdiği sosyal sermayenin sembolik sermaye olarak işlemesidir. Çalışan sınıftan bireyler ise soyadsızdır. Sosyal Haklar En dikkat çekici bulgu, çalışan sınıf üyelerinin hemen hemen tümünün sosyal güvenceden yoksun olduğu ya da sosyal güvencesinin belirsiz olduğudur. Ayrıca yapısal iktidar ilişkilerinde çalışan sınıfların kazanılmış-konumlu sosyal hakları ve bunlara dair günümüzde süren hukuki mücadelenin konumlanışı tamamen çerçeve dışı bırakılmıştır. Baskın sınıfın çalışan sınıf üzerindeki iktidarını anlatan iki belirgin kilit kullanımı tespit edilmiştir. Bunlardan birincisi çalışan sınıfın kapı dışarı edilme, kapı önüne koyulma, defolup gitme, hemen eşyalarını toplama kapının gösterilmesi, yallah çekilmesi korkusuyla kurduğu çaresiz ilişki biçimlerinin konumlanışıdır. Kapı hem alan kontrolünü hem de iş sahibi olmayı simgeleyen bir semboldür. Öne çıkan ikinci kilit işleyişi, kurtarıcı-velinimet olarak tanımlanan baskın sınıfın yardımseverlik politikalarıdır. Uyumlu ve tam performans sergileyebilen çalışanlar buna minnet duygusuyla ilişkiler kurarak cevap vermektedir. Bu iki davranış biçiminin dışında tavır alan aykırı çalışan sınıf bireyleri ya suçlu ya da toplumun konumlanmış anlamlandırma sisteminde suç veya sapkınlık eğilimi taşıyan hergele kişilerdir.

191 Ömür Şölen Soykan 189 Çalışan sınıfın hem kapı dışarı edilme korkusuyla davranan hem de minnet duygusuyla davranan bireylerinde kazanılmış sınıfsal sosyal güvencelere ilişkin talepkar veya minnettar hiçbir benlik sunumuna rastlanmamıştır. Aynı durum suçlu veya suç eğilimi taşıyan bireyler için de geçerlidir. Baskın sınıftan bir birey çalışan sınıftan bir bireyin beceriksizlik-ahmaklık çerçevesiyle karşılaştığında kolayca, tek bir cümleyle onu işten atabilmektedir. Çerçevelerde çok yoğun biçimde çalışan sınıfın bunu bildiği ve adımlarını buna göre atmak zorunda olduğu gömülüdür. SONUÇ Sosyal güvenceye bir alternatif olarak öne çıkan yardımseverlik politikalarının çaresiz düşmüş çalışan sınıfa uzanan bir kurtarıcı el olarak çalışması incelenen kültürel materyalin içinden çıktığı toplumsal pratikte bir süredir işleyen ve sosyal bir sorun olarak beliren taşeron üretim ilişkileri bağlamında düşünüldüğünde anlamlıdır. Çerçeveleme işlemiyle toplumsal pratikteki bazı olguların öne çıkarıldığı bazı olguların çerçeve dışı bırakıldığı görüldü. Bu nedenle materyalde öne çıkan anlamlandırmanın iktidar oyunları ve risk yönetimi üzerine kurulu serbest piyasa ekonomisinde çalışan sınıfın sosyal güvenceyle istihdam edilmesinin baskın sınıf ve baskın sınıfın ferasetli yönetimiyle refah ve güvene erişecek özel mülkiyet toplumu (ownership society) üzerine bir yük olacağı fikri olduğu söylenebilir. Zaten baskın sınıf hak eden, uyum içinde davranan, haddini aşmayan çalışan sınıf bireylerinin her türlü insani ihtiyacını yardımseverlik politikalarıyla karşılamaktadır. Çerçeveleme işlemiyle öne çıkarılan, baskın sınıfın ekonomik, sosyal ve kültürel kaynaklarıyla ve bu kaynakları uygun gördüğü çalışan sınıftan bireylere yardımseverce sunuşuyla elde ettiği sembolik sermayesi, çerçeve dışında bırakılan ise çalışan sınıfın kazanılmış sosyal hakları ve günümüzde bu haklara dair verilen hukuki mücadeledir. İncelenen dizilerdekine benzer biçimde sınıfların farklı toplumsal uzamlarını nesnelleştiren başka bir Türkiye dizisi Asmalı Konak bu çalışmadan yedi yıl önce, Türkiye de ekonomik ve sosyal alanda yapısal değişimin (deregulasyon) başladığı ama günümüzdeki kadar öne çıkmadığı bir tarihte çözümlenmiştir. Yörük (2005) tarafından yapılan çözümlemede, dizide temsil edilen çalışan sınıftan bireylerin tümünün sosyal güvenceye sahip olduğu belirtilmiştir. Hatta baskın sınıfı temsil eden işverenin yanında çalışan ama dizide görünür olmayan fabrika çalışanlarının da sigortalı çalışanlar olduğu vurgulanmıştır. Bu durum, fabrikalarda çalışan işçiler ve konakta tıpkı diğer işçiler gibi maaşları her ay düzenli olarak yatırılan, sigortaları yapılmış çalışanlar şeklinde benlik sunumlarından birinde açıkça ifade edilmiştir ( Yörük, 2005, s.123). İki çalışma arasında bu konuda böyle bir farklılık varken, bu çalışmanın bulguları Diana Kendall ın yılları arasında, ABD medyasında çalışan sınıf ve baskın sınıfın çerçevelenmesini inceleyen analizindeki bulgularla karşılaştırıldığında bazı çerçevelemelerin birebir örtüştüğü görülüyor. Kendall ın bulguladığı baskın sınıfı tanımlayan hayranlık çerçevesiyle ve bu çalışmada bulgulanan baskın sınıfı tanımlayıcı hüner-feraset çerçevesi birebir uyuşmaktadır. Yörük (2005, s. 167) Asmalı Konak dizisinde Seymen karakterinde nesnelleşen bu niteliği Ağa sadece esip gürlemez aksine ağa nerede ne yapacağını, kime hangi oranda destek çıkacağını, kimi üzüp kimi mutlu edeceğini bilen kişidir. ifadesiyle açıklar. Yine bu çalışmada bulgulanan baskın sınıfın feraset-sağduyu çerçevesindeki iktidar sembolleri Ölçer in Türk masallarında bulguladığı iktidar sembolleriyle de uyum sağlamaktadır. Ölçer, Türk gelenekleriyle kesişen bu masallarda erkek için ulaşılması istenen iktidarın at, avrat, silah üçlemesiyle, kadınlar için ev, erkek, evlat üçlemesiyle simgelendiğini belirtir (Ölçer, 2003, s. 101). Bu çalışmada at sembolünü karşılayan araba imgesi baskın sınıftan erkeklerin en belirleyici özelliğidir. Yine baskın sınıfın erkekleri kadına ulaşmada güçlü pozisyondadır.

192 190 LaborComm 2014 Bildiriler Kitabı Silah imgesinin yerini ise iktidar stratejileri almıştır. Alan korumasının işler durumda olduğu konak, malikâne gibi sembolik değeri çok yüksek evler baskın sınıftan kadınlara aittir. Erkek ve evlada sahip olmakla edinilen iktidar ise sınıflar arasında dağıtılmıştır. Kendall ın bulguladığı çalışan sınıfın karikatür çerçeveleri ve bu çalışmada bulgulanan çalışan sınıfın beceriksizlik-ahmaklık çerçevesi benzerdir. Yörük ün (2005, s. 160) çalışmasında da çalışanların eğitimsizliğinin karikatürize edilişi bulgulanmıştır. Nitel araştırmaların ve tipoloji çözümlemesinin içerik analizi yöntemine önemli bir katkısı, olmayana veya özellikle nadir rastlanan olaylara da bakmasıdır. Çalışan sınıfın beceriksizlikahmaklık çerçeveleriyle karikatürize edilerek verilmesi kendi başına anlamlıdır ama buna eklenen ikinci bir olgu bu anlamlılığı arttırır. Her dizide baskın sınıftan en az bir birey, tüm olumsuz yönleri, kötü alışkanlıkları ve geçmişine dair gizlenmesi gereken sırları çerçeve dışında bırakılarak yani idealize edilerek verilirken, çalışan sınıftan hiçbir birey idealize edilmemiştir. Kendall ın bulguladığı baskın sınıfın çerçevelenmesinde yardımseverlik politikalarının öne çıkarılması bu çalışmada da bulgulanmıştır. Yörük (2005, s, 167) aynı bulguyu Gerçekte Seymen in tüm yaptığı iyilikler bir yandan da onun ağalığını yeniden üretmektedir. şeklinde ifade eder. Kendall ın bulguladığı çalışan sınıfın isimsiz oluşu bu çalışmada da çalışan sınıf ailelerinin soyadlarının bilinmemesi bulgusuyla örtüşmektedir. ÖNERİ Çalışan sınıfın sosyal haklarının gevşetildiği ve söküldüğü neoliberal dönemde kültürel pratikler yoluyla yeniden bağlamsallaştırılan toplumsal pratikler emek aleyhine işlemekle birlikte direniş ve mücadele sürmektedir. KİA ürünü olan kültürel pratiklerin neoliberal politikaları meşrulaştırmakta hegemonik bir rol oynadığı açıktır. Bu rol kitleler tarafından içselleştirilmekte ve emek mücadelesi gözlerden gizlenmektedir. Bir an önce işçi örgütlerinin medya izleme komiteleri kurup çalışan sınıfın KİA ürünlerinde nasıl çerçevelendiğini ve işçiişveren ilişkilerinin nasıl yeniden bağlamsallaştırdığını denetlemesi, bu konuda baskı grupları oluşturması ve kamuoyunu bu anlamda bilgilendirmeyi öncelikli olarak değerlendirilmesi önerilir. KAYNAKÇA: Bourdieu, P. (2009). Bekârlar Balosu. Çev., Çağrı Eroğlu. Ankara: Dost Kitabevi Yayınları. Goffman, E. (1974). Frame analysis: An essay on the organization of experience. London: Harper and Row. Hall, S. (1999). İdeolojinin Yeniden Keşfi-Medya Çalışmalarında Baskı Altında Tutulanın Geri Dönüşü. Medya-İktidar-İdeoloji. Küçük, M. (der.) içinde. İstanbul: Ark. Hardt, H. (1999). Eleştirelin Geri Dönüşü ve Radikal Muhalefetin Meydan Okuyuşu. Medya- İktidar-İdeoloji. Küçük, M. (der.) içinde. İstanbul: Ark. Kendall, D. (2011). Framing class: Media Representations of Wealth and Poverty in America. Rowman & Littlefield Pub Incorporated. Williams, R. (1993). Kültür. Çev., Suavi Aydın. Ankara: İmge Kitabevi Yayınları.

193 Ömür Şölen Soykan 191 TEZLER Ölçer, E. (2003). Türkiye Masallarında Toplumsal Cinsiyet ve Mekan İlişkisi. Doktora Tezi, Bilkent Üniversitesi Ekonomi ve Sosyal Bilimler Enstitüsü. Yörük, E. (2005). Televizyon Anlatısı, Tür ve Temsil Açısından Asmalı Konak. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara: Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.

194

195 Türkiye de Sinema Televizyon ve Reklam Sektöründe Geçmişten Bugüne Örgütlenme ve Sendikalaşma Serdar KARAKAYA Özet: Sinema, Osmanlı topraklarına girdiği günden başlamak üzere siyasi iktidarlar için tehlikeli ve uzak durulması gereken bir uğraş olarak görülmüştür yılında TRT Kurumunun televizyon yayınlarını başlatmasıyla birlikte sinema çalışanlarına kardeş yeni bir iş gücü doğmuştur; Televizyon çalışanları. Televizyonla birlikte yetmişli yıllarda görüntülü reklamcılık sektörü oluşmaya başlamış ve üçüncü iş kolu ortaya çıkmıştır. Ancak, sinema, televizyon ve reklam sektörü birbiriyle iç içe geçmiş ortak çıkarlara ve üretim ilişkilerine sahip bir sektörel yapı özelliği gösterir. Bu çalışmada sinema, televizyon ve reklam sektöründe tarihsel süreç içinde işveren ve emekçilerin örgütlenme çabaları; meslek örgütlenmeleri, vakıflar, dernekleşme ve sendikalaşma, bu yapılanmaların birbiriyle ilişkileri, kuruluş amaçları, özellikle sendikalaşma olgusu ağırlıkta olmak üzere, elde edilen sonuçlar bağlamında ele alınacaktır. Anahtar Kelimeler: Sinema, sendika, örgütlenme, meslek, emek. GİRİŞ Türk Sinemasında film üretiminin başlangıcı kurumlaşmayla aynı dönemde ortaya çıkmıştır. Çünkü konulu ve yapım maliyetli film üretimini gerçekleştirmek üzere üç kurum devlet tarafından oluşturulmuştur. Bu kurumlar; 1917 yılında kurulan Müdafa-i Milli Cemiyeti, 1919 yılında kurulan Malül Gaziler Cemiyeti ve Ordu Donanma Cemiyeti dir. İstanbul da 1932 yılında Kemal Bey (Kemal Film in sahiplerinden), Halil Kamil Bey (Majik Sineması nın sahibi), Fernando Franko (Glorya Sineması müdürü), Fahir Bey (Melek ve Elhamra Sineması nın sahiplerinden), Kadri Bey (Alkazar ve Şık Sineması sahiplerinden), Hrisos Epominandos (Mine Film sahibi) ve Viktor Kasto (Fox Film müdürü) tarafından kurulan Türkiye Sinema ve Filmcileri Birliği, Türk Sinema Tarihi ndeki ilk örgütlenme girişimidir. Filmcileri hukuki açıdan korumak, hükümet ile ilişkilerde savunmak, kendi aralarında ortaya çıkabilecek sorunları çözüme kavuşturmak, sinema ve filmcilik üzerine konferanslar düzenlemek/vermek, yabancı ülkelerdeki benzer kuruluşlarla ilişkiler gerçekleştirmek amacıyla kurulan örgüt, üyelerini ithalat girdileri ve işlettikleri sinema salonlarının durumuna göre sınıflayıp ona göre aidat almaktadır. (Erkılıç, 2003, s. 41) Fakat Türkiye Sinema ve Filmcileri Birliği kuruluşundan sadece 1 yıl sonra, 1933 te, iç anlaşmazlıklar yüzünden dağılmıştır yılında Faruk Kenç, İhsan İpekçi, Turgut Demirağ, İskender Necef, Murat Köseoğlu, Necip Erses, Fuat Rutkay, Refik Kemal Arduman, Hikmet Yıldız ve Yorgo Saris tarafından kurulan Yerli Film Yapanlar Cemiyeti Türk Sineması nın tam manasıyla örgütlendiğine işaret eden ilk kuruluştur. Neredeyse aynı ekip tarafından aynı yıl kurulan Sinemacılar ve Filmciler Cemiyeti ve daha sonraları kurulan Türk Sinema İmalcileri ve Dağıtıcıları Birliği diğer örgütlenme biçimleri olarak göze çarpmaktadır (Özgüç, 1990, s. 51). MESLEK ÖRGÜTLENMELERİ Türkiye de sinemanın yaygınlaşması 1950 li yıllarda Anadolu kentlerine elektrifikasyonun girmesiyle birlikte başlar. Bu gelişme yıllık film üretim sayısını arttırır. Bu yıllarda yapımevi sayısı belirgin biçimde artış gösterir. Bu artışa paralel olarak salon ve Yrd. Doç. Dr., Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi. LaborComm Uluslararası İşçi ve İletişim Konferansı, 3-4 Mayıs, Ankara

196 194 LaborComm 2014 Bildiriler Kitabı işletmeci sayısı da artmıştır. Ancak sektördeki bu gelişmeye rağmen sinemada mesleki örgütlenme uzun yıllar savsaklanmıştır. Ülkemizde meslek birliklerinin kuruluşu Dünya örneklerine baktığımızda, oldukça geç olmuştur. Fikir ve Sanat Eserleri Kanunumuz 1951 yılında, meslek birliklerinin kuruluşunu öngörmüş ise de yaklaşık 30 yıl içinde ne eser sahipleri tarafından ne de hükümetler tarafından meslek birliği kurma yönünde bir girişim olmamıştır. Bunun üzerine 5846 sayılı Yasanın 42'inci maddesi 1983 yılında değiştirilmiş ve 2936 Sayılı Yasa ile 4 adet meslek birliği kurulmuştur. Bunlar; İLESAM (Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sahipleri Meslek Birliği), MESAM (Türkiye Musiki Eseri Sahipleri Meslek Birliği), GESAM (Türkiye Güzel Sanat Eseri Sahipleri Meslek Birliği) ve SESAM (Türkiye Sinema Eseri Sahipleri Meslek Birliği)'dır tarihli düzenlemede, eser sahiplerinin, kanunla kurulan bu meslek birlikleri dışında başka bir meslek birliği kurmasına izin verilmemekteydi. Aslen meslek birliklerinin tek olması halinde eser sahiplerinin haklarını daha güçlü olarak koruyacağı tartışmasız ise de mevcut meslek birliklerine yöneltilen eleştirilerin yoğunluğu karşısında 5846 sayılı Yasanın 42'inci maddesi 1995 yılında yeniden değiştirilmiş ve aynı alanda birden fazla meslek birliğine kuruluş imkânı tanınmıştır. Yine 1995 tarihli Yasa değişikliği ile bağlantılı hak sahiplerinin hakları da Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'nun koruması kapsamına alındığından, bağlantılı (komşu) hak sahiplerinin de meslek birliği kurabilmelerine imkân tanınmıştır. Meslek Birlikleriyle ilgili hükümler 2001 yılında 4630 sayılı Kanunla değiştirilmiş ve son olarak 5101 sayılı kanunla yeniden düzenlenmiştir. Meslek Birliklerinin Kuruluş Amaçları ve Sorumlulukları Meslek birlikleri, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nca hazırlanan ve Bakanlar Kurulunca onaylanan tüzük ve tip statüye uygun olarak kurulurlar. Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu gereği hak sahibi olan eser sahipleri ve bağlantılı hak sahipleri tarafından kurulan Meslek birliklerinin temel görevleri; - Üyelerinin ortak çıkarlarını korumak, - Üyelerine Kanunla tanınmış haklarının idaresini ve takibini sağlamak, - Üyeleri adına hakların idaresi ve takibiyle ilgili ücretleri tahsil etmek, bu ücretleri belirlenen esaslar doğrultusunda üyelerine dağıtmak, şeklinde sıralanabilir. ( Sinema, Televizyon ve Reklam Sektöründe Faal Birlikler ve Vakıflar FİLMSAN, Film Sanayii ve Tüm Sanatçıları Güçlendirme Vakfı; 1975 yılında İstanbul'da kurulan yerleşik bir Sivil Toplum Kuruluşu'dur. Halen Türk sinema, tiyatro, müzik ve sahne dünyasında hizmet veren en eski (30 yıl) ve en çok üyeli (5000 üye) kuruluş olma özelliğini taşıyan vakıf, kurulduğu 1975 yılından bugüne kadar amaçları doğrultusunda çalışmalar yapmıştır ( TÜRSAK, Türkiye Sinema ve Audiovisuel Kültür Vakfı; İstanbul'da yerleşik bir Kuruluşu dur. Sinema, televizyon, güzel sanatlar, basın, iş ve politika dünyasında tanınmış 215 üyenin katılımıyla 1991 yılında kurulmuş olan bağımsız bir vakıf olup, sanat dünyası içinde olumlu etkinlikler göstermektedir. ( lang=tr). TÜRVAK, Türker İnanoğlu Vakfı; Yapımcı, televizyoncu, yönetmen Türker İNANOĞLU nun kişisel birikimlerini ortaya koyarak 1996 yılında İstanbul da kurduğu vakıf

197 Serdar Karakaya 195 özellikle Türk Sinemasının kültürel tarihine sahip çıkmayı amaçlayan, sinema ve televizyon sektörüne nitelikli eleman yetiştirmeyi hedefleyen eğitim faaliyetleriyle varlığını sürdürmektedir ( 33). TÜRSAV, Türk Sinema Vakfı; 1990 yılında sinema sektörünün önde gelen yapımcı, yönetmen ve oyuncularının katılımıyla kurulmuştur. Vakfın temel amacı; Türk Sinemasının yurt içinde ve dışında gelişmesini desteklemek ve sinemaya hizmet edenlerin sosyal ve ekonomik ihtiyaçlarına destek olmaktır. Eğitim, burs, festival ve etkinlikler düzenlemenin yanı sıra, tanıtıcı ya da nitelikli filmler yapmak veya yaptırmak, uluslararası işbirlikleri sağlamak görevleri arasında başta gelmektedir. Amaçlarının gerçekleşmesi için sosyal ve ticari tesisler kurmak, işletmek yetkilerine de sahip olan vakıf bu amaçla Türk Sinema Vakfı İktisadi İşletmesini kurmuştur ( Büyük umutlarla kurulan vakfa sadece yapımcı-yönetmen olan sinemacıların üye kabul edilmesi tartışmalara yol açar. Kurucu üye Atıf Yılmaz, Hülya Arslanbay a (1995) konuyla ilgili açıklamasında, kurucu üyelerin yapımcı ve yönetmen olarak belli bir düzeyin üzerinde işlerle Türk Sinemasına önemli katkılarda bulunduğunu, Batılı anlamda yapımcı tipinin yavaş yavaş kaybolduğunu ve yönetmenlerin hem yapımcı hem yönetmen sorumluluğu ile film çekmeye başladığını bu nedenlerle yapımcı-yönetmen şartını koyduklarını belirtir. SE-SAM, Türkiye Sinema Eseri Sahipleri Meslek Birliği; 1987 yılında Türk film yapımcıları, sinemacılar ve videokaset dağıtımcılarının korunmaya alınması için devlet tarafından kurdurulmuş yarı resmi bir meslek birliğidir. SE-SAM'ı üyelerin yaptıkları seçimle teşekkül ettirdikleri Yönetim Kurulu Üyeleri ve Başkanı yönetir. SE-SAM yerli film yapımcıları, yabancı film ithalatçıları, sinemacıları ve videokaset ana dağıtımcılarını bünyesinde toplamış tek kuruluştur. Birlik, filmciler ve sinemacılar ile devlet arasında köprü görevi görmekte, filmcilik konusunda devlete karşı tek sorumlu kuruluş niteliğindedir. SE- SAM yurt dışında ve içinde filmcilikle ilgili özel ve kamu kuruluşlarına Türk filmcileri adına muhatap ve başvuru adresidir. Türkiye'de yapılacak tüm festivaller ve toplu film gösterileri SE-SAM onayıyla gerçekleşebilir. Yurt dışında yapılan festivallere, film pazarlarına katılım organizasyonunu SE-SAM hazırlamakta ve bu festivallerde Türk filmcileri adına standları SE-SAM açmaktadır ( TESİYAP: Televizyon ve Sinema Filmi Yapımcıları Meslek Birliği; Televizyon ve sinema filmi yapımcılarının haklarını korumak ve mesleksel kurallarının oluşumuna katkıda bulunmak amaçları ile kurulmuştur. TESİYAP genel olarak, bağlantılı haklar arasında yer alan yapımcı haklarını korumakla ilgili yöntemleri geliştirmek ve yasal düzenlemeleri sağlamakla ilgili çalışmalar yapmaktadır. Birlik, televizyon ve sinema yapımcılarının yasal haklarını korumanın yanı sıra onların istismar edilmesini önlemek yolunda gerçekleştireceği çalışmalarla yalnız yapımcıların değil, bu alanda çalışan sanatçıların ve emekçilerin de çalışma koşullarının düzeltilmesini de amaçlar ( SİNEBİR, Sinema Eseri Sahipleri Meslek Birliği; 30 Ekim 2006 tarihinde kurulan birliğin amacı, 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanun unun 4630 sayılı kanun ile değişik 5 inci maddesi kapsamındaki eserlerin, eser sahiplerinin ortak çıkarlarını korumak, 5846 sayılı kanun ile tanınmış hakların idaresini ve takibini, alınacak ücretlerin tahsilini ve hak sahiplerine dağıtımını sağlamaktır (

198 196 LaborComm 2014 Bildiriler Kitabı SETEM, Sinema ve Televizyon Eseri Sahipleri Meslek Birliği; İstanbul da faaliyet gösteren birlik sinema ve televizyon sektörüne yönelik dizi, TV Filmi, sinema filmi üreten kişi ve firmaların haklarını korumak ve sahiplenmek amacıyla kurulmuştur ( BSB, Belgesel Sinema Eseri Sahipleri Meslek Birliği; 1997 yılı Mart ayında yapılan Ulusal Konferans ile örgütlenme sürecine girmiştir. Sivil bir platform olarak yola çıkan ve faaliyet gösteren BSB, Kültür Bakanlığı tarafından onaylanmış Meslek Birliği' statüsünde varlığını sürdürmektedir. Belgesel Sinemacılar Birliği, Belgesel Sinemacı kimliklerin örgütlendiği sivil bir oluşumdur. Birlik sivil kültürün bütün unsurları ile geçekleşmesinin zorunluluğunu ve belgesel sinemanın vazgeçilmezliğini içtenlikle savunur ( FİYAB, Film Yapımcıları Meslek Birliği; 23 Ağustos 2005 tarihinde 28 kurucu üye ile kurulmuştur. FİYAB çalışmalarını Kültür ve Turizm Bakanlığı'na bağlı olarak yürütmektedir. Amacı Türkiye deki film yapımcılarını bir araya getirmek ve bu birliktelik sayesinde Türk sinema sektörünün gelişimini ve uluslararası platformda üst düzeye taşınmasını sağlamak, film yapımcılarının ortak çıkarlarını korumak, haklarını izlemektir. Yanı sıra, sinema yapımcılarının kanunla tanınmış hakların idaresini ve takibini, alınacak ücretlerin tahsilini ve hak sahiplerine dağıtımını sağlamak, film yapımcılarının gelişmesini ve kamuoyu tarafından tanınmasını sağlamak ve yapım tekniklerini geliştirmektir. BİROY, Oyuncular Meslek Birliği; 07 Ekim 2009 tarihinde faaliyetlerine izin verilen birlik sinema, televizyon, reklam sektöründe her düzeyde oyunculuk yapan, bu mesleği yaparak yaşamını kazanan oyuncuların mali ve sosyal haklarını korumak amacıyla kurulmuştur yılında kurulan Oyuncular Sendikası ile güç birliği içindedir. SES-BİR, Seslendirme Sanatçıları Meslek Birliği; 2003 yılında Ankara da kurulmuştur. Profesyonel olarak, sinema filmi, dizi, animasyon, belgesel, reklam filmlerini seslendiren sanatçıların haklarını korumak üzere faaliyet göstermektedir. SEYAP, Sinema Eseri Yapımcıları Meslek Birliği; Filmlerin ilk tespitini gerçekleştiren film yapımcılarının kamuoyu tarafından tanınmasını sağlamak, yapımcılık tekniklerini geliştirmek amacıyla faaliyet göstermektedir. Birliğin amacı; Görsel, Görsel İşitsel sunumlar taşıyan filmler, sinematografik eserler, sinema, video, TV filmleri, bilgisayar ve internet ortamı filmleri, dizi filmler, Sinema Eseri veya Sinematografik Eser sayılacak her türlü sinema eserinin bağlantılı hak sahiplerinin ve sinema yapımcılarının ortak çıkarlarını korumak, kollamak, alınacak tazminat ve telif ücretlerinin tahsili ile hak sahiplerine dağıtımını sağlamaktır ( RATEM, Radyo Televizyon Yayıncıları Meslek Birliği; Radyo televizyon yayıncılığının sorunlarına kalıcı çözümler üretmek, 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu'ndan kaynaklanan hakların takibi ve korunması amacıyla 2001 yılında kurulmuştur. Kuruluşunu takiben RATEM, çok yoğun bir program çerçevesinde hızla harekete geçerek koymuş olduğu hedeflerin gerçekleştirilmesi için gerekli çalışmaları yürütüp radyo televizyon yayıncılarını aynı çatı altında birleştirdi. Gerçekleştirdiği proje faaliyetlerle altı yılda sadece üyelerinin değil, hem ulusal hem de bölgesel ve yerel yayıncıların desteğini alarak tüm yayıncılık sektörünün temsilcisi haline gelmiştir. Ülkemizde, Radyo ve Televizyon Üst Kuruluna karasal ortamda yayın yapmak üzere lisans başvurusunda bulunan 23 ulusal, 16 bölgesel ve 213 yerel olmak üzere toplam 252

199 Serdar Karakaya 197 televizyon kuruluşu ile 36 ulusal, 102 bölgesel ve 952 yerel olmak üzere 1090 radyo kuruluşu vardır. Bu radyo ve televizyon kuruluşlarından 806'sı RATEM üyesidir ( Yukarıda kurumsal kimlikleriyle anılan birliklerin sekizi 15 Ocak 2010 tarihinde bir araya gelerek Sinema Meslek Birlikleri Merkezi ni kurarak güç birliği oluşturmuşlardır. Kısa adıyla SMBM, sinema alanında ortak bir anlayış içinde tek bir ses olmak ve ortak bir tarife altında telif haklarının takibini gerçekleştirebilmek ve Türk Sinema Sektörünün gelişimini sağlamak amacıyla kurulmuştur. Oluşumun amaçlarını ayrıntılı olarak ele aldığımızda başta telif hakları kazanımı olmak üzere sektörün gelişimindeki temel sorunları çözüme ulaştırmak, telif hakları kazanımı sonucu hak sahiplerine ulaşan maddi kaynak ve set işçisinden oyuncusuna tüm sinema çalışanlarının sağlıklı çalışma şartlarına kavuşmalarını sağlamak ve Türk Sinemasının gerçek bir endüstriye dönüşmesi için çaba göstermektir. İstanbul Şişli de konumlanan merkezin yalnızca telif hakları takibi için değil sinemanın tüm sorunları için bir ana merkez olması hedeflenmektedir. Sinema alanındaki herkesin sorunlarını ortaya koyup tartışabileceği, yeni fikirlerin büyüdüğü etkin bir merkez olması için SMBM de meslek birliği ofislerinin yanı sıra kayıt-tescil merkezi, konferans salonları, Sinemacıları buluşturan bir kafe yer almaktadır ( Benzer bir işbirliği neredeyse elli yıl önce 1964 Kasım ayında İstanbul da toplanan 1.Türk Sineması Şûrası sürecinde yaşanır. Sinema İşçileri Sendikası, Türk Film Rejisörleri Birliği ve Türk Film Stüdyoları Sahipleri Birliği şuraya tek bir güç olarak katılır (Özön, 1995, s. 344). SENARİSTBİR, Senaryo ve Diyalog Yazarı Sinema Eseri Sahipleri Meslek Birliği; 2013 yılında Kültür bakanlığınca kuruluşu kabul edilen birlik, mevcut sinema meslek birliklerinin senarist ve diyalog yazarlarını göz ardı ettikleri ve yeterince ilgi göstermedikleri, bu konuda yeterli altyapı, donanım ve isteklerinin olmadığı gerekçesiyle 120 kurucu üye tarafından yapılandırılmıştır. Merkezi İstanbul dadır ve SENDER (Senaryo Yazarları Derneği) ile işbirliği içindedir. Sinema, Televizyon ve Reklam Sektöründe Faal Dernekler Sinema, televizyon ve reklam sektörlerinde dernekleşme ağırlıklı olarak emekçiler tarafındadır. Türk Sinema Tarihinde 1950 li yıllarda etkili olmuş Yerli Film Yapanlar Cemiyeti, Türk Sinema Sanatçıları Derneği, 1965 yılında kurulmuş Türk Sinematek Derneği öncü dernekleşme çabalarına örnektir. Özgüç, (1996) 1952 yılında sinema içinden ve dışından bir grup aydının öncülüğünde kurulan Türk Film Dostları Derneği nin iyi niyetle kurulmasına karşın içlerinde yapımcı olmamasından dolayı etkili olamayan bir dernekleşme girişimi olarak kaldığını vurgular. Özön, (1995) Türk Sinematek Deneğine ilişkin olarak derneğin adının başında Türk ibaresi olmasına karşın Türk Sinemasından çok Avrupa Sinemasına eğilimli çalışma ve yayın yaptığından söz eder. FİLM-YÖN, Film Yönetmenleri Derneği; 24 Kasım 1988 tarihinde kurulan dernek 35 mm sinema filmi çekmiş sinema yönetmenlerinin üye kabul edildiği bir dernektir ( SENDER, Senaryo Yazarları Derneği; 2001 yılında kurulan 155 üyeli derneğin amacı, sinema ve televizyon senaryo yazarlarının fikri mülkiyet haklarını korumak, geliştirmek,

