YEMİ TÜRKİYE YÜKSEKÖĞRETİM KURULU KANUN TASARISI HAKKINDA MÜTALAAM Yrd. Doç. Adnan KÜÇÜK* 1- Türkiye Yükseköğretim Kurulu (TYK), üniversiteler arasında koordinasyonu ve yüksek öğretim kurumlarının bir araya gelebilmeleri için uygun platformu sağlayan bir kurum olmalıdır. Üniversitelerin her işine karışan ve neredeyse çoğu icraatlarını inceleyip onlara onay veren bir kurum olarak işlev görmemelidir. TYK, yüksek öğretim konularında genel çerçeve oluşturmalı, kurumlar arasında koordinasyon ve iletişimi sağlamalı, fakat kurumların iç işlerine müdahale etmemeli. TYK, yüksek öğretim ile ilgili temel politikaları oluşturmalı, genel hedefleri belirlemeli, istatistikî araştırmalar yapmalı, yüksek öğretim kurumlarına ve halka ışık tutan misyon ve vizyonu oluşturmalıdır. Aynı zamanda üniversitelerin özerk bir yapıya kavuşmasına ve onların serbestçe ve birbirlerinden farklı olarak gelişmelerine fırsat veren, kalite güvencesini sağlayan tedbirleri almalıdır. TYK, bütün bunlara ilave olarak, üniversitelerin kendi farklılıkları ve özgünlükleri içinde gelişmeleri için bilim, araştırma ve eğitim politikaları oluşturmalı, üniversitelerin özerk olmanın yanında, hesap veren, şeffaf kurumlar haline gelmesi için öncü çalışmalar yapmalıdır. TYK, YÖK döneminde olduğu şekilde üniversitelerin yönetim ve işleyişi ile ilgili yeni bölümleri onaylamak, kadro ilanı için izin vermek ve dekan atamak gibi birçok yetkiyi üniversitelere devretmelidir. 2- Türkiye de kamu üniversitelerinde halen yürürlükte olan rektör seçim sistemi, öğretim üyeleri arasında kamplaşmaların ve bu çerçevede çeşitli menfaat ilişkilerinin ortaya çıkmasına sebep olmaktadır. Bilimle uğraşan kişilerin, yönetimle kamplaşmacı usullerle bu kadar ilişkili olması isabetli değildir. Bu vesileyle seçim seçeneğinin isabetli olmadığı kanaatindeyim. Üniversitelerde rektörlerin, mevcut uygulamada olduğu gibi, öğretim üyelerinin seçimi ile belirlenmesinin demokrasi ile bir alakası yoktur. Demokrasi, bir siyasi yönetim şeklidir, neticesi de siyasi alanda ortaya çıkan kamplaşmalardır. Bu ortam tarafgirlikleri körükler. Aile içinde demokrasi ne kadar geçerli ve işlevsel ise Üniversiteler için de aynı durum söz konusudur. Üniversitelerde olması gereken, tarafgirlik, inatlaşma ve kamplaşma kapsamında birbirleri ile mücadele edip çatışmak değil, herkesin kendi işini yaptığı rekabetçi bir ortamın tesis edilmesidir. Bunun için de üzüm yemeye namzet kişilerin, reel politika ve projeleri dikkate alınarak rektör tayin edilmesi gerekir. Hiçbir bilim insanının üniversite içinde kanaat ve inancından dolayı kaygı duymayacağı bir üniversite ortamını tesis edecek bir yönetim anlayışının benimsenmesi gerekir. Bu açıdan, rektörlerin tutum ve davranışları, bu ortamın temin ve tesisi açısından son derece önemlidir. Bütün bu ve benzeri sebeplerden dolayı, önerilen Rektör Adaylarını Belirleme Komisyonu sistemi vasıtasıyla, mümkün olduğu 1
kadarıyla rektörlerin belirlenmesinde, siyasi eğilimler ve popülist söylemler yerine, rektör namzetlerinin mutlaka gerçekçi olarak ortaya koydukları projeleri belirleyici olmalıdır. 