ATİK Program Tartışma Taslakları Broşürü -I-

Benzer belgeler
19 EYLÜL MÜHENDİS, MİMAR, ŞEHİR PLANCILAR DAYANIŞMA GÜNÜ

İKİNCİ BÖLÜM ENDÜSTRİ DEVRİMİ, SOSYAL SORUN VE SOSYAL POLİTİKA İÇİNDEKİLER BİRİNCİ BÖLÜM SOSYAL POLİTİKA BİLİMİNİN KONUSU, KAPSAMI VE TEMEL YAKLAŞIMI

Siyasi Parti. Siyasi iktidarı ele geçirmek ya da en azından ona ortak olmak amacıyla örgütlenmiş insan topluluklarına siyasi parti denir.

TÜSİAD YÖNETİM KURULU BAŞKANI HALUK DİNÇER İN KADIN-ERKEK EŞİTLİĞİ HAKKINDA HER ŞEY KISA FİLM YARIŞMASI ÖDÜL TÖRENİ KONUŞMASI

Yrd. Doç. Dr. Tevfik Sönmez KÜÇÜK Yeditepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi Anayasa Hukuku Anabilim Dalı Öğretim Üyesi PARTİ İÇİ DEMOKRASİ

GENEL BAŞKANIN MESAJI

Yeni bir dönem açılıyor: Mali çöküş, depresyon, sınıf mücadelesi

Çalışma hayatında barış egemen olmalı

TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu

HALKLA İLİŞKİLER (HİT102U)

ULUSLARARASI SOSYAL POLİTİKA (ÇEK306U)

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI SAYIN ÖMER DİNÇER İÇİN DEMOKRATİK VATANDAŞLIK VE İNSAN HAKLARI EĞİTİMİ PROJESİNİN AÇILIŞ KONFERANSI KONUŞMA METNİ TASLAĞI

Dr. A. Tarık GÜMÜŞ Selçuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi Kamu Hukuku Anabilim Dalı. Sosyal Devlet Anlayışının Gelişimi ve Dönüşümü

2017 İNSAN HAKLARI İHLAL RAPORU

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü, Kapitalist Sömürü Sistemini Yıkmak için Örgütlenme ve Mücadelenin adıdır!

EĞİTİM ÖĞRETİM YILI SORGULAMA PROGRAMI

SAĞLIK DİPLOMASİSİ Sektörel Diplomasi İnşası

Kadın Dostu Kentler Projesi. Proje Hedefleri. Genel Hedef: Amaçlar:

Necla Akgökçe den bilgi aldık. - İlk olarak ülkede kadınların iş gücüne katılım ve istihdam konusuyla başlayalım isterseniz

ENGELLİLERE YÖNELİK SOSYAL POLİTİKALAR

ARBEIT & LEBEN ggmbh. Sürekli gelişen iş ve yaşam dünyanızdaki yolculuğunuzda sizlere eşlik ediyor ve destek oluyoruz

SPOR HUKUKU 1.Ders. Yrd.Doç.Dr. Uğur ÖZER

SAAT KONULAR KAZANIM BECERİLER AÇIKLAMA DEĞERLENDİRME

ÖRGÜTSEL DAVRANIŞTA GRUP SÜRECİ: TAKIM ÇALIŞMASI Doç. Dr. Cevat ELMA

Duygusal ve sosyal becerilere sahip Genç profesyoneller

ULUSLARARASI ÖRGÜTLER

Halk devriminin düşmanları: diktatör rejim ve karşıdevrimci gerici güçler

SENDİKALAR VE İŞYERİ ÖRGÜTLENMESİ

Son 5 Yılda Türkiye Medyasında İnsan Hakları ve Nefret Söylemi. Şubat 2015

Başlamadan, önce KMO Yönetim Kurulu ve şahsım adına sizleri sevgi ve saygı ile selamlarım.

Maliye Bakanı Sayın Mehmet Şimşek in Konuşma Metni

Erbil Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Dara Celil Hayat ile Türkiye-Kürdistan Ekonomik ilişkileri. 02 Temmuz 2014

İşyeri Temsilcileri Rehberi

Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

Yeni Göç Yasas Tecrübeleri

kadın sosyalizmle özgürleşir!

(09-11 Mayıs 2016, Ankara) Kıymetli İslam İşbirliği Teşkilatı Üye Ülkeleri Temsilcileri, Değerli Katılımcılar,

HALKLA İLİŞKİLERİN AMAÇLARI

DEMOKRATİK, MÜCADELECİ VE GÜÇLÜ YENİ BİR SENDİKAL HAREKET İÇİN BİRARAYA GELDİK, YOLA ÇIKIYORUZ...

BU YIL ULUSLARARASI KOOPERATİFLER YILI!

İKLİM MÜCADELELERİ. bu küresel sorunlarla yüzleşmede kilit bir rol oynayacak, eğitme, tecrübeye ve uzmanlığa sahiptir.

YÖNETİŞİM NEDİR? Yönetişim en basit ve en kısa tanımıyla; resmî ve özel kuruluşlarda idari, ekonomik, politik otoritenin ortak kullanımıdır.

bilgilerle feminizm hakkında kesin yargılara varıp, yanlış fikirler üretmişlerdir. Feminizm ya da

BACIM - Ağırlıklı olarak Türkiye kökenli göçmen kadınlar için buluşma ve danışmanlık merkezi

KAYITDIŞI ĐSTĐHDAMLA MÜCADELE

KAMU DİPLOMASİSİNDE KİTLE İLETİŞİM ARAÇLARININ VE MEDYANIN ROLÜ

1 TÜRKİYE CUMHURİYETİ DÖNEMİ (TÜRKİYE) EKONOMİSİNİN TARİHSEL TEMELLERİ

TÜRKİYE DE SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI BİBLİYOGRAFYASI ( )

TÜRKİYE TİPİ BAŞLANLIK SİSTEMİ MODEL ÖNERİSİ. 1. Başkanlık Sistemi Tartışmasının Temel Gerekçeleri

Şiddete Karşı Kadın Buluşması 2

İş Yeri Hakları Politikası

ABD - AB SERBEST TİCARET ANLAŞMASI Ve TÜRKİYE ÜZERİNE ETKİLERİ

8 MART DÜNYA EMEKÇİ KADINLAR GÜNÜ 1 MAYIS 10 KASIM ATATÜRK Ü ANMA ETKİNLİĞİ SANATSAL ETKİNLİKLER

WORLD FOOD DAY 2010 UNITED AGAINST HUNGER

Bu yüzden de Akdeniz coğrafyasına günümüz dünya medeniyetinin doğduğu yer de denebilir.