200 198 LaborComm 2014 Bildiriler Kitabı senaryo yazarlarının lehine olan tüm uluslararası standartlarla uyumunu sağlamak; AB uyum yasalarının çıkartılmasına katkıda bulunmaktır. Yanısıra; senaryo yazarlığı mesleğinin mesleki ve sanatsal kalitesini yükseltecek çalışmalar yapmak; bu konuda uluslararası deneyimi üyelerine taşımak; mesleki çalışma ve yaratım koşullarının iyileştirilmesini, geliştirilmesini sağlamak; aralarında mesleki barış ve dayanışma sağlamak; mesleğin etik kurallarını ve ilkelerini belirlemek ve uygulanmasını sağlamak; mesleğin saygınlığını koruyup geliştirmek, toplumsal bilinirliğini artırmaktır ( SİYAD, Sinema Yazarları Derneği; Dernek, ülkemizde ve dünyada sinemanın bir sanat ve toplumsal iletişim aracı ve aynı zamanda önemli bir sanayi ve ticaret alanı olarak gelişmesine katkıda bulunmak amacıyla kurulmuştur. Önemli bir kültür etkinliği olan SİYAD Ödülleri bu derneğin yürüttüğü ciddi ve saygın bir sinema etkinliğidir ( ÇASOD, Çağdaş Sinema Oyuncuları Derneği; 1992 yılında kurulmuş 190 üyeye sahip sinema oyuncuları derneğidir. Derneğin üye yapısı ağırlıklı olarak profesyonel sinema oyuncularından oluşur. Bir bölümü hem sinemada hem tiyatro alanında çalışmalarını sürdürmektedir. Dernek, üyelerinin mali ve sosyal haklarıyla ilgili çalışmalar yürütmektedir ( SODER, Sinema Oyuncuları Derneği; Sinema oyuncularının dernekleştiği diğer yapı Sinema Oyuncuları Derneği dir. Oyuncu derneklerinin bu bölünmesinin temelinde ideolojik farklılıklar yatmaktadır. ÇASOD yenilikçi, demokrat ve genç isimleri temsil ederken, SODER milliyetçi, muhafazakâr, eski kuşak oyuncuların bir araya geldiği bir yapıdır. Her iki derneğin üyesi bazı oyuncular, ek olarak yapımcılık, yönetmenlik yaptıkları için sinema alanındaki diğer bazı örgütlenmelerin de üyesidir ( Televizyon Sektöründe Dernekler TVYD, Televizyon Yayıncıları Derneği; Dernek 24 Kasım 1999'da kurulmuştur. Türkiye deki toplam izlenme payı yüzde 95'ini oluşturan TV kanallarının kurduğu dernek tüm Türkiye'ye yayın yapma hakkını elinde bulunduran kanalların hemen tümü ile önde gelen bölgesel ve uydu kanallarını bir araya getirir. Her akşam ortalama izlenme oranının toplam yüzde 95'ini oluşturan yayıncıları bir araya getiren bu dernek aynı zamanda diğer ulusal, bölgesel, yerel ve sadece kablo veya uydudan yayın yapan kuruluşlara da açık. Üyelerinin büyük bir kısmını özel TV yayıncıları oluşturmakla birlikte TRT de derneğin üyesidir ( THKD, Türkiye Haber Kameramanları Derneği; 1994 yılında TRT çalışanları tarafından kurulmuştur. Derneğin temel amacı, üyelerinin ortak mesleki, ekonomik, sosyal, dinlenme, kültürel ihtiyaçlarını karşılamak, haber kameramanları ve televizyon habercilerinin mesleki sorunlarının çözümü için girişimlerde bulunmak, bunların sorunları konusunda kamuoyunu bilgilendirecek çalışmalar yürütmektir. Ayrıca TV haberciliği alanında eğitim veren kuruluşlarla işbirliği yapmak, üyelerin çalıştığı alan ve konularda yapılan çalışmaları destekleyici, özendirici girişimlerde bulunur ( yılında kendini lağvederek SİNE-SEN bünyesine katılan Sinema Kameramanları Derneği SİNEKAM-DER, 1990 Ankara Film Şenliği bünyesinde bir açık oturum düzenlemiş, başkan Muzaffer Hiçdurmaz ve dernek yöneticisi Mengü Yeğin sektörün

201 Serdar Karakaya 199 sorunlarını ve gereksinimlerini geniş bir perspektifle ortaya koyup kamuoyu ile paylaşmıştır (Berensel, 1991, ss ). Reklam Sektöründe Faal Dernekler ve Vakıflar Reklam sektörü Türkiye nin büyük kentlerinde orta ve büyük ölçekli işletmeler biçiminde var olmaktadır ve özellikle büyük kentlerde sektörün öncü kuruluşları tarafından çeşitli dernekler kurulmuştur. Etkili ve sektörde güçlü üye yapısına ulaşmış olan örnekler şu şekilde sıralanabilir; RD, Reklamverenler Derneği; Sektörün en güçlü işveren derneğidir. 29 Temmuz 1992 yılında kurulan derneğin misyonu Türkiye'de reklamın önemini, etkinliğini, verimliliğini, bilincini anlatmak ve artırmak, reklamla ilgili tüm süreçlerde reklam verenlerin haklarını korumaktır. Dernek; reklamveren - medya - reklam ajansı üçgeninde işleyişi yenileyerek güçlendirmenin yanı sıra, reklam sektöründeki problemlere yepyeni çözümler getirerek gerekli değişimleri başlatma; sistemlerin ve süreçlerin sağlıklı ilerlemesi için etkili adımlar atma amacındadır ( RAD, Reklam Ajansları Derneği; Reklam Ajansları Derneği, aynı diğer sivil toplum kuruluşları gibi bir kuruluştur. Sivil toplum kuruluşu olduğu için diğerleri ile aynı misyon ve vizyona sahiptir. Kulvarları farklı olsa da aynı görevleri ifa ederler. Reklam sektöründe, faaliyet gösteren firma, kurum ve kuruluşları (ajans, matbaa vb.) üyelik sistemiyle kendi çatısı altında toplamaya çalışır ( Reklam Yaratıcıları Derneği; Eski adıyla Reklam Yazarları Derneği 1989 yılında sektörün önde gelen reklam yazarları tarafından kurulmuştur. Reklam yazarlarının güçlerini birleştirerek ve bir reklam yazarlığı bilinci yaratarak, meslek çıkarlarını korumak amacıyla kurulan Reklam Yazarları Derneği, 2001 yılında gerçekleştirilen Genel Kurul ile Reklam Yaratıcıları Derneği adını almış ve sadece reklam yazarlığı mesleğinin değil, tüm reklam yaratıcılarının mesleki çıkarlarını koruyacak şekilde yeniden yapılanmıştır ( Reklamcılık Vakfı; Reklamcılık sektörünün büyümesiyle ve reklam sektörünün ihtiyaçlarını karşılamak için Reklamcılar Derneği tarafından 1998 yılında kurulan vakıf reklamcılık alanında çeşitli eğitimler düzenlemekte çeşitli projeler yürütmektedir. Reklam sektörünün her yönüyle gelişmesine destek olmaktadır. Reklamcılık alanlarıyla ilgili çeşitli yayın ve CD ler çıkararak eğitime destek vermektedir. Reklamla ilgili çeşitli araştırmalar yaparak bu sonuçları yayınlamaktadır. Reklamcılık Vakfı çalışmalarıyla reklamcılığın tanımını yapmakta, reklamcıların gelişimine destek vermekte ve toplum içinde reklamcılık mesleğinin saygın bir yere sahip olması için çalışmalar yapmaktadır. Buna bağlı olarak çeşitli etkinlikler ve tanıtımlar yaparak, kitaplar yayınlamakta ve eğitimler, seminerler vermektedir. Staj programları organize etmekte, işe yerleştirme programları yürütmektedir. ( Reklam Özdenetim Kurulu; Reklamın, tüketiciye ve topluma karşı sorumluluğu çerçevesinde yasal, ahlaki, dürüst ve doğru olması gerektiğinin bilincindeki reklam verenler, reklam ajansları ve mecralar Uluslararası Ticaret Odası nın dünyaca kabul görmüş Reklam

202 200 LaborComm 2014 Bildiriler Kitabı Uygulama Esasları nı Türkiye de uygulamaya koymak üzere Reklam Özdenetim Kurulu kurmuşlardır. EMEK ÖRGÜTLENMELERİ VE SENDİKALAŞMA Sendikanın farklı kaynaklardaki tanımlanmasında belirgin biçimde öne çıkan iki kavram vardır; Emek ve örgüt. Çeşitli tanımları harmanlayıp en kısa biçimde özetlersek; Sendika emekçilerin ortak mali ve sosyal çıkarlarını elde etmek ve korumak amacıyla bir araya gelerek kurdukları yasal örgütlerdir. Tarihsel süreç içinde baktığımızda, sendikalar ilk olarak İngiltere de ortaya çıkmıştır. İngiltere, endüstri devriminin doğduğu yer olduğu gibi sınıf sendikacılığının da ortaya çıktığı ülkedir. 18. yüzyılın ortasından sonra İngiltere de sendikal oluşumlar görülmeye başlandı. İlk sendikalar meslek sendikaları biçiminde kurulsa da, yaygınlaşması ve bütün isçileri kapsaması uzun sürmedi. Sendikaların doğmasıyla birlikte, isçi sınıfının mücadelesi daha da gelişti. İsçiler yasama ve çalışma koşullarını düzeltmek amacıyla taleplerini daha örgütlü ve ısrarlı savunur hale geldiler. Yaptıkları her eylem bir birikim oldu. Her birikim yeni bir eylemin rahmine dönüştü. İsçiler, bu mücadele içinde taleplerini karşılamak istemeyen işverenlere karşı, bir mücadele silahı olan grevi keşfettiler. Bu tarihsel silah, sınıf bilincinin, birlik ve dayanışma duygusunun gelişmesine paralel olarak güçlendi. ( Sendikalaşma, ülkelerin siyasi yapıları ile ilgili olduğu kadar, kuşkusuz endüstrileşme düzeyi, bağımlı çalışanların sayısı, işgücünün yapısı, işsizlik ve kayıt dışı istihdam oranı, işverenlerin tutumu, mevcut sendikaların çalışma yöntemleri ve endüstri ilişkilerini düzenleyen yasal çerçeveyle de yakından ilgilidir. Bu bağlamda, Türkiye de özgür sendikacılık, toplu ilişkiler düzenine hareket kazandıran yeterli sayıda işçi kesiminin oluşmasına, siyasi rejimin giderek demokratikleşmesine, keza çoğulcu boyut kazanmasına paralel olarak gelişme fırsatı bulmuştur. Türk sendikacılığında sendikalaşma süreci, endüstrileşme düzeyi, bağımlı çalışanlar sayısı, siyasi konjonktür, ekonomi politikalarındaki köklü değişimler, endüstri ilişkileri sistemini düzenleyen yasal çerçeve değişiklikleriyle bağıntılı olarak yasallık kazandığı 1947 den günümüze kadar; , ve 1983 sonrası olmak üzere üç evrede incelenebilir. (Mahiroğulları, 2008) TÜRK SİNEMASINDA SENDİKALAŞMA SÜRECİ döneminde Muhsin Ertuğrul un tekelinde bulunan yerli filmciliğin 1940 lar boyunca yeni bir yönetmenler, teknisyenler ve senaristler grubunu yavaş yavaş da olsa barındırmaya başlaması da etkilidir sonrası Türk sineması için olduğu kadar, Türkiye ve hatta dünya düzeni için de dönüm noktasıdır. II. Dünya Savası sonrası ortamda Faşizm ve Nasyonal Sosyalizm tehditlerinin ortadan kalkmasıyla yeni güç dengeleri oluşmuş, SSCB ve ABD arasında Soğuk Savaş başlamıştır. Türkiye de gerek iç gerek ise dış dinamiklerin etkisi ile bu yeni düzende yerini alacaktır (İnceoğlu, 2008). Türk Sinemasının üretimde ve tüketimde tırmanışa geçtiği yıllar ellili yıllardır. Bu dönem Türk Sinemasının sinemacılar dönemi adı verilen ve sinemanın anlatım dilinin geliştiği, olgunlaşmaya başladığı dönemdir. Güçhan (1992) dönemin bir başka özelliğinin Anadolu da elektrifikasyonun yaygınlaşmasıyla birlikte sinemaya gitme davranışının toplumda yerleşmeye başladığını belirtir. Ellili yıllar aynı zamanda gazete ve dergilerde sinema üzerine düşünen ve yazan bir kuşağın etkili olmaya başladığı yıllardır. Bu dönemi izleyen altmışlı yıllar toplumsal, siyasal ve kültürel hayatta büyük değişim ve dönüşümlerin yaşandığı yıllardır. Sinema alanı da bu değişim ve dönüşümden payını almış, sinemamızda toplumsal gerçekçilik akımının etkileri hissedilmeye başlanmıştır.

203 Serdar Karakaya 201 Özön (1995) dönemin sinemasının ekonomik güçlenmesini yasal düzenlemelerle ilişkilendirir; 1948 yılındaki yasal düzenlemeyle belediye eğlence vergisinin, yerli filmlerden yabancı filmlere göre daha az alınması kararı ekonomik açıdan yerli film endüstrisinin hızlı bir yükselişine yol açar. Türk Sinemasında 1948 yılı ekonomi-endüstri bakımından, 1950 yılı sanatsal açıdan bir dönüm noktasıdır. Sinemanın bu dönemde popülerleşmesinin bir önemli göstergesi de salon sayısındaki değişimdir. Salon sayısı 1949 yılında 200 civarındayken 1968 yılında 1400 e ulaşmıştır (Dorsay, 1985, s. 50). Yapımcıların bir araya gelişinden sonra ilk emek örgütlenmesi 1962 yılında kurulan Sinema İşçileri Sendikasıdır. Kısa adı Sine-İş olan bu sendika ilginç biçimde sinema emekçilerinin değil bir yapımcı ve yönetmen olan Metin Erksan ın öncülüğünde kurulur. İlk yıllarında çok etkili olamayan ve fazla varlık gösteremeyen Sine-İş Sendikası artan toplumsal bilinç ve siyasal iklimin de etkisiyle kuruluşunun dördüncü yılından sonra ilgi görmeye ve üye sayısını arttırmaya başlar. Halit Refiğ sendikanın bu döneminde yaşananları şu şekilde aktarır; yılında Türk Sineması dışarıdan gaddarca hücumlara uğrarken Metin Erksan, Lütfi Akad, Duygu Sağıroğlu, Ertem Göreç ve ben Türkiye Sinema İşçileri Sendikası nı (Sine-İş) sinemamızın meselelerine memleket gerçekleri açısından yaklaşan bir kuruluş haline getirmeye çalıştık. Üye sayısı yüzü bulmazken on on beş gün içinde bini geçti. Bizim savunduğumuz fikir şuydu: Türk Sineması sermayeye dayanan bir sinema değildir. Türk Sinemasında gerçek değer emektir. Onun için Sine-İş Batılı sendikalara benzemeyen özel bir meslek politikası takip etmelidir.. (Refiğ, 1971, s. 54). Yetmişli yıllar ülkenin yoğun biçimde politize olduğu, kamplaşma ve çatışmanın tırmandığı yıllardır. Vedat Türkali 4 Nisan 1974 yılında yapılan sinemada meslek örgütlenmesi sempozyumu için yazdığı bildiride bu dönemde sinemada örgütlenme sorununa değinirken iki ana yaklaşımdan söz eder;..sinemamızın temeldeki sorunlarına el atıp bugünkü kargaşa ve yıkım önlenmedikçe sürekli bir güvence sağlayabilir miyiz? Yoksa asıl çözüm sinema sorununu bütün yanları ve boyutlarıyla ele almaktan mı geçiyor?. Ötesi şimdi bizi ilgilendirmez, biz bugünkü çıkarlarımıza bakalım diyen görüş sendikalizmdir. Yani işçinin, işçi sınıfı örgütü sendikanın bütün sorunu, işverenle birkaç kuruşun pazarlığına oturmak, pay koparmaktır. Bu daha çok Amerikan tipi sendikacılıktır. İkinci görüş, işçinin içinde yaşadığı toplum ve dünya sorunlarına siyasal, ekonomik açılardan yaklaşması, kendi çıkarları açısından değerlendirmesi, giderek ülkenin bütün sorunlarına çözüm getirebilecek biçimde bilinçli ağırlığını koymasıdır.. (Türkali, 1985, ss ) yılında işveren sendikası cephesinde bir değişiklik yaşanmıştır. Türkiye Yerli Film Prodüktörleri İşverenler Sendikası ile Türk Film Prodüktörleri İşverenler Sendikası birleşmiş ve yeni sendika, Türkiye Ulusal Film Prodüktörleri İşverenler Sendikası adını almıştır (Milliyet Gazetesi, , s.8). Ülkenin iyiden iyiye politize olduğu yetmişli yıllarda örgütler zaman zaman bir araya gelerek, toplantı, forum, basın açıklaması, yürüyüş gibi eylemlerle güç birliği tutumu da göstermiştir. Örneğin 25 Kasım 1977 yılında örgütlü ve örgütsüz tüm sinema emekçileri büyük yürüyüş olarak anılan İstanbul dan Ankara ya uzanan bir eylem gerçekleştirir. Bu eylem senarist, oyuncu, yapımcı, yönetmen, yardımcı oyuncu, set işçileri, sanat yönetmenleri gibi sinema alanında çalışan tüm emekçilerin yoğun katılımıyla gerçekleşir. Yürüyüşe o gün için faal olan tüm sektörel örgütlenmeler destek verir (Türkali, 1977, s. 117).

204 202 LaborComm 2014 Bildiriler Kitabı Diğer bir kenetlenme çabası daha yakın tarihlidir; 25 Temmuz 1997 yılında dönemin Kültür Bakanlığı ve altı sinema örgütü bir toplantı düzenlemiş ve yayınladıkları ortak bildiride sinemamızın üretim, dağıtım ve gösterim sorunları, çözüm önerileri konusunu 8 başlıkta duyurmuştur. Se-Sam, Film-Yön, SODER, Fiyap, ÇASOD ve Sine-Sen katılımıyla gerçekleşen toplantı ve bildiriden hiçbir ciddi yaptırıma ulaşılamamıştır. (Kuzu, 1987, ss. 4, 5, 6). Scognamillo (2002) sinema devlet ilişkilerini kronolojik olarak ele aldıktan sonra 1940 lardan 1980 sonlarına kadar, sinema ve devlet ilişkisinde sonu gelmez vaatler, teklifler, kanun tasarıları, şuralarla dolu verimsiz bir süreç yaşandığını vurgular. Bu kronolojik sıralamada meslek örgütlenmelerinin devlet nezdindeki girişimleri önemli yer tutmaktadır. Sinema, televizyon ve reklam sektöründe Batılı ülkelerdeki sendikalaşmaya baktığımızda iki önemli örnek vermek olasıdır; Amerika Birleşik Devletleri nde Hollywood sanatçılarının sendikası SAG uzun yıllardır faaliyet göstererek grev hakkı, çalışma koşulları, maaş ve sosyal güvencenin sabitleştirilmesinin yanı sıra, eser korsanlığına karşı somut yasalar çıkmasında en etken gücü teşkil etmektedir. Sendikaya bağlı sanatçıların sendika prensiplerine uygun olmayan projelerde yer alması ise yasaktır. İngiltere`de ise yine uzun yıllardır faaliyet göstererek 36 bin üyeye ulaşan EQUITY Sanatçı Sendikası, devlet ve yasal yaptırımlar bağlamında ciddi bir güç olarak kabul görmekte. Sendika üyeleri, sağlık sigortası güvencesinin ve belirlenmiş, sabit çalışma koşulları ve ücretlerinin yanı sıra, 10 milyon poundluk kamu mali sorumluluk sigortası hakkına da sahiptir. ( Sinema, Televizyon ve Reklam Sektöründe Faal Sendikalar SİNE-SEN, Sinema Emekçileri Sendikası; Sine-SEN Türk Sinema sektöründe en köklü sendikal yapılanmanın temsilcisidir. Kitle ve sınıf sendikacılığını kuruluşundan bugüne temel ilke olarak benimsemiştir itibarıyla üye sayısı 2000 e yaklaşmıştır. Üyeleri arasında sinema ve televizyon sektöründe emek verenler ağırlıklıdır. 5 Kasım 1977 de altı derneğin ortak katılımıyla düzenlenen Sansüre Hayır Ankara yürüyüşü sırasında düşünsel temeli atılır. Bu yürüyüş sinema alanında örgütlenmenin ve güç birliğinin önemini bir kez daha ortaya koyar ve DİSK e bağlı bir sendika olarak 5 Ocak 1978 de Sinema Emekçileri Sendikası adıyla kurulup tüzel kişilik kazanır. Kısa bir süre içinde örgütlenmesini tamamlayan sendika ciddi bir üye sayısına ulaşır. Ancak birkaç yıl sonra 12 Eylül 1980 yılında gelen büyük yıkım başta parlamenter yapı olmak üzere tüm dernek, sendika, siyasi partiler, sivil toplum örgütlerini olduğu gibi Sine-Sen i de ortadan kaldırmıştır. 12 Eylül faşizminin uygulamalarından en sert biçimde etkilenmiş, yok edilmeye çalışılmıştır. Sendika sözde sivil demokrasiye geçilen 1983 sonrası dönemde toparlanmaya çalışmış, adeta küllerinden yeniden doğmuş ve günümüzde sektörün en güçlü sendikal ve sivil örgütü haline gelmiştir. Oyuncular Sendikası; Sahne, Perde, Ekran, Mikrofon Oyuncuları Sendikası, kısa adı ile Oyuncular Sendikası, Oyuncular Sendikası Girişimi nin yoğun çalışması ile kurulmuştur. Oyunculuk mesleğinin Türkiye de hak ettiği standartlara gelebilmesi için bir sendikaya ihtiyaç olduğunu düşünen oyuncular, Oyuncular Sendikası Girişimi ni başlatmıştır. Girişimin amacı, profesyonel bir yönetim modeli, profesyonel kadro; şeffaf ve katılımcı bir yapı ile tüm sahne, perde, ekran ve mikrofon oyuncularını bağımsız bir çatı altında toplamak; oyunculuğun tanımlanması ve kanunen tanınmasını sağlamak için çalışma koşullarını düzeltebilecek tek örgütlenme modeli olan Oyuncular Sendikası nı kurmak olarak belirlenmiştir. Oyuncular Sendikası Girişimini herhangi bir meslek örgütünün devamı değil bağımsız bir yapılanmadır. Ancak diğer meslek örgütleriyle sıkı bir işbirliği anlayışını

205 Serdar Karakaya 203 öngörür. Üyelerinin tümü eşit söz hakkına sahiptir ( Bu ilkelere inanan ve destek veren her oyuncu girişimin bir parçası olmuş ve girişim 29 Mart 2011 de Oyuncular Sendikası nın resmen kurulmasını sağlamıştır. Sendika, Eylül 2011 Cumartesi ve Pazar günleri Kadir Has Üniversitesi Cibali Kampüsü nde ilk olağan genel kurulunu gerçekleştirmiş, ana tüzüğü gereğince belirlenen yönetim kurulu, denetim kurulu ve disiplin kurulu gibi zorunlu organları oluşturulmuştur. 1 Mayıs 2011` de Taksim` deki kutlamalarda yerini alarak varlığını hissettiren sendika üyeleri, dizi setlerindeki çalışmalarının sıkıntılarından iş saatlerinin uzunluğuna, emeklilik koşullarından sosyal güvence durumuna varana dek birçok soruna alternatif yaratabilme talebiyle ve örgütlü mücadeleyi büyütme misyonuyla hareket ettiklerinin altını çizdi. 400 oyuncu üyeyle gerçekleşen kongrede; emeklilik primlerinin mesleğe göre düzenlenmesi, oyuncuların emeklilikle ilgili sorunlarının çözülmesi, oyuncuların telif haklarını devretmesinin genel uygulama olmaktan çıkarılması, tüm oyuncuların sosyal güvencelerinin sağlanması, tüm alanlarda taban ücreti belirlenmesi, çalışma koşullarına göre işsizlik sigortası düzenlenmesi, temel çalışma koşullarının belirlenmesi gibi başlıklarda ilke kararları alınmıştır. Yaptığı konuşmada, uzun zamandır büyük emek harcadıklarını ve istediklere yere varabilmek için örgütlü bir gücün gereksinimi hissettiklerini belirten başkan Mehmet Ali Alabora özetle şunları belirtmiştir; Örgütlenme hep sancılı bir süreçtir. Ama biz bu süreci dayanışmayla çok güzel geçirdik. 29 Kasım daki toplantıdan bu yana dokuz ay 10 gün geçti. Karşılaşılan en büyük zorluklar mevzuatlarla ilgili. 82 anayasasının getirdiği zorluklar var. Sendikalar özellikle trajikomik işlerle uğraştırılıyor. 63 kişi sendikayı kurduk, kanunda yazan her şeyi yaptık. Dilekçemizi verdik. Ancak Çalışma Bakanlığı na gittiğimizde hiçbirimizin üye olmadığını gördük, çünkü üyelik olması için noterden üye olmanız gerekiyor. Gittik, kendi kurduğumuz sendikaya noterden üye olduk.. Şimdi başrol dayanışmanın sloganı bir çağrıydı. Artık başrol dayanışmanın sloganı da harekete geçtiğimizin kanıtıdır. Temel çalışma koşullarımızı elde edebilmek ve oyunculuk standartlarını temel seviyeye taşıyabilmek için mücadele ediyoruz. Bu alanda çalışan herkese kapımız açık. İlk hedefimiz bağlı çalışan olabilmek. Bağlı çalışanız ama Bağ-Kur luyuz. Serbest meslek gibi görünüyor. İşverenler güvencemizi sağlamalı. Dayanışma devam ederse, yılda hedeflerimiz gerçekleşecek ( İlgili sendika mevzuatına göre üye sayısına ulaşmadan grev yapma hakkının doğmaması, eyleme geçme ve hak arama noktasında Oyuncular Sendikası nın elini kolunu bağlayan en ciddi engeldir. Çünkü sektörde oyunculukla geçinen ve başkaca mesleği olmayan kişi sayısı civarındadır. Sendikaya kayıtlı üye sayısı 2013 yılı itibarıyla ye ulaşabilmiştir. Reklam sektöründe doğrudan işveren ve emek sendikası oluşumu yoktur. Ancak reklam sektörünün üretim cephesinde var olan iş gücü aynı zamanda televizyon ve sinema sektöründe de var olan işgücüdür. Dolayısıyla reklam sektöründe bütünüyle bir emek örgütsüzlüğünden söz edilemez. SONUÇ Yapısal özellikleriyle iç içe geçmiş olan bu üç sektörde işveren ve emek cephelerindeki örgütlenme yapısını yukarıdaki gibi ortaya koyduktan sonra en belirgin sorunun bölünme olduğu söylenebilir. Özellikle meslek birliklerindeki kurumsal çeşitlilik dikkat çekicidir.

206 204 LaborComm 2014 Bildiriler Kitabı Sinema alanındaki sendikal yapılanmada böylesi bir çeşitlilik yoktur. SİNE-SEN ve Oyuncular Sendikası kuruluş amaçları, tüzükleri ve ortaya koydukları eylemler bakımından birbirine rakip değil tamamlayıcı örgütlenmeler biçiminde var olmalıdır. Bölünme, gerek işveren gerekse emek cephesinin hak arama ve mesleki birlikteliklerinde süreç içinde istikrarsızlığı ve verimsizliği getirir. Binlerce televizyon kanalının ve sinema salonunun var olduğu, ülke sinemasının sektörden endüstrileşmeye doğru büyüme ivmesi kazandığı, görsel-işitsel dijital teknoloji devriminin yeni bir kültür endüstrisi yapılanmasına doğru yöneldiği iki binli yıllarda emek ve meslek örgütlenmesi olması gereken yerde değildir. Ana akım medya ve İstanbul merkezli sinema sektörü dışında kalan; yerel ve bölgesel ölçekli televizyon kuruluşlarında, Anadolu şehirlerinde küçük çapta faaliyet gösteren reklam kuruluşlarında binlerce nitelikli insan emek sömürüsüne maruz kalmaktadır. Bu büyük emekçi kitle için iş güvenliği, çalışma koşulları ve düşük ücret en temel üç sorundur. Yanı sıra, çok büyük bölümü meslek örgütlenmelerinin ve sendikal yapılanmanın tamamen dışındadır. Türk sinema, televizyon ve reklam sektörünün gelişen, büyüyen üretim ve kazanç, değişim-dönüşüm süreçlerine paralel olarak; çağdaş, yenilikçi, demokratik, temel hak ve özgürlüklere uygun biçimde meslek örgütlenmelerine, emek sendikalarına ve dernek yapılanmalarına gereksinimi vardır. Her şeyden önce işgücünün talepleri bu yönde olmalıdır. Mevcut yapılanmalarla ileri toplum ölçütlerine ulaşmak olanaksızdır. KAYNAKÇA: Arslanbay, H. (1995). Bütün Mesele Konsept Yaratmak. Antrakt Aylık Sinema Dergisi, Sayı 46. s Berensel, E. (1991). Sinema Emekçileri.. 25.KARE Sinema Kültürü Dergisi, Sayı 2. s Dorsay, A. (1985). Sinema ve Çağımız 2. İstanbul: İmge Yayınları. Erkılıç, H. (2003). Türk Sinemasının Ekonomik Yapısı ve Bu Yapının Sinemamıza Etkileri. Sanatta Yeterlik Tezi, Mimar Sinan Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul. Güçhan, G. (1992). Toplumsal Değişme ve Türk Sineması. İstanbul: İmge Yayınları. İnceoğlu, M. Ç. (2008). Modernleşme ve Türk Sineması. Yayımlanmamış Doktora Tezi, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İletişim Bilimleri Anabilim Dalı, İstanbul. Kuzu, H. (1997). Devlet ve Sinema, Antrakt Sinema Dergisi, Sayı 67, s. 4, 5, 6. Mahiroğulları, A. (2005). Türkiye de Sendikalaşma. C.Ü. İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, Cilt 2, Sayı 1, Doç.Dr. Feramuz AYDOĞAN ın Anısına Milliyet Gazetesi, Özön, N. (1995). Karagözden Sinemaya Türk Sineması ve Sorunları Cilt 1. İstanbul: Kitle Yayınları. Özön, N. (1995). Karagözden Sinemaya Türk Sineması ve Sorunları Cilt 2. İstanbul: Kitle Yayınları. Özgüç, A. (1990). Başlangıcından Bugüne Türk Sinemasında İlkler. İstanbul: Yılmaz Yayınları.

