SELANİK MEKTUBU (5) BAKİ SARISAKAL
SELANİK MEKTUBU (5) Yunan askerinin nihayet sabrı tükendi. Bu kadar büyük askeri muvaffakiyetten sonra boşu boşuna silahaltında ifa eylemekte tahammül edemiyorlar. Onlar şimdiye kadar icra ettikleri hareketi askeriyeden lezzet aldıkları için, Hükümet bizi ya harbe sevk etmeli yahut ailelerimizin yanına göndermelidir. diyorlar. Mamafiye, bu sözlerde harp etmeyi istemekten ziyade artık memleketlerine avdet etmek arzusunu anlamamak mümkün değildir. Zaten bu güne kadar silahaltında durmalarına talihin bir cilvesiyle elde edilen muvaffakiyetin büyük tesiri vardır. Yoksa yunan ordusu daha çoktan silahını bırakarak memleketine ricat etmiş bulunacaktı. Fakat nihayet bu haleti ruhiyesini izhardanda kendisini men edemedi. Pazartesi günü alafranga saat 9-10 arasında Hürriyet Meydanı nda ve Grand Oteli cihetlerinden silah sesleri işitildi. İslamlar zaten her vakit bir tecavüzle karşı karşıya bulunduklarından, Kralın katli hadisesini, yeni bir hadisenin vukuu ihtimalleri zihinleri işgal etmeye başladı. Bu dakikada böyle bir hadise karşısında İslamların pek ziyade kurban verecekleri muhakkaktır. Zaten son günlerde görmeye başladığımız tahkirlerde bunu pek güzel gösteriyordu. İlk silah sesleri ahali üzerinde pek fena bir tesir husule getirdi. Fakat aradan çok geçmeden heyecan başladı. Çünkü silah sesleri çoğalıyor. Arada sırada nümayişçilerin gürültüleri işitiliyordu. Nihayet hadise anlaşıldı. Artık silahaltında tutulmayacaklarını isteyen efzun askerleri isyan etmişler. Silah atarak Kahrolsun Kral diye bağırarak sokaklarda nümayiş icrasına başlamışlar. Bir taraftan Grand Oteli cihetinden gelen, diğer taraftan rıhtım cihetini dolduran askerin gürültüsü mazlum ve mağdur şehrimizde büyük bir velvele tevellüt etmişti. İsyanın yayılması ihtimali herkesi endişelere düşürüyordu. Askerler, İspalanti Palas oteline giderek Cezrallerini aşağı indirmişler ve kendisine birçok tahkiri amiz beyanatta bulunduktan sonra terhis edilmelerini talep etmişlerdir. Cezral işin pek vahim bir şekil alacağını anlayarak yarın terhis emrinin neşir ve ilan edileceğini beyan ederek askerleri başından savmış. Fakat askerler bununla da iktifa etmeyerek yeniden silah atarak tekrar telgrafhaneye gelmiş ve orada derhal terhis edilmeleri talebine havi olmak üzere Harbiye Nezaretine, Venizols a telgrafnameler keşide eylemişlerdir. Telgrafhaneden çıktıktan sonra Sabri Paşa ve Kemeriye Caddelerini silah atarak dolaşmışlardır. Sabri Paşa Caddesinden yukarı çıkarlarken otomobiliyle gelen bir zabite tesadüf etmişler ve zabiti otomobilinden indirerek pek ziyade tahkir eylemişlerdir. Hükümet derhal gerekli teşebbüslerde bulunmak istemese de nümayişçiler, nümayişlerine devam etmiş ve terhis edildikleri hakkında cevaben varid olan telgrafnameyi görmedikçe dağılmamışlardır. Eğer olay bu kadarla bitmiş olsaydı belki biz İslamlarca mucip teessüf olmaz, yalnız geçirdiğimiz endişeli dakikalar bizi ürkütüyordu. Fakat İslamları tahkir için hiçbir fırsatı kaçırmıyor, bu tazyike maruz kalan millet bu hadiseyi de İslamların feslerini yırtmak Feslilere tecavüz etmek için bir fırsat telakki etmişlerdir. Bu cümleden olarak da gece nümayiş esnasında sokaklarda rast geldikleri feslilerin feslerini yırtmışlar ve kendilerini tahkir etmişlerdir. Ah. Tahkir bir değil