KUR ÂN TEFSİRİNDE İDEAL YÖNTEM 1 Özellikler ve Prensipler



Benzer belgeler
KADINA ARKADAN YANAŞMANIN HÜKMÜ

Kur an ın varlık mertebelerini beyan eder misiniz ve ilahi vahiyde lafızların yerinin ne olduğunu

HER YIL KIRK HADİS SINIFLAR

Buyruldu ki; Aklın kemali Allah u Teâlâ nın rızasına tabi olmak ve gazabından sakınmakladır.

Gizlemek. أ Helak etmek, yok etmek أ. Affetmek. Açıklamak. ا ر اد Sahip olmak, malik olmak. Đstemek,irade etmek. Seçme Metnler 25

Değerli Kardeşim, Kur an ve Sünnet İslam dininin iki temel kaynağıdır. Rabbimiz in buyruklarını ve Efendimiz (s.a.v.) in mübarek sünnetini bilmek tüm

EHL-İ SÜNNET'İN ÜSTÜNLÜĞÜ.

HÜCCETİN İKAMESİ VE ANLAŞILMASI

Question. Neden Hz İsa Ruhullah (Allah ın ruhu) olarak adlandırılmıştır? Yüce Allah ın kendi ruhundan. Peygamberi Âdem e üflemesinin manası nedir?

LİVATA HADDİ (EŞCİNSELLİĞİN/HOMOSEKSÜELLİĞİN CEZASI)

ICERIK. Salih amel nedir? Salih amelin önemi Zekat nedir? Zekat kimlere farzdır? Zekat kimlere verilir? Sonuc Kaynaklar

KURAN I KERİMİN İÇ DÜZENİ

Sabah akşam tevâzu içinde yalvararak, ürpererek ve sesini yükseltmeden Rabbini an. Sakın gâfillerden olma! (A râf sûresi,7/205)

Öğretim İlke ve Yöntemleri 1

ŞİRK VE ÇEŞİTLERİ EBU SEYF

İslam Hukukunun kaynaklarının neler olduğu, diğer bir ifadeyle şer î hükümlerin hangi kaynaklardan ve nasıl elde edileceği, Yemen e kadı tayin edilen

İmam Tirmizi nin. Sıfatlar Hususundaki Mezhebi

(Allahım!) Yalnız sana ibadet ederiz ve yalnız senden yardım dileriz. (Fâtiha, 1/5)

Allah, ancak samimiyetle ve kendi rızası gözetilerek yapılan ameli kabul eder. (Nesâî, Cihâd, 24)

Kur an Kerim ayetlerinde ve masumlardan nakledilen hadislerde arş ve kürsî kavramlarıyla çok

TÂĞUT KELİMESİNİN ANLAMI

Ders Adı Kodu Yarıyılı T+U Saati Ulusal Kredisi AKTS. Tefsir II ILH

1. İnanç, 2. İbadet, 3. Ahlak, 4. Kıssalar

11. Kullara rızık olması için birbirine girmiş, küme küme tomurcukları olan uzun boylu hurma

40 HADİS YARIŞMASI DİKKAT 47'DEN 55'E KADAR Kİ HADİSLERİN ARAPÇA METİNLERİ DÜZELTİLMİŞTİR. SINIFI 5-6,7-8 1-) 9-10,11-12 SINIFI 5-6,7-8 2-) 9-10

ALLAH TEÂLÂ'NIN ARŞA İSTİVÂ ETMESİ

Yine onlar, sana indirilene ve senden önce indirilene iman ederler; ahiret gününe de kesin olarak inanırlar. Bakara suresi, 4. ayet.

Ne kadar kötü ب ئ س Temel-esas. Alçattı-küçük

5 Kimin ümmetisin? Hazreti Muhammed Mustafa nın (sallallahu aleyhi ve sellem) ümmetiyim. 6 Müslüman mısın? Elhamdülillah, Müslümanım.

Tedbir, Tevekkül Ve Kader Anlayışımız Gönderen Kadir Hatipoglu - Ağustos :14:51

İSLÂM DA CEZA SİSTEMİ HATA İLE ÖLDÜRME

6. SINIF DERS: DİN KÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ ÜNİTE:1 KONU: DEĞERLENDİRME SORU VE CEVAPLARI

İLİM ÖĞRETMENİN FAZİLETİ. Bu Beldede İlim Ölmüştür

Sıra no Sûre Adı. Âyet sayısı O.B.E.B

Orucun tutulacağı günler olduğu gibi tutulmayacağı günlerde vardır. Resûlüllah sav bizzat bunu yasak etmiştir.

HER YIL KIRK HADİS SINIFLAR

EV SOHBETLERİ AT. Ders : 6 Konu : Kitaplara İman. a) Kitaplara Topyekün İman

REHBERLİK VE İLETİŞİM 1

Kur an-ı Kerim i Diğer Kutsal Kitaplardan Ayıran Başlıca Özellikleri

EV SOHBETLERİ SOHBET Merhamet

5. SINIF DİN KÜLTÜRÜ ve AHLAK BİLGİSİ

Hafta Konu Ön Hazırlık Öğretme Metodu

Bir kişinin kalbinde iman ile küfür, doğruluk ile yalancılık, hıyanet ile emanet bir arada bulunmaz. (İbn Hanbel, II, 349)

ALEMLERİN EFENDİSİ NİN (SAV) DİLİYLE KUR AN

DOMUZ ETİNİN HARAM KILINMASININ HİKMETİ

İman; Allah a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine ve âhiret gününe iman etmendir. Keza hayrı ve şerriyle kadere inanmandır.

İkili Simetrik Kitap ❸

yoksa ziyana uğrayanlardan olursun." 7

MUHTASAR KUR AN RİSALESİ

Hilalin bir ülkede görülmesiyle oruca başlamak. Muhammed b. Salih el-useymîn. Terceme : Muhammed Şahin Tetkik : Ali Rıza Şahin

5. Ünite 1, sayfa 17, son satır

Orucun Manevi Hayatımıza Katkıları

EV SOHBETİ DERSLERİ. Biz insanı en güzel biçimde yarattık. (Tîn, 95:4)

(Dersini sabah namazından sonra yapmanı tavsiye etmekle birlikte, sana uygun olan en münasip bir vakitte de yapmanda bir sakınca yoktur.

İÇİNDEKİLER. Maide Suresi 116 Ve 117. Ayetlerinin Manası Nedir? Teveffi Kelimesi Ve Arap Dili. Teveffinin Manasıyla İlgili Hodri Meydan

TAKVA AYI RAMAZAN TAKVA AYI RAMAZAN. Rahman ve Rahim Allah ın Adıyla

Question. Masumların (Allah ın selamı üzerlerine olsun) velayet hakkına sahip olduklarının delili Nedir?

DUALAR DUANIN ÖNEMİ Dua

الصيام برؤية واحدة اسم املؤلف حممد بن صالح العثيمني

KURAN YOLU- DERS 3. (Prof.Dr. Mehmet OKUYAN ın Envarul Kuran isimli 3 no lu dersinin ilk 50 dakikasının özeti)

Hz. Peygamber'in ilk muhatapları olan Mekkelilerle mücadelesini anlatan Kur'ân'da tam

Question. Kur an ın (Defaten Ve Tedricî) İnişi. Dr.İbrahimiyan

KUR'ANDAN DUALAR. "Ey Rabbimiz, Bize dünyada bir iyilik, ahrette bir iyilik ver. Bizi ateş azabından koru." ( Bakara- 201 )

Orucun hükmü ve hikmeti nedir? ما حكم الصيام وحكمته. Abdurrahman b. Nâsır es-sa'dî

Durûs Kitabı 1. Cilt Gramer Kuralları. Üç Hareke

2- Bu kitapta hiç şüphe yoktur, Allah'tan korkanlar için yol göstericidir.

Tevrat ta Dabbe İncil de Dabbe İslam Kültüründe Dabbe Hadislerde Dabbetü l-arz Kur an da Dabbetü l-arz Kaynakça. Dabbetü l-arz

NAMAZI, MESCİT VEYA CÂMİDE CEMAATLE KILMANIN HÜKMÜ. Vaizler Muhammed b. Salih el-muneccid. Terceme edenler. Muhammed Şahin. Tetkik edenler Ümmü Nebil

Bazı Âyetlerin Anlamları ile İlgili Mülahazalar

150. Sohbet TEVHÎDİN TARÎFİ VE MAHİYETİ (2/2)

KUR'AN SÛRELERİNİN RESMİ VE İNİŞ SIRALAMASI

Bu ay içinde orucu ve namazı o kişiye kolaylaştırılır. Bu ay içinde orucu ve namazı ALLAH tarafından kabul edilir.

KURAN YOLU- DERS 9-10


Bayram hutbesi nasıl okunur? - İlyas Uçar - Ebû Rudeyha - Evvâh - Kişisel Bilgi Sitesi

Cihad Gönderen Kadir Hatipoglu - Şubat :23:10. Cihad İNDİR

3. Farz Dışında Yaptığı İbadetler

Kur an ın Özellikleri

Sadece Peygamberlerin sözleri ve onlarla gönderilmiş, tahrif edilmemiş, bozulmamış kutsal metinlerde olan bilgilerdir.

MÜRTED HADDİ (İSLÂM'DAN DÖNME)

İsra ve Miraç olayının, Mekke de artık çok yorulmuş olan Resulüllah için bir teselli ve ümitlendirme olduğunda da şüphe yoktur.

CENAB-I HAKK IN O NA İTAATİ KENDİNE İTAAT KABUL ETTİĞİ ZAT A SALÂT VE SELAM

Rahmân ve Rahîm Ne Demektir?

Kur ân-ı Kerîm sûrelerinin sondan sayılması 1

Kur an ın, şerî meseleleri ders verirken aynı anda tevhid dersi vermesi hakkında izahta bulunabilir misiniz?

Recep in İlk Üç Orucunun Fazileti

+ Eğer size yasaklanan (günah)ların büyüklerinden kaçınırsanız, sizin küçük günahlarınızı örteriz ve sizi güzel bir yere koyarız.(4.

7- Peygamberimizin aile hayatı ve çocuklarla olan ilişkilerini araştırınız

KUREYŞ SÛRESİ Nuzul 21 / Mushaf 106

İmam Humeyni'nin vasiyetini okurken güzel ve ince bir noktayı gördüm ve o, Hz. Fatıma

İLAHİ KİTAPLARA İNANÇ

İmam-ı Muhammed Terkine ruhsat olmayan sünnettir der. Sünnet-i müekkededir.[6]

HAC SURESİ İniş Sırası: 103 Mushaf Sırası: 22 Medeni Sure 78 Ayettir. Rahmân ve Rahîm Allah ın adıyla

RAMAZAN ORUCUNU DEVAMLI OLARAK 30 GÜN TUTAN KİMSENİN HÜKMÜ

MERYEM SURESİNDEKİ MUKATTAA HARFLERİ كهيعص

Arap diliyle tesis edilen İslam a dair hakikatler diğer dillere tercüme edilirken zaman ve zeminin de etkisiyle gerçek anlamından koparılabiliyor.

dinkulturuahlakbilgisi.com Konu Anlatımı MELEKLER Hazırlayan Memduh ÇELMELİ dinkulturuahlakbilgisi.com

Muhammed Salih el-muneccid


Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- şu an hayatta ve yeryüzünde hazır mıdır? Abdulkerim el-hudayr

Transkript:

KUR ÂN TEFSİRİNDE İDEAL YÖNTEM 1 Özellikler ve Prensipler Prof.Dr.Yûsuf el-kardavî Çeviren: Doç.Dr.Muhittin AKGÜL Allah Teâlâ nın yüce kitabını doğru bir şekilde anlamak, şüphesiz her müslüman en büyük gayesidir. Zaten Kur'ân-ı Kerim i tefekkürün ilmî semeresi anlamak, ameli semeresi de, söz, davranış ve inanarak onun hüküm ve tavsiyelerini kabul etmektir. Kur'ân'ı doğru olarak anlamaya yardımcı unsur, onun maksatlarını açıklamak, anlamını ortaya çıkarmak, içindeki gizli ve değerli hazineleri keşfetmek, kalp ve akıl için sırlı ve kapalı kısımlarını açmaktır. İşte bu aşamada karşımıza şu önemli soru çıkıyor: Kur'ân tefsirinde takip edilmesi gerekli en doğru ve ideal yöntem nedir? Bu önemli soruya bizim cevabımız şu şekildedir: Kanaatimizce Kur'ân tefsirinde en ideal yöntem, aşağıda belirteceğimiz şu sağlam usül, güçlü kaide, bilinçli adım ve prensiplere tam olarak riayet etmektir. Takip edilen yöntem böyle olursa, tutulan yol o zaman doğru olur ve neticeye de varılmış olur. 1. Rivâvet ve Dirâyetin Birlikte Ele Alınması Düşündüğümüz metoda göre ilk adım rivayetle dirayetin birlikte ele alınmasıdır. Tefsir metodunda rivayet ve nakille, dirayet ve yorum birlikte ele alındığında, sahih nakille sağlam düşünce (akl-ı selim) birleştirilmiş, selefin kültür mirasıyla, sonrakilerin bilgileri mezcedilmiş olur ki, işte bu, en güçlü bir yöntemdir. Pekçok müfessir bu yöntemi kabul etmiştir. Bunların başında da ansiklopedik bir hüviyete sahip Câmiu l-beyân fî Tefsîri l-kur'ân müellifi İbn Cerir et-taberî gelir. İbn Cerir i rivayet ve veya nakilci bir kategoride değerlendirmek, büyük bir haksızlık ve onu tam olarak değerlendirememek demektir. Onun tefsirini okuyan, açıkça görür ki, o, rivayetleri nakletmekle kalmaz, onların aralarında tercihlerde bulunur, ilk önce en isabetli rivayeti nakleder ve zaman zaman âyetlere rivayettekilerden daha farklı bir yorum getirir. Taberî kadar bütün görüşleri rivayet etmese de İbn Kesîr de Tefsîru l-kur'ân il-azîm adlı eserinde metod olarak ona yakındır. Ancak İbn Kesîr in, âyeti âyetle, âyeti sünnetle... yorumlama noktasında ona üstünlüğü unutulmamalıdır. Aynı şekilde Kurtûbî de, el-câmi u li Ahkâmi l-kur'ân adlı eserinde, her ne kadar re ye önem vermişse de, onu rivayetle birlikte mütalaa etmiştir. 1 Bu makale el-müslimu l-muâsır dergisinin 83. sayısında yayınlanmıştır. 1

