DÜNDEN GELECEĞE GELENEKSEL TÜRK TİYATROSU NDA EĞİTİMİN ROLÜ Doç. Dr. Adnan TÖNEL e-mail: adnantonel@gmail.com ÖZET Geleneksel tiyatrosunu ilk fark eden ve icra eden ülkelerden biri olmamıza karşın, bu alanda üretilen, yaşatılan ve sahiplenilen değerlere bakıldığında, çok fazla bir ilerleme kaydedilmediği ve bizden sonra Geleneksel tiyatrosunu araştırmaya başlayan ülkelerin bile gerisinde kalındığını söylemek mümkündür. Geleneksel Türk Tiyatrosu nun sahiplenilmesi gereken çok önemli bir kültür varlığı olmasına karşın toplum ve kitle iletişim organlarınca yeterli düzeyde desteklenmediği de bir gerçektir. Usta-çırak ilişkisine konumlandırılan bu kültür varlığımızın en temel dayanakları olan; metin, oyuncu, mekân, seyirci ve ekonomik sorunlarının olduğu da ayrı bir gerçektir. Sorunların temel kaynağı ise, eğitimi ve uygulamasıyla, dramatik tiyatrodan çok farklı özellikler taşıyan Geleneksel Türk tiyatrosunun, ayrı bir uzmanlık gerektirdiği anlayışının kavranamamış olmasıdır. Bu anlayış, tiyatro eğitimi veren özel eğitim kurumları, konservatuvar ve ilgili okullarımızda da etkisini göstermektedir. Bugün devletin Geleneksel Türk Tiyatrosu nu yaşatan tam donanımlı eğitim veren özel bir okulu maalesef yoktur, birkaç özel kurum ve kimi üniversiteler, lisans düzeyinde Geleneksel Türk tiyatrosu dersi vermekte ancak uygulamasını yapmakta tasarruflu davranmaktadır. Geleneksel tiyatromuzdaki politik eleştiri, hiciv, taşlama, yergi, açık biçim yabancılaştırma, gerçeküstücülük, grotesk saçma, anti gözbağcı biçemi görmemek veya görmezlikten gelerek bunları batı tiyatrosundan, örneğin Brecht' ten, İonesco' dan yansılamak ve kendi tiyatro geleneğimizi küçümsemek aymazlığına bir son vermeliyiz. Çağdaş Türk tiyatrosunun geleneksel Türk tiyatrosunun temelleri üzerinde yükselmesini de ancak eğitimde yeni açılımlarla, onu yaşayacak ve yaşatacak uygulayıcı eğitmenlerin dersler vereceği tam donanımlı eğitim kurumlarıyla sağlayabiliriz. ÖNSÖZ 1928 Ankara Türk ocağı açılışında Büyük önder Atatürk diyor ki; Milli Türk Tiyatrosu öz kaynaklardan çıkan Karagöz ve Ortaoyunundan hareketle olmalı. Bu tarihi halk sanatını behemehâl yaşatın ve inkişaf ettirin Bu büyük öngörü yolumuzu aydınlatmıştır. İsmail Hakkı Baltacıoğlu, Tanzimat'tan beri Türkiye de, Batı ya doğru gitmeye uğraşanlar bu işte Avrupalılaşmayı hep böyle anladıkları içindir ki Batı sahne tekniğini olduğu gibi kopya etmekle işe başlamışlardır. Tiyatro işinde bilmeyerek işlenen suç işte budur. diyor. Cevdet Kudret, Ulusal tiyatromuzu kurabilmek için, yüz yıldan beri süregelen batı taklitçiliğini bırakıp, geleneksel tiyatromuzun temel öğelerinden yararlanarak yaratıcı denemelere girmek gereklidir. diyor. Melih Cevdet Anday ise Sayın Cevdet Kudret, batı taklitçiliğini bırakmamızı söylerken, onların temel öğelerinden, yöntemlerinden yararlanarak yerli bir tiyatro üslubu kurmamızı istiyor. diyerek bu alandaki çabalara ışık tutmuşlardır. Türk tiyatrosu Anadolu uygarlığını oluşturan çeşitli toplumların, Anadolu'ya göç eden Türklerin atalarının 1
