Akademik Sosyal Araştırmalar Dergisi, Yıl: 5, Sayı: 63, Aralık 2017, s

Benzer belgeler
tyayin.com fb.com/tkitap

İsmi Tafdil. Alimde olan hilimden (yumuşaklıktan) daha güzel bir hilm hiçbir kimsede olmamıştır. Bu misalde ل الك ح lafzı, ismi tafdil olan

Ebu l-hasan Muhammed b. Abdillah el-varrâk, İlelü n-nahv, thk. Mahmud Muhammed Mahmud Nassâr, Beyrut: Dâru l- Kutubi l-ilmiyye, 2002.

KUR AN-I KERİM II Yrd. Doç. Dr. Remzi ATEŞYÜREK

KUR AN-I KERİM II Yrd. Doç. Dr. Remzi ATEŞYÜREK

İsmi Muzâf. 2.Muzaf, Muzafun ileyh kelimeleri umumilik ve hususilik konusunda eşit olmamalıdır.

رويدا تراك. Ma nel Fiil. 1-İsim Fiiller. Günah işleyen Allahu Subhanehu ve Tela dan uzak oldu. Günahı terk et! Dünyada rahatlık hasıl olmadı.

Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam Hukuk Usulü II

İsimleri okumaya başlarken- و ب س ي د ن ا - eklenmesi ve sonunda ع ن ه ر ض ي okunması en doğrusu.

Murat eğitim kurumları. Arapça 4 konu 2. İsim ve fiil cümlelerinde olumsuzluk (nefy)

ARAPÇADA İSİMLER. Sonu ref ile biten sözcüğe ref edilmiş anlamında merfû adı verilir. Ref alametleri:

أتي E-t-y. Gelmek, ulaşmak, varmak, yapmak, etmek, işlemek

Melek BOZDOĞAN Murat BOZDOĞAN

MERYEM SURESİNDEKİ MUKATTAA HARFLERİ كهيعص

5. Ünite 1, sayfa 17, son satır

HURUF-İ MUKATTAA MUKATTA HARFLERİNİN TECVİT TAHLİLLERİ

İmam Tirmizi nin. Sıfatlar Hususundaki Mezhebi


ALİMLERİN TAKLİDİ YEREN SÖZLERİ KİMLERE HİTAP ETMEKTEDİR?

şeyh Muhammed Salih el-muneccid

Fatiha süresi-dil Yönünden İnceleme

KUR AN HARFLERİNİN MAHREÇLERİ (ÇIKIŞ YERLERİ)

الصيام برؤية واحدة اسم املؤلف حممد بن صالح العثيمني

Avamil ve İzhar Kitaplarının konusu üç şeydir.

şeyh Muhammed Salih el-muneccid

40 HADİS YARIŞMASI DİKKAT 47'DEN 55'E KADAR Kİ HADİSLERİN ARAPÇA METİNLERİ DÜZELTİLMİŞTİR. SINIFI 5-6,7-8 1-) 9-10,11-12 SINIFI 5-6,7-8 2-) 9-10

İSİMLER VE EL TAKISI

ŞABAN'IN 30. GECESİ HİLAL GÖRÜLMEDİĞİ ZAMAN (NE YAPILIR?)

Arapça Dersleri-17: Mezîd Fiiller - İlyas Uçar - Ebû Rudeyha - Evvâh - Kişisel Bilgi Sitesi

(Dersini sabah namazından sonra yapmanı tavsiye etmekle birlikte, sana uygun olan en münasip bir vakitte de yapmanda bir sakınca yoktur.

BAZI AYETLER ÜZERİNE KÜÇÜK Bİ R TEFEKKÜR ( IV)

Lazım Fiil gitmek , zehebe zehebe Ben gittim Lazım fiili müteaddi yapmak mefulu bih harfı cer zehebe zeydi müteaddi geçişli

audio emsile dersleri

ه: د ع ل ض ب او ت ن ل ه ب م ذ ت خ أ إن ا م م كي ف ت ر ك ت د ق ي فإ ن يت للا س ن و با ك ت

Kolay Yolla Kur an ı Anlama

ON EMİR الوصايا لعرش

{socialsharing} KENDİ KENDİME OSMANLICA ÖĞRENİYORUM OSMANLICA DERSLERİ-I. Osmanlıca alfabesi: كعك Osmanlıca Harfler ب ب ب ب

Med Yapmanın Hükümleri

Değerli Kardeşim, Kur an ve Sünnet İslam dininin iki temel kaynağıdır. Rabbimiz in buyruklarını ve Efendimiz (s.a.v.) in mübarek sünnetini bilmek tüm

Kolay Yolla Kur an ı Anlama

ARAP DİLİ GRAMERİNİN ORTAYA ÇIKIŞI VE GELİ- ŞİMİNDE DİNİN RÖLÜ

İNSAN ALLAHIN HALİFESİ Mİ? (HALEF- SELEF OLAYI) Allah Teâlâ şöyle buyurur:

AÖF İLAHİYAT ÖNLİSANS PROGRAMI 1. KİTAP ÜNİTE 1. Okuma Parçası. Tercüme

İBRAHİM MUSTAFA NIN NAHİV İLMİNİN ISLAHINA DAİR GÖRÜŞLERİ *

Gizlemek. أ Helak etmek, yok etmek أ. Affetmek. Açıklamak. ا ر اد Sahip olmak, malik olmak. Đstemek,irade etmek. Seçme Metnler 25

Başörtüsünün üzerini mesh etmede aranan şartlar. Muhammed Salih el-muneccid

Okul Öncesi İçin DUÂLAR SÛRELER. Melek BOZDOĞAN Murat BOZDOĞAN

marife dini araştırmalar dergisi Turkish Journal of Religious Studies yıl / year: 12 sayı / issue: 1 bahar / spring 2012

KIRKLARELİ ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ ZORUNLU ARAPÇA HAZIRLIK NORMAL ÖĞRETİM DERS PLANI VE İÇERİKLERİ ( Akademik Yılı)

The Position of Ibn Hişam el-ensari Who is From The Muvelledin Poet And His Situation in Revealing Witness

Fatiha Suresi'nin Tefsiri ve Faydaları

BİRKAÇ AYETİN TEFSİRİ

فضل صالة الرتاويح اسم املؤلف حممد صالح املنجد

İNSANLARA İLİM ÖĞRETMENİN VE ONLARI İYİLİĞE DÂVET ETMENİN FAZÎLETİ. Râşid b. Hüseyin el-abdulkerim. Terceme : Muhammed Şahin Tetkik : Ali Rıza Şahin

HADİS II DERSİ EZBER HADİSLER

ARAPÇA DA FİİLLERİNİN YERİNE MANSUB OLARAK KULLANILAN MASTARLAR

Kur'an'da Kadının Örtüsü Meselesi - İlyas Uçar - Ebû Rudeyha - Evvâh - Kişisel Bilgi Sitesi

ARAPÇA-III KISA ÖZET KOLAYAOF

Durûs Kitabı 1. Cilt Gramer Kuralları. Üç Hareke

ARAPÇADA İLLETİN YERİ, KABULÜ VE REDDİ KONUSUNDA GRAMER ÂLİMLERİNİN İLLETE YAKLAŞIMI

Borçlunun sadaka vermesinin hükmü

Lisans Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Y. Lisans S. Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler /Temel İslam Bilimleri/Hadis 1998

DUALAR DUANIN ÖNEMİ Dua

Altı aylık iken anne karnından düşen ceninin cenaze namazını kılmanın hükmü

Öğretim İlke ve Yöntemleri 1

HADİS USULU. Yazar : Ömer b. Muhammed b. Fettuh ed-dımaşki Beykuni

SELÂMIN ŞEKLİ. Râşid b. Hüseyin el-abdulkerim. Terceme : Muhammed Şahin Tetkik : Ali Rıza Şahin

REFERANS AYET: HİCR 87

Kur an ın, şerî meseleleri ders verirken aynı anda tevhid dersi vermesi hakkında izahta bulunabilir misiniz?

Question. Neden Hz İsa Ruhullah (Allah ın ruhu) olarak adlandırılmıştır? Yüce Allah ın kendi ruhundan. Peygamberi Âdem e üflemesinin manası nedir?

AKADEMİK ÖZGEÇMİŞ YAYIN LİSTESİ. : Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi Telefon : (0212) : abulut@fsm.edu.tr

KUREYŞ SÛRESİ Nuzul 21 / Mushaf 106

ی س ر و لا ت ع س ر ر ب ت م م ب ال خ ی ر

MEZHEPLERDEN BİRİNE UYMANIN ÖLÇÜSÜ NEDİR?

