20 SORU(N) VAR MI? Bir Yokmuş 14 Bir Varmış... İçimizdeki. Evliya Çelebi nin Yolu Ameliyathaneye Düşünce. Röportaj 24 Prof. Dr.



Benzer belgeler
Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

Sayın Başkanım, Sayın Müdürüm, Protokolümüzün Değerli Mensupları, Çok kıymetli Hocalarım, Değerli Öğrenci Arkadaşlarım, Velilerimiz

KİTAP GÜNCESİ VIII. GELENEKSEL KİTAP GÜNLERİ SAYI:3

Kızla İlk Buluşmada Nasıl Sohbet Edilir? Hızlı Bağ Kurma Teknikleri

Okuyarak kelime öğrenmenin Yol Haritası

OKUL MÜDÜRÜMÜZLE RÖPORTAJ

> > ADAM - Yalnız... Şeyi anlamadım : ADAMIN ismi Ahmet değil ama biz şimdilik

LİSE REHBERLİK SERVİSİ

Zürih Kantonunda İlköğretim Okulu

Kepçe kulak ameliyatında yapılan temelde kulak şeklini değiştirmek. Bu yukarıda saydığım iki sorun için ayrı ayrı müdahaleler yapılıyor.

"Satmam" demiş ihtiyar köylü, "bu, benim için bir at değil, bir dost."

Yeni Göç Yasas Tecrübeleri

Koç Üniversitesi nde ders verme tecrübelerim BURAK ÖZBAĞCI 2013

KİŞİSEL GELİŞİM NASIL BAŞLAR?

Giovanni dışında bütün örenciler çok çalışıyor. O hiç çalışmıyor ama sınıfın en başarılı öğrencisi. Çok iyi Türkçe konuşuyor.

Yüz Nakli Doktorları Birbirine Düşürdü

MEZUNLARIMIZIN OKULUMUZ HAKKINDAKİ DÜŞÜNCELERİ

BÖLÜM 1. İLETİŞİM, ANLAMA VE DEĞERLENDİRME (30 puan) Metni okuyunuz ve soruları cevaplayınız. MUTLULUK HİKAYESİ

Bilgi güçtür. Sevdiğiniz kişiyi dinleyin ve kendinizi eğitin.

KÜÇÜK KALBİMİN İLK REHBERİNİN BU GÜNÜME UZATTIĞI HAYAT YOLU

23 Yılllık Yazılım Sektöründen Yat Kaptanlığına

Bilinen hikayedir. Adamın biri, akıl hastanesinin parmaklıklarına yaklaşmış. İçeride gördüğü deliye:


Güzel Bir Bahar ve İstanbul

DÜZEY B1 Avrupa Konseyi Ortak Dil Ölçütleri Çerçevesinde BÖLÜM 4 SINAV GÖREVLİSİNİN KİTAPÇIĞI. Dönem Mayıs 2010 DİKKAT

TÜTÜN ÜRÜNLERİNİN ZARARLARI PASİF ETKİLENİM

Dünyayı Değiştiren İnsanlar

SİNÜS - AĞRI, BASINÇ, AKINTI

ABLA KARDEŞ Gerçek bir hikayeden alınmıştır.

BAHARA MERHABA. H. İlker DURU NİSAN 2017 İLKOKUL BÜLTENİ

ÖYKÜ NÜN GÜNLÜĞÜ GÜNLÜĞÜM

EĞİTİM ÖĞRETİM YILI 3. SINIFLAR VELİ BİLGİLENDİRME MEKTUBU 2

Sevgili dostum, Can dostum,

TATÍLDE. Biz, Ísveç`in Stockholm kentinde oturuyoruz. Yılın bir ayını Türkiye`de izin yaparak geçiririz.

Cumhuriyet Üniversitesi İletişim Kulübü Başkanı Metin Baykal: Halkla ilişkilerci girişken olmazsa çok şeyi kaybeder..

Ben Ankara Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi nden Diş Doktoru olarak mezun oldum. ( )

ÖZEL OKAN İLKOKULU EĞİTİM ÖĞRETİM YILI

:48 FİLİZ ESEN-BİROL BAŞARAN

Yaptığım şey çok acayip bir sır da değildi aslında. Çok basit ama çoğu kişinin ihmal ettiği bir şeyi yaptım: Kitap okudum.


DÜZEY B1 Avrupa Konseyi Ortak Dil Ölçütleri Çerçevesinde BÖLÜM 4 SINAV GÖREVLİSİNİN KİTAPÇIĞI. Dönem Kasım 2009 DİKKAT

DİKKAT KONTROLLERİ SİSTEMLERİ

ΥΠΟΥΡΓΕΙΟ ΠΑΙΔΕΙΑΣ ΚΑΙ ΠΟΛΙΤΙΣΜΟΥ ΔΙΕΥΘΥΝΣΗ ΜΕΣΗΣ ΕΚΠΑΙΔΕΥΣΗΣ ΚΡΑΤΙΚΑ ΙΝΣΤΙΤΟΥΤΑ ΕΠΙΜΟΡΦΩΣΗΣ

Bir başka ifadeyle sadece Allah ın(cc) rızasına uygun düşmek için savaşmış ve fedayı can yiğitlerin harman olduğu yerin ismidir Çanakkale!..

Demans ve Alzheimer Nedir?

TEŞEKKÜR. Kısa Film Senaryosu. Yazan. Bülent GÖZYUMAN

Çok Mikroskobik Bir Hikâye

O sabah minik kuşların sesleriyle uyandı Melek. Yatağından kalktı ve pencereden dışarıya baktı. Hava çok güzeldi. Güneşin ışıkları Melek e sevinç

ALTIN KALPLİ ÖĞRETMENİM

SORU-- Bize kısaca kendinizi tanıtır mısınız?

BÜLTENİMİZDE NELER VAR?

TABURCUYUZ, YA SONRASI?

tellidetay.wordpress.com

Biz Fakir Okuluz Bizim Velimiz Bize Destek Olmuyor Bizim Velimizi Sen Bilmezsin Biz Bağış Alamıyoruz Cümlelerini kurarken bir daha düşüneceksiniz.

B unl a r ı B i l i yor mus unuz? MİTOZ. Canlının en küçük yapı biriminin hücre olduğunu 6. sınıfta öğrenmiştik. Hücreler; hücre zarı,

A1 DÜZEYİ B KİTAPÇIĞI NOT ADI SOYADI: OKUL NO:

Başarı Hikayelerinde Söke Ekspress Gazetesi ve Cumhuriyet Ofset Matbaasının sahibi, 1980 yılından bu yana üyemiz olan Yılmaz KALAYCI ya yer verdik.

TEHLİKELİ YOLCULUKLAR

YAŞLILIKTA SIK GÖRÜLEN HASTALIKLAR. Prof. Dr. Mehmet Ersoy

NURULLAH- Evet bu günlük bu kadar çocuklar, az sonra zil çalacak, yavaş yavaş toparlana bilirsiniz.

This information (23) on X-linked genetic disorders is in Turkish X bağlantılı Genetik Hastalıklar (İngilizce'si X-linked Genetic Disorders)

BULUNDUĞUMUZ MEKÂN VE ZAMAN

Hocam Prof. Dr. Nejat Göyünç ü Anmak Üzerine Birkaç Basit Söz

VÜCUDUMUZUN BİLMECESİNİ ÇÖZELİM

Anneye En Güzel Hediye Olarak Ne Alınması Gerekir?

Nükhet YILMAZ TÜRKÇE Ayın Kitabı: KÜTÜPHANE

NEJAT İŞLER İSTANBUL'A SEVK EDİLDİ

Öğrencilerin çektiği fotokopiye yasal formül şart!

Otizmli Eymen 10 Okuldan Geri Çevrildi

Zaman Çizgisi. Venn Şeması

Söylemek istemediğimiz birçok şey, söylemek istediğimiz zaman dinleyici bulamaz.

Verimli Çalışma Teknikleri

TV LERDEKİ PROGRAMLARA ÇIKANLAR KURAN OKUMASINI BİLMİYOR

Kadir Akel "Dert Etme Allah Yeter" diyor. Bunu da neden dediğini bize böyle açıklıyor.

Şef Makbul Ev Yemekleri'nin sahibi Pelin Tüzün Quality of magazine'e konuk oldu

Yeşilcan la. Temiz Hava. İlkokul

5 Yaş : En sevdiğim arkadaşım Yaş : Kurallar ve törenler 9-11 yaş : Kuvvetlenen Arkadaşlık Bağları

TEMİZ SU KRİZİYLE YÜZLEŞME

SORU- Bize kısaca kendinizi tanıtır mısınız? Hangi okullarda okudunuz? Nerelerde çalıştınız?

Melih Güler. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

GAZİOSMANPAŞA ÜNİVERSİTESİ PDR ÖĞRENCİSİ AHMET İSA SOYLAMIŞ RECEP YAZICIOĞLU BENİM İÇİN ÖRNEK ŞAHSİYETTİR

GÖKYÜZÜ EĞİTİM KURUMLARI

þimdi sana iþim düþtü. Uzat bana elini de birlikte çocuklara güzel öyküler yazalým.

3 YAŞ AYIN TEMASI. Cinsiyetim, adım, özelliklerim, görünümümdeki değişiklikler nelerdir?


ilkokul Yeşilcan la Temiz Hava

Nükhet YILMAZ HAYAT BİLGİSİ Tutum, Yatırım ve Türk Malları Haftası nı kutladık. Halk ekmek fabrikası gezisine katıldık. TÜRKÇE * Dilbilgisi:

25. İngilizce Geniş Zaman Konu Anlatımı (Simple Present) (

Değerli Velilerimiz, İlkokul Eğitim Koordinatörü

EĞİTİM - ÖĞRETİM YILI İLKOKUL BÜLTENİ

A1 DÜZEYİ A KİTAPÇIĞI NOT ADI SOYADI: OKUL NO:

Kıbrıs'ta öğrenci olmak

TİYATRO AKADEMİ BAŞVURU FORMU

Bir gün Hz. Ömer (r.a) camiye giderken bir çocuğun acele acele camiye gittiğini görür. Hz. Ömer (r.a):

ÖZEL OKAN İLKOKULU EĞİTİM ÖĞRETİM YILI

Bazen tam da yeni keþfettiðiniz, yeni tanýdýðýnýz zamanda yitirirsiniz güzellikleri.

İÇİNDEKİLER 00. ISINMA. Çorba Yapmaya Benzer 01. BOZ 02. BAK. 9 Sevgili Okur. 10 Sevdiğiniz Yaşamı Tasarlayın Hakkında. 16 Bu Kitap Neyin Nesidir?

ANAFİKİR: Kendimizi tanımamız, sorumluluklarımızı yerine getirmemizde

Benimle Evlenir misin?