ve İslâm dünyasının kültürel birikimine dayanan, hem Doğu hem de Batı kaynaklı etkileri içeren bir seyirlik geleneğine dayanmaktadır. Türk halkı Batı modelinde tiyatroyla azınlıkların sunduğu tiyatro gösterileri yoluyla bir ölçüde tanışıyordu. Osmanlı sarayı ise yabancı toplulukların gösterilerine büyük önem vermiş, Batı tiyatrosunu Türk halkından daha önce benimsemişti. Batı tiyatrosunun Türk kültürüne tam anlamıyla aktarılması Tanzimat'ta oluşmuştur. Batı tiyatrosunun, 1839 Tanzimat Fermanı'nın öngördüğü ilkeler doğrultusunda Batıya yönelen Osmanlı toplumuna girişi, geleneksel Türk tiyatrosuna bir yandan birçok olumlu katkıda bulunurken, bir yandan da onun çağdaş doğrultuda gelişmesini engellemiştir. Batı modeli tiyatronun benimsenmesiyle Türk tiyatrosu yeni bir yöneliş içine girmiştir. Her şeyden önce tiyatroda yazılı metne geçilmiş, yabancı yazarlardan yapılan çeviri ve uyarlamalar yanında Türk yazarları da oyun yazmaya başlamışlar, böylece Batıya oranla çok geç de olsa bir dram geleneği başlamıştır. Batı modelinde tiyatronun Türkiye'ye gelmesi sonucunda çerçeve sahneli yeni tiyatro yapıları kurulmuş, topluluklar bu tiyatrolarda düzenli olarak oyun sergilemeye başlamışlardır. Böylece tiyatroyu kurumsallaştırma yönünde önemli bir adım atılmıştır. Batı tiyatrosu modelini benimseyen Türk tiyatrosunun gelişimi çok genel bir yaklaşımla iki aşamada incelenebilir: Tanzimat Fermanı'nın ilanıyla, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulması arasında (1839-1923) yer alan hazırlık aşaması ve Cumhuriyetin kuruluşundan günümüze uzanan gelişme aşaması. Türkiye'de Batılı anlamda tiyatronun kurumsallaşması ve Türkçe oyun sergilenmesi yolunda Ermeni sanatçıların katkısı, melodrama ağırlık veren Mardiros Mınakyan ve Ahmet Vefik Paşa'nın Moliere uyarlamalarına ağırlık veren Tomas Fasulyeciyan'ın katkılarıyla sürmüştür. Bu dönemde halk tiyatrosu sanatçılarının tuluat adı verilen yeni tür bir tiyatro geliştirdiği görüldü. Batı tiyatrosunun konukları ve tipleriyle geleneksel tiyatronun tiplerini ve oyunculuk biçimini birleştiren ve doğaçlamaya dayanan tuluat, bir anlamda ortaoyunun sahne üstüne çıkarılmış biçimiydi. Ortaoyunu ustalarından Kavuklu Hamdi'nin önderliğinde 1875'te ortaya çıkan bu tür, Cumhuriyet'in ilk yıllarına değin yaygın bir biçimde yaşadı. Ayrılmaz öğesi olan kantoyla birlikte İstanbul'un Şehzadebaşı semtinde ramazan ayında şenlenen Direklerarası'nın başlıca gösterilerinden biri olmayı sürdürdü. Türk oyuncuların eğitimi için bir konservatuvar ve yerel yönetimce parasal açıdan desteklenen bir uygulama sahnesi oluşturulması yolunda ilk adım ise 1914'te Darülbedayi in kurulmasıyla atıldı; ilk Türk-Müslüman kadın sanatçı olan Afife Jale'de sahneye ilk kez 1920'de Darülbedayi'de çıktı. Tiyatroda Batı modelinin benimsendiği hazırlık aşaması döneminde oyun yazarlığında parlak bir atılım görülmedi. Yazarlar, daha önce hiç denemedikleri bir türle karşı karşıya kaldılar ve ister istemez Batılı ustalara öykündüler. Türk yazarları en çok etkileyen yabancı kaynaklar Victor Hugo'nun, Shakespeare'nin, Moliere'nin oyunlarıyla yabancı melodramlar oldu. Bu bakımdan Türk dram sanatının İbrahim Şinasi'nin yazdığı ve ilk özgün Türk oyunu olan Şair Evlenmesi'yle (1860) başladığı kabul edilir. Bu oyunu, özellikle romantik yurtsever duygularıyla yüklü 2
