İtalya Seyahati Arkadya da Bile Varım!



Benzer belgeler
İtalya Seyahati Arkadya da Bile Varım!

Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

O sabah minik kuşların sesleriyle uyandı Melek. Yatağından kalktı ve pencereden dışarıya baktı. Hava çok güzeldi. Güneşin ışıkları Melek e sevinç

C A NAVA R I N Ç AGR ISI

ΣΔΛΙΚΔ ΔΝΙΑΙΔ ΓΡΑΠΣΔ ΔΞΔΣΑΔΙ. ΔΙΑΡΚΕΙΑ: 2 ώρες ΗΜΕΡΟΜΗΝΙΑ: 24 Μαΐοσ 2011 ΣΟ ΔΞΔΣΑΣΙΚΟ ΓΟΚΙΜΙΟ ΑΠΟΣΔΛΔΙΣΑΙ ΑΠΟ 8 (ΟΚΣΩ) ΔΛΙΓΔ. Τπογραφή καθηγητή:

KASIM AYI 4 YAŞ GRUBU AYLIK BÜLTENİ

Günler süren yağmurdan sonra bulutlar kayboldu. Güneş, ışıl ışıl yüzünü gösterdi. Yıkanan doğanın renklerine canlılık gelmişti. Ağaçlardan birinin

ΥΠΟΥΡΓΕΙΟ ΠΑΙΔΕΙΑΣ ΚΑΙ ΠΟΛΙΤΙΣΜΟΥ ΔΙΕΥΘΥΝΣΗ ΜΕΣΗΣ ΕΚΠΑΙΔΕΥΣΗΣ ΚΡΑΤΙΚΑ ΙΝΣΤΙΤΟΥΤΑ ΕΠΙΜΟΡΦΩΣΗΣ

Bazen tam da yeni keþfettiðiniz, yeni tanýdýðýnýz zamanda yitirirsiniz güzellikleri.

Kulenizin en üstüne koşup atlar mısınız? Tabii ki, hayır. Düşmanınıza güvenip onun söylediklerini yapmak akılsızca olur.

İtalya nın Üç Büyüğü: Roma, Floransa, Venedik.

ΥΠΟΥΡΓΕΙΟ ΠΑΙΔΕΙΑΣ ΚΑΙ ΠΟΛΙΤΙΣΜΟΥ ΔΙΕΥΘΥΝΣΗ ΜΕΣΗΣ ΕΚΠΑΙΔΕΥΣΗΣ ΚΡΑΤΙΚΑ ΙΝΣΤΙΤΟΥΤΑ ΕΠΙΜΟΡΦΩΣΗΣ


Doğukan Türkekul Akgün TURK Seda Uyanık. Tarih: Başlık: Budapeşte Gezi Notlarım. Budapeşte Gezi Notlarım

Ünite 01: Arapçada Kelime ve Cümle Çeşitleri

Kızla İlk Buluşmada Nasıl Sohbet Edilir? Hızlı Bağ Kurma Teknikleri

MERAKLI KİTAPLAR Kavramlar

İTÜ GELİŞTİRME VAKFI BEYLERBEYİ ÖZEL ANAOKULU VE ÖZEL İLKÖĞRETİM OKULU EĞİTİM VE ÖĞRETİM YILI 8.VELİ BÜLTENİ

ΥΠΟΥΡΓΕΙΟ ΠΑΙΔΕΙΑΣ ΚΑΙ ΠΟΛΙΤΙΣΜΟΥ ΔΙΕΥΘΥΝΣΗ ΜΕΣΗΣ ΕΚΠΑΙΔΕΥΣΗΣ ΚΡΑΤΙΚΑ ΙΝΣΤΙΤΟΥΤΑ ΕΠΙΜΟΡΦΩΣΗΣ ΤΟ ΕΞΕΤΑΣΤΙΚΟ ΔΟΚΙΜΙΟ ΑΠΟΤΕΛΕΙΤΑΙ ΑΠΟ ΕΞΙ ( 6 ) ΣΕΛΙΔΕΣ

SÖZCÜKTE ANLAM. Gerçek Anlam Yan Anlam Mecaz Anlam Terim Anlam Sözcükler Arasý Anlam Ýliþkileri Anlam Olaylarý Söz Öbeklerinde Anlam

KÜÇÜK KALBİMİN İLK REHBERİNİN BU GÜNÜME UZATTIĞI HAYAT YOLU

I. Metni okuyunuz ve soruları cevaplayınız. ÖNEMLİ BİR DERS

Danışman Olarak Hemşire

İLK OK UMA KİT APLARI

TATÍLDE. Biz, Ísveç`in Stockholm kentinde oturuyoruz. Yılın bir ayını Türkiye`de izin yaparak geçiririz.

ÝÇÝNDEKÝLER. Diyalog Tamamlama Haftanýn Testi...25

þimdi sana iþim düþtü. Uzat bana elini de birlikte çocuklara güzel öyküler yazalým.

3. Yazma Becerileri Sempozyumu. Çağrışım: Senden Kim Çıkacak?

OKUMA ANLAMA ANLATMA. 1 Her yerden daha güzel olan yer neresiymiş? 2 Okulda neler varmış? 3 Siz okulda kendinizi nasıl hissediyorsunuz?

ŞEKİL KAVRAMI TEMA ÇALIŞMALARIMIZ KAVRAMLAR RENK KAVRAMI SAYI KAVRAMI SES KAVRAMI ÖZEL BİLGİ İLKÖĞRETİM OKULU ANASINIFI

Nepal Gezisi (Holi Festivali'nde Nepal'e gidiyoruz!)

TARSUS DA BİR GÜN...BELKİ DE İKİ... Adanalılar...Mersinliler...Gaziantep, Hatay ve Osmaniyeliler...Türkiye nin gezmeyi sever insanları...

.com. Faydalı Olması Dileklerimizle... Emrah&Elvan PEKŞEN

Bahar Ateşi Evet! Hayır! Belki? Ne? Merhaba.

ikonu bir yeşilçam (ev dekorasyon)

A1 DÜZEYİ B KİTAPÇIĞI NOT ADI SOYADI: OKUL NO:

Iron Butt Reports - 09 July 2011

ΤΕΛΙΚΕΣ ΕΝΙΑΙΕΣ ΓΡΑΠΤΕΣ ΕΞΕΤΑΣΕΙΣ ΤΟ ΕΞΕΤΑΣΤΙΚΟ ΔΟΚΙΜΙΟ ΑΠΟΤΕΛΕΙΤΑΙ ΑΠΟ ΕΠΤΑ (7) ΣΕΛΙΔΕΣ

Asuman Beksarı. Türkiye nin İlk ve Tek Kadın Karides Yetiştiricisi. Yaşamdan Kesitler Sema Erdoğan. J. Keth Moorhead

Güzel Bir Bahar ve İstanbul

YÜKSEL ÖZDEMİR. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

8. Sınıf SBS Deneme-1

ANKARA ÜNİVERSİTESİ TÖMER TÜRKÇE ÖĞRETİM ARAŞTIRMA VE UYGULAMA MERKEZİ TÜRKÇE SINAVI

Bu kitabın sahibi:...

MEHMET İHSAN MERMERCİ OTELCİLİK VE TURİZM MESLEK LİSESİ COMENIUS PROJESİ A TRIP ACROSS EUROPE FAALİYET RAPORU

> > ADAM - Yalnız... Şeyi anlamadım : ADAMIN ismi Ahmet değil ama biz şimdilik

Okuma- Yazmaya Hazırlık. Türkçe Dil Etkinlikleri Sanat Etkinlikleri Oyunlar Müzik Ve Ritim. Fen Ve Doğa Etkinlikleri

KİŞİSEL GELİŞİM NASIL BAŞLAR?

ÇAYLAK. Çevresinde güzel bahçeleri olan bir villaydı.

ARAMIZDA ÇOK FARKLAR VAR

Çocuklar için Kutsal Kitap. sunar. Pavlus un. Seyahatleri

- Kurslara, seminerler katılın, farklı mekanlar keşfedin. Kendiniz için bir şeyler yapın. Böylelikle eşinize anlatacağınız farklı şeyler olacaktır.

Woyzeck: Öğleyin güneş tepeye çıkıp da dünya ateşe düşmüş gibi yanmaya başlayınca, işte o zaman korkunç bir ses bir şeyler diyor bana.

Okul günüm. Anne-babalar ve çocuklar için için okula başlama rehberi. Niedersächsisches Kultusministerium

Dersler, ödevler, sýnavlar, kurslar... Dinlence günlerinde bile boþ durmak yoktu. Hafta sonu gelmiþti; ama ona sormalýydý.

HAVA BEKLENMEDİK ŞEKİLDE ANİDEN DEĞİŞTİĞİNDE

HALFETİ Yİ GEZDİĞİNİZDE SAŞIRACAKSINIZ! Şaşırarak gezdim Halfeti yi. Abdullah Öcalan ın doğduğu yer olan Halfeti ye, Acaba güvenli mi?

KAPADOKYA. Melih ÖZTEKİN. Eralp ÖZYAĞCI. Mert ÇİL. Başak DEMİRBAŞ

Aşşk Kahve ve Laduree

ΕΘΝΙΚΟ & ΚΑΠΟΔΙΣΤΡΙΑΚΟ ΠΑΝΕΠΙΣΤΗΜΙΟ ΑΘΗΝΩΝ ΤΜΗΜΑ ΤΟΥΡΚΙΚΩΝ ΣΠΟΥΔΩΝ ΚΑΙ ΣΥΓΧΡΟΝΩΝ ΑΣΙΑΤΙΚΩΝ ΣΠΟΥΔΩΝ Μάθηµα : ΤΟΥΡΚΙΚΗ ΓΛΩΣΣΑ II ΔΕΞΙΟΤΗΤΕΣ ΣΤΟΝ

ŞİİR, HİKÂYE, MAKALE. Ekim 2013 Sayı 1. Yazar; HARUN ŞEN

YAKIN DOĞU ÜNİVERSİTESİ BESYO TME-110 TEMEL MÜZİK EĞİTİMİ 1.HAFTA

Budist Leyko dan Müslüman Leyla ya

Evimi misafirlerim gidince temizlemek için saatlerce uğraşıyorsam birçok arkadaşım

Parlar saçların güneşin rengini bana taşıyarak diye yazıvermişim birden.