Ekmek sözcüğü, sözlüklerde yukarıdaki gibi tanımlanıyor. Aşağıdaki görselin yanında yer alan tanımlar ise birbirinden farklı. Tanımları incele. 1.

Transkript:

TURGUT ÖZAL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ Bilim - Kültür - Sanat - Magazin 2013 Sayı : 3 İçimizdeki 04 Kanser Röportaj 24 Prof. Dr. Mehmet GÜNDÜZ 12 Progeria ve Yaşlanma Hakikati 08 Bir Yokmuş 14 Bir Varmış... Evliya Çelebi nin Yolu Ameliyathaneye Düşünce 29 Farkında mısınız? 20 SORU(N) VAR MI? Büyük bir şeydir doktor olmak üzere azmetmek

(Ankara Turgut Ozal Medical School) Ömer Bilgiç - Fatih Karabacak - Mustafa Semih Elitok - Mikail Doğan - Fethi Önal - A.Oğuzhan Ayparçası - Safa Tapan - Taha Akçay Ayşenur Toygar - Aslıhan Öğretici - Nur Nihal Baltacı - Esin Demir - Furkan Beştepe Doç. Dr. Esra Gündüz (Danışman Öğr. Üyesi)

Sümeyra GÖKALP Fatma Betül ÇEVİK TOÜ TIP FAKÜLTESİ Dönem 4 TOÜ TIP FAKÜLTESİ Dönem 3 Merhabalar, Uzun, upuzun bir aradan sonra karşınızdayız yine, elhamdülillah. Geçen yılın bahar döneminden itibaren hazırlamaya başladığımız yeni sayımız biraz(!) geç de olsa sonunda basılmış ve sizlere ulaşmış durumda. Bunun nasıl bir mutluluk kaynağı olduğunu kelimelerle tam olarak anlatamam biliyorum; ama bu süreç bizim için nasıl geçti biraz ondan bahsedeceğim. Dergi için çalıştığımız bu süreçte özellikle bizim dünyamız dediğimiz Turgut Özal Üniversitesi Tıp Fakültesi ailesinin nasıl olup da bugünlere geldiğini merak ettik. Biz şanslı çocuklardık, kampüsümüz olmasa da fakülte binamız yeni, güzel ve temiz bir şekilde kullanımımıza hazırdı. Eh malum 5 yıllık bir süreçten bahsediyoruz; ama bu sürecin nasıl bir serüveni olduğunu bilmiyoruz. Biz de ailemizin geçmişinin tozlu sayfalarında bir gezintiye çıkmaya karar verdik ve yazı işleri ekibinden Ayşe Nur Dursun ve Nüseybe Artıran ile birlikte hocalarımızla röportajlar yaptık, onlardan kuruluştan bugüne anılarını, hikâyelerini dinledik. Görüşme imkânı bulabildiğimiz Prof. Dr. Şenol DANE, Doç. Dr. Esra GÜN- DÜZ, Doç. Dr. Hüsamettin ERDAMAR, Doç. Dr. Sevsen CEBECİ ve Doç. Dr. Süleyman Murat TAĞIL hocalarımıza paylaşımları, destekleri ve yönlendirmeleri için çok teşekkür ediyoruz. Hocalarımızla yaptığımız söyleşilerimizde okulumuzun kuruluş ve devam sürecinde her zaman mümkün olanın en iyisi yapılmasının hedeflendiğini ve bu sürecin gelişmelere paralel olarak çok hızlı ilerlediğini fark ettik. Bir Yokmuş Bir Varmış başlıklı yazımızda geçmişten bugüne hocalarımızın gözünden okulumuzun hikâyesini bulabilirsiniz. * * * Bütün bu süreci sadece bizim dünyamızı araştırarak geçirmedik tabi ki Bu sayımızda özellikle 1. sınıfa başlayan arkadaşlarımıza yol göstermesi ve kıdemlileri de tekrar düşünmeye sevk etmesi amacıyla kapakta Soru(n) Var mı? başlıklı yazımızla sizlere merhaba dedik. Tarih bölümümüzde Evliya Çelebi nin seyahatleri sırasında tanık olduğu tıbbi müdahaleler hakkında bilgi sahibi olabileceğimiz ve o dönemdeki yöntemlerle günümüzü kıyaslama imkânı bulabileceğimiz bir yazıyla karşılaşıyoruz. Serbest Bölge de yer alan yazılarımızın her biriyle hayatımızdaki farklı bir ince ayrıntının farkına varıyoruz. Röportaj bölümümüz için bu sefer Prof. Dr. Mehmet GÜNDÜZ hocamızla birlikteydik. Kendisiyle tıp eğitimi, uzmanlığı, KBB ve genetikle olan ilişkisi, Japonya ve tekrar Türkiye deki hayatı ve çalışmaları hakkında yaptığımız geniş kapsamlı röportajımızda aklınıza takılan birçok sorunun cevabını bulacağınızı düşünüyoruz. Ve daha nice yazılarımız bilim köşemizde, ne var ne yok köşemizde, gezi yazısı ve kültür sanat bölümlerimizde sizleri bekliyor. Artık sona gelirken ekibim ve kulübümüz adına teşekkürlerimizi sunmadan geçemeyeceğim. Öncelikle tıp eğitiminin ve hayatın yoğun akışına rağmen dinamizmini koruyan ve bizimle yazılarını paylaşan arkadaşlarımıza çok teşekkür ediyoruz. Arkadaşlarımızın paylaşımları ve destekleri ile her bir yazıdan ayrı bir tat alarak keyifle okuyabileceğiniz güzel bir sayıyla sizlerle olduğumuzu umuyoruz. Siz değerli arkadaşlarımızın paylaşımlarıyla daha da güzel sayılar hazırlayabilmek ümidiyle Derginin hazırlık sürecinden basımına kadar hemen her anımızda destekleriyle yanımızda olan bütün hocalarımıza çok teşekkür ediyoruz. Tasarım ve basım aşamasında her zaman bir e-mail uzaklığımızda olan Ahmet KARABUDAK beye ve Arif Bayram POYRAZ beye sonsuz teşekkürler Bütün bu süreçte emeği geçen ve artık bayrağı yeni ekibe teslim eden Ayşe Nur DURSUN, Burak Yasin AVCI, Nüseybe ARTI- RAN, Süleyman Emre ÖZYÜREK ve her zaman destekleriyle yanımızda olan emektar editörümüz Sümeyra GÖKALP e çok teşekkür ediyoruz. Keyifli okumalar dileriz. Yeni sayılarda buluşmak ümidiyle 1editörden

Yaşama Sanatı Dergisinin Ekidir Yıl / 2013 Sayı 3 Sahibi Turgut Özal Üniversitesi Adına Prof. Dr. M.Ramazan YİĞİTOĞLU METAFOR İÇİMİZDEKİ KANSER 04 TARİH EVLİYA ÇELEBİ NİN YOLU AMELİYATHANEYE DÜŞÜNCE 08 BİLİM KÖŞESİ PROGERİA VE YAŞLANMA HAKİKATİ 12 içindekiler 2 Yayın Kurulu Danışmanları Doç. Dr. Esra GÜNDÜZ Doç. Dr. Sevsen CEBECİ Sümeyra GÖKALP (2012-2013) Fatma Betül ÇEVİK (2013-2014) Yayın Kurulu Aslı AĞAÇDAN Ayşe Nur DURSUN Ayşenur TOYGAR Burak Yasin AVCI Büşra Nur AYDIN Elif GÖKALP Nüseybe ARTIRAN Süleyman Emre ÖZYÜREK Arif Bayram Poyraz Tel: 0532 367 61 00 Yayın Türü Yerel Süreli Yayın ISSN 1305-3787 Baskı Tarihi 20.12.2013 İdare Adresi Misket Sk. No:28/1 Beştepe / ANKARA Tel : 0.312 203 55 55 Fax : 0.312 221 32 76 www.turgutozal.edur.tr dfdergi@gmail.com Afşar Matbaacılık 1354 Cd. (21 Cd.) No:101 İvedik OSB Yenimahalle/Ankara Ulus V.D. 44542550920 Dergide yayınlanan yazılardan doğabilecek her türlü sorumluluk yazı sahiplerine aittir. Kaynak gösterilmek suretiyle dergimizdeki yazılardan alıntı yapılabilir. BİZİM DÜNYAMIZ BİR YOKMUŞ BİR VARMIŞ... 14 KAPAK SORU(N) VAR MI? RÖPORTAJ PROF. DR. MEHMET GÜNDÜZ NE VAR NE YOK iknife 03 METAFOR İÇİMİZDEKİ KANSER 04 TARİH EVLİYA ÇELEBİ NİN YOLU AMELİYATHANEYE DÜŞÜNCE 08 EDEBİ DÜŞÜNCELER HAYAT BİR YAZI MI 10 SERBEST BÖLGE PROGERİA VE YAŞLANMA HAKİKATİ 12 BİZİM DÜNYAMIZ BİR YOKMUŞ BİR VARMIŞ... 14 SERBEST BÖLGE İNCE DETAYLAR 17 BİLİM KÖŞESİ SEN KUR VE BIRAK, GERİSİNİ O YAPSIN 18 KAPAK SORU(N) VAR MI? 20 ŞİİR YAZMASI KOLAY ŞİİR 23 RÖPORTAJ PROF. DR. MEHMET GÜNDÜZ 24 SERBEST BÖLGE FARKINDA OLMAK 29 BİLİM KÖŞESİ ELEKTROMANYETİK HİPERSENSİTİVİTE 30 SERBEST BÖLGE BAŞARISIZLIKLARLARA YOLU DÜŞMÜŞ HAYATLAR ve BAŞARIYA GİDEN YOL BİZİM DÜNYAMIZ DİNAMİK FİKİRLER KULÜBÜ 2 YAŞINDA 34 GEZİ YAZISI İRLANDA DA BİR YAZ 36 ŞİİR ANATOMİ ÇALIŞAN GENCE HİTABE 38 KÜLTÜR SANAT SHERLOCK HOLMES UN DOKTOR BABASI 39 KÜLTÜR SANAT Sinema: EKİM DÜŞÜ (October Sky) Şiir: İÇİMDEKİ ÇOCUK 40 20 32 24

