T.Ç. SELÇUK ÜNiVERSiTESi SELÇUK UNIVERSITY III. U L U S L A R A R A S I :MEVLANA KONGRESİ 3rct I N T E R N A T I O N A L MEVLANA CONGRESS BiLDiRiLER 1 PAPERS 5-6 MAYTS 2003 5-6 MAY 2003 KONYA 1 TÜRKİYE 1 TURKEY
SELÇUKLU KÜLTÜRÜNDE HZ. MEVLANA'NIN YERİ Şefik CAN* Xill. yüzyılda Hz.MevHl.na'nın doğduğu Belh şehri, o devrin ilim ve irfan merkeziydi. Hz.Mevlana'nın babası da orada devrinin en tanınmış bilginiydi: "Bilginlerin Sultanı (Sultanfi'l ülema)" diye anılıyordu ve Hz.Mevlana o zamanlar çok küçük yaşlarda idi. Bazıları Moğolların gelişi yüzünden, bazılan da Yunan felsefesine çok bağlı olan alim müfessir Fahri Razi Hazretlerinin fikirlerini ve felsefi görüşlerini benimsemiş olan Harzemşah yüzünden Belh' ten göç ettiklerini ' söylüyorlar. Nişabur'u, Bağdat' ı ve Medine-i Münevvere'de Peygamberimiz (SAV)' in türbesini ziyaret edip hac farizalarını yerine getirdikten sonra Kudüs, Şam ve oradan Malatya, Erzincan, Sivas, Kayseri, Niğde yoluyla bugünkü Karaman'a geldiler. :o zamanlar Selçuklu hükümdan Sultan Alaaddin Keykubat idi. Bu değerli sultan Anadolu Selçuklu Devleti'nin çökmek üzere olduğu bir dönemde yüksek kabiliyeti, fazileti ve cesareti ile büyük varlık göstermiş, yeniden parlak bir devir açmıştı. Tarih boyunca her zaman ilim ve fen birlikte ilerlemiş, birbirlerini ta. mamlamıştır. Bu yüzdendir ki Selçuklu hükümdan Alaaddin Keykubat, Sultanı1'1 ulema gibi büyük bir ilim adamını başkent olan Konya'ya davet ederek ilmin,irfanın, kültürün genişlemesine vesile olmuştur. Anadolu Selçukluları, Xill. asırda her bakımdan ileri gitmişlerdi. Bugün bile göz kamaştıran şaheser anıtlar, asırlardan beri pırıl pırıl parıldayan camiler, medreseler, kültür merkezleri açrnışlardı. Fakat Hz.Mevlana'nın Konya'ya gelişiyle sadece Selçuklu dönemine veya İslam memleketlerine değil, bütün dünyaya aydınlık veren çok büyük kültür şaheserleri meydana gelmiştir. Eğer Hz.Mevlana'nın Mesnevi'si ve diğer eserleri yazılmamış olsaydı, o dönernin mimari ihtişamına rağmen bugün Selçuklu kültürü çok zayıf, çok sönük kalırdı. Bizler, tarihi olarak o günlerden günümüze intikal eden Selçuklu kültürünü gözden geçirdiğimiz zaman, Mevlana'nın şaheseri olan Mesnevi'nin bugün dahi tazeliğinden, canlılığından hiçbir şey kaybetmediğini görürüz. Halen dün- Emekli Öğretmen Albay 205
yada tüm zamanların ölmez şaheserleri arasında yer alan Mesnevi, Selçuklu döneminin bir kültür güneşidir. Dünyanın bir çok ülkelerinden, Anadolu'nun çeşitli yerlerindeki Selçuklu eserlerini merak edip onları görmek ve tanımak amacıyla ziyarete gelenlerle, Hz.Mevlana'nın türbesini ziyaret edenleri ve onun manevi mirası olan eserlerinden faydalananları karşılaştıracak olursak görürüz ki hiçbir Selçuklu eseri, Hz.Mevlana ve O'nun Mesnevi'si kadar bu dünyada derin bir iz bırakmamıştır. Çünkü O'nun eserleri sınırsız birinsap sevgisini ve bu sevgiyle insanı hoş görmeyi, daima kusurları yapılan iyilikitme örterek insanı sevmenin adeta Hakk'ı sevmek kadar kutsal olduğunu ortaya koymaktadır. Eski Yunan ve Latin eserlerinde gördüğümüz insan sevgisi Mevlana'nın eserlerinde görülen insan sevgisi yanında çok zayıf kalır. Sultan Veled Hazretleri, Babası Hz.Mevlana için, Mevlana'dır evliya kutbu bilinün Ta kim ne huyursa anı kılınun Tanrı'dan rahmettir anın sözleri Körler okusa açıla gözleri diye buyurmuştur. Manası; Şunu iyi bilin ki; MevHina velilerin kutbudur O, ne söylerse onu yapın, Çünkü O'nun sözleri Allah'tan bir