Kafkasya ve Türkiye Zor Arazide Komfluluk Siyaseti

Ö.Ç BİLFEN ANAOKULU 5 YAŞ GRUBU GÜNLÜK EĞİTİM PROGRAMI

ALTIN BALIK. 1. Genç balıkçı neden altın balığı tekrar suya bırakmayı düşünmüş olabilir?

Çocuklar için Kutsal Kitap sunar. İlk Kilisenin Doğuşu

Fiziki Özellikleri. Coğrafi Konumu Yer Şekilleri İklimi

Soðaným da kar gibi Elma gibi, nar gibi Kim demiþ acý diye, Cücüðü var bal gibi

TOPLANTI BİLGİLERİ MUTLU GÜNLERİMİZ KONUKLARIMIZ

Gezdikçe Gördükçe BD TEMMUZ İzlen Şen Toker. Güzel ağaç adlı masal kasabası. lberobello

Doğada Keşif Yapıyoruz

KÜÇÜK UYKULAR BAHÇESİ

yeni kelimeler otuzsekizinci ders oluyor gezi genellikle hoş geldin mevsim hoş bulduk ilkbahar gecikti ilkbahar mevsiminde geciktiniz kış mevsiminde

Türkçe Dil Etkinlikleri Sanat Etkinlikleri Oyunlar Müzik Bilim Etkinlikleri

Eylemlerin, eylemsilerin, sıfatların ve zarfların anlamlarını çeşitli yönden etkileyen sözcüklere zarf denir. Ör. Büyük lokma ye: büyük konuşma. Ör.

Anneye En Güzel Hediye Olarak Ne Alınması Gerekir?

Şimdi olayı şöyle düşünün. Temel ile Dursun iddiaya giriyor. Temel diyor ki

Uzun Bir Köpek Hakkında Kısa Bir Öykü. Henry Winker. İllüstrasyonlar: Scott Garrett. Çeviri: Bengü Ayfer

HAZİRAN 2014/2015 ANASINIFI BÜLTENİ. Haziran 2015 Bülten

Asker hemen komutanı süzerek cevap vermiş; 1,78! Komutan şaşırmış;

Evren Nağmesinde Bir Gelincik Tarlası

Doğuştan Gelen Haklarımız Sadece insan olduğumuz için doğuştan kazandığımız ve tüm dünyada kabul gören yani evrensel olan haklarımız vardır.

ABDULLAH ALİYE CAN ANAOKULU ÇİÇEKLER SINIFI OCAK AYI BÜLTENİ BELİRLİ GÜNLER VE HAFTALAR. Yeni yıl (31 Aralık-1 Ocak)

TÜMLEÇLER. Yer Zaman Durum Neden Verildiği ortaokulun yanında önce yalnız götürmek için

Ilgaz (14 Şubat 2010) Yazı ve fotoğraflar: Hüseyin Sarı (huseyinsari.net.tr)

Müşteri: Üç gece için rezervasyon yaptırmak istiyorum. Tek kişilik bir oda.

Çocuklar için Kutsal Kitap sunar. Cennet, Tanrı nın Harika Evi

KOKULU, KIRIK BİR GERÇEĞİN KIYISINDA. ölüler genelde alışık değiliz korkulmamaya, unutulmamaya... (Özgün s.67)

'Yaşam, seçimler üzerine kurulu'

Yaz l Bas n n Gelece i

UFACIK TEFECİK KURBAĞACIK

SAGALASSOS TA BİR GÜN

TÜRKÇE. NOT: soruları yukarıdaki metne göre cevaplayınız. cümlesinin sonuna hangi noktalama işareti konmalıdır?


FORUM EGE GÜNEŞİ ANAOKULU 4 YAŞ GÖKKUŞAĞI SINIFI AYLIK EĞİTİM VE BRANŞ DERSLERİ PROGRAMI. Tekerlemeler: Kartal ve tırtıl tekerlemelerini öğreniyorum.

EĞİTİM TATİLİ TANIŞMA. Eğitim yolculuğu. Haus Kreisau. v a r d ı ğ ı m ğ z d a h e r k e s

RÖNESANS DÖNEMİ BAHÇE

Transkript:

JOHANN WOLFGANG VON GOETHE İtalya Seyahati Arkadya da Bile Varım! Italienische Reise Auch ich in Arkadien! ÇEVİREN Gürsel Aytaç THOMAS P. SAINE İN ÖNSÖZÜ VE ROBERTO M. DAINOTTO NUN SONSÖZÜYLE

Johann Wolfgang von Goethe 28 Ağustos 1749 da avukat Johann Caspar Goethe ile varlıklı ve tanınmış bir aileden gelen Catharina Elizabeth Textor un ilk çocuğu olarak Frankfurt am Main da doğdu. Dört kardeşinden sadece kendisinden birkaç yaş küçük olan Cornelia hayatta kalacaktı. Babasından ve özel öğretmeninden aldığı eğitimle Goethe Fransızca, İngilizce, İtalyanca, Latince, Yunanca gibi yabancı dillerin yanı sıra bilim, din, edebiyat, resim, çello ve piyano, binicilik, eskrim ve dans da öğrendi. 1765 te babasının isteği üzerine Leipzig de hukuk okumaya başladı. Ancak hukuk derslerine devam etmek yerine şiirle ilgilendi ve bu alanda dersler aldı. 1768 yılı Haziran ayında ağır şekilde hastalanınca Leipzig den ayrılmak zorunda kaldı. Uzun nekahet döneminde, daha sonra Faust ta da başvuracağı mistik konularla ilgilenmeye başladı ve ilk tiyatro eseri olan Die Mitschuldigen (Suç Ortakları) komedisini yazdı. 1870 te sağlığına kavuşunca hukuk eğitimine geri döndü ve yüksek takdir derecesiyle doktora unvanını aldı. Bu dönemde Urfaust adını verdiği ve daha sonra Faust adını alacak eserine başladı. Yirmi iki yaşında Frankfurt a geri döndü ve burada kendi yazıhanesini açarak dört yıl boyunca avukatlık yaptı, bir yandan da Ortaçağ sanatının etkisini taşıyan Götz von Berlichingen adlı oyunu yazdı ve bu oyun Sturm und Drang (Fırtına ve Coşku) döneminin temelini oluşturan eserlerden oldu. Arkadaşının nişanlısı Charlotte Buff a duyduğu aşkın ve yaşadıklarının etkisiyle Genç Werther in Acıları adlı romanını yazdı ve bu kitap sayesinde bir anda şöhrete kavuştu. 1775 te politika ile ilgilenmeye başladı ve Weimar Dükü nün özel danışmanlığı, ardından bayındırlık ve maliye bakanlığı gibi görevlerde bulundu. Bu dönemde Iphigenie Tauris te trajedisinin ilk düzyazı özeti ile birlikte Egmont ve Tasso oyunlarını yazdı. 1786-1788 yılları arasında yaptığı İtalya gezisini yeniden doğuş olarak niteleyen Goethe, dönüşünde sanat anlayışında klasisizme geçti ve bu geçiş Alman edebiyatında da klasisizme geçiş olarak kabul edildi. 1789 da daha sonra evleneceği Christiane Vulpius ile tanıştı, aynı yıl oğlu Karl August dünyaya geldi. 1791 de Jena Üniversitesi nde ve Weimar Saray Tiyatrosu nda görev aldı ve Friedrich Schiller ile tanıştı. İkili birlikte antik döneme yönelerek Weimar Klasik dönem edebiyatını geliştirdiler. Wilhelm Meister in Çıraklık Yılları ve Unterhaltung deutscher Ausgewanderten (Alman Göçmenlerin Sohbetleri), Schiller in eleştirileri ile şekil almıştır. Goethe, Fransız Devrimi nin etkisiyle Der Groß-Cophta (Büyük Cophta), Der Bürgergeneral i (Yurttaş General) yazdı. Son romanı Gönül Yakınlıkları nı 1807 de tamamladı ve 1809 yılında otobiyografisi Yaşamımdan Şiir ve Hakikat i yazmaya başladı. Bu yıllarda Yakın Doğu ile ilgilenmeye başladı, Arapça ve Farsça öğrendi ve Kuran-ı Kerim i hatmetti. En önemli eserlerinden Faust un ilk bölümünü 1808 de, ikinci bölümünü 1832 de ölümünden kısa bir süre önce bitirebildi. 22 Mart 1832 de kalp krizi sonucu hayatını kaybetti. Geride renk teorisi, yer bilimi, madencilik, botanik ve osteoloji konularında kitaplar bıraktı. Cenazesi Frankfurt ta Friedrich Schiller in yanına defnedildi.

İÇİNDEKİLER ROMANA DAİR GÖRSELLER...7 KRONOLOJİ... 13 ÖNSÖZ İTALYA SEYAHATİ / THOMAS S. PAINE... 25 İtalya Seyahati Karlsbad dan Brenner e... 35 Brenner den Verona ya Kadar... 49 Venedik e Kadar Verona... 65 Venedik... 87 Ferrara dan Roma ya...121 Roma...145 Napoli...197

Sicilya...241 Napoli...329 SONSÖZ GOETHE NİN BAVULU / ROBERTO M. DAINOTTO...355

İtalya Seyahati nin el yazmasından bir sayfa (1787). Johann Wolfgang von Goethe nin İtalya seyahatinde yaptığı çizim: Roma daki Kapitol (1787).

Johann Wolfgang von Goethe nin İtalya seyahatinde yaptığı çizimler: Roma daki Borghese ve Medici Villaları (1787).