Vekiller Heyeti Kararı, Sıkıyönetim Komutanlığı ve Milli Güvenlik Konseyi'nce Kapatılan Siyasi Partiler

FEMİNİST PERSPEKTİFTEN KÜRT KADIN KİMLİĞİNİ ÜZERİNE NİTELİKSEL BİR ARAŞTIRMA

hemşehri hukuku: Hemşehri hukuku: Herkes ikamet ettiği beldenin hemşehrisidir. Hemşehrilerin, belediye karar ve hizmetlerine katılma, belediye faaliye

KARADAĞ SUNUMU Natalija FILIPOVIC

KADINA YÖNELİK ŞİDDETLE MÜCADELEDE ULUSLARARASI BELGELER VE KORUMA MEKANİZMALARI

Türk Bankacılık ve Banka Dışı Finans Sektörlerinde Yeni Yönelimler ve Yaklaşımlar İslami Bankacılık

CHP İLÇE BAŞKANI RECAİ SEYMEN TEKRAR ADAY

1999 dan 2007 ye Seçmen Tercihleri ve Değişim

REKABET KURUMU, ÖZERKLİK VE İŞLEVSELLİK

CUMHURİYET HALK PARTİSİ GENEL MERKEZİ EMEK BÜROLARI YÖNETMELİĞİ

SENDİKAL HAREKET, İŞYERİ TEMSİLCİLERİ ve ÖRGÜTLENME STRATEJİLER GENEL EĞİTİM SEKRETERLİĞİ 2011

İşten Atılan Asil Çelik İşçilerinin okuduğu basın açıklaması: 15/03/2012

gelişmesini sağlaması için gerekli birçok maddeye yer verilmiştir. Sözleşmede yer alan

Müdafaa-i Hukuk Hareketi bu hakları savunmak ve geliştirmek için kurulmuştur.


trafikte bilinçli bir nesil için

TÜRKİYE - AFRİKA EKONOMİ FORUMU AÇILIŞ TÖRENİ KONYA 9 MAYIS İş Dünyası ve STK ların Değerli Başkan ve Temsilcileri,

Mahir Çayan Son Gençlik Hareketleri Üzerine SON GENÇLİK HAREKETLERİ ÜZERİNE (*)

1. İnsan Hakları Kuramının Temel Kavramları. 2. İnsan Haklarının Düşünsel Kökenleri. 3. İnsan Haklarının Uygulamaya Geçişi: İlk Hukuksal Belgeler

AB nin İstihdam ve Sosyal Politikası

Cezayir'den yükselen bir ses: Yalnızca İslam hükmedecek!

Uluslararası Kadın Hareketinin Uyanma ve Ayağa Kalkma Zamanı Gelmiştir! 2011 Venezüella Dünya Kadınları Konferansı için hep birlikte ileri!

Yükseköğretim Kurumlarımızın Mühendislik Fakültelerinin Kıymetli Dekanları ve Çok Değerli Hocalarım..

ULUSAL VEYA ETNİK, DİNSEL VEYA DİLSEL AZINLIKLARA MENSUP OLAN KİŞİLERİN HAKLARINA DAİR BİLDİRİ

VİZYON VİZYON VE DEĞERLER DEĞERLER

EKONOMİ POLİTİKALARI GENEL BAŞKAN YARDIMCILIĞI Eylül 2013, No: 72

EMO GENÇ İZMİR ŞUBE BİLDİRİSİ NASIL BİR EMO GENÇ?

GENÇLİK EĞİTİM PROGRAMLARI

ULUSLARARASI KARADENİZ-KAFKAS KONGRESİ

KARİYER YÖNETİMİ. Kariyer teorisi iki nokta üzerinde odaklanmaktadır. Öğr. Grv.. M. Volkan TÜRKER

EĞİTİMDE DEĞİŞİM. Prof. Dr. Aşkın Asan - Prof. Dr. Buket Akkoyunlu

4. TÜRKİYE - AVRUPA FORUMU

IV. Uluslararası Türk-Asya Kongresi Sonuç Raporu

TBD Antalya Şube Başkanı Akyelli: Özellikle yazılımcıların yatırımlarını Antalya da yapmamaları için hiçbir neden yok

Avrupalı liderler baskıcı, Türk liderler ise dostane

ESP/SOSYALİST KADIN MECLİSLERİ

KORKMADAN ÖĞRENMEK OKUL ve OKUL ÇEVRESİ GÜVENLİĞİ

İşsizlik İstikrarlı Biçimde Yükseliyor! Son 10 Yılın En Yüksek İşsiz Sayısı

Resmi Gazete Tarihi: Resmi Gazete Sayısı: 26313

Türk Bankacılık ve Banka Dışı Finans Sektörlerinde Yeni Yönelimler ve Yaklaşımlar İslami Bankacılık

İç talebin kontrol edilmesine yönelik atılan adımlar, doğal olarak cari açığı geriletirken, ekonomiyi soğuttu.

Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığında Basın Açıklaması Gerçekleştirdik!

Sayın Komiser, Saygıdeğer Bakanlar, Hanımefendiler, Beyefendiler,

Teröre karşı mücadele cephesi!

BALIKESİR TABİP ODASI AĞUSTOS 2016 ÇALIŞMA RAPORU

Transkript:

ATİK Program Tartışma Taslakları Broşürü -I-

2 ATİK Program Tartışma Taslakları Broşürü -I-

ÖNSÖZ Değerli ATİK aktivistleri, sevgili dostlar; Avrupa Türkiyeli İşçiler Konfederasyonu (ATİK), 2011 yılı sonunda çeyrek asırlık bir tarihsel mücadele sürecini geride bırakmış olacak. Avrupa kıtasında göçmen kitlelerin, yerli emekçilerin ve bütün halkların ortak çıkarları için sürdürülen eşitlik, emazipasyon ve demokrasi kavgasında 25 yıllık onurlu bir mücadele dönemi geride kalmış olacaktır. Geriye bir bakıldığında söylenebilinirki, 25 yıl sanki bir su gibi akıp geçmiştir. Konfederasyonumuz ATİK, çeyrek asırlık onurlu mücadele dönemi içinde nice başarılara, nice atılımlara, nice ilklere imza atmıştır. Avrupa da faal olan en köklü politik ve demokratik göçmen örgütlerden birisi olarak; tarihimiz övünülecek ve gururlanacak onlarca örnekle doludur. ATİK, genel olarak bütün göçmenlerin, Türkiyeli ve T.Kürdstanlı göçmen işçi ve emekçilerin ekonomik, politik, sosyal, hukuksal, kültürel, akademik talepleri doğrultusunda kitlesel bir mücadele örgütüdür. Anti-emperyalist, anti-faşist ve anti-ırkçı bir anlayışla sürekli ve aktif kitlesel mücadele yürütmüş bir konfederasyondur. ATİK in kendi önceli olan ve Avrupa nın çeşitli ülkelerindeki çok önceleri başlatılan dernek ve federasyon çalışmalarını da hesapladığımızda yaklaşık 35 yılı aşan bir mücadele ve örgütlenme seyrinden bahsedebiliriz. Bu nedenledir ki, yerli veya göçmen devrimci-demokrat çevreler içinde köklü, etkin ve dikkate alınan bir demokratik örgütlenme olarak mücadeleci kimliğimizle anılmaktayız. Bu tarihsel süre içinde nice başarılara ve atılımlara imza attık. Ancak nice yanlışlarımız ve eksiklerimiz karşısında da öz-eleştirel ve açık olduk. Hatalarımızı, yanlışlarımızı, eksiklerimizi örtbas etmedik. Olumsuzluklarla uzlaşmacı olmamaya daima özen gösterdik. Kendi yanlışlarımızı veya eksiklerimizi açığa çıkarttığımızda veya bunlar dostlarımızca açığa çıkartıldığında öz eleştirel olduk. Toplumsal değişimleri, uluslararası gelişmeleri daima yakından izledik... Sürekli toplumsal gelişmeleri ve değişmeleri gözlemlemeye ve ona göre mümkün olduğunca doğru ve gerçekçi siyasal tespitler yapmaya çalıştık. Bu sayededir ki, politik ve örgütsel bütün çalışmalarımızı zamanın seyri içindeki ve andaki değişimlere paralel olarak yeniden biçimlendirme çabası içinde olduk. Gelinen aşamada görmekteyiz ki; genel olarak göçmenlerin, özel olarak göçmen işçi ve emekçilerin durumları, sorunları ve mücadele yöntemleri toplumsal gelişmelere, değişmelere bağlı olarak farklılaşmakta ve derinleşmektedir. Görmekteyiz ki, Avrupa kıtası sınırları içinde yaşayan bütün yerli ve göçmen emekçilerin aynılaşan ve ayrışan sorunları öne çıkmaktadır. Yerli ve göçmen emekçilerin doğru ve gerçekçi bir perspektif etrafında bütünleşmeleri, mümkün olduğunca birleşmeleri ve yakınlaşmaları mücadelenin bir kaçınılmazlığıdır. Bu nedenle ayrışan ve aynılaşan sorunlarımızı tespit etmek, incelemek ve çözüm yöntemleri geliştirmekte aynı şekilde bir kaçınılmazlıktır. Tek yanlı, sömürücü ve dıştalayıcı resmi burjuva entegrasyon politikalarına karşı sınıfın, emekçilerin ve halkların ortak çıkarlarını yansıtan bir bütünleşme nasıl olmalıdır? Yukardan dayatılan entegrasyona karşı aşağıdan tasarlanan alternatif politikaların içeriği ve talepleri neler olmalıdır? Bunlar uluslararası göçmenlik politikaları bağlamında en önemli toplumsal soru(n)lardan bir kaç tanesidir! Göçmenlerin kendi içine kapanarak düşünsel anlamda büzülmelerine karşı; yerli halkların kendi içlerine kapanarak dıştalamalarına karşı, egemenlerin yerli ve göçmenleri karşılıklı kışkırtarak kamplaştırmalarına karşı; işçilerin, emekçilerin ve halkların ortak çıkarlarını yansıtan bir kulvarda yeni yol alternatifleri yaratılmalıdır. Avrupa yerli işçi sınıfının genel ve güncel çıkarları göçmenlerin ve göçmen emekçilerin çıkarlarını içine almadan doğru tanımlanamaz. Göçmenler ise kendi çıkarlarını emeğin kurtuluşu mücadelesinin dışında arayarak gerçek bir çözüme kavuşamaz. Bu uluslararası meselenin burjuva politik çözüm sınırları içinde ne göçmenler için, ne de göçmen olmayanlar için gerçek anlamda eşitlik, adalet ve demokrasi asla söz konusu olmayacaktır. Dünya gerçekleri sürekli değişmektedir... 21 yüzyıl dünyasında uluslararası büyük sermayenin emperyal nitelikli egemenliği yeni biçimler ve metodlarla sürdürülmek istenmektedir. Bildik emperyalizm yeni hegemonya, iktidar ve rekabet biçimleri geliştirerek sistemsel haksızlıklarına yeni boyutlar kazandırmaktadır. Egemenlerin değişen dünya koşullarında savaş, sömürü, talan yöntemleri dündekilere nazaran farklılaşmaktadır. 3