oyunlar izledi. Bu yapıtlar içinde en ünlüsü Namık Kemal'in Vatan Yahut Silistresi'ydi (1873). Meşrutiyet'ten sonra da özgürlük konusunu işleyen romantik tarihsel oyunlar ağırlık kazandı. 1839-1923 dönemi içinde yazılan oyunlar genel olarak komediler, tarihsel dramlar, romantik dramlar, orta sınıf trajedileri ve melodramlardı. Bu dönemde yazılmış yüzlerce oyundan günümüzde de oynanabilir olanların sayısı çok azdır. Bu tür oyunların başında Ahmet Vefik Paşa'nın Moliere'den yaptığı uyarlamalarla oyun yazarlığını Cumhuriyet döneminde de sürdüren Musaphizade Celal'in Batı'nın töre komedisi geleneği içinde Osmanlı toplumunu eleştirdiği oyunlar gelir. Cumhuriyet döneminde tiyatroda Batı modelini benimseyen Türkiye, gerek tiyatronun kurumsallaşması, gerekse oyun yazarlığının gelişmesi bakımından önemli atılımlara sahne oldu. Tiyatroyu Türkiye'de çağdaş bir sanat alanına dönüştürme yolunda ilk büyük katkı ünlü tiyatro ve sinema adamı Muhsin Ertuğrul'dan geldi. 1927'de, Darülbedayi in başına geçen Ertuğrul, yerli yazarları cesaretlendirmesiyle, izleyiciye sunduğu çağdaş çeviri oyunlarla, sahneleme, oyunculuk ve dekor kullanımında güncel anlayışı yerleştirmesiyle, yetişmelerine katkıda bulunduğu kadın ve erkek oyuncularla bugünkü Türk tiyatrosunun temellerini attı. GELENEKSEL TÜRK TİYATROSU Geleneksel Türk tiyatrosu seyirlik, köy oyunları ve halk tiyatrosu geleneğini içerecek bir biçimde, hem sözsüz, hem de söze dayanan dramatik nitelikli oyunlar için kullanılmaktadır. Seyirlik köy oyunları eski Ön Asya uygarlıklarının bolluk törenleri ile Anadolu'ya göç etmiş Türklerin atalarının kültüründe yer alan şaman törenlerinin birleşiminden oluşmuştur. Seyirlik köy oyunlarının yanında, gene şaman kültüründen izler taşıyan köy kuklası'da bugün varlığını sürdürmektedir. Şii kültürünün ürünü olan taziye geleneğinin izleri de kırsal kesimde muharrem törenlerinde anlatı düzeyinde görülür. Daha çok kentsel kesimde gelişmiş olan halk tiyatrosu geleneği içinde söze dayalı türlerin başında meddah, kukla, Karagöz ve Ortaoyunu yer almaktadır. Doğu kökenli çok eski tür olan Türk kuklası Avrupa kukla sanatının etkisi altında da kalarak gelişimini 19. yüzyılın sonuna değin sürdürmüştür. Geleneksel Türk tiyatrosunun gerek kırsal, gerekse kentsel kesimde görülen türlerinin ortak özelliklerinin başında, yazılı bir metne değil doğaçlamaya dayanması ve belirli bir tiyatro yapısı ya da sahne gerektirmesi gelir. Şarkı, dans, söz oyunları ve taklit geleneksel Türk tiyatrosunun vazgeçilmez öğeleridir. Geleneksel Türk tiyatrosu, 19. yüzyılın gerçekçi benzetmeci Avrupa tiyatrosunda yansıyan "kapalı biçim" anlayışının tam tersine, "açık biçim" özellikleri gösterir. Geleneksel Türk tiyatrosunun temel öğesi güldürüdür. Geleneksel Türk tiyatrosunda oyun kişilikleri tip düzeyindedir, karakter boyutuna ulaşmaz. Bu tiyatronun bir başka özelliği de sürekli bir sergileme düzenine bağlı olmayıp bayram, düğün, sünnet Vb. çeşitli toplumsal olaylar içinde yer almasıdır. 3