rahmettir, Körler bile okusa gözleri açılır.. Buradaki bahsedilen körlük; baş gözü değil, gönül gözüdür. Gönül gözü kör olanlar bile O'nun eserlerini okuduğu zaman, gözleri açılır, diye buyurmuştur. Molla Cami Hazretleri de Mevlana hakkında; An Feridun u cihan-ı manevi Pest büved burhan-ızateş Mesnevi Men çi gı1yem vasf-ı an ali cenab Nist peygamber veli daret ki tab diye buyurmuştur. Yani Molla Cami Hazretleri, mana cihanının en büyük hükümdarı olan Mevlana için: "Ben ne söyleyeyim, O'nun Mesnevi'si, O'nun ne kadar büyük bir varlık olduğunu göstermektedir. Peygamber değildir; ama kitabı vardır." diyerek Mesnevi'nin manevi büyüklüğünü anlatmaya çalışmıştır. 206
Selçuklu döneminden kalma kültür mirasımız, canlılığını ne kadar muhafaza etti ve daha ne kadar bu miras devam edip insanları büyüleyecek bilemeyiz; ama Hz.MevHlna, Selçuklunun en büyük kültür mirası Mesnevi'si için, Mesnevi cilt VI- 2248 no'lu beytiyle başlayan Mesnevi'de şöyl~ buyurmaktadır: Ormanlardaki ağaçlar kalem olsa, denizler de mürekkep olsa, yine Mesnevi'ye son yoktur. Dünya var oldukça, insanlar yaşadıkça, Mesnevi'nin şiiri de yaşar durur, okunur, zevk alınır. Dünyada toprak kalmazsa, balçık da kuruyup tozsa, Mesnevi'nin hakikat denizi coşar, köpürür. Köpüklerinden kıyılarında yeni topraklar meydana gelir. ' o Ormanlar da kalmasa, ağaçlar baş kaldırsa, bu defa da denizin içinde ağaçlar çıkar, ormanlar meydana gelir. "Dünya durdukça yaşayacak, okunacak olan Mesnevi'yi Hz.Mevlana neden Türkçe söylemedi de Farsça söyledi!" diye itiraz edenler olduğu gibi, Mevlana'yı İranlı zannedenler de vardır. Böyle düşünenler, dillerin geçirdiği safhal~rdan haberi olmayanlardır. Çünkü diller de insanlar gibi doğar, büyür, gelişip kemale erer. Eğer Mevlana, Mesnevi'sini Türkçe söyleseydi, XIII. yüzyıldaki şairler gibi şiirleri çok sönük olur, kendisi de eserleriyle dünyaya ışık tutan Mevlana olamazdı. Asırlardan beri çeşitli dünya dillerine tercüme edilen Mesnevi'si de tüm zamanların ölmez şaheserleri arasına giremezdi. Hz.Mevlana'nın Anadolu'ya teşrif buyurduğu XIII. asırda, Anadolu Türkçe'si çok zayıftı. O devirlerde yaşayan şairlerin şiirlerini okuduğumuz zaman, bunu çok açık bir şekilde görebiliriz. Mesela; XN., XV. asırda yetişen şairlerle, XVI. asırda gelen FuzOli, XVII. asırda gelen Yahya Efendi, 18'inci asırda gelen Nedim'in şiirlerine baktığımızda dillerin zenginleşmiş, güzelleşmiş olduğunu görürüz. XIII. asır Türkçe'sine göre Farsça çok zengin bir dildi. Sadece Hz.Mevlana değil, o devrin bütün alimleri ilmi eserleri Arapça, tasavvufi eserleri de Farsça yazıyorlardı. Nitekim, XN. asırda gelen Aşık Paşa Garibname adlı eserinde: Türk diline kimseler bakmaz idi, Türklere hergiz gönül akmaz idi, Türk dahi bilmezdi bu yolları, Bu ulu menzilleri... Latince yazıyorlardı. diyordu. Avrupa' da da alimler kendi öz dilleri ile değil, Ancak XIII. yüzyıldan sonra ilk defa Dante İtalyanca bir eser yazdı. O dönemin 207