Sonraki dönemlerden Muhammed b. Ali eş-şevkânî, Fethu l-kadîr el-câmi Beyne Fenneyi r-rivâye ve d-dirâye fi t-tefsîr adındaki eserinin mukaddimesinde, takip ettiği metodu belirtmiş ve özelliklerini şöyle açıklamıştır: Müfessirlerin pek çoğu, iki farklı kategoride bulunmakta ve iki ayrı yöntem takip etmektedirler. Bunlardan bir kısmı, tefsirlerinde sadece rivayetleri almış ve bununla yetinmişlerdir. Diğer bir kısmı ise, kendilerini rivayetten tamamen soyutlayarak, Arap dili ve edebiyatı ve mevcut ilimlerin gereklerine göre yorumlar yapmışlardır. Bu her iki ekolün de isabet ettiği, bazan meseleyi gereğinden fazla uzattığı, genişletilmesi gerekeni de özet geçtiği yerler olmuştur. Tefsir hususunda Resulullah tan gelen bir rivayet varsa, onun öne geçirilmesi ve kabul edilmesi kesindir. Fakat şu unutulmamalıdır ki, bu hususta Hz. Peygamber den Kur'ân'ın bütününe nispetle az bir yorum vardır. Bu konuda, bir iki kişi hariç herhangi bir ihtilaf söz konusu değildir. Fakat sahabeden gelen rivayetlere gelince, şayet bir lafzı, şâri herhangi bir şekilde lügavî anlamın dışındaki bir manada kullanmışsa, bu durumda da onların rivayeti diğerlerine tercih edilir. Şayet bu lafız, şâri in, lügavî anlamının dışındaki bir manayı kasdetmediği lafızlardan ise, bu defa da sahabenin bu konuyla ilgili rivayeti, güvenilir dilcilerden birinin görüşü mesabesindedir. Şayet bu rivayet meşhur müstefîze ters bir durum arzediyorsa, o zaman da, Arap dilinin iktizasına göre yapılan bu yorum, bizim için bir delil teşkil etmez. Sahabenin ki böyle olunca, tâbiîn, tebe-i tâbiin ve diğer âlimlerden gelen rivayetlerin delil olması daha zayıftır. Şurası bilinen bir gerçektir ki, sahabe ve selef, çoğunlukla lügat itibariyle Kur'ân lafzının gerektirdiği yalnızca bir anlamla yetinmişlerdir. Bu durum, Arap dilinin ifade ettiği diğer anlamları terketmeyi veya Beyân ve Bedi ilmi gibi Arapça nın inceliklerini ve nüktelerini açıklayan ilimlerden istifadeyi engellemez. Bu şekildeki bir tefsir, lügavî tefsirdir. Yoksa bu, sadece re ye dayanan ve yasaklanan tefsir çeşidi değildir. Said b. Mansûr un Sünen iyle, Beyhâkî nin Kitâbu r- Rü yâ sında şöyle bir rivayet vardır: Kur'ân tefsirinde herhangi bir ihtilaf söz konusu değildir. Ancak o, öyle câmi bir kelamdır ki, bu anlam da, diğeri de kasdedilmiş olabilir. İbn Sa d ın Tabakat ında ve Ebû Nuaym ın Hilye sinde Ebû Kılâbe den şöyle rivayete yer verilir: Ebu d-derdâ şöyle demiştir: Kur'ân için değişik vecihler öğrenmeden, fıkhın tamamını öğrenmiş sayılmazsın. Yine İbn Sa d ın rivayetine göre Hz. Ali İbn Abbas a şöyle demiştir: Onlara (Hariciler e) git. Ancak onlara karşı Kur'ân dan delil getirme! Zira Kur'ân'ın değişik vecihleri vardır. Onlara karşı sünnetten delil getir. Buna karşılık İbn Abbas: Ama ben Allah'ın kitabını ben onlardan daha iyi bilirim. deyince, Hz. Ali: Doğru söylüyorsun. Ancak Kur'ân'ın değişik anlamları vardır. O, değişik vecihlere sahiptir. buyurmuştur. Hakikaten Kur'ân âyetlerinden her biri için, seleften gelen sabit bir tefsir şekli yoktur. Hatta Kur'ân'ın pek çoğu için bu söz konusudur. Elbette tefsirle ilgili olarak, zayıf senedle gelen ve sahih veya güvenilir olmayan kimselerin rivayetlerini buna katmıyoruz. 2

Öyle anlaşılmaktadır ki, rivayetle dirayeti bir arada mütalaa etmeli, bunlardan herhangi birini devre dışı bırakmamalıyız. Nitekim benim de benimseyip kabul ettiğim yöntem budur. Ancak şu farkla ki, ben, birbirine zıt olan yorumlardan en uygununu tercih ettim. Arapça nın anlam, irab ve beyan yönlerinden genişçe istifade ettim ve Resûlullah (s.a.s), sahabe, tâbiîn, tebe-i tâbiîn ve bu sahada önemli kişilerden gelen rivayetlere de özen gösterdim. 2 2. Kur'ân ı Kur'ân la Tefsir Bu konuda ikinci esas, Kur'ân'ın Kur'ân la tefsiridir. Şüphesiz Kur'ân âyetleri, birbirini tasdik eder, birbirini açıklar. و ل و آ ان م ن ع ن د غ ي ر ال له ل و ج د وا ف يه اخ ت ل اف ا آ ث ير ا Eğer Kur'ân Allah dan başkasına ait olsaydı, elbette içinde birçok tutarsızlıklar bulurlardı. (Nisâ 4/82) Zira Kur'ân'ın bir yerinde mücmel olan, başka bir yerinde tafsil edilmiş, bir yerde müphem bırakılan başka bir yerde açıklanmış, bir yerde mutlak zikredilen, başka bir âyette takyîd edilmiş, bir yerde umûmi olan hüküm, başka bir yerde tahsis edilmiştir. Bu özelliğinden dolayıdır ki, Kur'ân âyetleri birlikte ele alınmalı ki, tam bir şekilde anlaşılsın ve maksat ortaya çıksın. ا لذ ين ا م ن وا و ل م ي ل ب س وا Bu konuda ilk örnek Resûlullah tır ve bize bunu o öğretmiştir. Mesela ashap İman edip imanlarına zulüm bulaştırmayanlar var ya, işte إ يم ان ه م ب ظ ل م أ و ل ي ك ل ه م ال ا م ن و ه م م ه ت د ون korkudan emin olma onların hakkıdır, doğru yolda olanlar da onlardır. (En âm 6/82) âyetini okuyunca çok etkilenmiş ve endişeye kapılmışlardır. Zira âyetin zâhirine göre, imanına küçük de olsa herhangi bir zulüm veya günah katan için, ne emniyet ve ne de hidayet vardır. Bunun için onlar şöyle dediler: Ey Allah'ın elçisi! Hangimiz nefsine zulmetmez ki? Buna karşılık Hz. Peygamber (s.a.s): Bu sizin anladığınız gibi değil, buradaki zulümden maksat şirktir. Siz Sâlih kul Hz. Lokmân ın: ي اب ن ي ل ا ت ش ر ك ب ال له إ ن ال شر ك ل ظ ل م ع ظ يم Evladım! Dedi., sakın Allah'a eş, ortak uydurma. Çünkü şirk pek büyük bir zulümdür. (Lokmân 31/13) sözünü okumadınız mı? 3 Nitekim Allah Resûlü sahabeden bazılarının kader hakkında bazı âyetleri delil getirerek münakaşa etmeleri üzerine, şiddetli bir şekilde onları kınamış ve gadaplı bir şekilde: Siz bununla mı emrolundunuz? veya Bunun için mi yaratıldınız? Allah'ın ayetlerini birbiriyle çeliştiriyorsunuz! Halbuki Allah (c.c) bu kitabını, birbirini tasdik eden bir kitap olarak indirdi. buyurmuşlardır. 4 Kur'ân tefsirinde Nebevî bir metod olan Kur'ân'ın Kur'ân la tefsiri kuralını en iyi uygulayanlardan biri İbn Kesir dir. İbn Kesîr, âyeti tefsir ederken, o ayetin benzerlerini zikreder, onu teyid eden diğer âyetleri belirtir, o âyeti takyîd ve tahsis eden âyetleri de hatırlatır ki, böyle bir yöntem aslında, her müfessirin metodu olması gerekir. Mesela Fâtiha sûresini okuyalım: ال ح م د ل له ر ب ال ع ال م ين Bütün hamdler, övgüler, âlemlerin س بح اس م ر بك Ancak: Rabb i Allah'adır. Burada Rubûbiyet ten maksadın ne olduğu belirtilmemiştir. 2 Şevkânî, Fethu l-kadîr, 1/12-13. 3 Buhârî, Tefsir (31), 1. 4 İbn Mâce, Mukaddime 10. 3