3- Üniversite Konseyinin üzerine düşen görevleri layıkıyla yapabilmesi için burada görev yapacaklarda akademik nitelikler yanında özellikle dışarıdan atananlar açısından daha başka niteliklerin aranmasında da fayda vardır. Bu vesileyle, Konseye dışarıdan atanan üyelerin sayısı mutlaka arttırılmalı, özellikle finans yönetimini iyi bilen tecrübeli şirket CEO ları (emekli ya da görevde olanlardan olabilir) ya da bu alanda birikimi olan akademik personelin de Konseyde yer alması sağlanmalıdır. Konsey üyelerinde burada sözünü ettiğim niteliklerin aranması, Üniversite stratejik planını ve performans programını onaylama; üniversite yatırım programını karara bağlar; Üniversite adına kamulaştırmaya, gayrimenkul satın alınmasına ve üniversitenin mülkiyetindeki gayrimenkuller üzerinde üçüncü kişiler lehine ayni hak tesisine karar verme yetkilerinin layıkıyla yerine getirilebilmesi için lüzumludur. 4- Üniversite Konseyi oluşturulan üniversitelerde rektör atama süreci neticesinde Rektörün Konsey Başkanı yerine Konsey tarafından atanmasının daha muvafık olduğu kanaatindeyim. Çünkü bu şekilde yapılacak bir atama kurumsal bir nitelik kazanacaktır. Öneriye uygun hareket edilmesi halinde Konsey Başkanlığı sanki bir nevi Konseyin de üzerinde bir yapıya bürünmüş gibi algıların ortaya çıkmasına sebep olabilecektir. 5- Rektörlüğe mutlaka profesör düzeyinde bir akademik personelin atanması zorunluluğunu isabetli bulmuyorum. Çünkü yönetmek profesyonellik isteyen bir iştir. Çoğu akademik personelde bu yeterliğin olduğunu söyleyebilmek zordur. Üniversiteler tek yönlü kurumlar değildir. Kaynakların üretilmesinden çoklu bir yapının yönetilmesine, performanstan eğitim kalitesine varıncaya kadar çok yönlü bir yapıdır. Bu yapının, profesyonel yönetim yeterliği olmayan akademik personele verilmesi, çoğu kereler yönetimde kısırlıklara ve verimsizliklere sebep olabilmektedir. Bu vesileyle, bu işlerin, profesyonel bir kişi ve yapıya bırakılması daha isabetli olacaktır. Dahası, yönetici olan her bir bilim insanı, yönetim süresinde akademik faaliyet alanından tamamen uzaklaşmakta, bu kişiler bilimsel üretimin uzağında kalmaktadır. Her bir özel şirketin CEO su nasıl o şirketi en rantabıl bir şekilde yönetiyorsa, üniversitelerin de artık profesyonellerin yönetmediği hantal yapı olmaktan kurtulması gerekmektedir. Belki akademik personelden de, profesyonel yöneticilerde bulunabilecek nitelikler olabilir; ancak bu şart altında akademik personel rektör seçilebilecekler arasına dâhil edilmelidir. 6- Rektör Adaylarını Belirleme Komisyonu, rektör olacak kişide olması gereken olmazsa olmaz nitelikteki özelliklerle birlikte, tercih sebebi olan özellikleri (liderlik vasfı, yönetim tecrübesi, reel projeler, iletişim becerisi, üniversite vizyonu gibi) belirlemeli. Bu kriterler esas alınmak suretiyle rektör olacak kişi tayin edilmeli. 2
7- Akademik hayatta akademik hürriyet ve serbestlik esastır. Ürettiği fikirler ve getirdiği yenilikler ile topluma ışık tutması beklenen öğretim üyelerine en serbest ve esnek çalışma ortamı sağlanmalıdır. Öğretim üyelerinden öğretim, araştırma ve topluma hizmet görevlerini en etkin şekilde yapmaları beklenmeli, ancak öğretim üyeliği mesai saatleri gibi kısıtlarla memurluk konumuna indirgenmemelidir. Öğretim üyeleri ders ve ofis saatleri ve varsa komisyon toplantı saatleri dışında kampüste olmaya zorlanmamalıdır. Ancak her sene sonunda her öğretim üyesi bölüm başkanına yıllık bir faaliyet raporu vermeli ve performansını belgelemelidir. Raporda bir yıl süresince verilen dersler, öğrenci sayısı, tez çalışmaları, açılan yeni dersler, sürekli eğitime katkılar, yazılan proje teklifleri, alınan projeler, her türlü yayınlar, verdiği seminerler, meslek örgütleri ve öğrenci derneklerindeki faaliyetler, üniversite komite görevleri, aldığı ödüller ve varsa patentler, danışmanlık yaptığı firmalar vb. belirtilmelidir. Öğretim üyeleri bu rapora dayalı olarak bölüm başkanı tarafından her yıl değerlendirilmeli ve bu değerlendirmeler akademik yükseltmelerde ve performansa dayalı ücret artışlarında esas olmalıdır. 