Birinci İtiraz: Cevap:

KUR AN TİLÂVETİNDE MÜKEMMELLİK/ HİLYETÜ T-TİLÂVE Fİ TECVÎDİ L-KUR ANİ L-KERÎM

Ders Adı Kodu Yarıyılı T+U Saati Ulusal Kredisi AKTS MESLEKİ Y.DİL DKB

OKU TEFEKKÜR ET TEFEKKÜR ET OKU

Kar veya yağmur sebebiyle Cuma namazını terk etmenin hükmü. Muhammed b. Salih el-useymîn. Terceme: Muhammed Şahin Tetkik : Ali Rıza Şahin

118. SOHBET Kadir Suresi SÛRE VE MEÂLİ:

Konuya giriş için Arap Dili nde " ال " nin kullanıldığı yerleri hatırlayalım:

Namazlardan sonra yapılan duâ ve zikirleri, sünneti edâ ettikten sonraya ertelemenin hükmü

şeyh Muhammed Salih el-muneccid

İSMİNİ NASB HABERİNİ REF EDEN HARFLER

İBNU L-VARRÂK VE NAHVİN İLLETLERİNE BAKIŞI

Bayram hutbesi nasıl okunur? - İlyas Uçar - Ebû Rudeyha - Evvâh - Kişisel Bilgi Sitesi

Ders Adı Kodu Yarıyılı T+U Saati Ulusal Kredisi AKTS ARAPÇA I DKB

Bid'at münasebetlerde verilen ödüllerin hükmü

BASRA VE KÛFE ARAP DİLİ EKOLLERİNİN ÂMİLLER ÖZELİNDE İHTİLAFLARI

Toplu halde duâ etmenin hükmü

Kur an şöyle buyurmaktadır: Gökyüzünü de korunmuş bir tavan yaptık. Onlar ise oradaki,

ATLAS INTERNATIONAL REFERRED JOURNAL ON SOCIAL SCIENCES ISSN: X

KUR AN-I KERİM I. Prof. Dr. Yaşar KURT

Harflerin Mahreçleri

Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- nurdan mı yaratılmıştır? İlmî Araştırmalar ve Fetvâ Dâimî Komitesi

Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam Hukuk Usulü II

Allah Teâlâ ya hamd eder, Hz. Muhammed (Sallalahu Aleyhi ve Sellem) e, âl ve ashabına selam ederiz.

Hâmile kadın için haccın hükmü

حديث توسل آدم نليب وتفس : {وابتغوا يله الوسيلة} şeyh Muhammed Salih el-muneccid

Haccı mı edâ etmesi yoksa oğlunu mu evlendirmesi gerekir?

Transkript:

Akademik Sosyal Araştırmalar Dergisi, Yıl: 5, Sayı: 63, Aralık 2017, s. 577-589 Yayın Geliş Tarihi / Article Arrival Date Yayınlanma Tarihi / The Publication Date 21.11.2017 25.12.2017 Arş. Gör.Ayşe MEYDANOĞLU Fırat Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, ameydanoglu@firat.edu.tr DİLCİLERİN İLLET ALGILARINA DAİR ELEŞTİREL BİR YAKLAŞIM Bu çalışmada, dilcilerin illet algıları eleştirel bir bakış açısıyla ele alınmıştır. Bu bağlamda Halil b. Ahmed den Suyûtî ye kadar t alîl olgusu ve dilcilerin illet algısı, kronolojik sıraya göre değerlendirilmiştir. Onların, nahvî kâideleri gerekçelendirmek için kullanılan illetleri çeşitli isimlerle adlandırdıkları ve sınıflandırdıkları görülmektedir. Yaptıkları taksimat ve t alîl olayına yaklaşımları farklı olmakla birlikte, dilsel kâidelerin arka planındaki hikmeti tespit amacıyla yaptıkları her illetlendirmenin sübjektif olduğu müşahede edilmektedir. Genel olarak dilciler, felsefe ve mantık ilminin de etkisiyle eserlerinde nahvî kâidelerin illetlendirilmesine oldukça rağbet etmişlerdir. Onlar bir kâidenin sadece illetini tespitle yetinmemişler, illetin illeti, illetin illetinin illeti konusunda da yorumlar yapmışlardır. Ancak bu yorumların nahiv eserlerinin hacmini büyük oranda büyütmesi hem nahiv ilmin zor bir ilim olarak algılanmasına hem de ele alınan konunun özünden uzaklaşmaya sebep olmuştur. Nitekim İbn Cinnî, illetlendirme konusunda, dilcilerin bazı aşırılıklarına dikkat çekmiş; Zeccâcî ise illet konusunu anlatırken kullanmış olduğu bilge adam metaforuyla, dilcilerin illetlendirmelerinin tevilden ibaret olduğunu ifade etmiştir. Konu hakkında en marjinal görüşe sahip olan İbn Medâ sadece illet hakkında değil, genel olarak nahiv ilmine yaklaşımları açısından dilcileri eleştirmiş ve nahvîn, onlar tarafından anlaşılmaz ve içinden çıkılmaz bir hal aldığını savunmuştur. Öz Anahtar kelimeler: Nahiv ilmi, Dilciler, T alîl, İllet, İlletin illeti.

A CRITICAL APPROACH IN CONSIDERANCE WITH THE CAUSE COMPREHENSION OF LINGUISTS Abstract A critical approach in considerance with the cause comprehension of linguists has been discussed in this study. The phenomenon deduction (t alil) and the cause comprehension of linguists has been assessed concordantly in a chronologic order from al-khalil b. Ahmad till Suyûtî. It has been observed that they have intitled the causes - which have been used to provide justification for the nahvî pedestals- with various names, and that they have classişfied them. It s also been observed that although their classification, and their approach to the deduction (t alil) were different, each causal explanation which was made with the aim to determine the background aphorism was subjective. Linguists generally quite demand to make causal explanations for the nahvî pedestals in their works, either with the influence of philosophy and logic. They weren t contented with solely the determination of the cause of a pedestal, they ve also speculated on the cause of the cause, and the cause of the cause of the cause. However, the speculations resulted in the substantially increase of the volume of the nahiv ( syntax) works, and caused both the comprehension that nahiv is a difficult discipline, and the digress of the matter in hand. Hence, İbn Cinnî has remarked some extremities of linguists regarding causal explanations; Zejjâjî has expressed with the wise man metaphore he has used while explaining cause, that the causal explanations of linguists are nothing more than gloss (tevil). The most marginal opinion about the matter belongs to İbn Medâ, who has critisized the linguists not only about cause, but in general about their approach to syntax ( nahiv), and argued that the syntax wasn t comprehended by them and that it was goofed up. 578 Keywords: nahiv (syntax), linguists, t alil (deduction), Cause, the cause of the cause. Giriş İnsan doğası gereği çevresini sarlamayan olguların arka planını düşünerek onların oluşum, gelişim ve birbirleriyle olan ilişkilerini nedensel bir bağ içinde açıklamaya çalışmaktadır. Arap dilbilimcileri de Arapça ya ilişkin kaideleri tespit ederken kelime ve kelamın ifadede yer alışıyla ilgili bazı illetler/nedenler arayışı içine girmişlerdir. İnsanın tabiatının yanı sıra dilbilimcileri, dilsel kâideleri illetlendirmeye sevk eden üç etkenden bahsedilmektedir: Birincisi, özellikle Abbasi döneminde gerçekleşen tercüme faaliyetleri sonucunca onların Yunan felsefesi ve Hint hikmeti hakkında bilgi sahibi olmaları ve felsefe ve mantık ilimlerinden etkilenmeleridir. Bu bilgi ve etkilenmenin sonucu olarak dilciler, Arapça metinlerdeki hikmeti aramaya; ondaki terkip, müfredat ve seslerdeki sırrı keşfetmeye çalışmışlardır. 1 1 İbn Medâ, Ebu l-abbâs Ahmed b. Abdirrahman el-lehemî el-kurtûbî, er-red ale n-nuhât, thk. Muhammed İbrahim el-bennâ, Dâru l-i tisâm, I. Baskı, yrs., 1399/ 1978, s. 35; Mustafa, İbrahim, İhyau n-nahv, Müessesetu Hendâvî, Kahire, 2014, s. 33.