3 ne var ne yok Ayşe URHAN TOÜ TIP FAKÜLTESİ Dönem 2 iknife! Kanserli doku ve sağlam dokuyu birbirinden ayırarak sadece kanserli dokunun alınmasını sağlayan bir alet geliştirildi: iknife! En iyi doktorların bile kanserli dokuyu alırken sağlam dokudan bir parça kopartmamaları zordur. Dr. Nicholson hastaların ameliyat sonrasında ilk olarak tümörün tamamen alınıp alınmadığını sorduğunu ve bu konuda tam bir garanti vermenin zor olduğunu, ancak bu yeni teknoloji sayesinde bir taraftan kanserli dokunun tamamen alındığından emin olmanın, diğer taraftan ise sağlıklı dokunun gereğinden fazla alınmamasının mümkün olacağını söylüyor. Yeni teknoloji, var olan elektrokoter teknolojisinin bir devamı. Bu teknikte elektrik akımı dokuların ameliyat sırasında dağlanması için kullanılıyor. Süreçte aynı zamanda birçok zararlı kimyasal içeren bir duman yayılıyor. iknife yayılan dumanı bir kütle spektrometresinin içine emiyor ve orada binden fazla sayıda biyokimyasalın tahlilini yapıyor. Doktor Nicholson farklı dokuların farklı moleküler sinyaller verdiğini ve buna kanserli dokuların da dahil olduğunu belirtiyor. Böylece cerrah kesmeye devam edip etmeyeceğine karar verebiliyor. Günümüzde bu tip ameliyatlarda hasta anestezi etkisi altındayken alınan dokular mikroskop altında inceleniyor ve bu işlem ise 20-30 dakika kadar sürüyor. Nicholson, iknife ın aynı zamanda biyokimyasal ve moleküler belirtiler sayesinde doktorlara tümörün yayılıp yayılmadığını söyleyebileceğini belirtiyor. Nicholson bu teknolojinin en sıradışı yanının eğer ameliyat edilen sonradan gelişen bir tümörse asıl tümörün nerede olduğunu göstermesi olduğunu söylüyor. Uzman bunun gelecekte çok önemli olabileceğini de ekliyor. Doktor Jeremy Nicholson, araştırmacıların bu noktada insanlar üzerinde klinik deneylere başlayacaklarını söylüyor. Bu deneylerde Nicholson ın çalışma arkadaşı Zoltan Takats tarafından geliştirilen iknife ın, geleneksel neşterle yapılan ameliyatlarla karşılaştırıldığında nasıl sonuç vereceği incelenecek. Yeni teknoloji, var olan elektrokoter teknolojisinin bir devamı. Bu teknikte elektrik akımı dokuların ameliyat sırasında dağlanması için kullanılıyor. Süreçte aynı zamanda birçok zararlı kimyasal içeren bir duman yayılıyor. iknife yayılan dumanı bir kütle spektrometresinin içine emiyor ve orada binden fazla sayıda biyokimyasalın tahlilini yapıyor.

ATOMS Türkiye igem takımı metafor 4 İÇİMİZDEKİ KANSER Öğrenmek isteyen ve bu amaç uğrunda var olan biz insanlar için kitaplar ulvilerden ulvi birer hazinedir. Çünkü öğrenmek için okumak vazgeçilmezdir. Elbette ki okumak ve onun bir önceki basamağı yazmak bir dil kültürünü meydana getirir. Dili öğrenmek, okuyabilmek ve anlayabilmek; öğrenmenin temelini oluşturur denebilir.

Öğrenmek isteyen ve bu amaç uğrunda var olan biz insanlar için kitaplar ulvilerden ulvi birer hazinedir. Çünkü öğrenmek için okumak vazgeçilmezdir. Elbette ki okumak ve onun bir önceki basamağı yazmak bir dil kültürünü meydana getirir. Dili öğrenmek, okuyabilmek ve anlayabilmek; öğrenmenin temelini oluşturur denebilir. Peki, öğrenirken erişmeye çalıştığımız bilgiye bakış açımız da bizim için önemli değil midir? Öğrenmeye çalıştığımız bilgiye olan bakışımız veya başka bir deyişle nazarımız ölçüsünde bazı şeylere vakıf olabiliriz. O zaman tüm öğrenilen bilgilerin ulaşmak istediği son nokta olan hayatı öğrenmek için nazarımızı değiştirmeye ne dersiniz? Şu yaşadığımız tüm evreni ve içindekileri birer kitap şeklinde düşünelim. Ve bu kitabın dilinin, yazılan harflerinin yaşayanlar ve yaşananlardan ibaret olduğunu kabul edelim. Merak etmeyin, o dile aşinayız aslında; çünkü var olduğumuzdan beri konuşuyoruz o dili. Bu dili okurken amacımız da şu olsun: Küçük kâinat olan insan ile tüm bu varlığı kapsayan evren aynı gerçeğin iki yarısı ise ne kadar birbirlerine benziyorlar? O zaman bu dili yeni nazarımızla okumaya başladığımızda neler keşfettiğimize bir bakalım. Hakikatin İki Dili Mesela kalbi ele alalım. Kalbimiz dakikada 60 ila 100 kez atarak 5-35 litre kanı vücudumuza en uç kılcallara kadar pompalar. Bu işlemi insan ömrüne kıyaslarsak; günde yaklaşık 100 bin, yılda 40 milyon, tüm insan hayatı boyunca yaklaşık 2,5 milyar kere, hiç durmadan yaklaşık 8 bin ton kanı vücuda pompalar demektir. Hem de ilk oluştuğu andan itibaren hiç durmadan. Bilindiği üzere vücudumuzda aktif olan sempatik ve parasempatik sinir sistemleri, insanın doğasında olan çevresindeki maddi veya ruhi değişimlerden etkilenme gereği, vücutta ve tabii ki kalpte değişimler meydana getirir. Geçici olarak hızlanan veya yavaşlayan kalbimiz ölümün ikiz kardeşi uykumuzda bile durmadan Bilindiği üzere insan, gerçekleştirdiği davranışları ve olayları ile insandır. Herhangi bir eylemi gerçekleştirebilen kişi bu eylemi yürümekten tutun da etrafındaki olayları anlayabilmeye kadar en aktiften en pasife tüm fiiller için geniş tutabiliriz yaşayan bir insan olarak kabul edilir. atmaya devam eder. Aynı şekilde hapşırdığımızda geçici olarak stres altında kalarak durma tehlikesi yaşamasına rağmen atmaya devam eder, ta ki görevini yerine getirene kadar. Bu mahalde şöyle düşünmek gerekli değil midir? Hayatımız boyunca fıtri olarak çevremizdekilerden etkileniriz ve ruh durumumuz sürekli değişkenlik arz eder. Buna bağlı olarak bizden beklenen görev ve sorumluluklarımızı aynı ölçüde ele alamaz, odaklanamaz veya insanların üzgün hallerinde gerekli empatiyi gösteremez, bir işe kalkışırken sonunu düşünmeden hareket eder ve hata yaparız. Eğer tıp sanatının icraatçısı olmak konusunda niyetli olan bizler nazarımızı kardiyoloji kitabından kalp kitabına çevirirsek kalbimize ait sebatkârlığı fark edecek ve kalbimiz kadar dahi kendi çizgimizi koruma mevzuunda sıkıntı yaşadığımızı fark edeceğiz. Oysaki kalbimizin her zaman gösterdiği sinüs ritmi problem yaşamayan bir hayat belirtisidir. Bizler ise zaman zaman aritmiler yaşayabiliyoruz. İşte bu noktada kalbimiz ruhi hayatımız adına bize yol gösterici bir rol üstlenmektedir. Hücrenin Ruhu Aynı mevzuyu daha derinlere ve ayrıntılara baktığımızda da görebiliriz. Bizim tıp öğrencileri olarak ilk öğrenmemiz gereken temel bilgi, maddi varlığımızın temelini teşkil eden hücre ve mekanizmalarıdır. Bu açıdan basit olarak hücreye, belirli sınırlar içinde ki biz ona hücre zarı diyoruz çekirdek denen yönetici bir merkez tarafından düzenlenen bir organizasyon bütünüdür diyebiliriz. Bu yapıda pek çok görevli birim ve materyaller belirli işleri görürler ki hepsinin bu hareketliliği, hücrenin yaşamı da diyebileceğimiz sürekliliğin, devam etmesinin temel şartıdır. Peki, yeni nazarımızla baktığımızda bu yapıları nasıl ele alabiliriz? Bilindiği üzere insan, gerçekleştirdiği davranışları ve olayları ile insandır. Herhangi bir eylemi gerçekleştirebilen kişi bu eylemi yürümekten tutun da etrafındaki olayları anlayabilmeye kadar en aktiften en pasife tüm fiiller için geniş tutabiliriz yaşayan bir insan olarak kabul edilir. Bu yaşama eyleminde de insan ruhu ve aklıyla belirli bir fiili düşünür veya icra edebilir. Ürettiği bu düşünceyi sonrasında belirli bir eyleme dönüştürür ki bu da etrafında bir değişime yani olaya inkılap eder. Hücre için de aynı şeyi söyleyebilir miyiz? Hücre yönetim merkezi çekirdeği sayesinde olayları algılar ve yeni tepkiler verir. Bir nevi hücrenin beyni veya aklı gibi çalışan çekirdek, asli olarak hücrenin karakterini taşıyan genetik materyali, yani hücrenin ruhunu da taşır. Buradan o ruha ait özelliklerin korunmasına bağlı olarak ikinci bir molekül üretilir ki buna RNA diyoruz. Çekirdekten ayrılan RNA sitoplazmada protein olarak değişim geçirir ki bu proteinler canlılığın temeli olan tüm işlevlerden sorumludur; sanki hüc- 5