Sisteme içkin, küresel çapta yapısal ilişkiler, iktidar ve pazar ilişkileri, politik ve örgütlenme ilişkileri, kültürel ve ideolojik donanım ilişkileri -emperyalizmin asalak, paraziter ve çürüyen karekterinin giderek derinleşmesine paralel olarak- ciddi bir başkalaşım geçirmektedir. 1990 lar sonrası dünyadaki 20 yıllık gelişmelere bakıldığında, hiç bir şeyin eskisi gibi olmadığı ve sermaye egemenliği sisteminin yeni biçim ve metodlar eşliğinde çok farlı saldırganlıklar eşliğinde saldırdığı görülecektir. Mizahi bir yorumla açıklayacak olursak; bu farklılaşan yeni egemenlik durumu içinde olup bitenler, Kayserilinin anasını boyayıp babasına satmasına benzese de, babalar ananın güzelliğine pekala aldanabilmektedir. İşte bu aldanmışlık ruh hali içinde, her türlü saldırganlığın derinleştiği koşullarda halk kitlelerinin ve emekçilerin gözleri kah boyanmakta, kah kör edilmekte ve kah manipile edilerek insanlar sinsice aldatılmaktadır. Emperyalist egemenliğin başkalaşımın veya farklı yöntemlerle sürdürülmesinin başlıca dinamikleri olarak; tek kutuplu dünya gerçeği (sistem içi dalaşmalardaki bütün kızışma eğilimine rağmen), bilişim teknolojisindeki atılımlar, üretimin alt yapısındaki müthiş teknolojik devinimler, küresel düzlemde yeni koşullar üzerinde yükselen egemenlik dalaşı ve ezilen-sömürülenlerin, ya da <<baldırı çıplakların>> giderek ve yeniden yükselen kurtuluş kavgası şeklinde bir kaç başlık altında sıralayabiliriz. Dünyanın yeni ve dehşet gerçekleri... 21. Yüzyıl dünyası, dündekilerine oranla daha kapsamlı, daha farklı ve yeni krizlere, çelişkilere ve çatışmalara sahne olacağa benzemektedir. Emperyal nitelikli savaş, talan, sömürü ve zulüm politikaları daha fazla boyutlanarak tüm yerküreyi ve en ücra köşelerini çepeçevre sarmaktadır. Bunlara karşı yükselen irili ufaklı bütün hak arama mücadeleleri, direniş, toplumsal itiraz ve isyan hareketleri daha büyümeden hunharca katliamlar ve baskılar eşliğinde bastırılmak istenmektedir. Neo-liberal ekonomi politikaların insanlığa şeffaflık ve sosyal refah getireceği iddia edildiği bu dönemlerde, bu iddiaların tam da tersine verili demokrasi dahi hızlıca törpülenirken faşizm yeniden cilalanmaktadır. Emperyalist kapitalizm tasarlanabilecek, üretilebilecek ve satılabilecek her şeyi borsalar, pazarlar üzerinden satarak azami kar hırsını dindirmeye kilitlenmiştir. Meta pazarlamacığıyla bu dürtüsünü yeterince dindiremeyen sistem sermaye pazarlamacılığını da her ücra köşeye kadar yaygınlaştırmaktadır. Bu da yetmeyince hizmet sektörü pazarlamacılığı yaratarak bütün sosyal ve toplumsal güvenceleri satışa çıkartarak yeni kar mekanizmaları yaratmaktadır. Devletlerin himayesinde olan eğitim,sağlık, enerji, su, sosyal sigortalar ve kamu teşkilatları gibi hizmet sektörleri özelleştirmeler yoluyla satışa çıkartılarak kapitalist azami kar hırsı için iştah kabartılmaktadır. 2008 den beri derinleşen uluslararası ekonomik ve mali krizin yarattığı tablo da da pekala görüldüğü gibi, nispeten daha da özgürleşen sermaye dünya emekçileri, halkları ve insanlık için dha fazla esaret getirmektedir. Daha çok özgür sermaye daha çok esir insanlık demektir. Günümüzdeki dehşet miktarlardaki burjuva zenginliklerle kıyaslandığında bu kadar aç, susuz, evsiz, barınaksız, güvencesiz, işsiz, eğitimsiz, sağlıksız insan olması korkunç bir tezatlık değilmidir? Serbestleşme, özelleştirme, yeniden düzenleme üçlü dinamiği üzerine yükselen 20 yıldır engelsiz uygulanan neo-liberalizmin yarattığı günümüzdeki acı gerçekler penceresinden bakıldığında dünyamız daha iyi yaşanabilir değildir. Daha yaşanabilir ve paylaşımcı bir yeni dünya için mücadele yeni gerçekler ışığında yeni mücadele ve çözüm metodlarını gerekli kılmaktadır. Artık sosyal kurtuluş mücadelesinin bütünleştirici, birleştirici, ortaklaştırıcı ve uluslararası karekteri düne oranla daha fazla öne çıkmaktadır. Bu gerçeklere bağlı olarak kendimizi, anlayışımızı, yöntemlerimizi ve tarzımızı yenilemek gerekmektedir. Sürecin yeni beklentilerine cevap olmak acil bir ihtiyaçtır. ATİK bu gerçekler ışığında programatik görüşlerini yenilemek istemektedir... ATİK değişen somut gerçekler ışığında kendini, anlayışını, pratiğini ve ilişkilerini yenilemek ihtiyacı duymaktadır. 20. Kongremizin ve Genel Konsey imizin kararlarına bağlı olarak 2011 paskalyasındaki 21. Kongre bir Program Kongresi şeklinde olacaktır. Genel Konseyimizin ve oluşturulan Program Komisyonunun kararları doğrultusunda tartışmaları mümkün olan en zengin biçimlerde yürütebilmek için çeşitli yönelimler belirlenmiştir. Bunlardan bir tanesi araştırma ve incelemeleri, görüşleri kolektif bilincin denetimine sunmak için bir broşür çıkartılmasıdır. Elinizdeki 1. Broşür içinde bu eksende yazılan üç ayrı yazı bulunmakta ve eleştiriye, değerlendirilmeye açılmış olmaktadır. Bundan sonra gelecek olan yazıların yoğunluğuna bağlı olarak ikinci broşür çıkacak veya yazılar 4

ATİK sitesinde, Mücadele Gazetesi sayfalarında yayınlanacaktır. Çağrımız bütün ATİK aktivistlerinin, dostlarının bu tartışma sürecine katılmaları, araştırmaya girmeleri ve yazı yazmalarıdır. Görüşlerini yazılı ve sözlü bize iletenler kolektif bilincin hakim kılınması amacına hizmet ederek önemli bir görevi yerine getirmiş olacaklardır. Bu nedenle, ilgi duyan herkesi, göçmenlerin göçmen olmayanlarla aynılaşan ve ayrışan sorunları, ATİK programı için öneriler ve uluslararası mücadelenin günümüzdeki önemi gibi başlıklar etrafında araştırmaya, incelemeye, yorumlamaya, yazmaya ve sonuçlarını mutlaka bizlere iletmeye davet ediyoruz. Yukarıdaki konular bağlamında göçmen, mülteci, sürgün, göçmen kökenli vatandaş ve göçmen kökenli olmayan yerli yurttaşlar içinde ilerici, demokrat, devrimci, sosyalist insanların fikirleri, siyasal değerlendirmeleri ve eleştirileri bizim için çok önemlidir. Biz bu politik değerlendirmelerin, eleştiri ve önerilerin bir şekilde içimize akmasıyla fikirsel açıdan zenginleşeceğiz. O yüzden bütün aktivistlerimizi halk içindeki değişik katmanlar ve çevrelerden duyarlı, yetkin ve aydın insanlarla ilişkiye geçerek fikirlerini almalarını öneriyoruz. Konfederasyona bağlı bütün federasyonlar, örgütler ve derneklerimiz bu tartışma taslakları ve varsa başka yazılar eşliğinde kitlesel tartışmaları başlatmalıdırlar. Dernek üyelerimizle, halkımızla ve diğer demokratik ve göçmen örgütlerin bileşenleriyle beraber zengin tartışma toplantıları yapılabilinir. Bunları kayıt altına alınmalı ve mümkünse hatta arşivlenmelidir. ATİK üyeleri ve aktivistleri kendi fikirlerini merkeze iletme konusunda çaba içinde olmalıdır. ATİK çi herkes inceleme, araştırma, eleştirme, değerlendirme ve siyasal yeni fikirler edinme sürecinde özel bir gayret ve çaba içinde olmalıdır. Elde edilen sonuçlar, birikimler ve bulgular bütün ile paylaşılmalıdır. Bu konuda tembel ve vurdumduymaz davranmanın geleceğimize pranga vuracağı unutulmamalıdır. Elinizdeki broşür çalışması, göçmenlerin sorunları etrafında iki tartışma yazısı ve bir tane de yeni program nasıl olabilir? sorusuna cevap arama niteliğinde bir taslak içermektedir. Açıktır ki, bunların ve ilerde sunulacak diğer yeni çalışmaların zenginleştirilmesine ve geliştirilmesine ihtiyaç vardır. Göçmenler ve yerliler cephesinde oluşan somut durumu ve yeni politikalarımızı tahlil etmeye yönelik içimizdeki tartışmalara geleceğin programını tasarlama amaçlı bir yön verme girişimi bir zorunluluktur. Bu nedenle tartışmaları çok zengin yöntemlerle sürdürmek ve mümkün olduğunca en geniş çevrelerin görüşlerinden faydalanmak kolektif fikrin oluşturulmasında öncelikli bir yöntem olmalıdır. Bütün yazılar bu bakış açısıyla incelenmelidir. Gelecek dönemlerde yeni yazılar ve değerlendirmeler geldiğinde bunlar ATİK sitesi, Mücadele gazetesi veya yeni broşürler aracılığıyla sizlere iletilecektir. Zengin, üretken ve coşkun bir tartışma süreci dileğiyle... ATİK 20. Genel Konseyi ve Program Taslağı Hazırlama Komisyonu 5