Meddahlık Türklerde Orta Asya'dan bu yana var olan hikâye anlatma geleneğinin İslam kültüründeki benzer gelenekle birleşmesiyle gelişmiş, son biçimini 16. yüzyılda kahvehanelerin açılmasıyla almıştır. Türk halk tiyatrosu geleneğinin en önemli ürünleri olan Karagöz ve ortaoyunu ise özellikle büyük kentlerde yaygınlaşmıştır. Karagöz yüzyıllar boyunca Osmanlı Devleti'nin egemenliği altında kalan Avrupa topraklarında da etkili bir tür olarak var olmuştur. Bugün kullanılan adıyla kayıtlara ilk kez 1834'te geçmiş olan Ortaoyunu, halk tiyatrosunun en gelişmiş türüdür. Karagöz, kukla, meddah oyunlarıyla başka yerli seyirlik öğelerin bir bileşimi sayılabilecek ortaoyununun daha önceki yüzyıllarda da kol oyunu, meydan oyunu, taklit oyunu, yenidünya oyunu gibi adlar altında var olduğu bilinir. Ortaoyunu ile Rönesans dönemi İtalyan halk tiyatrosu commedia del'arte arasındaki hem adlarına, hem de yapılarına ilişkin benzerlik ise bütün araştırmacılarca kabul edilmektedir. 19. yüzyılın sonlarıyla 20. yüzyılın başlarında altın çağını yaşayan ortaoyunu, Tanzimat'ta benimsenmeye başlayan Batı modelindeki tiyatro ile uzun süre yarışmış, Cumhuriyet'ten sonraysa öbür geleneksel türlerle birlikte silinmeye yüz tutmuştur. Bu nedenle tiyatro okullarının öğrencileri dört yıllık oyunculuk eğitimleri süresince Geleneksel Türk Tiyatrosu Tarihi, Geleneksel Türk Tiyatrosu Oyunculuğu, Geleneksel Türk Tiyatrosu Edebiyatı, Geleneksel Türk tiyatrosu Sahneleme özellikleri hangi oyunun hangi stilde oynanması gerekliliği, Geleneksel Türk tiyatrosunun psikolojik ve estetik değerleri, dekoru, ışığı, aksiyon özellikleri vb. konularda ve Geleneksel Türk tiyatrosu oyunculuğunun ayrımı üzerine hiçbir eğitim almadan, hiçbir Geleneksel Türk oyunu uygulaması yapmadan, hatta herhangi bir nedenle bile olsa Geleneksel Türk izleyiciyle karşılaşmadan mezun olmaktadırlar. Diplomalarını aldıktan sonra yaptıkları ilk iş ise genellikle özel ya da ödenekli tiyatrolarda Geleneksel Türk Tiyatrosu örneği olmayan oyunlarda rejisör veya oyuncu olarak çalışmak olarak gözlenmektedir. Bu saptamalardan sonra tiyatro eğitimi veren okullarda Geleneksel Türk tiyatrosu konusundaki öneriler şu başlıklar altında toplanabilir: Yakın bir zamanda yapılabilecek bir "Geleneksel Türk Tiyatrosu Kurultayı" da, Ulusal tiyatro eğitiminin ivedilikle gerçekleşmesi gerekmektedir. Bu kurultayda Geleneksel Türk tiyatrosu eğitimi ayrı bir bağlamda ele alınmalı, okullarda Geleneksel Türk tiyatrosunun oyunculuk, yazarlık, teknik özellikleri, reji özellikleri tartışmaya açılmalıdır. Şu anda kimi özel eğitim kurumları ve az sayıdaki Üniversitenin ilgili bölümlerinde verilmekte olan Geleneksel Türk tiyatrosu