Tenzih et Rabb inin yüce adını. O seni yaratıp, mükemmel ال ا ع ل ى( 1 )ا لذ ي خ ل ق ف س وى( 2 ) و ا لذ ي ق در ف ه د ى yaratılış vereni. O her canlıyı bir ölçüye göre yapıp hayatının devamını sağlayacak yolları göstereni. (A la 87/1-3) âyetlerini okuduğumuzda, Rubûbiyet in, mahlukat üzerindeki tesviye, takdir ve hidayet olarak tecelli ettiğini görürüz. Aynı şekilde Fâtiha da âlemîn den maksadın ne olduğu açıklanmamıştır. Buna Şuarâ sûresinde, Firavn ve Mûsâ arasında geçen muhaverede işaret edilmiştir: ق ال ف ر ع و ن و م ا ر ب ال ع ال م ين (23) ق ال ر ب ال سم او ات و ال ا ر ض و م ا ب ي ن ه م ا إن آ نت م م وق ن ين Firavun: sahi, şu bahsettiğin Rabbulalemin de ne? dedi. Eğer işin gerçeğini bilmek isterseniz söyleyeyim: O, göklerin, yerin ve ikisi arasında olan her şeyin Rabbidir. (Şuarâ 26/23-24) Bu âyette ise, âlemînin anlamının, semâvât ve yeri de içine aldığı görülmektedir. Yine م ال ك ي و م ال دين Din gününün sahibi. و م ا أ د ر اك م ا buluyoruz: Âyetini okuduğumuzda, bunun anlamını İnfitâr sûresinin 17-19. âyetlerinde O Din gününün, o hesap ي و م ال دين ( 17 )ث م م ا أ د ر اك م ا ي و م ال دين ( 18 )ي و م ل ا ت م ل ك ن ف س ل ن ف س ش ي ي ا و ال ا م ر ي و م ي ذ ل له gününün ne olduğunu sen bilir misin? Evet, bir daha söylüyorum: Din gününün ne olduğunu sen bilir misin? O, kimsenin kimseye hiç fayda veremeyeceği bir gün! O gün, bütün hüküm ve yetki ي و م ه م ب ار ز ون ل ا ي خ ف ى ع ل ى açılımını, Din gününün sahibi. nin diğer م ال ك ي و م ال دين yalnız Allah ın! Ve O büyük Buluşma Günü, bütün insanların kabirlerinden çıkıp ال له م ن ه م ش ي ء ل م ن ال م ل ك ال ي و م ل له ال و اح د ال ق هار meydana çıkarıldıkları bir gündür. Öyle ki onların işlerinden ve hallerinden bir tek şey bile Allah a saklı kalamaz. Allah onlara şöyle hitap eder: Bugün mülk ve hakimiyet kimin? Mutlak galip, tek Hâkim olan Allah ın! (Gâfir 40/16) âyetinde buluyoruz. Nimet ve lütfuna mazhar ettiklerinin yoluna ilet! âyetinde, kendisine ص ر اط ا لذ ين أ ن ع م ت ع ل ي ه م و م ن ي ط ع ال له و ال رس ول belirtilmiştir: nimet verilenler açıklanmamış, ancak Nisâ sûresinin 69. âyetinde Kim Allah a ve Resûlüne ف ا و ل ي ك م ع ا لذ ين أ ن ع م ال له ع ل ي ه م م ن ال نب يين و الص د يق ين و ال شه د اء و ال صال ح ين و ح س ن أ و ل ي ك ر ف يق ا itaat ederse işte onlar, Allah ın nimetlerine mazhar ettiği nebiler, sıddîkler, şe-hidler, salih kişilerle beraber olacaklardır. Bunlar ne güzel arkadaşlar! Kur'ân'ın Kur'ân la tefsiri hususunda söylenilen en güzel söz İbn Vezîr olarak bilinen Muhammed b. İbrâhim el-yemenî nin Îsâru l-hak Ale l-halk adındaki değerli eserinde söylediği şu ifadelerdir: Kur'ân, Kur'ân la tefsir edilir. Zira her hangi bir mesele bazan farklı yerlerde zikredilebilir. Bazı âyetler genişçe açıklanmış olabilir. Hatta bu konuda İbn Dakîk el-îd in Şerhu l- Umdede zikrettiği üzere müstakil bir tefsir olup, müfessirler de bundan değişik şeyler rivayet etmişlerdir. و إ ن ي ك ص اد ق ا ي ص ب ك م ب ع ض Bu kitaptan birkaç örnek verecek olursak, mesela Mü min sûresindeki..ama şayet doğru söylemişse, en azından onun sizi tehdit ettiği şeylerin bir kısmı ا لذ ي ي ع د آ م başınıza gelecektir. (Mü min 40/28) âyettir. Burada kasdedilen, dünyada verilecek muaccel azaptır. Zira bu husus, aynı surenin sonundaki ا لذ ي ن ع د ه م أ و ن ت و في نك ف ا ل ي ن ا ي ر ج ع ون ف ا ما ن ر ي نك ب ع ض Biz onlara vâdettiğimizin bir kısmını sana göstersek de, yahut senin ruhunu yanımıza alsak da, onlar mutlaka sonunda dönüp huzurumuza geleceklerdir. (Mü min 40/77) âyetinde belirtilmiştir. Yine و ي ر يد ا لذ ين ي تب ع ون ال شه و ات أ ن ت م يل وا م ي ل ا ع ظ يم ا Evet Allah sizin yuvanıza dönüş yapıp tevbenizi kabul buyurmak istiyorken, o şehvetlerinin ardına düşenler ise büsbütün yoldan çıkmanızı 4

isterler. şeklindeki Nisâ sûresinin 77. âyetinde, Mücâhid in de belirttiği gibi, ehl-i kitap olarak tefsiri, Nisâ sûresinin أ ل م ت ر إ ل ى ا لذ ين أ وت وا ن ص يب ا م ن ال ك ت اب ي ش ت ر ون ال ضل ال ة و ي ر يد ون أ ن ت ض لوا ال سب ي ل Baksanıza kendilerine Kitaptan nasip verilenlerin yaptıklarına! Kendilerinin hidayeti bırakıp sapıklığı satın almaları yetmiyormuş gibi, sizin de yolunuzu şaşırmanızı istiyorlar. 44. âyetinde belirtilmiştir. Bunu böyle tefsir etmek şunu vurgulamaktadır: Müslümanların günahkâr olanları, içlerinden dürüst olan kimselerin kötülüğünü istemez. Yukarıdaki âyette kötülüğü isteyenler, gâib zamiriyle ifade edilmiş, hitap zamiri ise, bu işe meyledenlerde kullanılmıştır ki, bu da belirtilen hususu teyid etmektedir. Aynı şekilde م ن ي ع م ل س وء ا ي ج ز ب ه Kim kötü iş yaparsa onun cezasını bulur (Nisâ 4/123) âyeti, günahlar, Başınıza gelen her musibet, irtikâb ettiğiniz و م ا أ ص اب ك م م ن م ص يب ة ف ب م ا آ س ب ت أ ي د ي ك م و ي ع ف و ع ن آ ث ي ر ihmal ve kusurlarınız sebebiyledir, hatta Allah günahlarınızın çoğunu da affeder. (Şûrâ 42/30) âyetiyle tefsir edilmiştir. Zira buradaki و ي ع ف و ع ن آ ث ير ifadesi, م ن ي ع م ل س وء ا ي ج ز ب ه ifadesindeki umumiliği tahsis, mutlaklığını takyid etmektedir. Yani sanki bu âyetin de işaretiyle şöyle denmiştir: Ancak affettikleri hariç. Yine mutlakın mukayyede, umumun hususa hamledilmesi de böyledir. Nitekim Hulle (dostluk) ve şefaat da, âyette mutlak olarak nefyedilmiştir. 5 ال ا خ لاء Ancak Cenab-ı Hakk, hulle nin (dostluğun) olmayacağı hususundaki umumilikten Müttakiler dışında dünyadaki bütün dostlar, o gün birbirine ي و م ي ذ ب ع ض ه م ل ب ع ض ع د و إ لا ال م تق ين م ن ب ع د أ ن ي ا ذ ن ال له ل م ن ي ش اء و ي ر ض ى düşmandır. (Zuhruf (43/67 âyetiyle muttakileri, şefaat konusunda da Allah ın dilediği ve razı olduğu kimseler hakkında geçerli olması için izin çıkmadıkça.. (Necm 53/26) âyetiyle kendisinin izin verdiklerini istisna etmiştir. Yine ihtilaflı gibi zannedilen Hz. Âdem in topraktan 6, tinden 7, suyla karışık topraktan, salsaldan 8 yaratılması gibi hususların aynı şeymiş gibi değerlendirilmesi de doğru değildir. 9 3. Kur'ân'ın Sünnetle Tefsiri İbn Teymiye Tefsir Usûlüne ait Mukaddime adlı eserinde şöyle demektedir: Tefsir metotlarının en sağlamı, Kur'ân'ın Kur'ân la tefsiridir. Zira bir âyette mücmel olan husus, başka bir yerde açıklanmış, bir yerde kısaca zikredilen şey, başka bir yerde genişçe ele alınmış olabilir. Buna göre şayet araştırır da onu Kur'ân da bulamazsak, o zaman sünnetten aramamız gerekir. Çünkü sünnet, Kur'ân'ın şârihi ve açıklayıcısıdır. Bununla ilgili olarak İmam Şâfii şöyle demektedir: Resûlullah'ın vermiş olduğu her hüküm, Kur'ân dan anladığı şeyin neticesidir. Allah إ نا أ نز ل ن ا إ ل ي ك ال ك ت اب ب ال ح ق ل ت ح ك م ب ي ن ال ناس ب م ا أ ر اك ال له و ل ا ت ك ن ل ل خ اي ن ين buyurmuştur: Teâla bu hususla ilgili şöyle 5 Ey iman ي اأ يه ا ا لذ ين ا م ن وا أ نف ق وا م ما ر ز ق ن اآ م م ن ق ب ل أ ن ي ا ت ي ي و م ل ا ب ي ع ف يه و ل ا خ ل ة و ل ا ش ف اع ة و ال ك اف ر ون ه م ال ظال م ون edenler! Ne alışverişin, ne bir dosttan yardım beklemenin, ne de bir kimseden şefaat ummanın mümkün olmadığı bir gün gelmeden önce, sizi rızıklandırdığımız şeylerden harcayın. (Bakara 2/254). 6 Kehf 37. 7 En âm 2; Mü minûn 12; Secde 7 gibi âyetler. 8 Hicr 26, 28, 33; Rahmân 14. 5

gerçeğin, İnsanlar arasında Allahın sana bildirdiği şekilde hükmetmen için Biz Sana Kitabı خ ص يم ا و م ا أ نز ل ن ا 4/105), hakkın ta kendisi olarak indirdik. Artık hainlerin müdafaacısı (avukatı) olma. (Nisâ Ey Resûlüm, Sana bu Kitabı indirmemiz, sırf ع ل ي ك ال ك ت اب إ لا ل ت ب ين ل ه م ا لذ ي اخ ت ل ف وا ف يه و ه د ى و ر ح م ة ل ق و م ي و م ن و ن onların, hakkında ihtilaf ettikleri gerçekleri açıklaman ve sırf iman edecek kimselere hidayet ve rahmet olması içindir. (Nahl 16/64) Zaten bunun içindir ki, Resûlullah şöyle buyurmuşlardır: Dikkat edin, bana, Kur'ân ve bir de onun misli verilmiştir. 10 Burada mislinden maksad ise sünnettir. Nasıl Kur'ân Resûlullah'a vahiy olarak iniyordu ise, sünnet de vahiy olarak iniyordu. Şu farkla ki, Kur'ân tilavet edilirken, o tilavet edilmiyordu. Bunun içindir ki sünnet, vahy-i gayr-i metluv olarak isimlendirilmiştir. İmam Şafii ve diğer pekçok âlim, bu ifadeden pekçok delil çıkarmışlardır. Hasılı Kur'ân ı tefsir ederken öncelikle Kur'ân dan istifade etmeli, bulamazsak sünnete müracaat etmeliyiz. Bu hususu Resûlullah'ın Muaz b. Cebeli Yemen e gönderirken söylediklerinden çıkarmamız mümkündür. Muaz a şöyle demişti: Ne ile hükmedersin? o da: Allah'ın kitabıyla. deyince, Resûlullah: Ya orada bulamazsan? Resûlullah'ın sünnetiyle. deyince, Resûlullah: Orada da bulamazsan? Deyince, o: O zaman da kendi görüşümle ictihad ederim. demişti. Bunun üzerine Resûlullah elini onun göğsünün üzerine koydu ve şöyle buyurdu: Allah'ın elçisinin elçisini, Allah'ın elçisinin hoşnud olduğu şeye muvaffak kılan Allah'a hamdolsun. 11 İbn Kesir de Tefsirinin mukaddimesinde aynı şeyleri hocası İbn Teymiye den nakletmiştir. Hatta pekçok kimse de bunun İbn Kesir e ait olduğunu zannederler. Halbuki bunlar hocasının görüşleridir. Zerkeşi de el-burhan adlı eserinde şöyle demektedir: Tefsirde zayıf ve mevzu rivayetlerden sakınmak gerekir. Çünkü bu tür rivayetler, bir hayli fazladır... Meymûnî de şöyle demektedir: Ahmed b. Hanbel den şunu duydum: Üç şey vardır ki, bunların aslı yoktur. Bunlar, Megâzî, Melâhim ve Tefsir. Ahmed b. Hanbel in ekolünden olan araştırmacı âlimler bunu şöyle yorumlamışlardır: Yukarıdaki sözle Ahmed b. Hanbel in kasdettiği şey, genellikle bu konudaki rivayetlerin senetlerinin sahih ve muttasıl olmadığıdır. Yoksa bu konularda sahih pekçok rivayet vardır. 12 Suyûti de el-itkân adlı eserinde bu konudaki rivayetlerin gerçekten çok azının sahih olduğunu, hatta merfû olan kısmının daha da az olduğunu bildirmektedir. 13 Nitekim o, gerçekten İtkan da bu konudaki makbul, merdud, muttasıl ve munkatı bütün rivayetleri serdetmektedir. 9 Bkz: İbn Vezîr, Îsâru l-hak Ale l-halk, s. 161-162. 10 Ebû Dâvûd, Sünne 5. 11 İbn Teymiye, Mukaddime fî Usûli t-tefsîr, s.93. 12 Zerkeşî, el-burhân, 2/156. 13 Suyûtî, el-itkân, 4/181. 6