6 BATI AVRUPA DAKİ ÇALIŞMALARIMIZA KISA BİR BAKIŞ B. Avrupa daki çalışmalarımız esas olarak göçmenler arasındaki faaliyeti içermektedir. Her çalışma alanında olduğu gibi bu çalışma alanının da somut durumunu analiz etmek ve buna uygun olarak çalışmalara yön vermek bizim için bir zorunluluktur. Değişimin sürekliliği, analizlerinde sürekliliğini şart koşar. Analizden soyutlanmış, belli genel saptamalara endekslenmiş bir devrimci çalışma verimsizleşir. Bu durumda alınan kararlar da somut gerçeklere dayanmaz ve somut gerçeklere dayanmayan kararların da uygulanması zorlaşır. Buda kaçınılmaz olarak karar alıcıları olumsuz yönde etkiler. Bu demektir ki doğru analizler doğru kararların alınması için bir ön koşuldur. Göçmenlik olgusu yalnız bugünün değil, geleceğinde sorunudur. Ve Avrupa kıtası bu önemli soruna büyük oranda ev sahipliği yapmaktadır. Dünyanın genel tablosuna baktığımızda Avrupa ya dönük bu göç akımı dönem dönem gerilese de ki bu gerilemede yasal ve güvenlik boyutuyla yapılan engellemelerinde payı oldukça büyük bir bütün olarak durması ve engellenmesi mümkün görünmüyor. Bu durum Türkiyeli göçmenler içinde geçerlidir. Türkiye den batı Avrupa ülkelerine göç akımı esas olarak iki nedene dayanmaktadır. Birinci neden ekonomik, ikinci neden ise politiktir. Ekonomik nedenlerden dolayı yapılan göçün tarihi ikinci dünya savaşının Avrupa nın kimi ülkelerinde yarattığı yıkım ve yıkım nedeniyle bu ülkelerin ihtiyaç duyduğu iş gücüne dayanmaktadır. Politik göçmenlerin B. Avrupa ya yoğun akını ise esas olarak 12 Eylül askeri faşist darbesi dönemine dayanmaktadır. Daha sonra Türkiye Kürdistan ında PKK şahsında somutlaşan ulusal mücadelenin boyutu bu göç akınına daha bir hız kazandırmıştır. Yaklaşık elli yılı kapsayan bu tarihi süreç, gelinen aşamada; göçmenler cephesinde karşımıza daha değişken bir tablo çıkarmaktadır. Yani, Türkiyeli göçmenlerin bu ülkelerde yaptıkları yatırımlar, yeni kuşakların geleceğe dair oluşturduğu planlar yeni somut gelişmelere, yeni somut durumlara işaret ediyor. İşte tüm bu değişimleri ortaya çıkarmak, buna uygun olarak devrimci çalışmalarımıza yön vermek bizim için ertelenemez bir görevdir. Yürüttüğümüz tüm tartışmalara bu bilinçle, bu sorumlulukla yaklaşmalıyız. Yani temel kaygımız en iyisini nasıl yaparız olursa, gerçekleri olgularda arayışımız daha da derinleşir. Devrimciler gerçekçidir, esprisinin somut bir olguya dönüşmesi her türlü kaygıdan, önyargıdan uzak bilimsel temellere dayanan bir inceleme ve araştırmayı şart koşar. Bizimde genel bakış açımız bu olmalıdır. Tabiî ki biz bir ülkenin devrimi için mücadele eden bir anlayışının temsilcileriyiz. Dolayısıyla faaliyetlerimizde esas olarak bu ülkeden gelen göçmenler üzerinde şekillenecektir. Ama aynı zamanda biz enternasyonalist bir hareketiz, dünyadaki tüm ezilen ulusların, halkların, sosyal kurtuluş mücadelesi bizi ilgilendirir. Kendimizi bu mücadelenin dışında değil, onun bir parçası, yaşadığımız topraklardaki temsilcisi olarak görüyoruz. Bu bakış açısı, bu algılayış, bize bulunduğumuz ülkelerdeki halkların, ilerici hareketlerin mücadelelerine karşı sorumluluklar taşımayı emrediyor. Bu sorumluluklarımızı yerine getirdiğimiz oranda devrimci duyarlılıklarımızın daha canlı ve diri kalacağı kesindir. Bu canlılık, bu dirilik ülkedeki sosyal kurtuluş mücadelesine karşı görevlerimize daha olumlu temelde katkı sunacaktır. Bu demektir ki; devrimci kalmayı başarmak ezilenlerin ekonomik, demokratik, anti-emperyalist mücadeleleri karşısında alacağımız tutumla direk bağlantılıdır. Çünkü misafir devrimcilik diye bir şey olmaz. Devrimciler enternasyonalisttir. Ve yanı başında olup bitenlere kayıtsız kalmazlar. Söz gelimi, çalışmayı dernek faaliyetleriyle sınırlayan, çalıştığı fabrikada sendikal çalışmalara, grevlerin örgütlenmesine seyirci kalan, yaşananları geri bir duruşla izleyen bir yaklaşımı devrimci müdahalenin, devrimci çalışmanın neresine oturtabiliriz? Dolayısıyla faaliyetlerin başarısı da somut durumu çözümleme ve yanı başında olup biten sorunlara aktif müdahale etme anlayışını içselleştirmekten geçer. Bunun içinde anlayış düzeyinde ileri bir noktaya ulaşmak gerekir. Yine genel olarak faaliyetlerin değerlendirilmesinde üretim içinde olan yoldaşlara dair hep zaman sorunu gündeme geliyor. Hiç şüphesiz böyle bir sorun vardır. Ama en az bunun kadar sorun olan diğer bir mesele ise, üretim süreci içinde de devrimci çalışmanın yürütüleceği gerçeğinin unutulmasıdır. Koşullar nasıl olursa olsun, böyle bir çaba ortaya mütevazı sonuçlar çıkaracaktır. Diğer bir anlatımla üretim süreci içinde sınıfın genel sorunlarıyla ilgilenmeyen, bulunduğu alanı sınıf mücadelesinin yürütüleceği bir alan olarak görmeyen bir anlayış doğal olarak sınıf mücadelesi lehine ortaya mütevazı da olsa bir kazanım çıkaramaz. Üretim süreci içinde geçen

