12 GÖRÜŞ ANKARA ANLAŞMASI NIN 50 NCİ YILINDA TÜRKİYE-AB İLİŞKİLERİ Türkiye ile AB arasındaki ilişkiler, 1963 yılında imzalanan, 33 maddelik Ankara Anlaşması nın 50 nci yılında, inişli çıkışlı bir seyirde devam ediyor. Türkiye için AB üyeliği, stratejik önemini korumaya devam ediyor. AB ise Türkiye den sonra üyelik görüşmelerine başlayan 22 ülkenin de katılımıyla, 50 yılda altı üyeden 28 üyeye ulaşan bir başarı projesi olarak karşımıza çıkıyor. Ancak ne Türkiye AB den, ne de AB Türkiye den vazgeçmiyor. Ankara Anlaşması nın 50 nci yılına özel olarak hazırladığımız bu bölümde, Türkiye nin AB ile müzakere sürecindeki önemli üç ismin, Avrupa Birliği Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği Yönetim Kurulu Başkanı M. Rifat Hisarcıklıoğlu ve Türkiye nin AB Daimi Temsilcisi Büyükelçi Selim Yenel in 50 yıllık geçmişe dair görüşleri ve Türkiye-AB ilişkilerinin geleceğine dair öngörülerine ve değerlendirmelerine yer veriyoruz.
14 GÖRÜŞ 15 AB BAKANI VE BAŞMÜZAKERECİ EGEMEN BAĞIŞ: TÜRKİYE-AB İLİŞKİSİNDE GÜVEN EROZYONU VAR Ankara Anlaşması nın imzalanmasından bu yana geçen 50 yıl, Türkiye-AB ilişkileri açısından kaybedilmiş ve hayata geçirilememiş birçok fırsatı içinde barındırmaktadır. AB ile ilişkilerimizin hukuki temelini oluşturan Ankara Anlaşması nın imzalandığı 12 Eylül 1963, çoğu zaman 12 Eylül darbesinin gölgesi altında kalmıştır. Ancak 12 Eylül 2010 tarihinde Anayasa değişikliği için yapılan referandumla Hükümetimiz, artık Türkiye nin yeni 12 Eylüllere, yeni darbelere kapılarını tamamen kapattığı bir sürece girdiğini ve bu demokratikleşme yolculuğundan da asla geri döndürülemeyeceğini tarihe geçirmiştir. Kuşkusuz Türkiye nin bu ileri demokrasi yolculuğunun en önemli itici gücü, Avrupa Birliği sürecidir. Hükümetimizin son 11 yılda gerçekleştirdiği kararlı reformlar, Türkiye yi AB standartlarına her geçen gün daha da yakınlaştırmıştır. Ancak ne yazık ki bu adımların AB nezdinde hak ettiği karşılığı bulamadığı da aşikârdır. AB nin, bazı üyelerin gündelik siyasi hesaplarına hapsolmuşçasına, Türkiye ye uyguladığı çifte standartlar ve önümüze çıkardığı siyasi engellemeler, maalesef katılım müzakerelerinin de doğru bir mecrada ilerlemesini önlemektedir. Şurası artık çok açıktır: Türkiye ile AB ilişkileri artık oyalama taktikleriyle, gündelik siyasi hesaplarla, türlü bahanelerle daha fazla sürdürülemez. AB nin Türkiye konusundaki tezlerini, ön yargılarını, ülkemize bakışını gözden geçirmesinin vakti gelmiştir. Bugün ne Türkiye 1963 ün Türkiyesi dir, ne de AB dönemin altı ülkeden oluşan yapılanmasıdır. Ankara Anlaşması nın imzalanmasından bu yana Türkiye her alanda ciddi bir dönüşümden geçmiş ve özellikle AB ye uyum sürecinin kazandırdığı ivme ile çok daha demokratik, çağdaş, istikrarlı ve güçlü bir ülke haline gelmiştir. 1963 te 14 olan üniversite sayımız, bugün 200 lere ulaşmıştır. 