metafor 6 renin yaptığı fiil ve eylemler gibidir. Ve işte bu fiil ve eylemler homeostasis denen dış çevreyi etkileyen reaksiyonlara ve olaylara neden olur. İşte hücre bu noktada çevresindeki değişimi algılar ve yeni bir düşünme sürecine geçer. Ne kadar benziyor değil mi? Kanser İnsanlar ve Kanser Hastaları Peki, çağımızın şifasız hastalığı kanser için neler denebilir? Şu ana kadarki araştırmalar gösteriyor ki kanserin oluşması sürecinde sayısız mekanizma ve olay iş görüyor. Zaten kesin bir tedavisinin bulunmaması veya pek çok tedavi yönteminin ileri sürülmesi genel olarak buradan kaynaklanıyor. Bununla birlikte tüm sorunların çözümünde kabul gören bir usul olarak sorunun temel kaynağının çözülmesi doğrudan çözümü mümkün kılacağı gibi, kanserin de temel mekanizmasını bilmek tedavisi adına en önemli basamaktır. Günümüzde bu mekanizma genetik olarak açıklanmaktadır, yani hücrenin ruhunu ilgilendiren bir problemden bahsedilmektedir. Kanser için genel olarak vücuttaki dengeye karşı kontrolsüz büyüyen ve çoğalan bir hücre grubu demek yanlış olmayacaktır. Böyle bir düzen karşıtı oluşumun temelinde, hücre endeksli düşünürsek, çekirdekteki bir hatanın, yanlış bir oluşumun öne sürülmesi gayet yerinde olacaktır. Yani, başta hücrenin ruhunda ki ruh yaşamın nasıl algılandığını ve hayata ait emelleri belirleyen merkezdir bir problem sonucu hücre alışmış olduğu düzenin bir parçası olma fikrinden uzaklaşarak kendine ait yeni bir düzen kurma macerasının peşine düşer. Bu yolda ise vücuda tamamen zarar veren ki en sonunda kendi sonunu da hazırlayan bir dizi yanlış işlerin ardı sıra ilerlemeye başlar. Günümüzde belirli toplumsal değişimleri savunanlar, mevcut düzendeki bir probleme tepki olarak doğmaktadır; ancak çoğunlukla şiddet ve zarar verme ekseninde izlenen yol, istenen değişimin hem gelişmesini engellemekte, hem topluma zarar vermekte hem de mevcut problemin devamına neden olmaktadır. Adeta uygun bir usul ve üslup takip etmeyen bu insanlar, vücuttaki kanser hücreleri gibi davranmaktadır ki kanser hastalarına gösterilen acıma ile karışık ihtimama asıl muhtaç olanlar bunlardır. Ben Hücreyim Şimdi kanser hücrelerini kendi psikolojileri açısından kritiğe tabi tutalım. Kanser hücrelerinin bu bitmek bilmeyen büyüme isteği aslında ruhunda meydana gelen bir kırılmanın tezahürü olarak büyüme isteğini ifade eden düşüncelerin artmaya başlamasıdır. Adeta hücre ben büyümeliyim, sürekli ben büyümeliyim, en büyük olmalıyım manasında RNA lar üreterek bu konuda işe koyulur ve durmadan çoğalır. Doğal olarak büyümek ve güçlenmek için her zaman daha fazla kaynağa, malzemeye veya bizim açımızdan menfaat, şöhret veya paraya ihtiyaç duyacaktır. Bunun sonucunda önceden diğer hücre arkadaşlarıyla paylaştığı damarları ve içindeki kanı, besini kendine doğru çekerek hissesine düşeni artırmaya çalışır. Diğer hücrelere düşeni de daha fazla büyümek için kullanır ve kendi diliyle insandaki firavunvâri Ben varken siz kim oluyorsunuz? Ben daha çok büyümeliyim; çünkü buna daha layığım düsturunu seslendirir. Hatta daha fazla besin ve kan da kanser hücresini tatmin edemez. İnsanın bir vadi dolusu altın sahibi olsa da bir ikincisini istemesine mukabil, kanser hücresi de bulunduğu yeri kendine yeterli görmez ve hem çevresinde diğer hücrelere ait alan-

ları, hem de daha uzaktaki kendine büsbütün yabancı mekânları işgal etmeye başlar. Ben bu vücudun bir hücresiyim ve özelim. Buralar benim de hakkım, hatta sizden daha fazla benim hakkım. şeklinde seslenip giderek vücuttaki düzeni kendine göre bozmaya ve kendini daha da tatmin etme yoluna gider. İnsandaki bu habis duyguya genel olarak benlik, kibir veya bencillik diyoruz ki kanserin aslında tüm mayasındaki bu kötülük bu noktaya dayanmaktadır, zannederiz. Hücre Kadar Zeki Bu kadar düzen karşıtlığı ve vücut devletine zarar verme girişimine dur diyen hiç kimse yok mudur peki? Vücuda ait düzeni ve bütünlüğü korumakla görevli olan akyuvar hücreleri ile makrofajlar, kendi hezeyanları içinde ütopyalarını inşa etmeye çalışan bu hücreleri durdurmaya çalışırlar. Ama düşmanımız bir hücre kadar zeki. Şunu ifade etmeliyiz ki kanser hücresinin kendince hedeflediği en büyük hayaline olan tutkusu, bunu engellemeye çalışan güçlere karşı öyle akılcı önlemler almasını sağlamıştır ki insana münhasır olan akıl nimetini düşündürmeden geçmemektedir. Kısaca bu konuyu açacak olursak, elbette ki, savunma hücreleri kanseri belirli özellikleriyle tanıyacaktır. Suçluyu arayan güvenlik güçleri suçluya ait eşkâl, kullandığı araç ve plakası, kıyafetleri ve çeşitli özellikleriyle kendi birimlerini bilgilendirir ve suçlu aranmaya başlar. Peki, suçlu buna karşı olarak eşkâlinde değişikliğe (saç ve sakalını kesme gibi), kullandığı aracı değiştirme gibi önlemler almaz mı? Aynı bunun gibi kanser hücreleri de kendisinin tanınmasını sağlayan antijen adındaki proteinlerini değiştirmeye veya azaltmaya başlar ki fark edilmesin. Eğer bunda başarılı olmazsa suçluların kalabalık alanlarda kaybolmaya çalışması gibi çevresindeki normal hücreleri kendine siper yaparak saklanmaya çalışır. Bunda da başarı sağlayamazsa suçlunun polis telsizine ait frekansı bularak yanlış alarm sinyaliyle aldatmaya çalışması gibi savunma hücrelerinin yalan haber veren proteinlerle yanıltmaya ve yatıştırmaya çalışır. Son çare olarak yakayı ele vermek üzere...elbette ki, savunma hücreleri kanseri belirli özellikleriyle tanıyacaktır. Suçluyu arayan güvenlik güçleri suçluya ait eşkâl, kullandığı araç ve plakası, kıyafetleri ve çeşitli özellikleriyle kendi birimlerini bilgilendirir ve suçlu aranmaya başlar. Peki, suçlu buna karşı olarak eşkâlinde değişikliğe (saç ve sakalını kesme gibi), kullandığı aracı değiştirme gibi önlemler almaz mı? olan suçlunun polisle çatışması gibi kanser hücreleri akyuvarları öldürmek için tedbirler alır. Bu yaklaşım gerçekten de kendine ait tutkuyu gerçekleştirme adına her türlü olumlu-olumsuz hareketi meşru kılan ve kendi davasında inat eden bir kısım marjinal hareketleri akla getirmektedir. Her Şey Benim Kanser hücrelerinin diğer bir ilginç özelliği ise tüm vücudu kendi mülkü şeklinde görerek keyfince kullanma eğilimidir. Bunu açıklamak için önce biraz bilgi verelim. Normal bir hücrede hayatının devam etmesinde elzem olan enerji üretimi glikoliz, Krebs döngüsü ve elektron transfer sistemi (ETS) adı verilen başlıca üç temel mekanizma üzerine kuruludur. Son iki basamak, glikolizde elde edilen malzemenin daha kaliteli ve verimli kullanımını sağlayarak başta elde edilen enerjinin 10 katını üretebilir. Kanser hücreleri ise kendi kurmak istediği ütopya ve büyüme isteğine o kadar kilitlenmiştir ki varını yoğunu o işe ayırırken enerji üretmesi adına bu iki son basamağı önemsemeyerek kullanmaz. Hayatının devamı için gerekli olan enerjiyi ise yegâne yöntem olan glikolizi kullanarak elde etmeye çalışır. Takdir edersiniz ki normale göre 10 kat daha az enerji üretmesi nedeniyle kullandığı besini artırmak zorunda kalan kanser hücresi vücuttaki besinin büyük bir kısmını kendi almaya ve kullanmaya başlar. Hep Ben! diyen ve o doğrultuda hareket eden kanser kendine aldığı bu besini bu şekilde israf ederek ikinci bir zarar daha meydana getirir. Üstüne üstlük glikoliz yolu sonrası son iki basamağa uğramayan malzeme laktik aside dönüştürülerek vücuda geri iade edilir ki kanserde çeşitli problemlere yol açan asidoz durumunun da başlıca nedenlerindendir. Böylece kanser hücresi israf ederken çevresine de zarar verir ve hem kendinin, hem de tüm vücut devletinin sonunu getirir. Tüm bu anlattıklarımız ispat ediyor ki vücut sadece belirli organik materyalden ibaret bir organlar bütününden ziyade toplumsal hayatımızı, sorunlarımızı, kişisel problemlerimizi, bizi, benliğimizi ve psikolojimizi veciz bir dille anlatan bir kitap gibidir. Adeta film sahnesinde izlercesine bize bizi gösteren hücrelerimizi bu nazarla süzdüğümüzde daha neler keşfedecek ve ne gibi problemlerimizin farkına vararak çözümleri adına nice ilhamlara ulaşacağız? Öğrendiğimiz her bilgiyi mantık alanında belirli konumlara yerleştirdiğimizde ve bakış açımızı daha geniş ve farklı tuttuğumuzda kalbimiz bize hakikati anlatan bir dost, hücrelerimiz psikolojik tahliller sunan birer tiyatro oyuncuları ve vücudumuz da hayalimizde ideal düzen ve devleti simgeleyecek ve bizler de müthiş bir kâinat kütüphanesi olmanın keyfiyle kendimizi okumaya başlayacağız. 7

Şefika AYAR TOÜ TIP FAKÜLTESİ Dönem 4 8 Evliya Çelebi nin Yolu Ameliyathaneye Düsünce Yüzyılda yaşamış olan Evliya Çelebi, çok gezip çok görmüş, gözlemlerini 17. müthiş bir incelikle anlatmış meşhur bir seyyahtır. Evliya Çelebi nin seyahat hikâyesinin bir rüya ile başladığını hepimiz biliriz. Rüyasında Peygamber Efendimizi gördüğünü, Şefaat Ya Rasullallah diyeceği yerde Seyahat Ya Rasulallah dediğini Seyahatnamesinin ilk kısımlarında kendisi anlatır. Fakat bu rüyadan önce de O, Dünyanın her bir tarafına gitmek ve değişik insanlarla tanışmak hevesindedir. Bu heves, babasının anlattığı macera dolu hikâyelerden ve tanıştığı renkli ve bilgili insanlardan kaynaklanır. Evliya Çelebi ilk eğitimini babasından ve doğduğu yer olan Unkapanı ndaki bir medreseden almıştır. Bu arada hafız olmuş, aynı zamanda nakış, hat ve tezhip sanatlarını öğrenmiştir. Daha sonra Enderun Mektebi ne kabul edilmiştir.