Karlsbad dan Brenner e 3 Eylül 1786. Erkenden, saat üçte Karlsbad dan gizlice kaçtım, çünkü aksi halde beni bırakmazlardı. Doğum günüm 28 Ağustos u çok nazik biçimde kutlamak isteyen insanların beni burada tutmaya bu nedenle hakkı vardı; yoksa burada daha fazla durulmazdı. Tek başıma, yanıma yalnız bir palto, bavul ve porsuk derisi bir sırt çantası alarak, kendimi bir posta arabasına atıp saat yedi buçukta güzel, sessiz, sisli bir sabah vakti Zwota ya ulaştım. Yukarıdaki bulutlar ince uzun ve pamuksu, aşağıdakiler yoğundu. Bu bana iyi bir işaret gibi geldi. Ümidim, böyle berbat bir yazdan sonra iyi bir sonbaharın tadını çıkarmaktı. Saat on ikide, sıcak güneşli bir havada Eger deydim ve şimdi aklıma geldi ki bu yerin yüksekliği, benim atalarımın şehriyle aynıdır. Bir kez daha güneşli bir havada ellinci enlemde öğlen yemeğine oturacağımı düşünerek sevindim. Bavyera da insanın karşısına hemen Waldassen Manastırı çıkıyor bir zamanlar başka insanlardan daha kurnaz olan din adamlarının muazzam gayrımenkulleri. Bu, çukurda demeyelim ama bir düzlükte, etrafı sevimli yumuşak tepelerle çevrili güzel bir çayırlıkta bulunuyor. Bu manastırın memleketin dört

bir yanında da mülkleri var. Zemin, ayrıştırılmış arduaz. Bu tür dağlık arazide bulunan ve dağılmadığı gibi ayrışmayan kuvars, bölgeyi yumuşak ve oldukça verimli kılıyor. Bölge, Tirschenreuth a kadar yükselmeye devam ediyor. Sular insanın karşısına, Eger e ve Elbe ye doğru akıyor. Tirschenreuth dan itibaren artık güneye iniliyor ve sular Tuna ya akıyor. En küçük akıntıyı inceledim mi nereye doğru aktığını, hangi nehir bölgesine ait olduğunu çabucak anlıyorum. İnsan o zaman, tamamını göremediği bölgelerde bile dağlarla vadiler arasındaki ilişkiyi düşünerek buluyor. Düşünülen yerden önce o kadar mükemmel bir granit kumlu yol başlıyor ki, daha mükemmeli düşünülemez. Çünkü ayrışmış granit, çakıl ve balçıktan oluştuğu için aynı zamanda sağlam bir zeminle yolu dümdüz yapacak güzel bir bağlayıcı madde ortaya çıkıyor. İçinden geçtiği bölge bir o kadar kötü görünüyor: Aynı şekilde granit kumu, düz, yosunlu ve o güzel yol bir o kadar daha arzu edilir. Bugün aynı zamanda bölge de yokuş aşağı olduğundan ve Bohemya dönemeçlerine doğru tamamen değiştiğinden, inanılmaz bir hızla uzaklaşılıyor. Yanımdaki broşürde çeşitli istasyonların adları var. Yeter. Ertesi sabah on civarı Regensburg daydım, yani otuz bir saatte yarım mil yol almıştım. Gün ağarmaya başladığında Schwanendorf ile Regenstauf arasında bulunuyordum ve tarlaların iyileştiğini fark ediyordum. Artık dağların çözülmesi yoktu; tersine, kabartılmış, karıştırılmış topraktı. Üzerine düşen yağmur, en eski zamanlarda Tuna dan gelgitlerle bütün vadileri etkilemiş. Bunlar şu anda sularını o tarafa döküyorlar ve böylece de üzerinde tarımın dayandığı bu doğal polder ortaya çıkıyor. Bu bilgi, yakındaki bütün büyücek ve küçücek nehirler için geçerlidir ve gözlemleyici bu ipucuyla ekime elverişli her zemini çabucak teşhis edebilir. Regensburg un konumu gayet güzel. Bu bölgenin bir şehri cazibesine alması gerekirdi; din adamları da iyi düşünmüşler. Şehrin çevresindeki bütün tarlalar onların; şehirde ise kilisenin karşısında kilise, vakfın karşısında vakıf var. Tuna bana eski Main i hatırlatıyor. Frankfurt da nehir ve köprünün daha çok itibarı vardır; burada ise karşıdaki şehir bunu sırayla usu- 36

lünce kullanıyor. Ben hemen öğrencilerin yıllık temsillerinin verildiği Cizvit toplantısına katıldım. Burada operanın sonunu ve trajedinin başını seyrettim. Öğrenciler, yetişmekte olan bir meraklı topluluğundan daha kötü oynamadılar ve kostümleri güzel, hatta muhteşemdi. Bu resmî sunum da beni Cizvitlerin akıllılıklarına yeniden inandırdı. Herhangi bir şekilde etki edebilecek hiçbir şeyi göz ardı etmiyorlar ve bunu aşkla ve dikkatle kullanmayı biliyorlardı. Buradaki akıllılık, genel olarak anlaşıldığı anlamda değil, meseleden zevk alma, hayatın içinden fışkıran bir zevk ve keyif paylaşımı. Bu büyük din adamları topluluğu, aralarında nasıl orgculara, ahşap oymacılara ve varak ustalarına sahipse, aynı şekilde şüphesiz tiyatroyu bilgi ve merakla benimseyen ve uygun ihtişamla kendi kiliselerini ödüllendirenleri de var ve bu ileri görüşlü adamlar doğru dürüst bir tiyatroyla dünyevi duyusallığa hâkim oluyorlar. Bugün kırk dokuzuncu enlemde yazıyorum. İyi gibi görünüyor. Sabah serindi ve burada da nemden ve yazın soğuğundan şikâyet ediyorlar; ama hoş, ılıman bir güne dönüştü. Büyük bir nehrin getirdiği o mülayim hava çok özel bir şey. Meyve öyle değil. İyi armutlar yedim, ama üzümü ve inciri özlüyorum. Cizvitlerin davranışlarına ve kimliklerine tutuldu gözlemlerim. Kiliselerin, kulelerin, binaların bütün insanlarda içten saygı uyandıran bir büyüklüğü ve bütünlüğü var. Süsleme olarak altın, gümüş, metal, perdahlanmış taşlar öylesine ihtişam ve zenginlikle işlenmiş ki, her sınıftan yoksulların ister istemez gözleri kamaşıyor. Orada burada insanların çoğunu barıştıracak ve cezbedecek zevksiz şeyler de yok değil. Bu, genel olarak Katolik ayinlerinin dış özelliğidir; ama hiçbir yerde Cizvitlerde olduğu gibi böylesine akıl, beceri ve tutarlılıkla yürütüldüğünü görmedim. Burada her şey birbiriyle tutarlı; öyle ki öbür mezheplerin din adamları gibi eski köhneleşmiş ibadeti sürdürmüyorlar, tersine zamanın ruhuna uygun süs ve ihtişamla onu yeniden destekliyorlar. Görünüşüyle ölüye benzeyen, ama aslında daha eski, en eski, hatta porfi tarzı sayılması gereken tuhaf bir taştan eserler çı- 37

karılıyor. Bu, kuvarsla iyice karışık, deliklidir ve içinde sağlam jasperden büyük lekeler bulunuyor ki, bunlar da yine küçük, yuvarlak Brekzi tarzı lekeler taşıyor. Bir parçası iyice fazla yapıcı ve hoş, ama taşın kendisi fazla sabit ve ben, bu seyahatte taşları yanımda sürüklememeye yemin ettim. 38 Münih, 6 Eylül. Beş Eylül öğlen saat yarımda Regensburg dan ayrıldım. Abach da Tuna nın kalker kayalarda parçalandığı Saal a kadar güzel bir bölge var. Harz daki Osteroda yakınlarındaki gibi bir kalker bu; yoğun, ama bütünüyle delikli. Akşam saat altıda Münih teydim ve on iki saat gezindikten sonra yalnızca pek az şey not etmek istiyorum. Resim galerisinde kendimi iyi hissetmedim; gözlerimi her şeyden önce tablolara yeniden alıştırmam gerekiyor. Rubens in Luxemburg galerisindeki eskizlerinden çok zevk aldım. Burada değerli bir oyuncak, Traya sütununun bir modeli duruyor. Zemin lacivert taşı, figürler altın kaplama. Ne de olsa epey bir emek. Seyretmesi de hoş. Antik eserler salonunda gözlerimin bu nesnelere alışık olmadığını açıkça fark ettim, bu yüzden oyalanmak ve zaman geçirmek istemedim. Nedendir bilmem ama birçoğu bana hiç hitap etmedi. Bir Drusus, dikkatimi çekti, iki Antonin hoşuma gitti ve birkaçı daha. Eserler genel olarak iyi yerleştirilmemiş, acaba hemen düzenlemek isteseler ve salon ya da daha ziyade kubbe, eğer biraz daha temiz tutulup daha iyi korunsa, iyi görünmez mi? Taş koleksiyonunda Tirol ün güzel şeylerini buldum; bunların küçük örneklerini biliyorum, hatta bende var. Turfanda oldukları için zamanından önce lezzetlenmiş incirler taşıyan bir kadın çıktı karşıma. Ama genel olarak meyve kırk sekizinci enlemde pek iyi değildir. Burada soğuktan ve nemden çok şikâyet ediyorlar. Yağmur sayılabilecek bir sis beni Münih önlerinde yakaladı. Gün boyu rüzgâr Tirol dağlarından çok soğuk esti. Kuleden aşağıya baktığımda o taraf kapa-

lıydı ve bulutlar bütün gökyüzünü kaplamıştı. Şimdi güneş batarken henüz benim penceremin önündeki eski kulenin yanında parıldıyor. Kusura bakmayın, rüzgâr ve havaya çok dikkat ederim: Gemici gibi karada seyahat eden kimse de bu iki şeye tâbidir ve eğer yaban ellerdeki sonbaharım bizdeki yaz gibi kötü olacak olursa yazıktır. Şimdi doğruca Innsbruck a. Ruhumda neredeyse fazla eskiyen o tek düşünceyi uygulamak için sağımda solumda neleri feda etmiyorum ki! Mittenwald, 7 Eylül, akşam. Sanırım koruyucu meleğim inancıma amin dedi, ben de ona beni böyle güzel bir günde buraya getirdiği için şükrediyorum. Arabacı neşeli bir haykırışla bunun bütün yazın ilk güzel günü olduğunu söyledi. Böyle devam edeceğine ilişkin sessiz batıl inancımı koruyorum. Ama yine havadan ve bulutlardan söz etmemi dostlarım bağışlasın. Saat beşte Münih ten yola çıktığımda gökyüzü aydınlanmıştı. Tirol Dağları nda bulutlar kocaman yığınlar halinde kıpırdamadan duruyordu. Aşağı bölgelerde de hareket etmiyorlardı. Yol, aşağıda İsar Nehri nin göründüğü tepelerde kıyıya toplanmış çakıl kümeleri üstünden ilerliyordu. Bazı granit artıkları arasında Knebel e borçlu olduğum kıymetli parçaların kardeşlerini ve akrabalarını buldum. Nehrin ve çayırların sisi bir süre dayandı, sonunda bunlar da yok oldu. Saatler boyu göz alabildiğine hayal edilebilecek çakıl tepeler arasında yağmur deresinin yatağındaki gibi en güzel, en verimli toprak! Şimdi tekrar İsar kıyısına gitmek gerek. Orada çakıl tepelerinin bir kesiti ve yamacı görünür, herhalde yüz elli ayak yüksekliğinde. Wolfrathshausen a vardım ve kırk sekizinci enleme ulaştım. Güneş fena halde yakıyordu ve güzel havaya hiç kimsenin güveni yoktu, geçmekte olan yılın kötülüğüne söyleniyorlar, yüce Tanrı nın yardıma hiç niyeti olmayışına dövünüyorlardı. 39