8- Mevcut hukuki metinlere göre her ne kadar doçentlik müracaatında bulunan bir kişinin mülakata katılmaya hak kazanabilmesi için asgari bir yayın şartı öngörülmekte ise de, fiiliyatta bu sayıya çok fazla itibar edilmemekte, bazı durumlarda doçentlik jürisi, hiçbir gerekçe göstermeksizin ya da tamamen sübjektif ve sadece gerekçe göstermiş olmak için belirtilen gerekçelerle çoğu akademik çalışmalar dikkate alınmamaktadır. Ben buna bazı misalleri vermek istiyorum. Bir aday Doçentlik için müracaatı yapıyor ve yayın listesini gönderiyor. Taşrada bir üniversite tarafından bir uluslararası sempozyum düzenleniyor ve aday yayın listesine bir de burada sunulan ve yayımlanan tebliği ekliyor. Jüri üyelerinden birisi, bu şehirde uluslararası sempozyum düzenlenemez, bu vesileyle bu tebliğe itibar etmem diyerek, içerik ve niteliğine hiç bakmaksızın değerlendirme yapıyor. Bir diğer örnek vakada, jüri üyesi bir öğretim üyesinin, adaylardan birisinin yayın faaliyetlerini değerlendirme kapsamında, değerlendirme formunu düzenlerken işaretlediği kısımların tamamı aday lehine olduğu halde, netice itibariyle hiçbir gerekçe göstermeksizin olumsuz kanaat belirtiyor. Bunları daha başka misallerle çoğaltmak mümkündür. Bunun sebebi, bilimsel çalışmalar konusunda jüriye tanınan içeriği bellisiz takdir yetkisidir. Bu konuda inisiyatifi minimize edecek ya da kaldıracak objektif kriterler belirlenmelidir. Yani bir jüri önüne gelen akademik çalışmaya baktığı zaman kriterlere uyup uymadığı konusunda şekli bir değerlendirme yapmakla yetinmeli, bunun ötesinde bir değerlendirme yapmaya yetkili kılınmamalıdır. Burada şu yapılabilir. Akademik çalışmaların yayımlandığı dergiler çok iyi takip edilmeli; nitelik belirlemesi yapılmalı, bu belirlemeler kapsamında çeşitli kategoriler belirlenmeli, bu 3
kategorilere göre puanlar tayin edilmelidir. Yani bir kategoride yer alan bir yayın organı, yayınlamış olduğu makale için belli bir puanı garanti etmeli; bu konuda jüriye inisiyatif tanınmamalıdır. Tabii ki yayın organlarındaki kalitenin sürdürülebilirliği için de sürekli kalite değerlendirmesi yapılmalı; kalite düşüklüğü halinde derhal bu durum yayının puantajına yansıtılmalıdır. Bu durum her bir yayın organını en azından sahip oldukları kaliteyi sürdürme açısından dikkatli olmaya sevk edecektir. Bu da kalite açısında süreklilik sağlayacaktır. 9- Doçentlik atamasında yapılan sözlü imtihanlarda çoğu kereler sübjektif ve siyasi değerlendirmeler öne çıkabilmektedir. Burada başarının ölçütü verilen cevaplardan ziyade siyasi ve ideolojik değerlendirmeler olabilmektedir. Elbette ki mülakatta sorulan soruların birçoğu ilim dünyasında tartışmalı olan, çoğu kereler tek cevabı olmayan sorulardır. Bu sorulara verilen ve soru soranın eğilimi ile uyumlu olmayan cevapları geçersiz görüp ondan sonra da siyasi Saiklerle kişilerin doçent olmasına mani olmak çoğu kereler mağduriyetlere sebep olmaktadır. Bu vesileyle mülakat tamamen kaldırılmalıdır. 