İbn Kayyım da el-i lâm adlı eserinde, tefsirle ilgili Hz. Peygamber (s.a.s) den gelen rivayetlerin çeşidiyle ilgili bölümde makbul senedle gelenlerden bazılarını şöyle sıralamıştır: Resûlullah, و ل م ي ل ب س وا إ يم ان ه م ب ظ ل م İman edip imanlarına zulüm bulaştırmayanlar.. (En âm 6/82) âyetini şirkle, ف س و ف ي ح اس ب ح س اب ا ي س ير ا Hesap defteri sağ eline verilen kimsenin hesabı kolayca görülür. (İnşikâk 8.) âyetini arzla, siyah ve beyaz ipliği, gündüzün aydınlığı ve gecenin أ و ي ا ت ي ب ع ض ا ي ات ر بك Cibril le, karanlığıyla, Sidre-i Müntehâ nın yanında ikinci inişte gördüğü şeyi Rabb inin kıyamet alâmetlerinden birinin gelmesini mi bekliyorlar? (En âm 6/158) âyetini, Güneş in batıdan doğmasıyla, آ ل م ة ط يب ة آ ش ج ر ة ط يب ة Güzel söz, kökü yerin derinliklerinde sabit, dalları ise göğe doğru yükselmiş bir ağaç gibidir ki Rabb inin izniyle her zaman meyvesini verir. (İbrâhim (14/24 âyetini hurma ağacıyla, ي ث ب ت ال له ا لذ ين ا م ن وا ب ال ق و ل ال ثاب ت ف ي ال ح ي اة ال دن ي ا و ف ي ال ا خ ر ة Allah iman edenleri hem dünyada hem ahirette o sabit söz üzerinde sağlam bir şekilde tutar. (İbrâhim 14/27) âyetini, kabirde, Rabbin kimdir? Dinin nedir? şeklindeki sorgu sualle, ehl-i kitabın, Allah'ı bırakıp da, Ahbâr ve Ruhbanlarını dost edinmelerini, onların bazı helalları haram, bazı haramları da helal kılmalarıyla, م ن ي ع م ل س وء ا ي ج ز ب ه Kim kötü iş yaparsa onun cezasını bulur (Nisâ 4/123) ل لذ ين أ ح س ن وا ال ح س ن ى ile, âyetini, kulun dünyada başına gelen sıkıntı, meşakkat, yorgunluk ve korku İyi ve güzel davranışlarda bulunanlara en güzel mükâfat yani cennet ile daha da fazlasıyla و ز ي اد ة görmek var. (Yûnus 10/26) âyetini, Allah'ı (c.c) görmekle, و ق ال ر ب ك م اد ع ون ي أ س ت ج ب ل ك م Rabb iniz buyurdu ki: Bana dua edin ki size karşılık vereyim. (Gâfir 40/60) âyetindeki duayı, ibadet olarak, Geceleyin de, gecenin sonunda yıldızların batışının ardından da Ona و م ن ال لي ل ف س بح ه و إ د ب ار ال نج وم ibadet edip tenzih et. (Tûr 52/49) âyetindeki و إ د ب ار ال نج وم mu, sabah namazından önceki iki rekat namazla, و م ن ال لي ل ف س بح ه و أ د ب ار ال سج ود Geceleyin de, secdelerin peşinden de Ona ibadet et. (Kâf 50/40) âyetindeki و أ د ب ار ال سج ود du, akşam namazından sonraki iki rekat namazla tefsir etmiştir. Bu husustaki örnekleri çoğaltmak mümkündür. 14 İbnü l-vezir de bu konuyla ilgili olarak Îsâru l-hak adlı eserinde şöyle demektedir: Üçüncü kısım, Hz. Peygamberin tefsiridir. Bu durum, nas ve icma ile kabul edilmiştir. Zira Allah Teâlâ bununla ilgili olarak şöyle buyurmuştur: و م ا ا ت اآ م ال رس ول ف خ ذ وه و م ا ن ه اآ م ع ن ه ف ان ت ه وا Resûl ل ت ب ين ل ل ناس م ا ن زل إ ل ي ه م 59/7), size ne verirse onu alınız, o sizi neden menederse onu terkediniz. (Haşr Sana da ey Resûlüm bu Zikri indirdik ki kendilerine indirileni insanlara açıklayasın. (Nahl 16/44). Bir hadiste de şöyle buyrulmuştur: Sakın herhangi birinizi koltuğuna gerilip oturmuş ve kendisine emir veya nehiylerimden biri gelir de biz, onu bilmeyiz; (Allah'ın kitabı var. Sünnet diye bir şey bilmeyiz.) Kitabullah ta ne varsa, ona uyarız diyor olarak bulmayayım. (dediğini duymayayım.) 15 14 İbn Kayyım el-cevziyye, İ lâmu l-muvakkiîn, 2/330-331. 15 Ebû Dâvûd, Sünne 5; İbn Mâce, Mukaddime 2; Tirmizî, İlim 10; Ahmed b. Hanbel, 4/132. 7

Hz. Peygamberin hadislerinin delil olmasına Varis için vasiyyet sözkonusu değildir. hadisiyle, varisler için vasiyyet vucûbiyetinin neshedilmesiyle ilgili icmaın varlığı da ayrı bir delildir. Bu hadis, hasen bir hadistir. Nasla belirlenen bu durumun, neshinin kabul edilmesi gerektiğine göre, nasıl olur da diğer hususlarda olmaz! Halbuki vasiyyetin vücubunun neshi, bütün ümmetin kabul ettiği bir durumdur. Bu hususlarla ilgili rivayetleri içine alan Sahihler, Sünenler ve Müsnedler vardır. Yine bunlara benzer Câmiu l-usûl, Mecmau z-zevâid ve Müstedrek vardır. Aynı zamanda bunlara Vâhidi ve diğer müelliflerin Esbâb-ı Nüzûllerini de katabiliriz. Gerçekten esbâb-ı nüzûlü bilmek, çok faydalıdır. Çünkü bir sebeple ilgili olarak nazil olan bir âyet, farklı bir sebeple ilgisi olmayabilir. Zira o ifade, hakkında nâzil olduğu şey için bir delil olmasına mukabil, kendisi dışındakiler için zan ifade eder. Nitekim ا لذ ين ي ف ر ح ون ب م ا أ ت وا Yaptıklarından ötürü sevinen.. (Âl-i İmrân 3/188) âyeti bu tip insanların zemmi hakkında sabit bir nastır. İbn Abbas bu âyetin, hakkı yalanladıklarından dolayı, sevinen Yahudiler hakkında nazil olduğunu söyler. Şayet böyle bir rivayet olmasaydı, bu âyeti doğru bir şekilde anlamak zorlaşacaktı. Zira o zaman buradaki sözkonusu kötü durum, yaptığı iyi işlerden hoşlanan kimseleri de içine almış olacaktı. Halbuki sahih bir rivayette: Mü min, iyilikleri kendisini sevindiren, kötülükleri ise üzen kimsedir. buyrulmuştur. Zaten itaat ve hayırlar içinde olan bir insanın sevinmesi aklın ve yaratılışın gereğidir. 4. Sahâbe ve Tâbiin Tefsirinden İstifade Ashab, Muhammedî (s.a.s) medresenin talebesidir. Oradan mezun olmuş, oradan aydınlanmış, oradan bilgilerini almış ve o sofradan akıl ve kalplerini doyurmuşlardır. Bunun içindir ki, tefsirle ilgili olarak onlardan belli bir rivayet varsa, ona kulak verir ve onu alırız. Zira onlar, sebeb-i nüzûlü müşahedeleri, âyetlerin iniş ortamını bilmeleri ve başkalarının görüp duymadıkları hallere şahid olmaları noktasında ayrı bir konuma sahiptirler. Ayrıca buna, Arapça yı çok iyi bilmelerini, anlayışlarının son derece berraklığını ve fıtratlarının sadeliğini de eklemek gerekir. Özellikle de tefsirle ilgili bir konuda ittifak etmişlerse, onların bu ittifakı (icmâı), her ne kadar onlar tasrih etmese de aslında bir sünnet olduğunu gösterir. Böyle bir icma için, varılan sonucun onların aralarında yayılmış olması, onlardan bir grubun bunu bilmesi ve onlardan buna muhalefet eden kimselerin bulunmaması kafidir. Böyle bir durumda, şayet onlar aralarında ihtilaf edecek olurlarsa, o zaman da önümüze şöyle bir çıkış yolu açılmış olur. Biz, onların görüşlerinden doğruya en yakın olanını seçer veyahut da onların vardıkları sonuçtan farklı yeni bir netice çıkarırız. Zira onların bu şekildeki bir ihtilafları bize, onların bu âyeti kendi ictihad ve re yleriyle tefsir ettiklerini gösterir ki, bu ise her durumda masumluğu sözkonusu olmayan bir beşerin görüşüdür. 8

Diğer bir kısım ulema ise, bir kişi bile olsa, sahabenin tefsirinin kabulünü gerekli görür. Zira onların bu tefsirleri re y değil, Resûlullah tan olan bir rivayettir. 16 Ve bu âlimlimler, sahabenin tefsirini merfu hükmünde kabul etmişlerdir. Gerçi bu hususa birtakım kimselerin katılmadığı da olmuştur. Mesela Ebû Abdillah el-hâkim bir kitabında, sahabenin tefsirini merfu sayarken, diğer bir kitabında mevkûf saymıştır! Bu konuyla ilgili olarak İbn Teymiye de şöyle demiştir: Tefsirle ilgili bir hususu Kur'ân ve sünnette bulamadığım zaman, ashabın görüşlerine müracaat ederim. Onlar, âyetlerin indiği hususi ortam ve şartlara şâhid olduklarından, anlayışları tam ve bilgileri güvenilir olduğundan bu hususu daha iyi bilirler. Özellikle de onlardan Hulefâ-i Râşidîn ve Abdullah b. Mes ûd gibi alim ve ileri gelenlerinin ayrı bir yeri vardır. Nitekim Abdullah b. Mes ûd: Allah tan başka hiçbir ilah yoktur ki, Allah'ın kitabından inen herhangi bir âyetin, nerede ve kim hakkında indiğini bilmeyeyim. Yine İbn Mes ûd şöyle demektedir: Bizden biri on âyet öğrendi mi, onun manasını öğrenip onunla tam bir şekilde amel edinceye kadar başkasına geçmezdi. Aynı şekilde engin bir ilme sahip Resûlullah'ın amcasının oğlu, Tercümânu l-kur'ân olan Abdullah b. Abbas Hz. Peygamberin şu bereketli duasına mazhar olmuştur: Allah ım, onu dinde fakîh kıl, ona Kur'ân'ın yorumunu öğret. 17 İbn Mes ûd da, İbn Abbas için: Ne güzel bir Kur'ân tercümanı! derdi. İbn Mes ûd, h.33 de vefat ettiğine göre, İbn Abbas ondan sonra 36 yıl daha yaşamıştır. İbn Mes ûd hayattayken böyle bir konuma sahip olan İbn Abbas ın, İbn Mes ûd dan sonra ilimde daha ne kadar ileri gittiğini varı siz düşünün! 18 Başta da söylediğimiz gibi, bazı alimler şöyle demektedirler: Âyetleri anlamak ve anlamlarını tam olarak idrâk etmek, ancak tâbiinin bu konudaki rivayetlerine müracaatla mümkündür. Nitekim daha önce de şu husus üzerinde durmuştuk: Tefsir ilminin bir kısmı nakile dayanır. Sebeb-i nüzûl, nesh, mübhemin tayini ve mücmelin beyanı gibi. Diğer bir kısmı da nakle bağlı değildir. Onu elde etmek için dikkatli bir şekilde düşünmek ve incelemek kâfidir. 19 Yine bu konuyla ilgili olarak İbn Teymiye şöyle demektedir: Pekçok âlim, tefsir edilecek âyetle ilgili olarak, Kur'ân, sünnet ve ashaptan bir delil bulamayınca, tefsirde önemli bir yere sahip tâbiinden Mücâhid b. Cebr, Katâde, Said b. Cübeyr, İbn Abbas ın mevlası İkrime, Atâ, Hasan Basrî, Mesrûk, İbn Müseyyeb, Ebu l-âliye, Dahhâk b. Müzâhim ve diğerlerinin görüşlerine müracaat ederlerdi. Şu be ve diğer bir kısım ulemâ da şöyle demişlerdir: Fer î meselelerde tâbiinin sözleri, hüccet olmadığına göre, tefsirde nasıl hüccet olur? Yani onların aksine düşünen kimselere delil olamaz. Bu doğrudur. Ancak onlar bir meselede ittifak etmişlerse, o zaman onun delil olmasında 16 Zerkeşî, el-burhân, 2/175. 17 Buhârî, Vudû 10; Müslim, Fedâilu s-sahâbe 138; Ahmed b. Hanbel, 1/266. 18 İbn Teymiyye, Mukaddime, s.95-97. 19 Zerkeşî, el-burhân, 2/157. 9