207 Serdar Karakaya 205 Özgüç, A. (1995). Filmciler, Yapımcılar ve Bir Örgütlenmenin Kısa Tarihi. Antrakt Aylık Sinema Dergisi, Sayı 56, s.48. Refiğ, H. (1971). Ulusal Sinema Kavgası, İstanbul: Hareket Yayınları. Scognamillo, G. (2002). Türk Sinemasının Ekonomik Tarihine Giriş 2. Yeni İnsan Yeni Sinema Dergisi, Sayı, 10, s Türkali V. (1985). Bu Gemi Nereye. İstanbul: Cem Yayınları. ELEKTRONİK KAYNAKLAR ang=tr

208

209 Emeğin Karikatürü: Emek Temalı Karikatürün Osmanlı/Türk Mizah Basınına Girişi İ. Arda ODABAŞI Özet: 1908 Jön Türk Devrimi ile açılan II. Meşrutiyet döneminde genel olarak basın alanında özel olarak da mizah basınında bir atılım yaşandığı görülmektedir. Diğer yandan söz konusu dönemin, emek tarihi ve işçi hareketleri bakımından da tarihimizde özel bir yere sahip olduğu söylenebilir. Nitekim esas itibariyle bir tarım toplumu olan Osmanlı da ilk dikkate değer işçi hareketleri II. Meşrutiyet yıllarında belirir. Emek dünyasındaki gelişmeler dönem basınına çeşitli şekillerde yansımış ve basın tarafından çeşitli şekillerde yansıtılmıştır. Bu tür gelişmeler genelde ciddi basın ın ilgi alanına girmiştir. Doğal olarak, emek tarihi üzerine daha sonra yapılan akademik çalışmalar da ciddi basın ı esas almışlardır. Mizah basını ile emek hareketlerinin gelişimlerinin kesiştiği bir tarihsel kesitte, bu iki düzlem arasındaki etkileşimi tartışmak hem basın hem de emek tarihi literatürümüz açısından faydasız olmayacaktır. Nitekim gerçekten de emeğin mizahi çizimine, diğer bir deyişle, emek temalı karikatürlerin Osmanlı/Türk mizah basınına girişine bu dönemde rastlanır. Bu bildiride Kalem, Cem, Karagöz, Lak Lak, Davul, Alem gibi dönemin önde gelen mizah gazete ve dergilerinde yer verilen emek temalı karikatürler konu edilecektir. Başlangıcından 1908 e Osmanlı/Türk Mizah Basını 1 Türk basın tarihinin başlangıcı kabul edilen Takvim-i Vakayi nin 1831 de yayın hayatına girişinden 36 yıl sonra (1867 de) mizahi bir yayın olmayan İstanbul gazetesinde ilk karikatürler yer bulacaktır. İlk Türk mizah yayını ise, 1868 de çıkmaya başlayan Terakki gazetesinin aynı adı taşıyan eki olarak 11 Mayıs 1870 de yayın hayatına girer. İlk mizah dergisi olan Terakki, Aralık 1870 te Terakki-Eğlence adını aldıktan sonra sayfalarında karikatüre yer verecektir (Çeviker, 1986, ss. 17, 20-21, , ; Üyepazarcı, 2006, ss ). Teodor Kasab Efendi nin 1870 te çıkarmaya başladığı ve müstakil (ek olmayan) ilk Osmanlı/Türk mizah dergisi Diyojen in, 1873 te çıkarmaya başladığı Çıngıraklı Tatar ve Hayal in, Mehmet Tevfik in (Çaylak veya Çopur Tevfik) 1876 da çıkarmaya başladığı Çaylak ın mizah basını tarihimizde önemli yerleri vardır. Hayal, Tanzimat döneminde en çok karikatür yayımlamış süreli yayındır ve Osmanlı karikatürünün gelişimine ciddi katkıda bulunmuştur. Çaylak da dönem karikatürünün en seçkin örneklerini içerir (Çeviker, 1986, ss , 87, 107, , , 133; Gündoğdu, 2009; Üyepazarcı, 2002). İlk mizah dergisinin yayın hayatına girdiği 1870 den, Sultan II. Abdülhamit in Mebusan Meclisi ni tatil ettiği Şubat 1878 e dek 20 kadar mizah yayını çıkmıştır. (Çeviker, 1986, ss. 24, ; Koloğlu, 2005, s. 26) dönemi karikatüründe belediye hizmetleri, çağdaşlaşma, Batılılaşma ile değişen toplumsal yaşam, gündelik yaşama ilişkin sorunlar, ekonomi ve borsa, matbuat dünyası, kadın ve kadın-erkek ilişkileri, savaş ve barış, politika, ilerleme, özgürlük, eşitlik, adalet ilkeleri, eğitim, çocuk ve fantezi temaları işlenmiştir. (Çeviker, 1986, ss ; Koloğlu, 2010, ss ). 1 Osmanlı İmparatorluğu nda değişik dillerde yayınlar çıkmıştır. Bu bildiri, Osmanlı Türkçesi kullanan basın ile sınırlıdır. O nedenle Osmanlı/Türk Mizah Basını tabiri tercih edilmiştir. LaborComm Uluslararası İşçi ve İletişim Konferansı, 3-4 Mayıs, Ankara

210 208 LaborComm 2014 Bildiriler Kitabı Georgeon un deyişiyle, matbaa ve basın gülmecenin gücünü on katına çıkarır. Tirajı genellikle ciddi gazeteleri geride bırakan mizah basını ile birlikte gülmenin sınırları genişler. Böylece gülme, çok daha geniş ölçekteki okuyucular arasında görünmez, dolayısıyla daha denetim dışı ve tehlikeli bir iletişim kurmaktadır. Aynı zamanda siyasi hiciv unsuru taşıyan mizah yıkıcı dır. Devlet için artık tehlikeli hale gelen bir gülme söz konusudur (2007, ss ). Bu durumun sonucu olarak, özellikle siyasi hicve tahammül gösteremeyen iktidarlar eliyle, döneminde basının tümüne olduğu gibi, muhalif Yeni Osmanlılar ile yakın teşrik-i mesai içinde bulunan mizah basınına da daha en başından sansür uygulanmış ve bu tür yayınlar (ihtar, geçici kapatma, kapatma, yayıncı için sürgün/hapis gibi) çeşitli baskı ve cezalarla karşı karşıya kalmışlardır (Çakır, 2006; Çeviker, 1986, ss ; Erdem, 1998; Gündoğdu, 2009, ss. 55, 62-63). Yine de başlangıç dönemi olan de mizah basını ve karikatür dikkate değer bir gelişme göstermiştir (Çeviker, 1986; Nalcıoğlu, 2013, ss ; Özdiş, 2010) den 1908 e 30 yıl sürecek olan İstibdat döneminde ise mizah basını külliyen yasaklanmış, mizah yayınlarına kesinlikle izin verilmemiş, en şiddetli sansür bu alanda uygulanmıştır. Bu nedenle karikatür, Çeviker in yerinde deyişiyle, Jön Türkler le birlikte sürgüne çıkmıştır. II. Abdülhamit rejimine muhalefeti yurtdışında sürdüren Jön Türkler, Londra, Folkstone, Cenevre, Kahire gibi şehirlerde 10 kadar mizah yayını çıkarmışlardır. Sultan II. Abdülhamit in şahsını ve rejimini en sert dille eleştiren bu yayınlar ülkeye ancak yasadışı yollardan sokulabilmiştir e dek gelişme gösteren Osmanlı/Türk mizah yayıncılığı ve karikatürcülüğü böylece tam bir durgunluk dönemine girmiştir (Çeviker, 1986, ss ; Koloğlu, 2005, ss ; Koloğlu, 2010, ss ) Devrimi ve Mizah Basınında Patlama 1908 Jön Türk Devrimi ile birlikte sansürün fiilen kalkmasıyla bir basın patlaması olgusu belirmiştir yılında Osmanlı topraklarında çıkan süreli yayınların sayısı 120 dir (Koloğlu, 2010, ss ). Halbuki Hürriyet in İlanı ndan sonra sadece ilk bir buçuk ayda 200 ün üzerinde süreli yayın imtiyazı alınmış, bu sayı gün geçtikçe artmıştır (İskit, 1943, s. 144). O güne dek görülmedik sayıda, çeşitte ve nitelikte yayın ortaya çıkmıştır. 30 yıl boyunca susturulan toplumda gazete-dergi çıkarmak salgın hâlini almış, basın olağanüstü bir dinamizm kazanmıştır. Başta İstanbul, bütün ülkeye yayılan bu patlama, hem nicelik hem de nitelik düzleminde yaşanmıştır. 2 Mizah basını, bu sıçramanın önemli bir parçasıdır. Bizde mizah 1908 inkılâbından sonra gerçek bir hüviyet al mıştır (Çapanoğlu, 1970, s. 5). II. Meşrutiyet, Türk karikatüründe bir devrimin gerçekleştiği çok önemli bir dönemdir. (Çeviker, 1988, s. 17). 30 yıllık yasağın ardından mizah ve karikatür özlemi iyice kökleşmiş haldedir. Nitekim hem II. Meşrutiyet basınında en büyük patlama yapan türlerden biri mizahtır hem de Türkiye de bu sanat etkili atılımını II. Meşrutiyet yıllarında gerçekleştirmiştir (Koloğlu, 2005, s. 116; Koloğlu, 2010, ss. 196, 202) Devrimi nin basın patlaması içinde, Sultan II. Abdülhamit in tahammül edemediği mizah yayınlarındaki patlama göz alıcıdır: Başlangıcından (1870 ten) 1908 e yaklaşık 40 yılda, yurtiçi ve dışında toplam 30 kadar mizah yayınına karşılık, yılları arasında (10 yılda) yaklaşık 100 mizah gazete ve/veya dergisi çıkmıştır (Çeviker, 1988, ss. 17, ). 2 Bu patlamanın süreli yayınların sadece adedi, çeşidi ve coğrafi dağılımında değil, tiraj ve okur sayısında da tespit edilebildiği belirtilmelidir. Tirajlar sıçramış, okur kitlesi genişlemiştir. 3 II. Meşrutiyet döneminde mizah yayıncılığı, dergi ve gazetelerin dışına da taşar. İlk karikatür albümü, yıllıklar, karikatür-kartpostallar ve çizgili el bildirileri çıkmış olmaktan başka, ilk karikatür sergisi de 1918 de açılmıştır (Çeviker, 1988, ss ).

211 İ. Arda Odabaşı 209 Bu süreli yayınların büyük bir kısmı kısa ömürlü olsa da Osmanlı/Türk mizahının nitelikli ve köklü örnekleri bu dönemde belirmiştir. II. Meşrutiyet yıllarının gerek içerik (metin ve çizim) kalitesi gerekse kalıcılık (görece uzun ömürlülük) bakımından en önemli mizah yayınları Karagöz, Kalem ve Cem dir Devrimi nin İşçi Sınıfına Getirdiği Hareketlilik 1908 Devrimi nin beraberinde getirdiği patlamalardan biri de işçi hareketlerinde yaşanmıştır yılının özellikle Ağustos ve Eylül ayları Osmanlı İmparatorluğu nda o güne dek görülmedik ölçüde hızlı, yaygın ve büyük bir grev dalgasına sahne olur. Hemen tüm işkollarını kapsayan grevler, doğal olarak, işçi sınıfının görece gelişmiş bulunduğu İstanbul, Selanik ve İzmir gibi şehirlerde yoğunlaşmıştır (Güzel, 1996, ss.31-59; Yıldırım, 2013, ss , ). Osmanlı İmparatorluğu nda modern anlamda ilk grevin gerçekleştiği 1872 den Temmuz 1908 e dek (36 yılda) toplam 92 grev örgütlenmiştir. Buna karşılık, 1908 yılının Temmuz- Aralık aylarında (5 ayda) gerçekleşen işçi grevi sayısı 143 tür ve bunların çoğu da sadece iki aya (Ağustos-Eylül) sığmıştır. Bu büyük grev dalgası karşısında, iş uyuşmazlıklarının çözümünü, grev ve sendikalaşmayı düzenleyen geçici bir kanun (Tatil-i Eşgal Cemiyetleri Hakkında Kanun-ı Muvakkat) 8 Ekim 1908 de yürürlüğe sokulmuş, sekiz ay kadar sonra (9 Ağustos 1909 da) ise kanun metni bazı değişikliklerle, Tatil-i Eşgal Kanunu olarak Meclis-i Mebusan tarafından kabul edilmiştir (Ökçün, 1996; Yıldırım, 2013, ss ). Yasal düzenlemelerin de etkisiyle grev dalgası zamanla durulmuş olsa da son bulmamıştır: yılları arasında 83 grev görülür (Yıldırım, 2013, ss. 225, 264, , , 368). II. Meşrutiyet döneminin ilk yarısında işçi hareketi, örgütlenme düzleminde de belirgin şekilde gelişmiştir. İşçiler sendika, cemiyet, dernek, kulüp gibi isimler altında hemen her üretim alanında örgütlenmişlerdir (Güzel, 1996, ss.70-83; Yıldırım, 2013, ss ). 5 II. Meşrutiyet te Emeğin Karikatürize Edilişi Emek dünyasındaki bu hareketlilik, halihazırda zaten dinamizm içinde bulunan dönem basınına doğal olarak çeşitli şekillerde yansımıştır. Kuşkusuz, bu durum öncelikle ciddi basın için geçerlidir. 6 Ancak, mizah basını da emek olgusuna tümüyle duyarsız kalmamış ve II. Meşrutiyet döneminde emek teması ilk kez Osmanlı/Türk karikatürüne girmiştir. II. Meşrutiyet dönemi karikatüründe başlıca temalar şunlardır: belediye ile ilintili sorunlar, toplumsal yaşam, kadın, kadın-erkek ilişkileri, aile ve çocuk, eğitim, sanat dünyası, matbuat dünyası, fantezi, hürriyet, adalet, eşitlik, kardeşlik ilkeleri, İstibdat rejimi ile ilgili konular (hafiyeler, jurnalcilik, sansür vs.), II. Abdülhamit, politik yaşam, ekonomi, savaşlar, ilerleme ve gelişme, ünlü kişiler (Çeviker, 1988, ss ). Dönem karikatürünün bir diğer teması da işçi-işveren/emek-sermaye ilişkileri ve grevlerdir. II. Meşrutiyet öncesinde böyle bir olgu söz konusu değildir. Örneğin 1908 den önce de grevler yaşanmış olmakla birlikte, bunlar karikatüre girememiştir. II. Meşrutiyet karikatüründe işçi-işveren, toprak işçisi-ağa ve grev olguları ele alınmıştır. Bunlar Tanzimat karikatüründe olmayan şeylerdir (Çeviker, 1988, ss. 38, 51). 4 Karagöz bütün II. Meşrutiyet dönemi boyunca, Kalem yaklaşık üç yıl, Cem ise yaklaşık bir yıl yayın hayatında kalmıştır (Heinzelmann, 2004). 5 Ancak, işçi örgütlerinin hep sol renkte olduğu sanılmamalıdır. Birçok işçi örgütü (sendika veya dernek) gerici, şoven unsurların, mesela rahiplerin yönetimi altında ırkçılık, dincilik yapmakta ve böylece aslında işçi hareketini baltalamaktadır (Güzel, 1996, ss. 76, 108). 6 Örneğin adı emek (sa y ü amel) olan bir fikir dergisi bu minvalde anılabilir (Odabaşı, 2013).

212 210 LaborComm 2014 Bildiriler Kitabı Bununla birlikte, emeğin ilk kez karikatürize edildiği bu erken dönemde işçilerin durumunun Osmanlı mizah yayınlarının belli başlı temalarından biri olmadığı da belirtilmelidir (Brummett, 2003, ss ). Emekçi sınıfların değişik vesilelerle karikatürde yer almış olması, o karikatürün mutlaka emek temalı olduğu anlamına gelmemektedir. Genel olarak perişan ve yoksul, özel olarak da işçi imgesi meşrutiyet gazetelerinde çeşitli biçimlerde yer al mıştır (Brummett, 2003, s.292). 7 Emek temalı dan kasıt ise emekçi sınıfların durumlarının ve sorunlarının, emek-sermaye çelişmesinin, işçi-işveren ilişkilerinin, emekçilerin örgütlenme türü faaliyetlerinin, grevlerin vs. konu edilmesidir. Bu türden (yani gerçekten emek temalı) fazla sayıda olmayan karikatüre Karagöz, Kalem, Cem, Lâklâk, Hayal-i Cedit gibi mizah dergilerinde rastlanmaktadır. 8 II. Meşrutiyet te Emek Temalı Karikatürler İlk sayısı 3 Eylül 1908 de çıkan Kalem (Çeviker, 1988, ss , ; Heinzelmann, 2004, ss ; Üyepazarcı, 2008), II. Meşrutiyet döneminin en önemli mizah dergisidir (Koloğlu, 2005, s. 115). Kalem, toplumda gerçekleşen devrime koşut olarak karikatürde de devrim gerçekleştirmiştir. Yazıda ve çizgide yepyeni, modern bir mizah ve karikatür anlayışı getiren bu dergi aynı zamanda, karikatür kelimesini ilk kez kullanmış ve onu tanımlamaya çalışmıştır. Bu nedenle modern Türk karikatürünün doğumevi şeklinde nitelenmektedir (Çeviker, 1988, ss. 20, 30-31, 53-54, 57-58, 144). Üstelik Kalem in, emek temalı karikatürde de başı çektiği söylenebilir. 7 Ocak 1909 günü çıkan sayısında yer alan bir karikatürde (Kalem, 19, s. 4. [Resim 1]), Tatil-i Eşgal Kanunu konu edilmiştir. Meclis-i Mebusan ın önünde bir adam, yularından tuttuğu eşeği çekmeye çalışmaktadır. Gitmemekte direnen eşeğin üzerinde Tatil-i Eşgal Nizamnamesi (Grev Kanunu) yazmaktadır. Adam şöyle yakınır: Amma aksi hayvan ha! Çekiyorum çekiyorum da bir türlü şu binaya sokamıyorum. 7 Ayrıca, bazı karikatürler de döneme ilişkin bilgi yetersizliği nedeniyle yanlış yorumlanabilmektedir. Örneğin Karagöz de çıkan bir karikatür, grevlerle ilgisi olmamasına rağmen öyleymiş gibi değerlendirilebilmiştir (Çeviker, 1988, ss , 223). 8 Tüm mizah yayınlarını incelemiş değiliz. Ancak, Edep Yahu gibi karikatürsüz çıkanlar bir yana, incelemiş olduğumuz (Gıdık, Köylü, Püsküllü Bela, Dalkavuk, Karikatür, Cingöz, Alafranga, Eşref /Musavver Eşref, Âlem, Zıpır gibi) pek çok mizahi süreli yayında emek temalı karikatüre rastlanmaz. Ayrıca, bir ara kategorizasyon u gerektirecek karikatürler de söz konusudur. Bu minvaldeki Davul örneğine ileride değinilecektir.

213 İ. Arda Odabaşı 211 [Resim 1] Bir yandan eşeği (grev kanununu) Meclis e sokmaya çalışıp öte yandan yakınan kişi, Ticaret ve Nafia Nazırı Gabriyel Noradunkyan Efendi dir (Kapril Efendi olarak da bilinir). Daha yukarıda belirtildiği gibi, 8 Ekim 1908 de geçici tatil-i eşgal (grev) kanunu yürürlüğe girmiştir ve geçici kanunu hazırlayan da Ticaret ve Nafia Nezareti dir. Karikatürde, Noradunkyan Efendi nin şimdi de grev kanununu geçici olmaktan çıkarmak, Meclis ten geçirmek istediği ama inatçı engellerle karşılaştığı ve karşılaşacağı, yasalaşma sürecinin o kadar da kolay olmayacağı anlatılmaktadır. Gerçekten de Tatil-i Eşgal Kanunu bu karikatürden ancak yedi ay sonra Mebusan Meclisi nden geçecektir. Emekten söz açan ilk Türk karikatürcüsü olarak anılan Mehmet Fazlı Bey tarafından 23 Temmuz 1909 da yayın hayatına sokulan Lâklâk dergisinin (Brummett, 2003, ss. 65, 293; Çapanoğlu, 1970, ss ; Çeviker, 1988, ss. 116, 163) 29 Temmuz günü çıkan ikinci sayısında emek temalı bir karikatüre rastlanır (Lâklâk, 2, s. 4 [Resim 2]). Karikatürün mekanı bir çiftliktir. Bir yanda ücret karşılığı çalıştıkları anlaşılan çiftçiler (tarım işçileri), diğer yanda ise çiftlik sahibi vardır. Üç tarım işçisi zayıf bedenli, yoksul görünümlüdür. İkisi çıplak ayaklıdır, elbiseleri yırtık veya yamalıdır. Birinin elinde kürek, diğerinde kazma bulunmaktadır. Yüzlerine yorgunluk, çaresizlik ve bezginlik ifadeleri yerleşmiştir. Elleri ceplerinde ve sırıtır halde resmedilmiş olan çiftlik sahibi ise fazlasıyla şişman ve göbeklidir. Öyle ki üç zayıf tarım işçisinin toplamı kadar ve hatta üçünden daha büyük çizilmiştir. Giyim kuşamı, varlıklı ve rahatının yerinde olduğunu dışa vurmaktadır. Çiftçilerle çiftlik sahibi arasında şu diyalog geçer: Çiftçiler Aman Hacı Ağa akşama kadar güneşin altında kavruluyoruz. Kırk para ile karnımız doymuyor yirmi para daha katık parası artır bari!.. Çiftlik sahibi Ne aç gözlü heriflersiniz be! Günde kırk para! Nenize yetmiyormuş! Daha ne vereyim!

214 212 LaborComm 2014 Bildiriler Kitabı [Resim 2] Dikkat edilecek olursa, Mehmet Fazlı nın bu karikatürü hem çizgi hem metin (lejand) itibariyle kontrastlar üzerine kuruludur. İşçilerin zayıf bedenleri çiftlik sahibinin iri, şişman bedeni ile karşı karşıya konulmuştur. Çiftçilerin yoksul görünümü karşısında, patronun varlıklı görünümü durmaktadır. İşçilerin elleri vücutlarına göre fazlasıyla büyüktür ve ikisinin elinde üretim araçları (kazma, kürek) bulunmaktadır. Bu unsurlar, onların emek veren, çalışan olduklarını anlatır. Çiftlik sahibinin ise eli hem cebindedir hem de cepteki el, fazlasıyla küçükmüş izlenimi uyandırmaktadır. Bunun yanında, göbeğinin şişkinliği okurun dikkatini hemen çekecek şekilde çizilmiştir. Cepteki küçük el ve fazlasıyla iri göbek ve gövde, çiftlik sahibinin rahatının yerinde olduğu, çalışmadığı, emek vermeden yaşadığı izlenimini uyandırır. Aynı durum yüz ifadeleri için de geçerlidir: Mutsuz, bezgin işçilerin karşısında sırıtarak konuşan küstah patron durmaktadır. Diyalogda (lejandda) görüldüğü üzere, çiftçiler zor koşullarda çalıştıklarını ve aç olduklarını dile getirmekte, ücret artışı talep etmektedirler. 40 para yani 1 kuruş olan gündeliklerini 1,5 kuruşa çıkarabilme derdindedirler. 9 Taleplerini dile getirirken saygılı bir dil kullanmaktadırlar. Çiftlik sahibi ise işçileri terslemekte, onları aç gözlülükle suçlamaktadır. Her sözünün sonundaki ünlem işaretlerine bakılırsa, bunu sert bir şekilde yüksek sesle yapmaktadır. Lâklâk ın sahibi ve müdürü Mehmet Fazlı Bey bu karikatüründe, işçilerin içinde bulundukları zor koşulları, perişanlıklarını, emeklerinin karşılığını alamadıklarını; buna karşılık patronların emek harcamadan rahat içinde yaşadıklarını, açgözlülüklerini, yanlarında çalıştırdıklarına karşı vurdumduymazlıklarını ve acımasızlıklarını vurgulamıştır. 9 Kaba bir karşılaştırma yapmak üzere; Lâklâk ve Hayal-i Cedit gibi ucuz dergilerin fiyatının 10 para, yani çeyrek kuruş, Karagöz ün 20 para (yarım kuruş) olduğu bilgisini verirsek, günlük 1 kuruşun (40 paranın) bu dönem için fazlasıyla düşük bir ücret olduğu anlaşılacaktır. Kalem gibi baskı kalitesi yüksek ve sayfa sayısı evvelkilere göre fazla bir derginin fiyatının 50 para olduğu hatırlanacak olursa, bu işçilerin gündelikleriyle bir dergi bile alamayacakları anlaşılır. Nitekim söz konusu yıllarda işçi yevmiyeleri sektöre ve bölgeye göre 6 ila 17 kuruş arasında değişmektedir (Eldem, 1970, s. 209).

215 İ. Arda Odabaşı 213 Lâklâk ın 14 Ekim 1909 günü çıkan sayısında yer verilen yine Mehmet Fazlı nın bir başka karikatüründe (Lâklâk, 13, s. 1 [Resim 3]) ise üzerinde ay yıldız olan bir bağış sandığı (bahriye bağış sandığı) etrafında, sandığa para atanlar (bağışta bulunanlar) ile hiç oralı olmayıp geçip gidenler resmedilmiştir. Kıyafetlerinden anlaşıldığı kadarıyla ve ayrıca lejanddan öğrenildiğine göre, bağışta bulunanlar fakirler, emekçiler, işçiler, sosyalistler, askerler, küçük rütbeli subaylar, halktan kimselerdir. Bazılarının elbiseleri yırtık pırtık ve yamalıdır. Vurdumduymazlar ise redingotlu, bastonlu resmedilmiş olan servet sahipleri, yüksek tabakadakiler, varlıklı sınıflardır. Karikatürün uzun altyazısı şöyledir: İane-i bahriye sandıkları vaz olunduğu günden beri, para atanlar hep fakirler. İşçiler kazandıkları beş kuruşun yarısını filonun tezyidi için verdikleri halde eshab-ı servetin, tabaka-i balanın, yüksek maaşlıların sandığa yanaşmadıkları herkesin nazar-ı dikkatini celp ediyor. Yaşasın fedakar işçiler, gayyur sosyalistler, utansın eshab-ı servet!.. Haya etsin tabaka-i bala!.. [Resim 3] Görüldüğü üzere, Mehmet Fazlı Bey işçilerin fedakarlığını, sosyalistlerin gayretlerini yüceltmiş, bencil servet sahiplerini ve yüksek tabakayı ayıplamıştır. Brummett in deyişiyle, bu karikatürde yoksulların ve işçilerin, zengin yurttaşlardan daha cömert ve vatansever oldukları ima edilmiştir. Karikatürdekilerin kıyafetleri sınıf hiyerarşisindeki yerlerini belli eder. Bu bir sınıf taşlamasıdır, yoksulların vatanseverlik görevini zenginlerden daha fazla yerine getirmeye hazır oldukları ima edilmektedir (2003, ss. 293, 295) Mehmet Fazlı Bey in iki karikatüründe de ağırlık toplumsal hicivde, taşlamadadır, gülmecede değil. Mehmet Fazlı nınkilere benzer, varlıklı sınıfların fakirlere karşı duyarsızlığını ve acımasızlığını vurgulayan ama emek temalı sayılamayacak erken tarihli bir karikatüre, 27 Ekim 1908 de yayın hayatına giren Davul dergisinin 24 Şubat 1909 tarihli sayısında rastlanır (Davul, 16, s. 4). Bu karikatür üzerine bir değerlendirme için bkz. (Brummett, 2003, ss ).

216 214 LaborComm 2014 Bildiriler Kitabı Kalem dergisinin 7 Ekim 1909 günü çıkan sayısında yer alan karikatürde (Kalem, 56, s. 8 [Resim 4]), bir zabıta memuru ile bir gazete satıcısı (müvezzi) sokakta karşılıklı konuşmaktadırlar. Ayağında terlikler, yırtık ve yamalı elbiseleriyle müvezzi, bir berduş görünümündedir. Zabıta memuruna şöyle der: Affedersiniz ben serseri değilim erkan-ı matbuattanım, müvezziim. [Resim 4] Bu karikatürün iki temel unsuru veya mesajı söz konusudur: İlk olarak, birkaç ay önce (9 Mayıs 1909 da) Mebusan Meclisi nden geçerek yasalaşan Serseri ve Mazanne-i Su Eşhas Hakkında Kanun (kısaca Serseri Kanunu), olumsuz sonuçları bakımından eleştirilmektedir. 11 İkinci ve asıl olarak, basın emekçilerinin kötü yaşam ve çalışma koşulları, işsizlik sorunları teşhir edilmektedir. Müvezziler, işsiz kaldıkları ve/veya yeterli gelir elde edemedikleri için perişan serseri görüntüsü vermekte veya serseri sayılmakta, bu nedenle de güvenlik güçlerinin tazyikine haksız yere maruz kalmaktadırlar. 12 Kalem in 17 Mart 1910 tarihli sayısında çıkan ve Tünel idaresinde ıslahat-ı cedide (Tünel idaresinde yeni ıslahat) üst açıklamasını taşıyan karikatürde (Kalem, 78, s. 5 [Resim 5]) mekan, Tünel dir. Arka planda işçiler çalışmakta, bir vagonu gaz tenekeleriyle kaplamaktadırlar. Ön planda, kibirli olduğu belli 13, silindir şapkalı İngiliz müdür 14, bir elinde 11 Kanunun 1. maddesinde serseri tanımı yapılmıştır. Buna göre, hiçbir geçim vasıtası bulunmadığı ve çalışmaya kudreti olduğu halde en az iki ay çalışmayan ve bu müddet zarfında iş bulmak için gerekli teşebbüste bulunduğunu ispat edemeyip şurada burada dolaşan kimselere serseri denir. Kanun hakkında kapsamlı bilgi için bkz. (Olgun, 2008, ss ). 12 Kalem de birkaç sayı sonra benzer bir karikatüre daha rastlanacaktır. Bkz. (Kalem, 61, s. 12). 13 Özellikle uzun ve ince burnu, bacaklarının gerginliği, bir elinin cebinde oluşu ve işçiye uzanan diğer elinin jestiyle...