İkinci sebep ise dilin tabiatından kaynaklanmaktadır. Bilindiği üzere dilsel veriler, ancak ilerleme ve gelişme yolunda belirli bir mesafe kat ettikten ve insan zihni tarafından uzunca bir müddet yorumlandıktan sonra dilcilerin çalışmalarına konu olmuştur. Halil b. Ahmed (v. 175/ 791) dildeki bu ilerleme ve gelişmeyi yorumlarken onu, tertib ve kısımları karşısında insanın hayrete düştüğü sağlam bir binaya benzetmiştir. Sonra o, bu binanın şekli ve nizamındaki hikmeti arayan insan gibi, dildeki sırları aramaya koyulmuştur. Bir yandan dilcilerin, dilin tarihi safhalarına vakıf olmamaları, öte yandan dilsel verilere lahn olgusunun dâhil olmasıyla bu verilere olan güvenin ortadan kalkması onların, dilin esrarına vakıf olmak için nazarî yöntemlere başvurmalarına neden olmuştur. Böylece onlar, dilin tarihsel süreciyle ilgili bazı malûmâtlara sahip olmuşlardır. 2 Üçüncü gerekçe ise önde gelen dilcilerin, Kur ân-ı Kerim in dili olması sebebiyle, dilleri olan Arapçayla övünmeleridir. İleriki aşamalarda onların, bu davranışlarını devam ettirdikleri ve dilin esrarını araştırma ve incelemeye daha fazla önem verdikleri görülmüştür. Hatta onlar, birçok sebep ve gerekçesi bulunan dilsel olguların tamamına dört elle sarılmışlar ve nihaî noktada dili oldukça kutsamışlardır. 3 Bu arada dilcilerin dilsel kaidelerin hakikatlerinin araştırılması ve ondaki hikmeti bulma yolundaki çaba ve gayretlerini takdirle karşılamak gerekir. Zira onların, dilsel olguları bilme ve dili kayıt altına alma konusundaki ihlaslı çalışmalarını görmemek mümkün değildir. Ancak belki de eleştirilmesi gereken nokta, onların her dilsel olgunun gerekçelendirilmesi gerektiği yönündeki inançlarıdır. 4 1.İlletin Değeri Halil b. Ahmed in, Sizden birinin zihninde, nahvî illetler konusunda m alûl için benim sunduğumdan daha uygun bir illet belirirse, onu getirsin şeklindeki ifadesinin, t alîl olgusunun Arap dilbilimcileri tarafından kabul edilme sebebi olarak düşünülmektedir. Onun bu sözleri, illet hakkında söylediklerinin bir bakış açısından öteye gitmediği şeklinde yorumlanmıştır. Çünkü ilmi düşünce sübjektif değil objektiftir ve ferdi değil toplu düşünceye dayanır. Yani yetkin bir ilmi grubun onayından geçmişse kabul edilir. Aksi halde reddedilir. 5 Ne var ki dilcilerin illet hakkında söylediklerine bakılırsa t alîl olayı, objektiflik ve bir topluluğun zihinsel çalışmalarının ürünü olma özelliklerine tam anlamıyla sahip değildir. Bununla birlikte nahivcilerin bazı illetlerinde bu vasıfların olduğu görülmektedir. Bu sebeple insanların bu gerekçelendirmeleri makul karşılamaları yadsınacak bir durum değildir. İbn Cinnî (v. 392/ 1002), el-hasâis adlı eserinde bu konuya bir bab açarak burada, nahivcilerin tüm illetlendirmelerinin reddedilemeyeceği konusuna dikkat çekmiştir. Müellif, nahvî illetlerin, fıkhî illetlerden ziyade kelâmî illetlere daha yakın olduğunu belirtmiş ve şöyle demiştir: Çünkü kelamcılar, hisleriyle öngörüde bulunurlar ve durumun ağırlaşması ya da kişiye ağır gelme gibi illetlerle ihticâc ederler. 6 İbn Cinnî, dilcilerin de bu gibi gerekçelerle ihticâc ettiklerini çeşitli örneklerle açıklar. Mesela, Zeccâc dan (v. 311/ 923) aktarımda bulunarak fâilin ref, mefûlün nasp olması mesele- 579 2 İbn Medâ, er-red, s. 36. Nahvî illetler konusundaki günümüz çalışmaları hakkında geniş bilgi için bkz. Enes Erdim, Arap dili gramer metodolojisi, Tez-Mer Yay., Kayseri, 2015; Mehmet Cevat Ergin, Arap Dilinde Nahiv İlletleri Üzerine Marife, Yıl: 9, sy. 1 (2009); Rıfat Resul Sevinç, Arapçada İlletin Yeri, Kabulü ve Reddi Konusunda Gramer Âlimlerinin İllete Yaklaşımı, EKEV Akademi Dergisi, Yıl: 19, sy. 61 (Kış 2015); Mensur Teyfurov, İbnu l-varrâk ve Nahvin İlletlerine Bakışı Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, sy. 2 (2013): 22. 3 İbn Medâ, er-red, s. 36. 4 İbn Medâ, er-red, s. 36. 5 İbn Meda, er-red, s. 37.

sinde söyle der: Ebû İshâk (yani Zeccâc), fâilin ref, mefûlün nasp olması konusunda şöyle dedi: Bu, fâil ile mefûlü birbirinden ayırt etmek için yapıldı. Sonra kendi kendine dedi ki: Tam tersi yapılsaydı yine aralarında fark olmaz mıydı? denilse, şöyle cevap verilir: Dilcilerin yaptığı daha ön görülü bir davranıştır. Çünkü fiil ancak bir fâil alır. Bununla birlikte birden fazla mefûl alabilir. Az olması sebebiyle fâili ref eder. Fazla olduğu için de mefûlü nasp eder. Bu ameliye ile yapılmak istenen, ağır olanı dilde azaltmak, hafif olanı ise çoğaltmaktır. 7 Dolayısıyla harekelerin en ağırı olan damme, az olan fâile, en hafifi olan fetha ise Arap dilinde birden çok türü olan mefûle verilerek bir denge sağlanmaya çalışılmıştır. 2. Önemli Arap Dilcilerin İllet Olgusuna Yaklaşımları Arap dilinin grameri genel çerçevesiyle oluşturulduktan sonra dilcilerin gerek kelimelerin cümle içerisinde kullanımları gerekse bağımsız olarak onların yapıları üzerinde fikir yürüttüklerini, kelimelerin arka planları üzerinde düşündüklerini müşahede ediyoruz. Bütün bunlara bağlı olarak ilk dilcilerden itibaren bazı illet tasavvurlarının oluştuğu görüyoruz. 8 Biz burada bu konuda önemli katkıları olmuş bazı dilcilerin konuyla ilgili yaklaşımlarına yer vereceğiz. 2.1.İbn Cinnî de İllet Algısı İbn Cinnî nin, dilciler tarafından ileri sürülen illetlerin bir kısmını akla uygun diğer bir kısmını da zorlama yorumlar olarak değerlendirmesinden olsa gerek nahvî illetleri iki kısma ayırdığı görülmektedir. Birincisi kaçınılmaz/ zorunlu illetlerdir. ضورب ve قراطيس kelimelerinde olduğu gibi kendisinden önce damme bulunan elif in vav a dönüşmesi ya da önceki harekenin kesra olması durumunda elif in ya ya dönüşmesi buna örnektir. 9 İbn Cinnî, illetlerin çoğunun icâb/ zorunluluk üzere bina edildiğini belirtir ve cümlede ikincil öğe olarak nitelenen mefûl, müsennâ, hâl v.b konumda olan kelimelerin nasp olması; mübteda, haber ve fâilin ref olması; muzâfun ileyhin cer olması gibi durumlarda illetlerin mûcibe/ zorunlu illetler olduğunu ifade etmiştir. Ona göre Arap dilinin bu ifadelerle gelmiş olması, illetlerdeki zorunluluğun gerekçesidir. 10 Görüldüğü üzere İbn Cinnî, zorunlu illetleri örneklendirirken savtî/ sesle ilgili örnekler vermiş ve kişiyi hisle illetlendirmeye yöneltmiştir. Ona göre nahivde bazı illetler, zorunlu illetlere girer ve onları reddetmek mümkün değildir. Dilcilerin, zamirlerin ve lam-ı ta rif ile marife olmuş ifadelerin tenvin almamaları konusunda yaptıkları illetlendirmeler bu grupta değerlendirilebilir. Onların bu konuda yaptıkları illetlendirme şu şekildedir: Tenvin, kelimenin muzâf olmamasına delâlet eder. Bu kelimeler zatları itibariyle marife oldukları için onlarda izafe tasavvur edilemez. 11 İkinci kısım illetler ise reddedilebilir ve kabul zorunluluğu yoktur. İbn Cinnî ye göre bunlar hakikatte sebeptirler ancak zorunluluk ifade etmezler. ميزان kelimesinde olduğu gibi vav ın ya ya dönüşmesi ya da موسر kelimesindeki gibi ya nın vav a dönüşmesinde illetler eleştirilebilir. Bular, elif in vav ya da ya ya dönüşmesi gibi kabul edilmez. 12 İmâleyi gerektiren altı sebep de bu gruba örnek verilebilir. Bu sebepler cevaz illeti olarak kabul edilir, vücûp illeti olarak görülemez. Zira yeryüzünde hiçbir gerekçe imâleyi zorunlu olarak gerektiren sebepler arasında değerlendirilemez. Dolayısıyla bu altı sebepten herhangi birinin 580 6 İbn Cinnî, Ebû l-feth Osmân, el-hasâis, thk. Muhammed Ali en-neccâr, el-mektebetu l- ilmiyye, 1371/ 1952, I/ 48. 7 İbn Cinnî, el-hasâis, s. I/ 49. 8 Erdim, Enes, Arap dili gramer metodolojisi, Tez-Mer Yay., Kayseri, 2015, s. 275 vd. 9 İbn Cinnî, el-hasâis, I/ 145. 10 İbn Cinnî, el-hasâis, I/ 164. 11 İbn Meda, er-red, s. 38. 12 İbn Cinnî, el-hasâis, I/ 164.