herhangi bir tereddüt kalmaz. Şayet ihtilaf ederlerse, onların görüşleri, ne birbirlerine, ne de onlardan sonraki kimselere delil olamaz. Bu durumda Kur'ân'ın lafzına, sünnete, genel Arap diline veya sahabenin bu konudaki görüşlerine müracaat edilir. 20 Şu mülahaza da unutulmamalıdır: Tefsirle ilgili sahabe ve tâbiinden gelen pekçok rivayet, âyetin lafzından kasdedilen manayı, tam bir şekilde sınırlamamakta, sadece mücerred olarak temsîli ifade etmektedir. Nitekim İbn Teymiyye ve bazı âlimler de bu hususa dikkatleri çekmiştir. 21 Mesela اه د ن ا ال صر اط ال م س ت ق يم Bizi doğru yola, Sana doğru varan yola ilet. (Fâtiha 1/6) âyetinden maksadın, İslam, Kur'ân, sünnet, dört veya iki halifenin sünneti.. kulluk yolu, Allah ve Resûlüne itaat.. gibi gibi şeyler olduğu söylenmiştir. Aslında bunlar arsında herhangi bir çelişki yoktur. Aksine herbiri sırat-ı mustakîmin farklı bir yönünü ifade etmektedir. Aynı şekilde و أ ن ت س ت ق س م وا ب ال ا ز ل ام..ve zar atarak kumar oynayarak elde edilen etler haram kılındı.. (Mâide 5/3) âyetindeki ezlamı, zarla; و م ن ال ناس م ن ي ش ت ر ي ل ه و ال ح د يث Öyle insanlar vardır ki hiçbir delile dayanmaksızın halkı Allah yolundan saptırmak ve onunla alay etmek için laf eğlencesi satın alır. (Lokmân 31/6) âyetini şarkıyla tefsir etmek de böyledir. İşte bu bir temsildir, tefsir değil. Yani müfessir kendine göre bir anlam vermektedir. 5. Dilin Mantığına Riâyet Kur'ân, ب ل س ان ع ر ب ي م ب ين..Açık ve vâzih bir Arapça.. (Şuarâ 26/195) ile indirilmiştir. - Zikredilenlerin ışığında- Yorumlanan lafız, Arapçanın delâlet ettiği ve kullandığı kurallara uygun ve Kur'ân ın mucizevî belağatına münasip bir tarzda tefsir edilmelidir. Çünkü bazı lafızlar, mecaz, müşterek ve farklı manalara gelebilir. Dolayısıyla iki veya daha fazla anlamdan birini seçme meselesinde, Allah'ın kitabına daha bir dikkat etmek gerekir. Ancak sadece dille yetinip, diğer şeyleri nazar-ı itibara almamak, bazan kişiyi büyük bir إ نم ا ال صد ق ات ل ل ف ق ر اء و ال م س اآ ين kelimesini ele alalım. Bu kelime س ب يل ال له Mesela: hataya götürebilir. Zekâtlar و ال ع ام ل ين ع ل ي ه ا و ال م و لف ة ق ل وب ه م و ف ي ال رق اب و ال غ ار م ين و ف ي س ب يل ال له و ا ب ن ال سب يل ف ر يض ة م ن ال له و ال له ع ل يم ح ك يم sadece fakirlere, düşkünlere, zekât toplayan görevlilere, kalpleri İslam a ısındırılacak olanlara, esirlik ve kölelikten kurtulmak isteyenlere, borçlulara, Allah yoluna ve bir de muhtaç kalmış yolcu ve gariplere mahsustur. Allah tarafından kesin olarak böyle farz buyruldu. Allah Alîmdir, Hakîmdir: her şeyi bilir, tam hüküm ve hikmet sahibidir. (Tevbe 9/60) âyetinde, asıl kullanılış yeri bakımından her türlü itaati içine alır. Bu kelimeye umumi bir anlam verilince de, zekattan, her namaz kılana, oruç tutana, zikir yapana, tesbih çekene ve Kur'ân okuyana, yollardan insanlara eziyet veren şeyleri kaldırana, ana-babasına iyilik edenlere, akraba ziyaretinde bulunanlara vs. gibi anlamlar verilmesi mümkündür. Halbuki âyette asla bunlar kasdedilmemiştir. Zaten böyle bir yorumu da hiç kimse yapmamıştır. Bunun içindir ki bir âyette, umumi bir hükmü tahsis eden ve oan 20 İbn Teymiyye, Mukaddime, s.104-105. 21 Bu konuyla ilgili bir eserden Suyûtî el-itkan da genişçe bir özetle alıntı yapmıştır. İtkân 2/176. 10

bazı kayıtlar getiren, gerek Resulullah tan, gerek sahabeden ve gerekse tâbiinden gelen rivayetlere dikkat etmek gerekir. Tâ ki âyete vereceğimiz anlam doğru olmuş olsun. Kur'ân daki Bir Kelimeye Anlam Vermede Uyulacak Kurallar Kur'ân okuyan veya onun yorumunu yapan kimseye, Kur'ân'ı doğru bir şekilde anlamasına yardım eden şeylerden önemli bir âmil de, Kur'ân daki bir kelimenin, farklı yerlerde, farklı anlamlarda kullanılmasına dikkat etmesidir. Bu husus, gerçeğin anlaşılması ve buradaki kelimenin işaret ettiği doğru anlamın ortaya çıkarılması ve bu konuda herhangi bir hataya düşülmemesi bakımından önemlidir: Mesela (Mâide 5/90) âyetindeki ف اج ت ن ب وه kelimesini ele alalım: Bu kelime Mâide sûresinde içkinin yasak edilmesini bildirmektedir ve âyetin sonunda içkinin kötülüğünü belirtmek içindir. Âyet şöyledir: ي اأ يه ا ا لذ ين ا م ن وا إ نم ا ال خ م ر و ال م ي س ر و ال ا نص اب و ال ا ز ل ام ر ج س م ن ع م ل ال شي ط ان ف اج ت ن ب وه ل ع لك م ت ف ل ح و ن Ey iman edenler! Şarap, kumar, putlara kurban kesilen sunaklar, fal okları, şeytana ait murdar işlerden başka bir şey değildir. Bunlardan geri durun ki felah bulasınız. ح رم ت ع ل ي ك م ال م ي ت ة و ال دم و ل ح م ال خ نز ير و م ا kelimesinin, ف اج ت ن ب وه Günümüzdeki bazı insanların buradaki Size şunlar أ ه ل ل غ ي ر ال له ب ه و ال م ن خ ن ق ة و ال م و ق وذ ة و ال م ت ر دي ة و ا ل نط يح ة و م ا أ آ ل الس ب ع إ لا م ا ذ آي ت م و م ا ذ ب ح ع ل ى ال نص ب haram kılındı: Kendiliğinden ölen hayvan, kan, domuz eti, Allah tan başkasının adına kesilen, henüz canı çıkmadan yetişip şartına uygun tarzda kestikleriniz müstesna; boğulmuş, bir şey vurularak öldürülmüş, yukarıdan yuvarlanmış, boynuzlanmış yahut canavar tarafından parçalanmış olup da ölen hayvanların etleri, putlara ait sunaklarda kesilen hayvanların etleri ve zar atarak kumar oynayarak elde edilen etler.. (Mâide 5/3) âyetindeki gibi kesin bir şekilde harama delalet etmediğini iddia etmektedirler. Halbuki اج ت ن اب ve onun türevleri Kur'ân da incelendiğinde, bu kelimenin, şirk, şirke yakın ف اج ت ن ب وا ال رج س م ن ال ا و ث ان Mesela: küçük değil, büyük günahlar anlamlarında kullanıldığı görülecektir. O halde Allah ın yasakladığı her şeyden, özellikle pis putlardan ve yalan sözden و اج ت ن ب وا ق و ل ال زور kaçının. (Hacc 22/30); Biz her millete bir peygamber gönderdik. O و ل ق د ب ع ث ن ا ف ي آ ل أ مة ر س ول ا أ ن ا ع ب د وا ال له و اج ت ن ب وا ال طاغ وت da Allah a ibadet edin, Tağuttan uzak durun! dedi.. (Nahl 16/36); Tağut a ibadet etmekten kaçınıp gönülden و ا لذ ين اج ت ن ب وا ال طاغ وت أ ن ي ع ب د وه ا و أ ن اب وا إ ل ى ال له ل ه م ال ب ش ر ى Allah a yönelenlere müjdeler var. (Zümer 39/17); Eğer size yasaklanan günahların büyüklerinden إ ن ت ج ت ن ب وا آ ب اي ر م ا ت ن ه و ن ع ن ه ن ك فر ع ن ك م س يي ات ك م kaçınırsanız, sizin öbür küçük günahlarınızı örtüp affederiz. (Nisâ 4/31); Onlar öyle kimselerdir ki büyük و ا لذ ين ي ج ت ن ب ون آ ب اي ر ال ا ث م و ال ف و اح ش و إ ذ ا م ا غ ض ب وا ه م ي غ ف ر ون günahlardan ve hayasız çirkin işlerden kaçınırlar, kızdıkları zaman öfkelerini yutar, karşıdakinin kusurlarını affederler. (Şûrâ 42/37); O iyiler, ufak kusur ve günahlardan olmasa da, büyük ا لذ ين ي ج ت ن ب ون آ ب اي ر ال ا ث م و ال ف و اح ش إ لا ال لم م günahlardan, aşikâr hayasızlıklardan kaçınırlar. (Necm 53/32) 11

Bu kelimenin, Kur'ân daki kullanılış şekilleri de göstermektedir ki, anlamı, hiç de bunu farklı manaya vehmedenlerin dediği gibi değildir. Hatta bu kelime, yasaklama bakımından, tahrimden daha öte bie anlam içermektedir. Zira tahrim, bir şeyin yapılmasını yasaklarken, ictinab, kişiyle haram kılınan şey arasına ayrı bir engel daha koymak suretiyle o şeye yaklaşılmasını و ل ا ت ق ر ب وا etmektedir: yasaklamaktadır. Zinaya yaklaşılmasını yasaklayan şu âyet de, bu anlamı ihtiva Sakın zinaya yaklaşmayın; Çünkü o çirkinliği meydanda olan bir ال زن ى إ ن ه آ ان ف اح ش ة و س اء س ب يل ا hayasızlıktır, çok kötü bir yoldur. (İsrâ 17/32) Kur'ân ı anlamada eksik bir bilgiye sahip olmak, kasıtlı anlamak ve belli bir konu etrafındaki âyetleri tam olarak bilememek, genellikle kişiyi Kur'ân la ilgili hükümlerinde ve yorumlarında hataya düşürmektedir. Çoğu defa da böyle bir hataya düşmenin arkasında bazı hevâ ve hevesler vardır. Hevâ ise, insanı, hakikatleri doğru bir şekilde görmeye karşı âdeta kör ve sağır yapar. Böyle bir kişi, ancak kendi istediği ve hevasını destekleyici şeyleri görür ve o doğrultuda hareket eder. 6. Sıyâka Dikkat Etmek Kur'ân'ı doğru bir şekilde anlamak ve onu sağlam bir şekilde yorumlamak için uyulması gerekli kurallardan biri de, o âyetin, sûredeki irtibatıyla, o cümlenin âyetteki irtibatına dikkat edilmesidir. Bir âyeti, bulunduğu yerdeki sıyâkıyla ele almak gerekir. Onun ne önce ve ne de sonrasıyla ilişkisinin koparılmaması gerekir. Tâ ki, verilen anlam doğru, çıkarılan hüküm isabetli olsun. Kelimelerin Anlamlarını Tam Olarak Belirlemede Sıyâkın Önemi Kur'ân-ı Kerim de bazan bir kelime, farklı birkaç anlama gelebilmektedir. Bu durumda farklı yerlerdeki bu bir kelimenin anlamını, tam olarak ancak sıyakıyla ele aldığımızda kavrayabiliriz. Sıyak derken, kelimenin öncesi ve sonrasıyla olan ilişkisini kasdediyoruz. Mesela Kitap kelimesini ele alalım: Bu kelime Kur'ân da farklı anlamlarda kullanılmıştır ki, anlamını ancak sıyakıyla düşündüğümüzde anlarız. Kitap kelimesi ketebe fiilinin mastarıdır. Kitap, kitabet (yazı) demektir. Daha çok mektup (yazılan) anlamında kullanılmıştır. Mastarın ism-i meful anlamında kullanılarak, lafzın (söz) melfuz (söylenilen), halkın (yaratık) mahlûk (yaratılan) anlamında kullanılması gibi. Bu kelime kütübün olarak çoğul yapılır. Bahsettiğimiz hususları Kur'ân'a ıyguladığımızda, Kitabın şu anşamlara geldiğini görürüz: 2/2) a. Kur'ân Kasdedilmiştir İşte Kitab! Şüphe yoktur onda. Rehberdir müttakîlere. (Bakara ذ ل ك ال ك ت اب ل ا ر ي ب ف يه ه د ى ل ل م تق ين Sana Kitabı, gerçeğin ta kendisi ve ن زل ع ل ي ك ال ك ت اب ب ال ح ق م ص دق ا ل م ا ب ي ن ي د ي ه و أ ن ز ل ال تو ر اة و ال ا ن ج ي ل daha önce indirilen Kitapları tasdik edici olarak indiren O dur. Bundan önce de, insanlara doğru yolu göstermek için Tevrat ve İncil i indirmişti. (Âl-i İmrân 3/3) 12