1963 yılında kişi başına düşen milli gelirimiz 400 dolar iken, bu rakam 2012 yılı itibarıyla birçok AB ülkesinden de yüksek bir orana, yaklaşık 11 bin dolara yükselmiştir. Bugün Türkiye, Avrupa nın altıncı, dünyanın ise 16 ncı en büyük ekonomisidir. Buna mukabil AB, derinleşmeyi ve genişlemeyi bir arada sürdürmüş ve bugün 28 üyesiyle ekonomik bütünleşmenin ötesinde, önemli bir siyasi Birlik haline gelmiştir. AB, mevcut durumda bir yandan ekonomik krizle boğuşurken, diğer yandan yükselen ırkçılık, İslamofobi ve yabancı düşmanlığıyla mücadele etmektedir. Ayrıca, dış politikada belirleyici bir aktör olmak bir yana, uluslararası platformdaki güvenilirliğini de zedeleyen bir görüntü sergilemektedir. Ne yazık ki, Türkiye-AB ilişkilerinde de aynı güven erozyonu söz konusudur. Türkiye ye müzakere sürecinde uygulanan çifte standartlar, vatandaşlarımızın AB nin güvenilirliğine olan inancını gölgelemektedir. Türkiye ye uygulanan ve yine 1980 darbesinin bir ürünü olan vize rejimi, halen Türkiye vatandaşlarının karşısındaki en büyük sorundur. Bunların da ötesinde, müzakere süreci adil bir zeminde ilerleyememektedir. Siyasi bahanelerle karşımıza çıkarılan yapay engellemeler, müzakere sürecinin önünü tıkamaktadır. Şaşırtıcıdır ki, AB, İlerleme Raporlarında Türkiye yi bir yandan ifade özgürlüğü ve temel haklar konularında acımasızca eleştirirken, diğer yandan 23 üncü ve 24 üncü fasıl gibi Türkiye nin demokratikleşmesinde büyük öneme sahip fasılların açılması konusunda oldukça isteksiz davranmaktadır. GKRY nin tek taraflı vetosu nedeniyle bu iki faslın açılamaması, AB nin bir çelişkisidir. Geriye baktığımızda görülen odur ki, Ankara Anlaşması nın imzalanmasından bu yana geçen 50 yıl, Türkiye-AB ilişkileri açısından kaybedilmiş ve hayata geçirilememiş birçok fırsatı içinde barındırmaktadır. Ancak, her zaman dile getirdiğimiz gibi, süreç sonuçtan çok daha önemlidir. AB sürecindeki en büyük motivasyonumuz, bu süreçten elde edeceğimiz kazanımlardır. AB süreci, Türkiye deki reformların çıpası olmuştur. Dünyanın en büyük başarı projesi olarak gördüğümüz Avrupa Birliği ne dâhil olma arzumuzun en önemli nedeni de halkımızın refah seviyesini en üst düzeye çıkarma niyetimizdir. Hükümetimizin göreve gelmesinden bu yana hayata geçirilen düzenlemeler ve reformlar sayesinde ülkemiz 21 inci yüzyılın en önemli aktörleri arasında şimdiden yerini almıştır. Her fırsatta ifade ettiğimiz gibi, AB üyelik sürecinin her iki taraf için de bir kazan-kazan ilişkisi olarak görülmesi gerekir. Bu ilişki çerçevesinde elde edilecek kazanımlar, bazı dar vizyonlu çevrelerin şahsi çıkarlarına alet edilemeyecek kadar değerli ve stratejiktir. Biz bu anlayışla AB yolculuğumuzu aynı inanç, aynı cesaret ve aynı özveriyle sürdürüyoruz. Durmak yok, reforma devam diyoruz. Fikirleri ve hayalleri mekânlara sıkıştıramazsınız. AB barış projesi de bir kıtaya sığacak, bir inanca bağlı kalacak, bir dili konuşacak kadar dar bir oluşum değildir, olamaz. Türkiyesiz bir AB fotoğrafı, eksik kalmaya mahkûmdur. Bugün AB nin kabuğunu kırması ve dünyaya açılması için Türkiye bir fırsattır. Türkiye için de Avrupa Birliği ileri demokrasi hedefleri açısından önemli bir rehberdir. Dolayısıyla, herkes için en iyi formül, kazan-kazan ilkesi çerçevesinde güçlerini birleştirmektir. AB siz bir Türkiye elbette yoluna devam edebilir. Türkiyesiz bir AB de ağır aksak da olsa yoluna devam edecektir. Ancak Türkiye ile AB nin birlikte yürüdüğü bir yol, çok daha aydınlık bir yoldur. Her şeyden önce dünya barışı adına bu ortak yürüyüş dünyaya umut verecek, heyecanını diriltecek bir yürüyüş olacaktır. Türkiye ile AB ilişkileri artık oyalama taktikleriyle, gündelik siyasi hesaplarla, türlü bahanelerle daha fazla sürdürülemez. AB nin Türkiye konusundaki tezlerini, ön yargılarını, ülkemize bakışını gözden geçirmesinin vakti gelmiştir.