217 İ. Arda Odabaşı 215 gaz tenekesi (üzerinde The American Refined Petroleum yazmaktadır), diğer elinde testere bulunan (muhtemelen gayrimüslim Osmanlı veya Batılı) bir işçi ile konuşmaktadır: Müdür İşler nasıl gidiyor? İşçi Efendim vagonu itmam için daha dört gaz sandığına lüzum var. Müdür Elinizdekilerle idare-i maslahat edin. Sonra bize bu vagon çok pahalıya oturacak. [Resim 5] Bu karikatürde esas olarak, hem modern ama kötü yönetilen bir ulaşım sistemi hem de İstanbul daki imtiyaz sahibi yabancı sermayeli şirketler, onların çıkarcı, gayriahlaki ve halkın zararına politikaları ve yöneticileri eleştirilmektedir. Züppe müdür, halka hizmet değil maliyeti düşürme derdindedir, bunun için ucuz ve kötü malzeme kullanılmasını istemektedir. İşçi ise, sömürülmekten ziyade yabancı çıkarların kuklası olmuş bir figürdür. Söz hakkı yoktur ve sadece emirleri yerine getirir (Brummett, 2003, ss. 299, 302). Kalem in 12 Mayıs 1910 tarihli nüshasında ise o sırada İstanbul da gerçekleşmekte olan tramvay grevi (Yıldırım, 2013, ss ; Sencer, 1969, s. 215) karikatürize edilmiştir (Kalem, 86, s. 4 [Resim 6]. O yıllarda tramvaylar katana denen atlarla çekilmektedir ve karikatürde atlar tramvay deposu veya ahırında görünmektedir. Binanın girişinde Société des Tramways (Tramvay Şirketi) yazılıdır. İçerde bir tür küçük çaplı miting söz konusudur. Zayıflıktan kemikleri sayılabilen katanalar konuşmacıyı dinlemektedirler. Konuşmacı at şaha kalkmış, gayet hararetlidir. Diğerlerine göre dinç ve güçlü görünmektedir. Kitle nin öncü sü gibidir. Arkadaşlarına, grevden asıl zarar görenin kendileri olduğunu haykırır ve greve karşı çıkar: Grevden mutazarrır olan var ise o da biziz. Ne saman var ne arpa. Kahrolsun grev yine yaşasın Şişhane yokuşu. 14 Çünkü Tünel imtiyazına sahip olan şirket İngiliz şirketidir ve karikatürdeki yazılar -alışılagelenin dışında- İngilizcedir.

218 216 LaborComm 2014 Bildiriler Kitabı [Resim 6] Bu karikatürü farklı şekillerde okumak mümkündür. Çizer, grevin çeşitli kesimlere ve en çok da üretim araçlarına (atlara) verdiği zararı vurgulamak istemiş olabilir. Veya greve ciddi bir perspektifle yaklaşmayıp, grev karmaşası içinde hayvanların fazlaca düşünülmediğini ima etmek, hayvanlar üzerinden mizahi bir perspektif sunmak arzusunda olabilir. Dersaadet Tramvay Şirketi nin gerçekte atlarını yeterince beslemediği, hayvanların yollarda (Şişhane de) beslendiği ve grev nedeniyle dışarı çıkamayınca aç kaldıklarını ima ediyor da olabilir. Böylece şirketin maliyet düşürme gayretine, aşırı kâr güdüsüne dikkat çekiyor olması mümkündür. Atlarını bile beslemeyen şirketin işçilerini de beslemediğine ve beslemeyeceğine mecazi olarak (belki de atlar işçileri simgelemektedir) işaret ediyor olabilir. Her ne olursa olsun, bu karikatür, işçi sınıfı grevlerinin toplumsal yaşamda kendini duyumsattığını ortaya koymaktadır. Kalem dekinden bir ay kadar önce yayımlanmış olmakla birlikte, yine Tramvay Şirketi ne, işçilerine ve atlarına odaklanmış olması bakımından Hayal-i Cedit in (Çapanoğlu, 1970, s. 100; Çeviker, 1988, ss ) 5 Nisan günkü nüshasında çıkan bir karikatüre (Hayal-i Cedit, 6, s. 4 [Resim 7]) göz atmakta fayda vardır. 15 Bu karikatürde yolcularla dolu bir tramvay vagonuna katanalar yerine, ikisinin ayağı çıplak yaşlıca üç işçi (hamal) koşulmuştur. İspirin 16 kırbaç darbeleri altında vagonu çekmekte olan işçilerden biri ile ispir diyalog halindedir. İspirin ağzından öğreniriz ki hayvanlar (belki de gıdasızlıktan) artık çekmez olduğu için tramvaya işçiler koşulmuştur. İşçi, Yeni elektrik midir, nedir? Bir şeyler söylerler, ondan yapsalar!.. deyince ispir, senin aklın ermez diyerek onu tersler ve konunun bam teline basar: İdarenin [yani Dersaadet Tramvay Şirketi yönetiminin] hesabına böyle geliyor, böyle yapıyor. 15 Hayal-i Cedit teki bu karikatür, Tramvay Şirketi nin kamuoyunda veya en azından bir diğer karikatürist nezdinde ne şekilde algılandığını göstererek, Kalem deki karikatürü analizde bize yardımcı olabilir. 16 Atlı tramvay vatmanı, arabacı.

219 İ. Arda Odabaşı 217 [Resim 7] Bu karikatürde bir yandan tramvayların randımansız çalıştığına işaret edilmektedir. Ama asıl vurgulanan, Tramvay Şirketi nin maliyeti düşük, kârı yüksek tutma hedefidir. Şirket, kendisine mali yük getirecek yenilikler (elektrikli tramvay) yerine işçileri sömürmeyi tercih etmektedir. Hatta belki de katanalar, işçilere göre daha maliyetli oldukları için işsiz bırakılmışlardır. Karikatürde dikkat çeken bir ayrıntı da işçi sınıfının sınıf bilincinden yoksun oluşu olgusu ve buna bağlı olarak işçi sınıfı içindeki bölünmüşlük ve/veya hiyerarşidir. Nitekim ispir de ücretli bir işçidir ama katanalar yerine koşulanlardan daha nitelikli bir işgücüdür ve burada Tramvay Şirketi nden yana, diğer işçilere karşıt bir konumdadır. Mizah basınının gündeminde yer tutan bir diğer şirket ve grev de Reji ve Reji (tütün) işçilerinin 1911 yılındaki grevleridir (Güzel, 1996, ss ; Odabaşı, 2013, ss ; Sencer, 1969, ss ; Yıldırım, 2013, ss ). Bundan sonra üç dergide göreceğimiz emek temalı karikatürlerin hepsinde Reji Şirketi ile tütün işçileri ele alınmıştır Ağustos 1908 de yayın hayatına giren, II. Meşrutiyet döneminin en önemli mizah gazetelerinden biri ve aynı zamanda Türkiye de en uzun ömürlü mizah yayınlarından olan Karagöz ün (Çapanoğlu, 1970, ss ; Çeviker, 1988, ss ; Heinzelmann, 2004, ss ; Üyepazarcı, 2001) 15 Nisan 1911 tarihli nüshasında yayımlanan ilk karikatürün (Karagöz, 292, s. 1 [Resim 8]) üst başlığı, İnhisâr-ı duhân imalathanesinde (tütün tekeli imalathanesinde) dir. Bir tarafta Karagöz ile Hacivat kendi aralarında konuşmaktadırlar. Diğer tarafta Batılı ve varlıklı (şirket yöneticisi ve/veya sermayedar/bankacı) oldukları üzerlerindeki elbiselerden ve şapkalarından anlaşılan üç kişi bir tütün kıyma makinesinin 17 Brummett, Osmanlı karikatüründe Reji nin özel yerini özlü bir şekilde ortaya koyar: Osmanlı karikatüründe Reji, hem Osmanlı Devleti nin boyunduruk altında oluşunu, hem de Osmanlı işçisinin sefaletini hatırlatırdı; ahlakî, sosyal, siyasî ve iktisadî hoşnutsuzluğun göstergesiydi.... Reji de çalışanlar sefalet içindeydi, meşrutiyet mizahı da bu sefaleti görüyordu. (2003, ss. 287, 291).

220 218 LaborComm 2014 Bildiriler Kitabı başındadırlar. Üçü birlikte tütün makinesinde tütün değil ama insan kıymaktadır. Karagöz ile Hacivat arasında şu diyalog geçer: Birader... görüyorsun ya...tütün yerine ne kıyılıyor!.. Evet... bir de temdîd-i imtiyaz talebinde bulunuyorlar... değil mi!.. [Resim 8] Osmanlı topraklarında tütün imtiyazını/tekelini elinde tutan Reji Şirketi (veya Reji İdaresi), Osmanlı İmparatorluğu nun dış borçlarının bizzat alacaklılar eliyle vergi şeklinde toplanması için 1883 te yabancı (Alman, Avusturya, İngiliz ve Fransız) sermayeli üç banka grubu tarafından kurulmuştur. Karikatürdeki üç Batılı, tütün imtiyazını elinde tutan Reji Şirketi nin kurucusu üç banka grubunu simgelemektedir. Tütün makinesinde kıydıkları insanlar, halktan kimseler (belki tütün üreticisi küçük köylü), emekçiler ve o sırada grevde olan tütün işçileridir. 18 Reji Şirketi, elindeki imtiyazı uzatmak derdindedir. Yani halkı, emekçileri sömürmeyi (kıymayı) sürdürme arzusundadır. Karagöz bu durumu eleştirmekte, Reji Şirketi nin (tütünde yabancı imtiyazının) halkın ve emekçilerin zararına olduğunu vurgulamakta, imtiyazın Reji Şirketi ne, yani yabancı sermayeye yeniden verilmesine ve dolayısıyla insan kıyımına karşı çıkmaktadır. 19 II. Meşrutiyet dönemi karikatürünün öncü ismi, modern Türk karikatürünün temelini atan birkaç ustanın başını çeken Cemil Cem in 10 Kasım 1910 da yayın hayatına soktuğu Cem dergisinin (Çeviker, 1988, ss ; Heinzelmann, 2004, ss ; Üyepazarcı, 2010) Yukarıda belirtildiği gibi, bu karikatür 15 Nisan da yayımlanmıştır. Reji İdaresi, 14 Nisan günü sonunda işe başlamayan grevci işçilerin istifa etmiş kabul edileceğini bildirmişti (Yıldırım, 2013, s. 279). 19 İki ay kadar önce, Karagöz ün 18 Şubat 1911 günü çıkan nüshasında yayımlanan bir karikatürde de Reji nin ülkeye ettiği kötülükler ağır şekilde eleştirilir, biçare ettiği kesimlere işaret edilir ve imtiyazının uzatılmasına karşı çıkılır (Karagöz, 276, s. 1). Tam anlamıyla emek temalı sayılmasa da geniş bir yorumla böyle bir meyli taşıdığı öne sürülebileceği için, bu karikatürü de bir ara kategori olarak anabiliriz.

221 İ. Arda Odabaşı 219 Nisan 1911 tarihli sayısında Reji grevinin konu edildiği bir karikatür yayımlanmıştır (Cem, 23, s. 16 [Resim 9]). Reji grevinin netâyici (Reji grevinin neticeleri) üst yazılı karikatürde iki kişi görünür: Biri, tütün satıcısı veya tütün işçisi bir çocuk ama her hâlükârda halktan bir kimsedir. Diğeri, iri yarı, şişman, redingotlu, papyonlu, bastonlu, şapkalı bir Batılı veya daha muhtemelen gayrimüslim bir Osmanlı veya Levanten dir. Varlıklı görünmektedir, mesela tüccar olabilir. Çocuğa şöyle der: Toplama nev sigara fiyatı yükselmiş! [Resim 9] Rum çizer A. Rigopoulos un imzasını taşıyan bu karikatürde, piyasada tütün eksikliğine neden olduğu için Reji grevinin sigara fiyatını arttırdığına dikkat çekilmiş ve belki de Galata- Pera muhitinin, yani kentin ticaretine hâkim olan gayrimüslim Osmanlıların, Levantenlerin, Türkiye de yaşayan Batılıların, yabancı sermayeli mali kurumların bundan hoşnut olmadıkları ima edilmiştir. Dolayısıyla grevin olumsuz sonuçlar doğurduğunun altı çizilmek istenmiş gibidir. 20 Kalem in 4 Mayıs 1911 günü çıkan sayısında iki Reji grevcisi karikatürize edilmiştir (Kalem, 123, s. 5 [Resim 10]). İkisi de zayıf ve perişan görünümlüdür. Elbiseleri üstlerinden dökülmektedir, yırtık ve yamalıdır. Her ikisi de sigara içmektedir ve onları birbirine bağlayan bir ortak bağ gibi, sigaralarının dumanları havada birbirine karışmaktadır. İkisinin yüzünde de bezgin, umutsuz bir ifade vardır. Biri, yapacak bir şey yok veya çare yok der gibi 20 Cem genel olarak, Batı ya ve özellikle Fransa ve İngiltere ye dönük, Pera muhitiyle sıkı ilişki içinde olan bir yayın çizgisi izlemiştir (Üyepazarcı, 2010, ss ). Dolayısıyla bu derginin Reji Şirketi ne ve tütün işçilerinin grevine bakışının, halka görece yakın bir yayın çizgisi izleyen Karagöz ünkinden ve İttihat ve Terakki Cemiyeti ne yakın bir yayın çizgisi izleyen Kalem inkinden oldukça farklı ve hatta onlara karşıt olması anlaşılabilir bir durumdur.

222 220 LaborComm 2014 Bildiriler Kitabı kollarını iki yana açmıştır. Diğeri kollarını göğsünde kavuşturmuş, ötekine yan gözle bakmaktadır. Grevci işçiler konuşmaz, sanki konuşacak bir şey yok gibidir. [Resim 10] Brummett e göre bu karikatürün mesajı kadercidir, işçiler sömürülmekte, yoksullaşmaktadır. Grev yaparlar; ama ufukta koşullarının düzeleceğine dair bir ipucu görülmemektedir (2003, s. 299). Sonuç Emek, Osmanlı karikatürüne ilk kez 1908 Devrimi nin ardından girmiştir Devrimi ile birlikte emek dünyasında, işçi hareketlerinde görülen olağandışı hareketlilik, bu başlangıcın zeminini oluşturur. II. Meşrutiyet, emeğin ilk kez karikatürize edilmesi, mizah basını ile emek hareketlerinin ilk kez kesişmesi bakımından önemli sayılması lazım gelen bir tarihsel kesittir. Ancak, erken döneminde bu tür karikatürlerin çok fazla sayıda olmadığı da belirtilmelidir. İşçilerin durumu, Osmanlı mizah yayınlarının ana temalarından biri olmamıştır. Bir başlangıç olması kadar, dönemin olağanüstü yoğun gündemi (eski rejimin tasfiyesi, 31 Mart Olayı ve taht değişikliği, iç siyasetteki sürekli gerginlik, bitmek tükenmek bilmeyen dış bunalımlar ve savaşlar, günlük yaşama ilişkin sorunlar vs.), emek-sermaye çelişmesinin henüz ülke gündemini belirleyecek derinlikte olmayışı, işçi örgütlerinin ve sosyalist hareketin zayıflığı gibi nedenler de bunda etkili olmuş olsa gerektir. Belki bir diğer neden de emekçilerin somut durumlarının gülmeyi kaldıramayacak olumsuzlukta oluşudur. Nitekim emek temalı karikatürlerin pek de güldürücü nitelikte

223 İ. Arda Odabaşı 221 oldukları söylenemez. Karikatür, mizahın resimle ifade ediliş biçimidir ama genelde karikatüre özgü bir espri taşımayan bu karikatürler daha çok taşlama ağırlıklıdır. Emek temalı karikatürler çoğunlukla tasvircidir, tespitlerde bulunur: Emekçilerin zor yaşam ve çalışma koşulları, sefalet içinde bulunuyor olmaları, sömürülmeleri vurgulanır. Bu vurgunun çizim düzleminde başat aracı, kılık kıyafet ve vücuttur. İşçiler genellikle sıska çizilirler, elbiseleri yırtık pırtık ve yamalıdır, pabuçları ya elbiseyle uyumludur ya da işçi zaten çıplak ayaktır. Bu noktada dikkat çekilmesi gereken bir ayrıntı, işçi nin genel görünümüne ilişkindir. Osmanlı mizah basınında tulumlu, baretli işçiler görmek mümkün değildir. Osmanlı işçisi, bugünkü algımızla daha çok bir köylü görünümündedir. Mizah basınındaki bu görüntü gerçek yaşamla uyumludur çünkü söz konusu olan, işçi sınıfının, sanayi proletaryasının yeni doğup gelişmekte olduğu bir dönemdir ve bu durum dış görünüşe de yansımaktadır. Emeği, emekçileri konu edinen az sayıda çizerin, çoğunlukla emekçilerden yana tavır aldıkları veya buna meyilli oldukları söylenebilir. Çoğu gayrimüslim olan bu çizerler, emekçi sınıfların günlük yaşamda ne denli önemli bir yer tuttuklarının ve ezildiklerinin bilincindedirler. Süreli yayınlar düzleminde, İttihat ve Terakki Cemiyeti ne yakın bir yayın çizgisi izleyen Kalem, en çok emek temalı karikatür yayımlayan dergidir. Karikatürcüler düzleminde ise çizgisinin emekten/emekçilerden yana netliği ve taşlamalarının sertliği bakımından Mehmet Fazlı Bey i anmak gerekir. Emek temalı karikatürlerde siyasi iktidar doğrudan hiç eleştirilmemiştir. Eleştiri okları, varlıklılara, yüksek tabakalara, patronlara ama belki de en çok yabancı sermayeli şirketlere (Reji, Tramvay Şirketi ve Tünel) yöneltilmiştir. Osmanlı topraklarında çeşitli imtiyazlara sahip Avrupa sermayeli şirketler, halka hizmet etmeyip kârlarını maksimize etmek uğruna kalitesiz hizmet sundukları, çalışanlarını sömürdükleri, halka ve ülkeye zarar verdikleri için eleştirilmişlerdir. Dönem mizah basını ve karikatürünün dikkatini, emek-sermaye çelişmesinden ziyade böyle adlandırılmasa da Avrupa emperyalizmi ile Osmanlı Devleti, yabancı sermayeli şirketler ile Osmanlı halkı/emekçileri arasındaki çelişki ve mücadele çekmiştir. KAYNAKÇA: Karikatürler Cem, 23 (2 Nisan 1327), s. 16. Davul, 16 (11 Şubat 1324), s. 4. Hayal-i Cedit, 6 (23 Mart 1326), s. 4. Kalem, 19 (25 Kânunuevvel 1324), s. 4. Kalem, 56 (24 Eylül 1325), s. 8. Kalem, 61 (29 Teşrinievvel 1325), s. 12. Kalem, 78 (4 Mart 1326), s. 5. Kalem, 86 (29 Nisan 1326), s. 4. Kalem, 123 (21 Nisan 1327), s. 5. Karagöz, 276 (5 Şubat 1326), s. 1. Karagöz, 292 (2 Nisan 1327), s. 1.

224 222 LaborComm 2014 Bildiriler Kitabı Lâklâk, 2 (16 Temmuz 1325), s. 4. Lâklâk, 13 (1 Teşrinievvel 1325), s. 1. Kitaplar ve Makaleler Brummett, P. (2003). İkinci Meşrutiyet Basınında İmge ve Emperyalizm Çev., Ayşen Anadol. İstanbul: İletişim. Çakır, H. (2006). Tarihimizin İlk Mizah Dergisi Diyojen in Kapatma Cezalarına Yine Mizahi Yoldan Gösterdiği Tepkiler. Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 15, Çapanoğlu, M. S. (1970). Basın Tarihimizde Mizah Dergileri. İstanbul: Gazeteciler Cemiyeti. Çeviker, T. (1986). Gelişim Sürecinde Türk Karikatürü-I Tanzimat ve İstibdat Dönemi ( / ). İstanbul: Adam. Çeviker, T. (1988). Gelişim Sürecinde Türk Karikatürü-II Meşrutiyet Dönemi ( ). İstanbul: Adam. Eldem, V. (1970). Osmanlı İmparatorluğunun İktisadi Şartları Hakkında Bir Tetkik. Ankara: Türkiye İş Bankası. Erdem, Y. (1998). Basın ve Sansür: Hayâl in Tatilleri. Müteferrika, 14, Fenoglio I. ve Georgeon F. (der.) (2007). Doğu da Mizah. Çev., Ali Berktay. İstanbul: YKY. Georgeon, F. (2007). Osmanlı İmparatorluğu nda Gülmek mi?. Doğu da Mizah. Fenoglio I. ve Georgeon F. (der.) içinde. İstanbul: YKY Gündoğdu, C. (2009). Diyojen Dergisi ve Dizini. Müteferrika, 35, Güzel, M. Ş. (1996). Türkiye de İşçi Hareketi İstanbul: Kaynak. Heinzelmann, T. (2004). Osmanlı Karikatüründe Balkan Sorunu Çev., Türkis Noyan. İstanbul: Kitap. İskit, S. (1943). Türkiye de Matbuat İdareleri ve Politikaları. Başvekâlet Basın ve Yayın Umum Müdürlüğü. Koloğlu, O. (2005). Türkiye Karikatür Tarihi, İstanbul: Bileşim. Koloğlu, O. (2010). Osmanlı Dönemi Basınının İçeriği. İstanbul: İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi. Nalcıoğlu, B. U. (2013). Osmanlı da Muhalif Basının Doğuşu İstanbul: Yeditepe. Odabaşı, İ. A. (2013). II Meşrutiyet Döneminde Emekten Yana ve Ilımlı Sosyalizm Yönelimli Bir Yayın: Say ü Amel. Akdeniz İletişim, 20, Olgun, K. (2008) Osmanlı Meclis-i Mebusanı nın Faaliyetleri ve Demokrasi Tarihimizdeki Yeri. Ankara: Atatürk Araştırma Merkezi. Ökçün, A. G. (1996). Ta til-i Eşgal Kanunu, 1909 Belgeler Yorumlar. Ankara: Sermaye Piyasası Kurulu. Özdiş, H. (2010). Osmanlı Mizah Basınında Batılılaşma ve Siyaset ( ) Diyojen ve Çaylak Üzerinde Bir Araştırma. İstanbul: Libra. Sencer, O. (1969). Türkiye de İşçi Sınıfı Doğuşu ve Yapısı. İstanbul: Habora.

225 İ. Arda Odabaşı 223 Üyepazarcı, E. (2001). Uzun Soluklu Bir Halk Gazetesi Karagöz ve Kurucusu Ali Fuad Bey. Müteferrika, 19, Üyepazarcı, E. (2002). Türk Basınının İlk Mizah Dergilerinden: Çıngıraklı Tatar. Müteferrika, 21, Üyepazarcı, E. (2006). Türkiye de Çıkan İlk Mizah Dergisinin Öyküsü: Terakki, Terakki- Eğlence, Letaif-i Asâr. Müteferrika, 30, Üyepazarcı, E. (2008). II. Meşrutiyet in İlanı Sonrasındaki Gelişmeler Işığında Dönemin Nitelikli Mizah Dergisi: Kalem I-II. Müteferrika, 33-34, / Üyepazarcı, E. (2010). Sıradışı Bir Çizer: Cemil Cem ve Kendi Adıyla Çıkardığı Mizah Dergisi: Cem I. Müteferrika, 37, Yıldırım, K. (2013). Osmanlı da İşçiler ( ) Çalışma Hayatı, Örgütler, Grevler. İstanbul: İletişim.

226

227 Erken Cumhuriyet Dönemi Basınında Zonguldak Kömür Havzası ve Kömür İşçileri: Meslek Gazetesi Örneği Eminalp MALKOÇ Özet 1924 ün son günlerinden itibaren 1925 Eylül ayına kadar yayımlanan Meslek, adından da anlaşılacağı üzere mesleki temsil düşüncesinin savunulduğu süreli bir yayın organı idi. Haftalık resimli bir gazete olarak çıkmıştı. Başyazarı Muhittin Birgen in iktisadi bir gazete tanımlaması, bu süreli yayın organının büyük ölçüde içeriğini yansıtmaktaydı. Meslek te barolar, çeşitli esnaf cemiyetleriyle meslek örgütleri, Türkiye deki işçi örgütlenmeleri ve işçi sınıfının geçmişi hakkında yayınlar yapılmıştı. Ayrıca ticaret ve sanayi alanlarındaki gelişmelerle genel ekonomik yapılanma hakkındaki yazı, haber ya da araştırmalara yer verilmişti. Bunların yanında düşünce yazılarıyla birçok farklı konuda makale ya da haberler yayımlanmıştı. Türkiye nin ekonomik yapısı ile ilişkili birçok farklı konuda haber ya da değerlendirmeler içeren Meslek gazetesinin odaklandığı ve mercek altına aldığı alanlar arasında Zonguldak kömür havzası ve kömür işçileri de vardı. Nitekim gazetede Türk Kömürlerinden İstifade Etmemiz İçin, Ereğli- Zonguldak Havza-i Fahmiyesinde Kömür İstihsali ve Ereğli Zonguldak Kömür Havzasında Türk İşçiliği gibi özel incelemelere dayalı yayınlar yapılmıştı. Toplam 38 sayı olarak çıkan Meslek te kömür havzası, bölgenin ulaşım şartları ve limanları, kömür işletmelerinin şartlarıyla kömür havzasının çalışanlarına yönelik yazılar, derginin çıkmış toplam sayısının üçte birine yayılmıştı. Bu çalışma ile Meslek gazetesinin Zonguldak kömür havzası ve kömür işçilerine yönelik yayınlarının incelenmesi amaçlanmaktadır. Bunun yanında 3-4 Mayıs 2013 tarihli LaborComm IV. Uluslararası İşçi ve İletişim Konferansı nda sunulan Cumhuriyet in İlk Yıllarında Basının İşçilere Bakışından Bir Kesit: Meslek Gazetesinin Perspektifinden Türkiye deki İşçi Sınıfının Geçmişi ve İşçi Hareketleri adlı aynı gazetenin işçilere yönelik genel yaklaşımını ortaya koyan bildirinin kömür havzası ve kömür işçilerine yönelik spesifik bir incelemeyle desteklenmesi düşünülmüştür. Giriş 15 Aralık 1924 ile 1 Eylül 1925 tarihleri arasında haftalık resimli bir gazete kimliğiyle çıkan Meslek, üretim ve tüketim ilişkileri çizgisinde incelemeler yayınlamış, ekonomik gelişmeleri kamuoyuna yansıtmış; haber niteliğindeki yazılarla düşünce yazılarına yer vermişti. Gazete tarafından meslekçilik, mesleki temsil düşüncesi savunulmuş ve mesleki temsil hareketlerinin doğal bir esprisi olarak meslek kuruluşları/örgütlenmeleri takip edilmişti. Meslekçilik, erken Cumhuriyet döneminde meslek örgütlenmeleri, dönemin ekonomik yapılanması ve Muhittin Birgen gibi araştırma konuları açısından değerli verileri içeren Meslek gazetesi, işçi tarihine, işçilere, çalışma şartlarına ve örgütlenmelerine yönelik yayınlar yapmıştı (Arıkan, 2007, ss ; Koraltürk, 2001, ss ; Özel, 2006, ss ). Bu bildirinin 4 Mayıs 2014 tarihinde sunulmasından 10 gün kadar sonra, 13 Mayıs 2014 Soma da 301 kömür madeni çalışanının hayatını kaybetmesine yol açan ve Soma Faciası olarak basına yansıyan elim bir gelişme yaşanmıştır. Bu çalışmayı, Türkiye de yaklaşık 100 senede kömür madenciliği alanında ne yapılıp yapılmadığını ele alacak/karşılaştıracak araştırmalara katkıda bulunması temennisiyle maden şehitlerine ithaf etmek yerinde ve anlamlı olacaktır. İTÜ, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Bölümü. LaborComm Uluslararası İşçi ve İletişim Konferansı, 3-4 Mayıs, Ankara

228 226 LaborComm 2014 Bildiriler Kitabı Meslek, 15 Kanun-ı Evvel (Aralık) 1924, Sayı:1 (Gazetede yıl 1925 olarak verilmiştir). Meslek gazetesinin işçilerle ilişkili olarak odaklandığı ve mercek altına aldığı alan ya da konular arasında Zonguldak Kömür Havzası ve kömür işçileri de vardı. Nitekim gazetede Türk Kömürlerinden İstifade Etmemiz İçin, Ereğli-Zonguldak Havza-i Fahmiyesinde Kömür İstihsali ve Ereğli Zonguldak Kömür Havzasında Türk İşçiliği gibi özel incelemeler yayınlanmıştı. Toplam 38 sayı olarak çıkan Meslek te kömür havzası, bölgenin ulaşım şartları ve limanları, kömür işletmelerinin durumuyla kömür havzasının çalışanlarına yönelik doğrudan ya da dolaylı yazılar yaklaşık olarak derginin çıkmış sayılarının üçte birine yayılmıştı. Bu çalışma ile Meslek gazetesinin Zonguldak kömür havzası ve kömür işçilerine yönelik yayınlarının incelenmesi amaçlanmaktadır. Bunun yanında 3-4 Mayıs 2013 tarihli LaborComm IV. Uluslararası İşçi ve İletişim Konferansı nda sunulan Cumhuriyet in İlk Yıllarında Basının İşçilere Bakışından Bir Kesit: Meslek Gazetesinin Perspektifinden Türkiye deki İşçi Sınıfının Geçmişi ve İşçi Hareketleri adlı aynı gazetenin işçilere yönelik genel yaklaşımını ortaya koyan bildirinin, kömür havzası ve kömür işçilerine yönelik spesifik bir incelemeyle desteklenmesi öngörülmüştür. Meslek Gazetesi ve Zonguldak Kömür Havzası Meslek gazetesinde yayınlanmış araştırma dizisine göre dünyanın zengin kömür kaynaklarından biri Türkiye de bulunuyordu ve Ereğli-İnebolu arasındaki Karadeniz sahili büyük bir kömür rezervine sahipti. Bu rezervi oluşturan yatakların yüzeye yakınlığı nedeniyle

229 Eminalp Malkoç 227 kömür çıkarılması kolay bir işlem olduğu gibi çıkarılan kömürlerin kalitesi yüksek seviyede idi. Üstelik maden havzasında işçi ücreti pahalı değildi; tarıma fazla müsait olmayan çevre nedeniyle halk madenlerde çalışmaktan kaçmıyordu. Ayrıca madencilik açısından gerekli temel elemanlardan odun ve keresteye, havzanın yanı başında ulaşılabiliyordu. Bölgenin nakliyat açısından da deniz gibi bir avantajı vardı 1. Böyle analizlerden sonra gazete, Türkiye de yüksek evsafı [kaliteyi] haiz zengin kömür madenleri bulunmasına rağmen bunlardan istifade edemiyoruz, istifade edebilmek için ne yapmalıyız? sorusuyla Zonguldak kömür havzası ve Türk kömürcülüğü ile bu alanın çalışanlarına ilgisini ortaya koymuştu. (Meslek, 17 Şubat 1925, s. 10; Meslek, 1 Eylül 1925, s. 1) 2. Nitekim gazetenin perspektifine, Muhittin Birgen in bu zengin kömür hazinesinden istifade edebilmemiz için ibtidai surette elzem olan her şey vardır. Nakil için birinci derecede elzem olan kolaylık da, deniz vasıtası suretiyle, mevcut bulunduğuna göre bu büyük servetten niçin istifade edemediğimizi düşünmek ve onun çarelerini aramak borcumuzdur sözleriyle netlik kazandırılacaktı. Birgen in yazısında yeni devletin kuruluş sürecinden itibaren kömür havzasının gündemi işgal etmekle birlikte gerek hükümetin gerekse özel sektörün etkinliklerine rağmen bir sonuç alınamaması, birbirini tamamlayan programlı bir faaliyet yürütülmemesine bağlanacaktı. Yazarın bir endişesi de Ankara-Ereğli demiryolu hattının inşasının başlaması halinde, bölgede işçi yevmiyelerinin yükselecek olmasından kömür havzasının üretiminin işçi kaybının paralelinde etkilenme ihtimaliydi. (Meslek, 1 Eylül 1925, s. 1). Meslek, 17 Şubat 1925, Sayı:10. Ereğli Zonguldak Maden Kömürü Havzası ve Haftalık Takvim: Zonguldak Limanı ve Şehri Müstahsilleri, amelesi, kömürünün kıymeti, havzanın temdini hakkında Meslek tedkikat icrasını vazife add etmiştir. 1 Binaenaleyh gerek sahilde ve gerekse dâhilde çalışan maden kömürü ocakları imalatı umumiyetle su sathından yukarıda ve en kolay şerait dâhilindedir. Arkasında ormanı, önünde deniz bulunan ve birinci metreden itibaren kömür istihsali mümkün olan böyle bir servet kaynağından bugüne kadar kemaliyle istifade edilememesi ve elyevm de istifade edilecek çarelerin bulunamaması cidden teessür ve teessüfle telakki edilmelidir. (Meslek, 17 Şubat 1925, s. 10). 2 Meslek te 1925 Şubat ortalarında Ereğli-Zonguldak havzasının kıymet ve vüsati, henüz hesap edilmemiştir. Ancak hesabı müşkül olacak derecede geniş bir havza olduğu aşikârdır. Zonguldak maden kömürü havzası Türkiye nin en ciddi en kıymetli menabii istihsaliyesinden biri ve belki birincisi olduğu cihetle havzanın vüsat ve kudreti, bugün ki istihsal şeraiti, kömürünün kıymeti, müstahsillerin vaziyeti, amelenin ahvali umumiyesi, havzanın temdini çareleri hakkında suret-i mahsusada tedkikat icrasını Meslek vazife addettiğinden bu haftadan itibaren bu mevzulara dair neşriyatta bulunacaktır cümleleriyle bu alanda inceleme yapılacağı duyurulmuştu. (Meslek, 17 Şubat 1925, s. 10).