Ey Resûlüm, işte sana bu kutlu Kitabı indirdik ki her şeyi و ن زل ن ا ع ل ي ك ال ك ت اب ت ب ي ان ا ل ك ل ش ي ء açıklasın.. (Nahl 16/89) b. Tevrat Kasdedilmiştir Biz Musa ya Kitap verdik ve onu و ا ت ي ن ا م وس ى ال ك ت اب و ج ع ل ن اه ه د ى ل ب ن ي إ س ر اي يل أ لا ت تخ ذ وا م ن د ون ي و آ يل ا İsrailoğullarına Benden başkasını Rab edinmeyin, Benden başkasının himayesine girmeyin diye, bu Kitabı doğru yolu gösteren bir rehber kıldık. (İsrâ 17/2) Biz gerçekten Musaya doğru yolu gösteren Rehberi و ل ق د ا ت ي ن ا م وس ى ال ه د ى و أ و ر ث ن ا ب ن ي إ س ر اي يل ال ك ت اب verdik ve İsrail evlatlarını Kitaba varis yaptık. (Ğâfir 40/53) c. Tevrat ve İncil Kasdedilmiştir O kitabı indirmemiz, Bizden أ ن ت ق ول وا إ نم ا أ نز ل ال ك ت اب ع ل ى ط اي ف ت ي ن م ن ق ب ل ن ا و إ ن آ نا ع ن د ر اس ت ه م ل غ اف ل ين önce kitap yalnız iki topluluğa indirildi, biz ise onların okuduklarından habersizdik dememeniz içindir. (En âm 6/156) Aynı zamanda Kur'ân da her Yâ ehle l-kitab! Ellezîne ûtu l-kitâbe, Ellezîne âteynahumu l-kitâbe gibi âyetlerin hepsinde Tevrat ve İncil kasdedilmiştir. Mâide sûresinin.48 âyetinde و أ نز ل ن ا إ ل ي ك ال ك ت اب ب ال ح ق م ص دق ا ل م ا ب ي ن ي د ي ه م ن ال ك ت اب و م ه ي م ن ا ع ل ي ه Sana da, daha önceki kitapları, hem tasdik edici, hem de onları denetleyici olarak bu Kitabı, gerçeğin ta و أ نز ل ن ا إ ل ي ك kendisi olarak indirdik.. (Mâide 5/48) kitap kelimesi, iki kez geçmektedir. Birincisinde daha önceki م ص دق ا ل م ا ب ي ن ي د ي ه م ن ال ك ت اب Kur'ân anlamında kullanılmış olup, ikincisinde ise ال ك ت اب kitaplar kasdedilmiştir. d. Belirli Bir Peygambere Değil de Onlardan Herhangi Birine Nâzil Olan İlâhî Kitap Kasdolunmuştur Şu kesindir ki Biz resûllerimizi ل ق د أ ر س ل ن ا ر س ل ن ا ب ال ب ين ات و أ ن ز ل ن ا م ع ه م ال ك ت اب و ال م يز ان ل ي ق وم ال ناس ب ال ق س ط açık delillerle gönderdik ve insanların adaleti gerçekleştirmeleri için, resûllerle beraber Kitap ve adalet terazisi indirdik. (Hadîd 57/25), آ ان ال ناس أ مة و اح د ة ف ب ع ث ال له ال نب يين م ب شر ين و م نذ ر ين و أ نز ل م ع ه م ال ك ت اب ب ال ح ق ل ي ح ك م ب ي ن ال ناس ف يم ا اخ ت ل ف وا ف يه و م ا Bütün insanlar bir tek ümmet teşkil ediyorlardı. Aralarında ihtilaflar başlayınca, Allah اخ ت ل ف ف يه onlara içlerinden müjdeleyici ve uyarıcı olarak peygamberler gönderdi. Onların beraberinde, gerçekten insanlar arasında hükmetmek için, kitap ve hikmeti gönderdi ki, ihtilaf ettikleri konularda aralarında hükmetsin. (Bakara 2/213), ل ي س ال ب ر أ ن ت و لوا و ج وه ك م ق ب ل ال م ش ر ق و ال م غ ر ب و ل ك ن ال ب ر م ن ا م ن ب ال له و ال ي و م ال ا خ ر و ال م ل اي ك ة و ال ك ت اب و ال نب يي ن Takva, yüzlerinizi doğuya ya da batıya doğru çevirme değildir. Lakin takva Allah a, ahiret gününe, meleklere, kitaplara iman eden.. (Bakara 2/177). Bu âyetlerdeki ال ك ت اب ile belirli bir kitap kasdedilmeyip, Allah'ın indirdiği bütün kitaplar kasdedilmiştir. İndirilen bu kitaplara iman ise, imanın rükünlerindendir. 13

e. Kitap, Mahlukatın Kaderinin Yazılı Olduğu Levh-i Mahfûz Anlamındadır Şu âyetlerde Kitap, bu anlamda kullanılmıştır: آ ان ذ ل ك ف ي ال ك ت اب م س ط ور ا..Bunlar Kitapta yazılıdır. (Ahzâb 33/6)..Yer altı tabakalarının karanlıkları و ل ا ح بة ف ي ظ ل م ات ال ا ر ض و ل ا ر ط ب و ل ا ي اب س إ لا ف ي آ ت اب م ب ي ن içindeki tek bir tane, hasılı yaş ve kuru hiç bir şey yoktur ki açık, net bir kitapta bulunmasın. (En âm 6/59) vb. âyetler. f. Kitap, Yazılan Şeyler Anlamındadır takısı ahd için değil, cins içindir. Şu âyette kitap yazılan şeyler ال kelimesindeki ال ك ت اب ف و ي ل ل لذ ين ي ك ت ب ون ال ك ت اب ب ا ي د يه م ث م ي ق ول ون ه ذ ا م ن ع ن د ال له ل ي ش ت ر وا ب ه ث م ن ا ق ل يل ا ف و ي ل ل ه م م ما آ ت ب ت أ ي د يه م anlamındadır: Elleriyle kitap yazıp, biraz para almak için: Bu Allah tarafındandır diyenlerin و و ي ل ل ه م م ما ي ك س ب ون vay haline! Vay o ellerinin yazdıklarından ötürü onlara! Vay o kazandıkları vebal yüzünden onlara! (Bakara 2/79). g. kâtebe-yükâtibu kalıbından marife ve mastar olarak kullanılmıştır. Zaten sarf ilminde fâale nin mastarının bazan fiâl, bazan da el-mufâale şeklinde geldiği malumdur. Mesela: Kâtele- و ا لذ ين ي ب ت غ ون ال ك ت اب verilebilir: kıtâlen-mukâteleten kalıbında olduğu gibi. Şu âyet buna örnek olarak..eliniz altındaki köle ve cariyelerinizden mükâtebe yapmak م ما م ل ك ت أ ي م ان ك م ف ك ات ب وه م إ ن ع ل م ت م ف يه م خ ي ر ا isteyenler olursa ve siz de onlarda liyakat görürseniz mükâtebe yapınız.. (Nûr 24/33). Burada ي ب ت غ ون ال ك ت اب Mukâtebe yapmak isteyenler in anlamı: Onlar, belli bir para karşılığında sizinle (mukâtebe) anlaşma yapmak istiyorlar ki, hürrüyete kavuştuktan sonra size o karşılığı taksitle ödeyiversinler. h. Kitap, Kalemle Yazmak Anlamına ketebe-yektübü nün Mastarı Olarak Kullanılmıştır Şu âyette bu anlamda kullanılmıştır: و ي ع ل م ه ال ك ت اب و ال ح ك م ة و ال تو ر اة و ال ا نج يل Allah ona kitabı (yazmayı), hikmeti, Tevrat ve İncil i öğretecektir. (Âl-i İmrân 3/48) Buradaki ال ك ت اب kelimesinin anlamıyla ilgili olarak İbn Kesîr ve bazı âlimler şöyle demişlerdir: Buradaki ın ال ك ت اب anlamı, ال ك ت ابة yazıdır. Zira bunun arkasından Tevrat ve İncil zikredilmiştir ki, atıf, Arapçada muğayereti (farklılığı) gerektirir. Demek ki,ال ك ت اب bunların (Tevrat- İncil) dışındaki bir şeydir. i. Kitap kelimesi insanın amellerinin arşivlendiği ve kıyâmet günü karşısına çıkacak olan hesap defteri anlamında kullanılmıştır. Şöyle deriz ona: Defterini oku. Bugün muhasebeci olarak اق ر أ آ ت اب ك آ ف ى ب ن ف س ك ال ي و م ع ل ي ك ح س يب ا kendi işini görmeye kendin yetersin! (İsrâ 17/14) 14

و و ض ع ال ك ت اب ف ت ر ى ال م ج ر م ين م ش ف ق ين م ما ف يه و ي ق ول ون ي او ي ل ت ن ا م ال ه ذ ا ال ك ت اب ل ا ي غ اد ر ص غ ير ة و ل ا آ ب ير ة إ لا أ ح ص اه ا İşte herkesin hesap defteri önüne konuldu. Mücrimlerin defterdeki kayıtlardan korktuklarını ve şöyle dediklerini görürsün: Eyvah bize! Bu deftere de ne oluyor. Ne küçük komuş, ne büyük, yazılmadık şey bırakmamış! (Kehf 18/49) Yukarıdan beri verdiğimiz örneklerden de görüldüğü üzere, bir kelimenin bütün bu anlamlara gelmesi muhtemelse, o zaman onun anlamını belirleyip tespit edecek şey sıyaktır. Öyle durumlar olur ki, sıyaktan kesin bir anlam çıkartamayız. İşte o zaman da farklı yorumlar, değişik tefsir çeşitleri ortaya çıkmış olur. و م ا م ن د ا بة ف ي ال ا ر ض و ل ا ط اي ر ي ط ير ب ج ن اح ي ه إ لا أ م م أ م ث ال ك م م ا ف رط ن ا ف ي ال ك ت اب م ن ش ي ء ث م إ ل ى ر به م Mesela Hem yerde hareket eden hiç bir canlı, kanatlarıyla uçan hiç bir kuş türü yoktur ki sizin gibi ي ح ش ر ون birer toplum teşkil etmesinler. Biz o Kitapta hiçbir şeyi ihmal etmedik. Sonra hepsi Rablerinin huzuruna sevkedilip toplanacaklardır. (En Âm 6/38) Acaba burada zikredilen "Kitap"tan kasıt, açıklasın.. Ey Resûlüm, işte sana bu kutlu Kitabı indirdik ki her şeyi و ن زل ن ا ع ل ي ك ال ك ت اب ت ب ي ان ا ل ك ل ش ي ء (Nahl/89) âyetinde belirtilen Kur'ân mı, yoksa و آ ل ش ي ء أح ص ي ن اه ف ي إ م ام م ب ي ن Velhasıl her bir şeyi, apaçık bir Kitap ta sayıp döken Biz iz. (Yasin 12) de belirtilen levh-i mahfûz mu? Âyetin siyakı, İbn Kayyım'ın da Miftâhu's-Seâde adındaki kitabında belirttiği gibi, ikisine de muhtemeldir. ه و ال ذ ي ب ع ث ف ي ال ا م يين ر س ول ا م ن ه م ي ت ل و ع ل ي ه م ا ي ات ه و ي ز آيه م و ي ع ل م ه م ال ك ت اب و ال حك م ة و إ ن آ ان وا Yine aynı şekilde O, Ümmiler arasından, kendilerinden olan bir Resûl gönderdi. Bu Resûl onlara م ن ق ب ل ل ف ي ض ل ال م ب ين Allah ın ayetlerini okur, onları inançlarına ve davranışlarına bulaşmış kirlerden arındırır, onlara Kitabı ve hikmeti öğretir. Halbuki daha önce belli ve kesin bir sapıklık içinde idiler. (Cum'a 2) ve bu anlamda Bakara ve Âl-i İmran sûrelerindeki âyetlerde, acaba Kitap'tan maksat, Kur'an mı, kitabet (yazı) mı? Yaygın kanaat, bunlardan kasdın Kur'ân olduğu yönündedir. Ancak Kur'ân'ın öğretilmesi hususunun da olması mümkündür. İkinci görüşü destekleyen hususlar da vardır. Kur'ân, ilk inen Alak sûresindeki âyetlerde, ن و ال ق ل م و م ا ي س ط ر ون Kur'ân'ın kalemle öğretilmesine dikkatleri çekmiştir. Yine ilk inen âyetlerden Nûn. Kalem ve ehl-i kalemin satırlara dizdikleri ve dizecekleri şeyler hakkı için. (Kalem 1) de de bu husus ifade edilmektedir. İnsanın aklına şöyle bir soru gelebilir: Ümmî olmasına rağmen Resûlullah (s.a.s) onlara Kur'ân nasıl öğretebilir? Buna şöyle cevap verebiliriz: Şayet o okuyup yazsaydı da, bizzat kendisi onlara okutacak değildi. Bilakis diğerlerinin vasıtasıyla okutmuş olacaktı. O zaman bundan kasıt, Hz. Peygamber'in (s.a.s) onları Kur'ân okuyup yazmağa teşvik etmesi, davet etmesi, onları ümmilikten okuma-yazma bilmeye çıkartacak vesileleri hazırlamasıdır. Nitekim Bedir esirlerine, fidye olarak bir kişinin, müslüman çocuklarından on kişiye okuma yazma öğretmelerini teklif olarak getirmişti. Yine Âyet kelimesini ele alalım: Âyet kelimesi lügatlerde, alâmet anlamına gelmektedir. Kur'ân'da ise farklı anlamlarda kullanıldığı görülmektedir. 1. İndirilen ve okunan âyet 2. Görünen 15