ki. Nereye gitseniz izzetinefsinizi alenen tahkir edildiğini, Kırmızı- Beyaz a ilanı harp edildiğini görür, kalbinizin parçalandığını hissedersiniz. Daha henüz kendi tabiiyetine bile alamadığı bu anasırı İslam ı kendisine ısındırmak ihtiyacında bulunan bir millet ve hükümet tarafından duçar olduğumuz bu tahkirler bari orada yaşayan İslamlar, Türkler, bilhassa Hükümet için mucip emsal olsa. Dünde bir Rum madam, tramvayda iki Türk hanıma karşı, edep ve terbiyeye sığmayan münasebetsiz hareketlerde bulunmak küstahlığında bulunmuştur. Malumdur ki tramvaylarda İslam hanımlarına bir mevki tahsis edilmiştir. Bu mevkinin birde perdesi vardır. Bu madam hiçbir münasebeti olmadığı halde bu mevkide oturan iki İslam hanımına:
Artık bu perdenin kaldırılması lazım geldiği ve çarşafların atılması icap ettiğini beyan etmiş. Tabi İslam hanımları kendilerini müdafaa ederek, bunarlın inançları gereği olduğu cevabını vermiş ve madamı ikna etmek istemişlerse de, madam terbiyesizliği ileri vardırmış: öyle ise İstanbul a gidin demiştir. Madamın hanımlarımıza reva gördüğü bu muamele, İslamların burada duçar oldukları tahrikatın bir delilidir. Fakat bu kadar mı? Hayır, muhterem dindaşlarım, hayır dahası var. Bakınız size burada yayınlanan Tarus namındaki gazetenin 5 Eylül ve 103 numaralı nüshasında Milli Serpuşumuz hakkında neşriyatını nakledeyim de burada bizim ne elim şartlar altında yaşadığımızı anlamış olsanız: Bu gazete (Hemşeriler Eğleniniz) ser levhasıyla yazdığı bir makalede aynen diyor ki: Tramvay direklerinin ayaklarını milli boya ile boyanmak lütfünde bulunmakla beraber memurlarının başındaki Kırmızı Fescikleri ifa etmiş olan tramvay şirketinin zevki selimi hayret uyandırıyor. Demek ki hem gülelim, hem ağlayalım. Tabiatıyla bu hal pek çirkindir. En adi bir zevki selim sahibini bile isyana davet ediyor. Tramvay şirketi bu hareketi ile bize vaktinden evvel karnaval mevsimini getirmiş oluyor. Öyle ise gülünüz, eğleniniz, hemşeriler. Ben bunu okuduğum zaman İstanbul un Beyoğlu ve Galata cihetleri ile Boğaziçi nin Arnavutköy, Büyükdere gibi Rumlarla meskûn olan köyleri hatırıma geldi. İstanbul da haberleştiğim bir arkadaşım oralarının Mavi-Beyaz istilası altında bulunduğunu yazıyor da siz orada nasıl Kırmızı-Beyaz fesin duçar tahkir olmasından müteessir oluyorsanız, biz de burada Mavi-Beyaz istilasına uğradığımızdan dolayı aynı hislerle doluyuz. diyordu. O vakit düşündüm. Neden diyordum? Neden bizde Mavi-Beyazlara ilanı harp etmeyelim. Burada dükkanlarımızın üzerindeki Kırmızı-Beyaz rengi bile kaldıracak kadar saldırgan hareket eden Yunanlılara karşı orada neden bu kadar müsadekarane hareket ediliyor? Hükümet neden Mavi-Beyaz ın bu kadar yayılmasına göz yumuyor ve sonra gençlerimiz Yunanlıların bizi alenen tahkir demek olan bu Mavi-Beyaz ı istilasına karşı nasıl tahammül ediyor? Ey milletimin sevgili gençleri. Geliniz burada Kırmızı-Beyaz a karşı yapılan muameleleri görünüz. O vakit vazifenizi daha kolaylıkla anlayacaksınız. Harpten evvel pek mesut yaşayan bu bedbaht memleket ahalisinin duçar oldukları akıbeti elime ve facia bütün Osmanlılarca tanınması gereken bir hailedir. İlk Muharebede Usturumca Bulgarlar tarafından işgal edilmişti. Usturumca