derslerinin sonuçları değerlendirilmeli ve diğer tiyatro okullarında da benzeri derslerin yer almaları sağlanmalıdır. Konservatuvarlarda Geleneksel Türk tiyatrosu oyunculuğu üzerine, diğer tiyatro okullarında da bununla birlikte, Geleneksel Türk tiyatrosu oyun yazarlığı, rejisörlüğü, sahne tasarımı üzerine öğrencinin uzmanlığına yönelik çalışmaların yaşama geçmesi sağlanmalıdır. Ayrıca bu ders hem sekiz yıllık zorunlu eğitimde, hem de liselerde olması gereken tiyatro derslerinin içinde pratik yapabilme olanağı sağlanması 4
açısından da gereklidir. Her tiyatro okulunun, her yıl bir Geleneksel Türk oyunu projesini programına alması önerilmelidir. Tiyatro okulları oyunlarının sergilendiği festivaller, buluşmalar kapsamına Geleneksel Türk Tiyatrosu örnekleri de alınmalı veya aynı şekilde tiyatro okulları Geleneksel Türk oyunları festivalleri, buluşmaları düzenlenmelidir. Tiyatro okulları Geleneksel Türk oyunları, meddah, ortaoyunu, Karagöz Hacivat metinleri üzerinde araştırmalar yapıp, yeni, özgün oyunların üretilmesinde öncü olmalıdırlar. Her tiyatro eğitimi veren okul bir Geleneksel Türk tiyatrosu kitaplığı, arşivi oluşturmalı, ellerindeki belge ve birikimlerini organik bir biçimde birbirlerine ve yararlanmak isteyenlere aktarmalıdırlar. Bu çalışmalara programlarında yer veren tiyatro okulları, akademik olma özellikleri nedeniyle, Geleneksel Türk tiyatrosu üzerinde araştırmalar, uygulamalar yapan kurumlar olarak, amatör, profesyonel Geleneksel Türk tiyatrolarının çalışmalarına özellikle nitelik konusunda yön, düzen verme ve denetleme görevini üstlenebilmelidirler. Bütün bu gelişmeler içinde tiyatromuz sorunlarla boğuşmaktadır. Tiyatro Yasası yıllardır TBMM'de beklemektedir. Tiyatrolarımız salonsuzdur. En önemlisi hâlâ yasaklar vardır, hâlâ tiyatrolar polis tarafından basılmakta, tiyatrocular gözaltına alınmaktadır, hapse mahkûm edilmektedir. Ama Siverek'te öğrenciler İngilizce oyun oynamaktadır. Sanatçılarımız ABD ve Avrupa ülkeleri tiyatrolarında oynamaktadır. Tiyatrolarımız yurtdışındaki festivallerde ilgi görmektedir. Çözülmeyen bunca soruna karşın Tiyatro sinema, opera ve bale gibi görsel sanatlar, Türkiye'de Cumhuriyet'in kuruluşundan sonra kurumlaşarak gelişme göstermiştir. Bütün dünyada olduğu gibi Türklerde de tiyatronun doğuşunda iki kaynak tesirli olmuştur. Birinci kaynak tarih öncesi devirlerden kalan ayinler ve dini merasimler, ikinci kaynak ise masal, efsane, destan gibi türler ve günlük hayattan alınan çeşitli olaylardır. Bunların toplum hayatında çeşitli vesilelerle canlandırılması sonucunda ilk tiyatro doğmuştur. Türkiye'de folklorik karakterde bu tür sade tiyatro örnekleri kırsal kesimde hala yaşamaktadır. Bu oyunlar, Köy Seyirlik Oyunları veya Köy Tiyatrosu adı ile folklor araştırmaları kadrosu içinde araştırılmaktadır. Gene folklor kadrosuna dahil tiyatro niteliği taşıyan Kukla, Karagöz, Meddah ve Orta oyunu adlarıyla anılan dört grup oyun Batılılaşma dönemine kadar sosyal hayat içinde yer almıştır. Tanzimat fermanının 