bulunduğu bir ifade imâle yapılmadan okunabilir. Bu da imâlede bulunan illetin vücûp değil cevaz illeti olduğunu gösterir. 13 Müellife göre iki veya daha fazla irâba muhtemel olan konumlardaki illetler de cevaz illetleridir. Mesela marife bir kelimeden sonra gelen nekre kelime hem bedel hem de hâl olmaya müsâittir. Bu bağlamda م ر ر ت ب ز ي د ر ج ل ص ال ح denebildiği gibi م ر ر ت ب ز ي د ر ج ا ل ص ال احا de denebilir. Dolayısıyla buradaki illet vücûp değil cevaz illetidir. 14 Suyûtî (v. 911/ 1505), İbn Cinnî nin bu açıklamalarıyla illet ile sebep arasındaki farkın anlaşıldığını, mûcip/ zorunlu olanın illet olarak isimlendirildiğini, mucevviz/ caiz görülenin ise sebep olarak adlandırıldığını belirtmektedir. 15 İbn Cinnî nin, kitabında illet ve illetin illeti ile alakalı müstakil bir başlık açtığını ve bu iki kavramın mahiyetiyle alakalı tanımlama yaparken fâilin neden ref olduğu örneklemi üzerinden- Ebû Bekr İbn Serrâc ın (v. 316/ 929) şu ifadelerini naklettiğini görüyoruz: Bize fâilin ref olma illeti hakkında sorulursa deriz ki, fiili sebebiyle ref olmuştur. Şayet fâil neden merfu olmuştur denirse, bu soru illletin illetini bulmaya yöneliktir. 16 İbn Cinnî, İbn Serrâc ın (v. 316/ 929) illletin illeti olarak nitelediği şeyin lafzi bir mecazdan ibaret olduğu, aslında onun illetin açıklaması, tefsiri ve tamamlayıcısı olduğu kanaatindedir. Ona göre illetin illeti hakkında yaptığımız açıklamaları illet için yapıp, tek cevapla hem illeti hem de illetin illetini zikretmek mümkündür. Bu bağlamda müellif, fâil neden merfu olmuştur sorusuna fiili sebebiyle merfu olmuştur demektense, fiil, kendisine isnad edildiği için merfu olmuştur demenin daha uygun olduğunu belirtmektedir. Yine o, ال ق و م اال ز ي داا /قام Zeyd hariç, topluluk geldi, ifadesinde Zeyd in neden mansup olduğu sorusuna çünkü o müstesnâdır dedikten sonra, müstesnâ niçin mansup kılınmıştır? diye sorulması üzerine, çünkü o cümlede bir fazlalıktır/ikincil öğedir denmesini örnek verir. İbn Cinnî ye göre bu şekilde iki aşamalı cevap yerine bir defada Zeyd hariç topluluk geldi ifadesinde Zeyd kelimesi, ikincil öğe olduğu için mansuptur demek daha doğrudur. Çünkü soruyu soranın asıl öğrenmek istediği şey, Zeyd in müstesnâ olması değil, bu kelimenin neden mansup olduğudur. 17 Böylece müellif, illetin illeti olarak nitelenen gerekçelendirmelerin, aslında illetin bir tamamlayıcısı ve tefsiri olduğu kanaatindedir. Dilcilerin illetlendirme konusunda, kendilerinin de garip olarak tanımladıkları diğer bir konu illetin devri meselesidir. İbn Cinnî el-hasâis inde bu meseleye dair bir başlık açmış, Suyûtî ise ondan aktarımda bulunarak bu soruna değinmiştir. İbn Cinnî, Müberred in (v. 285/ fiilinin lame l-harfi nin sakin ve fiile ilave edilen zamirin harekeli olmasını söyle ض ر ب ت 898) gerekçelendirdiğini aktarır: ض ر ب ت fiilinin lame l-harfi nin sakin olma sebebi, kendisinden sonraki zamirin harekeli olmasıdır. Çünkü dört hareke yan yana gelmez. Zamir ise kendisinden öncesinin sakin olmasından dolayı harekelenmiştir. Böylece iki illet bir diğeri ile gerekçelendirilerek kısır döngü haline getirilmiştir. İbn Cinnî ye göre bu tür gerekçelendirmeler çirkindir. Çünkü bir şey kendisinin illeti olamaz. 18 581 13 İbn Cinnî, el-hasâis, I/ 164. 14 İbn Cinnî, el-hasâis, I/ 165. 15 Suyûtî, Celâluddîn Abdurrahmân b. Kemâl Ebi Bekr b. Muhammed es-suyûtî, el-iktirâh fi usûli n-nahv, thk. Abdulhakîm Atiyye, Dâru l Beyrûtî, II. Baskı, Dimeşk, 1427/ 2006, s. 102. 16 İbn Cinnî, el-hasâis, I/ 173. 17 İbn Cinnî, el-hasâis, I/ 173-174. 18 İbn Cinnî, el-hasâis, I/ 183-184; Suyûtî, el-iktirâh, s. 102.