Enderun Mektebi, devlet büyüklerinin, bilim adamlarının ve yüksek rütbeli askerlerin yetiştiği bir saray okuludur. Evliya Çelebi burada Kur an-ı Kerim, Hadis, Tefsir gibi dini ilimler; coğrafya, matematik, mantık gibi müspet ilimler; edebiyat ve şiir dersleri almış, bunun yanında Osmanlı saray geleneği ve görgüsü, protokol kaideleri gibi devlet işlerini de öğrenmiştir. Dolayısıyla Evliya Çelebi dünyayı seyahate çıkmadan önce zamanının bilimlerine hâkim ve sanat yönü kuvvetli bir Osmanlı Beyefendisidir. Türkçeyi çok iyi kullanmanın yanında Arapça, Farsça, Rumca, Latince ve Yunancaya da hâkimdir. Evliya Çelebi, seyahat ettiği yerlerdeki gözlemlerini bu birikimleriyle harmanlamış, anlattıklarına kendi yorumlarını da katmıştır. Seyahatnameyi okuduğunuzda neşeli ve akıcı üslubu, ince zekâsı ve nüktedanlığı dikkatinizi çeker. Gördüklerini ve yaşadıklarını anlatırken ilginç benzetmeler yapar. Beklemediğiniz yerde sizi kahkahalara boğacak tasvirler ve mübalağalı anlatımlarla karşılaşabilirsiniz. Bazen de objektifliği ve gerçekçi akıl yürütmeleriyle takdirinizi kazanır. Evliya Çelebi, üç kıta üzerine kurulu muazzam devletin her bir karışını dolaşmış, Seyahatnamesini işte bu geniş ve samimi üslubuyla oluşturmuştur. Evliya Çelebi yi ve onun kültürümüze kazandırdıklarını anlatmakla bitiremeyeceğimizi bildiğimiz için burada kısa kesip sizinle Seyahatnameden bir parça paylaşmak istiyoruz. Evliya Çelebi Viyana dayken, kralın bir akrabasının başına kulağının yanından bir kurşun isabet eder. Sarayın hekimi adamı ameliyat ederken Evliya Çelebi nin seyretmesine de müsaade edilir. Kendisinden dinleyelim: Kefereyi (kâfiri) dört ayaklı bir sedir üzerine yatırdılar. Başı Adana kabağı, burnu Mora patlıcanı gibi şişmişti. Hekimbaşı cümle kefereleri dışarı koğup mecruha (yaralıya) hemen zafiran gibi bir su içirip onu kendinden geçirdi. Hizmetkârı mecruhu kucağına alınca, hekim adamın başının takke kenârı yerin etrafına tasma-kayış bağladı. Bir keskin ustura alıp herifin alnının derisini iki kulaklarına kadar çizip, sağ kulağı yanından deriyi biraz yüzünce kafa kemiği bembeyaz göründü de zerre kadar bir katre kan akmadı. Cerrah hemen şakak tarif ettikleri yerden, kafanın ek yerinden delip, bir demir mengene sokup burmaya başladı. Allah ın emriyle kelle diş diş kenet yerlerinden açıldı. İçinde beyninin enseden tarafı göründü. Kellenin içi kulaklara kadar sulu kan ve sümük gibi karışık sıvı olup beynin yanında kurşun dururdu. Meğer bu beş dirhem çakmaklı tüfek kurşunu imiş. Beynin zarı yanında kana bulanmış durur. Görüldüğü gibi Evliya Çelebi, baş anatomisi hakkında hiçbir bilgisi olmayanların rahatlıkla anlayacağı ifadeler kullanmış olmakla birlikte yaptığı ayrıntılı tasvirler onun bu konuda az da olsa önceden bilgi sahibi olduğunu düşündürmektedir. Süturları kafanın ek yeri olarak bilmesi, beynin yanında beyin zarını da tarif etmesi bunu göstermektedir. Evliya Çelebi nin Galen ve İbn-i Sina ya Seyahatnameyi okuduğunuzda neşeli ve akıcı üslubu, ince zekâsı ve nüktedanlığı dikkatinizi çeker. Gördüklerini ve yaşadıklarını anlatırken ilginç benzetmeler yapar. dayanan geleneksel tıp hakkında bilgi sahibi olması kuvvetle muhtemeldir. Nitekim az sonra okuyacağınız gibi hastaya ağzını ve burnunu kapatarak yaklaşmakta ve bu konuda cerraha da bir ders vermektedir: Hemen üstad cerrah bana Gör bak insanoğlunun bir ekmek parçası için girdiği hâli dediğinde ben de ileri varıp, ağzıma ve burnuma mendili koyup mecruhun kellesinin içine nazar ettim. Garip insanın beyni kafa içinde, güya yumurtasından yeni çıkmış bir kuş yavrusu gibi büzülmüş durur. Amma üzerinde bir kalın deriden zarfı yani zarı var. Cerrahbaşı Niçün ağzını ve burnunu mendil ile kapatıp bakarsın deyince ben Belki bakarken aksırırım, öksürürüm. Herifin kellesi içre rüzgâr girmesin deyû kapadım dedim. Cerrah Aferin. Sen bu işle uğraşsan kâmil üstad cerrah olurdun. deyip aceleye herifin beyni yanındaki kurşunu alıp, sarı sünger gibi bir şeyle kurşunun durduğu yerdeki kanları, cerahatleri sildi, şarapla temizledi... Evliya Çelebi bundan sonra yaralının başının karınca adı verilen küçük kancalar kullanılarak dikildiğini ve hastaya yemek yedirildiğini, bakım yapıldığını anlatıyor. Yaralıyı on beş gün boyunca izliyor ve iyileştiğine şahitlik ediyor. Evliya Çelebi ile biz de dört yüzyıl önceye bir seyahat gerçekleştirmiş ve o dönemin bir ameliyatını seyretmiş olduk. 10 ciltten oluşan Seyahatnamede daha okumaya doyamayacağımız nice hazineler var... * Seyahatnameden alınan parça kısaltılmış ve sadeleştirilmiştir. Kaynaklar: - Ahmet Acıduman, Uygur Er, 17. Yüzyıl Viyana sında Kafatası Cerrahisi: Evliya Çelebi Seyahatnamesinden Bir Olgu, Yeni Tıp Tarihi Araştırmaları, 2009 - Ülkü Çelik Şavk, Sorularla Evliya Çelebi, Hacettepe Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, 2011 9

Medine ÇETİN TOÜ TIP FAKÜLTESİ Dönem 4 edebi düşünceler 10 Her başlangıçta olduğu gibi bir yazının da en önemli aşamasıdır düşünce. Küçük bir fikirdir boyundan büyük çığırlar açan ki sayfalar dolusu kelimelere hükmedip de kendine göre şekillendirebilen. Başlamak bitirmenin yarısıdır; ancak fikretmek başlamaya adım atabilmek için en önemli güç kaynağı değil midir? Bazen öyle olur ki düşünceler karmakarışıktır veya öyle çok fikir gelir ki ardı ardına birbirleriyle yarışırlar adeta yazıdaki hâkim mana olmakta ve ortaya çıkan yazıdan ne anlayacağını bilmeyen okuyucular meydana geliverir. Her yazının mihenk noktası ise ilk cümledir tıpkı bir insanın yeni bir ortamda bıraktığı ilk izleniminin o ortamda sonradan geçireceği zamanlar için en önemli faktör olması gibi. Kimi başlığına vurulur da okumaya değer görür kimi ilk cümleyi sıkıcı bulup da bırakır okumayı, günlük hayatın yoğunluğunda zaman kısıtlı ve okunacak çok şey vardır. Belki de içeriği insana hiçbir şey katmayacak zaman kaybı olacak sadece yazmış olmak için yazmak, sanat için sanat yapmak zamanı değildir bu zaman. Yazı önce bir müsvedde olarak yazılır. Kimisi üzerinde uzun uzun değişiklik yapmayı sever yazısının, günden güne insan değişir ve değişimin rüzgârındaki yazar her okuduğunda bir önceki insan olmadığından kurşun kalemle başlar düzeltmeler yapmaya. Kurşun kalem layık görülür genelde müsveddeler için. Önemi sadece sınava yarım saat kala anlaşılan, diğer kalemler tarafından hep ezilmeye mahkûm kalmış tevazu sahibi, yıllar sonra silinmeye yok olmaya mahkûm, bu dünyada kalıcı olmamasıyla bize bir şeyler fısıldayan, yazarken silginin bize göz kırpışıyla hata yapmaya çekinmediğimiz güven içinde yazı yazma imkânı veren araç

sayesinde atılır yazının ilk temelleri. Üzerinde sonra ne kadar değişiklik yapılırsa yapılsın kurşun kalemin yazdığı o taslak yapı hiç bozulmaz, belirli düşünce çerçevesinden sapılamaz. Aslında yazan için bir puzzle yapmak gibidir boş bir sayfaya kafasındaki resme göre kelimeleri döşemek. Puzzle yapan nasıl büyük resmin tüm ayrıntılarına hâkim oluyorsa ve artık diğer insanlara nazaran o resme daha farklı bakabiliyorsa yazan da yazdığını tüm ayrıntılarıyla bilir. Bazen uyuşmaz ya puzzle ın bir parçası diğeriyle aynen öyle kelimelerin birbirine geçmediği olduğunda uygun kelimeyi bulmak bazen günler alır. Bazı anlar olur ki insan düşünmeden edemez önüne gelen bir meyvenin nasıl aşamalardan geçip de hücrelerine kadar dağılma sürecini. Böyle zamanlarda yenilen meyveden alınan tat bir başka olur. Ortaya çıkan herhangi bir sonucun, bitirilmiş bir puzzle ın, bir buluşun, basılan bir derginin, yapılmış bir organizasyonun, yeni çıkmış bir kitabın önümüze hangi süreçlerden geçerek geldiğini düşünmek de onlardan ayrı bir tat almamızı sağlar. İnsan hayatını yansıtan, insanın tüm duygularını ortaya koyan şu ana kadar yazılmış on binlerce yazının da geçtiği sürece bir nebze olsun göz attık. Elbette yaşayanlar gibi bilemeyiz hiç o aşamaları, hiçbir şeyi kendisi gibi bilemeyiz kâinatta. Eğer yazı yazmayı insan hayatı gibi düşünürsek ilk paragrafta bahsedilen düşüncenin yazıya hayat olmasından yola çıkarak hayatımızın düşüncelerimizdeki ufak değişmelerle bile ne kadar değişebildiğini anlarız. İkinci paragraftaki düşüncenin meydana getirdiği bir yerdeki iyi veya kötü başlangıçlarımızın aslında sonraki yaşamımızda ne denli önemli yer tuttuğunu, hayatımızı ne kadar değiştirebileceğini göreceğiz. Bir sonraki paragrafta geçen kurşun kaleme dikkat! Çünkü hayatımızdaki önceliklere dikkat etmeliyiz, bir şeyi önemsiz deyip küçümsemekten korkmalıyız. Öyle zamanlar olur ki sınav başlamadan önce yanımıza almadığımız bir kurşun kalemle önemin ve önceliklerin yer, zaman ve şartlara göre değiştiğini, bazen bir gülümsemenin bile kritik bir zamanda bir insanın hayatını kurtarabilecek boyutlara ulaşabileceğini fark ederiz. Ve insanların geldikleri noktaya bakarken o an a geldikleri zamana kadar geçirdikleri aşamalara odaklandığımızda karşımızdaki kişiye farklı bir bakışımızın geliştiğini göreceğiz. İnsan hayatı an lardan oluşan, bir bütün haline getirilmeye uğraşılan, tüm hayat boyu bir hikâyem olsun ve görülsün, bilinsin diye toparlanmaya çalışılan bir puzzle gibi değil midir? Dağınık, parça parça ama birbirine geçebilecek özellikte geçmiş, gelecek, sevinç, üzüntü du- Bazı anlar olur ki insan düşünmeden edemez önüne gelen bir meyvenin nasıl aşamalardan geçip de hücrelerine kadar dağılma sürecini. Böyle zamanlarda yenilen meyveden alınan tat bir başka olur. yulan an lar bütününden ibaret bir puzzle. Yaptığın gibi tek bir hamleyle bozabilirsin de. Ama ortaya çıkan o bütün, o hikâye tektir. Bir parça yanlış yerleşirse düzeltilmeden bitmez o hikâye. Hep bir şeyler eksik kalır eğer bir parça kayıpsa, resmi görenler ilk olarak o eksiğe odaklanır. Anlamsız gibi duran ayrı ayrı onca harfin toplanıp da bu yazıyı oluşturması ve bir anlam meydana getirmenin hazzını duyamasalar da okuyan insanların fark etmesiyle, okumasıyla bir anlama hizmet etmeleri gibi bize anlamsız gelen nice şeyler bir anlama varıyor sonunda. Sadece sanırım bazen ayrıntılarda boğulup da kafamızı kaldırıp bütüne bakamadığımızdan anlam çıkaramayabiliyoruz. Tıpkı bütünü unutunca her bir puzzle parçası üzerindeki küçük resimlerin, çizgilerin, noktaların anlamsız ve boş gelip işe yaramayacağı düşünülüp çöpe atılma ihtimalinin olması gibi. Son olarak hiçbir zaman bir yazı yazanın anladığı gibi anlaşılamayacaktır. Hayatı da asla yaşayan kadar bilemez, onu tamamen anladığımızı iddia edemeyiz. Kaderimizi Yazan ı da tam anlamıyla bilemeyeceğimiz gibi, kendimizi bile O nun bizi bildiği kadar bilemeyiz 11