en tanınmış yazarları eserlerini Latince yazmışlardır. Bu hususun daha iyi anlaşılması için, çok açık bir örnek olarak XUI. asrın zayıf Türkçe' si yle edebi bir dil olan Farsça arasındaki farkı Sultan Veled Hazretlerinin şiirlerinde görmek mümkündür. Sultan Veled'in Türkçe şiirlerini okuduğumuzda çok cılız, zayıf, zevksiz bir ifade görürüz. Halbuki Farsça yazdığı şiirleri okuduğumuz zaman, Hz.MevHina'nın Divan-ı Keblr'inde bulunan manevi zevki hissederiz. Sultan Veled'in Farsça şiirleri derin manalı, ahenkli, çok güzel şiirlerdir. O kadar güzel ki İngiliz müsteşriklerden\ Nicholson, "Şems-i Tebrizi Divanı'ndan Seçmeler" adıyla bir kitap hazırlayarak İngilizce tercümeleriyle birlikte yayınlamıştır. Bu kitaba Sultan Veled'in Farsça bir şiirini de MevHina'nın sanarak almıştır. Çünkü Sultan Veled'in Farsça şiirleri, Türkçe şiirleriyle kıyaslanmayacak güzellikte olup, babası Hz.Mevlana'nın şiirleri gibi çok derin manalı, çok güzel, mistik tasavvufı şiirlerdir. Eğer Tebriz' de yaşayan şair Saib, Türk olduğu için şiirlerini Türkçe yazıp Farsça yazmasaydı, bugün Saib'i kimse tanımaz, şiirleri de günümüze kadar gelemezdi. Yakın tarihte, en büyük örnek ise Tagor olmuştur. Hint şairlerinden Tagor, şiirlerini eğer kendi Bengal diliyle yazıp neşretseydi, İngilizce dilini kullanmasaydı, bugün Tagor'u kimse tanımaz, şiirleri de dünyada bilinmezdi. Akıllara şu soru gelebilir:"yunus Emre şiirlerini Türkçe söyledi. Yunus'un şiirleri de Hz.Mevlana'nın şiirleri gibi ölmeyerek günümüze kadar geldi." Yunus Emre, Anadolu Türkçe'siyle, Oğuz lehçesiyle yazmıştır. Yunus Emre'nin dili çok temiz ve güzel bir Türkçe; ama zengin değil. Yunus bir dere, bir ırmak gibi çağiayarak akıp gelmiştir günümüze. Hz.Mevlana ise, bir umman, bir deniz gibi coşmuştur. Mevlana'nın çok genç yaşlarda babasının arkasında yürüdüğünü görenler, "Bir ırmağın arkasında koca bir deniz yürüyor." demişlerdir. Coşkun bir aşk deryası, koca bir uroman olan Hz.Mevlana, küçük bir dereye sığamazdı. Tekrar ediyorum ki diller çocuk gibidir. Asırlar geçtikçe gelişir, güzelleşir, kemale erer. Eğer Hz.Mevlana, şiirlerini Türkçe söyleseydi, şiirleri Aşık Paşa'nın veya Sultan Veled'in Türkçe şiirleri gibi çok yavan, çok zevksiz olurdu ve dünyadaki edebi yerini alamazdı.. Sözlerimi bitirirken şunu da arz etmek isterim ki Hz.Mevlana, yalnız Selçuklu devrinin en büyük kültür güneşi olmamış, bütün Türk devletlerinin kültür alarımda yetiştirdikleri büyükleri geride bırakmıştır. Altı yüz sene süren Osmanlı tarihinde Türk orduları Viyanalara kadar gitmiş, Akdeniz bizim gölümüz olmuş. O muhteşem Kanuni Sultan Süleyman devrinde şairlerin sultanı Baki ün 208
salmış, daha sonraki devirlerde Nef'i, Nedim, Şeyh Galip gibi büyükler yetişmiş, ayrıca Keşf'iiz Ziinıln sahibi Katip Çelebi Avrupa'da "Hacı Kalfa" diye tanınmış, bibliyografyaya ait eseri Latince'ye tercüme edilmiş, fakat bunların hiçbirisi Hz.Mevlana kadar gönüllerde yer alamamıştır. Yanlış anlaşılmasın; binlerce müellif, binlerce şair, binlerce alim yetiştiren Osmanlı Kültürj.inü inkar etmiyorum. Katip Çelebiler, Evliya Çelebiler, tarihçi Naimalar daima hürmetle yad edilecektir. Fakat bunların hiçbiri Hz.Mevlana gibi cihan şümı11 olamamıştır. Fatih Sultan Mehmed İstanbul'u zaptettiği zama:n, Akşemseddin Hazretleri'nin rüyasıyla Eba Eyyübü'l Ensari Hazretleri'nin kabri keşfedildi. Asırlarca evvel İstanbul'u zaptetmeye gelen ordularla beraber İstanbul'a gelerek şehit düşen Eba Eyyübü'l Ensari hakkında Akşemseddin Hazretleri şu beyti söylemişti: Yetişmez mi bu şehrin halkına bu nimet-i bari Resul-i Ekrem'in yari Eba Eyyüb'ül Ensari "Eba Eyyübü'l Ensari Hazretleri'nin burada medffin olması, İstanbul için Allah (C.C.)'nün ne büyük nimetidir. Bu lütuf, İstanbul halkına yetişmez mi?" demiştir. :Benı;leniz de bu beyitten ilham alarak Konya halkı için şunu söyleyeceğim: : Yetişmez mi bu Konya halkına, bu nimet-i bari, Bahaeddin Veled oğlu Cela.Iü' d-dini' -r-rı1mi... 209