1839'da ilanından sonra bir sıra yeniliğin gözlendiği devlet ve toplum hayatında, kavram ve biçim değişim kapsamları içine giren unsurlardan birisi de Milli Türk Tiyatrosu olmuştur. Bu dönemde Batı Tiyatrosu ile ilişki kurulmuş bunda saray ve çevresinin en yüksek düzeydeki devlet görevlilerinin büyük etkileri olmuştur. Özellikle saray ve çevresinin tiyatroya yakın ilgi göstermesi, tiyatronun toplum tarafından daha rahat ve kolay benimsenmesini sağlamıştır. II. Mahmud'un kitaplığındaki eserlerin büyük bir bölümünü tiyatro eserleri oluşturmuştur. Darülbedayi ilk temsilini 1916 yılında verdi. Bu temsili izleyen 9 yıl bir bocalama ve tutunmaya çalışma dönemi sayılmaktadır. 1927'den 1931'e kadar süren dönemde ise kurum İstanbul Belediyesinden ödenek almaya başlayarak ciddi bir çalışma dönemine geçmiştir. 5
SONUÇ Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı, 1992'den beri her yıl yayımladığı Küresel İnsani Gelişmişlik Raporu'nun 2006 sürümünde (http:// www.undp.org) 177 ülkenin insani gelişmişlik ölçütlerine göre sıraladığı raporda, Türkiye geçen yıla göre 2 basamak ilerde yani 92. sırada yer almıştır. İnsani gelişmişlik sıralaması, insani gelişmişlik endeksi olarak tanımlanan, temelde o ülkenin vatandaşlarının sağlık, eğitim ve yaşam standardı alanlarındaki durumlarını gösteren ve bunu Birleşmiş Milletlere üye ülkeler arasında karşılaştırılabilir hale getiren bir endeksten elde edilen verilere göre yapılıyor. Kamu bütçesinden eğitime ayrılan payda son yıllarda artış olmasına rağmen, hem milli gelire oranı, hem de belki de daha da önemlisi, okul çağındaki nüfusun diğer ülkelere nazaran çok daha fazla olduğu hesaba katıldığında, bu harcamaların yetersiz olduğu görülüyor. Eğitimin bir parçası sayılan, bilgi üretimi ve bilgiye ulaşma konusunda dikkate alınabilecek iki göstergede, araştırmaya konu olan ülkelerin gerisinde kaldığımız ortaya çıkıyor. Örneğin araştırma geliştirme harcamalarının milli gelire oranına baktığımızda yüzde 0,7 gibi, hem oransal olarak hem de ülkemizin milli geliri dikkate alındığında mutlak olarak, bilgi üretme alanında geride olduğumuz anlaşılıyor. Okullaşma oranına baktığımızda ise, son yıllardaki yaygın çabaya rağmen, temel eğitimde net okullaşma oranında karşılaştırmaya konu olan ülkelerin en az 10 puan (yüzde olarak) gerisinde kaldığımız gözüküyor. Bu da, temel eğitim çağındaki her 100 çocuğun 11'inin bu haktan mahrum kaldığına işaret ediyor. Özetle, yukarıdaki karşılaştırmalardan anlaşılan şey, Türkiye Cumhuriyeti'nin 83. yaşında, insani gelişmişlik açısından, muasır medeniyeti henüz yakalayamadığı ve hatta bu hedefin oldukça gerisinde kaldığıdır. Fakat daha da üzücü olan, bu hedefe ulaşmayı amaçlayan bir geniş görüşlülük yokluğudur. Zira Cumhuriyet'in 100. yılında nasıl bir Türkiye istendiğine dair söylemlerde ulusal bütünlük, üniter devlet, laiklik gibi kavramlar ile sınırlanan ve sadece mevcudu koruyan bir bakış açısının ne akılcı ne de ulusalcı (ulusunu seven) bir geniş görüşlülük olduğu savunulabilir. Neden