10- Bir doktor ya da yardımcı doçent, gereken şartları sağlayıp doçent ünvanını aldığı zaman, mevcut uygulamadaki doçentlik ünvanı alındıktan sonra, kadro ilanı verilip, bu ilan çerçevesinde yapılan başvuruların heyet üyelerine gönderilmesi, sonra yönetimin bunları değerlendirip atama yapması garabetine ve ek iş yüküne son verilerek, yapılacak bir atama işlemi ile bu kadroya atama işi gerçekleştirilmelidir. Mevcut sisteme göre yapılan işlemler, tamamen bürokratik şekli işlemlerdir. İnsanlara lüzumsuz yere eziyet etmekten başka bir işe yaramamaktadır. Doçent ya da profesör olan bir kişi, bir başka yüksek öğretim kurumuna geçerken de sadece yazışmaların yapılmasının yeterli olması gerekir. Her bir nakil işleminde uygulanan heyet teşkili, lüzumsuz bürokratik işlemler mahiyetinin ötesinde bir anlam taşımamaktadır. Özellikle yabancı dil eğitimi veren üniversiteler ile üst düzey kalite isteyen üniversiteler, doçentlik ünvanlı bir kadroya atama yapmak için, merkezi imtihanla doçentlik ünvanının kazanılması için öngörülen standartların üzerinde bir standart arıyorlarsa, kadroya atamalarda bu kriterlerin sağlanması şartı aranabilir. Buna imkân verilmelidir. 11- Hazırlanan kanun taslağı çok tafsilatlıdır. Çoğu hususlar, yönetmelikle düzenlenebilecek iken, kanuna dâhil edilmiştir. Oysa Dünya hızla değişmektedir. Bu dinamik ortama uyum sağlayabilmek için sistemin esnek ve değişime açık olması gerekir. Yoksa bugün yapılan kurallar kısa bir süre sonra ayak bağı olur ve verimi düşürür. Sık sık kanun değişiklikleri gündeme gelebilir. Sıklıkla ortaya çıkan kanuni değişiklik ihtiyacı, hukuki istikrar ve güveni sarsabilir. O yüzden, eski alışkanlıklar bırakılarak, yeni kanun kısa, öz ve esnek olmalı ve değişik uygulamalara fırsat vermelidir. Gelişim ancak rekabet ortamında olur ve rekabet de değişik yaklaşımlarla mümkündür. 4
12- Ayrıntılı ve esnekliği ortadan kaldıran kanun düzenlemenin bir göstergesi olarak lisansüstü eğitim veren enstitüleri misal vermek mümkündür. Tasarının 16/8 maddesinde Bir üniversitede lisansüstü eğitim vermek üzere, sosyal ve beşeri bilimler, sağlık bilimleri ile fen ve mühendislik bilimleri enstitüleri olmak üzere en fazla üç enstitü bulunabilir hükmü yer almaktadır. Oysa mevcut yapı içerisinde İstanbul Üniversitesi bünyesinde 17, Ankara Üniversitesi bünyesinde 12, Marmara Üniversitesi bünyesinde 11, Gazi üniversitesi bünyesinde 7 tane lisansüstü eğitim veren enstitü bulunmaktadır. Yakın gelecekte lisansüstü faaliyetlerin daha spesifik alanlara da yönelmesi; bazı alanlarda daha spesifik konularda lisans üstü eğitim yoğunlaşması olabilir. Bu vesileyle en fazla üç lisansüstü enstitü kurulabilmesi yönündeki önerinin isabetli olmadığı kanaatindeyim. Belki burada sözü edilen üç tür enstitü yapılanması çatı enstitü olarak düzenlenip, diğer enstitüler ilgi alanlarına göre bu çatı enstitülerden birisinin alt birimleri olarak düzenlenebilir. 13- Yeni kanun, sistemi suiistimal edecek olanları değil dürüstleri esas alarak hazırlanmalı ve suiistimal edebilecek küçük bir azınlık için de caydırıcı zecri hükümler içermelidir. Herkesin potansiyel sahtekâr olarak görüldüğü ve dürüst ve çalışkan kişilerin bu yüzden formalitelere boğulduğu bir sistem verimi düşürür ve dünya ile rekabeti imkansız kılar. Kaldı ki bu tür kurallarla dolu komplike sistem sahtekarlığı önleyememekte, sadece dürüstlerin işini zorlaştırmaktadır. Yeni kanun evrensel geçerliliği olan esasları koymalı, ancak detayları kurumlara bırakmalıdır. Tek tipçilik yerine çoğulculuk esas olmalıdır. 