kevnî âyetler. 3. Hz.Peygamberin doğruluğuna delâlet eden âyet ki- mucize olarak isimlendirilen ve kavmine karşı sıdkını gösteren âyetlerdir. Kur'ân-ı Kerim'de, âyet kelimesinin geçtiği yerlerde hangi anlama geldiğini ise sıyak belirlemektedir. Bazen âyetten kasıt, dille okunup, kulaklarla duyulan âyetlerdir. Bu anlam Kur'an'da oldukça çok kullanılmıştır. Mesela: الر ت ل ك ا ي ات ال ك ت اب ال ح ك يم Elif, Lâm, Râ. İşte bunlar o hikmetli Kitabın ayetleridir. (Yunus 10/1), Elif, Lâm, Râ. Bu öyle bir Kitaptır ki ayetleri en الر آ ت اب أ ح ك م ت ا ي ات ه ث م ف صل ت م ن ل د ن ح ك يم خ ب ي ر kesin delillerle desteklenmiş, sonra da güzelce açıklanmış, tam hüküm ve hikmet sahibi, her şeyden haberdar olan Hakîm ve Habîr tarafından gönderilmiştir. (Hud 11/1), Elif, Lâm, Râ. Bunlar, hakkı açıklayan, Haktan geldiği âşikâr olan الر ت ل ك ا ي ات ال ك ت اب ال م ب ين Kitabın ayetleridir. (Yûsuf 12/1), Elif, Lâm, Mîm, Râ. İşte المر ت ل ك ا ي ات ال ك ت اب و ا لذ ي أ نز ل إ ل ي ك م ن ر بك ال ح ق و ل ك ن أ آ ث ر الن اس ل ا ي و م ن و ن bunlar sana indirilen Kitabın ayetleridir. Sana Rabbin tarafından indirilen Kur an haktır, gerçektir, ama insanların çoğu buna inanmazlar. Ra'd 13/1), ayetleridir. Tâ. Sîn. Mîm İşte şunlar gerçeği açıklayan Kitabın طسم(ت ل ك ا ي ات ال ك ت اب ال م ب ين (Kasas 28/ 1) ve buna benzer diğer pek çok yer vardır. ب ال ح ق ف ب ا ي ت ل ك ا ي ات ال له ن ت ل وه ا ع ل ي ك Bahsi geçen âyetler, indirilen ve okunan âyetlerdir. Bunlar ki, O tekvînî ayetlerin yanında, işte bunlar da Allahın tenzîlî ayetleridir ح د يث ب ع د ال له و ا ي ات ه ي و م ن و ن gerçeğin ta kendisi olarak Cebrail vasıtasıyla okuyup beyan ediyoruz. Allah a ve Onun ayetlerine inanmadıktan sonra, onlar acaba daha hangi söze inanırlar? (Câsiye 45/6) âyetinde de belirtildiği gibi, gerek Cenab-ı Hakk tarafından okunan âyetler olsun, gerekse Resûlullah tarafından okunmuş olsun. Zaten Allah Teâla kendi âyetlerinin okunmasını risâletin önemli hatta önde gelen görevlerinden saymıştır. Tezkiye (maddî-manevî kirlerden temizleme), kitap ve hikmetin ه و belirtilmiştir. öğretilmesi ise daha sonra zikredilmiştir. Nitekim bu husus Kur'ân'da dört âyette,o ا لذ ي ب ع ث ف ي ال ا م يين ر س ول ا م ن ه م ي ت ل و ع ل ي ه م ا ي ات ه و ي ز آيه م و ي ع ل م ه م ال ك ت اب و ال ح ك م ة و إ ن آ ان وا م ن ق ب ل ل ف ي ض ل ال م ب ي ن Ümmiler arasından, kendilerinden olan bir Resûl gönderdi. Bu Resûl onlara Allah ın ayetlerini okur, onları inançlarına ve davranışlarına bulaşmış kirlerden arındırır, onlara Kitabı ve hikmeti öğretir. Halbuki daha önce belli ve kesin bir sapıklık içinde idiler. (Cum'a 62/2) م ن أ ه ل ال ك ت اب أ م ة ق اي م ة ي ت ل ون ا ي ات ال له ا ن اء ال لي ل و ه م mü'minleri, Hatta Kur'ân, ehl-i kitaptan olan Onların içinde öyle dosdoğru bir cemaat vardır ki, gece saatlerinde Allahın ayetlerini ي س ج د ون okuyarak secdelere kapanırlar. (Âl-i İmrân 3/113) âyetinde, Allah'ın âyetlerini okumuş olmaları yönüyle medhetmektedir. Bazen de âyetle, kevnî âyetler kasdedilmiştir. Bunlar, Allah'ın birliği, varlığı, kudretinin sonsuzluğu, rahmetinin sınırsızlığı ve hikmet sahibi olduğuna delalet eden, âfâk ve enfüste yayılmış olan ve aynı zamanda gözle görülen âyetlerdir. Nitekim bu husus, şu âyette açıkça belirtilmektedir. yaratılışında, Muhakkak göklerin ve yerin إ ن ف ي خ ل ق ال سم او ات و ال ا ر ض و اخ ت ل اف ال لي ل و ال نه ار ل ا ي ات ل ا ول ي ال ا ل ب ا ب 16

gece ile gündüzün birbiri ardınca gelip-gidişinde düşünen insanlar için elbette ayetler vardır. (Âl-i İmrân 3/190), Yeryüzünde kesin inanmak isteyenler için و ف ي ال ا ر ض ا ي ات ل ل م وق ن ين ( 20 ) و ف ي أ نف س ك م أ ف ل ا ت ب ص ر ون birçok deliller vardır. Bizzat kendi varlıklarınızda da böyle deliller vardır. Hâla görmeyecek misiniz? (Zâriyat 51/20-21), Evet, Biz ileride onlara delillerimizi gerek dış س ن ر يه م ا ي ات ن ا ف ي ال ا ف اق و ف ي أ ن ف س ه م ح تى ي ت ب ين ل ه م أ ن ه ال ح ق dünyada, gerek kendi öz varlıklarında göstereceğiz; ta ki Kur an ın, Allah tarafından gelen gerçeğin ta kendisi olduğu onlar tarafından da iyice anlaşılacak. (Fussilet 41/53), Elbette bunda alınacak ibret vardır, fakat onların ekserisi إ ن ف ي ذ ل ك ل ا ي ة و م ا آ ان أ آ ث ر ه م م و م ن ين ibret alıp da iman etmezler. (Şuarâ 26/67), Elbette bunda alınacak ibret vardır; fakat onların ekserisi إ ن ف ي ذ ل ك ل ا ي ة و م ا آ ان أ آ ث ر ه م م و م ن ي ن ibret alıp da iman etmezler. Şuarâ 26/103), Arkasınden geride kalanları da suda ث م أ غ ر ق ن ا ب ع د ال ب اق ين ( 120 ) إ ن ف ي ذ ل ك ل ا ي ة و م ا آ ان أ آ ث ر ه م م و م ن ين boğduk. Elbette bunda alınacak ibret var, fakat onların ekserisi ibret alıp da iman etmezler. (Şuarâ 26/120-121). Âyet, kâinattan ve ondaki delillerden çıkartıldığı gibi, tarihten ve onun ibretli noktalarından da çıkarılabilir. Bazen de âyetle, Cenab-ı Hakk'ın, peygamberlik davasında elçilerinin doğruluğunu göstermek, yalanlayanlar karşısında onlara destek vermek, onların bu görevi kendiliklerinden değil, adıyla konuştukları Yüce Yaratıcı'nın elçisi olduklarını göstermek için verdiği hârikulâde olaylar kasdedilmiştir. Çoğu kez de bu âyetler kevnî, hissî ve dokunulabilen cinsten olup, işleyen kanunlara göre de benzerini insanlar getirmekten acizdir. و ل ق د ا ت ي ن ا م وس ى ت س ع ا ي ات ب ين ات ف اس ا ل verebiliriz. Hz. Mûsâ'nın dokuz âyetini bu hususa misal olarak Musa ya, açık açık dokuz mûcize, açık belge ب ن ي إ س ر اي يل إ ذ ج اء ه م ف ق ال ل ه ف ر ع و ن إ ني ل ا ظ نك ي ام وس ى م س ح ور ا verdik. İşte İsrailoğullarına sor: Musa kendilerine geldiğinde Firavun ona: Bana bak Musa! dedi, ben senin büyülendiğini zannediyorum. (İsrâ 17/101). Bu dokuz âyet (mucize), Asa, el, Firavun ve kavminin başına gelen kıtlık, ürünlerin azlığı, Tûfan, çekirge, bit, kurbağa ve kandır ki, âyâtun mufasselât olarak Kur'ân'da geçmektedir. و إ ذ ت خ ل ق م ن ال طين آ ه ي ي ة ال طي ر ب ا ذ ن ي ف ت نف خ ف يه ا ف ت ك ون ط ي ر ا ب ا ذ ن ي و ت ب ر ئ ال ا آ م ه و ال ا ب ر ص ب ا ذ ن ي Yine Hz İsa'nın Sen benim iznimle çamurdan kuş şeklinde bir şey yapıyor, ona üflüyordun; o da و إ ذ ت خ ر ج ال م و ت ى ب ا ذ ن ي Benim iznimle kuş oluveriyordu. Düşün ki: Sen benim, iznimle anadan doğma âmanın gözünü açıyor, abraşı da iyileştiriyordun. Düşün ki: Sen Benim iznimle ölüleri kabirden diri olarak çıkarıyordun.. (Mâide 5/110) âyetinde anlatılan mucizeleri de bu kabildendir. Bundan önce de Hz.Sâlih'in devesi anlatılmaktadır ki, o, Semud kavmini tevhid ve Allah'a ق ال وا إ نم ا أ ن ت م ن ال م س حر ين ( 153 )م ا أ ن ت إ لا ب ش ر م ث ل ن ا ف ا ت ب ا ي ة إ ن آ ن ت onlar: hakkıyla saygıya davet etmiş, ancak Sen dediler, bir sihirin etkisine kapılmışlardan birisin. Hem bize hiç bir üstünlüğün م ن ال صاد ق ين yok, bizim gibi bir insansın. Yok eğer böyle değilsen, iddianda doğru isen mûcize göster bize! 17

(Şuarâ 26/153-154) demişler. Buna karşılık Cenab-ı Hakk da ona mu'cize olarak deveyi vermiştir. Hz. Sâlih onlara و ي اق و م ه ذ ه ن اق ة ال له ل ك م ا ي ة ف ذ ر وه ا ت ا آ ل ف ي أ ر ض ال له و ل ا ت م سوه ا ب س وء ف ي ا خ ذ آ م ع ذ اب ق ر يب Hem Ey milletim! İşte size mûcize olarak Allahın devesi! Bırakın onu Allahın mülkünde yayılsın, yesin içsin. Sakın kötü bir maksadla ona el sürmeyin, yoksa çok geçmez sizi bir azap kıstırıverir. (Hûd 11/64) demiş. Buna benzer mu'cizeleri müşrikler de Resûlullah'tan (s.a.s) istemişlerdir ki, Kur'ân onların bu و ق ال وا ل و ل ا أ نز ل ع ل ي ه م ل ك و ل و أ نز ل ن ا م ل ك ا ل ق ض ي ال ا م ر ث م ل ا bildirmektedir: isteklerine bir vesika olarak bizlere Bir de: Ona bizim de görebileceğimiz bir melek gönderilmeli değil miydi? dediler. Eğer ي نظ ر ون Biz bir melek gönderseydik elbette iş bitirilmiş olur, sonra kendilerine göz bile açtırılmazdı. (En'âm 6/8) Bazen de siyaktan, anlam tam olarak belirlenemediğinde âyet kelimesi birkaç manaya و إ ذ ا ب دل ن ا ا ي ة م ك ان ا ي ة و ال له أ ع ل م ب م ا ي ن ز ل ق ال وا إ نم ا أ ن ت م ف ت ر ب ل أ آ ث ر ه م ل ا ي ع ل م ون ( 101 )ق ل ن زل ه Mesela: gelebilmektedir. Biz bir ayetin yerine onun hükmünü 101 ر وح ال ق د س م ن ر بك ب ال ح ق ل ي ث بت ا لذ ين ا م ن وا و ه د ى و ب ش ر ى ل ل م س ل م ين neshedecek başka bir ayet getirdiğimiz zaman -ki Allah göndereceği ayetleri pek iyi bilmektedironlar: Sen iftiracının tekisin! dediler. Hayır, hiç de öyle değil! Onların çoğu işin gerçeğini bilmiyorlar. Söyle onlara: İman edenlere tam bir sebat vermek ve Allah a teslimiyet gösterecek müslümanlara bir hidayet ve müjde olmak üzere Kur an ı, Rabb in tarafından gerçek olarak getiren, Ruhul -kudüstür. (Nahl 16/101-102), م ا ن نس خ م ن ا ي ة أ و ن نس ه ا ن ا ت ب خ ي ر م ن ه ا أ و م ث ل ه ا أ ل م ت ع ل م أ ن ال له ع ل ى آ ل ش ي ء ق د ير ( 106 )أ ل م ت ع ل م أ ن ال له ل ه م ل ك ال سم او ات و ال ا ر ض و م ا ل ك م م ن د ون ال له م ن و ل ي و ل ا ن ص ير ( 107 )أ م ت ر يد ون أ ن ت س ا ل وا ر س ول ك م آ م ا س ي ل م وس ى م ن ق ب ل و م ن ي ت ب دل Biz, tatbik edenlerin elde edecekleri mükâfat bakımından, daha ال ك ف ر ب ال ا يم ان ف ق د ض ل س و اء ال سب يل hayırlısını veya benzerini getirmedikçe, herhangi bir ayetin hükmünü neshetmez veya ertelemeyiz. Allah ın her şeye kadir olduğunu bilmez misin? Bilmez misin ki göklerin ve yerin hükümranlığı Allah ındır. Sizin Ondan başka ne bir hâminiz, ne de bir yardımcınız yoktur. Yoksa siz daha önce Musa dan istendiği gibi Resûlünüzden olur olmaz şeyler istemek, onu sorguya çekmek mi istiyorsunuz? Kim imana bedel inkârı alırsa, artık düz yolda sapıtmış olur. (Bakara 2/106-108) gibi. Bu âyetlerle ilgili yaygın ve nakledilen görüş, neshedilen veya unutulan âyetten maksat, Kur'ân'daki âyetlerdir. Neshedilmesi ise, usülcüler arasında da yaygın olan şekliyle, kendisinden sonra gelen bir delille hükmünün ortadan kaldırılmasıdır. Böyle bir anlamı teyid eden husus, bu âyetlerin, kıblenin Beyt-i Makdisten, Ka'be'ye çevrilmesi hükmüne hazırlık bağlamında zikredilmesidir. Reşid Rıza ise, buradaki âyetin mucize anlamına geldiğini söylemektedir. Böyle bir anlamı da şu husus desteklemektedir: Beyt-i Makdis'e doğru namaz kılma hükmü, Kur'ân'ın herhangi bir âyetiyle sâbit değildir ki, başka bir âyetle, daha hayırlı ya da ona eş bir hükümle değiştirilmiş olsun. Aksine daha açık olanı, bu hususun amelî sünnetle sabit oluşudur. Bu sünnet ise, ya Allah'tan bir vahiy, ya da Resûlullah'ın ictihadıyladır ki, Cenab-ı Hakk, o ictihad أ ل م ت ع ل م أ ن ال له gibidir: üzerinde elçisini takrir etmiştir. Nitekim âyetin sonu da bu hususa işaret ediyor 18