2.2. Zeccâcî de İllet Algısı Zeccâcî nahvî illetlendirmelerin zorunluluk ifade etmediğini, bunların tümünün içtihat ve kıyâstan ibaret olduğunu vurgular. Akabinde müellif, nahvî illetleri üç kısma ayırır. Bunlar talimî, kıyâsî ve nazarî-cedelî illetlerdir. 19 Talimî illetler, Arap kelamının öğrenilmesine vesile olan illetlerdir. Şöyle ki bizlerin tüm Arap kelamını işitme imkânımız yoktur. Bu sözlerden bazılarını işitir ve benzer olanları işittiklerimize kıyâs ederiz. Mesela ق ام ز ي د ف ه و ق ائ م ve ر ك ب ق و م ف ه و ر اك ب ifadelerini duyarak ism-i fâilleri öğreniriz. Sonra biz de buna benzer olarak ذ ه ب ف ه و ذ اه ب ve أك ل ف ه و آك ل örneklerindeki gibi ismi fâil türetiriz. Zeccâcî illetlerden bazılarının bu gruba girdiğini belirterek şu örnekleri verir: Mesela إن ز ي داا ق ائ م ifadesinde زيد kelimesinin neden nasp olduğu sorulursa إن sebebiyle nasp olmuştur. Çünkü o, ismini nasp haberini ref eder. Biz bu şekilde öğrendik ve böyle öğretiyoruz denir. Ayrıca ق ام ز ي د ifadesinde Zeyd neden merfudur denirse, Çünkü o fâildir. Fiili kendisiyle iştigâl etmiş ve onu ref etmiştir denir. Bu ve benzeri örnekler talimî illetler grubuna girer. 20 Kıyâsî illetlere gelince, Zeccâcî nin bu konuda tanımlama yapmayıp, şu şekildeki örneklerle izahta bulunduğu görülür: إن ز ي داا ق ائ م ifadesinde, nin إن ismini nasp etmesi neden vaciptir? denildiğinde şöyle cevap verilir: Çünkü إن ve kardeşleri tek mefûle muteaddi fiile benzerler. Bu benzerlikten dolayı da fiil gibi amel ederler. Onunla mansup olan (isim) lafzen, mefûl gibidir. إن böylece ض ر ب أخ اك م ح م د örneğindeki fiil gibi amel eder. 21 Dikkat edilirse bu illetler, talimi illetlerden farklı olarak sorgulama ve olaylar arasındaki sebepleri tespit etmeye yönelik olup bu illetlerin bilinmesi, Arap kelamının öğrenilmesinde şart değildir. Nazarî- Cedelî illetler ise kıyâsi illetlerin üzerine sorgulamanın daha da derinleştirildiği illet çeşididir. Zeccâcî bu aşamadan sonra إن konusuyla alakalı her türlü gerekçelendirmenin nazarî - cedelî illetlendirmeye girdiğini ifade eder. Mesela o şu sorulara verilen cevapların bu türden illetlendirmeler olduğunu savunur: Bu harfler (yani (إن hangi yönlerden fiile benzemektedir? Onları hangi fiillere benzetiyorsunuz? Bu fiillerin mazisine mi, müstakbeline mi, yoksa haline mi benzetiyorsunuz? Bir müddet sonra olması yönüyle mi, yoksa zaman geçmeksizin derhal olmaları yönüyle mi benzetiyorsunuz? Fiile benzettiğinizde, ض ر ب ز ي داا ع م ر örneğinde olduğu üzere mefûlün fâile tekaddum etmesi durumunda ne gibi değişiklikler yaptınız? Aslolan önce fâilin sonra mefûlün gelmesi iken neden mefûlü tekaddüm etmiş bir fiile benzetiyorsunuz? Mademki ض ر ب أخ اك م ح م د gibi mefûlü tekaddüm etmiş bir fiile benzettik, öyleyse nasıl ki bu cümle ض ر ب م ح م د أخ اك şeklinde, fâili tekaddüm ederek getirebiliyorsak, li إن cümlede de bunu caiz görelim. Diyelim ki kendinizce geçerli olan bazı gerekçelerden dolayı bunu caiz görmediniz ve hiç geri adım atmadınız, öyleyse إن خ ل ف ك ز ي د ya da إن أم ام ك ب ك ر gibi haberin şibh cümle olduğu ض ر ب nin إن amelini bazı durumlarda buna cevaz verelim. Bir de şöyle düşünelim, farz edelim ki إن cümlesindeki gibi tek mefûle müteaddi bir fiilin ameline benzettiniz. Ancak fâilin ز ي داا ع م رو şeklinde cümle olarak gelmesini caiz görmüyorsunuz. Fâil cümle olarak gelemez ز ي داا ا ب وه ق ائ م diyorsunuz. Bununla birlikte fiilin, fâil yerine gelmesine cevaz verip, إن ز ي داا ي ر ك ب cümlesini kabul ediyorsunuz. Ben sizin kelamınızda büyük bir tutarsızlık görüyorum. 22 Zeccâcî sonuç olarak şu cümlelerle illet çeşitlerini tamamlamaktadır: Halil b. Ahmed e nahvî illetleri Araplardan mı aldın, yoksa kendin mi seçtin? diye sorulmuş o da şöyle cevap vermiştir: Arap, fıtratı üzere konuşur. Kelâmların konumunu bilir. Kendisinden nakledilmese 582 19 Zeccâcî, Ebû l-kâsım ez-zeccâcî, el-îdâh fî ileli n-nahv, thk. Mâzin el-mübârek, Dâru n-nefâis, Beyrût, trs., s. 64. 20 Zeccâcî, el-îdâh, s. 64. 21 Zeccâcî, el-îdâh, s. 64. 22 Zeccâcî, el-îdâh, s. 65.

de illetler onun zihninde mevcuttur. Ben illetlendirme yaptığımda, kanaatimce illet olanla t alîl yaptım. Şayet isabet ettiysem benim aradığım budur. Ancak bir illet söz konusu değilse benim durumum; bölümleri ve nizamı insanı hayretler içinde bırakan, muhkem bir binaya giren bir bilgenin haline benzer. Bu öyle bir bina ki, haberi sadık veya açık bir delil ile onu yapanın hikmetli bir kişi olduğu bilgeye bildirilmiştir. Bilge bu yapının her bölümünde durup, yapan kişi bunu şu şu sebeple, şu şekilde yapmıştır diyerek gerekçeler sunar. Zihnine bazı ihtimaller doğar ve o da bunu dillendirir. Aslında yapan kişi, bilge adamın söylemiş olduğu bu sebeplerle binayı inşa etmiş olabilir ya da tamamen faklı nedenlerle de inşa etmiş olabilir. Ancak bu bilge kişinin zikrettiği her bir gerekçe, illet olmaya müsaittir. İşte benim nahvî illetleri zikretmemdeki durumum bu bilge adam gibidir. Nahvî illetler konusunda sizden birinin zihninde, m alûl için benim sunduğumdan daha uygun bir illet tebâdür ederse, onu getirsin. Halil in yapmış olduğu bu açıklama, en doğru açıklamadır. 23 Zeccâcî nin illet çeşitleriyle ilgili yapmış olduğu bu açıklamalardan, onun da nahvî illetlerin çok fazla çeşitlenmesi konusunda mustarip olduğu ve dilcilerin sunmuş olduğu gerekçelerde bazen tutarsızlığa düştükleri, ayrıca Zeccâcî nin, onların illetlendirmelerini sadece bir yorum olarak gördüğü anlaşılmaktadır. 2.3. el-celîs ed-dînûrî de illet algısı Nahvî illetlerin çeşitleri konusunda da büyük bir tasnif karmaşası bulunmaktadır. Bu konuda birçok âlimin farklı taksim yaptığını aktarmıştık. Ancak içlerinde en detaylı taksim, el- Celîs ed-dînûrî olarak bilinen Ebû Abdillah el-hasen b. Mûsâ (v. 490/ 1096) tarafından yapılmıştır. Suyûtî, el-celîs den nakille illetin iki kısma ayrıldığını, birincisinin Arap kelâmında genel- geçer olan ve Arap dili kanunlarına uyan illetler, ikincisinin ise kuralın hikmetini açıklayan illetler olduğunu belirttikten sonra birinci grup illetler içinde meşhur olanların on dört tane olduğunu belirtir ve şu illetleri zikreder: Sema illeti, teşbih illeti, istiğnâ illeti, istiskâl illeti, fark illeti, tekid illeti, Tavîd/ bedel illeti, nazîr illeti, nakîz/ tezat illeti, manaya hamletme illeti, müşâkele/ benzeme- andırma illeti, muâdele illeti, mücâvere/ yakınlık illeti, vücûp illeti, cevâz illeti, tağlîb illeti, ihtisâr illeti, tahfif illeti, hâlin delâleti illeti, asl illeti, tahlîl illeti, işâr/ bilgilendirme- ikaz illeti, tezat/ zıtlık illeti ve evlâ illet. Suyûtî, ikinci grup hakkında el-celîs den herhangi bir açıklamanın gelmediğini belirtmektedir. 24 Görüldüğü üzere el-celis, illet konusunda, daha önce yapılmış taksimlerden daha detaylı bir taksimat yaparak konuyu daha kompleks bir hale sokmuştur. 2.4. İbnu l Enbârî nin İllet Algısı İbnu l Enbârî (577/ 1181), el-iğrâb adlı eserinde illetin reddedilmesi adıyla bir başlık açmış ve burada, Basralı ve Kûfelilerin bazı konulardaki illetler hakkındaki ihtilaflarını zikretmiştir. Bu bağlamda müellif, muzâri fiilin ref olma gerekçesiyle ilgili farklı görüşlere yer verir. Basralılara göre muzâri fiil, isim makamında olduğu için manevi amil tarafından ref edilir. O, başlangıçta bulunması sebebiyle mübteda isme benzer. İbtida/ başlangıç, ref olmayı gerektirir. İşte bu yönüyle muzâri fiil, mübtedaya benzemiştir. Kûfeliler ise ibtidâ konumunda olmanın ref i gerektirmediği kanaatindedirler. 25 Bir diğer ihtilaf ise emir fiilin mebni olması hususundadır. Basralılara göre emir fiil mebnidir, çünkü د ر اك ve ت ر اك gibi emir fiil yerine geçen isim fiiler mebnidir. Şayet emir fiiller mebni olmasaydı, onların yerine kâim olan isim fiiler niçin mebni olsun? Kûfelilere göre ise د ر اك gibi 583 23 Zeccâcî, el-îdâh, s. 65, 66. 24 Suyûtî, el-iktirâh, s. 98. 25 İbnu l-enbârî, Kamâluddin Ebi l-berekât Abdurrahmân b. Muhammed, el-iğrâb fî cedeli l-i râb ve lüme u l-edille, thk. Sa îd el-efğânî, Matbaatu l-câmi ati s-suriyye, 1377/1957, s. 58.