ATİK Program Tartışma Taslakları Broşürü -Izamanı devrimci çalışma için kayıp zaman olarak görür. İş yerlerinin sınıf mücadelesi için birer mevzi olduğu ancak direnişler gündeme geldiğinde ya da toplu işten çıkarmalar, ücretlerin düşürülmesi vb. saldırılarla birlikte anlaşılıyor-anlaşılmaya başlanıyor. Anlayış düzeyindeki bu kavrayış bozukluğu düzeltilmediği müddetçe doğru devrimci bir çalışma tarzı oturtulamaz. Doğru devrimci bir çalışma tarzının oturtulmasının yolu ülkedeki sınıf mücadelesine müdahale etme görevlerimizin yanı sıra bulunduğumuz her ülkede de benzeri tarzda görevlerimizin olduğu gerçeğini kavramaktan geçer. Sınıf mücadelesine dair bulunduğumuz ülkelerdeki görevleri göz ardı eden, onu küçümseyen her anlayış yanlıştır. Bu anlayış enternasyonal düşünüş tarzıyla bağdaşmaz. Göçmen olarak yaşadığı ülkedeki sömürüye, anti-demokratik uygulamalara sessiz kalan bir devrimci, ülkesindeki sınıf savaşımına karşı olan sorumlulukları da adına layık bir tarzda yerine getiremez. Çünkü yanı başındaki sömürüye, ırkçı saldırılara seyirci kalmak, özünde devrimci duruş konusunda yara almaktır. Bu yaranın giderek derinleşmesi bir bütün olarak beraberinde mücadeleye yabancılaşmayı da getirir. Problemli düşünüş ve hareket tarzı sonuç itibarıyla ortaya olumlu değil, olumsuz sonuçlar çıkarır. Bu ön açıklamadan sonra göçmenlerin genel sosyal durumları ve Türkiyeli göçmenler cephesinde yaşanan değişimler ve bu değişimlere uygun olarak güncel görevlerimiz üzerinde durmaya çalışacağız. Daha verimli sonuçlara ulaşmak için göçmenlere dair yapılan bazı araştırmalardan bölümler sunacağız. Ama bunun yeterli olduğunu düşünmüyoruz. Bizi ileri noktalara taşıyacak olan, incelemeler neticesinde ortaya çıkardığımız, çıkaracağımız devrimci sonuçlara uygun olarak izleyeceğimiz devrimci pratiktir. Her değişim yeni söyleme işaret eder Elbette ki burada hiç duyulmamış yeni şeyler ortaya koymayacağız. Burada ortaya koyacağımız birçok düşüncenin daha önce çeşitli platformlarda gündeme geldiğini, göçmenlere ilişkin yapılan araştırma belgelerinde şu veya bu düzeyde yer aldığını düşünüyoruz. Dolayısıyla burada esas amacımız döne döne altı çizilen bu nesnel durumdan devrimci sonuçlar çıkarmak ve çıkarılan sonuçlara uygun çözüm yolları aramaktır. Örneğin; her fırsatta göçmenlik olgusunda yaşanan değişimlere vurgu yapıyorsak, bu değişime uygun olarak somut pratik görevler üzerinde yoğunlaşmamız gerekiyor. Çünkü değişim yeni bir durumdur. Yeni durumu eskinin reçeteleriyle idare etmeye kalkarsak, çözüm bulmakta zorlanırız. Her değişim yeni söylemlere işaret eder. Buda beraberinde yeni bir propaganda çalışmasını ve buna uygun olarak güçlerin hareket tarzını getirir. Bu değişimin öze tekabül etmesi de şart değildir. Eğer niceliksel değişimler, niteliksel değişimlerin temel taşlarını örüyorsa; bu niceliksel değişimlerin de dikkate alınması gerektiğini ortaya koyar. Göçmenlere dair yapılacak değerlendirmelerde yaşanan tüm değişimlerin hesaba katılması gerekir. Bu değişimlerin göçmenlerin geliş nedenlerini-geliş dönemindeki hedeflerini ve daha sonra bu hedeflerde yaşanan değişimi yaratan nesnel koşulları içermesi gerekir. Dolayısıyla değerlendirmelerimize bu noktadan başlayacağız: Yaklaşık elli yıl önce batı Avrupa ya özellikle Almanya ya gelen Türkiyeli göçmenlerin amacı belli bir birikim sağladıktan sonra geri dönmekti. Yani temel hedef buradaki yaşama karışmaktan çok elde edilen birikimle ülkede sahip oldukları imkânları daha artırmak veya geleceğini güvence altına alacak tarzda yeni mülkler edinmek. Şöyle ki, köyden gelen göçmen işçiler bir yandan elde ettikleri birikimlerle köylerinde yeni topraklar alırken diğer yanda bağlı oldukları veya yakın olan il ve ilçelere yatırımlar yapmaya başladılar. (Arsa- ev alımı, küçük işyerlerine yatırım.) Burada hemen şunu belirtmeliyiz ki göçmen işçilerinin yatırımlarını bu eksende değerlendirmelerinde sahip olunan geleneksel aile yapısının etkisi büyüktü. Buda onların ufkunu dar bir alanla sınırlıyordu. Elde edilen birikimlerle bir traktör ve ilçede bir eve veya arsaya sahip olmak Almancı unvanlarını da pekiştirmek anlamına geliyordu. Ülkedeki yoksulluk düzeyini dikkate aldığımızda sahip olunan bu mülkler tüm bu kesimler için bir zenginliğin ifadesiydi. Almancı olan ailenin zenginlik statüsüne doğru adım attığı anlamına geliyordu. Tabiî ki böyle bir algının oluşmasının temelinde yatan ülkedeki yoksulluktu. Bu durumda hiç kimse Almancı nın bu birikimleri hangi koşullarda elde ettiği sorusuna yanıt aramıyordu. Çünkü Almancının giyim tarzı, geçmişte sahip olduğu olanaklardan daha fazla olanağa sahip olması tüm bu soruların önünü kesiyordu. Bundan dolayıdır ki küçük ve orta köylü ailelerin bireyleri küçük işletmelere sahip olan kimi kesimler de çalışmak için Almanya yolunu tutmuşlardı. Çünkü Almanya ya gitmekte belli bir kapitali gerektiriyordu. Ve bu kesimler buna sahipti. İlk kuşağın bankalarda kredi alma olanakları olmadığı için Almanya ya giden birçok köylü yukarda ifade ettiğimiz kesimlere borçlanarak veya sahip oldukları mülkleri-hayvanları satarak gidiyorlardı. Burada önemle görülmesi ve kavranması gereken nokta, ister yoksul isterse orta halli veya zanaatçı kesimler olsun, Almanya ya gelen göçmen işçilerin ortak hedefi elde ettikleri birikimlerle ülkelerine geri dönmeleri gerçeğidir. Bu bakış açısı, sahip olunan değer yargıları, göçmenlerin geldikleri ülkelerin halkıyla bütünleşmesinin önündeki en büyük engeldi. Bu yönüyle yapılan şu araştırmalar nesnel olgulara dayanmaktadır: Avrupa ya gelen 7