Benim içinse yeni bir dünyanın kapıları açılıyordu. Gittikçe gelişen dağlara yaklaşıyordum. Benediktbeuern şahane bir yerde ve insanı ilk bakışta şaşırtıyor. Verimli tarlalarda enine boyuna beyaz bir bina ve arkada geniş yüksek bir kaya sırtı. Şimdi yol yukarı Kochelsee ye doğru gidiyor; daha yukarı dağlara, Walchensee ye. Burada ilk karlı zirvelere selam verdim ve karlı dağlara bu kadar yaklaşmış olmanın hayretiyle anladım ki, bu bölgelerde dün gök gürlemiş, şimşekler çakmış ve dağlara kar yağmış. Bu hava belirtilerinden daha iyi havalar konusunda ümitli olmak ve bu ilk karla atmosferin değişeceğini beklemek istiyor insan. Çevremdeki kayaların hepsi, henüz taşlaşmamış, en eskisinden kalker. Bu kalker dağlar, dev gibi ve sürekli sıralar halinde Dalmaçya dan Sankt Gotthard a ve daha da uzaklara devam ediyor. Hacquet bu sıra dağların büyük bir kısmında dolaşmıştır. Bunlar kuvarslı ve bol killi en eski dağlara yaslanıyor. Walchensee ye saat dört buçukta vardım. Buradan yarım saat kadar önce hoş bir macera yaşadım: On bir yaşında kızıyla beraber, bir arp çalgıcısı önüme çıktı ve çocuğu arabama almamı rica etti. Adam çalgısını taşımaya devam etti, kız ise büyük, yeni bir kutuyu ayaklarımın dibine özenle yerleştirdi. Uslu, mektep görmüş bir mahluk, dünyada epey dolaşmış. Maria-Einsiedel e annesiyle yayan ziyarete gitmiş, babasıyla ikisi, anne ölüp de yeminini yerine getirmeyince şimdi St. Jago de Compostela ya uzun bir seyahate başlamak istiyorlarmış. Kız diyordu ki, Tanrı nın annesine ne kadar ibadet edilse azdı. Büyük bir yangından sonra bir evin bütünüyle yanıp kül olduğunu ve kapının üzerinde bir camın altındaki Hz. Meryem resminin camla birlikte zarar görmeden durduğunu bizzat görmüş, ki bu düpedüz mucizeymiş. Bütün seyahatlerini yayan yaparmış, en son Münih te Kurfürst ün önünde çalmış ve tam yirmi bir saraylıya dinletmiş. Beni gayet iyi oyaladı. Zarif iri gözler, bazen biraz yukarı doğru kırışan inatçı bir alın. Konuşurken hoş ve doğaldı, özellikle de çocuk gibi yüksek sesle gülerken; buna karşılık sustuğunda sanki bir şeyi anlamlandırmak istiyordu ve üst dudağıyla yüzüne mahcup bir hava veriyordu. Onunla çok şey 40

konuştum, her yeri biliyordu ve her şeye dikkat etmişti. Mesela bir keresinde bana bu ne ağacı diye sordu. Bütün seyahatim boyunca ilk defa karşılaştığım güzel, büyük bir akça ağaçtı bu. Kız onu hemen fark etmişti ve artık bu ağacı da sık sık karşısına çıktığı için ayırt edebileceğine seviniyordu. Bozen a fuara gidiyormuş, belki ben de oraya gidermişim. Benimle orada karşılaşırsa ona bir şey almalıymışım, ben de söz verdim. Orada yeni başlığını da giymek istiyordu, Münih te kendi kazancıyla yaptırdığı başlığı. Bunu bana önceden gösterecekti. Derken o kutuyu açtı, ben de bu zengin işlemeli, güzel bağcıklı başlığa onunla birlikte sevinmeliydim. Başka hoş bir haber karşısında da aynı şekilde birlikte sevindik. Bana havanın iyi olacağına dair teminat verdi. Onlar barometrelerini yanlarında taşırlarmış ve barometreleri arpleriymiş. Arpin üst perde telleri tizse, hava iyi olacak demekmiş. Bugün de böyleymiş. Bu hayır alametini benimsedim ve keyfimiz yerinde, yakında görüşmek umuduyla ayrıldık. Brenner Geçidinde, 8 Eylül, akşam. Buraya gelince tam istediğim gibi sessiz ve sakin bir dinlenme yerine varmış oldum. Bu, insanın yıllarca hatırlamaktan zevk alabileceği bir gündü. Saat altıda Mittenwald dan ayrıldım; şiddetli bir rüzgâr berrak gökyüzünü tamamen temizliyordu. Benzerine ancak şubatta rastlanabilen bir soğuk vardı. Ne var ki yükselen güneşin parlaklığında bu karanlık, çamlarla örtülü ön planlar, gri kalker kayalar, aralarında ve arkalarında koyu bir gök mavisi üzerinde karlı zirveler! Bunlar şahane, hep değişen tablolardı. Scharnitz yakınından Tirol e varılıyor. Sınır, vadiyi sınırlayan ve dağlara bağlanan bir setle kapatılmış. İyi görünüyor: Bir yandan kaya sabitlenmiş, öte yandan dikey olarak yukarı yükseliyor. Seefeld den başlayarak yol gittikçe ilginçleşiyor ve şimdiye kadar Benediktbeuern den beri bir tepeden ötekine yokuş yukarı çıkılırken ve bütün sular İsar bölgesine bakarken, şim- 41

di bir yamaçtan Inn Vadisi ne bakılıyor ve Inzingen önümüzde uzanıyor. Güneş yukarıda ve sıcak, kıyafetimi hafifletmem gerekiyor; günün değişken hava şartlarında bunu sık sık yapıyorum. Zirl den Inn Vadisi ne iniliyor. Görünüm, tasvir edilemeyecek kadar güzel ve buram buram güneş rayihası manzarayı muhteşem yapıyordu. Arabacı benim istediğimden daha hızlıydı: Şimdiye kadar hiç ayin dinlememiş, Innsbruck ta dinlemek istiyordu. Meryem Günü olduğundan, ayin daha da huşu dolu olacaktı. Şimdi de Inn den aşağı doğru, Martinswand ın dik inen dev bir kalker duvarın önünden tıkırtıyla ilerliyordu. Kayser Maximilien in tırmandığı söylenen yere ben yardımsız çıkmaya herhalde cesaret ederdim, her ne kadar bu, gözü kara bir teşebbüs olsa da. Innsbruck, geniş ve zengin bir vadide, yüksek kayalar ve dağların arasında muhteşem bir şekilde uzanıyor. Önce orada kalmak istedim, ama rahat edemedim. Otelcinin oğlu, sevimli sırıkla kısa bir süre eğlendim. İşte benim tiplerim böyle zaman zaman karşıma çıkıyor. Meryem in doğumunu kutlamak için her şey temizlenmiş. Sağlıklı ve varlıklı halk, kümeler halinde Wille e gidiyordu. Burası şehirden dağlık bölgeye on beş dakikalık uzaklıkta bir kutsal ibadet yeri. Saat ikide, benim tekerlekli arabam bu canlı, renkli kalabalığı yardığında her şey şen ve yolundaydı. Innsbruck tan bu tarafa yol güzelleştikçe güzelleşiyordu. En iyi yollarda, suyu Inn e gönderen ve sayısız değişik manzara sunan bir dağ geçidinden yukarı çıkılıyor. Yol en sarp kayanın yanından ilerlerken, hatta kayanın içine oyulmuşken karşı tarafın hafif meyilli olduğu fark ediliyordu, öyle ki orada harika tarım yapılabilirdi. Hepsi beyaz badanalı köyler, evler, kulübeler, tarlalarla çalıların arasında! Az sonra tümü değişiyor; kullanılabilir toprak, çayır oluyor ve sonra da dik bir yamaçta kayboluyor. Dünyanın yaratılışı teorim için bazı keşiflerim oldu, ama bunlar çok yeni ve beklenmedik değillerdi. Aynı zamanda çok hayal kurdum, uzun zamandır sözünü ettiğim, kendi içimde dolaşan ve tabiattaki herkese anlatamadığım modelin hayali. 42