230 228 LaborComm 2014 Bildiriler Kitabı Birgen, sorunu belirleyip tanımladıktan sonra çözüme yönelik iki model önermişti; ya devlet veya büyük bir şirket aracılığı ile kapsamlı bir proje hazırlanarak hızlı harekete geçilecek ya da evrimci bir çizgide reformlarla aşamalı bir gelişim sağlanacaktı. Muhittin Birgen kendi tercihini Tedrici bir inkişaf temin etmek üzere yapılacak parça parça ıslahat üzerine istinad edecek muayyen bir plan dâhilinde, bu havzayı Türk sermayesiyle işleyen ve mebzul [bol] bir istihsal yapan milli bir servet membaı haline getirmek usulü bizce takip edilmesi lazım gelen doğru yoldur ifadeleriyle ortaya koymuştu. Öte yandan Muhittin Birgen in önerisi doğrultusunda İşte bu yoldan gidilmesini istediğimiz içindir ki Meslek Türk kömürcülüğünün inkişafını temin edecek bir faaliyet programının nelerden ibaret olduğunu göstermek için yaptığı tedkikat neticesinde vasıl olduğu fikirleri gelecek nüshadan itibaren yazmaya başlayacaktır açıklamasına başvurulması, Meslek gazetesinin kömürcülüğe yönelik araştırmalarının bir başka nedenini daha açıklığa kavuşturuyordu 3. (Meslek, 1 Eylül 1925, s. 1). Üstelik gazeteye göre o dönemde takibi lazım gelen siyaseti tesbite çalışmak, yalnız Zonguldak havzasını değil, bütün Türkiye nin iktisadi refahı, bütün memleketin saadeti namına elzem görülmekte idi. (Meslek, 24 Mart 1925, s. 18). Türkiye de Kömürün ve Zonguldak Havzasındaki İşletmelerin Geçmişi Meslek te Zonguldak kömür havzası ve işletmelerin şekil, yapı ve şartları hakkındaki incelemelerden önce, gerek kömür bulunan bölgeye komşuluğu gerekse limanı nedeniyle kurumsal, hukuki ve ticari düzlemlerde Ereğli nin adının ön planda tutulduğu değerlendirilerek adeta terminolojik bir başlangıç yapılmıştı 4. Bu belirlemeden sonra konu alınacak ve incelemelerde ön planda tutulacak havzanın sınırlarının çizilmesine geçilmiş ve dolayısıyla öncelikle gazetenin aylara yayılacak inceleme yazılarının hangi alanları kapsadığı ortaya konulmuştu. Gazetenin incelemeleri açısından giriş niteliğinde ele alınabilecek bu satırlara bölgedeki kömürcülük hakkında bilimsel düzeyde ve ciddi bir araştırmanın yapılmadığı da eklenmişti. Bununla birlikte Yalnız şimdiye kadar imalat yapılan sahalarda istihsalat sebebiyle yapılan tedkikat ve mühendislerimizden bazılarının mevzu-ı tedkikatı, harbi umumi esnasında Almanların mütareke esnasında İtalyanların ve nihayet Mühendis Rally nin tedkikatı ile kanaat edeceğiz sözleriyle gazetenin konu hakkındaki yazılarının referanslarına işaret edilmişti. (Meslek, 17 Şubat 1925, s. 10). Bölgede kömürün bulunmasının çok gerilere gitmediğini, II. Mahmut döneminde Uzun Mehmet tarafından bulunduğunu hatırlatan (Meslek, 17 Şubat 1925, s. 10) Meslek gazetesine göre kömür havzasının işletilmesine yönelik incelemeleri değerlendirirken, gerek sektörel/işletme gerekse kömür açısından tarihsel bir çizgi oluşturmak zorunluluktu. (Meslek, 24 Şubat 1925, s. 10). Gazete bu bağlamda devlet düzeyindeki kömür siyasetine öncelik vererek Zonguldak kömür havzasının idaresinde takip edilen siyasetin zaman zaman değiştiğinin/değiştirildiğinin altını çizmişti (Meslek, 24 Mart 1925, ss ) 5. 3 Gazete, havzada ilerleme sağlamak için büyük sermayeye ihtiyacın olduğunu ancak küçük sermaye ile hariçten sermaye koymayarak kendi yağıyla kavrulması gibi bir yöntemle havzanın kurtarılabileceğini savunmuştu. Bu görüş çerçevesinde, maden işlerinde yabancı sermayeden istifade etmek en sonda düşünülecek mesele idi. (Meslek, 24 Şubat 1925, s. 10). Gazetenin temel değerlendirmesi, millileştirme kanalıyla yani yerli sermaye aracılığı ile büyük kazanç sağlanabileceği ve bundan işçiler dahil herkesin olumlu etkileneceği yönündeydi. (Meslek, 24 Mart 1925, s. 19). 4 Ereğli Havza-i Fahmiyesi (Ereğli Kömür Havzası), Ereğli Maden Kömürleri, Ereğli Osmanlı Şirketi, Bender Ereğli Anonim Şirketi gibi. 5 Zonguldak kömür havzası, idaresi ve işçiler hakkında bkz.: Aytekin, E. Attila (2007), Tarlalardan Ocaklara, Sefaletten Mücadeleye, Zonguldak-Ereğli Kömür Havzası İşçileri , İstanbul:Yordam Kitap; Çıladır, Sina (1977), Zonguldak Havzasında İşçi Hareketlerinin Tarihi Ankara:Yeraltı Maden/İş Yayınları; Gürboğa, Nurşen (2009), Mine Workers, The Single Party Rule, And War The Zonguldak Coal Basin As The Site Of Contest , İstanbul: Ottoman Bank Archives And Research Centre. Gürboğa nın çalışmasında yer yer referans olarak Meslek gazetesine başvurulmuştur.

231 Eminalp Malkoç 229 Zonguldak ve civarında kömürün bulunmasından sonra gazetenin ifadesiyle hükümet işletme usulü uygulanmıştı. Bunun paralelinde maden ocakları, Ereğli de oluşturulan Maden-i Hümayun Nazırı nın denetim, kontrol ve idaresi altında mahalli müteahhit ve mültezimlere verilmiş; çevre kazaların halkları ile hayvanları Müretteb [sıra, dizi] Usulü adıyla bu ocaklara belli bir sıra içinde tahsis edilmişti. Bu ocakların maden sütunu gibi çeşitli ihtiyaçlarının karşılanması amacıyla yine aynı sistem içinde bölge halkı ve hayvanları üzerinden bir düzen daha oluşturulmuştu. Böyle uygulamalar, gazete tarafından özellikle bölge halkı açısından iç açıcı/olumlu gelişmeler olarak ele alınmamıştı 6. Ereğli madenlerinin işletilmesine yönelik ilk nizamname hakkında da bilgi veren gazeteye göre (Meslek, 24 Şubat 1925, s. 10) havzada devlet işletmesi usulü o kadar büyük şiddet ve kuvvetle uygulanmıştı ki bu, havzaya komşu bütün yerlerin ahalisini etkilemiş; senelerce halk, mal ve canıyla kürek mahkûmları gibi madenlerde çalıştırılmıştı. Bunların yanında bölge ormanları hiçbir kayıt ve şarta bağlı olmaksızın madenlere tahsis olunurken devlet gemileri, nakliyat işlerinde kullanılmıştı. Özetle devlet idaresi, bu işletmede olumlu sonuçlar almak için memleketin bütün kaynaklarını israftan geri durmamıştı. Ancak sonuç itibariyle Bahriye teşkilatına bağlı düzen de dahil olmak üzere devletin uygulamaları başarıya ulaştırılamayacaktı. (Meslek, 24 Mart 1925, ss ). Zamanla Türkiye nin kömüre olan ihtiyacı arttığından hükümet kurumları dışında piyasalara kömür sağlamak zorunluluğu ortaya çıkmış; hem bu ihtiyacı karşılamak hem de işletmeci durumundaki mültezimleri motive etmek amacıyla üretimin % 60 ının harice satılmasına izin verilmişti. % 40 lık oranın ise hükümetin tespit edeceği fiyatla yine hükümete ait olması kabul edilmişti. Meslek gazetesinin yaklaşımıyla madenlerin hükümete ait olması, maden ekipmanı ile işçisinin yine hükümet aracılığıyla sağlanmasından dolayı doğal görünmekteydi. Kısa müddet sonra gerek ihtiyacın artması gerekse deniz ticaretindeki ilerleme, yeni bir düzenlemeyi zorunlu kılmıştı. Bu çerçeve içinde Gürcü Kumpanyası adıyla tanınan bir şirket faaliyete geçmiş ve havzada Gürcü Kapısı olarak tanınan Kozlu daki ocak açılmıştı. Avrupa ölçülerinde kömür çıkarılması düşüncesiyle faaliyete geçirilen ilk yapılanma burası olacaktı. (Meslek, 24 Şubat 1925, s. 10) 7. Ancak, gazetenin tarihlendirmesiyle 19. yüzyılın sonlarında, 25 Teşrin-i Sani/Kasım 1309 (7 Aralık 1893) tarihinde verilen imtiyaz ile işe başlayan Ereğli Şirket-i Osmaniyesi 8 de bölgedeki tesisi çağdaşlaştıramayacaktı. Bu arada maden işleri, Maden-i Hümayun Nezareti nden Nafia ya oradan da Ziraat ve Ticaret Nezareti ne devredilmiş ve en son Meşrutiyet in ilanının ardından yabancı sermayeye açılmıştı. (Meslek, 24 Şubat 1925, s. 10) 9. 6 Gazetede yanlış olarak 24 Nisan 38 tarihi verilmişti. Oysa 24 Nisan 1283/1867 olmalıydı. 7 Meslek in satırlarında Gürcü Kumpanyası olarak okunan şirket başka kaynaklarda Kurci Kumpanyası (Çıladır, 1977, s. 59 vd) ve Giurgi Şirketi (Aytekin, 2007, s. 31) olarak geçmektedir. 8 Gazete şirketin Fransız misyonerlerine ait olduğunu yazmıştı. 9 Gazetenin detaylı anlatımı açısından bakıldığında havzanın idaresi, Bahriye ye yani askeri bir idareye bağlanmışsa da başarıya ulaşılamamıştı. Meslek bu dönemi Bila vasıta devlet işletmesi devri olarak adlandırmıştı. Bundan sonra havza yine bahriyeliler idaresinde olmak üzere bil-vasıta işletilmeye başlanacaktı. Bu şekilde dahi madenlerin ihtiyacı olan amele, malzeme, sütun, para vesaire devlet idaresince sağlandığından kömürün önemli kısmı devletçe satın alınmaktaydı. Bu dönemden 1920 li yıllara idareden alacaklı ve bazen de bu idareye borçlu birçok madenci kalmıştı. Bir müddet sonra hükümet çıkarılan kömürün bir kısmının mültezim tarafından serbestçe satılması yöntemini yürürlüğe sokmuş ve bu yöntem serbest satılan miktarın zamanla artırılmasına bağlı olarak uzun bir zaman devam etmişti. Gazete bu dönemi de bilvasıta devlet işletmesi devri olarak ele almıştı. Bir süre sonra Bahriye İdaresi çıkarılan kömürden dilediği zaman bir kısmını satın alma hakkını korumak şartıyla daha fazla serbestlik getirmişti. Bu sırada 390 maden, yerli sermayedarlar tarafından işletilmekteydi. Bu devreye gazete mültezimler işletmesi devri adını vermişti. Madenlerin idaresi, Bahriye Nezareti nden Nafia Nezareti ne ve kısa bir zaman sonra Ziraat ve Ticaret Nezareti ne bırakılmıştı. Havzaya, yabancı sermayenin girişi, Nafia Nezareti nin zamanında olmuştu. Bu teşekküllerin, havzanın geneline yayılmalarına engel hiçbir araç bırakılmamıştı. Gazete bu dönemi ecnebilerin hakimiyeti devri olarak değerlendirmişti. Birinci Dünya Savaşı ndan sonra Almanların yerini İtalyanlar almıştı. Milli Mücadele yıllarıyla

232 230 LaborComm 2014 Bildiriler Kitabı Meslek, erken Cumhuriyet döneminde kömür havzasındaki Fransız Şirketi elindeki işletmenin son derece geri düzeyde olduğunu, en basit araçların kullanılması gereken alanlarda bile ucuz insan gücüne başvurulduğunu, bunlara rağmen kömürün pahalıya mal edildiğini belirtirken verimin artırılması çizgisinde bilimsel yöntemlere başvurulmasını, havzanın makineleştirilmesini ve nakliye işlemlerinin yeniden düzenlenmesini savunmuştu. (Meslek, 10 Mart 1925, s. 4). Meslek gazetesi, bölgenin potansiyelini Büyük muharebede Alman heyet-i fennîyesi bütün Anadolu yu baştan aşağıya ilim gözüyle tedkik etmişlerdi. Bu tedkikat neticesinde verdikleri karar şu idi: Türkiye de derhal sermaye vazına kabiliyetli Zonguldak Kömür Madenleri, Bolu, Kastamonu ormanları ve Ergani Bakır Madeni cümleleriyle aktarırken (Meslek, 26 Mayıs 1925, s. 8) kaçınılmaz bir şekilde aynı alanın ekonomik ve coğrafi konumunu da değerlendirmişti. Bu çizgide Zonguldak-Ereğli kömür havzasının rezervlerinin yanında konum açısından da avantajlı bir duruma sahip olduğu sık sık belirtilmişti. Dolayısıyla gazetede bölgenin işletme şekil ve tarzlarının yanında ulaştırma ve nakliye şartları da ele alınmıştı. Bu noktada temel sorun avantajların kullanılabilir, verimi etkileyebilir bir seviyeye getirilmesiydi ki bu ulaşım şart ve araçlarının geliştirilmesiyle doğrudan ilişkiliydi. Meslek, 24 Mart 1925, Sayı:15. Zonguldak Kömür Havzasında Fransız Mahallesi Bölgenin ulaştırma ve nakliye gibi alanlar açısından önemli ve kısa süre içinde aşılması gereken sorunlarından biri limanlar meselesi idi. (Meslek, 23 Haziran 1925, s. 17; Meslek, 4 Ağustos 1925, ss. 1-2) 10. Havzanın dışarıya ulaşım ve nakliye olanaklarını geliştirme amacıyla gerçekleştirilen bir diğer atılım, o yıllarda hükümetin tamamlamaya çalıştığı Ereğli- Karadere Hattı idi. (Meslek, 17 Şubat 1925, s. 10; Meslek, 26 Mayıs 1925, s. 8). Kömür Havzasının İşçileri ve Yaşam Şartları Meslek gazetesi Zonguldak-Ereğli Kömür Havzası, bölgenin rezervleri ve verimliliği ile ilgili incelemeleri kapsamında işletmelerin doğal ve asıl parçası olması münasebetiyle kömür birlikte havzanın Türkleştirilmesine çalışılmıştı. (Meslek, 24 Mart 1925, s. 18). Akademik çalışmalarda Hazine-i Hassa dönemi ( ), Bahriye Nezareti dönemi ( ), Fransız sermayesinin havzaya girişi ve 1908 sonrası gibi dönemlendirmelere/kategorilendirmelere yer verilmektedir. Ereğli Şirketi nin imtiyaz alması hakkında da 1893, 1896 gibi farklı tarihler geçmektedir. (Aytekin, 2007, ss ; Çıladır, 1977, ss ). 10 Arka planı ve geniş bir bölge içindeki orman, kömür, bakır, kurşun gibi maden yatakları değerlendirilerek özellikle İnebolu limanına gazete tarafından önem verilmişti. (Meslek, 9 Haziran 1925, s. 5; Meslek, 7 Temmuz 1925, s. 5; Meslek, 11 Ağustos 1925, s. 12; Meslek, 18 Ağustos 1925, s. 4).

233 Eminalp Malkoç 231 işçilerine de yer ayırmıştı 11. (Meslek, 10 Mart 1925, s. 4). Üstelik gazetenin ifadesiyle Maden ocaklarında muzdaribane çalışan amele, Karadeniz in kıraç sahillerinde toprak istihsaliyle hayatını temin edemeyen zavallı köylülerdi. (Meslek, 3 Mart 1925, s.8). Meslek in İşçi Sınıflaması ve Maden Kömürü Tahmil-Tahliye Amelesi Ereğli-Zonguldak kömür havzasındaki işçi kitlesi, genel sanayi [sanayi-i umumiye] işçileri ve özel sanayi [sanayi-i hususiye] işçileri olmak üzere iki başlık altında sınıflandırılmıştı. Genel sanayi işçileri tesviyeci, tornacı, marangoz gibi sanat sahiplerinden özel sanayi işçileri ise kazmacı, tamirci, yıkayıcı, lağımcı ve yükleyicilerden [tahmilci] oluşuyordu. Kömür işçilerinin % 95 ini 12 oluşturan özel sanayi işçileri, madenlerde iş bulamadıklarında asıl meslekleri olan çiftçiliğe dönmekteydiler 13 ki bunlar için aslında maden işçiliği geçici bir ara formüldü. Bu noktada Meslek, madenleri verimli kılacak faktörlerden biri olan işçi sınıfını yaratmak için bu iki yönlülüğe son verilmesi gerektiğini vurgulamıştı ki bunun anlamı madencilik açısından uzman/profesyonel bir işçi kesimi yetiştirmek ya da oluşturmaktı. (Meslek, 3 Mart 1925, s. 8). Meslek, özel sanayi [sanayi-i hususiye] işçileri olarak limandaki nakliye ve yüklemeboşaltma işlerini yürüten, hemen tamamı Ereğli halkından olan işçiler hakkında da yaptıkları işlerden kazançlarına kadar oldukça doyurucu bilgileri kamuoyuna aktarmıştı. (Meslek, 3 Mart 1925, s. 8). Bölgede Ereğli den Zonguldak ve Kilimli ye kadar yaklaşık 27 millik sahilde maden kömürü nakliyat ve kömür yüklemesi yapılacak iskele ve oluk (maden ocaklarının sahilde kömür yüklemesi yaptıkları iskele) sayısı 18 civarındaydı. Bu iskelelerden senede Zonguldak limanı hariç beş yüz bin tona yakın kömür naklediliyordu. Bunların nakliyat ve yükleme işlerinde çalışan işçiler tamamen Ereğli halkındandı. Bu faaliyet, 800 kişi ve 78 kadar kömür naklinin gerçekleştirildiği kayıkla yürütülüyordu ki her kayıkta dört işçi bulunuyordu. Bir kayıkla bir günde asgari 80 ton kömürün nakli ya da yüklemesi yapılırdı. Her kayığın kazancı 5 kısma bölünürdü: Bir birim kayık hakkı ayrılır ve diğer 4 birim çalışan işçilere paylaştırılırdı. Zorunlu masraflarla kumanya bedeli genel hasılattan çıkarılırdı. Kayıklar, oluktan kömür alarak geminin bordasına yanaşır ve bu kömürü ufak küfelere doldurarak geminin küpeştesine teslim ederek görevini yerine getirirdi. Gemilerde ayrıca kömürün istifi için yükleme amelesi bulunuyordu. Cumhuriyet in ilk yıllarında bu işçilerin ücreti her iskele için belirlenmişti. Ton başına kayık ücreti 40 kuruş, amele ücreti 25 kuruştu. Gazetenin değerlendirmesiyle bu işçilerin çalışma şartları, 60 yıl öncesindeki çalışma şeklinden olukların inşa edilmesi dışında farklı değildi Gazetenin genelde işçilerle ilgili araştırmalarında titiz davrandığı anlaşılmaktadır. Meslek in kömür işçileri hakkındaki dosyası da basın düzleminde işçilere yönelik bilimsel düzeye yakın bir inceleme niteliğine sahip olması açısından bir örnek niteliğindedir. Bu değerlendirmeye, 3-4 Mayıs 2013 tarihli LaborComm IV. Uluslararası İşçi ve İletişim Konferansı nda sunulan Cumhuriyet in İlk Yıllarında Basının İşçilere Bakışından Bir Kesit: Meslek Gazetesinin Perspektifinden Türkiye deki İşçi Sınıfının Geçmişi ve İşçi Hareketleri adlı bildiride de yer verilmiştir (Malkoç, 2014, s. 3). 12 Bu oran, 3-4 Mayıs 2013 tarihli LaborComm IV. Uluslararası İşçi ve İletişim Konferansı nda sunulan Cumhuriyet in İlk Yıllarında Basının İşçilere Bakışından Bir Kesit: Meslek Gazetesinin Perspektifinden Türkiye deki İşçi Sınıfının Geçmişi ve İşçi Hareketleri adlı bildiri metninde yazım hatasıyla % 90 olarak verilmiştir (Malkoç, 2014, s. 3). 13 Meslek bu işçileri şöyle tanımlamıştı: Asıl hayatı olan raî [çoban] ve raî hayata atılmak için madende muzdaribane çalışır, binaenaleyh madende yaşadığı ızdırab-ı aver [ızdırap getiren] hayata nihayet vermek zaruretiyle kıvranır. Bu ameleyi, madende hiçbir Avrupai eşkâl tatmin etmiyor. Oturduğu barakayı yakar ve yıkar, saha-yı imalatta lakayddır [ilgisiz]. Hastalığını bir iki gündelik daha fazla aldıktan sonra; fakat devr [ya da dur] şiddetinde hisseder, sanatda tekâmül hissi yoktur, gündeliğinden işinin hitamında haberdar olur. 14 Gazetenin bu haberinden birkaç sene öncesine kadar bu kayıkçılar kâhya idaresinde çalışıyorlardı. Kâhyaya aidat olarak, kayıkçı ve amelenin kazancından ton başına 10 kuruş ve kalan gelirden % 6 kuruş, toplam yaklaşık % 21 kuruş almaktaydı. Kâhya senelik asgari liralık gelir sağlardı. Gazetenin ifadesiyle 337

234 232 LaborComm 2014 Bildiriler Kitabı Bir müfettişlik ve Maden Müdürlüğü aracılığı ile deniz nakliyat ve yükleme işçiliği idare edilmiş, bir süre sonra talimatname çıkarılmış ve ayrıca Deniz Nakliyat ve Tahmilat Amelesi Derneği faaliyete geçmişti. Gazetenin yaklaşımı ile Bu teşkilat sayesinde işçi hak ettiği parayı peşinen almakta, hastalara bakılmakta işsiz kalanlara muavenet edilmektedir ki hususat-ı salife her insanın en ibtidai hukukunu teşkil etmektedir. Hedef-i asli; nakliyat ve tahmilat işçiliğini temdin, işi teshil ve tesrii olup şuurlu bir surette bu gayeye doğru yürünmektedir. Dernek, iki kayık sahibi, iki kayıkçı ve iki yükleme amelesi ile etkinliklerini düzenlemeye başlamıştı. Talimatnamesi doğrultusunda iş kazancından % 8 pay alan dernek, geliri ile baraka ve idarehane kirası, memur ücreti, doktor ücreti, ilaç bedeli, iş elbisesi ve kayık tamiri gibi kalemleri karşılamayı öngörmüştü. Dernek çalışma şartlarını iyileştirme yanında özellikle sağlık konularıyla ilgilenmişti. (Meslek, 3 Mart 1925, s. 8). Meslek, Zonguldak-Ereğli kömürlerinin pazar rotasıyla ilişkili bir şekilde İstanbul Limanı Tahmil ve Tahliye Amele Cemiyeti hakkında da bir inceleme yapacaktı 15. Havzada İşçi Ücretleri ve Çalışma Saatleri Meslek, kömür havzalarındaki bütün madencilerin başlıca sermayesinin, ellerindeki ruhsatlar sayesinde ucuz ücretle çalıştırdıkları işçiler olduğunu belirtmiş (Meslek, 10 Mart 1925, 4); bununla beraber ocakların yüzeye yakınlığı nedeniyle kömür çıkarmanın çok kolay bir işlem olmasından dolayı ekipman ve araçların yerine insan istihdam edildiğinin altını çizmişti. (Meslek, 24 Şubat 1925, s. 10). Havzada her iş için insan istihdam edilmesinin farklı bir örneği, 19. yüzyıl ortalarında görülmüştü. Nitekim Kırım Savaşı sırasında Karadeniz e geçen Müttefik güçlerin kömür ihtiyacının bu havzadan karşılanması zorunluluğu ortaya çıktığında Sırbistan dan bazı çalışanlar getirilmişti. Bunların madencilikte uzmanlığı yoktu ancak tünel açma işlerinde başarılıydılar. Bu dönemde kömür üretimi biraz artmıştı. senesi iptidasında Zonguldak Madeni Amele Müfettişliği nce esasen kanun-ı mahsusuyla mülga bulunan [kâhyalık] usulü bilfiil ref ve ilga olunmuştur Mart ında Meslek gazetesi, işçiler hakkında yeni bir haberi sütunlarına taşımıştı. Buna göre, İstanbul Limanı Tahmil ve Tahliye Amele Cemiyeti (Gazete 17 Mart ta İstanbul Umum Deniz İşçileri Tahmil Tahliye Cemiyeti adını kullanmıştı), yükleme-boşaltma ücretlerine % 30 zam yapmaya karar vermişti. Ayrıca Meslek, bu gelişmeyi ekonomik durgunluk içindeki İstanbul limanı için bir tehlike olarak yorumlayan gazetelerin değerlendirmelerine yer vermişti (Meslek, 10 Mart 1925, s. 4; Meslek, 7 Mart 1925, s. 9). Gazete, bir hafta sonra cemiyetin ücret politikası ve işçilerin çalışmalarının nasıl ücretlendirildiği hakkındaki açıklamaları yeniden gündeme getirecekti. Yükleme-boşaltma işçilerinin ücretlerinin fazla görünse dahi haftalık çalışma olanaklarının azlığını göz önüne alan gazetenin değerlendirmeleri, cemiyete ve işçilere destek olacak nitelikteydi. Diğer yandan deniz yükleme-boşaltma ücretleri meselesini irdeleyen gazete, İstanbul Limanı Tahmil ve Tahliye Amele Cemiyeti ni içinde kuvvetli bir meslek ahlakı teşekkül etmekde olan bir teşkilatla karşılaşdık manşetiyle kamuoyuna tanıtacaktı. Yazıda, işçiler arasında bir dayanışma sağlaması ve işçi menfaatlerini, işçiler üzerinden savunması gibi nedenlerle aslında Meslek in ileri sürdüğü düşünce ve ilkelere uygun düşmesi nedeniyle bu işçi yapılanması şuurlu cemiyet olarak bir hayli övülmüştü. Gazetenin incelemesinde cemiyetin Umum Deniz ve Maden Kömürü Tahmil ve Tahliye Amelesinin Tavr-ı Hareket ve Ücret-i Yevmiyeleriyle İdare-i Dahiliyelerine Dair Talimatname yi hazırlamış olduğu belirtilmiş ve cemiyetin nizamnamesi de yayınlanmıştı. Nizamnamede cemiyetin yasal kimliği çerçevesinde hangi işçilerin bu örgüte üye olabilecekleri, üyelik şartları (Nizamnamede kayıtlı işçi olmak ve 18 yaşından küçük olmamak şartlarının yanında hukuk-ı medeniyeden mahrum olmamak, Türkiye Cumhuriyeti tabiiyetinde bulunmak gibi koşullar vardı), yükleme-boşaltma işçilerinin çalışma süreçlerindeki hiyerarşileri ve temel çalışma prensipleri ( Amele götürüldüğü işde tembellik ve itaatsizlik etmeyecek ve işin şartı ve kaidesi ne ise o yolda çalışacak; terbiye ve edebe muhalif serkeşlik etmeyecekdir gibi prensipler geçerli idi), işçilerin ücretli çalışma koşulları, cemiyetin doktor ve eczanesinin kullanımı, cemiyetin işçiler üzerindeki yaptırımları sıralanmıştı (Meslek, 17 Mart 1925:9). Mart sonlarında, daha önce yükleme ve boşaltma işçileri ile madenciler arasında ortaya çıkan ve işçilerin 12 maddelik talep listesi hazırlamalarına yol açan ihtilaflar doğrultusunda gerçekleştirilecek görüşmelerin Sanayi ve Mesai Müdüriyeti nde başlayacağı haberleri gazetede çıkmıştı (Meslek, 31 Mart 1925, s. 12). İstanbul Limanı Tahmil ve Tahliye Amele Cemiyeti hakkında 3-4 Mayıs 2013 tarihli LaborComm IV. Uluslararası İşçi ve İletişim Konferansı nda sunulan Cumhuriyet in İlk Yıllarında Basının İşçilere Bakışından Bir Kesit: Meslek Gazetesinin Perspektifinden Türkiye deki İşçi Sınıfının Geçmişi ve İşçi Hareketleri adlı bildiride kısa bir bilgi verilmiştir (Malkoç, 2014, ss ).