isim fiillerin mebni olma sebebi onların emir fiil yerine kâim olmaları değil, emir lâmının manasını içermeleridir. 26 Bu tartışmalar, kıyâsî ve nazarî- cedelî illetlerin zorunlu ve bağlayıcı olmadığı, aksine bir içtihat/ yorum ve tahminden öteye gitmediğini göstermektedir. Nitekim İbnu l-enbârî, Basra ve Kûfe nahivcilerinin çeşitli konulardaki ihtilaflarını zikretmek üzere telif ettiği el-insâf fî Mesâili l-hilaf beyne n-nahvîyyin: el-basriyyîn ve l-kûfiyyîn isimli eserinde nahivcilerin, nahvî bir mesele üzerinde ne kadar detaylı yorumlamalara gittikleriyle ilgili malumat sahibi olmamıza yetecek düzeyde birçok örnekler verir. Müellif, konuyla alakalı Basralıların ve Kûfelilerin görüşlerini aktardıktan sonra delillendirmelerini zikreder ve bazen de Arap kelamında konuyla ilgili farklı kullanım varsa, bu kullanımları aktarır. Mübteda ve haberin neden ref olduğu konusunda sadece mübteda haberi ref eder, haber de mübtedayı ref eder. İbtida ref olmayı gerektirir. Araplardan böyle işitilmiştir şeklinde bir bilgiyle yetinilmemiş, bunun ötesinde sorgulamaya dayalı gerekçelendirmeye gidilmiştir. Dolayısıyla bu sorulara verilen cevaplar artık birer yorum ve tahminden öteye gitmemektedir. Mesela Kûfeliler bu konuda, mübtedanın haberi, haberin ise mübtedayı ref ettiğini söylerler ve bu görüşlerini şu şekilde illetlendirirler: Bizim mübedanın haberi, haberin ise mübtedayı ref ettiği söyleme nedenimiz, mübtedanın habersiz, haberin ise mübtedasız kullanılmadığını görmemizdir. Bu ikisi birbirinden ayrılmadığı gibi cümle ancak ikisiyle beraber tamam olmaktadır. Mademki ikisi de birbirini gerektirmektedir, bu durumda onlardan her biri diğerinin, kendisi üzerine yaptığı amelin aynısını yapar. Bu sebeple biz, ikisinin de merfu olduğunu, onlardan her birinin diğerini ref ettiğini söyleriz. 27 Basralılar ise mübtedanın ibtidâ ile merfu olduğunu ifade ederken, haberin ref olması konusunda farklı görüşler bildiriler. Bazılarına göre haber sadece ibtidâ ile ref olmuştur. Diğer bir gruba göre hem ibtidâ hem mübteda ile ref olmuştur. Bazılarına göre ise haber mübtedayla, mübteda ise ibtidâ ile ref olmuştur. Basralılar ibtidâ ile ref olunmaya dair görüşlerini delillendirirken, ibtidânın tanımını lafzi amillerden soyutlanma olarak yaparlar. 28 Bu açıklamaların akabinde, şu sorulara cevap aranarak tartışmalar devam etmiştir. İsimlerde aslolan amel etmemek iken mübteda nasıl amel etmektedir? İbtidâ ile ref olmuştur derken, Arap kelamının fiil ve edat ile başlama durumları nasıl açıklanmaktadır? İbtidâdan maksat, lafzi amillerin bulunmaması demek ise ibtidâ, amilin bulunmaması demek olmaz mı? Amilin bulunmaması amil olabilir mi? Amilin mamulden önce gelme ön koşulu kabul edildiğine göre mübteda ve haber nasıl birbirini ref edebilir? 29 İlletler hakkında ortaya çıkan bu ihtilaflar, konun sübjektif yönünü ön plana çıkarmakta, meselenin içtihadî bir konu olduğunu farklı açılardan ortaya koymaktadır. 2.5. İbn Medâ da illet algısı Nahvî illetler konusunda en muhalif yaklaşımı sergileyen kişi İbn Medâ dır (v. 592/ 1196). Ona göre illetler, illet, illetin illeti, illetin illetinin illeti olmak üzere üç kısımdır. O, illeti birincil illet, illetin illetini ikincil illet, illetin illetinin illetini ise üçüncül illet olarak adlandırmıştır. Müellife göre birincil illetlerin bilinmesiyle Arap kelâmının öğrenilmesi ve konuşulması mümkün hâle gelir. İbn Medâ ya göre nahiv ilminin ikincil ve üçüncül illetlerden arındırılması 584 26 İbnu l-enbârî, el-iğrâb, s. 58. 27 İbnu l-enbârî, Kamâluddin Ebi l-berekât Abdurrahmân b. Muhammed, el-insâf fî mesâili l-hilaf beyne nnahvîyyin: el-basriyyîn ve l-kûfiyyîn, thk. Cevdet Mebrûk Muhammed, Mektebetü l- hancı, I. Baskı, Beyrut, 2002, s. 45. 28 İbnu l-enbârî, el-insâf, s. 46. 29 İbnu l-enbârî, el-insâf, s. 45-51.

gerekmektedir. Ona göre mesela fâilin merfu olma meselesinde birincil illetlerle yetinilmelidir. Örneğin ق ام ز ي د cümlesinde Zeyd in neden ref olduğu sorulduğunda çünkü o fâildir ve fâiller merfudur denilmesi yeterlidir. Fâiller neden merfudur sorusuna verilecek en doğru cevap, Arap böyle konuşmuştur. Bu mütevatir kelamdan, tümevarım (istikra) yoluyla elde edilen bir çıkarımdır şeklindedir. İbn Medâ ya göre birincil illetler yeterlidir. Çünkü onlarla Arap kelamına dair yeteri kadar bilgi zihnimizde oluşur. Bununla birlikte İbn Medâ nin ikincil illetlerin tamamını reddetmediği görülmektedir. Mesela iltikâ-i sakineyn konusunda müellif, ikincil illetleri kabul eder ve şöyle der: Sakin neden harekelenir? diye sorulursa, çünkü ikinci bir sakine uğramıştır. Yan yana gelen iki sakinden biri mutlaka harekelenir denir. Akabinde niçin sükûn üzere bırakılmaz? denirse, iki sakinin telaffuzu imkânsızdır denir. İbn Medâ, ikinci soru için yapılan illetlendirmenin ikincil illetlendirme olmasına rağmen zorunlu olduğuna değinmektedir. Yani bunun zorunlu ikincil illet olduğunu belirtir. Açıktır ki zikredilen bu ikinci illet İbn Cinnî nin de belirttiği üzere- birincil illetin tamamlayıcısı olup, müstakil bir illet değildir. Yani aslında ilk soruya şöyle de cevap verilebilirdi: Çünkü başka bir sakinle karşılaşmıştır. Art arda gelen iki sakinin okunması imkânsızdır. 30 İbn Medâ, zorunlu (birincil) illetler dışında kalan bazı illetlerden de söz etmektedir ki bunlar İbn Cinnî nin ikinci kısımda incelediği illetlere tekabül etmektedir. İbn Medâ, bunların reddedilmesinin mümkün olduğunu belirtir ve ميزان ve ميعاد kelimelerinde olduğu üzere vav ın ya ya kalbedilmesini örnek verir. Ona göre kalbedilme konusunda açık bir illet vardır, ancak bunun yapılması zorunlu değildir. 31 İlletleri temelde, birincil, ikincil ve üçüncül illetler olarak ayıran müellifin, ikincil illetleri de üç kısımda değerlendirdiği görülmektedir. Bunlar, kabul edilmesi gereken illetler, ikna gerektiren illetler ve fesadı gerekli olan illetlerdir. 32 Kabulü gereken illetler içinde iltikâ-i sakineyni zikreden müellif, أ ك ر م ال ق و م ibaresini örnek verir. Şayet أك ر م kelimesi emir olmasına rağmen mim neden harekelenmiştir? denirse, çünkü o, başka bir sakine uğramıştır. Bu şekilde yan yana gelen iki sakinden biri harekelenir denir. Neden sakin halleriyle bırakılmamış? denirse, burada okumanın gerçekleşmesi için iki sakinden birine hareke vermekten başka çare yoktur şeklinde cevap verilir. Müellif bu illetin, ikincil illet olmasına rağmen kabulü gerekli olduğuna vurgu yapmıştır. 33 İkna ve izah gerektiren ikinci kısma müellif, başına muzaraat harfi almış fiil örnek verir. Bu fiiler, isme benzediği için m urebdir der. Müellife göre bu durumu şu şekilde illetlendirmek yeterlidir: Başında muzaraat harflerinden biri bulunup, nun-u nisve veya tekid nunlarından birine bitişmeyen muzâri filler m urebdir. 34 Şayet ي ض ر ب neden ref olmuştur diye sorulursa, çünkü fiilin başında muzaraat harflerinden biri bulunup, nun-u nisve veya tekid nunlarından birine bitişmemiştir. Bu şekilde gelen tüm fiiller m urebdir denir. Sonra Araplar niçin bu vasıflarla gelen bir fiili m ureb kabul etmiştir denirse, çünkü bu fiil, hâle ve istikbâle delâlet etme noktasında isme benzemektedir. Ayrıca ر ج ل kelimesi nekra halinde nasıl umum bildiriyorsa sadece muzaraat harflerini almış fiil de şimdiki, gelecek ve geniş zamana delâleti konusunda umum bildirir. Yine ر ج ل kelimesi tahsis edilmek istendiğinde nasıl ki lam-ı tarif kullanılıyorsa, muzâri fiilin başına da سين ve سوف gibi harfler getirilerek be- 585 30 İbn Meda, er-red, s. 39. 31 İbn Meda, er-red, s. 39. 32 İbn Meda, er-red, s. 127-128. 33 İbn Meda, er-red, s. 129. 34 İbn Meda, er-red, s. 130.