Şimdi hava karardıkça kararıyor, şeyler tek tek seçilmiyor, kitleler gittikçe büyüyor, muazzamlaşıyordu; sonunda her şey önümde derin gizli bir tablo gibi hareket edince, birdenbire yine yüksek karlı zirvelerin ay ışığıyla parladığını gördüm ve sabahın, içinde benim güneyle kuzeyin sınırında sıkışıp kaldığım bu kaya yarığını aydınlatmasını bekledim. Buraya hava hakkında birkaç not ekleyeceğim; hava, belki pek çok gözlemimi ona borçlu olduğum için bana iyi geldi. Düzlükte insan havanın iyi ya da kötü olacağını önceden fark etmiyor ama dağda hava iyileşirken ya da kötüleşirken bunu birebir yaşıyor. Seyahatte, avda, gezide, günlerce gecelerce dağ ormanlarında, kayalar arasında bulunduğum zamanlar çok yaşadım; o anda içimde bir kuruntu belirdi, bunu bir şey sandığımdan değil, ama kafamdan atamıyorum, nasıl ki insan kuruntulardan kurtulamazsa öyle. Sanki gerçekmiş gibi onu her yerde görüyor onu anlatmak istiyorum, dostlarımın hoşgörüsünü defalarca sınadım zira. Dağları yakından ya da uzaktan seyrettiğimizde, zirvelerini kâh güneş ışığında parlarken kâh sislerle çevrilmiş gördüğümüzde, fırtınalı bulutlarla sarılmış, yağmurla kırbaçlanmış, karla kaplanmış olduklarında, bunu havaya bağlarız, çünkü onun hareketlerini ve değişimlerini gayet iyi görür ve algılarız. Buna karşılık dağlar, eski halleriyle bizim dış duyumuzun önünde hareket etmeden öylece durur. Donup kalmış oldukları için onları cansız sayarız. Ama ben, havada kendini gösteren değişiklikleri büyük ölçüde onların sessiz, gizli bir iç etkisine bağlamaktan uzun zamandır kendimi alamıyorum. Çünkü inanıyorum ki yeryüzü kütlesinin tümü, dolayısıyla kendini gösteren asıl kütleler de sürekli, hep aynı çekim gücünü göstermiyor, bu çekim gücü kendini belli bir hareketlilikle gösteriyor, öyle ki gerekli, tesadüfi iç nedenlerle belki de tesadüfi dış sebeplerle azalıp çoğalıyor. İsterse başka bütün deneyler, bu salınımı ortaya koymakta fazla sınırlı ve gelişmemiş olsun, hava bizi o sessiz etkilerden haberdar edecek kadar hassas ve sonsuzdur. O çekim gücü azıcık azaldı mı havanın bu azalan yoğunluğu, bu azalan esnekliği bize bu etkiyi hissettirir. Atmosfer, için- 43

deki kimyasal ve mekanik olarak dağılmış olan nemi artık kaldıramaz, bulutlar aşağı iner, yağmurlar yağar ve yağmur selleri karaya doğru çekilir. Ama dağlar yoğunluğunu artırdı mı, o zaman havanın esnekliği yerine gelir ve iki önemli fenomen oluşur. Bir kere, dağlar muazzam bulut kitlesini kendi çevrelerine toplar, onu üzerlerinde ikinci bir zirve gibi sabit ve yoğun tutar, ta ki elektrik güçlerinin iç mücadelesiyle gök gürültüsü, sis ve yağmur olarak aşağıya inene kadar, o zaman geri kalan şeye şimdi yine daha çok su tutan çözülme ve işleme gücüne ulaşan esnek hava etki eder. Ben böyle bir bulutun yok oluşunu çok net gördüm: En dik zirvenin çevresinde asılı duruyordu, akşam kızıllığıyla aydınlanıyordu. Uçları yavaş yavaş çözüldü, birkaç küme sürüklendi ve yukarıya kaldırıldı; bunlar gözden kayboldu ve böylece bütün kütle zamanla yok oldu ve gözlerimin önünde, bir öreke gibi görünmez bir el tarafından tamamen kendiliğinden eğirildi. Dostlar bu gezgin hava gözlemcisine ve onun bu tuhaf teorilerine gülümsediklerinde onlara birkaç başka gözlemle daha gülme fırsatı veriyorum, çünkü itiraf etmeliyim ki elli birinci enlemde katlandığım seyahatim aslında bütün o saçmalıklardan bir kaçış olduğu için, umudum kırk sekizinci enlemde tam bir ferahlamaydı. Ne var ki önceden bilmem gerektiği gibi, hayal kırıklığına uğradım. Çünkü yalnızca kutup yüksekliği değildi iklimi ve havayı yapan, tersine sıra dağlardı, özellikle de sabahtan akşama kadar ülkeleri bölenler. Bunlarda her zaman büyük değişimler oluyor ve bundan en çok çeken kuzeydeki ülkeler oluyor. Bunları yazmakta büyük Alp sıradağlarında bu hava, bütün kuzey için yaz boyu geçerli olmuş olmalı. Burada son aylar hep yağmur yağdı ve güneybatı ve güneydoğu, yağmuru tamamen kuzeye gönderdi. İtalya dakilerin güzel, hatta fazla kurak bir havası olmalı. Şimdi de iklim, yükseklik, nem gibi çeşitli şeylere bağımlı bitki dünyası üzerine birkaç söz! Burada da özel değişiklikler bulmadım, ama kazançlı çıktım. Elmalar ve armutlar Innsbuck önlerinde artık sıkça vadide dallarda asılı, buna karşılık şeftali ve üzümü Akdeniz ülkelerinden ya da daha ziyade Tirol den 44

getirtiyorlar. Innsbruck civarında, harman adını verdikleri mısırı çok ekiyorlar. Brenner den yukarı, ilk karaçamları gördüm; Schönberg de ilk fıstık çamlarını. Arpçı kız bunu da sorar mıydı acaba? Bitkiler konusunda henüz öğrenci olduğumu hissediyorum. Münih e gelinceye kadar gerçekten yalnızca bildiğimiz şeyleri gördüğümü sanıyordum. Şüphesiz o acele gündüz ve gece yolculuğum böylesi ince gözlemlere müsait değildi. Gerçi şimdi yanımda botanikçi Linné m var ve terminolojisini de belledim, ama analiz edecek zaman ve zemin nerede? Zaten bunlar, kendimi tanıdığım kadarıyla asla benim güçlü yanım olmayacak. Bu nedenle gözümü genel manzaraya dikiyorum ve Walchensee de ilk zambağı gördüğümde fark ettim ki, şimdiye kadar ilk olarak su kıyısında yeni bitkileri buldum. Dikkatimi daha da çok çeken, dağ yüksekliğinin bitkiler üzerindeki muhtemel etkisiydi. Orada yalnız yeni bitkiler bulmadım, eskilerinin büyümesinin farklılığı da vardı; aşağı bölgelerde dallar ve saplar daha güçlü ve daha kalın, gözler birbirine daha yakın, yapraklar daha genişken, yukarı çıktıkça dağlarda dallar ve saplar narinleşiyor, tohumlar birbirinden uzaklaşıyordu ve böylece daha büyük bir mesafe oluşuyor, yapraklar incelip kılıç biçimi alıyordu. Bunu bir söğüt ağacında ve bir centiana da fark ettim ve bunların farklı türler olmadığına kanaat getirdim. Walchensee de de aşağılardakinden daha uzun ve daha ince kamışlar gördüm. Şimdiye kadar katettiğim Kalker Alpleri nin gri bir rengi ve güzel, tuhaf, düzensiz biçimleri var, kaya sanki hemen ufalanacakmış gibi. Ama kabarmış yataklarda ortaya çıktığı için ve kaya bütünüyle farklı ufalandığı için yamaçlar ve zirve tuhaf görünüyor. Bu dağ türü Brenner Geçidi nin yukarılarına kadar çıkıyor. Yukarıdaki göl bölgesinde onun bir değişiğini buldum. Koyu yeşil ve koyu gri mika taşına, kuvarsla koyu çizgili, beyaz, yoğun bir kalker taşı yaslanmıştı ve çözülme sırasında son derece parçalanmış olsa da parlak ve büyük kütleler halindeydi. Bunun üzerinde yine, bana ilkinden daha zarifmiş gibi gelen mika taşı buldum. Daha da yukarıda bir çeşit gnays ya da da- 45

ha ziyade gnaysa dönüşmüş bir granit çeşidi ortaya çıkıyor; tıpkı Elbogen bölgesindeki gibi. Burada yukarıda, evin karşısındaki kaya mika taşı. Dağdan inen sular yalnızca bu taşı ve gri kalkerleri taşıyor. Her şeyin yaslandığı granit damarları uzak olmamalı. Haritaya göre suların çepeçevre aktığı asıl büyük Brenner Geçidi nin yanındayız. İnsan türünün dış görünüşü hakkında yalnız şunları biliyorum: Halk cesur ve dosdoğru. Tipler hemen hemen aynı; kadınlarda iri kahve gözler, siyah kaşlar; buna karşılık erkeklerde sarışın ve kalın kaşlar. Bunlara gri kayalar arasında yeşil şapkalar neşeli bir hava veriyor. Bunları süs kurdelelerle süslenmiş ya da iğnelerle püsküllü geniş tafta eşarplar iliştirilmiş olarak taşıyorlar. Bir de, herkesin şapkasında bir kuş tüyü ya da çiçek var. Buna karşılık kadınlar, beyaz, pamuklu, pütürlü, çok geniş, sanki erkeklerin gece takkesi gibi başlıklarla çirkinleşiyorlar. Bu onlara yabancı havası veriyor, zira yurtdışında da kadınlar başı iyice örten yeşil erkek şapkaları takıyorlar. Halkın tavus tüyüne, genel olarak her türlü renkli tüylere nasıl kıymet verdiğini görme fırsatım oldu. Bu dağlık bölgeye seyahat etmek isteyenler yanında böyle şeyler götürmeli. Gerektiğinde birine böyle bir tüy vermek, en makbul bahşiş yerine geçebilir. Bu sayfaları ayırırken, toplarken ve dostlarıma şimdiye kadarki yaşantılarımdan şöyle bir genel izlenim verecek şekilde ve aynı zamanda kendime de şimdiye kadar yaşadıklarımın ve düşündüklerimin dökümünü yapacak şekilde düzenlerken, bazı kâğıt tomarlarına belli bir ürpermeyle baktım ve bunlar hakkında az ve öz bir itirafta bulunmam gerek: Bunlar benim yol arkadaşlarımsa da önümüzdeki günlere çok etkileri olmayacaktır! Karlsbad a gelirken, Göschen in yayımlayacaklarını nihayet düzenlemek için bütün yazdıklarımı yanıma almıştım. Henüz basılmamış olanlar, çoktan beri becerikli sekreter Vogel tarafından güzelce temize çekilmiş halde duruyordu. Bu zeki adam becerikliliğiyle yardım etmek için bu kez de bana eşlik etti. Bu 46