O vakitler gazetelerde birkaç defa yazıldığı vecihle Bulgarlar bu zavallı ahali hakkında bin türlü işkenceler tatbik ederek 6000 kadar İslam ı katlettiler. Arkasından ikinci muharebe başladı. Bu defa Usturumca Yunanlılar tarafından işgal edildi. Usturumcalılar, Bulgarlardan kurtulduklarını zannederek, denize düşen bir zavallı gibi yılana sarıldılar. Fakat Bükreş Antlaşması onları yine Bulgarlara terk etmişti. Evvelce verdikleri kurbanlarla Bulgarlar hunharlıklarını tecrübe etmiş olan Usturumcalılar ne yapacaklarını şaşırdılar. Her nasılsa ellerinde biraz parası kalanlar derhal hicret ettiler. Bunlar Bulgarların dönmesinden evvel hicret ettikleri için Selanik e kadar salimen gelebilmişlerdi. Fakat ahalinin bir kısmı ne para ve ne de diğer bir vasıta olmadığı için hicret ile Bulgar esareti altında kalmak arasında kararsız kalmışlardı. Onlar bu devrei tereddütte iken Yunanistan tazyike başladı: Rum ve İslam ne kadar ahali varsa cümlesi kasabayı terk edecektir. Aksi halde kasabayı yakacağımızdan, kalanlarla birlikte yanmaları muhtemeldir. dedi. Maksadı ahalinin Bulgar zumlundan hicret eylediğini ve Yunanistan ın saye-i adaletine (!) iltica ettiğini Avrupa ya ilan etmekti. Ahali için artık hicretten başka çare kalmamıştı. Herkes hanelerini terk ile hicrete başladılar Usturumca ile Doyran arasındaki arazi muhacirin ile doldu. Burada 25 bin kişi aç susuz çadırsız, himayesiz kalmıştı. Yunan Hükümeti bunlara ne bir parça ekmek, ne de bir çadır vermek ihtiyacında bulunmadığı halde gazetelerle, muhacirini iskan ve iaşe için Yunanistan ın binlerce liralar sarf etmekte olduğunu ilandan utanıp, sıkılmıyorlardı. Doyran Köyü Muhacirler o taraflarda bulunan köylere iltica ettiler. Bir kısmı da yayan olarak Selanik e kadar geldiler. Fakat Yunanistan bulaşıcı bir hastalığın yayılmasından korktuğu için bunları şehre sokmak istemedi. Usturumcalılar zaruri olarak orada kaldılar. Bu sırada şiddetli yağmurlar başladı. Artık İslamlar ne olursa olsun şehre girmeye karar vermişlerdi. Bir gece, gece yarısı yağmurlu bir havada Selanik sokaklarında binlerce zavallı fakir İslam ın, yaş elbiseler altında gayrı muayyen meskenlere doğru iltica için koştukları görüldü. Nihayet Usturumcalılar şehre girmiş bulunuyorlardı. Fakat Kolera da birlikte geldi. Fevkalade fena şartlar altında yaşayan bu zavallıların zaten Koleradan kaçması imkânı yoktu. Bu muhacirin arasında günde 100-150 vaka meydana geliyor. Ovalarda kalan zavallıların ise daha çok sayıda kurban verdikleri haber alınıyordu. Selanik e gelenler yavaş yavaş ana vatana hicrete başladılar. Bir kısmı İzmir e, bir kısmı da İstanbul a gitmek üzere vapurlara bindiler. Fakat aralarında Koleranın mevcudiyeti, birçoklarının da karanlıkta hanelerinde terki hayat eylemelerine sebep oluyordu. İşte bu gün Usturumcalılari bir kısmı Selanik te, diğer bir kısmı ovalarda, üçüncü bir kısmı da karantinahanelerde kalarak mahv ve perişan oldular. Usturumca kasabası da Yunanlılar tarafından yakıldı. Bu suretle hem Usturumca ve hem Usturumcalılar Balkanlarda en feci bir akıbet kurbanı olmuşlardır.
Kolera
Balkan Savaşları Sırasında Doyran Köyü Selanik te birçok rivayetler dolaşıyor. Gümülcinelilerin vatan müdafaaları bizi çok memnun etti. Şimdi de Osmanlı gönüllerinin hududun beri tarafına geçtikleri ve hatta Nevrekop, Menlik, Petriç, Usturumca gibi havaliyi işgal eyledikleri bildiriliyor. 1 1 Tasviri Efkâr 25 Eylül 1913