45. Yılında Türkiye-AB İlişkileri Konulu Seminer de TOBB Başkanı M. Rifat Hisarcıklıoğlu nun açılış konuşması İktisadi Kalkınma Vakfı nın Sayın Başkanı, Sayın Büyükelçiler, Kıymetli basın mensupları Hanımefendiler ve beyefendiler, Sizleri şahsım ve Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği Yönetim Kurulu adına saygıyla selamlıyorum. Ankara Anlaşmasının kırk beşinci yıldönümü dolayısıyla düzenlediği bu toplantı için İktisadi Kalkınma Vakfı nı kutluyorum. Bugün aslında, Türkiye nin, ortaklık ilişkisinden, Avrupa Birliği üyeliğine ilişkin başarı hikâyesini konuşmak isterdik. Ankara Anlaşması, çok geniş bir vizyonun ürünüydü. Anlaşma, Avrupa Ekonomik Topluluğu ülkelerinin olduğu gibi, Türkiye Cumhuriyeti hükümetlerinin de, Avrupa Kıtası ve dünya için geliştirdikleri vizyonu ortaya koymuştu. Oysa, Anlaşmada ortaya konulan vizyon, maalesef anlaşmanın uygulanmasında ortadan kalkmıştır. Ortaklık ilişkisi, sadece bir sütunu üzerine yoğunlaşmıştır: edilmiştir. Sonuçta, Gümrük Birliği tesis Oysa, Ankara Anlaşması, sadece gümrük birliğini öngörmemişti. Gümrük Birliği yanında, işçilerin ve hizmetlerin serbest dolaşımını da öngörmüştü. Ancak, bu alanlarda, maalesef mesafe alamadık. İşçilerin ve hizmetlerin serbest dolaşımı gerçekleşemedi. Daha da kötüsü oldu. Katma Protokol hükümlerine rağmen, Türk vatandaşlarına 1980 yılından itibaren vize uygulanmaya başlandı. İşçilerimiz, işverenlerimiz, esnafımız, öğrencilerimiz, sanatçılarımız, medya mensuplarımız, kısaca kamu bürokratlarının dışındaki tüm insanımız, vize engeli ile karşı kaşıya bırakıldı. Vize uygulaması ile, Ticaretin önüne tarife dışı engel kondu. Gümrük Birliği ile sanayi mallarımıza sağlanan dolaşım özgürlüğü, malı üreten ve pazarlayanlara getirilen vize engeli ile kısıtlanmış oldu. Bu sorunu gündemde tutmaya çalışıyoruz. Aynı zamanda sorunun çözümü yönünde adımlar atılmasını bekliyoruz. Ancak, bu beklentimiz, geçen hafta Sayın Olli Rehn tarafından yapılan bir açıklama ile şaşkınlığa dönüştü. 1
Sayın Rehn dedi ki; Vize Kolaylığı Anlaşması müzakereleri için, Türk hükümetinden hiç niyet beyanı almadık. Kamuoyu, doğrusu bu açıklamadan şunu anladı: Türk vatandaşlarına AB tarafından uygulanan vize nin sorumlusu Türkiye imiş! Türkiye, Avrupa Komisyonu ndan vize kolaylaştırma anlaşması talep etmemiş. Bu nedenle de Türk vatandaşlarına en ağır prosedürlü vize işlemleri uygulanıyor. Bu açıklama, maalesef yanıltıcıdır. Türkiye ile Avrupa Birliği arasında tesis edilen ortaklık ilişkisine de aykırıdır. Vize konusundaki yaklaşım, Türkiye ile Avrupa Birliği nin hala ortak olamadığını ortaya koymaktadır. Düşünebiliyor musunuz; Türkiye dış ticaretinin yarısından fazlasını Avrupa Birliği ile yapıyor. Türkiye de son dönemde gerçekleşen doğrudan yabancı sermaye yatırımları arasında, Avrupa Birliği kaynaklı yatırımların oranı % 80 civarındadır. Yine, Türkiye, Avrupa Birliği nin yedinci büyük ticaret ortağıdır. Ekonomik ve ticari ortaklıkta alınan mesafe, maalesef ilişkilerin diğer alanlarında söz konusu bile olamamıştır. Oysa, Türkiye artık Avrupa Birliği ne katılım sürecindeki