14- Hâlihazırda öğretim üyelerine ödenen ücretler emsallerinin çok gerisindedir. Oysa akademisyenlik, pahalı, emek ve sabır isteyen uzmanlığa dayalı bir meslektir. Yetersiz mali kaynaklarla bu mesleğin layıkı vechiyle yerine getirilebilmesi ya çok güç ya da imkânsızdır. Ya da ortaya ancak bu kadar verimsiz ve niteliksiz bir neticenin ortaya çıkmasını sağlar. Bir kişiden hem bilimsel çalışma yapmasını, bunun için hususi kütüphane oluşturmasını isteyip hem de onlara düşük ücret ödemenin bağdaşırlığı yoktur. Emsalleri almış olduğu maaşlarla ev-araba vb. şeyler alırlarken, bu yönden sosyal statülerine uygun bir hayat seviyesine ulaşırlarken, öğretim elemanları ne yapacaklarını bilememektedirler. Ev-araba alayım deseler bilimsel çalışma yapabilecek masraflardan mutlaka kısıntı yapmaları gerekecektir. Hele ki yetersiz maaş halinde bu zorluk üst düzeye çıkmaktadır. Unutmayalım üniversitelerde görev yapan akademik personelin toplumda belli bir sosyal statüleri vardır, bu statü ile uyumlu olmayan bir hayata mahkûm etmek, onlar için aşağılayıcı bir durumdur. Buna mutlaka bir çözüm bulunması gerekmektedir. Bu da büyük ölçüde mali imkânlara bağlı bulunmaktadır. Burada görev yapanlar belli bir hayat standardı ile hayat sürdürüp daha sonra da maliyetli bilimsel çalışma yapmalarını beklemenin makul bir yanı yoktur. Dahası bugün en nitelikli 5
öğrencilerin mezuniyet sonrası dönemde akademik hayatı tercih etme oranı minimum düzeydedir. Çoğu zaman bazı üniversiteler tarafından yapılan araştırma görevliliği ilanlarına müracaatlar yapılmazken, müracaat yapanların büyük ekseriyetinin de çok niteliksiz kişiler oldukları görülmektedir. Kimse bu ücretle çalışmak istememektedir. Ya da bu kişiler nitelikli iseler, ilk elde araştırma görevlisi olduktan sonra, en kısa zamanda mali imkânları daha yüksek olan diğer alanlara yönelmektedirler. Bu vesileyle taban maaş mutlaka makul düzeye çekilmeli, performansa göre ücret farklılığı bu taban maaş üzerine yansıtılmalıdır. Diğer yandan bir araştırma görevlisine düşük maaş verip daha sonra bunlara performansa dayalı bir maaş artımı nasıl olacaktır? Bunun izahı yoktur. Nitelikli mezunların üniversitelerdeki akademik hayata çekilebilmesi için mutlaka bu mesleğin mali noktadan cazip hale getirilmesi gerekmektedir. Önce mali noktadan zayıf tutup daha sonra da bunun neticesinde üniversiteyi tercih eden niteliksiz ya da zayıf nitelikli kişilerden üst düzeyde rekabet ve bilimsel verimlilik beklemek eşyanın tabiatına ters bir durumdur. 15- Esasen yabancı dil meselesi Türkiye de sadece üniversitede çalışan akademik personele mahsus bir mesele değildir; bu kangrenleşmiş umumi bir meseledir. Bu açığın kapatılması amacıyla devletin diğer kurumlarında çalışan bazı kamu personelinin tatmin edici ödemelerle yurt dışına gönderildikleri görülmektedir. İş akademik personele gelince, devlet inanılmaz düzeyde cimri davranmaktadır. Oysa yabancı dil, akademik personel açısından diğer kamu görevlilerine göre çok daha hayati önemi haiz bulunmaktadır. Kısaca ifade etmek gerekirse, nitelikli bilimsel çalışmalar yapmak büyük ölçüde yabancı kaynaklara erişmeye bağlı bulunmaktadır. Akademik camia açısından bu kadar hayati önemi haiz olduğu halde, akademik personelin bu hayati ihtiyacının giderilmesi konusunda devletin cimri davranması, amaçsal açıdan isabetli görülmemektedir. Ya da devletin, bu alanı yeterli düzeyde ciddiye almadığı neticesi ortaya çıkmaktadır. Ben burada bana e-mail yoluyla gönderilen bir iletiye yer vermek istiyorum. Bu iletide, devletin, akademik personelin yabancı meselesini halletmesi noktasından ne kadar cimri davrandığını göstermektedir. Bu ileti şu şekildedir: Yurt