Feyza YILMAZ TOÜ TIP FAKÜLTESİ Dönem 4 Progeria ve Yaşlanma Hakikati CİLT KIRIŞIKLIKLARINI UMURSAMAYIN, YETER Kİ RUHUMUZ KIRIŞMASIN 12 Garip bir duygudur yaşlanmak; o kadar gariptir ki gün geçtikçe yaşlanan insanları görsek de etrafımızda, bir gün gelip kendimizin de yaşlanacağına inanmakta güçlük çekeriz. Her günün sonunda ömür defterimizden bir yaprak daha koparıp atarız aslında. Buna rağmen geçen günler boyunca aynaya her baktığımızda tanıdık yüzümüz, kendimiz için birer genç kız veya delikanlı olarak kalmaya devam eder. İşin ilginç yanı da budur işte; hayatımız boyunca bizzat kendimiz yaşadığımız bu süreci bir türlü fark edemeyişimiz Denir ki: Hayat kendisini insanların yüzünde sergiler. Ne yaparsak yapalım yüzümüzü ondan kaçıramayız. Adını zaman koyduğumuz usta, içimizde salınan günlerin ruhumuzda bıraktığı izleri alır ve bize hissettirmeden suratımıza işleyiverir. Bunu öyle ağırdan yapar ki, her gün ölen ve her gün yeniden çizilen bir yüzümüz olduğunu anlayamayız bile. Yıllar sonra fotoğraflara bakarken duyduğumuz şaşkınlığın sebebi budur. Aslında küçüklüğümüzden bu yana biliriz ki; her insan doğar, olgunlaşır ve ölür. Bu süreç içinde doğumla birlikte başlayan ve sonrasında asla durduramadığımız yaşlanma olayı ise yıllar boyunca hayatımıza paralel şekilde ilerler ve biz bunun farkına varamayız. Ama bazı insanlar var ki onlar için maalesef bu paralellik söz konusu değil. Bu paralelliğin bozulabileceğini ve yaşlanmamızın olması gerekenden çok daha önde ilerleyebileceğini düşünmek dahi eminim pek çoğumuz için yeterince ürkütücü olacaktır. Biz geçen yıllar boyunca yaşlanmanın getirdiği ufak bir kırışıklığa bile tahammül edemeyip yaşlanmaktan şikayet ederken, hastalıkları sebebiyle bunu her gün her an fazlasıyla hisseden Hutchinson-Gilford sendromlu hastaların durumunu da göz önünde bulundurup durumumuzu tekrar düşünmemiz gerekiyor. Durumun daha net anlaşılması için Hutchinson-Gilford sendromunun ne olduğundan biraz bahsedeyim. Halk arasında Progeria veya erken yaşlanma olarak da bilinen bu ilginç hastalık; çocukluk çağında başlayan, hızlı yaşlanmayla karakterize, ölümcül, genetik bir hastalık. 4-8 milyonda bir görülen çok ender bir hastalık olmasına rağmen tabiî ki dünya üzerinde bu hastalıkla doğup yaşamını devam ettiren bireyler halen mevcut. Son derece ilginç olan bu hastalığı biraz daha ayrıntılı olarak ele alırsak; bu hastalık ilk olarak 1886 yılında Dr.Jonathan Hutchinson tarafından tanımlanmış. Bu tanımlamadan bağımsız olarak Dr.Hasting Gilford da 1897 yılında bu hastalığı tanımlamış, bu nedenle de bu hastalığa Hutchinson Gilford Progeria Sendromu adı verilmiş. Progeria; esas olarak 1.kromozom üzerinde bulunan LMNA geninin 1824. bazındaki nokta mutasyonu sebebiyle gerçekleşmekte. Bu mutasyonda timin, sitozin ile yer değiştiriyor ve bu değişim insan hücrelerinde yapısal bir protein olarak görev yapan, progerin olarak da bilinen Lamin A proteininin üretimini engelliyor. Bu hastalıkla doğan bebekler doğum sonrası sağlıklı bir görünüme sahip olmalarına rağmen; ilerleyen aylarda büyüme bozuklukları, yağ kaybı, saç dökülmesi, yaşlanmış cilt görünümü gibi hastalığın tipik belirtileri görülmeye başlıyor ve sonrasında çocuk normal gelişimini tamamlamasına fırsat kalmadan hızlı metabolizma nedeniyle süratle yaşlanıyor. Bu hızlı yaşlanma sebebiyle Progeria hastaları ortalama 8-25 yıllık bir yaşam sonucunda hayatlarını kaybediyorlar. Progerialı hastaların her birinin hayatı bizden çok çok farklı ve onlar çevremizde karşılaşamayacağımız türden ilginç hayat hikâyelerine sahipler. Halen hayatta olan İngiliz Dean Andrew, dünya çapında sadece 74 kişiye tanısı koyulduğu söylenen nadir Progeria hastalarından sadece bir tanesi. Şu