235 Eminalp Malkoç 233 Cumhuriyet in ilk yıllarında bile Sırbistan dan gelip çalışanların adının verildiği birçok maden ocağı ve maden damarı mevcut bulunmaktaydı. Havzaya yabancı sermayenin girişinden sonra yabancı yönetici-çalışan sayısı artmışsa da insan gücüne dayalı ilkel yöntemler kullanılmaya devam edilmişti. (Meslek, 24 Şubat 1925, s.10). Meslek, 24 Şubat 1925, Sayı:11. Ereğli Zonguldak Maden Kömürü Havzası: Türk kömür havzası Hırvatların elinde Gazete, 1867 Nizamnamesi nin maddeleri 16 üzerinden bölge halkı ve dolayısıyla havzanın ilk işçileri için işte şu mevad-ı nizamiye delaletiyle görülüyor ve anlaşılıyor ki havza-i fahmiyeye komşu olmak bedbahtlığına uğrayan halk, Müretteb Usulü unvanıyla angarya olarak maden ocaklarına sevk edilmekde idi değerlendirmesini yapmıştı. Gazetenin belirttiğine göre çalışan işçilerin ücreti bile aynen ödeniyordu. (Meslek, 24 Şubat 1925, s.10). Zaten havzada standart bir işletme sistemi olmadığından ücretlendirmede de farklılıklar gözlenmekteydi. Bu farkları örneklerle sergileyen Meslek, işçilerin mevcut şartlara itiraz edemeyeceğini ileri sürmüştü. Gazetenin böyle iddialarının öncelikli dayanakları, en başta/işe girişte bir yevmiye belirlenmemesi ve işçinin itiraz etmesi halinde havzada işsizlik riski ile karşı karşıya kalacak olmasıydı. (Meslek, 7 Nisan 1925, s.2). Kömür havzasındaki işçilerin geldikleri yöre ya da bölgeye göre farklı işlerde çalıştıklarını belirleyen gazete, çalışma şekillerinin farklılığının paralelinde değişen bir ücretlendirmenin geçerli olduğunu ortaya koymuştu. Meslek, kömür madenlerinin işletme ve çalışma şekilleri hakkında oldukça gerçekçi hatta ayrıntılı bir çerçeve oluşturduktan sonra Amele Kanunu nun 16 Gazetede yayınlanan 24 Nisan 1283 tarihli nizamnamenin işçilerle ilgili maddeleri: Madde 16-Bir karyeye tevzi olunan sütun vakti şita duhulü etmeksizin [vakit kışa girmeden] mah-i Ağustos ve nihayet Eylül nihayetine değin tamamiyle nakline evvel karyenin muhtarı borçlu olup matlup olunan sütunun vaktiyle nakline muvafık olmayub da sütunsuzluktan dolayı merbut olduğu ocağın imaline halel geldiği veyahut bacasının göçdüğü bu fenalığın sebebi hakiki bi-t-tahkik sebebiyet muhtar-ı merkum üzerinde kalmadığı halde bu babda vaki olacak mazarratın şiddet ve hiffetine [hafifliğine] göre komisyonun tahdid edeceği müddetle mahbusen mücazat olacaklardır. Madde 21-Maden-i mezkûr ocaklarında istihdamı lazım gelen sunuf-u ameleden kazmaciyan ve küfeciyan ve kiraciyan Ereğli Sancağı dahilinde kain ondört kaza ahalisine münhasır olup kazaha-i mezkurenin nüfusu cedidelerinde on üç yaşından elli yaşına değin beyninde olan nüfus-u zükuru kaza be-kaza tesbit-i defter olunup bunlardan alil ve çürükleri bittefrik kusuru işbu deftere müracaatla ati-üz-zikr usule tevfikan celb olunacaktır. Madde 32-Yirmi birinci maddede zikr olunan sunuf-u selase-i ameleden kiraciyandan bir kaza veyahut bir divanda mevcut olan kiracı hayvanatı iki kısma taksim olunarak kısmı evvel ocaklara celb ile on beş gün kömür keşide ettikten sonra kısmı sanisi gelip kısmı evvel karyelerine avdetle diğer nöbetlerinin vakti gelinceye değin hem hayvanları dinlendirecek ve hem de umuru beytiyyet [evleri ile ilgili işleri] ve mezruatına [ekinlerine] bakacaklardır. (Meslek, 24 Şubat 1925, s. 10).

236 234 LaborComm 2014 Bildiriler Kitabı çalışma saatiyle ilgili sekizinci ve ücretlendirmeye yönelik on birinci maddelerini 17 aynen aktararak çelişkiyi ve çarpıklığı kamuoyuna sergileyecekti. (Meslek, 7 Nisan 1925, s. 2). Öte yandan gazetenin Zonguldak-Ereğli madenlerini mercek altına aldığı dönemde bölgedeki işçilerin ve madenlerin durumu, TBMM ye de yansımıştı 18. Meslek in aktardıklarına göre 17 Mart 1925 tarihinde TBMM de Ticaret Vekaleti Bütçesi görüşülürken Yusuf Akçura, Zonguldak-Ereğli kömür havzasındaki bazı sorunları gündeme taşımıştı. Bu sorunlar arasında madenlerdeki çalışma saati fazlalığı, işçilerin eski dönem araçlarıyla madenlerde taşıma yapmaları ve sağlık şartlarının olumsuzluğu vardı. Meslek, Akçura nın sözlerine kulak verilmesi gerektiğini Ve neticede diyor ki: Efendiler, Cumhuriyet kanunlarını, padişahlık devrindeki kanunların tarz-ı telakkisine benzetmeyelim. Kanunlarımızı harfi harfine tatbik edelim! Yusuf Akçura Bey tatil esnasında bir aralık havzaya giderek kısa bir tedkik yaparak avdet etmişti. Binaenaleyh, sözleri hususi bir kıymeti haiz idi cümleleriyle aktarmıştı. (Meslek, 31 Mart 1925, s. 11). Ortaya atılan bu sorunlar karşısında Ticaret Vekili Ali Cenani Bey, bir yandan buradaki işletmenin yeniden düzenlenmesi gereğini dile getirmiş, diğer yandan Akçura ya Amele Kanununun sekizinci maddesinde saat-i mesai 8 saat olarak tesbit edilmiştir. Bu sekiz saat memleketimiz için muvafık mıdır, değil midir? Bu başka bir meseledir. Ancak ben zannediyorum ki kanun tamamiyle tatbik edilmektedir. Edilmesi lazımdır ifadeleriyle cevap vermişti 19. Meslek ise TBMM de kömür havzası için hazırlanan kanunda çalışma saatinin 8 saat olarak belirlendiğini ve Ticaret Vekaleti tarafından düzenlenerek TBMM ye gönderilen kanunda da madenler için 8 saat çalışma süresinin kabul edildiğini hatırlatmıştı. Ancak gazetenin incelemeleri, madenlerde çalışan işçilerin bir kısmının bu saatin altında faaliyet gösterdiğini, % 85 i aşan orandaki bir işçi kitlesinin ise çok daha fazla, 10 ya da 12 saat çalıştığını gün ışığına çıkarmıştı. (Meslek, 31 Mart 1925, s.11). 17 Madde 8: Mesai-i yevmiye ale-l-ıtlak [genel olarak] sekiz saattir. Bu müddetten fazla çalışmaya hiçbir işçi icbar edilemez. Sâât-i mesai [çalışma saatleri] haricinde tarafeynin rıza ve muvafakatiyle iki kat ücrete tabidir. Tahte-l-arz [yer altı] mesafede nüzül ve suud [inmek ve çıkmak] için geçen müddet sekiz saate dahildir. Madde 11: Maden ocaklarında çalışan amelenin hadd-ı asgari ücreti ocak amil ve mültezimleriyle Amele Birliği ve İktisat Vekaleti tarafından müntahab [seçilmiş] üç zat marifetiyle tayin olunur. 18 Bu konu hakkında 3-4 Mayıs 2013 tarihli LaborComm IV. Uluslararası İşçi ve İletişim Konferansı nda sunulan Cumhuriyet in İlk Yıllarında Basının İşçilere Bakışından Bir Kesit: Meslek Gazetesinin Perspektifinden Türkiye deki İşçi Sınıfının Geçmişi ve İşçi Hareketleri adlı bildiride kısa bir bilgi verilmişti (Malkoç, 2014, ss. 3-4). 19 Görüşmeler sırasında Yusuf Akçura uzun uzun incelemelerini anlatmış ve Elyevm bir amele kanunu bilhassa Zonguldak Kömür Havzası hakkında yapılmış 10 Eylül 1337 tarihli Amele Kanunu mevcuttur. İhtisasat ve müşahedatım bu kanuna tevafuk etmemektedir demişti. TBMM tutanaklarına göre Ali Cenani Bey Efendiler! Ereğli madenleri bu memleketin en mühim servetidir diyerek söze başlamış, bununla birlikte maden işletmelerinin durumlarının iyi olmadığını anlatmıştı. Çalışma saati konusunda ise Buyuruyorlar ki, saati mesai sekizdir. Evet, Amele Kanununun sekizinci maddesi, mesai müddetini sekiz saat olarak tespit etmiştir. Sekiz saat mesai bizim memleket için nafi [menfaatli] midir, değil midir? O meseleyi Mesai Kanununda münakaşa edeceğiz. O ayrı bir meseledir. Bugün iktisat alemlerinde başka türlü nazariyeler vardır. Fakat şimdi kanunun tespit ettiği şekil, sekiz saattir. O halde kanunun ahkamını tatbik etmelidir ve tatbik edilmektedir. Ocakların dahilinde yapılan işler götürü veriliyor. Oradaki amele bu işleri götürü olarak almıştır açıklamasını yapacaktı. (TBMM ZC, : ).

237 Eminalp Malkoç 235 Sonuç ve Değerlendirme Meslek, 7 Nisan 1925, Sayı:17. Zonguldak Havzasında Kömür İhracatı Mesleki temsil ve meslek devleti gibi düşünceleri kamuoyuna yansıtan ve birçok farklı konuyu ya da alanı mercek altına alan Meslek gazetesi, bilimsel düzeyde değerlendirilebilecek özel inceleme yazıları da yayınlamıştı. Bunlar arasında yer alan Zonguldak kömür havzası, çalışma şartları ve çalışanları hakkında yapılan yayınlar dikkat çekici niteliklere sahiptir. Meslek gazetesinin Zonguldak-Ereğli kömür havzasını ve kömür meselesini incelemeye yöneldiği 1925 yılı özellikle ilk yarısı yine gazetenin değerlendirmelerine göre olumlu şartlara rağmen Türkiye de kömür satışlarının azaldığı bir dönemdi. Kömür sorununun bir yakasını ise İstanbul limanının sorunları oluşturuyordu. Üstelik aynı dönemde İstanbul Limanı Tahmil ve Tahliye Amele Cemiyeti, taşıma ve boşaltma ücretlerine % 30 zam yapma kararı almıştı. Bu kararın kömür bunalımının buhranın artmasına yol açacağı öngörülmüştü. Aynı günlerde biraz da bunalım ve ihtiyacın paralelinde kömürcülük ile ilgili tüccar, nakliyeci ve diğer ilgili kesimlerce Kömürcüler Cemiyeti kurulmuştu 20. Kömür bunalımının çözümlerinden biri, Zonguldak Mebusu Ragıp Bey tarafından ulusal kurumların yerli kömür 20 Cemiyetin amacı, mesleki dayanışmanın yanında Türk madenciliğini geliştirmek ve dünyaya tanıtmak, sektöre yönelik incelemelerde bulunmak ve yayın yapmak olarak belirlenmişti. Cemiyetin Katib-i Umumiliği ne/genel Sekreterliği ne Mühendis Sadrettin Bey seçilmişti. (Meslek, 10 Mart 1925, s. 4).

238 236 LaborComm 2014 Bildiriler Kitabı tüketmesi temennisini içeren önergesiyle ortaya çıkmıştı 21. Bu yöntemin yani yerli kömür kullanımının buhranı aşmak açısından yararlı olacağı değerlendirilmişti. (Meslek, 10 Mart 1925, s. 4). Meslek gazetesi, böyle bunalımlı bir atmosfer hüküm sürerken konuyu irdeleyecekti. Yayınları aracılığı ile havzanın şartlarının iyileştirilmesini, yerli yatırım ile modernizasyona gidilmesini ve çalışanların/işçilerin şartlarının başta ücret ve çalışma saatleri olmak üzere sağlıklı bir şekilde düzenlenmesini; her şeyden önemlisi bunlara dayanan ve verimin artırılmasını öngören uzun vadeli bir programın uygulanmasını sorunun kalıcı çözümü olarak savunmuştu. Nitekim gazetede savunulan görüşlere göre bölgeye aşamalı olarak yerli yatırım sağlanmalı ve maden havzası kendi yağı ile kavrulmalıydı. Gazetenin kömüre değer vermesinin ve Zonguldak havzasını konu olarak incelemesinin bir başka nedeni, varolan yüksek potansiyelin değerlendirilememesiyle ortaya çıkan verimsizliğin yarattığı çelişki idi. Üstelik Meslek, bu bölge ve üretiminin başarısını, bir refah aracı olarak değerlendirmekteydi. Bu bağlamda havza hakkındaki araştırmalar, gazetenin öncelik verdiği konular arasına sokulmuş ve yayın sürecinde ilk aşamada tarihsel bir çizgi oluşturma zorunluluğu duyulurken gazete yazarlarının yaklaşımları doğrultusunda kronolojik ama oldukça genel bir yaklaşım içinde sınıflamaya gidilmiş; işletmeler açısından havzaya yaklaşılmıştı. Yani Meslek, maden kömür havzasının işletilmesi sürecini, bölgedeki üretimden sorumlu ya da bölge yöneticisi devlet kurumlarından ziyade işletenlerle işletme şekillerine göre yorumlamıştı. Bu arada konu hakkındaki ilk yazılarda, bölgeden sorumlu kurumların kronolojik koordinat ve konumlarının bir hayli silik/belirsiz düzeyde ele alındığı görülmektedir. Ancak kömür havzası ve Türkiye de kömürcülükle ilgili ilk yazılarda karşılaşılan ve belirsizliğe varan oldukça genel değerlendirmeler, zamanla yerlerini daha somut verilere bırakacaktı. Öte yandan havzanın analizi yapılırken kömür üretiminin en önemli parçalarından olan işçilere ayrı bir başlık açılmıştı. Gazete tarafından kömür işçilerinin ücret, çalışma saati, örgütlenmeleri ve yaşamlarını gerçekçi düzeyde ele alınmış; üstelik kömür işçileri ve sorunları açısından yapıcı/katkı sağlayacak bir tutum sergilenmişti. Gazetenin Zonguldak-Ereğli Kömür Havzası na yönelik detaylı dosyasının, başlarda bazı belirsizlikleri (ya da eksiklikleri) bulunmasına rağmen yadsınamayacak ölçüde önemli olduğu rahatlıkla ileri sürülebilir. Özellikle Meslek in yayınlanan sayılarının bütünlüğü gözetilerek konuya yaklaşıldığında somut bilgilere dayanan bir çerçeveye ulaşılmaktadır. Dolayısıyla gazetenin kömür havzası, havzanın geçmişi ve bölge işletmeleri üzerindeki incelemelerinin konuyu değerlendiren çalışmalar açısından referans olarak kabul edilebilecek düzeyde bulunduğu söylenebilir. Bu sonuç; Meslek gazetesini, Türkiye de bu alan ve konuyu hemen Cumhuriyet in ilk yıllarının konjonktüründe toplu olarak ve ciddi düzeyde ele alan istisnai kaynaklar arasına sokmaktadır. 21 Önerge, Heyet-i Vekile/Bakanlar Kurulu tarafından uygun bulunmuş ve Ticaret Vekaleti ne gönderilmişti. Yerli kömür kullanımının buhranı aşmak açısından yararlı olacağı değerlendirilmişti. (Meslek, 10 Mart 1925, s. 4).

239 Eminalp Malkoç 237 KAYNAKÇA: TBMM Zabıtları TBMM Zabıt Ceridesi (TBMM ZC). C.2, İ:80, , s Kitap Arıkan, Z. (2007). Tarihimiz ve Cumhuriyet, Muhittin Birgen ( ). İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları. Aytekin, E. A. (2007). Tarlalardan Ocaklara, Sefaletten Mücadeleye, Zonguldak-Ereğli Kömür Havzası İşçileri İstanbul: Yordam Kitap. Çıladır, S. (1977) Zonguldak Havzasında İşçi Hareketlerinin Tarihi Ankara: Yeraltı Maden/İş Yayınları. Duman, H. (2000). Osmanlı-Türk Süreli Yayınları ve Gazeteleri ( ). Ankara: Enformasyon ve Dokümantasyon Hizmetleri Vakfı. Gürboğa, N. (2009). Mine Workers, The Single Party Rule, And War The Zonguldak Coal Basin As The Site Of Contest, İstanbul: Ottoman Bank Archives And Research Centre. Koraltürk, M. (2001). Meslek Gazetesi ve Dizini. Müteferrika, Yaz 2001 / S.19, Malkoç, E. (2014). Cumhuriyet in İlk Yıllarında Basının İşçilere Bakışından Bir Kesit: Meslek Gazetesinin Perspektifinden Türkiye deki İşçi Sınıfının Geçmişi ve İşçi Hareketleri, LaborComm 2013 Bildiriler Kitabı (laborcomm.org/wpcontent/uploads/2014/05/bildiriler2013.html/isbn: ), Özel, S. (2006). Meslek Gazetesi nin Gözüyle Cumhuriyetin İlk Yıllarında Türk Doktorluğu ve Tıp Fakültesi. Yakın Dönem Türkiye Araştırmaları, Yıl:5 / S.10, Süreli Yayınlar Meslek. (1925, Şubat 17). İktisad Havzalarımızı Tedkik: Ereğli Kömür Havzası, Kömür Havzası Hakkında Umumi Malumat, (Sayı:10), s.10. Meslek. (1925, Şubat 17). Orman Şimendiferi, Ereğli-Karadere Hattı, (Sayı:10), s.10. Meslek. (1925, Şubat 24). İktisad Havzalarımızı Tedkik: Ereğli-Zonguldak Havza-i Fahmiyesinde Kömür İstihsali, (Sayı:11), s.10. Meslek. (1925, Mart 3). İktisad Havzalarımızı Tedkik: Ereğli Zonguldak Kömür Havzasında Türk İşçiliği, (Sayı:12), s.8. Meslek. (1925, Mart 10). İktisad Havzalarımızı Tedkik: Ereğli-Zonguldak Kömür Havzası, (Sayı:13), s.4. Meslek. (1925, Mart 10). Kömür Haberleri, (Sayı:13), s.4. Meslek. (1925. Mart 17). İş Muhitlerimizi Tedkik: Deniz ve Maden Kömürü Tahmil ve Tahliye Amele Cemiyeti ve Tahmil Tahliye Ücretleri, (Sayı:14), s Meslek. (1925, Mart 24). Ereğli-Zonguldak Kömür Havzası, (Sayı:15), s Meslek. (1925, Mart 31). Zonguldak-Ereğli kömür Havzası, (Sayı:16), s.11.

240 238 LaborComm 2014 Bildiriler Kitabı Meslek. (1925, Nisan 7). İktisad Havzalarımızı Tedkik: Ereğli-Zonguldak Kömür Havzasında, (Sayı:17), s.2. Meslek. (1925, Mayıs 25). Ereğli-Karadere Hattı, (Sayı:24), s.8. Meslek. (1925, Haziran 9). Memleketimizin Büyük Derdlerinden Biri: İnebolu Limanı, (Sayı:26), s.5. Meslek. (1925, Temmuz 7). Kastamonu-İnebolu Havzası İktisadiyatı, (Sayı:30), s.5. Meslek. (1925, Ağustos 18). İnebolu Limanı Hakkında, (Sayı:36), s.4. Muhiddin, (1925, Eylül 1). Türk Kömürlerinden İstifade Etmemiz İçin, Meslek, (Sayı:38), s.1. Yusuf Cemal. (1925, Haziran 23). Memleketin Büyük Dertlerinden Biri: İnebolu Limanı, Meslek, (Sayı:28), s.17. Yusuf Cemal. (1925, Ağustos 11). İnebolu İskelesine Niçin Ehemmiyet Vermek Lazımdır?, Meslek, (Sayı:35), s.12.

241 Panel Metinleri

242

243 Özgür Yazılımı Neden Bu Kadar Çok Önemsiyoruz? Adil Güneş AKBAŞ Richard Stallman'ın bundan yaklaşık 30 yıl önce başlattığı özgür yazılım hareketi, artık başladığı noktanın çok ilerisinde. İnternet'in sağladığı yayılma olanağının da katkısıyla bugün dünyanın her yerinde çeşitli özgür yazılımları geliştiren, yaygınlaştıran, yerelleştiren, paylaşan ve kullanan insanlar, şirketler ve hatta devletler bulunuyor. İnternet'e bağlı herhangi bir cihazı kullanan bir kişi, kendi kullandığı yazılımlar özel mülk yazılım olsa bile bağlandığı web sitesi özgür yazılımlar aracılığıyla hazırlandığı ve sunulduğu için dolaylı yoldan da olsa özgür yazılımları kullanmış oluyor. Teknik yeterlilikleri ve üstünlükleriyle özgür yazılımlar bilişim alanında kolaylıkla vazgeçilemeyecek bir yer edinmiş durumdalar. Öte yandan, özgür yazılımı bu kadar çok önemsememizin ve her fırsatta öne çıkarmamızın sebebi sadece sunduğu teknik olanaklardan kaynaklanmıyor. Tarihçesi, ortaya çıkış gerekçeleri ve gelişim süreci ele alındığında özgür yazılım meselesi, teknik bir tartışma olmanın çok ötesinde, politik bir mesele olarak karşımızda duruyor. Özgür yazılım hareketini başlatan ve günümüzdeki en önemli temsilcilerinden biri olan Richard Stallman, çeşitli söyleşilerinde bu durumu şöyle dile getiriyor: Özgür yazılım, sadece teknik bir mesele değildir. Aynı zamanda etik, sosyal ve politik bir meseledir. Sadece bilişim alanında çalışanları değil, toplumun her kesimini ilgilendirir. Düşünce özgürlüğü, ifade özgürlüğü, kişisel bilgilerin gizliliği gibi konularla doğrudan ilgilidir. Richard Stallman'ın çizdiği bu çerçeve, aslında epey geniş bir alanı tarifliyor olsa da, politik bir mesele olarak özgür yazılımı bireysel ve toplumsal özgürlükler bağlamında tartışmanın tek başına yeterli olmadığını düşünüyoruz. Elbette özgür yazılımların yazılım alanında üretici ve tüketiciler olarak bizlere sağladığı özgürlükler çok büyük önem taşıyor, özellikle de çokuluslu yazılım ve donanım tekelleri ile devletlerin bu özgürlüklerimize saldırılarını yoğunlaştırdıkları bir dönemde olduğumuzu göz önünde bulundurduğumuzda var gücümüzle savunmamız gereken bir mevkide bulunuyorlar. Fakat özgür yazılımı politik bir mesele olarak tartışırken, çok daha temelde olan ve aslında bu özgürlüklerin de kaynağını oluşturan, özgür yazılımların hem üretim hem de tüketim süreçlerini de doğrudan etkileyen bir noktayı ele almak istiyoruz: Kamusal mülkiyet. Eğer özgür yazılımlarla özel mülk yazılımları birbirinden net bir şekilde ayırt edebiliyorsak bunu sağlayan şey teknik özellikler değil, üretilen yazılımın ve kaynak kodunun mülkiyetinin kime ait olduğudur. Özgür yazılım hareketi, hem üretilen bir ürün olarak yazılımın, hem de o yazılımın üretilmesini sağlayan üretim aracı olarak kaynak kodlarının mülkiyetini topluma vermesiyle bir devrim yapmıştır. Yazılımın ve kaynak kodunun mülkiyetinin toplumsallaştırılması; yazılım geliştirme pratiklerinden paylaşım yöntemlerine, yazılımların çoğaltılma (kopyalanma) özgürlüğünden istenilen amaç doğrultusunda özelleştirilebilme ve kullanılabilme özgürlüğüne kadar tüm üretim ve tüketim süreçlerinin piyasa ekonomisi koşullarından bambaşka koşullarda şekillendirilebilmesine olanak sağlamıştır. Böylelikle hem bireysel ve toplumsal özgürlüklerimiz korunabilmiş, hem de özgür yazılımlar özel mülk yazılımlar karşısında birçok teknik üstünlüğe sahip olabilmişler ve yaygınlıklarını artırabilmişlerdir. Politik bir mesele olarak özgür yazılımı ele alırken dikkate aldığımız önemli noktalardan bir başkasını da özgür yazılım hareketinin ortaya çıkış süreci bize anlatıyor. Bu nokta, özgür yazılım hareketinin, yazılımın metalaşmasına karşı geliştirilmiş bir hareket olmasıdır. 1970'li yıllara kadar, Richard Stallman'ın da aralarında bulunduğu yazılım geliştiriciler (hacker'lar) geliştirdikleri tüm yazılımları birbirleriyle paylaşmakta, böylelikle hem birbirlerinden LaborComm Uluslararası İşçi ve İletişim Konferansı, 3-4 Mayıs, Ankara

244 242 LaborComm 2014 Bildiriler Kitabı öğrenmekte hem de çözülmüş bir sorunu tekrar çözmekle uğraşmak ( tekerleği yeniden keşfetmek ) zorunda kalmamaktadırlar. Yazılımların ticari olarak alınıp satılması yaygın değildir, bilişim alanında sadece donanım bir masraf kalemi olmaktadır. Ancak 1970'li yıllardan itibaren bu durum değişmeye başlar, yazılımın da parayla alınıp satılabileceği fikri yaygınlaşır ve birçok yazılım firması kurulur. Bunun yanı sıra, bu firmalar ürettikleri yazılımların kaynak kodlarını ticari sır oldukları gerekçesiyle paylaşmamaktadırlar. Bütün bunlara duyulan tepki, özgür yazılım hareketinin başlatılmasında tetikleyici olmuştur. Özgür yazılım hareketinin uygulamaya koyduğu önemli özelliklerden birisi, hem kamusal mülkiyetle hem de hareketin metalaşma karşıtı niteliğiyle bağlantılı olan, üretimde özgürlük, tüketimde eşitlik ilkesidir. Özgür yazılımların mülkiyeti topluma ait olduğu için toplumun her bireyi özgür yazılımlar üzerinde aynı haklara sahiptir ve onları dilediği şekilde kullanma (tüketme) özgürlüğü vardır. Dolayısıyla tüketimde eşitlik sağlanmıştır. Öte yandan, yazılımı kullanma karşılığında bireylerden herhangi bir karşılık beklenmez. Üretim sürecine katılıp katılmama konusunda her birey kendisi karar verebilir ve üretime katılmayan bireyler, tüketim haklarını kaybetmezler; üretime katılan bireylerle hâlâ eşit tüketim hakkına sahip olurlar. Üretime katılmak isteyen bireyler ise bu özgürlüklerini istedikleri zaman kullanabilirler çünkü üretim aracı olan kaynak kodlarının mülkiyeti topluma aittir, onlar da bu kaynak kodlarını kullanarak istedikleri şekilde yazılım geliştirebilirler. Özgür yazılım üzerine bugüne kadar yapılan sosyal araştırmaların bir kısmı, üretime katılan yani özgür yazılımları geliştiren ve diğer yollarla (çeviri, test, hata bildirimi vs.) bunlara katkı sağlayan bireylerin neden bu sürece katıldıkları sorusuna odaklanmıştır. Piyasa ekonomisi şartlarının geçerli olmadığı bir ortamda, bireyleri çalışmaya ve üretime yönlendiren sebepler birçok kez sorgulanmıştır. Bu araştırmalar sonucunda ortaya konan birkaç sonuca kısaca değinelim. Bunlardan biri, özgür yazılım toplulukları arasında bir hediye ekonomisi oluşmasıdır. Bir başka sonuç, bazı bireylerin kendilerini kanıtlama güdüsüyle üretim sürecine katıldıklarıdır; özgür yazılımlar kamusal alanda (İnternet) geliştirildiği için bu bireyler burada bireysel teknik becerilerini sergilemekte ve piyasa ekonomisinin geçerli olduğu yazılım geliştirme süreçlerinde (özel mülk yazılım üreten şirketlerde) iş bulma şanslarını artırmaktadırlar. Bir grup yazılım geliştirici ise, öğrenme ve merak güdülerini tatmin etmek amacıyla üretim sürecinde yer almaktadırlar; zihinsel emeğin ortaya konduğu yazılım geliştirme pratiğinde sıklıkla çeşitli bulmaca larla karşılaşılmakta, bireyler bu bulmacaları çözmekten zevk almaktadırlar. Tüm bunların yanı sıra, bazı bireyler de toplumsal çıkarları gözeterek özgür yazılımların geliştirilmesine katkı sağlamaktadırlar. Elbette saydığımız bu gruplar birbirlerinden homojen olarak ayrışmamakta, üretime katılan bir birey bu gerekçelerden birkaç tanesini sahiplenebilmektedir. Özgür yazılımların geliştirilmesi aşamalarında kullanılmakta olan ve zamanla çeşitli gelişmeler göstermiş olan üretim pratikleri, ağırlıklı olarak meselenin teknik yönü ile ilgiliymiş gibi görünse de, esasen özgür yazılımın politik yanıyla doğrudan ilişkilidir. Özgür yazılımların tamamına yakını İnternet üzerinde, kamuya açık platformlarda geliştirilmektedir. Sadece geliştirilen yazılım ve yazılımın kaynak kodları değil, aynı zamanda tartışma ve karar alma süreçleri de kamusal erişime açık olarak yürütülmektedir. Bir özgür yazılımın geliştirilmesine katkı veren, yani üretim sürecine katılan bireyler, e-posta listesi ya da forum benzeri iletişim ortamlarında yazılım geliştirme süreci ile ilgili fikir alışverişinde bulunurlar ve bu iletişim ortamlarının arşivleri kamusal erişime açık olarak İnternet ortamında saklanır. Böylelikle üretim sürecine katılmayan bireyler de yürütülen tartışmaları izleyebilir, zaman zaman da çeşitli şekillerde kendi görüşlerini ifade edebilirler. Tüm bu özellikleriyle özgür yazılım geliştirme sürecinin oldukça verimli işleyen bir kolektif üretim süreci olduğu söylenebilir.

245 Adil Güneş Akbaş 243 Özgür yazılımın, burada kısa kısa ele almaya çalıştığımız bu özellikleri, bu hareketin 30 yılı aşkın süredir adım adım ilerleyen ve büyük başarılar kazanan bir hareket olmasını sağlamıştır. Etkileri sadece bilişim alanıyla sınırlı kalmamış, özgür yazılımın başarısından etkilenen başka birçok alanda benzeri özellikleri taşıyan örnekler ortaya çıkmıştır. En basit ve akla gelen ilk örneği, özgür yazılım geliştirme sürecine benzer bir üretim süreciyle kolektif bilgi birikiminin oluşturulduğu Wikipedia projesidir. Benzer şekilde sinema, müzik, edebiyat gibi alanlarda çeşitli yansımaları olmasının yanı sıra, bilişim sistemlerinde kullanılan çeşitli donanımların kolektif biçimde üretilmesini ve bu alandaki tekellerin ortadan kaldırılmasını amaçlayan hareketler de ortaya çıkmaya başlamıştır. Altını çizmeye çalıştığımız şekilde, özgür yazılım meselesi bir politik mesele olmayıp sadece bir teknik mesele olsaydı, tahminimizce şimdiye kadar çoktan sonlanmış bir durumda olurdu ve hepimiz özel mülk yazılımlara muhtaç olurduk. Bilişim ve iletişim teknolojileri hayatımızın her alanına nüfuz ederken, birer bilişim ve iletişim tüketicisi ve üreticisi olarak bugün sahip olduğumuz bazı bireysel ve toplumsal özgürlüklerimizi de çoktan kaybetmiş, ya da tıpkı Gezi Direnişi'nde olduğu gibi bunları savunmaya çalışıyor olabilirdik. Panelimizin ana konusuyla özgür yazılımın birbiriyle ne kadar içli dışlı olduğunu anlamak için, özgür yazılımı anlatırken sıklıkla kullandığımız bazı anahtar sözcüklere bitirirken değinmekte fayda var: Özgürlük, Paylaşmak, Dayanışma, Kamusallık, Kolektif üretim, Eşit tüketim. Gezi Direnişi'ne baktığımızda, aynı anahtar sözcüklerin orada da meselenin kalbinde olduğunu görebiliyoruz.