sayede ilk dört cildi Herder in o çok sadık yardımıyla yayıncıya gönderecek hale getirdim ve son dört cilt için de aynı şeyi yapmak niyetindeyim. Bunlar kısmen, yalnızca planlanmış çalışmalardan, hatta fragmanlardan oluşuyordu; benim o çok şeye başlayıp hevesim azalınca bırakmak gibi bir kötü alışkanlığım yüzünden yıllar, uğraşlar ve dağınıklıklarla artmıştı. Şimdi bu şeylerin tümünü yanıma aldığım için, Karlsbadlı entelektüellerin isteklerine memnuniyetle uydum ve şimdiye kadar yabancı kaldıkları her şeyi onlara okudum. Çünkü insan, üzerinde keşke daha çok dursaydım dediği o tamamlanmamış şeylere her seferinde acıyor. Yaş günü kutlamam başlıca şundan oluşuyordu: Bana başlayıp da ihmal edilmiş çalışmalar adına yazdıkları pek çok şiir armağan edildi; bu şiirlerin hepsinde kendine göre benim çalışma tarzımdan şikâyet ediliyordu. Bunlar arasında, Kuşlar adında bir şiir öne çıkıyordu ki, burada bu heyecanlı yaratıkların Treufreund a gönderilmiş bir elçi heyeti, kendilerine söz verilen devleti artık kurması ve düzenlemesini ısrarla rica ediyordu. Diğer eserlerim hakkındaki yorumlar da hiç daha az zengin ve daha az zarif değildi; öyle ki birden gözümde canlandılar ve ben de dostlarıma ilk niyetlerimi ve tamamlanmış planlarımı zevkle anlattım. Bu, ısrarlı teşviklere ve isteklere yol açtı. Herder in ise, bu kâğıtları bir kez daha yanıma almam, her şeyden önce de Iphigenie ye hak ettiği özeni göstermem konusunda beni ikna çabalarını haklı çıkardı. Şimdiki haliyle o oyun, tamamlanmıştan ziyade bir tasarıdır ve bazen Jambus veznine kayan, bazen de hece veznine benzeyen şiirsel nazımla yazılmıştır. Eğer çok iyi okunup bazı sanatsal taktiklerle eksikleri saklanabilirse, şüphesiz etkisine büyük katkı yapılır. Herder bunu bana öylesine ısrarla benimsetti ve o seyahat planımı herkesten olduğu gibi ondan da gizlediğim için sandı ki, yalnızca bir dağ gezintisi yapacağım ve minerolojiye ve jeolojiye karşı hep alaylı ifadeler kullanarak sağır taşları döveceğime, becerimi bu işte kullanmamı söyledi. Ben bu iyi niyetli ısrarlara uyuyordum, ama dikkatimi o tarafa çevirmek şimdiye kadar mümkün olmadı. Şimdi Iphigenie mi paketten çıka- 47

rıyorum ve o güzel, sıcak ülkeye giderken, yol arkadaşım olarak yanıma alıyorum. Gün çok uzun, düşünceye dalmak çok serbest ve çevrenin muazzam manzaraları şiir duyusunu asla sıkıştırmıyor, o duyuyu hareket ve açık hava eşliğinde sadece daha da güçlü ortaya çıkarıyor. 48

Brenner den Verona ya Kadar Trento, 11 Eylül, sabah. Tam elli saat hayatın içinde ve sürekli uğraştıktan sonra dün akşam saat sekizde buraya vardım; hemen istirahata çekildim ve şimdi, anlatmaya devam edebilecek durumdayım. Akşamın dokuzunda, güncemin ilk bölümünü bitirdiğimde, bir de Brenner deki misafirhaneyi, postaneyi oldukları gibi çizmek istemiştim, ama beceremedim; ruhumu ortaya çıkaramadım ve yarı üzgün geri döndüm. Otelci otelden ayrılıp ayrılmayacağımı sordu; ay ışığı varmış ve yol çok iyiymiş, herhalde bilirmişim ki yarın sabah erkenden yıllık samanın ikinci bölümünü getirmek için atlara ihtiyacı olurmuş ve o zamana kadar dönmüş olmak istermiş, yani tavsiyesi kendi yararınaydı, ama ben bunu yine de iyi tarafından aldım, çünkü içimdeki sese uyuyordu. Güneş yine yüzünü gösterdi, hava fena değildi ve ben saat yedide yola çıktım. Atmosfer bulutlara hâkim, akşam da güzeldi. Arabacı uykuya daldı ve atlar yokuş aşağı hızla, hep o malum yola koşuyorlardı; bir düzlüğe gelince de bir o kadar yavaş ilerleniyordu. Arabacı uyandı ve yine hız verdi ve yüksek kayalar arasından o harika Adige Nehri kıyısından çok çabuk aşağıya indim. Ay doğdu ve muazzam şeyleri aydınlattı. Çok yaş- 49

lı çamların arasında köpüren nehrin üst tarafında birkaç değirmen, tam ressam Everdingen tablosuydu. Saat dokuzda Sterzing e vardığımda, bana hemen buradan ayrılmak isteyeceğimi ima ettiler. Mittenwald da tam saat on ikide, arabacıdan başka herkesi derin uykuda buldum ve böylece Brixen e doğru yola devam ettim; oradan da beni aynı şekilde kaçırdılar ve gün ağardığında Kollmann a vardım. Arabacılar öyle sürüyorlardı ki insanın gözü görmez, kulağı işitmez oluyordu ve ben bu şahane bölgeleri geceleyin korkunç bir hızla uçar gibi geçtiğime üzülüyordum, ama arkamda hayırlı bir rüzgârın beni arzularıma ittiğine içten içe seviniyordum. Şafak vakti ilk asma tepelerini gördüm. Armut ve şeftali satan bir kadına rastladım ve saat yedide ulaşıp hemen yola devam edeceğim Teutschen a doğru devam ettim. Bir süre daha kuzey yönünde ilerledikten sonra, nihayet öğlene doğru Bozen ın bulunduğu vadiyi gördüm: Oldukça yükseklere kadar ekili dağlarla çevrilmiş, öğlene doğru açık, kuzeye doğru Tirol Dağları yla örülmüş. Ilık, hafif bir hava sarıyordu bölgeyi. Burada Adige Nehri öğlene doğru tekrar güneye dönüyordu. Dağların eteklerindeki tepeler üzüm bağlarıyla örtülü. Uzun ve alçak çardakların üzerine direkler konmuş, mor üzümler yakın zeminin sıcaklığıyla olgunlaşacak şekilde tavandan zarifçe aşağıya sarkıyor. Vadinin genellikle yalnızca çayırların olduğu tabanında da üzümler yan yana duran böyle çardak sıralara yapılmış, aralarına da sapı gittikçe yükselen mısır ekilmiş. Ben on ayak büyüyenleri çok gördüm. Püsküllü erkek çiçekler henüz kesilmemiş, bunu tozlaşma dönemi bir süre geçtiğinde yaparlar. Parlak güneş altında Bozen a geldim. Satıcıların neşeli yüzleri beni de sevindirdi. İyi niyetli rahat bir hayat çok canlı geliyor. Meydanda meyve satan kadınlar oturuyor, çapı dört ayaktan fazla yuvarlak düz selelerde şeftaliler birbirlerini ezmesinler diye yan yana dizilmiş. Armutlar da öyle. Burada, Regensburg meyhanesinin penceresinde yazılı olan şey aklıma geldi: 50

Comme les péches et le mélons Sont pour la bouche d un baron, Ainsi les verges et les bâtons Sont pour les fous, dit Salomon. 1 Bunları Kuzeyli bir baronun yazdığı besbelli, ama bu bölgelerde olunca kavramlarını değiştirmesi de doğal. Bozen fuarında güçlü bir ipek ticareti var gibi; kumaş da getiriliyor ve dağlık bölgelerde yapılan bütün deri işleri de öyle. Doğal olarak birçok tüccar da genellikle paraları toplamak, siparişleri alıp yeni kredi açmak için buraya geliyor. Aslında burada hep birden bulunabilen bütün ürünleri gözden geçirmek istedim, ama peşimi bırakmayan telaş, huzursuzluk ara verdirmiyor ve derhal yola devam ediyorum. Bu arada tesellim, bu istatistikler zamanında bütün bunların basılmış olması ve gerektiğinde kitaplardan bilgi alınabilmesi. Benim için şimdi önemli olan, yalnızca hiçbir kitabın, hiçbir resmin vermediği o duyusal izlenimler. Mesele şu: Artık dünyaya yeniden ilgi duyuyorum, gözlemci ruhumun bilimlerim ve bilgilerimle ne kadar ilerlediğini deniyor ve gözümün saf ve berrak olup olmadığını ne hızla kavrayabildiğimi ve ruhumda belirip beni ele geçiren kuruntuların yeniden susturulup susturulamayacağını sınıyorum. Daha şimdiden kendi işimi kendim görüyor, hep dikkatli, hep uyanık olmaya çaba harcıyorum ve bu bana birkaç gündür çok farklı bir zihin esnekliği verdi; eskiden yalnızca düşünüyor, istiyor, emir veriyor, yazdırıyorken şimdi kuru parayla ilgilenmem, para bozdurmam, ödemem, not etmem, yazmam gerekiyor. Bozen dan Trento ya, giderek verimlileşen bir vadide yol dokuz mil. Daha yüksek dağlık bölgede yaşamaya çalışan bitkilerin hepsi burada daha çok güçlü ve canlı, güneş ısıtıyor ve parlak, insan bir kez daha bir Tanrı ya inanıyor. Yoksul bir kadın, çocuğunun ayakları yandığı için onu ara- 1 (Fr.) Süleyman ın dediği gibi Şeftali ve kavun nasıl baronlar içinse Değnek ve sopa da Deliler içindir. 51