anda sadece 20 yaşında olmasına rağmen vücudu normal insanlara göre 8 kat hızlı yaşlanan ve adeta 160 yaşında gibi bir görünüme sahip olan Dean, Avrupa nın en yaşlı Progeria hastası olarak biliniyor. Diğer Progeria hastaları gibi normal, sağlıklı bir bebek görünümüyle dünyaya gelen Dean ın durumunun diğer çocuklardan farklı olduğu ilk kez annesi tarafından fark edilmiş. Yaklaşık 6 aylıkken normalden daha az gelişim göstermesi ve halen 0-3 ay kıyafetlerini giyiyor olması üzerine bebeğinin durumundan şüphelenen anne, doktorlarına bu durumu anlatmış. Fakat çok nadir görülen bu hastalıkla daha önce karşılaşmamış olan doktorları, bebeğin durumunun normal olduğunu, sadece biraz az geliştiğini fakat endişelenecek bir şey olmadığını söylemişler. Birkaç yıl geçip Dean 3 yaşına geldiğinde, yürürken çok çabuk yorulması ve bacaklarının acıdığından şikâyet etmesi üzerine annesi, Dean ın haylazlığından dolayı böyle davrandığını düşünmüş. Fakat zaman geçtikçe bunun gerçek bir problem olduğunu anlamaları üzerine doktora giden aile, yapılan genetik testler sonucu Dean ın Progeria hastası olduğunu öğrenmişler. Sonrasında Progeria ile ilgili var olan kısıtlı bilgiler sebebiyle her şeyi oğullarıyla birlikte yaşayarak öğreneceklerini anlayan aile, başlangıçta çok zor zamanlar geçirmiş. Bize tek söylenen Dean ın normal çocuklardan 8 kat hızlı yaşlandığı ve muhtemelen ancak 13 yaşına kadar yaşayabileceğiydi. diyen ailesi sonrasında oğullarının yaşadığı her anı en iyi hale getirmek için büyük çaba sarf etmiş. Yıllar geçtikçe Dean ın kendisinden çok daha önde ilerleyen vücut yaşı ilkokuldan itibaren belirgin biçimde kendindeki tuhaflığı ortaya çıkarmaya başlamış. Bu yüzden özel bir okula devam etmek zorunda kalan Dean, okulunda pek çok iyi arkadaş edinmiş, diğer öğrencilerle birlikte öğretmenine yardım etmiş ve okul sonrası aktivitelere katılmış. Durumumun beni hiçbir şeyden geri bırakmasına izin vermedim. Her zaman başkaları neleri yapabiliyorsa ben de yapmaya çalıştım, başaramasam bile denedim. diyen Dean, yaşıtları gibi bisiklet binmeyi, hokeyi ve hatta takımdaki diğer tüm arkadaşları kendisinden çok daha uzun olmalarına rağmen futbol oynamayı bile çok sevdiğini söylüyor. Dean ın sağlığı, sık tekrarlayan kulak enfeksiyonu sebebiyle geçirdiği ameliyat haricinde 15 yaşlarına kadar şaşırtıcı şekilde iyi ilerlemiş. 15 yaşında hastalığı yüzünden artık bacaklarını bisiklet pedalına yetecek kadar kaldıramadığını fark ettiğinde bile iyimserliğini koruyan Dean, kendi bisikleti yerine kız kardeşinin daha küçük olan bisikletini alıp binmeye devam etmiş. Hayatının her anını dolu dolu yaşamaya çalıştığını belirten Dean ın yaşamını büyük ölçüde etkileyen esas sağlık sorunu ise 2011 yılının kasım ayında baş göstermiş. Sık görülmeye başlanan nefes darlıkları sonrası pnömoni şüphesiyle hastaneye kaldırılan Dean a doktorlar irreversibl kalp yetmezliği tanısı koymuşlar. Kalp yetmezliği hayatımı çok değiştirdi. Yapabildiğim birçok şeyi artık yapamıyorum; fakat ailem ve arkadaşlarım yanımda. Onların benim için yapmayacakları hiçbir şey yok ve ben bu kadar sevildiğim için çok şanslıyım. sözleriyle Dean, tüm bunlara rağmen hayatından hiç şikâyetçi olmayıp neşeli tavırlarını halen sürdürüyor. Aslında küçüklüğümüzden bu yana biliriz ki; her insan doğar, olgunlaşır ve ölür. Bu süreç içinde doğumla birlikte başlayan ve sonrasında asla durduramadığımız yaşlanma olayı ise yıllar boyunca hayatımıza paralel şekilde ilerler ve biz bunun farkına varamayız. Diğer insanlardan farklı olan ve bize sadece okuduğumuzda bile sıradışı gelen bu hayatın her anını Dean, bizzat her gün yaşıyor. Ama işin etkileyici ve bir o kadar da ilginç yanı; Dean yaşadığı tüm bu hastalıklara, zorluklara karşın hayatından çok memnun. Şimdi kendimizi O nun yerine koymayı deneyelim bir kez. Yaşıtlarınızdan çok farklı bir dış görünüş, etrafınızdaki herkesin rahatlıkla yapabildiği basit işlerde bile sizin için var olan engeller, hayatınız boyunca yaşadığınız sağlık sorunları ve çok erken yaşlarınızda sizi beklemekte olduğunu bildiğiniz ölüm gerçeği Tüm bunlarla yaşayarak bu ağır hastalık yükünün altından biz de Dean gibi çok mutlu bir şekilde kalkabilir miydik acaba? Biz sahip olduğumuz ömrün, var olan gençliğimizin, sağlığımızın kıymetini bilemezken Dean, tüm bunların kıymetini o kadar iyi anlamış ki, her anını son anıymış gibi dolu dolu geçirmeye çalışıyor. Yaşayacağı hayat, hastalığı dolayısıyla zorunlu olarak kısa olacaksa bile O, tüm engellere meydan okuyor ve kısıtlı zamanını hepimizden çok daha iyi bir şekilde değerlendirmeye çalışıyor. Düşündüğümüz zaman ne kadar da ilginç aslında, değil mi? Günümüzde bir yandan pek çok bilim insanı yaşlanmayı önleyebilmek için araştırmalarını sürdürüyor. Diğer bir yandan yaşlılığın gözle görünür izleri olan kırışıklıkları yok etmek için kozmetik ürünlerine yüklü miktarlarda paralar yatırılıyor. Çünkü insanlar geçen yıllara ve yaşlanmaya karşı tüm güçleriyle direniyor ve bir şekilde daha genç kalabilmenin yolunu arıyor. Ama işte dünya öyle ilginç ki; bir yerlerde insanlar bunlarla uğraşırken, başka bir yerde progeria hastaları, tedavisi henüz mümkün olmayan hastalıkları sebebiyle geri dönüşümsüz bir şekilde yaşlanan, hem de kat kat daha hızlı yaşlanan vücutlarıyla hayatlarını mutlulukla sürdürebiliyorlar. Bizim 8 milyonda bir görülen bu hastalıkla hayatımız boyunca karşılaşma ihtimalimiz yok bile belki, ama bu hastalıkla doğan kişilerin yaşantılarına baktığımızda onlardan örnek alacağımız çok şeyler olduğunu düşünüyorum. Bunların bir örneği olan Dean, sadece hayata bakışıyla bile aslında önemli olanın kaç yıl yaşadığımızdan ziyade yaşadığımız vakte neleri sığdırabildiğimiz olduğunu bizlere gösteriyor. 13

YAYIN KURULU Bir Yokmuş Bir Varmış... Yazı işleri ekibi olarak fakültemizin Turgut Özal Üniversitesi ne bağlanması üzerine yaptığımız istişarelerde okulun kuruluşuyla ilgili çeşitli efsanelerden haberdar olduk, bunun üzerine kendi okulumuzdan kendimizi haberdar etme adına hocalarımızdan o zamanları dinleme görevi biz eski 2.sınıf temsilcilerine verildi. Hocalarımızı dinlerken hem onların birbirleri hakkındaki ilk izlenimlerini öğrenip eğlendik, hem de 5 yıl kadar kısa bir sürede yapılanları duydukça vay be demekten kendimizi alamadık. Gelin sizleri de hocalarımızın dilinden okulumuzun kuruluşuyla tanıştıralım. 14 Esra Gündüz: Benim ilk yıldan hatırladığım Ferah hocayla ben vardık. Sevsen hocanın hep ismini duyuyorduk ama henüz tanışmamıştık. Bizim Pursaklar da bir hastanemiz vardı o ordaydı. İlk tıbbi biyoloji ve tıbbi genetik dersleriyle başladım. Tam da benim Japonya dan döndüğüm, yeni geldiğim seneydi. Daha evim yok, gelmişim Japonya dan çocuklarla şehir şehir dolaşıyorum akrabaları. Ferah hoca diye biri telefonda beni arıyor, programı hazırla diyor. Benim başlayacağım biliniyor, tıbbi biyoloji ve genetik derslerine gireceğim ama bir müfredat var mı, ne var bilmiyorum. Dediğim gibi geldiğim sene olduğu için 3 çocuk ve ben, ev de yok. Ferah hoca beni aradığında Konya daydım, bir akrabamızın evindeydim. Konya da tıp kitapevlerini gezerek tıbbi biyolojiyle ilgili gittim bir yerden kitap buldum, Türkiye de son zamanlarda ne anlatılıyor acaba bu konuda hiç fikrim yoktu. Hemen gönder program hazır olmalı dediler, kitap aldım ama internet yok ben maille ona göndereceğim. Kendi kendime bir program hazırlamaya çalıştım. O da biraz da internetten diğer üniversitelerin programına bakarak... İlk yıl çok fazlaydı tıbbi biyoloji ve genetik dersleri. O kadar çok derse giriyordum ki Şöyle bir şey hatırlıyorum, slaytlarımı ilk kez hazırlıyorum o zaman, eve misafir gelmiş ben dedim misafirlere: Kusura bakmayın, ben burada ders hazırlayacağım, ertesi güne yine slaytımın olması gerekiyor. Onlar karşıda oturuyor ben burada slayt hazırlıyorum, arada bir onlara gülüyorum falan Sonra Ferah hocayla tanıştık. Beştepe de sarı bina nın en üstünde öğrenci işlerinin kurulması planlanıyordu. Daha her şey çok yeni tabi. Orda tanıştık Ferah hocayla. Daha sonra her sıkıştığımda Ferah hocanın yanına koşuyordum o dönemde. Sonra derslerin Ostim de olacağını öğrendim. Belki o süreci yaşayan Ferah hoca ve bendik sadece. Zorluklar içinde oradaki şartlarda derse başladık. Kolçaklı sandalyelerle biraz dar bir alanda başladık derslere. Sıkıntılı bir süreçti. Daha iyi bir yer için konuştuk yönetimle, bir nebze daha geniş bir yere geçtik. Daha sonra Beştepe deki hastane binasının arkasındaki sarı binaya taşındık.

Şenol Dane: 2008 yılında bir telefon aldım, şuan ki rektör yardımcısı o zaman başhekim olan Ramazan Yiğitoğlu ndan. Fakültenin kurulması için ilk imzayı atan hocalardan biri oldum o dönemde. Daha sonra 2008 temmuzunda tekrar bir telefon aldım. O zaman İstanbul daydım. Ramazan Bey beni Ankara ya davet etti. Ben de eşime ve çocuklarıma sormam gerektiğini söyleyerek prensipte tamam dedim, 2008 sonunda öğretim üyesi olarak atandım. 2009 un 25 Şubat ında Beştepe deki hastanenin E Bloğunda (Sarı Bina) göreve başladım Sevsen Cebeci: Öğrenciler 30 kişiydiler. O zaman hazırlık sınıfı da vardı. Çocukları bir İngilizce seviye sınavına aldık 10 tanesi hazırlık sınıfına, 20 tanesi 1.sınıfa devam etme hakkı aldı. E blokta hastanenin arkasındaki sarı bina nın 2.kattaki salonunu 20 kişi için sınıf haline getirdiler. Akıllı tahta alındı, en kalitelisinden en rahat sandalyeler alındı. Bize sorulmadı, gidip baktığımızda bu sandalyelerin çok uygun olmadığını söyledik. Bu sandalye-masalar çok genişti, bayağı yer kaplıyordu. Turuncu sandalyeler, belki okulda bir yerlerde gözünüze çarpmıştır. Bayağı bildiğimiz dönen ofis sandalyelerinden. Önüne de simülasyon laboratuvarındaki beyaz masalardan alınmıştı. Aynı kattan bir başka oda diğer 10 kişi için hazırlık sınıfı olarak döşenmişti. E Blokta küçük bir sınıf vardı. 20 öğrenci vardı. Şu anki 6.sınıflarla ilk eğitim-öğretim hayatıma başlamış oldum. Esra Gündüz: Fakülte açılırken önce %30 İngilizce, %70 Türkçe olarak açıldı. Ben birinci sınıflara İngilizce ders anlattım. Tabi %30 olması gerekiyordu ve İngilizce ders anlatan bendim. Slaytlarım ilk sene hep İngilizceydi. Ama ben o sistemi mantıklı bulmuyorum, şu anki sistemimiz daha iyi. İngilizcede kapatamadığımız bir eksiğimiz var evet ama tıp derslerini İngilizce işlemek de makul gelmiyor. Sonraki yıl da slaytları çevirme telaşım oldu tabii Hazırlığın kaldırılması için 2. yılda eğitim komisyonu karar alsa da onay sürecinde hazırlığın kaldırılması sınavlar yapılıp sınıflar ayrıldıktan sonra belli olmuştu. Hazırlık kaldırıldıktan sonra telafi için 6 saat İngilizce koyduk; ama şunu gördük ki öğrencinin istemesi çok önemli. Öğrenci öğrenmek istemeli ki o 6 saat ona faydalı olsun. İlk 6 ay çocuklar pek farklı hoca görmediler. Cemile hoca olabilir, o da girmişti biyokimya derslerine. Seda hoca, Cemile hoca, ben, Ferah hoca ilk dönemde sadece bu kadardık. Ha bire derse giriyordum, aaa çıldıracaktım 2.dönem kalabalıklaştık; histoloji, fizyoloji, aile hekimliği dersleri de başladı. Sevsen hocayla da bu zamanda tanıştık. Sevsen Cebeci: Toplum sağlığı derslerinin baharda başlamasıyla öğrencilerle etkileşim şansımız oldu. İyi hekimlik uygulaması derslerine bahar dönemiyle başlamış olduk. En başından bu dersi koymuştuk. O yıl için değil de bir sonraki yıl için, anatomi laboratuvarı için endişeleniyorlardı. Asıl sorun burada olmak değil daha sonra ne olacağını bilememekti çocuklar için bizim için de tabii Önümüzü göremediğimiz için çok acı çekiyorduk açıkçası. Bir şekilde hocalar tamamlanırdı da bizim asıl sorunumuz mekândı. Bir taraftan zaten en iyi hocalar olsun diye de uğraşılıyordu. Şenol Dane: Şimdiki 6. sınıflar o zaman 1. sınıftı ve 1. dönem bitmişti. Bahar döneminde öğrenciler derse başlayacaktı ve bahar döneminin ilk komitesinde fizyoloji dersleri vardı. İlk dönem fizyoloji dersleri olmadığı için ben Erzurum da dersleri tamamladım. Bahar döneminde burada başlamış oldum. O zaman E Blokta küçük bir sınıf vardı. 20 öğrenci vardı. Şu anki 6.sınıflarla ilk eğitim-öğretim hayatıma başlamış oldum. Aynı zamanda Ostim de bulunan Hemşirelik Yüksek Okulu na derslere gidiyordum. Bu arada evimi taşımamıştım, Erzurum da Sağlık Bakanlığı ile yürüttüğümüz 5000 kişilik bir proje vardı. O projeyi devam ettirmek için her hafta Erzurum a gitmek zorundaydım. Orada hem üniversite derslerim sene sonuna kadar devam etti hem de Sağlık Bakanlığı Çağrı Merkezi projesinin başkanıydım. Onu devam ettirmek için her hafta Erzurum a gittim. Anadolu Jet sağolsun. Önceden ucuz bilet alıyordum. Bu gidiş-gelişlerde Ramazan Beyin bana müsamahalı davranması benim için çok önemliydi. Ailem Erzurum daydı, çocuklarım orda okumaya devam etti. Sonra 2009-2010 öğretim yılında 2. öğrencilerimizi aldık. Tabi çok büyük bir sürprizle karşılaştık. Bir tane ders salonumuz vardı, orda da 20 kişilik şuan ki 6. sınıflar vardı. Yeni bir sınıf kurmakla uğraşılırken has- 15