Geleneksel Halk Tiyatromuza ilgi göstermiyoruz, niye yaşatmıyoruz, aktarmıyoruz? Bu ve benzeri sorunların temelinin daha ilköğretim günlerine uzandığını ve o dönemde dış etkenlerle bize verilen eğitimin uzantısında şekillendiğini biliyoruz. Tiyatro günlük hayatın koşuşturması içindeki günümüz insanına dinlenme, stresle mücadele etme, kaygılardan kurtulma ve sıkıntılarından uzaklaşma konularında yardımcı oluyor. Kısacası tiyatro hayatın aynasıdır sözü eğitim ve kültür açısından bir anlam ifade ediyor. Çocuklukları meddah, karagöz, ortaoyunu izleyerek geçmiş gençlerin, özellikle 6
eğitim ve güçlü bir kişilik açısından ve bazı sosyal davranışların geliştirilmesinde, faydalı olduğunu söyleyebiliriz. Özellikle ulusal ve tarihi geçmişimizi yaşama duygusunu kazandırdığını artık biliyoruz. Gençlerin kendi halk tiyatrolarını izleyerek sosyal hayata karşı bir yatkınlık kazandıklarını da söyleyebiliriz. Eğitim sistemimiz içindeki ilköğretim, lise ve üniversite dönemlerinde, sağlıklı iletişim kuramama, baskıdan dolayı başarısızlık, yoğunlaşma eksikliği, güvensizlik, sınavdan korkma gibi psikolojik rahatsızlıkların önüne geçebilmek için, eğitim hayatımızın daha sağlıklı bir hale gelmesi için ve eğitimde Geleneksel Türk Tiyatrosunun gereğini bilmekte fayda görüyorum. Ancak televizyonlarda dayatılan, dinlemek zorunda bırakıldığımız müzikler, kötü yazılmış, kötü çekilmiş, kötü yansıtılmış dizi filmler ise strese girmemize ve Ulusal Kültürümüzün geleceğini ipotek altına almaktadır. Yarının Türk Tiyatrosuna sahip çıkacak onu yaşatacak olan gençlerin sağlıklı bir birikimlerinin olması için onlara yardımcı olmamız gerekir. Artık vakit kaybetmeden, çağdaş gelişmeler ışığında, bilimsel düzlemde, ülkemizde Geleneksel Türk Tiyatrosunun modern bir eğitim modeliyle ilköğretimden başlayarak belletilmesi ve bugünkü sorunlu durumunu oluşturan etmenlere ve çözümlerine yardımcı olabilecek sürecin, saptanması, en büyük beklentimizdir. Yanı sıra tiyatro eğitimi veren özel eğitim kurumları, devlet ve vakıf üniversitelerinde geleneksel tiyatro bölümlerinin açılması, kültür bakanlığınca bir geleneksel tiyatro müzesinin açılması, geleneksel tiyatromuz ile ilgili belge ve bilgilerin toplanacağı bir enstitünün kurulması, her şehrimizde devlet ya da özel imkânlarla Geleneksel Türk Tiyatrosu Kahveleri kurulması en temel beklentilerimizdir. Bu toprakların hamurunda ve özkültüründe var olan tiyatromuzun varlığını koruyabilmesi için elbette bizlere de görev düşmektedir. Ancak tüm bu açılımlar Kültür Bakanlığı nca ve tiyatro insanları tarafından sahiplenilmeyi beklemektedir. Gelecekte bu topraklarda yaşayan çocuklar halkının tiyatrosunu seyredip ve sahiplendiğinde, kazanan Türk Tiyatrosu ve insanımız olacaktır. KAYNAKÇA (Metin And, 100 Soruda Türk Tiyatrosu Tarihi, İstanbul 1970 ) (Metin And, Geleneksel Türk Tiyatrosu, İstanbul 1985 ) (Cevdet Kudret, Karagöz, Ankara 1968 ) (Metin And, Dünyada ve Bizde Gölge Oyunu, Ankara 1977 ) http://www.undp.org/publications/annualreport2007/ 7