8 ATİK Program Tartışma Taslakları Broşürü -I- göçmen işçiler geldikleri ülkeleri geçici bir gurbet ve onları çağıran ülkelerde bir gün ülkelerine geri dönecek olan yabancı veya misafir işçiler olarak görmeleridir. Dikkat edilirse bu karşılıklı algılayışta yerleşme, kalıcı hale gelme olgusu yoktur. Peki ne vardır? Olan şu: Kapitalistlerin amacı ucuz iş gücüne duydukları ihtiyacı gidermek, göçmen işçilerin ise, işsizliklerini, yoksulluklarını giderecek iş ve asgari düzeyde bir birikime ulaşmaktır. Bu durum Die Gaste yazarları tarafından şöyle değerlendirilmektedir: Kapitalist ülkeler ilk başta yabancı işçilerin ülkede yerleşmesini değil, iş piyasasındaki duruma göre rotasyon unu planlamışlardı. Bunun sonucu olarak ta yabancı işçilerin ülkedeki ikametleri süresince yerli halk ve işçi sınıfıyla kaynaşmasını, dayanışmasını engelleyecek çeşitli önlemler aldılar. yabancılar yasası gibi özel hukuk düzenlemeleri, çalışma ve oturma haklarının sınırlandırılması ve ülkenin sosyal, kültürel yaşamına katılımın teşvik edilmemesi, bu türden önlemlerdir ( sayı 2. sayfa. 8) Söz konusu gazetenin farklı yazarlarının yaptıkları analizlerin tartışmalarımıza katkı sunacağı düşüncesiyle aktarmalara devam etmek istiyoruz: İşçi göçü olan devletlerin aldığı bu önlemler yerli halka gayet normal geldi. Ve çoğunluk bilinçli ya da bilinçsiz olarak kendi hükümetlerinin göçmen işçileri dışlayan yabancılar politikasına destek verdiler. Yerli halkın yabancı işçilerin geçiciliğine inandırılması, onların yabancılara olumsuz bakmasına yol açtı. Bu yüzden, sosyal ve yasal eşitlik, kültürel kaynaşma ve sınıfsal dayanışma gibi talepler sadece solcu grupların veya ilerici göçmen örgütlerinin talepleri olarak kaldı, yerli halkta pek fazla bir ilgi ve destek bulamadı. Yerli işçi sınıfları da ikinci, üçüncü sınıf yabancı işçilerin varlığının yarattığı olanakların rahatlığına (daha kalifiye işlerde çalışma, daha yüksek ücret alma gibi) ve cazibesine kendilerini kaptırmaktan kurtaramadılar. Yabancı sınıfdaşlarının geçiciliğine inandıkları içinde, ekonomik kriz dönemlerinde işsizlik dalgası kendilerine de ulaşıp rahatları kaçınca, çok basit denklemler kurmaya başladılar. Örneğin makarnacı İtalyanlar sarımsakçı Türkler kapı dışarı edilirse-kendilerinin işsiz kalmayacağı düşüncesine kapıldılar(age.s.8) Kapı dışarı edilme fikri yalnız yerli halklar içinde olan yaygın bir düşünce değildi. Kapitalistler hemen bunun pratik uygulamasına geçmişlerdi. Örneğin 1983 yılında Almanya da geriye dönüş teşvik yasası çıkarılarak işsiz ve yaşlanmış olan yabancılara bir daha gelmemek üzere geri dönüşler için maddi yardımda bulundular. Bununla da kalmayarak çalışma ve oturma haklarında kısıtlanmaya gidildi. Bu pratik adımlar yabancı işçiler misafir statüsü tanımlamalarına uygun adımlardı. Göçmen işçilerin, yerli halklarla kaynaşmaması, sınıfsal eksenli bir dayanışmanın yaratılmaması, öngörülen bu politikaların hayat bulmasını daha da kolaylaştırıyordu. Her şeyden önce göçmenlerin geçici işçi olarak görülmesi hem onlara karşı mesafeli bir duruşa yol açıyordu, hem de kriz ve işsizlik dönemlerinde ilk kurtulunması gereken topluluklar olarak görülmesini sağlıyordu. Nitekim bu yaklaşım süreç içinde yabancı düşmanlığına evrilecek ve yaşanan işsizliğin nedeni emperyalist-kapitalist sistemin krizine değil göçmen işçilerin varlığına bağlanacaktı. Buda kaçınılmaz olarak ırkçı-şoven saldırıların artmasına ve bu eksenli örgütlenmelere giren güçlerin belli bir çevre edinmelerine neden olacaktı. Bu konuya yazının akışı içinde yeniden döneceğiz. Ondan önce göçmenlerin geliş döneminde yerli emekçilerle arasında bir türlü kurulmayan iletişimsizliğin üzerinde durmak istiyoruz. Elbette ki devrimci ve ilerici güçleri bu genel değerlendirmelerin içinde ele alamayız. Tabiî ki bu güçlerin bu yönlü çalışmalarındaki yetersizliklerine ve eksikliklerine vurgu yapamayacağımız anlamına gelmez. Diğer bir anlatımla göçmenler cephesinde bir gettolaşmanın yaratılmasının nedenlerine vurgu yaparken, devrimci ilerici güçlerin bu gettolaşmanın neresinde oldukları ve ortadan kaldırmak için ne tür pratik adımlar attıkları sorusuna, sorularına da yanıt aramalıyız. Ama önce oluşan nesnel tablonun nedenlerine dair yapılan değerlendirmelerden aktarmalar yapmaya devam etmek istiyoruz: Yaşamın sadece konukluk düzeyinde algılanması, doğal olarak göçmenlerin o ülkenin sosyal, kültürel ve politik yaşamına katılmalarını da engelledi. Böylece, yerli halktan kopmuş, kendi benzerleri (memleketlileri) ile geçmişi yapay bir biçimde yaşatarak kesin dönüş yapacakları günü beklemeye başladılar. Bu kesin dönüş umuduna saplanıp kalanlar, göç sürecinin karmaşık sorunlarına yanıt aramaktan kaçtılar ya da sorunları erteleyen, dışa kapalı bir yaşam modeli geliştirdiler. Bu kapalı ya da içe dönük yaşam modelini benimseyip de yerli kültüre açılanların çoğu da gerekli bilgi ve birikimlerden yoksun oldukları için sosyal ve kültürel süreçlerde ve bu süreçleri belirleyen karar organlarında maalesef fazla etkin olamadılar. Bu model özellikle Türkiyelilerde içinden kopup geldikleri ve bir gün geri döneceklerini umdukları ülkelerinin ahlaki, kültürel ve dinsel normlarını, değer yargılarını çok daha tutucu bir biçimde barındıran bir tür sırça köşke benziyordu. Birinci kuşak göçmenler, içinde büyüdükleri toplumun normlarını benimsemeye başlayan yeni kuşakları da bu sırça köşkte yaşamaya zorladılar. (age.s.8) Yukarıdaki anlayış çerçevesinde tartışmaları biraz daha somutlayacak olursak; her şeyden önce göçmen