bama almamı rica etti. Bu hayrı muazzam güneşin şerefine yaptım. Çocuk ilginç şekilde süslenmiş ve şımartılmıştı. Hangi dille konuşursam konuşayım ağzından laf alamadım. Adige Nehri şimdi daha yavaş akıyor, birçok yerde geniş çakıl yığınları yapıyor. Karada, nehrin kıyısında, yokuş yukarı her şey öylesine dip dibe, iç içe ekilmiş ki, insan, biri öbürünü boğacak sanıyor. Üzüm bağları, mısır, dut ağaçları, elmalar, ayvalar ve cevizler! Yabani mürverler duvarların üzerinden taşıyor. Sağlam kökleriyle sarmaşık, kayalardan tırmanıp onların çok üzerinde yayılıyor; kertenkele aralardan sıyrılıyor, oraya buraya gidip gelen her şey de insana en sevilen tabloları hatırlatıyor. Kadınların başlarına doladıkları saç örgüleri, erkeklerin açık bağırları ve ince ceketleri, pazar yerinden eve sürdükleri besili öküzler, yüklenmiş eşekler, her şey canlı ve hareketli bir Heinrich Roos tablosu. Ve şimdi, akşam olurken, ılık havada birkaç bulut dağların yamaçlarında dinlenirken, gökyüzünde hareket etmekten ziyade öylece dururken ve günbatımından hemen sonra çekirgelerin cızırtısı yükselmeye başlayınca, işte o zaman insan kendini gizlenmiş ya da sürgünde değil, dünyada evinde hissediyor. Sanki bir Grönland seyahatinden, bir balina avından dönüyormuşum gibi bunun tadını çıkarıyorum. Uzun zamandır haber almadığım, bazen arabanın etrafında esen o memleket tozuna selam olsun! Çan sesleri ve çekirgelerin cızırtısı hepsinden hoş, insanın içine işliyor ve rahatsız etmiyor. Yaramaz çocuklar böylesi bir şarkıcı sürüsüyle yarışırcasına ıslık çaldıklarında neşe saçıyorlar; insana sanki bunlar birbirlerini azdırıyorlar gibi geliyor. Burada akşam da gündüz gibi çok ılık. Güney de oturmuş, Güney den gelen birisi benim bu şeylere nasıl bayıldığımı duysa, beni çok çocukça bulur. Ah, burada dile getirdiğim şeyi çoktan beri, çatık kaşlı bir gökyüzüne katlandığımdan beri biliyorum ve şimdi, bizim ebedi bir doğa gerekliliği gibi her zaman tadına varmamız gereken bu sevinci bir istisna olarak hissediyorum. 52

Trento, 10 Eylül, akşam. Şehirde dolaşıp durdum. Burası, yalnızca birkaç caddesinde yeni evler bulunan çok eski bir şehir. Kilisede asılı bir resimde, Cizvit generalinin vaazını dinleyen cemaat görünüyor. Onlara neler uydurduğunu bilmek isterdim. Bu babaların kilisesi, ön cephesindeki kırmızı mermerlerle dışarıdan hemen belli oluyor; kalın bir perde, tozu tutması için kapıyı örtüyor. Perdeyi kaldırdım ve küçük bir avluya girdim. Kilisenin kendisi demir parmaklıklarla kapanmış, ama içerisi görünüyor. Her şey sessiz ve cansız, çünkü artık burada ayin yapılmıyor. Yalnız ön kapı açıktı, çünkü akşam duası için bütün kiliselerin açık olması gerekiyor. İşte öylece durmuş, bu babaların öbür kiliselerine benzer bulduğum yapı stilini düşünürken, yaşlı bir adam içeri girdi ve siyah takkesini hemen çıkardı. Eski, siyah, rengi solmuş elbisesi, düşkünleşmiş bir rahip olduğunu gösteriyordu. Parmaklıkların önünde diz çöktü ve kısa bir duadan sonra tekrar doğruldu. Bu yana döndüğünde kendi kendine mırıldandı: Şimdi Cizvitleri kovdular; ama kilisenin maliyetini onlara ödemeleri gerekirdi. Onun ve bu seminerin diğer binlercesi gibi kaça mal olduğunu ben biliyorum. Bu arada dışarı çıkmıştı, ardından da havalandırdığım ve beni saklayan perde inmişti. Adam yukarıdaki basamakta durdu ve şöyle dedi: Bunu imparator yapmadı, papa yaptı. Yüzü caddeyedönük, benim orada olduğumu tahmin etmeden devam etti: Önce İspanyollar, sonra biz, sonra da Fransızlar. Habil in kanı, kardeşi Kabil in üzerinden bağırıyor! Böylece kendi kendine konuşarak, cadde boyunca merdivenden aşağı indi. Herhalde bu, Cizvitlerin tuttuğu ve bu müthiş darbe üzerine aklını kaybetmiş biriydi. Şimdi ise her gün gelip bu boş binanın eski sakinlerini ziyaret ediyor ve kısa bir duanın ardından onların düşmanlarını lanetliyordu. Şehrin ilginç yerlerini sorduğum genç bir adam, bana şeytanın evi dedikleri bir evi gösterdi; hep kırıp dökmeye alışık olan yıkıcı, burayı bir gecede çabucak getirilmiş taşlarla inşa etmiş. 53

Ama bunun asıl ilginçliğini söylememişti bu saf adam, yani bunun benim Trento da gördüğüm ve eski bir dönemde şüphesiz iyi bir İtalyan tarafından yapılmış zevkli tek ev olduğunu. Akşam saat beşte yola çıktım; yine güneş battıktan hemen sonra ötmeye başlayan çekirgelerin akşam konseri duyuluyordu. Bir mil kadar duvarlar arasında gidiliyor. Bunların üzerinde üzüm dalları görünüyor; yeterince yüksek olmayan öbür duvarları taşlar, dikenli teller vs. ile yükseltmeye çalışmışlar ki, gelen geçenler üzümleri kopartamasın. Birçok bağcı en öndeki sıraları, üzümleri yenilmez hale getiren ama şarap yapılırken dışarı atıldığı için zarar vermeyen kireç püskürtüyorlar. 11 Eylül, akşam. Şimdi, dilin değiştiği yer olan Roveredo dayım. İçerilerde dil, henüz Almancayla İtalyanca arasında gidip geliyor. Şimdi ilk defa tam Güneyli arabacım oldu. Otelci Almanca bilmiyor, ben de zorunlu olarak dil becerilerimi denemek zorundayım. Artık o sevgili dilin canlı, konuşulan dil oluşuna nasıl da seviniyorum! 54 Torbole, 12 Eylül, yemekten sonra. Önümdeki manzaranın tadına varmaları için dostlarımın yanımda olmasını ne kadar çok isterdim! Bu akşam Verona da olabilirdim, ama yanımda harika bir doğa duygusu, doyumsuz bir göz ziyafeti sunan Garda Gölü vardı ve ben yolumu uzatmanın mükâfatını görmüş oldum. Beşten sonra Roveredo dan uzaklaştım, sularını henüz Adige ye döken bir yan vadiden yukarıya doğru gittim. Yukarıdan göle inmek için aşılması gereken muazzam bir kaya duvarı var. Burada resim çalışmaları için en güzel kalker kayalar boy gösterdi. Aşağılara inince gölün kuzey tarafının sonunda küçük bir yer ve kü-

çük bir liman ya da daha ziyade bir iskele var, buranın adı Torbole! İncir ağaçları yokuş yukarı giderken de bana sık sık eşlik etmişlerdi ve kaya amfi-tiyatroya inerken, üzerleri zeytin dolu ilk zeytin ağaçlarıyla karşılaştım. Burada aynı zamanda, Prenses Lenthieri nin bana adi meyveler olarak bahsettiği o küçük beyaz incirleri de buldum. Kaldığım odadan aşağı avluya açılan bir kapı var; ben masamı onun önüne çektim ve manzarayı birkaç çizgiyle resmettim. Göl yukarıdan neredeyse boylu boyunca görünüyor. Yalnızca sol tarafın sonunda gözden kayboluyor. Her iki taraftan tepeler ve dağlarla çevrelenmiş sahilde, sayısız küçük kasaba parlıyor. Gece yarısından sonra rüzgâr kuzeyden güneye esiyor, yani aşağıya bakıp gölü görmek isteyen kimsenin bu vakit gitmesi gerekiyor, çünkü seherden birkaç saat önce hava akımı kuzeye doğru yön değiştiriyor. Şimdi öğleden sonra bana karşı kuvvetli esiyor ve o sıcak güneşi çok hoş serinletiyor. Volkmann bana bu gölün adının vaktiyle Benacus olduğunu söylüyor ve Vergilius un bunu hatırlatan bir dizesini okuyor: Fluctibus et fremitu resonans Benace marino. 2 Bu, içeriği canlı olarak karşımda duran ilk Latince şiir; şu anda rüzgâr gittikçe hızlanıp göl karşımızda büyük dalgalar savururken yüzyıllar öncesinde olduğu gibi bugün de gerçek! Bazı şeyler değişmiş, ama rüzgâr hâlâ Vergilius un bir satırını hâlâ asilleştiren bu gölde esiyor. Bu satırlar kırk beşinci enlemde elli dakikada yazılmıştır. Akşam serinliğinde gezintiye çıktım ve şimdi gerçekten yeni bir ülkede, çok yabancı bir çevrede bulunuyorum. İnsanlar adamsendeci bir masal ülkesi Schlaraffenland da yaşar gibiler: Evvela, evlerin kapıları açık; ama otelci yanımdaki her şey pırlanta bile olsa dert etmememi kesinlikle söyledi. İkincisi, pencereler cam yerine yağlı kâğıtla kaplı; üçüncüsü, burada en gerekli şey yok, öyle ki insan burada doğal haline oldukça yaklaşıyor. Hizmetçiye malum bir yeri sorduğumda aşağıyı, avlu- 2 (Lat.) Dalgaların kükremesi Benace de yankılanıyordu. 55