246

247 İzlem GÖZÜKELEŞ Özgür yazılımlar her yerde... Akıllı telefonlardan otomobillere, süt sağma makinelerinden CERN ve NASA laboratuvarlarına kadar her yerde! İnternet, GNU'nun boynuzları üzerinde dönüyor: Ülkemizdeki bilişim çalışanlarının özgür yazılıma karşı yaklaşımı ise biraz sorunlu. Özgür yazılımın özgürlüğü seviyorlar ama bu özgürlük aşağıdaki konularla sınırlı: Bir yazılım geliştirme metodu olarak özgür yazılım Bir iş modeli olarak özgür yazılım Ulusal bilişim politikası olarak özgür yazılım Sonra da özgür yazılımcıların bilişim şirketlerinde istihdamına ve ücretli emek ilişkisine bakıp Özgür emekçi olmadan, özgür yazılım olmaz olamayacağını savunuyorlar. Fabrikalar, tarlalar emeğin olacak denildiğinde bu devrimci bir eylem oluyor, ama özgür yazılımın üretim araçlarını toplumsallaştırmasının devrimci içeriği fark edilemiyor. Buradaki temel sorun, yazılımın bir üretim aracı olmasının yanında kaynak kodunun kendisinin yazılım için bir üretim aracı olduğunun fark edilemeyişi. Ülkemizdeki bilişim çalışanlarını bunu fark etmiyorlar, sınıf mücadelesinin temel bir bileşeni haline getiremiyorlar. Hal böyle olunca, esnek mesai koşulları etrafında sonu gelmez tartışmalarla zaman tüketiliyor. Oysa özgür yazılımın GNU/Linux'un ya da Firefox'un ötesinde üretim araçlarının toplumsal mülkiyetinin kendisi olduğu fark edilmesi gerekiyor. Bu durum bana Marx'ın Kapital'de anlattığı Bay Peel'in hikâyesini anımsatıyor: Bay Peel, Sterlinlik üretim ve geçim aracıyla, 3000 kişilik işçi sınıfıyla Batı Avustralya'daki Swan Nehri'ne doğru yola çıkar. Gideceği yere vardığında yanında hiç kimse yoktur. Çünkü toprağın bedava olduğu bir yerde işçileri, emek güçlerini satmaya zorlayacak hiçbir neden yoktur. İşçiler Bay Peel'den bağımsız olarak kendi hayatlarını kurarlar Kaynak kodunun toplumsal mülkiyetinin talebi, bilişim çalışanlarının kendi çıkarlarını herkesin çıkarı gibi gösterme yönünde bir adımda olacak. Bugün internete atfedilen ne kadar güzellik varsa tüm bunlar özgür yazılımın eseri. Teknolojiyi mücadele için kullanmaktan söz ediyoruz, ama özgür bir işletim sisteminden atılan tweet ile özel mülk işletim sistemlerinden atılan tweet bir değildir. İnternetin özgürlükçü ademi-merkeziyetçi yapısını koruyan bir sosyal ağ ile buna tamamen zıt bir sosyal ağ bir değildir. Bu nedenle, yalnız özgür yazılımın değil internetin de geleceğini, Kaynak kodlarının toplumsal mülkiyeti LaborComm Uluslararası İşçi ve İletişim Konferansı, 3-4 Mayıs, Ankara

248 246 LaborComm 2014 Bildiriler Kitabı Patentler ve DRM Açık standartların savunulması alanlarındaki mücadeleler belirleyecek. Özgür yazılım olmadan, bilgiye eşit ve özgür erişim hakkı da olmayacak. (Bu konuda ayrıntılı bir tartışmayı Özgür Yazılım, Hackerlar ve Mülkiyet" başlıklı bildirimde bulabilirsiniz. Bkz. ss ).

249 İnternet Üzerine Güncel Bir Panorama Oktay DURSUN Internet; sinyalin, sesin ve görüntünün uzak mesafeler arası aktarımının ardından teknolojinin nihai olarak ulaştığı verinin mesafeden bağımsız olarak bir uçtan diğer uca aktarılabilmesi ile ortaya çıkmıştır diyebiliriz. Bugün bu iletişim imkanının yarattığı değişimi anlamak, yorumlamak, müdahale etmek ya da kısaca karşısında daha sağlıklı bir tutum alabilmek için İnternet'in kendisini de anlamak gerekmektedir. İnternet'in ortaya çıkışı, gelişimi, yaşadığı dönüşüm, bugün geldiği nokta ve gelecekteki şekillenişi sadece bir grup bilgisayar uzmanını veya tekno-bürokrasiyi değil tüm insanlığı ilgilendirmektedir. Bu yüzden, bu süreçlerle birlikte; İnternet'in doğası, İnternet'i kimin nasıl yönettiği, bu mecreya yönelik tehditler ve çıkar çatışmaları da İnternet ve ilgili tüm tartışmalarla doğrudan ilintili olarak değerlendirilmelidir. Konuyu tüm yönleriyle detaylı bir şekilde ele almanın imkanı olmadığından, yüzeysel bir tarama biçiminde inceleyeceğiz. 1. İnternet'in Ortaya Çıkışı ve Gelişimi İnternet'in temeli 1969 yılında, bir askeri proje olarak geliştirilen Advanced Research Projects Agency Network (ARPANET) ile atıldı. Bugün ise sadece denizaltı kabloların uzunluğu km'yi bulmuş durumda. [Görsel 1 ARPANET (1969)] LaborComm Uluslararası İşçi ve İletişim Konferansı, 3-4 Mayıs, Ankara

250 248 LaborComm 2014 Bildiriler Kitabı [Görsel 2 Denizaltı Veri İletim Kablolaları Ağı Haritası] İnternet'in hızlı bir tarihçesine bakacak olursak; terim ilk olarak 1962 yılında J.C.R. Licklider Intergalactic Network olarak kullanıldı yılında ise artık Internet terimi kullanılmaya başlamıştı. Diğer bazı önemli gelişmeler kronolojik olarak şöyle; 1962: Intergalactic Network (J.C.R. Licklider ) 1969: ARPANET 1971: İlk E-posta 1974: TCP/IP 1974: Internet (Interconnected Networks) 1977: İlk PC Modem 1984: DNS 1991: World Wide Web (Tim Berners Lee) 1993: İlk Web Tarayıcısı: Mosaic 1996: Hotmail 1998: Google 1999: Wifi / Napster 2001: Wikipedia 2004: Gmail 2005: Youtube 2006: Facebook / Twitter

1. Hafta: Giriş ve İletişim, Teknoloji ve Toplum İlişkisine Dair Temel Yaklaşımlar

1. Hafta: Giriş ve İletişim, Teknoloji ve Toplum İlişkisine Dair Temel Yaklaşımlar İletişim Teknolojileri ve Toplum Dersin Adı İletişim Teknolojileri ve Toplum Düzeyi Lisans Öğretim Elemanı Doçent Dr. Funda Başaran Özdemir Dersin Amaçları Teknolojik gelişmenin getirdiği, başta internet

Detaylı

KAPİTALİZMİN İPİNİ ÇOK ULUSLU ŞİRKETLER Mİ ÇEKECEK?

KAPİTALİZMİN İPİNİ ÇOK ULUSLU ŞİRKETLER Mİ ÇEKECEK? KAPİTALİZMİN İPİNİ ÇOK ULUSLU ŞİRKETLER Mİ ÇEKECEK? Dünyada mal ve hizmet hareketlerinin uluslararası dolaşımına ve üretimin uluslararasılaşmasına imkan veren düzenlemeler (Dünya Ticaret Örgütü, Uluslararası

Detaylı

EĞİTİM ÖĞRETİM YILI SORGULAMA PROGRAMI

EĞİTİM ÖĞRETİM YILI SORGULAMA PROGRAMI 3-4 Aile bireyleri birbirlerine yardımcı olurlar. Anahtar kavramlar: şekil, işlev, roller, haklar, Aileyi aile yapan unsurlar Aileler arasındaki benzerlikler ve farklılıklar Aile üyelerinin farklı rolleri

Detaylı

İNSAN KAYNAKLARI YÖNETİMİ

İNSAN KAYNAKLARI YÖNETİMİ İNSAN KAYNAKLARI YÖNETİMİ T.C. Marmara Üniversitesi İşletme Fakültesi vturker@marmara.edu.tr 2.DERS İnsan Kaynakları Yönetiminin günümüz organizasyonları için önemi 21. YÜZYILDA REKABETİN DİNAMİKLERİ KÜRESELLEŞME

Detaylı

İktisat Tarihi (ECON 204T (IKT 125)) Ders Detayları

İktisat Tarihi (ECON 204T (IKT 125)) Ders Detayları İktisat Tarihi (ECON 204T (IKT 125)) Ders Detayları Ders Adı Ders Kodu Dönemi Ders Saati Uygulama Saati Laboratuar Saati Kredi AKTS İktisat Tarihi ECON 204T (IKT 125) Bahar 3 0 0 3 5 Ön Koşul Ders(ler)i

Detaylı

ENDÜSTRİYEL VE POST-ENDÜSTRİYEL DÖNÜŞÜM

ENDÜSTRİYEL VE POST-ENDÜSTRİYEL DÖNÜŞÜM ENDÜSTRİYEL VE POST-ENDÜSTRİYEL DÖNÜŞÜM Bilgi, Ekonomi ve Kültür Prof. Dr. Veysel BOZKURT İstanbul Üniversitesi EKİN 2012 ÖNSÖZ ii Endüstriyel dönüşümün toplumsal sonuçlarını en iyi anlatan yazarlardan

Detaylı

Hepinizi Şahsım, Yönetim Kurulum ve etkinliğe emeği geçenler adına selamlıyorum.

Hepinizi Şahsım, Yönetim Kurulum ve etkinliğe emeği geçenler adına selamlıyorum. 1.İZMİR KOBİLER VE BİLİŞİM KONGRESİ TÜRKİYE BİLİŞİM DERNEĞİ GENEL BAŞKANI RAHMİ AKTEPE NİN AÇILIŞ KONUŞMASI 3 KASIM 2018/İZMİR Sayın İzmir Sanayi Odası Başkanım, Sayın Ege Bölgesi Sanayi Odası 2.Başkanım,

Detaylı

Giresun Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İletişim Bilimleri Anabilim Dalı İletişim Bilimleri Doktora Programı Ders İçerikleri

Giresun Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İletişim Bilimleri Anabilim Dalı İletişim Bilimleri Doktora Programı Ders İçerikleri Giresun Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İletişim Bilimleri Anabilim Dalı İletişim Bilimleri Doktora Programı Ders İçerikleri İLTB 601 İletişim Çalışmalarında Anahtar Kavramlar Derste iletişim çalışmalarına

Detaylı

ZORLUKLAR, FIRSATLAR VE STRATEJĐLER

ZORLUKLAR, FIRSATLAR VE STRATEJĐLER Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası FĐNANSAL EĞĐTĐM VE FĐNANSAL FARKINDALIK: ZORLUKLAR, FIRSATLAR VE STRATEJĐLER Durmuş YILMAZ Başkan Mart 2011 Đstanbul Sayın Bakanım, Saygıdeğer Katılımcılar, Değerli Konuklar

Detaylı

İNSAN KAYNAKLARI YÖNETİMİ

İNSAN KAYNAKLARI YÖNETİMİ İNSAN KAYNAKLARI YÖNETİMİ T.C. Marmara Üniversitesi İşletme Fakültesi vturker@marmara.edu.tr 2.DERS İnsan Kaynakları Yönetiminin günümüz organizasyonları için önemi 21. YÜZYILDA REKABETİN DİNAMİKLERİ KÜRESELLEŞME

Detaylı

Editörler Prof.Dr.Mustafa Talas & Doç.Dr. Bülent Şen EKONOMİ SOSYOLOJİSİ

Editörler Prof.Dr.Mustafa Talas & Doç.Dr. Bülent Şen EKONOMİ SOSYOLOJİSİ Editörler Prof.Dr.Mustafa Talas & Doç.Dr. Bülent Şen EKONOMİ SOSYOLOJİSİ Yazarlar Prof.Dr. Mustafa Talas Doç.Dr. Bülent Şen Doç.Dr. Cengiz Yanıklar Doç.Dr. Gülay Ercins Doç.Dr. Özgür Sarı Yrd.Doç.Dr. Aylin

Detaylı

YEDİTEPE ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ MEDYA ÇALIŞMALARI DOKTORA PROGRAMI

YEDİTEPE ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ MEDYA ÇALIŞMALARI DOKTORA PROGRAMI YEDİTEPE ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ MEDYA ÇALIŞMALARI DOKTORA PROGRAMI 1. PROGRAMIN ADI Medya Çalışmaları Doktora Programı 2. LİSANSÜSTÜ PROGRAMLARININ YENİDEN DÜZENLENMESİNİN GEREKÇESİ İlgili

Detaylı

DERS BİLGİLERİ. Ders Kodu Yarıyıl T+U Saat Kredi AKTS ULUSLARARASI POLİTİK İKTİSAT ECON 367 8 3 + 0 3 6

DERS BİLGİLERİ. Ders Kodu Yarıyıl T+U Saat Kredi AKTS ULUSLARARASI POLİTİK İKTİSAT ECON 367 8 3 + 0 3 6 DERS BİLGİLERİ Ders Kodu Yarıyıl T+U Saat Kredi AKTS ULUSLARARASI POLİTİK İKTİSAT ECON 367 8 3 + 0 3 6 Ön Koşul Dersleri - Dersin Dili Dersin Seviyesi Dersin Türü İngilizce Lisans Zorunlu Dersin Koordinatörü

Detaylı

Maliye Bakanı Sayın Mehmet Şimşek in Konuşma Metni

Maliye Bakanı Sayın Mehmet Şimşek in Konuşma Metni GSO-TOBB-TEPAV Girişimcilik Merkezinin Açılışı Kredi Garanti Fonu Gaziantep Şubesi nin Açılışı Proje Değerlendirme ve Eğitim Merkezi nin Açılışı Dünya Bankası Gaziantep Bilgi Merkezi Açılışı 23 Temmuz

Detaylı

ÜNİTE:1. Sanayi Sonrası Toplum: Daniel Bell ÜNİTE:2. Alain Touraine: Modernlik ve Demokrasi ÜNİTE:3. Postmodern Sosyal Teori ÜNİTE:4

ÜNİTE:1. Sanayi Sonrası Toplum: Daniel Bell ÜNİTE:2. Alain Touraine: Modernlik ve Demokrasi ÜNİTE:3. Postmodern Sosyal Teori ÜNİTE:4 ÜNİTE:1 Sanayi Sonrası Toplum: Daniel Bell ÜNİTE:2 Alain Touraine: Modernlik ve Demokrasi ÜNİTE:3 Postmodern Sosyal Teori ÜNİTE:4 Zygmunt Bauman: Modernlik ve Postmodernlik ÜNİTE:5 Tüketim Toplumu, Simülasyon

Detaylı

YÖNETİŞİM NEDİR? Yönetişim en basit ve en kısa tanımıyla; resmî ve özel kuruluşlarda idari, ekonomik, politik otoritenin ortak kullanımıdır.

YÖNETİŞİM NEDİR? Yönetişim en basit ve en kısa tanımıyla; resmî ve özel kuruluşlarda idari, ekonomik, politik otoritenin ortak kullanımıdır. YÖNETİŞİM NEDİR? Yönetişim en basit ve en kısa tanımıyla; resmî ve özel kuruluşlarda idari, ekonomik, politik otoritenin ortak kullanımıdır. Ortak yönetim- birlikte yönetmek anlamına gelir ve içinde yönetimden

Detaylı

MEDYA EKONOMİSİ VE İŞLETMECİLİĞİ

MEDYA EKONOMİSİ VE İŞLETMECİLİĞİ Medya Ekonomisi Kavram ve Gelişimi Ünite 1 Medya ve İletişim Önlisans Programı MEDYA EKONOMİSİ VE İŞLETMECİLİĞİ Yrd. Doç. Dr. Nurhayat YOLOĞLU 1 Ünite 1 MEDYA EKONOMİSİ KAVRAM VE GELİŞİMİ Yrd. Doç. Dr.

Detaylı

ŞEHİR YÖNETİMİ Şubat 2018

ŞEHİR YÖNETİMİ Şubat 2018 ŞEHİR YÖNETİMİ Şubat 2018 nin hizmet ve sorumluluk alanları nelerdir? Küresel ve teknolojik değişimlerle birlikte Şehir Yönetimleri nasıl değişmektedir? İdeal nasıl sağlanmalıdır? Ajanda 1. Mevcut Durum

Detaylı

İÇİNDEKİLER. Contents I. KISIM İŞLETMECİLİK İLE İLGİLİ TEMEL BİLGİLER

İÇİNDEKİLER. Contents I. KISIM İŞLETMECİLİK İLE İLGİLİ TEMEL BİLGİLER İÇİNDEKİLER Contents I. KISIM İŞLETMECİLİK İLE İLGİLİ TEMEL BİLGİLER 1.Bölüm: TEMEL İŞLETMECİLİK KAVRAM VE TANIMLARI... 2 Giriş... 3 1.1. Temel Kavramlar ve Tanımlar... 3 1.2. İnsan İhtiyaçları... 8 1.3.

Detaylı

Üretimde iş bölümünün ortaya çıkması, üretilen ürün miktarının artmasına neden olmuştur.

Üretimde iş bölümünün ortaya çıkması, üretilen ürün miktarının artmasına neden olmuştur. Fabrika Sistemi Üretimde işbölümünün ortaya çıkması sonucunda, üretim parçalara ayrılmış, üretim sürecinin farklı aşamalarında farklı zanaatkarların (işçilerin) yer almaları, üretimde aletlerin yerine

Detaylı

HALKLA İLİŞKİLER (HİT102U)

HALKLA İLİŞKİLER (HİT102U) DİKKATİNİZE: BURADA SADECE ÖZETİN İLK ÜNİTESİ SİZE ÖRNEK OLARAK GÖSTERİLMİŞTİR. ÖZETİN TAMAMININ KAÇ SAYFA OLDUĞUNU ÜNİTELERİ İÇİNDEKİLER BÖLÜMÜNDEN GÖREBİLİRSİNİZ. HALKLA İLİŞKİLER (HİT102U) KISA ÖZET

Detaylı

Microsoft Office 365 le. Küçük işletmenizi mobil hale getirin MICROSOFT OFFICE 365 LE KÜÇÜK IŞLETMENIZI MOBIL HALE GETIRIN 1

Microsoft Office 365 le. Küçük işletmenizi mobil hale getirin MICROSOFT OFFICE 365 LE KÜÇÜK IŞLETMENIZI MOBIL HALE GETIRIN 1 Microsoft Office 365 le Küçük işletmenizi mobil hale getirin MICROSOFT OFFICE 365 LE KÜÇÜK IŞLETMENIZI MOBIL HALE GETIRIN 1 Şunu kabul edelim: Müşterilerinizin ve çalışanlarınız çoğu zaten mobil. Her gün

Detaylı

TÜRKİYE EKONOMİSİ Prof.Dr. İlkay Dellal Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Ekonomisi Bölümü

TÜRKİYE EKONOMİSİ Prof.Dr. İlkay Dellal Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Ekonomisi Bölümü TÜRKİYE EKONOMİSİ Prof.Dr. İlkay Dellal Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Ekonomisi Bölümü 1 Ekonomik düzen nedir? Ekonomik düzen, toplumların çeşitli gereksinimlerini karşılamak üzere yaptıkları

Detaylı

Erkan ERDİL Bilim ve Teknoloji Politikaları Araştırma Merkezi ODTÜ-TEKPOL

Erkan ERDİL Bilim ve Teknoloji Politikaları Araştırma Merkezi ODTÜ-TEKPOL Erkan ERDİL Bilim ve Teknoloji Politikaları Araştırma Merkezi ODTÜ-TEKPOL Brezilya: Ülkeler arası gelir grubu sınıflandırmasına göre yüksek orta gelir grubunda yer almaktadır. 1960 ve 1970 lerdeki korumacı

Detaylı

TEKNOLOJİ KULLANIMI. Teknoloji ile Değişen Çalışma Hayatı

TEKNOLOJİ KULLANIMI. Teknoloji ile Değişen Çalışma Hayatı TEKNOLOJİ KULLANIMI Birinci Bölüm : Teknoloji ile Değişen Çalışma Hayatı Hazırlayan ÖĞR. GÖR. Hamza CORUT İŞLEYİŞ AŞAMALARI Birinci Aşama: İçerik Sunumu İkinci Aşama: İçeriğin Anlatımı Üçüncü Aşama: Gelecek

Detaylı

ÇapulTV Direnişin MEDYASI

ÇapulTV Direnişin MEDYASI ÇapulTV Direnişin MEDYASI 276 adet Uydudan yayın yapan kanal 137 adet Kablolu TV den yayın yapan kanal Karasal Ankara 178 Adana 90 Antalya 163 Bursa 127 Diyarbakır 80 G. Antep 79 Kayseri 92 Ordu 89 Kaynak

Detaylı

2. SINIFLAR PYP VELİ BÜLTENİ (20 Ekim 2014 05 Aralık 2014 )

2. SINIFLAR PYP VELİ BÜLTENİ (20 Ekim 2014 05 Aralık 2014 ) 2. SINIFLAR PYP VELİ BÜLTENİ (20 Ekim 2014 05 Aralık 2014 ) Sayın Velimiz, Okulumuzda yürütülen PYP çalışmaları kapsamında; disiplinler üstü temalarımız ile ilgili uygulama bilgileri size tüm yıl boyunca

Detaylı

Dijital Gelecek: Tüketim Değişirse, Hukuk İhtiyacı da Değişir Mi? Tolga Yücel Digital Age Köşe Yazarı, ETİCAD Başkan Danışmanı

Dijital Gelecek: Tüketim Değişirse, Hukuk İhtiyacı da Değişir Mi? Tolga Yücel Digital Age Köşe Yazarı, ETİCAD Başkan Danışmanı Dijital Gelecek: Tüketim Değişirse, Hukuk İhtiyacı da Değişir Mi? Tolga Yücel Digital Age Köşe Yazarı, ETİCAD Başkan Danışmanı 4. Tüketici Hukuku Kongresi 22 Kasım 2014 Başına Hâlâ (E) Koyuyoruz! Konvansiyonel

Detaylı

DERS ÖĞRETİM PLANI. İktisat Tarihi. Dersin Adı Dersin Kodu Dersin Türü. Seçmeli Doktora

DERS ÖĞRETİM PLANI. İktisat Tarihi. Dersin Adı Dersin Kodu Dersin Türü. Seçmeli Doktora Dersin Adı Dersin Kodu Dersin Türü DERS ÖĞRETİM PLANI Dersin Seviyesi Dersin AKTS Kredisi 8 Haftalık Ders Saati 3 Haftalık Uygulama Saati - Haftalık Laboratuar Saati - Dersin Verildiği Yıl Dersin Verildiği

Detaylı

CAL 2302 ENDÜSTRİ SOSYOLOJİSİ. 9. Hafta: Post-Endüstriyel Toplumlarda Emek

CAL 2302 ENDÜSTRİ SOSYOLOJİSİ. 9. Hafta: Post-Endüstriyel Toplumlarda Emek CAL 2302 ENDÜSTRİ SOSYOLOJİSİ 9. Hafta: Post-Endüstriyel Toplumlarda Emek UYARI Bu bir dinleyici notudur ve lütfen ders notu olarak değerlendirmeyiniz. Bu slaytlar ilgili ders kitabındaki, 173-220arası

Detaylı

1.Kameranın Toplumsal Tarihi. 2.Film ve Video Kameraları. 3.Video Sinyalinin Yapılandırılması. 4.Objektif. 5.Kamera Kulanım Özellikleri. 6.

1.Kameranın Toplumsal Tarihi. 2.Film ve Video Kameraları. 3.Video Sinyalinin Yapılandırılması. 4.Objektif. 5.Kamera Kulanım Özellikleri. 6. 1.Kameranın Toplumsal Tarihi 2.Film ve Video Kameraları 3.Video Sinyalinin Yapılandırılması 4.Objektif 5.Kamera Kulanım Özellikleri 6.Aydınlatma 1 7.Ses 8.Kurgu 0888 228 22 22 WWW.22KASİMYAYİNLARİ.COM

Detaylı

ÖZGEÇMİŞ. Derece Alan Üniversite Yıl. Lisans Maliye Hacettepe Üniversitesi İİBF Y. Lisans İktisat Akdeniz Üniversitesi SBE 2003

ÖZGEÇMİŞ. Derece Alan Üniversite Yıl. Lisans Maliye Hacettepe Üniversitesi İİBF Y. Lisans İktisat Akdeniz Üniversitesi SBE 2003 ÖZGEÇMİŞ Adı Soyadı Doğum Yeri/Tarihi Unvanı :Servet AKYOL : Merzifon/1976 :Dr. İletişim: E-Posta :sakyol@akdeniz.edu.tr Telefon :(242) 227 44 00/6421 Öğrenim Durumu: Derece Alan Üniversite Yıl Lisans

Detaylı

KÜRESEL PAZARLAMA Pzl-402u

KÜRESEL PAZARLAMA Pzl-402u KÜRESEL PAZARLAMA Pzl-402u KISA ÖZET www.kolayaof.com DİKKAT Burada ilk 4 sayfa gösterilmektedir. Özetin tamamı için sipariş veriniz www.kolayaof.com 2 İÇİNDEKİLER Ünite 1: Küresel Pazarlama: Temel Kavramlar

Detaylı

İçindekiler kısa tablosu

İçindekiler kısa tablosu İçindekiler kısa tablosu Önsöz x Rehberli Tur xii Kutulanmış Malzeme xiv Yazarlar Hakkında xx BİRİNCİ KISIM Giriş 1 İktisat ve ekonomi 2 2 Ekonomik analiz araçları 22 3 Arz, talep ve piyasa 42 İKİNCİ KISIM

Detaylı

R KARLILIK VE SÜRDÜRÜLEB

R KARLILIK VE SÜRDÜRÜLEB ÜRETİMDE İNOVASYON BİLAL AKAY Üretim ve Planlama Direktörü 1 İleri teknolojik gelişme ve otomasyon, yeni niteliklere ve yüksek düzeyde eğitim almış insan gücüne eğilimi artıyor. Mevcut iş gücü içinde bu

Detaylı

KURUMSAL REKLAMIN ANLATTIKLARI. Prof. Dr. Müge ELDEN Araş. Gör. Sinem YEYGEL

KURUMSAL REKLAMIN ANLATTIKLARI. Prof. Dr. Müge ELDEN Araş. Gör. Sinem YEYGEL I KURUMSAL REKLAMIN ANLATTIKLARI Prof. Dr. Müge ELDEN Araş. Gör. Sinem YEYGEL II Yay n No : 1668 flletme Ekonomi : 186 1. Bask - A ustos 2006 - STANBUL ISBN 975-295 - 561-4 Copyright Bu kitab n bu bas

Detaylı

İktisadi Planlamayı Gerektiren Unsurlar İKTİSADİ PLANLAMA GEREĞİ 2

İktisadi Planlamayı Gerektiren Unsurlar İKTİSADİ PLANLAMA GEREĞİ 2 İktisadi Planlamayı Gerektiren Unsurlar İKTİSADİ PLANLAMA GEREĞİ 2 PLANLAMAYI GEREKTİREN UNSURLAR Sosyalist model-kurumsal tercihler Piyasa başarısızlığı Gelişmekte olan ülkelerin kalkınma sorunları 2

Detaylı

DERS KODU DERS ADI İÇERİK BİLİM DALI T+U+KR AKTS

DERS KODU DERS ADI İÇERİK BİLİM DALI T+U+KR AKTS DERS KODU DERS ADI İÇERİK BİLİM DALI T+U+KR AKTS 345000000000506 Çokuluslu Şirket Stratejileri Dersin amacı, katılımcılarla çokuluslu şirketlerin küresel YÖNETİM 3+0+3 6 rekabetlerle üstünlük sağlayabilecekleri

Detaylı

Bilgi Çağında Kütüphane

Bilgi Çağında Kütüphane Bilgi Çağında Kütüphane Gürcan Banger 27 Mart 2006 Yunus Emre Kültür Merkezi Değişen Dünya 1950 li yıllara kadar üretim için sermaye, işgücü, enerji ve hammadde önemli girdiler olarak kabul ediliyordu.