tanenin C bloğunun son katında bir konferans salonu düşünülüyordu, şu anki yemekhane olan yere. Oraya bir konferans salonu olursa yeni alacağımız öğrencileri oraya alabilir miyiz diye düşünürken büyük bir sürprizle karşılaştık. YÖK ten bize 100 öğrenci verildi. Bu nasıl bir mekanizmayla oldu şu an ben bile bilmiyorum. Yani neredeyse kapasitemizin 3-4 katı. Biz de paniğe kapıldık tabi, kaliteli eğitim diye yola çıkmıştık ancak öğrenci sayısının beklenmedik artışı ile hazırlıksız yakalanmıştık. Esra Gündüz: O kadar öğrenciyi alacak bir yer bulmamız gerekiyordu. Bayağı bir yer gezdik Sevsen hocayla o dönemde. Turgut Özal ın şimdiki yerine bakmıştık burası olur mu diye, sonra ASKİ nin tesislerine bakıp inceledik bir yer olur mu bulabilir miyiz diye Sevsen Cebeci: İlk yılın sonunda yazın bir arayış içindeydiler. En sonunda bu, şu anki bina kararlaştırılmış. Bize dediler ki biz bir yer aldık. Esra hocayla biz bir geldik bomboş bir alan düşünün 4 direk üzerine çok korkunçtu! Tamam, çok güzel de bu 2 aya yetişir mi? Yetişmez. Biz yine kıvranmaya başladık. Okulun asıl binasının 6 ay içinde biteceği söylendi. Yani 2. yarıyılda binaya geçebileceğiz. Bahar döneminin başlangıcında, 10 Şubat ta daha burası bitmemişti. Her şey tamamdı, bitmesine 1-2 hafta vardı. Çocukların moralleri bozuldu. İnşaatın bittiğini sadece temizlik işinin kaldığını göstermek için burada, yukarısı o zaman terastı, terasta pilav üstü döner yedirdik. Hakikaten 2 hafta sonra taşındık buraya. Bu esnada diğer eksikler hızla kapatılmaya çalışılıyordu. Genetik laboratuvarımız gerçekten inanılmaz hızla gelişiyordu. 2. yıl bittiğinde hiç de fena olmayan koşullardaydık. İnanılmaz hızlı Biz yaşarken sürekli bir şeyler yetişmiyor gibi geliyordu; ama geriye dönünce gerçekten çok hızlı. Simüle hasta laboratuvarını böyle yapmamışlardı mesela, camlı tek bir oda yapılmıştı. Bu bize yetmez dedim bizim dünyamız 16 Simüle hasta laboratuvarını böyle yapmamışlardı mesela, camlı tek bir oda yapılmıştı. Bu bize yetmez dedim camı söktüler odayı ikiye böldüler. Hep bir stres durumu hakimdi ama yöneticiler ne istediysek yaptılar camı söktüler odayı ikiye böldüler. Hep bir stres durumu hakimdi ama yöneticiler ne istediysek yaptılar Şenol Dane: Ben 2008-2009 da dekan yardımcısı olarak atandım Ramazan hoca tarafından. Dekan yardımcısı olarak atandıktan sonra eğitim sorumluluğu bana verilmişti. Tabi ağır bir yüktü aslında. Yani fakülte yeni kuruluyor, kurumsallaşmamış, yönetmelikler oturmamış, müfredatlar vs. Fakat çok heyecanlı bir ekip vardı. Onların büyük kısmı devam ediyor zaten. Hemen ilk yaptığımız icraat bir eğitim komisyonu oluşturmaktı. Haftada bir toplanacağız, sorunlarımızı konuşacağız. O zaman Sevsen Hanım, Esra Hanım, Ömer Faruk Bey, Cenap Hoca, Ferah Bey bir eğitim komisyonu oluşturduk. Eğitim komisyonundaki hocalar çok heyecanlıydılar yeni haftayı bekleyemiyorlardı. Haftada bir toplantı yapıyorduk ama hafta gelmeden benim odam dolup taşıyordu. Arkadaşlarla sürekli problemleri çözmek için konuşuyorduk. Aradan 4 yıl geçti, kısa gibi değil mi, şimdi dönüp bakıyorum, çok şey yaşamışız, yaşlanmışız. Bu arada Murat Zerey ve arkadaşları FATÜBAT ı kurmak istediler. Gizem Seray ve arkadaşları da TURKMSİC i kurdular. Muratlar FATUBAT için yanıma geldiklerinde önce yeni bir fakülte için nasıl olur diye düşündüm. Benim daha önceden kongre deneyimlerim vardı. Sonra kongre yapılmasına karar verdik. Yalnız o zaman benden habersiz olarak kongrenin ismine Uluslararası Öğrenci Kongresi denmiş. Ben bunu görünce çok şaşırdım. Ramazan Hoca okuldaki yabancı öğrencileri düşünerek bu ismi verelim demiş. İyi de oldu. Sevsen Cebeci: Buraya taşındığımızda bu bina bizim için bir kampüsten daha değerliydi. Şimdiki planımız ise bir kampüse geçmek. Bunun için arsa alındı çalışmalar başlayacak. Şu an ne kadar yetişmiyor gibi gelse de ben burada Bekle ve gör! ü öğrendim. Hep en iyisi olsun diye bir dert vardı, alınan o turuncu sandalyelerden belliydi, her şey imkânlar ölçüsünde en iyisi olsun diye çaba harcandı. Vizyonu çok büyük Turgut Özal ın İçeriğin de görüntünün de nitelikli olması önemseniyor. Temel tıpla hastane binası aynı arsa üstünde olacak, pratik olan bu. GÖRELİM MEVLAM NEYLER, NEYLERSE GÜZEL EYLER

Rümeysa ÇAĞAN TOÜ TIP FAKÜLTESİ Dönem 3 İnce Detaylar Hiç aklınıza geldi mi yemek borusuyla soluk borusunun neden bu kadar yakın olduğu? Mesela yemeğin en güzel yerinde kahkaha eşliğinde yutulan o lokmanın bir anda her şeyi altüst etmesinin sebebinin bu iki borunun bu kadar yakın olması olduğunu düşündünüz mü? Birisi tüm vücuda hayat üfleyen öteki tüm hücrelere can veren bu iki yolu neden sarmaş dolaş yaratmış Yaratan? Hayvanattan nebatata, insten cinne kadar her şeyi ibretle misalle yarattı O en büyük Hakan.. Ölümle hayatın; sevinçle hüznün dip dibe yaratılması mı yoksa bu büyük imtihan? Kışla baharı ardı ardına koyan hep istemedi mi kulundan ayrılmamasını korkuyla beslenen umuttan 17serbest bölge Sevincin çok keskin virajla hüzne çıkabileceğini hep tecrübe ettirdi ki bilsin olmaz bu dünyada hep mutluluk hep şan... Izdırapla iki büklüm ol derken baki saadete erdirmek için miydi hazan ya da yontulmayan taşların boyunlara kolye olamayacağını göstermek için mi bu kadar gam? Gönle yakın koydu iki kutbu ortası yok dedi ya ondansın ya bundan... ya olduğumuz gibi görünmemizin ya da göründüğümüz gibi olmamızın istenmesi işte bundan..

Medine ÇETİN TOÜ TIP FAKÜLTESİ Dönem 4 bilim köşesi 18 SEN KUR VE BIRAK, GERİSİNİ O YAPSIN Doğada oluş sürecini görmediğimizden farkına varmadığımız, kendi kendine oluverdiğini zannettiğimiz olaylar her zaman insanoğlunun dikkatini çekmiş ve bu ilginç oluşumun tarihler boyunca peşine düşülmüştür. Araştırmalar birbirini kovalamıştır tarih boyunca bu merakı gidermek için. En sonunda varılan nokta uzun yıllar atom olmuş, daha sonra atom altı parçacıkların keşfine giden yolun önü açılmış, ölçümler de artık makrodan mikroya değişmiştir. Günümüzde ise nano boyutlardan söz edilmekte, yapılan buluşlar, araştırmalar bu yönde olmaktadır. Bu yüzden yeni bir teknoloji gelişmiş, kırışmayan kumaşlar, kendi kendine temizlenen eşyalar, hiçbir kimyasal temizlik ürününe gerek kalmadan temizliğimizde kullandığımız temizlik bezleri etrafımızı sarmıştır.