Burada kudret'in zikredilmesi de, âyet kelimesinin, harikulâde kevnî bir olay ع ل ى آ ل ش ي ء ق د ير anlamına geldiğini teyid etmektedir. Şayet kasdedilen, indirilmiş ve okunan âyet olsaydı, kudret yerine, ilim, hikmet ve buna benzer bir kelimenin kullanılması daha uygun olurdu. أ م ت ر يد ون أ ن ت س ا ل وا ر س ول ك م آ م ا س ي ل م وس ى م ن ق ب ل و م ن ي ت ب دل Ayrıca bu âyetten sonra gelen âyetlerde onlar, ifadesi de söylediğimiz anlamı teyid etmektedir. Zira bu âyette ال ك ف ر ب ال ا يم ان ف ق د ض ل س و اء ال سب يل Hz. Mûsâ'ya mu'cize noktasında o kadar ileri gittiler ki, sonunda ondan, Allah'ı açık bir şekilde göstermesini istediler. Bir Anlamın Farklı Lafızlarla Zikredilmesi Kur'ân-ı Kerîm'de bir kelime bazen nasıl birkaç anlama geliyor ve buradaki anlamı da siyak belirliyorsa, bazen de tek bir anlam, farklı birkaç lafızla ifade edilebiliyor. Böyle bir özellik, bir kısım dilcilerin iddia ettikleri gibi müteradiflik değildir. Nitekim onlar, bu farklı lafızların müteradif olduğunu, hepsinin de anlam bakımından aynı olduğunu iddia etmektedirler. Ancak mesela kaedecelese, serra-feriha vs. gibi kelimeler üzerinde iyice düşünüldüğünde, durumun böyle olmayıp, tersine, bir şeyin veya bir anlamın farklı lafızlarla ifade edildiği ve herbir lafzın, kendine has anlamlarının olduğu anlaşılacaktır. Mesela Kur'ân kelimesini ele alalım. Bu kelimenin aslı ف ا ذ ا ق ر أ ن اه ف ا تب ع ق ر ا ن ه de de olduğu gibi Kareedir. Daha sonra Allah tarafından indirilen Kur'ân için kullanılmıştır. Nitekim Arapçada, masdarla, ism-i meful kasdedildiği yaygındır. Halkın, mahluk anlamında, lafzın melfuz anlamında kullanıldığı gibi. Şu âyetlerde de söz konusu durum vardır: Gerçekten bu Kur an insanları en doğru yola, en isabetli tutuma إ ن ه ذ ا ال ق ر ا ن ي ه د ي ل لت ي ه ي أ ق و م yöneltir. (İsra 17/9), indiriyoruz. Ey Resûlüm! Kur anı sana parça parça Biz إ نا ن ح ن ن زل ن ا ع ل ي ك ال ق ر ا ن ت ن ز يل ا (insan 76/23), Biz Kur anı müminlere şifa ve و ن ن ز ل م ن ال ق ر ا ن م ا ه و ش ف اء و ر ح م ة ل ل م و م ن ين و ل ا ي ز يد ال ظال م ين إ لا خ س ار ا rahmet olarak indiririz. Ama o, zalimlerin ise sadece ziyanını artırır. (İsra 17/82), Bir de o kâfirler dediler و ق ال ا لذ ين آ ف ر وا ل و ل ا ن زل ع ل ي ه ال ق ر ا ن ج م ل ة و اح د ة آ ذ ل ك ل ن ث بت ب ه ف و اد ك و ر تل ن اه ت ر ت ي ل ا ki: Bu Kur an ona toptan, bir defada indirilmeli değil miydi? Halbuki Biz vahiyle Senin kalbini pekiştirmek için böyle ara ara indirdik ve onu parça parça okuduk. (Furkân 25/32). ذ ل ك ال ك ت اب ل ا ر ي ب ف يه ه د ى ل ل م تق ين gibi: Bazen Kur'ân, Kitap olarak adlandırılır. Şu âyetlerde olduğu İşte Kitab! Şüphe yoktur onda. Rehberdir müttakîlere. (Bakara 2/2) Elif, Lâm, Râ. Bu öyle bir Kitaptır ki ayetleri en الر آ ت اب أ ح ك م ت ا ي ات ه ث م ف صل ت م ن ل د ن ح ك يم خ ب ير kesin delillerle desteklenmiş, sonra da güzelce açıklanmış, tam hüküm ve hikmet sahibi, her şeyden haberdar olan Hakîm ve Habîr tarafından gönderilmiştir. (Hûd 11/1), Bu, Elif, Lâm, Râ. الر آ ت اب أ نز ل ن اه إ ل ي ك ل ت خ ر ج ال ناس م ن ال ظل م ات إ ل ى ال نور ب ا ذ ن ر به م إ ل ى ص ر اط ال ع ز يز ال ح م يد Rabb lerinin izniyle insanları karanlıklardan aydınlığa, üstün kudret sahibi ve her işi övgüye layık 19

olan Allah ın yoluna, göklerde ve yerdeki her şeyin sahibinin yoluna insanları çıkarman için sana indirdiğimiz bir Kitaptır. (İbrâhim 14/1), Ey Resûlüm, işte sana bu kutlu Kitabı و ن زل ن ا ع ل ي ك ال ك ت اب ت ب ي ان ا ل ك ل ش ي ء و ه د ى و ر ح م ة و ب ش ر ى ل ل م س ل م ي ن indirdik ki her şeyi açıklasın, doğru yolu göstersin, Allah a teslimiyetle itaat edecek olanlara, rahmetin ve müjdenin ta kendisi olsun. (Nahl 16/89). Kur'ân'ın Kitap olarak isimlendirilmesi, onun, okunmasının yanında ayrıca bir de yazılmasıdır. Nitekim Allah Resûlü de daha ilk günden itibaren onun okunmasına ihtimam göstermiş, ashaptan herkesin güvendiği kimseleri vahiy katibi olarak görevlendirmiştir. Yine Kur'ân, ت ب ار ك ا لذ ي ن زل ال ف ر ق ان ع ل ى ع ب د ه ل ي ك ون ل ل ع ال م ين ن ذ ير ا Hayır ve bereketi ne muazzamdır o Zatın ki, bütün ins ve cinni uyarsın diye o has kuluna doğruyu eğriden ayıran Furkanı indirdi. (Furkân 25/1) âyetinde de olduğu gibi Furkân olarak isimlendirilmiştir. Kur'ân a, doğruyu yanlıştan, hidayeti dalâletten, rüşdü ğayydan ayırdığı için bu isim verilmiştir. Zâten semâvî kitapların gâyesi de budur. Bunun içindir ki, و ل ق د ا ت ي ن ا م وس ى و ه ار ون ال ف ر ق ان و ض ي اء و ذ آ ر ا ل ل م تق ي ن Biz, Musa ile Harun a, Allah a karşı gelmekten sakınanlar için bir ışık ve öğüt olan Furkan ı (hakkı batıldan ayıran kitabı) verdik. (Enbiyâ 21/48) âyetinde de belirtildiği gibi, Tevrat'a da Furkân ismi verilmiştir. Yine Kur'ân, Zikir olarak isimlendirilmiştir. Evet o Zikirdir. Zira insanlara Allah'ı, Allah'ın isimlerini, sıfatlarını, sonunda O'na varılıp, hesap verileceğini, O'nun yolunu ve prensiplerini hatırlatıyor. Bu hususla ilgili: ب ال ب ين ات و ال زب ر و أ نز ل ن ا إ ل ي ك ال ذآ ر ل ت ب ين ل ل ناس م ا ن زل إ ل ي ه م و ل ع له م ي ت ف كر و ن Zulme maruz kaldıktan sonra Allah uğrunda hicret edenleri, elbette dünyada güzel bir yere yerleştiririz. إ نم ا ت نذ ر م ن ا تب ع ال ذآ ر و خ ش ي Ahiret mükâfatı ise daha büyüktür. Bunu bir bilselerdi! (Nahl 16/44) ve olur, Sen ey Resûlüm, şu kimseyi uyar: İrşâda can kulağıyla tâbi ال رح م ان ب ال غ ي ب ف ب شر ه ب م غ ف ر ة و أ ج ر آ ر يم Görmediği Rahmanı sayıp çekinir. Müjdele onu: Mağfiret onun, şerefli mükâfat onun... (Yâsîn 36/11) buyrulmaktadır. إ ن ا لذ ين kullanılmıştır: Aynı şekilde zikir kelimesi aşağıdaki âyetlerde de Kur'ân anlamında آ ف ر وا ب ال ذآ ر ل ما ج اء ه م و إ نه ل ك ت اب ع ز يز ( 41 )ل ا ي ا ت يه ال ب اط ل م ن ب ي ن ي د ي ه و ل ا م ن خ ل ف ه ت نز يل م ن ح ك يم ح م يد ( 42 )م ا ي ق ال ل ك إ لا م ا ق د ق يل ل ل رس ل م ن ق ب ل ك إ ن ر بك ل ذ و م غ ف ر ة و ذ و ع ق اب أ ل يم ( 43 )و ل و ج ع ل ن اه ق ر ا ن ا أ ع ج م ي ا ل ق ال وا ل و ل ا ف صل ت ا ي ات ه أ أ ع ج م ي و ع ر ب ي ق ل Kendilerine gelen ه و ل لذ ين ا م ن وا ه د ى و ش ف اء و ا لذ ين ل ا ي و م ن ون ف ي ا ذ ان ه م و ق ر و ه و ع ل ي ه م ع م ى أ و ل ي ك ي ن اد و ن م ن م ك ان ب ع يد bu şanı yüce dersi inkâr edenler elbette cezadan kurtulamazlar. Halbuki o eşsiz ve pek kıymetli bir Kitaptır. Öyle bir kitaptır ki batıl ona ne önünden, ne ardından yol bulamaz. Tam hüküm ve hikmet sahibi, bütün hamdlerin ve övgülerin sahibi o Hakîm ve Hamîd tarafından indirilmiştir. Sana söylenenler, senden önceki peygamberlere söylenen sözlerden başka bir şey değildir. Senin Rabb in hem mağfiret hem de gayet acı bir azap sahibidir. Eğer biz Kur an ı yabancı bir dille gönderseydik derlerdi ki: Neden, onun ayetleri açıkça beyan edilmedi. Dil yabancı, muhatap Arap! Olur mu böyle şey? De ki: O iman edenler için hidayet ve şifadır. Ama iman etmeyenlerin kulaklarında ağırlıklar vardır. Kur an onlara kapalı ve karanlık gelir. Onların, çok uzak bir yerden sesleniliyor da 20