lirli bir zamana tahsis edilir. Bununla birlikte muzâri fiilin başına tekid lâmının gelmesi de isme benzeyen bir diğer özelliğidir. Tüm bu benzerlikler sebebiyle muzâri fiil m ureb kabul edilmiştir şeklinde cevap verilir. 35 Müellif, muzâri fiilin m ureb olma gerekçelerini sunmada muhatabın ikna edilmesinin gerektiğini daha dataylı açıklamak için konuyu şöyle sürdürür: Diyorlar ki, biz ismi, tek sîga üzere ancak farklı konumlarda geldiği için irâb ediyoruz. Mesela isim, cümle içinde fâil, mefûl, muzâfun ileyh gibi konumlarda gelebilir. Hangi durumda geldiğini beyan etmenin tek yolu da onu irâb etmektir. Ancak fiil böyle değildir. Onun manası farklı olduğunda sîgası değişebilir. 36 Bu şekildeki bir itiraza karşı biz de deriz ki, isimde irâbı gerekli kılan illet fiilde de mev- ال ي ض ر ب cümlesinde irâb olmadan fâil ve mefûl belirlenemiyorsa ض ر ب ز ي د ع م رو cuttur. Nasıl ki örneğinde de fiilin nefiy için mi yoksa nehiy için mi geldiği anlaşılmaz. Dolayısıyla زيد عمرا muzâri fiilin ref, nasp ve cezm halleri, mananın tespitinde gereklidir. 37 İkincil illetlerin üçüncü grubunda ise fesadı gerekli olan illetler bulunmaktadır. Müellif bu gruba da ض ر ب ن ve ي ض ر ب ن örneklerindeki cemi müennes zamirinin harekeli olmasını misal getirir. Burada zamirin harekeli olma gerekçesi, kendinden önceki kelimenin sakin olarak gelmesi şeklinde izah edilmiş, fiilin lâme l-harfinin sakin gelmesi ise zamirin harekeli olmasına bağlanmıştır. Müellife göre böylece illet, kendisinin illeti olduğu şeye malûl kılınmıştır. Müellif bu gerekçelendirmelerin nahiv ilminde çok örneğinin olduğunu belirtmiş ve bu illetlendirmelerin fesadının gerekli olduğunu ifade etmiştir. 38 Hakikat şudur ki nahiv ilmi artık ikincil ve üçüncül illetlerden arındırılmalıdır. Zira bu ilmin rahat bir şekilde öğrenilebilmesi için bu gereklidir. Çünkü birincil illetler, nahiv ilminin kaidelerinin hakikatini ortaya koymada yeterlidirler. Yani bu ilmin temel kurallarının konuluş amacı, birincil illetlerle izah edilebilmekte ve bu açıklamalar yeterli olmaktadır. İkincil ve üçüncül gerekçelendirmelere ihtiyaç yoktur. Zira bu illetlendirmeler objektif değil sübjektif düşünceye dayanır. Bu illetlerin belki de en sıkıntılı tarafı, bir yandan nahiv ilminin öğrenimini zorlaştırırken, öte yandan konunun uzamasına sebep oldukları için kişiyi meselenin özünden uzaklaştırmasıdır. Birincil illetler ise bu ilmin hakikatini izah etme noktasında yeterlidir. 39 Bir olguyu temellendirirken yapmamız gereken, onu geldiği gibi tasvir etmemiz ve bunun dışındaki sebep arayışlarını reddetmemizdir. Çünkü bir olgu hakkında sonsuz sayıda gerekçe üretilebilir. Bu sebepledir ki şöyle denir: Sebepleri keşfetme girişimi, ancak onun ilk, yalın, saf ve katışıksız düşüncesine ulaşmaktan ibarettir. 40 İbn Medâ nin illet algısına genel çerçevede baktığımızda onun da kaideleri gerekçelendirirken yapılan detaylı yorumları gereksiz gördüğü, bu gayretlerin nahiv öğrenimine yarardan çok zarar getirdiği kanaatinde olduğu görülmektedir. Ona göre aslolan, meselenin özünden uzaklaşmadan ve onu karmaşık hale getirmeden, birincil illetlerle yetinilerek konunun izah edilmesidir. 2.6. Suyûtî de illet algısı Suyûtî illetleri basit ve mürekkeb olmak üzere iki kısma ayırmıştır. Ona göre basit illetler, t alîlin tek vecihle gerçekleştiği illetlerdir. İstiskâl/ ağırlık, civar/ yakın olmadan doğan illetlen- 586 35 İbn Meda, er-red, s. 130. 36 İbn Meda, er-red, s. 130. 37 İbn Meda, er-red, s. 130. 38 İbn Meda, er-red, s. 132-133. 39 İbn Meda, er-red, s. 39-40; Bulut, Ali, İbn Medâ nın Arap Dilindeki Âmil Nazariyesine Yönelik Eleştirileri, Nüsha, Yıl: VI, sy. 23 (2006), s. 65. 40 İbn Meda, er-red, s. 39-40; Mahmud Kasım, el-mantıku l-hadîs ve menâhicu l-bahs, Mektebetu l-encelû el- Mısriyye, III. Baskı, Mısır, 1999, s. 211.