yu işaret ederek Qui abasso pus servirsi! 3 dedi. Dove? 4 diye sorunca da Daper tutto, dove vuole! 5 dedi dostça. O büyük tatsızlık iyice ortada, ama hayat ve işler de devam ediyor. Komşu kadınlar bütün günü gevezelikle, bağırış çağırışla geçiriyorlar ve hepsinin de yanı sıra yapacakları, uğraşacakları bir şeyleri var. Henüz boş duran bir kadına rastlamadım. Otelci İtalyan coşkusu içinde, bana leziz alabalık ikram edebileceği için kendini mutlu hissettiğini haber verdi. Bunlar, derenin dağdan aşağıya indiği, balığın da yukarı çıkmaya çalıştığı Torbole yakınında yakalanır. İmparator bu avlamadan on bin gulden alırmış. Bunlar büyük, bazen 25 kilo ağırlığında, baştan aşağı bütün gövdesi benekli olan asıl alabalık değil. Lezzetli alabalıkla som balığı arasında, hafif ve zarif. Benim asıl hazzım ise meyveler; incir ve armutlar, yani limonun yetiştiği yerde leziz olanlar. 56 13 Eylül, akşam. Bu sabah saat üçte erkenden iki kayıkçıyla birlikte Torbole den yola çıktım. Başlangıçta rüzgâr uygundu da yelkenleri kullanabildiler. Sabah muhteşemdi, her ne kadar bulutlu ise de, günbatımında sessizdi. Limone un önünden geçtik; yamaçları liman ağaçlarıyla dolu teraslı bahçelerinin zengin ve temiz bir görünümü vardı. Bütün bahçe, birbirinden eşit uzaklıkta duran ve basamaklar halinde tepeye doğru çıkan beyaz dört köşe dayanaklardan oluşuyor. Bunların üzerine, aralarına dikilmiş ağaçları kışın örtmek için sağlam sırıklar konmuş. Bu hoş şeylere bakmak ve incelemek, yavaş ilerleyen bir yolculukla mümkün hale geliyor. Rüzgâr tamamen yön değiştirip normal günlük yönünde kuzeye döndüğünde, biz de Malcesine önlerinden geçiyorduk. Kürek çekmek bu üstün güç karşısında pek işe yaramıyordu ve biz Malcesine limanına sığınmak zorunda kal- 3 (İt.) Şurayı, aşağı kısmı kullanabilirsiniz. 4 (İt.) Nerede? 5 (İt.) Nereyi istersen orayı seç!

dık. Burası, gölün doğu tarafındaki ilk Venedik bölgesi. İnsanın işi suyla ilgili ise, bugün burada ya da orada olacağım diyemez. Buradaki kalış süremden de elden geldiğince yararlanmak istiyorum, özellikle de su kıyısında güzel bir görüntü sunan sarayı çizmek istiyorum. Bugün önünden geçerken bir krokisini çıkardım. 14 Eylül. Dün Malcesine limanına zorlayan ters yöndeki rüzgâr, beni tehlikeli bir maceraya sürükledi; ama bunu tam bir keyifle atlattım ve hatırladıkça gülünç buluyorum. Programladığım gibi sabah uygun zamanda, kapısız, bekçisiz, herkese açık olan o eski şatoya gittim. Şato avlusunda kısmen kayaların arasında yapılmış eski kulenin karşısına oturdum. Burası resim yapmak için çok rahat bir yer: Üç dört basamak yükseltilmiş kilitli bir kapının yanında, kapı duvarında, bizde de eski binalarda hâlâ rastlandığı gibi süslemeli, taştan bir oturma yeri. Çok oturmadım, avluya çeşitli insanlar geldi, beni seyredip sonra oraya buraya gidip geldiler. Kalabalık gitgide arttı, sonunda durdu ve en sonunda etrafımı kuşattı. Resmimin ilgi çektiğini fark ediyordum, ama bundan etkilenmedim, rahatça çizmeye devam ettim. En sonunda gösterişsiz adamın biri kalabalığı yararak yanıma geldi, ne yaptığımı sordu. Malcesine den bir hatıra olması için eski kulenin resmini yaptığımı söyledim. Ardından bunun yasak olduğunu ve vazgeçmem gerektiğini söyledi. Bunu benim tam olarak anlamadığım kaba Venedik ağzıyla söylediği için ne dediğini anlamadığımı söyledim. Bunun üzerine tam bir İtalyan rahatlığıyla kâğıdımı aldı, yırttı, ama resim defterimin üzerine bıraktı. Çevremdekilerin memnuniyetsizliğini fark ettim; özellikle orta yaşlı bir kadın, bunun doğru olmadığını, bu gibi şeylerde ne yapılacağını bilen yetkili memurun (podesta) çağrılması gerektiğini söyledi. Oturduğum basamakta ayağa kalktım, sırtımı duvara yasladığımda gittikçe kalabalıklaşan halkı gördüm. O meraklı ve sa- 57

bit bakışlar, çoğu çehrelerdeki o iyi niyetli ifade ve yabancı bir halk topluluğunu karakterize eden ne varsa, her şey bende en hoş izlenimi yaratıyordu. Sanki önümde kuşlar korusunu, Ettersburg tiyatrosunda çoğu zaman Treufreund u oynarken etrafımı saran o koroyu görüyordum. Bu, beni öyle neşelendirdi ki podesta, Aktuarius u ile yanıma geldiğinde onu samimiyetle selamladım ve kalelerinin resmini niçin çizdiğimi sorduğunda masumane bir tavırla bu duvarların bir kale olduğunu kabul etmediğimi söyledim. Onun ve halkın bu kulelerin ve bu duvarların yıkılışına, büyük kapıların eksikliğine, kısacası bütün durumun savunmasızlığına dikkatini çekerek burada bir harabeden başka bir şey görmediğimi, yalnızca bunu çizme niyetinde olduğumu söyledim. Bana verdikleri karşılık: Eğer harabe ise, ilginçliği neydi? Vakit ve hoşgörü kazanmak zorunda olduğum için cevabım çok ayrıntılı oldu: Sebep şuydu: Bildikleri gibi birçok seyyah sırf harabelerin hatırına İtalya ya geliyordu; Roma, dünyanın başkentiydi, barbarlarca talan edilmiş harabelerle doluydu, bu harabelerin ise yüzlerce kez resmi yapılmıştı, antik dünyadan kalan yalnızca Verona daki amfitiyatro idi, ki bunu da yakında göreceğimi umuyordum. Karşımda, ama daha aşağıda duran podesta, ince uzun olmasa da uzun boylu, otuz yaşlarında bir adamdı. Ruhsuz çehresindeki o kaba hatlar, sorularını açıkladığı bu yavaş ve yavan tarza çok uygundu. Ufak tefek ve becerikli kâtip ise, bu yeni ve nadir rastlanan duruma çabuk uyum sağlamış gibi görünmüyordu. Benzer birkaç şey daha söyledim. Beni dinlemekten hoşlanıyorlar gibiydi ve iyi niyetli kadın çehrelerine başımı çevirdiğimde desteklendiğimi, kabul edildiğimi fark eder gibi oldum. Ama burada Arena dedikleri Verona daki amfitiyatroyu andığımdan bu yana düşünmüş olan kâtip, sözlerimin doğru olabileceğini söyledi; çünkü bu, dünyaca ünlü bir Roma binasıydı, ama bu kulelerin tek ilginç yanı, Venedik le Avusturya İmparatorluğu arasındaki bölgenin sınırı olmasıydı ve bu nedenle burada casusluk etmek yasak olmalıydı. Bense buna karşılık ayrıntılı olarak, yalnızca antik Yunan ve Roma değil, Ortaçağ 58

eserlerinin de ilgiyi hak ettiğini anlattım. Ama küçük yaştan beri bildikleri bu binada benim gibi güzel resimler keşfedememiş olmalarını ayıplamamak gerekirdi. Şans eseri sabah güneşi kuleyi, kayaları ve duvarları fevkalade aydınlattı ve ben onlara bu tabloyu coşkuyla anlatmaya koyuldum. Ama seyircilerim o övülen nesnelere arkası dönük durduklarından ve benden tamamıyla kopmak istemediklerinden, birden başlarını boyunkıran kuşu denen kuşlar gibi o tarafa çevirdiler, benim kulaklarına hitaben övdüğüm şeyleri gözleriyle görmek için. Hatta podesta bile biraz daha mesafeli de olsa o tasvir edilmiş manzaraya doğru döndü. Bu sahne bana öyle gülünç geldi ki keyfim arttı ve onlara hiçbir şey veremedim, en azından kaya ve duvarları bol bol süslemek için yüzyıllarca beklemiş olan sarmaşığı hediye ettim. Kâtip bunun üzerine, bütün bunlara kulak kabartılabilir dedi, ama Kayser Joseph şüphesiz Venedik Cumhuriyeti ne karşı da başka kötü niyetleri olan huzursuz bir kralmış ve beni tebaası ve vekili olarak sınırları yoklamak üzere göndermiş olabilirmiş. Hiç de değil, diye haykırdım Kayser e ait değilim, övünebilirim, gerçi kudret ve büyüklük bakımından yüce Venedik devletiyle karşılaştırılamazsa da kendi kendini yöneten, zenginlik ve bilgelik yönünden Almanya daki hiçbir şehrin aşağısında kalmayan bir cumhuriyetin vatandaşı olmakla övünebilirim. Yani Frankfurt am Main doğumluyum. Bu şehrin adı ve ünü herhalde sizlere kadar ulaşmıştır. Frankfurt am Main lı! diye haykırdı genç zarif bir hanım, bence iyi biri olan bu adamın kim olduğunu hemen anlayacaksınız podesta bey! Frankfurt ta uzun zaman bulunmuş olan Gregorio yu çağırın, meseleyi en iyi o karara bağlayacaktır. Şimdi çevremdeki dost yüzlü çehreler artmış, o ilk karşı çıkan tavır ortadan kaybolmuştu. Gregorio da gelince, mesele tamamen benim lehime döndü. Bu, elli yaşlarında biriydi, yüzü bildiğimiz esmer İtalyan yüzü. Konuşurken, yabancı olan hiçbir şey kendisine yabancı gelmeyen biri gibi davranıyordu. Bana hemen Bolongaro nun yanında çalıştığını ve hatırlamaktan 59