dışına gönderilen Araştırma Görevlilerine 1250 USD burs şeklinde ödeme yapılmakta, diğer kamu personellerine ise 3.000 USD ödeme yapılmaktadır. Oysa bu ödeme, akademik camia açısından ciddi manada yetersiz kalmaktadır. Her yıl 2.000 kamu personeli yurt dışına yüksek lisans yapmak için görevlendirilmektedir. Bu personele bir yıl boyunca İngilizce kursu (12.000 USD) ücreti ve yurt dışı görevlendirme (aylık 3.000 USD) ve Türkiye deki maaşı yatmaktadır (4.000 TL). Bu kişilere bir yıllık İngilizce eğitiminin ardından 1,5 yıl süreli yüksek lisans hakkı tanınmaktadır (ortalama 40.000 USD). Toplam bu kişinin 2,5 yıllık devlete maliyeti, yurt dışı yolluk (90.000 USD), İngilizce dil (12.000 USD), okul ücreti 6
(40.000 USD)= 142.000 USD ve Türkiye de 2,5 yıl boyunca kesintisiz yatan maaşıdır. Yılda 2.000 personeline bu ücreti ödeyen devletimiz maalesef akademik personeli 2.000 TL maşa mahkûm ederken bir de büyüklerimiz bizim çalışma koşullarını arttırma yönünde adımlar atmaktadırlar. Yurt dışında ilk 6 ay 1.250 USD ikinci 6 ay ise 1.000 USD burs ile nasıl akademik personelimizin kalitesi artacaktır. Bu dengesizliğin mutlaka giderilmesi, özellikle yabancı dil sorunu olan akademik personeli, sen bu dili bilmiyorsun, o zaman senden bilim adamı olmaz diyerek ötelemek yerine devletin bu açığı kapatıcı yönde uygulamalara yönelmesi gerekmektedir. Bunun için de, gerek yüksek lisans ve doktora çalışması, gerek yabancı dil eğitimi ve gerekse diğer bilimsel çalışma ve araştırmalar için olsun, yurtdışına yapılan göndermelerde diğer kamu personeline sağlanan mali imkânların mutlaka akademik personele de sağlanması gerekmektedir. Aksi takdirde, yapılan çalışmalar eskinin sürdürülmesinden öte bir anlam taşımayacaktır. 16- Bundan sonraki akademik personel alımlarında, akademik hayatın ilk basamağı olan araştırma görevliliği sınavında yeterli dil puanı isteneceği için, ilerleyen yıllarda akademik camiada yabancı dil sorununun minimize olacağı kanaatindeyim. Fakat yıllardır yaşanan fiili bir gerçeklik vardır. Buna göre, üniversitelerde; özellikle de taşradaki üniversitelerde çok sayıdaki Yardımcı Doçentin yabancı dil sorunu bulunmaktadır. Bunlar sayı itibariyle büyük bir yekün teşkil etmektedir. Kaldı ki bunlar, az sayıda görev yaptıkları fakültelerin bütün ders yüklerini omuzlayarak görevlerini fedakârane yapan kişilerdir. Hem haftada otuz-kırk saat derse girip hem bilimsel çalışma yapıp hem de bunlardan yabancı dil meselelerini kısa sürede halletmelerini beklemek aşırı bir beklenti olsa gerek. Bu sorunun bir şekilde çözülmesi gerekmektedir. Bunların birçoğu aile ve çoluk çocuğa karışmış bulunmaktadır. Birçoğunun doçentlik kriterlerinin çok ötesinde bilimsel yayını bulunmaktadır. Burada iki öneride bulunmak istiyorum: Birincisi, bu kişilerin, yukarıda sözünü ettiğim mali imkânlarla, yabancı dil eğitimi için bir yıllığına yurt dışına gönderilmesi. Bu mali imkânların, yurt dışına giden yardımcı doçentin, kendisi ile birlikte, Türkiye de kalacak ya da birlikte yurt dışına gidecek olan ailesine, belli bir yaşam standardı sağlayacak miktarda olması gerekmektedir. İkincisi, Belirlenecek bir yayın kriterini sağlayan (bu yayın kriteri yabancı dil şartını yerine getiren bir doçent adayında aranan yayın kriterinin belli bir ölçüde üstünde olabilir) yardımcı doçentlere doçentlik imkânının sağlanması. Bu uygulama belli bir süreyle sınırlandırılabilir. * Kırıkkale Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi. 7