Detaylı

ENDÜSTRİ 4.0. Hazırlayan: Sündüz GÖKÇEN

ENDÜSTRİ 4.0. Hazırlayan: Sündüz GÖKÇEN ENDÜSTRİ 4.0 Hazırlayan: Sündüz GÖKÇEN Endüstri Devrimine Genel Bir Bakış Endüstri 4.0, yeni teknolojilere, endüstriyel üretime ve üretim dünyasına yeni bir bakış içeriyor. Sanayi devrimi sadece bir kez

Detaylı

CAL 2302 ENDÜSTRİ SOSYOLOJİSİ. 5. Hafta: Kitle Örgütlenmesinin Krizi ve Endüstri Sonrası Dönüşüm

CAL 2302 ENDÜSTRİ SOSYOLOJİSİ. 5. Hafta: Kitle Örgütlenmesinin Krizi ve Endüstri Sonrası Dönüşüm CAL 2302 ENDÜSTRİ SOSYOLOJİSİ 5. Hafta: Kitle Örgütlenmesinin Krizi ve Endüstri Sonrası Dönüşüm UYARI Bu bir dinleyici notudur ve lütfen ders notu olarak değerlendirmeyiniz. Bu slaytlar ilgili ders kitabındaki,

Detaylı

Dersin Adı Kodu Yarıyılı T + U Kredisi AKTS Bilim Tarihi ve Felsefesi GKS Ön Koşul Dersler

Dersin Adı Kodu Yarıyılı T + U Kredisi AKTS Bilim Tarihi ve Felsefesi GKS Ön Koşul Dersler Dersin Adı Kodu Yarıyılı T + U Kredisi AKTS Bilim Tarihi ve Felsefesi GKS003 2+0 2 3 Ön Koşul Dersler Dersin Dili Türkçe Dersin Türü Seçmeli Dersin Koordinatörleri Dersi Veren Dersin Yardımcıları Dersin

Detaylı

www.maviperde.com Elektronik ticaret e-ticaret

www.maviperde.com Elektronik ticaret e-ticaret www.maviperde.com 1995 li yıllardan sonra Dünyada ve Türkiye'de elektronik ticaretin ön plana çıkmasıyla ve gelecek yıllarda mekanik perde sistemi pazarının çoğunu elektronik ticaretle olacağı varsayımı

Detaylı

Savaş ve Barış Okumaları PSIR Uluslararası savaş ve barış hallerini tahlil eden yazının kullandığı

Savaş ve Barış Okumaları PSIR Uluslararası savaş ve barış hallerini tahlil eden yazının kullandığı DERS BİLGİLERİ Ders Kodu Yarıyıl T+U Saat Kredi AKTS Savaş ve Barış Okumaları PSIR 408 7-8 3 + 0 3 5 Ön Koşul Dersleri - Dersin Dili Dersin Seviyesi Dersin Türü İngilizce Lisans Seçmeli Dersin Koordinatörü

Detaylı

Sigortacılık Sektöründe Öngörülen Riskler 2017 Türkiye Sonuçları

Sigortacılık Sektöründe Öngörülen Riskler 2017 Türkiye Sonuçları www.pwc.com.tr Sigortacılık Sektöründe Öngörülen Riskler 2017 Türkiye Sonuçları Sigortacılık sektöründe öngörülen riskler 2017 / Türkiye Değişimin risk olduğu bir dünyaya doğru yol alıyoruz. Sigortacılık

Detaylı

ELEKTRONİK İNSAN KAYNAKLARI YÖNETİMİ (ELECTRONIC HUMAN RESOURCES MANAGEMENT) E- İKY / E- HRM (I)

ELEKTRONİK İNSAN KAYNAKLARI YÖNETİMİ (ELECTRONIC HUMAN RESOURCES MANAGEMENT) E- İKY / E- HRM (I) ELEKTRONİK İNSAN KAYNAKLARI YÖNETİMİ (ELECTRONIC HUMAN RESOURCES MANAGEMENT) E- İKY / E- HRM (I) Günümüzde bilişim ve iletişim teknolojilerindeki hızına erişilemez gelişme ve ilerlemelerin sonucunda özellikle

Detaylı

BASIN DUYURUSU ENFLASYONDAKİ GELİŞMELER VE 2001 YILI NA BAKIŞ

BASIN DUYURUSU ENFLASYONDAKİ GELİŞMELER VE 2001 YILI NA BAKIŞ 5 Şubat 2001 BASIN DUYURUSU Sayı: 5 ENFLASYONDAKİ GELİŞMELER VE 2001 YILI NA BAKIŞ Gazi ERÇEL Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası 5 Şubat 2001 Ankara Çeyrek yüzyıldır uygulanan politika yanlışlıklarının

Detaylı

3. Yazma Becerileri Sempozyumu

3. Yazma Becerileri Sempozyumu Prof. Dr. Nurçay Türkoğlu Çukurova Üniversitesi İletişim Fakültesi MEDYA OKURYAZARLIĞINI EĞİTİMDE UYGULAMAK Terakki Vakfı Okulları 19.12.2015 MEDYALANMIŞ DÜNYA MEDYA ÇALIŞANLARI YURTTAŞ: kişi/ meslek/

Detaylı

Dersin Adı D. Kodu Yarıyılı T + U Kredisi AKTS Bilim Tarihi ve Felsefesi GKS003 IV Ön Koşul Dersler

Dersin Adı D. Kodu Yarıyılı T + U Kredisi AKTS Bilim Tarihi ve Felsefesi GKS003 IV Ön Koşul Dersler Dersin Adı D. Kodu Yarıyılı T + U Kredisi AKTS Bilim Tarihi ve Felsefesi GKS003 IV 2+0 2 3 Ön Koşul Dersler Yok Dersin Dili Türkçe Dersin Türü Seçmeli Dersin Koordinatörleri Dersi Veren Dersin Yardımcıları

Detaylı

İktisat Semineri (ECON 407) Ders Detayları

İktisat Semineri (ECON 407) Ders Detayları İktisat Semineri (ECON 407) Ders Detayları Ders Adı Ders Kodu Dönemi Ders Saati Uygulama Saati Laboratuar Saati Kredi AKTS İktisat Semineri ECON 407 Güz 3 0 0 3 6 Ön Koşul Ders(ler)i Dersin Dili Dersin

Detaylı

Sosyoloji. Konular ve Sorunlar

Sosyoloji. Konular ve Sorunlar Sosyoloji Konular ve Sorunlar Ontoloji (Varlık) Felsefe Aksiyoloji (Değer) Epistemoloji (Bilgi) 2 Felsefe Aksiyoloji (Değer) Etik Estetik Hukuk Felsefesi 3 Bilim (Olgular) Deney Gözlem Felsefe Düşünme

Detaylı

DERS BİLGİLERİ. Ders Kodu Yarıyıl T+U Saat Kredi AKTS. Medya Çalışmalarında Temel Metinler MES

DERS BİLGİLERİ. Ders Kodu Yarıyıl T+U Saat Kredi AKTS. Medya Çalışmalarında Temel Metinler MES DERS BİLGİLERİ Ders Kodu Yarıyıl T+U Saat Kredi AKTS Medya Çalışmalarında Temel Metinler MES 600 2 3 + 0 3 10 Ön Koşul Dersleri - Dersin Dili Dersin Seviyesi Dersin Türü İngilizce Doktora Zorunlu Dersin

Detaylı

TÜRKİYE BİLİMSEL VE TEKNOLOJİK ARAŞTIRMA KURUMU ULUSAL AKADEMİK AĞ VE BİLGİ MERKEZİ YÖNETMELİĞİ. BİRİNCİ BÖLÜM Genel Hükümler

TÜRKİYE BİLİMSEL VE TEKNOLOJİK ARAŞTIRMA KURUMU ULUSAL AKADEMİK AĞ VE BİLGİ MERKEZİ YÖNETMELİĞİ. BİRİNCİ BÖLÜM Genel Hükümler TÜRKİYE BİLİMSEL VE TEKNOLOJİK ARAŞTIRMA KURUMU ULUSAL AKADEMİK AĞ VE BİLGİ MERKEZİ YÖNETMELİĞİ BİRİNCİ BÖLÜM Genel Hükümler Amaç ve kapsam Madde 1- (1) Bu Yönetmelik ile Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma

Detaylı

Öğretim planındaki AKTS Kitle iletişimi ve Kültür 213032003110513 3 0 0 3 6

Öğretim planındaki AKTS Kitle iletişimi ve Kültür 213032003110513 3 0 0 3 6 Ders Kodu Teorik Uygulama Lab. Ulusal Kredi Öğretim planındaki AKTS Kitle iletişimi ve Kültür 213032003110513 3 0 0 3 6 Ön Koşullar : Bu dersin ön koşulu ya da yan koşulu bulunmamaktadır. Önerilen Dersler

Detaylı

PAZARLAMA İLE İLGİLİ TEMEL KAVRAMLAR

PAZARLAMA İLE İLGİLİ TEMEL KAVRAMLAR Ünite 1 Yrd. Doç. Dr. Polat TUNCER Pazarlama: Müşteri talep, istek ve ihtiyaçlarını tatmin etmek için değişim yönetimini kolaylaştırmaya yönelik birtakım insan aktiviteleridir. Pazarlama: Tüketicileri

Detaylı

AVRUPA BİRLİĞİ HAYAT BOYU ÖĞRENME İÇİN KİLİT YETKİNLİKLER

AVRUPA BİRLİĞİ HAYAT BOYU ÖĞRENME İÇİN KİLİT YETKİNLİKLER AVRUPA BİRLİĞİ HAYAT BOYU ÖĞRENME İÇİN KİLİT YETKİNLİKLER Özgül ÜNLÜ HBÖ- HAREKETE GEÇME ZAMANI BU KONU NİÇİN ÇOK ACİLDİR? Bilgi tabanlı toplumlar ve ekonomiler bireylerin hızla yeni beceriler edinmelerini

Detaylı

Bilkent Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği Bölümü. Bilgisayar Mühendisliği

Bilkent Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği Bölümü. Bilgisayar Mühendisliği Bilkent Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği Bölümü Bilgisayar Mühendisliği Bilgisayar Mühendisliği Günümüzde, finans, tıp, sanat, güvenlik, enerji gibi bir çok sektör, bilgisayar mühendisliğindeki gelişimlerden

Detaylı

ENERJİ DÖNÜŞÜMÜ ENERJİ TÜKETİMİ

ENERJİ DÖNÜŞÜMÜ ENERJİ TÜKETİMİ ENERJİ DÖNÜŞÜMÜ Enerji, modern kişisel yaşamın, üretim ve iletişim süreçlerinin en önemli aktörlerinden biri. Enerjinin tüketimi küresel düzeyde hızla artmaya devam ederken üç ana ihtiyaç baş gösteriyor:

Detaylı

Yrd. Doç. Dr. M. Akif NACAR. Arş. Gör. F. Didem ALAY. Arş. Gör. M. Umut SALUR

Yrd. Doç. Dr. M. Akif NACAR. Arş. Gör. F. Didem ALAY. Arş. Gör. M. Umut SALUR Bölüm Hakkında; Harran Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği Bölümü, 2004 yılında Mühendislik Fakültesi bünyesinde kurulmuş olup ilk olarak 2005-2006 yılında 30 öğrenci ile lisans düzeyinde eğitim vermeye

Detaylı

BİLGİ TEKNOLOJİLERİ SEKTÖRÜNDE BECERİ AÇIĞI VE İYİ ÖRNEKLER

BİLGİ TEKNOLOJİLERİ SEKTÖRÜNDE BECERİ AÇIĞI VE İYİ ÖRNEKLER BİLGİ TEKNOLOJİLERİ SEKTÖRÜNDE BECERİ AÇIĞI VE İYİ ÖRNEKLER Editör DR. CEYHUN GÖCENOĞLU Türkiye Bilişim Vakfı na verdiği destekten ötürü teşekkür ederiz. ÖNSÖZ Haziran 2016 Ekonomik kalkınma kapsamında;

Detaylı

KÜRESELLEŞEN DÜNYANIN YENİ GERÇEKLERİ VE GENÇLERİN KONUMU: RADİKALLEŞİYOR MUYUZ?

KÜRESELLEŞEN DÜNYANIN YENİ GERÇEKLERİ VE GENÇLERİN KONUMU: RADİKALLEŞİYOR MUYUZ? XVI. Akademik Bilişim Konferansı KÜRESELLEŞEN DÜNYANIN YENİ GERÇEKLERİ VE GENÇLERİN KONUMU: RADİKALLEŞİYOR MUYUZ? NEW REALITIES OF THE GLOBALIZING WORLD AND THE STATE OF THE YOUNG PEOPLE: ARE WE RADICALIZING?

Detaylı

İÇİNDEKİLER. Sunuş Bölüm I: Küresel İletişim, Değişen Paradigmalar ve Reklamın Yeni Rolü Küreselleşme Sürecinin İletişime Yansımaları

İÇİNDEKİLER. Sunuş Bölüm I: Küresel İletişim, Değişen Paradigmalar ve Reklamın Yeni Rolü Küreselleşme Sürecinin İletişime Yansımaları İÇİNDEKİLER Sunuş... 13 Bölüm I: Küresel İletişim, Değişen Paradigmalar ve Reklamın Yeni Rolü... 15 1. Küreselleşme Sürecinin İletişime Yansımaları 1.1. Küreselleşme Kavramı... 15 1.1.1. Küreselleşme Sürecinin

Detaylı

2 İŞLETMENİN ÇEVRESİ VE İŞLETME TÜRLERİ

2 İŞLETMENİN ÇEVRESİ VE İŞLETME TÜRLERİ İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ III Bölüm 1 İŞLETMECİLİK 13 1.1. İnsan İhtiyaçları 14 1.1.1. Ekonomik Mal ve Hizmetler 16 1.1.2. Talep ve Arz 17 1.1.3. Tüketim ve Tüketici 18 1.1.4. Üretim ve Üretim Faktörleri 18 1.2.

Detaylı

İktisadi Düşünceler Tarihi (ECON 316) Ders Detayları

İktisadi Düşünceler Tarihi (ECON 316) Ders Detayları İktisadi Düşünceler Tarihi (ECON 316) Ders Detayları Ders Adı İktisadi Düşünceler Tarihi Ders Kodu ECON 316 Dönemi Ders Uygulama Saati Saati Laboratuar Saati Kredi AKTS Bahar 4 0 0 4 6 Ön Koşul Ders(ler)i

Detaylı

MESLEKİ EĞİTİM, SANAYİ VE YÜKSEK TEKNOLOJİ

MESLEKİ EĞİTİM, SANAYİ VE YÜKSEK TEKNOLOJİ VİZYON BELGESİ (TASLAK) Türkiye 2053 Stratejik Lokomotif Sektörler MESLEKİ EĞİTİM, SANAYİ VE YÜKSEK TEKNOLOJİ Millet Hafızası ve Devlet Aklının bize bıraktığı miras ve tarihî misyon, İstanbul un Fethinin

Detaylı

Ders Adı Kodu Yarıyılı T+U Saati Ulusal Kredisi AKTS TÜRKİYE EKONOMİSİ TÜK449 7 3+0 3 4

Ders Adı Kodu Yarıyılı T+U Saati Ulusal Kredisi AKTS TÜRKİYE EKONOMİSİ TÜK449 7 3+0 3 4 DERS BİLGİLERİ Ders Adı Kodu Yarıyılı T+U Saati Ulusal Kredisi AKTS TÜRKİYE EKONOMİSİ TÜK449 7 3+0 3 4 Ön Koşul Dersleri Dersin Dili Dersin Seviyesi Dersin Türü Türkçe Lisans Yüz Yüze / Zorunlu Dersin

Detaylı

Dr. A. Tarık GÜMÜŞ Selçuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi Kamu Hukuku Anabilim Dalı. Sosyal Devlet Anlayışının Gelişimi ve Dönüşümü

Dr. A. Tarık GÜMÜŞ Selçuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi Kamu Hukuku Anabilim Dalı. Sosyal Devlet Anlayışının Gelişimi ve Dönüşümü Dr. A. Tarık GÜMÜŞ Selçuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi Kamu Hukuku Anabilim Dalı Sosyal Devlet Anlayışının Gelişimi ve Dönüşümü İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ... vii İÇİNDEKİLER...xi KISALTMALAR... xvii GİRİŞ...1 Birinci

Detaylı

Bilgi Toplumunda Sürekli Eğitim ve Yenilikçi Eğitimci Eğitimi

Bilgi Toplumunda Sürekli Eğitim ve Yenilikçi Eğitimci Eğitimi Bilgi Toplumunda Sürekli Eğitim ve Yenilikçi Eğitimci Eğitimi Bilgi toplumunda, bilgi ve iletişim teknolojilerinin yarattığı hız ve etkileşim ağı içinde, rekabet ve kalite anlayışının değiştiği bir kültür

Detaylı

HALKLA İLİŞKİLER I-II

HALKLA İLİŞKİLER I-II Editörler Yrd.Doç.Dr. Gonca Yıldırım & Seçil Utma HALKLA İLİŞKİLER I-II Yazarlar Yrd.Doç.Dr.Gonca Yıldırım Yrd.Doç.Dr.İlker Özdemir Hasan Çiftçi Hatice Aydoğmuş Özcan Kahraman Koktürk Melis Yalçın Seçil

Detaylı

Sanayi Toplumundan Bilgi Toplumuna Geçiş Sürecinde Temel Dinamikler

Sanayi Toplumundan Bilgi Toplumuna Geçiş Sürecinde Temel Dinamikler Sanayi Toplumundan Bilgi Toplumuna Geçiş Sürecinde Temel Dinamikler Yaşar Tonta Hacettepe Üniversitesi tonta@hacettepe.edu.tr yunus.hacettepe.edu.tr/~tonta/tonta.html 1 Plan Sanayi Toplumu - Bilgi Toplumu

Detaylı

1 TÜRKİYE CUMHURİYETİ DÖNEMİ (TÜRKİYE) EKONOMİSİNİN TARİHSEL TEMELLERİ

1 TÜRKİYE CUMHURİYETİ DÖNEMİ (TÜRKİYE) EKONOMİSİNİN TARİHSEL TEMELLERİ İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ III Bölüm 1 TÜRKİYE CUMHURİYETİ DÖNEMİ (TÜRKİYE) EKONOMİSİNİN TARİHSEL TEMELLERİ 13 1.1.Türkiye Ekonomisine Tarihsel Bakış Açısı ve Nedenleri 14 1.2.Tarım Devriminden Sanayi Devrimine

Detaylı

Doğal Afetler ve Kent Planlama

Doğal Afetler ve Kent Planlama Doğal Afetler ve Kent Planlama Yer Bilimleri ilişkisi TMMOB Şehir Plancıları Odası GİRİŞ Tsunami Türkiye tektonik oluşumu, jeolojik yapısı, topografyası, meteorolojik özellikleri nedeniyle afet tehlike

Detaylı

İMAN/İNANÇ ve TANRI TASAVVURU GELİŞİMİ JAMES FOWLER

İMAN/İNANÇ ve TANRI TASAVVURU GELİŞİMİ JAMES FOWLER İMAN/İNANÇ ve TANRI TASAVVURU GELİŞİMİ JAMES FOWLER Fowler ın kuramını oluşturma sürecinde, 300 kişinin yaşam hikayelerini dinlerken iki şey dikkatini çekmiştir: 1. İlk çocukluğun gücü. 2. İman ile kişisel

Detaylı

Ana fikir: Oyun ile duygularımızı ve düşüncelerimizi farklı şekilde ifade edebiliriz.

Ana fikir: Oyun ile duygularımızı ve düşüncelerimizi farklı şekilde ifade edebiliriz. 2018-2019 Eğitim- Öğretim Yılı Özel Ümraniye Gökkuşağı İlkokulu Sorgulama Programı Kim Olduğumuz Bireyin kendi doğasını sorgulaması, inançlar ve değerler, kişisel, fiziksel, zihinsel, sosyal ve ruhsal

Detaylı

Öğretim dili (Ön Koşul, Bağlantı Koşul)

Öğretim dili (Ön Koşul, Bağlantı Koşul) Bölüm Dersin Kodu Dersin Adı SOSYOLOJİ SOSY2053 AİLE SOSYOLOJİSİ Derse kabul koşulları Kredi AKTS Türü (Seçmeli - Zorunlu) Öğretim dili (Ön Koşul, Bağlantı Koşul) 2 4 ZORUNLU YOK TÜRKÇE Dersin işleniş

Detaylı

ELEKTRONİK TİCARET KISA ÖZET KOLAYAOF

ELEKTRONİK TİCARET KISA ÖZET KOLAYAOF ELEKTRONİK TİCARET KISA ÖZET KOLAYAOF DİKKAT Burada ilk 4 sayfa gösterilmektedir. Özetin tamamı için sipariş veriniz www.kolayaof.com 2 Kolayaof.com 0 362 2338723 Sayfa 2 İÇİNDEKİLER 1. ÜNİTE- Bilgi Ekonomisi

Detaylı

DERS BİLGİLERİ. Ders Adı Ders Kodu Yarıyıl T+U Saat Kredi AKTS. Sağlık Kurumlarında Yönetim ve Organizasyon HST

DERS BİLGİLERİ. Ders Adı Ders Kodu Yarıyıl T+U Saat Kredi AKTS. Sağlık Kurumlarında Yönetim ve Organizasyon HST DERS BİLGİLERİ Sağlık Kurumlarında Yönetim ve Organizasyon HST901 3+0 6.0 6.0 Öğrencilerin yönetim ve organizasyon kavramlarını anlamaları, sağlık hizmetleri ve sağlık kurumlarının değerlendirmeleri, sağlık

Detaylı

MediaCat Felis 2013 Ödülleri ne Başvurular Başlıyor!

MediaCat Felis 2013 Ödülleri ne Başvurular Başlıyor! BASIN BÜLTENİ MediaCat Felis 2013 Ödülleri ne Başvurular Başlıyor! MediaCat dergisi tarafından bu yıl 8. düzenlenen Felis Ödülleri medya planlama stratejilerini ödüllendirmesinin yanı sıra bu yıl genişleyen

Detaylı

KAPİTALİZM, PİYASA BAŞARISIZLIĞI VE SAĞLIK HİZMETLERİ SUNUMU. Gülbiye Yenimahalleli Yaşar

KAPİTALİZM, PİYASA BAŞARISIZLIĞI VE SAĞLIK HİZMETLERİ SUNUMU. Gülbiye Yenimahalleli Yaşar KAPİTALİZM, PİYASA BAŞARISIZLIĞI VE SAĞLIK HİZMETLERİ SUNUMU Gülbiye Yenimahalleli Yaşar Kapitalizmin temel özellikleri: Özel mülkiyet Teşebbüs ve seçim özgürlüğü Kişisel çıkar Rekabet Piyasa mekanizması

Detaylı

Sanayi Devriminin Toplumsal Etkileri

Sanayi Devriminin Toplumsal Etkileri Sanayi Devriminin Toplumsal Etkileri Bilgi toplumunda aktif nüfus içinde tarım ve sanayinin payı azalmakta, hizmetler sektörünün payı artmakta ve bilgili, nitelikli insana gereksinim duyulmaktadır. 16.12.2015

Detaylı

TOPLUMSAL TABAKALAŞMA ve HAREKETLİLİK

TOPLUMSAL TABAKALAŞMA ve HAREKETLİLİK TOPLUMSAL TABAKALAŞMA ve HAREKETLİLİK TOPLUMSAL TABAKALAŞMA Ü s t S ı n ı f Orta Sınıf Alt Sınıf TOPLUMSAL TABAKALAŞMA Toplumsal tabakalaşma dünya yüzeyindeki jeolojik katmanlara benzetilebilir. Toplumların,

Detaylı

ÜNİTE:1. Sosyolojiye Giriş ve Yöntemi ÜNİTE:2. Sosyolojinin Tarihsel Gelişimi ve Kuramsal Yaklaşımlar ÜNİTE:3. Kültür ve Kültürel Değişme ÜNİTE:4

ÜNİTE:1. Sosyolojiye Giriş ve Yöntemi ÜNİTE:2. Sosyolojinin Tarihsel Gelişimi ve Kuramsal Yaklaşımlar ÜNİTE:3. Kültür ve Kültürel Değişme ÜNİTE:4 ÜNİTE:1 Sosyolojiye Giriş ve Yöntemi ÜNİTE:2 Sosyolojinin Tarihsel Gelişimi ve Kuramsal Yaklaşımlar ÜNİTE:3 Kültür ve Kültürel Değişme ÜNİTE:4 Aile ve Toplumsal Gruplar ÜNİTE:5 1 Küreselleşme ve Ekonomi

Detaylı

İKTİSADÎ DÜŞÜNCENİN EVRİMİ (Başlangıcından Neoklasiklere) (İktisada Giriş I dersi için yardımcı kısa notlar)

İKTİSADÎ DÜŞÜNCENİN EVRİMİ (Başlangıcından Neoklasiklere) (İktisada Giriş I dersi için yardımcı kısa notlar) İKTİSADÎ DÜŞÜNCENİN EVRİMİ (Başlangıcından Neoklasiklere) (İktisada Giriş I dersi için yardımcı kısa notlar) Merkantilizm: 15. ve 16. yüzyıllardaki coğrafî keşiflerde birlikte Avrupa ülkeleri dünyaya açılmaya

Detaylı

Pardus. Erkan Tekman, T. Barış Metin. 18 Mayıs 2006. Ulusal Dağıtım Projesi Ulusal Elektronik ve Kriptoloji Enstitüsü. Pardus için 10 Neden

Pardus. Erkan Tekman, T. Barış Metin. 18 Mayıs 2006. Ulusal Dağıtım Projesi Ulusal Elektronik ve Kriptoloji Enstitüsü. Pardus için 10 Neden için 10 Neden Çözümleri : Kim için? Ulusal Dağıtım Projesi Ulusal Elektronik ve Kriptoloji Enstitüsü TÜBİTAK 18 Mayıs 2006 İçerik için 10 Neden Çözümleri : Kim için? 1 İsim Neden? Nasıl? 2 için 10 Neden

Detaylı

İLET 522 Avrupa Birliği Politikaları ve Medya Seçmeli 3 3 6

İLET 522 Avrupa Birliği Politikaları ve Medya Seçmeli 3 3 6 İLET 522 AVRUPA BİRLİĞİ POLİTİKALARI VE MEDYA EĞİTİM ÖĞRETİM METOTLARI Eğitim-öğretim yöntemleri Başlıca öğrenme faaliyetleri Kullanılan araçlar Yüksek lisans Derç içi öğretim Ders araçları Ders planı

Detaylı

İÇİNDEKİLER. ÖNSÖZ... iii GİRİŞ... 1 BİRİNCİ BÖLÜM SOSYOLOJİYE GİRİŞ

İÇİNDEKİLER. ÖNSÖZ... iii GİRİŞ... 1 BİRİNCİ BÖLÜM SOSYOLOJİYE GİRİŞ İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ... iii GİRİŞ... 1 BİRİNCİ BÖLÜM SOSYOLOJİYE GİRİŞ 1. Sosyoloji Nedir... 3 2. Sosyolojinin Tanımı ve Konusu... 6 3. Sosyolojinin Temel Kavramları... 9 4. Sosyolojinin Alt Dalları... 14

Detaylı

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti. Ülkesel Fizik Planı. Bölüm III. Vizyon, Amaç ve Hedefler (Tasarı)

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti. Ülkesel Fizik Planı. Bölüm III. Vizyon, Amaç ve Hedefler (Tasarı) Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Ülkesel Fizik Planı Bölüm III. Vizyon, Amaç ve Hedefler (Tasarı) Şehir Planlama Dairesi İçişleri Bakanlığı Lefkoşa - Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti 2014 İçindekiler 1. Giriş...

Detaylı

Türkiye nin Tarım Vizyonu ve Geleceği

Türkiye nin Tarım Vizyonu ve Geleceği Türkiye nin Tarım Vizyonu ve Geleceği Gökhan Özertan Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi Bölümü 6 Mart 2017 Gökhan Özertan Tarımın Geleceği 6 Mart 2017 1 / 13 Dünya Tarımında Gelişmeler Tarımın fiziksel, sosyal

Detaylı

Pazarlama: Tanım, Tarihçe, Kavramlar

Pazarlama: Tanım, Tarihçe, Kavramlar Pazarlama: Tanım, Tarihçe, Kavramlar Umut Al umutal@hacettepe.edu.tr - 1 Pazarlama - Tanımlar Tanım sayısının çokluğu Anlayış farklılıkları Tanımları yapanların özellikleri Dar ve geniş anlamda yapılan

Detaylı

Değişim ve Yönetim. Prof. Dr. M. HAMİL NAZİK Gazi Üniversitesi Mesleki Eğitim Fakültesi hnazik1@gmail.com

Değişim ve Yönetim. Prof. Dr. M. HAMİL NAZİK Gazi Üniversitesi Mesleki Eğitim Fakültesi hnazik1@gmail.com Değişim ve Yönetim Prof. Dr. M. HAMİL NAZİK Gazi Üniversitesi Mesleki Eğitim Fakültesi hnazik1@gmail.com Aynı durumda kalmamak 2 Başka bir biçim veya duruma geçmek Farklı yapmak veya Fark yaratmak 3 DEĞİŞİM

Detaylı

Çağdaş Siyaset Kuramları (KAM 401) Ders Detayları

Çağdaş Siyaset Kuramları (KAM 401) Ders Detayları Çağdaş Siyaset Kuramları (KAM 401) Ders Detayları Ders Adı Ders Kodu Dönemi Ders Saati Uygulama Saati Laboratuar Saati Kredi AKTS Çağdaş Siyaset Kuramları KAM 401 Güz 3 0 0 3 6 Ön Koşul Ders(ler)i - Dersin

Detaylı

BÖLÜM 1 Toplumsal Cinsiyete Duyarlı Bütçeleme: Türkiye de Bütçeleme Süreci

BÖLÜM 1 Toplumsal Cinsiyete Duyarlı Bütçeleme: Türkiye de Bütçeleme Süreci İÇİNDEKİLER BÖLÜM 1 Toplumsal Cinsiyete Duyarlı Bütçeleme: Türkiye de Bütçeleme Süreci Doç. Dr. Serpil Ağcakaya Süleyman Demirel Üniversitesi, İİBF, Maliye Bölümü Giriş...1 1. Toplumsal Cinsiyete Duyarlı

Detaylı

Küresel Ekoloji. Yrd. Doç. Dr. Aslı Sade Memişoğlu

Küresel Ekoloji. Yrd. Doç. Dr. Aslı Sade Memişoğlu Küresel Ekoloji Yrd. Doç. Dr. Aslı Sade Memişoğlu Başlıklar 1. Gençlikten olgunluğa geçiş: sürdürülebilir uygarlıklara doğru 2. Ekolojik-Sosyal uçurumlar 3. Küresel sürdürülebilirlik 4. Senaryolar 5. Uzun

Detaylı

MAKİNA İMALAT SANAYİ SEKTÖR ARAŞTIRMASI ODA RAPORU

MAKİNA İMALAT SANAYİ SEKTÖR ARAŞTIRMASI ODA RAPORU tmmob makina mühendisleri odası MAKİNA İMALAT SANAYİ SEKTÖR ARAŞTIRMASI ODA RAPORU Hazırlayan Yavuz BAYÜLKEN Mart 2010 Yayın No:... MMO/2010/532 tmmob makina mühendisleri odası Meşrutiyet Caddesi No: 19

Detaylı

KARADAĞ SUNUMU Natalija FILIPOVIC

KARADAĞ SUNUMU Natalija FILIPOVIC VII. ULUSLARARASI BALKAN BÖLGESİ DÜZENLEYİCİ YARGI OTORİTELERİ KONFERANSI 28-30 MAYIS 2012, İSTANBUL Yeni Teknolojiler ve Bunların Yargıda Uygulanmaları Türkiye Cumhuriyeti Hâkimler ve Savcılar Yüksek

Detaylı

DERS BİLGİLERİ. Ders Kodu Yarıyıl T+U Saat Kredi AKTS EKONOMİYE GİRİŞ I ECON 111 1 3 + 0 3 7. Yrd. Doç. Dr. Alper ALTINANAHTAR

DERS BİLGİLERİ. Ders Kodu Yarıyıl T+U Saat Kredi AKTS EKONOMİYE GİRİŞ I ECON 111 1 3 + 0 3 7. Yrd. Doç. Dr. Alper ALTINANAHTAR DERS BİLGİLERİ Ders Kodu Yarıyıl T+U Saat Kredi AKTS EKONOMİYE GİRİŞ I ECON 111 1 3 + 0 3 7 Ön Koşul Dersleri - Dersin Dili İngilizce Dersin Seviyesi Lisans Dersin Türü Dersin Koordinatörü Dersi Verenler

Detaylı

Pazarlama İlkeleri. Editör Yrd. Doç. Dr. Serpil YILMAZ

Pazarlama İlkeleri. Editör Yrd. Doç. Dr. Serpil YILMAZ Pazarlama İlkeleri Editör Yrd. Doç. Dr. Serpil YILMAZ Yazarlar Yrd. Doç Dr. Ali GÜLÇUBUK Yrd.Doç.Dr.Akif ALTINBIÇAK Yrd.Doç.Dr. Berrin YÜKSEL Yrd.Doç.Dr. Emin Akkılıç Yrd Doc. Dr. Gülnur ETİ İÇLİ Yrd.

Detaylı

bilgilerle feminizm hakkında kesin yargılara varıp, yanlış fikirler üretmişlerdir. Feminizm ya da

bilgilerle feminizm hakkında kesin yargılara varıp, yanlış fikirler üretmişlerdir. Feminizm ya da YANLIŞ ALGILANAN FİKİR HAREKETİ: FEMİNİZM Feminizm kelimesi, insanlarda farklı algıların oluşmasına sebep olmuştur. Kelimenin anlamını tam olarak bilmeyen, merak edip araştırmayan günümüzün insanları,

Detaylı