ülkedir. Ekonomik, sosyal ve siyasal sürecini reforma tabi tutarken, referans olarak, Avrupa Birliği ni almaktadır. Gerçekleştireceğimiz her reform, insanımızın yaşama standardına katkı sağlayacaktır. Gerçekleştireceğimiz her reform, işletmelerimizin faaliyet şartlarını Avrupa Birliği ndeki rakiplerine yaklaştıracaktır. Gerçekleştireceğimiz her reform, Türkiye yi küresel sisteme daha fazla entegre edecektir. Tarihi önyargılar, Türkiye nin bir ortak olarak değil, aksine, hala, öteki olarak değerlendirilmesine neden olmaktadır. Oysa biz, her alanda ortak olmalıyız! Ama, maalesef halen Avrupa Birliği nde ortaklık denilince, belli çevrelerin aklına imtiyazlı ortaklık gelmektedir. Birçok zorluğa, ön yargıya ve siyasi irade konusundaki inişli çıkışlı ortama rağmen, Türkiye, Avrupa Birliği ile katılım müzakerelerini sürdürüyor. Ülkemizin; 2
- ekonomik potansiyelinin, - üretim gücünün, - Avrupa Birliği ile ekonomik ve ticari alanda giderek genişleyen ve derinleşen ortaklık ilişkisinin, Türkiye yi Avrupa Birliği üyeliğine taşıyacağına inanıyorum. Bunun için, toplum olarak elbette çok çalışmalıyız. Birlikte çalışmalıyız. Ev ödevlerimizi, geniş destek tabanına dayalı, ortak akılla yerine getirmeliyiz. Sürekli gündeme getiriyoruz: Avrupa Birliği katılım sürecindeki müzakereler, büyük ölçüde ülkemiz içinde cereyan edecektir. Sürecin çok kazananları olacağı gibi, az kazananları, kısa vadede kazanmayanları ve hatta kaybedenleri de olacaktır. Sürece verilen desteği güçlü tutmak zorundayız. Direnç kaynaklarını ve nedenlerini doğru teşhis etmeliyiz. Unutmayalım ki, her reform süreci zordur. Liderlik, geniş destek tabanı, uzlaşma ve ihtilafların çözümleneceği platformlar gerektirir. Katılımcılık, bu açıdan anahtar kavramdır. Katılımcılık anlayışı çerçevesinde incelediğimizde, Avrupa Birliği katılım sürecimizde, birbirine zıt iki yaklaşımı yaşadık: Katılımcılığın üst düzeyde olduğu 2004 yılı Aralık ayına kadarki süreç, Türkiye nin en önemli güç kaynağıydı. İktisadi Kalkınma Vakfımızın girişimleriyle oluşturduğumuz Türkiye Platformu nu hatırlamanızı istiyorum. Platformun Türkiye de ve Brüksel deki etkinliği hepimizce bilinmektedir. Bu platform, Türkiye deki, zor siyasi reform sürecinin daima arkasında oldu. Kıbrıs konusundaki Türkiye nin tarihi açılımının yanında oldu. Bu açılıma destek verdi. Sonuçta, 2004 yılı Aralık ayına kadar, sivil toplum kuruluşları, Türkiye nin Avrupa Birliği sürecine tarihi katkı sağladı. Katılım müzakerelerinin başlatılması kararı ile birlikte, katılımcılık anlayışında, ciddi bir değişiklik oldu. Sivil toplum kuruluşları, meslek kuruluşları ve sosyal taraflar müzakere sürecinin dışında tutuldu. Bugüne kadar hiçbir aday ülkede rastlanmayan, bilgilendirme forumları oluşturulmak istendi. 300-400 kişilik gruplara tarama süreci hakkında bilgi verildi. Bu uygulamanın yetersizliği, görüldü ve uygulama birkaç toplantı sonra kendiliğinden sona erdi. 3