dirmeler, müşâbehet/ benzerlik gibi gerekçelerden sadece biri bulunuyorsa bunlar basit illettir. Ancak bu illetlerden iki ya da daha fazlası söz konusu ise bu durumda mürekkeb illetten bahsedilir. م يزان kelimesinki vav ın ya ya dönüşmesinde mürekkeb illet bulunmaktadır. Zira bu kelimede kesradan sonra vav sakin halde bulunmaktadır. Buradaki illet sadece vav ın sükûnlu olması ya da sadece kesradan sonra gelmesi değil, hem sükûn ile okunması hem de kesradan sonra gelmesidir. Suyûtî, bu tür örneklerin nahivde çok olduğunu belirtir. 41 Sonuç H. II. Yüzyıldan X. yüzyıla kadar yaşamış olan dilcilerin t alîl olgusuna yaklaşımlarını tahlil etmeye çalıştığımız bu makalede, dilcilerin illet konusunda felsefe ve mantık bilimlerinin etkisinde kaldıklarını ve hem isimlendirme hem de taksim konusunda yeknesak bir görüntü sergilemediklerini tespit ettik. Makalemizde esas aldığımız dilcilerin illet konusundaki görüşleri ise şu şekildedir: İbn Cinnî illetleri, zorunlu ve caiz illetler olmak üzere iki kısma ayırmış, zorunlu illetlerin reddedilemeyeceğini ifade ederken, caiz olanlarda kabul zorunluluğunun olmadığını belirtmiştir. Ona göre bir illetin kabul zorunluluğu yoksa o illet, sebep olarak adlandırılır. Müellif, illetin tahsisi bağlamında, yaklaşık olarak yirmi sayfaya yakın vav ve ya nın yan yana geldiğinde bu harflerde meydana gelen değişimler, vav ve ya nın elif e dönüşmesi gibi mevzulara dair illetleri zikretmiştir. Ayrıca el-hasâis te illet konusunda İllet-i mûcibe ve illet-i mucevvize arasındaki fark, İlletin tearuzu, İllet ve illetin illeti, İki illetle gerekçelendirilen m alûlün hükmü, İlletin ihtisarı, illetin devri adıyla başlıklar açmış ve nahvî illetleri eleştirenlere yönelik reddiye yazmıştır. İllet konusuna eserinde geniş bir yer veren müellif de dilcilerin illetlendirme konusundaki bazı aşırılıklarına dikkat çekmiş, bu bağlamda Müberred in açıklamalarına atıfla, illetin devri konusundaki bazı hataları zikretmiştir. İbn Cinnî, bir şey kendisinin illeti olamaz diyerek bu konudaki itirazını dile getirmiştir. Zeccâcî nin ise illetleri, talimî, kıyâsî ve nazarî- cedelî illetler olmak üzere üç kısma ayırdığı görülmektedir. Talimî illetler, dilin öğrenilmesi için gerekli olan ve Araplardan nasıl duyulmuşsa o şekilde gerekçelendirilen illetlerdir. Kıyâsî illetlerde sorgulama ve olaylar arasındaki sebepler tespit edilmeye çalışılır. Nazarî- cedelî illetlerde ise sorgulama derinleştirilir ve t alîl olayı bir adım daha öteye götürülür. Zeccâcî, Halil b. Ahmed in, bilge bir adamın, hikmet üzere inşa edilmiş bir binanın her köşesinin neden inşa edildiğine dair ileri sürmüş olduğu gerekçeleri metaforunu kullanır. Halil b. Ahmed e göre bu bilgenin gerekçeleri hakiki gerekçeler olmaya muhtemeldir. Zeccâcî, onun açıklamalarının illetlendirme konusunda yapılan en doğru açıklamalar olduğunu söyler. Onun gerek illet çeşitleri hakkında yaptığı açıklamalar ve gerekse kullanmış olduğu bilge adam metaforundan, dilcilerin illetlendirmelerini sadece bir tevil olarak gördüğü anlaşılmaktadır. İlletlerin taksimi konusunda en detaylı tasnifi yapan kişi Ebû Abdillah el-hasen b. Mûsâ el-celîs ed-dînûrî olmuştur. O, illetleri Arap dili kurallarına uyan ve Arap kelamında genelgeçer olanlar ile kuralın hikmetini açıklayan illetler olmak üzere temelde iki kısma ayırmıştır. Birinci grubu da kendi arasında on dört kısma ayıran müellif, ikinci grup hakkında bir taksimat yapmamıştır. Dilcilerin illet algısı konusunda belki de en marjinal görüş İbn Medâ ya aittir. O, sadece illet hakkında değil, genel olarak nahiv ilmine yaklaşımları açısından dilcileri eleştirmekte ve nahvîn, onlar tarafından anlaşılmaz ve içinden çıkılmaz bir hal aldığını savunmaktadır. Nitekim 587 41 Suyûtî, el-iktirâh, s. 104.

müellif, dilcilerin bu tutumlarını tenkid etmek amacıyla er-red ale n-nuhat adıyla bir eser kaleme almış, bu eserinde âmil nazariyesi başta olmak üzere özellikle mahalli ve takdiri irâb konularının gereksiz olduğunu savunmuştur. Bununla birlikte İbn Medâ illetin illetini ikincil illetler, illetin illetinin illetini ise üçüncül illetler olarak adlandırmış ve nahiv ilminin bu illetlerden arındırılması gerektiğini belirtmiştir. Ona göre konunun hakikati birincil illetlerle anlaşılmaktadır. Dolayısıyla ikincil ve üçüncül illetlere gerek yoktur. Nahiv ilminin kolaylaştırılması amacıyla İbn Medâ nın açtığı bu çığır, ileriki dönemlerde de destekçi bulmuş ve bu çalışmalar modern dönemde daha fazla artmıştır. Bu amaçla Şevki Dayf ın da Tecdîdu n-nahv adıyla bir eser kaleme aldığı ve eserinde sıklıkla İbn Medâ nın er- Red ale n-nuhât ına atıfta bulunduğu görülmektedir. Felsefe ve mantık ilminin etkisiyle nahiv kitaplarında illet olgusu daha fazla yer bulmuş, dilciler nahvî kuralları gerekçelendirirken illetleri zikretmeye rağbet etmiştir. Uzun uzadıya devam eden bu tartışmalar ilmi birikim açısından önemli bir yer tutmaktadır. Ancak uzun soluklu tartışmalar neticesinde ortaya çıkan büyük hacimli eserler, bu ilmin öğrenimini zorlaştırmakta ve konunun uzamasına sebep olmakla birlikte okuyucuyu meselenin özünden uzaklaştırmaktadır. KAYNAKLAR Bulut, Ali, İbn Medâ nın Arap Dilindeki Âmil Nazariyesine Yönelik Eleştirileri, Nüsha, Yıl: VI, sy. 23 (2006). Dayf, Şevki, Tedîdu n-nahv, Dâru l-meârif, VI. Baskı, Kahire, 1982. Erdim, Enes, Arap dili gramer metodolojisi, Tez-Mer Yay., Kayseri, 2015. Ergin, Mehmet Cevat, Arap Dilinde Nahiv İlletleri Üzerine Marife, Yıl: 9, sy. 1 (2009). İbn Cinnî, Ebû l-feth Osmân, el-hasâis, thk. Muhammed Ali en-neccâr, el-mektebetu lilmiyye, 1371/ 1952. İbnu l-enbârî, Kamâluddin Ebi l-berekât Abdurrahmân b. Muhammed, el-iğrâb fî cedeli l-i râb ve Lüme u l-edille, thk. Sa îd el-efğânî, Matbaatu l-câmi ati s-suriyye, 1377/1957, s. 58. --------------, el-insâf fî mesâili l-hilâf, el-insâf fî mesâili l-hilaf beyne n-nahvîyyin: el-basriyyîn ve l-kûfiyyîn, thk. Cevdet Mebrûk Muhammed, Mektebetü l- hancı, I. Baskı, Beyrut, 2002. İbn Medâ, Ebu l-abbâs Ahmed b. Abdirrahman el-lehemî el-kurtûbî, er-red ale n-nuhât, thk. Muhammed İbrahim el-bennâ, Dâru l-i tisâm, I. Baskı, yrs., 1399/ 1978. Kasım, Mahmud, el-mantıku l-hadîs ve menâhicu l-bahs, Mektebetu l-encelû el-mısriyye, III. Baskı, Mısır, 1999. Mustafa, İbrahim, İhyau n-nahv, Müessesetu Hendâvî, Kahire, 2014. Sevinç, Rıfat Resul, Arapçada İlletin Yeri, Kabulü ve Reddi Konusunda Gramer Âlimlerinin İllete Yaklaşımı, EKEV Akademi Dergisi, Yıl: 19, sy. 61 (Kış 2015). Suyûtî, Celâluddîn Abdurrahmân b. Kemâl Ebi Bekr b. Muhammed es-suyûtî, el-iktirâh fi usûli n-nahv, thk. Abdulhakîm Atiyye, Dâru l Beyrûtî, II. Baskı, Dımeşk, 1427/ 2006, s. 102. 588

Teyfurov, Mensur, İbnu l-varrâk ve Nahvin İlletlerine Bakışı Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, sy. 2 (2013): 22. Ukberî, Ebu l-bekâ Abdullah b. el-hüseyin el- Ukberî, fî İleli l-binâ ve l- irâb, thk. Gāzî Muhtâr Tuleymât, Dâru l-fikr, Beyrut, 1416/ 1995. Varrâk, Ebu l-hasan Muhammed b. Abdullah el-verrâk, el- İlel fi n-nahv, thk. Mehâ Mâzin el- Mübârek, Dâru l-fikr, Beyrut, 1426/ 2005. Zeccâcî, Ebû l-kâsım ez-zeccâcî el-îdâh fî İleli n-nahv, thk. Mâzin el-mübârek, Dâru n-nefâis, Beyrût, trs., s. 64. 589