ATİK Program Tartışma Taslakları Broşürü -Iişçiler ile yerli halk arasında var olan kültürel ve dini farklılıklar, kültürel ve dini anlaşmazlıklara neden oldu. Dil sorunu ana dilde eğitim talebine gereken olumlu yanıtın verilmemesi ve eğitimde fırsat eşitliğinin yaratılmaması, işsizlik olgusundan en çok göçmen işçilerin etkilenmesi ve zor işlerde çalıştırılması vb. nedenler aralarında var olan güvensizliğin daha da derinleşmesine yol açtı. Aralarındaki bu kopukluk var olan içe kapanıklığı körükledi. Yukarda da dikkat çektiğimiz gibi, tüm bu faktörler göçmenleri içe dönük bir yaşama sevk etti. İçe kapalılık geldikleri ülkelerde edindikleri tüm geleneklerin bağnaz bir tarzda korunması anlamına geliyordu. İslami örgütlenmelerin bu denli geniş kitlelere ulaşmasının nedenlerinden biri bu kapalı yaşam tarzının sunduğu imkanların oynamış olduğu roldür. Bu rolü hiç kimse görmezlikten gelemez. Açık olan şu ki; daha çok dini ve feodal değer yargılarıyla harmanlanmış kültürel bir şekilleniş kendi dışında olan herkese kuşkuyla kaygıyla yaklaşır. Kuşku ve kaygıların devamı diğer halklardan uzak durma anlamına geliyordu Bu duruş objektif olarak ırkçı-şoven yaklaşımların gelişmesine, bu yönlü yürütülen karşı propagandaların etkin olmasına hizmet ediyor. Çünkü tanıma eylemi karşılıklı bir iletişimle olur. İletişimin olmadığı bir yerde tanıma ve anlama eylemi de sakatlanır. Nitekim göçmen işçiler içinde kuşaklar değiştikçe, bulundukları ülkenin halkıyla ilişkiler daha da gelişmeye başladı. Dil sorununun çözülmesi, kurulan sosyal ilişkiler, yaşanan kültürel etkilenmeler, günlük yaşam üzerindeki etkileri de kaçınılmaz hale getirdi. Hiç şüphesiz bu değişime en çok itiraz edenler içe kapanık yaşam tarzına hapsedilmiş, ahlaki, dini ve kültürel değerleriyle yaşamayı vazgeçilmez bir hayat tarzı olarak gören aile büyükleri ve eski kuşağın temsilcileridir. İşte kuşak çatışması tamda burada başladı. Kuşak çatışmasını eski ile yeni arasında bir çatışma olarak görmek yanlıştır. Kuşak çatışmasının temelinde yatan, eski gelenekleriyle yaşamak isteyen kuşak ile buna uyum sağlamayan yeni kuşaklar arasındaki bir çatışmaydı. Yeni kuşak yaşadığı ülkenin yerli halkıyla daha iç içe ve geleceğini bulunduğu bu zemin üzerinde ararken, eski kuşak tüm bunlara itiraz ediyordu. Bu durumu değerlerine yabancılaşma olarak algılıyordu. Diğer bir ifadeyle koşullardan soyutlanmış, herkesi olduğu gibi görme yerine kendisi gibi görme ve kendisi gibi algılamayı dayatan bir yaklaşım söz konusuydu. Buda çatışmaları ve kopuşları beraberinde getirdi. Özellikle kapitalizmin özgürlük adı altında şekillendirdiği bencil bireyci yaşam tarzı, yeni kuşaklara daha cazip geliyordu. Bunun en büyük nedenlerinden biri geleneksel aile yapısı içinde baskılanmış bir yaşam tarzının yarattığı ortamdı. Bu ortama tepki özellikle gençliği bir arayışa, yaşadığı toplumun bir parçası olma pratiğine sevk ediyordu. Bu kendi içinde anlaşılır bir durumdu. Şöyle ki sınıf bilincinden yoksunluk, toplumsal sorunlara karşı duyarsızlık burjuva bireyciliğini körükler. Okulda, işyerinde görsel medyada bu düşünüş tarzıyla şekillenen bir gençliğin, geleneksel bir aile ortamına uyum sağlaması veya ileri düzeyde sorumluluk alması oldukça zordur. İnsanlar nasıl düşünürse öyle yaşar. Özgürlüğü emek mücadelesinde, ezilenlerin kurtuluş mücadelesinde bir damla olma zemininde değil, bireysel maddi değerlerde ve eğlenmede arayanların böyle bir yaşamın olduğu ortamlarda kendilerini bulmaları gayet anlaşılır bir şeydir. Özet olarak eski kuşak ile yeni kuşaklar arasında değişen düşünüş tarzı, özlem ve istem farklılığı karşılıklı bir çatışmanın zeminini yarattı. Bu çatışmanın doğru bir zeminde yükselmediği kesindir. Yani geleneksel değer yargıları ve yaşam tarzıyla burjuva yaşam tarzından beslenen bireyci yaşam arasındaki mücadelede ortaya her halükarda olumlu sonuçlar çıkmayacağı kesindir. Ve yaşanan da budur. Bu yaşamın ortaya çıkardığı diğer bir olguysa, ikinci yolu seçenlerin ortak geleceklerini her bakımdan bulundukları ülkelerde aradıkları gerçeğidir. Tüm yatırımları, geleceğe dönük planları bu eksende odaklanmıştır. Tabiî ki bu geldikleri ülkelerle her yönüyle bağlantılarının koptuğu anlamına gelmez. En azından belli kesimler için bu çok açık ve net olan bir olgudur. Net olan diğer bir olguysa, yeni kuşaklar ailelerinin mensup oldukları halkın ulusal, dinsel, kültürel kimlikleri ile bulundukları ülkelerin değer yargıları ve yaşam tarzı arasında sıkışmış olmalarıdır. Bu durum gençliğin belli bir kesiminin ulusal ve dinsel kimliklerde odaklanmasına vesile olurken kimi kesimlerde ise, ailelerinden bir kopuşa neden olmaktadır. Bulundukları ülkelerdeki gençliğin yaşam tarzına uygun bir yaşam tercih edilmektedir. Hiç şüphesiz yeni genç kuşaklar düşünsel planda akan bir nehir gibidirler. Yani sürekli bir arayış içindeler. Bu arayış onların her zaman olumlu bir çizgiye, olumlu bir rotaya ulaşmalarını sağlamıyor. Özetle, feodal dini değer yargılarıyla harmanlanmış bir düşünüş tarzının alternatifi ezilenlerin sorunlarına yabancılaşmış burjuva bireyciliği değildir. Ama ne yazık ki son yıllarda emekçi gençliğin birliğine değil, onun parçalı duruşuna, gerici zeminlerde kümelenmesine neden olan gelişmelere daha çok tanık olmaktayız. Şöyle ki; ırkçı, milliyetçi ve İslamcı akımlar gençliği yaşadıkları toplumun gerçek sorunlarından uzaklaştıran, kendi gerici ve dar milliyetçi koridorlarına hapseden bir yönelimde oldukça mesafe almış durumdalar. Buda dinsel ve ulusal temelde karşılıklı olarak önyargıların, güvensizliklerin daha da derinleşmesine neden olmaktadır. Gençliğin bu olumsuz düşünüş tarzlarının etkisinden kurtulmadığı müddetçe ortak sorunları etrafında birleşerek mücadele etmesi düşünülemez. 9