Müzakerelere açılan fasıllarla ilgili çalışmalarda, sivil toplum kuruluşlarına danışılıyormuş gibi yapılıyor. Bugüne kadar, müzakere pozisyonlarına katkı sağlamak için 3 gün ile 3 hafta arasında değişen süreler verilerek, katkı istendi. Son olarak da, üçüncüsü hazırlanan Ulusal Program için, iki hafta içinde tüm sivil toplum kuruluşlarının görüşleri talep edildi. Bu yaklaşımın katılımcı demokrasi anlayışıyla uygunluğunu sizin değerlendirmenize bırakıyorum. Üyelerimizin hak ve menfaatlerini korumak, bizim anayasal ve yasal görevimizdir. Biraz önce de ifade etmiştim. Avrupa Birliği katılım süreci, Türkiye için çok ciddi bir dönüşümü getirmektedir. Bizim üyelerimiz de bu dönüşümün hem kaybedenleri hem de kazananları arasında yer alacaktır. Bu sürecin içinde olmak, üyelerin görüşlerini karar mercilerine aktarmak bizim görevimizidir. - Türkiye nin tempolu ekonomik büyümesi olmadan, - istihdam piyasasındaki kadın nüfus oranını % 25 lerden % 50 lere çıkarmadan, - genç nüfusumuza gerekli eğitim imkânlarını sağlamadan, - Avrupa Birliği ortalamasının çok üzerinde olan, tarımsal nüfus için imalat ve hizmet sektöründe istihdam imkânı oluşturmadan, masa başı müzakerelerle, katılım sürecinin başarılı olmasını kimsenin beklememesi gerekir. Bunları yapmak, tabiatıyla, büyük ölçüde iş dünyasının görevidir. Ama doğrusu dışarıdan takip ettiğimiz böylesi devasa sonuçları olacak bir dönüşüm sürecinde, görevimizi tam olarak yapamıyoruz. Zaten, Türkiye-Avrupa Birliği katılım sürecinin de başarılı bir şekilde yürütüldüğünü söylemek mümkün değildir. Burada elbette, Avrupa Birliği ne dönük suçlamalar yapmamız mümkündür. Bunları da sıkça yapıyoruz. Türkiye nin üyeliği ile ilgili olarak, Avrupa Birliği nin mevcut taahhütlerini sulandırmaya dönük bazı girişimler elbette cesaretimizi kırıyor. Ama, unutmayalım ki, katılım sürecinde asıl sorumluluk bize düşmektedir. Avrupa Birliği üyelik sürecini, bir türlü gündemimizin en öncelikli konusu haline getiremiyoruz. Reformları kendi halkımız için yaptığımızı çoğu zaman unutuyoruz. 4
Türkiye-Avrupa Birliği Ortaklık ilişkisi 45 yaşında. Hala sorunlar var. Bu sorunlar için çözüm, esasen, ortaklık ilişkisinin temel dokümanlarında var. İmza attığımız bu uluslararası dokümanlara saygı duymalıyız. Ticari hayatta bir söz vardır. Anlaşmalar mutlu zamanlarda imzalanır, zor günlerde işe yarar. Şimdi, ortaklık ilişkimizde zor alanlarımız var. Vize uygulaması var. Üçüncü ülkelerle Serbest Ticaret Anlaşmalarının imzalanmasından kaynaklanan sorunlarımız var. Türkiye den Avrupa Birliği üyesi ülkelere karayolu ile yaptığımız mal taşımalarında, geçiş belgesi uygulamasının getirdiği sınırlamalar var. Bunların hepsini aşmamız gerekiyor. Türkiye de, Avrupa Birliği de, sorumlu ortaklar olduğunu göstermelidir. Diğer taraftan, Türkiye nin Avrupa Birliği katılım müzakereleri, yavaşlatılmış bir süreçte ilerliyor. Yavaşlatılmış müzakere sürecinin Türkiye ye de Avrupa Birliğine de katkısı sınırlı olmaktadır. Gelin hep birlikte, süreci hızlandıralım. Daha belirgin hale getirelim. Hazırlık çalışmaları devam eden Ulusal Programı bu anlayışla değerlendirelim. Sözlerimi tamamlarken, bu toplantıyı düzenleyen İktisadi Kalkınma Vakfı Başkanı Prof. Dr. Haluk Kabaalioğlu na ve emeği geçen herkesi teşekkür ediyorum. 5