16 GÖRÜŞ 17 TOBB BAŞKANI M. RİFAT HİSARCIKLIOĞLU: 2014 SONRASI İLİŞKİLER İÇİN YENİ BİR STRATEJİ GEREKİYOR Dünya değişti, AB değişti, Türkiye değişti ama Türkiye nin, AB sürecine ilişkin kararlılığı değişmedi. 12 Eylül 2013, Türkiye ile AB arasında tam üyelikle sonuçlanması öngörülen ortaklık ilişkisini başlatan Ankara Anlaşması nın imzalanmasının 50 nci yılı. İster kişisel, ister toplumsal açıdan bakalım, 50 yıl, başka bir deyişle yarım asır, çok ciddi bir zaman dilimi. Türk iş dünyası tüm bu süreç boyunca, Türkiye nin AB projesinin önde gelen destekçilerinden biri oldu. Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği de bu dönemin özellikle son on yılında, Türkiye-AB ilişkilerinin tam üyelik yolunda düzgün ilerlemesi için yoğun çaba ve mesai sarf etti. Bir yanda harcanan büyük çabalar ve aradan geçen onca yıl var: Bu süreçte ticaret, yatırımlar, sivil toplum ve iş dünyası ilişkileri gelişmesini sürdürüyor olsa da tam üyelik müzakereleri uzunca bir süredir durgunluk içinde. Bu genel çerçeve içinde ilişkilerin bugünkü durumunu siz nasıl değerlendiriyorsunuz? Öncelikle AB ile ilişkiler, Türkiye nin tarihi tercihidir. Türkler devamlı Batı ya doğru yönelmiştir. AB üyeliği de esasen Batılılaşma sürecinin bir parçasıdır. Tarihi bir tercihtir; doğru bir tercihtir. Bu tercih, önce Avrupa Ekonomik İşbirliği Örgütü, Avrupa Konseyi ve NATO gibi Batı dünyasının kurduğu yapılanmalarda açıkça ortaya konuldu. Avrupa daki ekonomik bütünleşme girişimlerinin uzağında kalmadık. 1959 yılında Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) ile Ortaklık ilişkisi için müracaat ettik. Türkiye, o zamanki adıyla EFTA ya müracaat etmedi, AET yi tercih etti. Bu, dikkat çekici ve ileriyi doğru okuyan bir tercihtir. Daha sonra, tüm güçlüklerine rağmen, 1987 yılında Avrupa Toplulukları na üyelik müracaatı, 1996 yılında Gümrük Birliği, 2001-2004 yıllarındaki siyasi reformlar, Türkiye ye AB ye tam üyelik için müzakere etme hakkını sağladı. Türkiye ve AB, 1997 tarihli Lüksemburg Zirvesi ndeki kriz yaratan karar hariç, bütünleşme yönündeki siyasi iradeyi defalarca ortaya koydu. Ancak 2004 yılından sonra, işimiz zorlaştı. Müzakere süreci açısından tamamen teknik olması gereken konular, siyasi niteliğe büründü: Türkiye nin müzakere süreci için engel olarak ortaya çıkmaya başladı. Şimdi artık siyasi söylemler, siyasi tercihler daha fazla öne çıkmaya başladı. Türkiye nin AB üyelik isteğinin Türkiye de de, Avrupa da da daha iyi anlatılması lazım. En küçük mevzuat düzenlemelerinde bile AB nin etki değerlendirme analizleri yaptığı bir ortamda, Türkiye nin üyeliğinin etkilerini henüz değerlendirmemiş olması ciddi bir eksikliktir. Aslında AB, son genişleme dalgalarını kendi kamuoyuna anlatamadı. Avrupa, ekonomisinin bu genişlemeden istifade ettiğini anlamadı. Bir iletişim eksikliği yaşanıyor. AB, Doğu Avrupa ve Balkanlardaki dönüştürme gücünün getirilerini anlatamadı. Türkiye nin AB ye muhtemel getirilerini de anlatamıyor. Ancak bu noktada bizim harekete geçmemiz lazım. Bizim, Türkiye nin AB üyeliğinin AB için anlamını anlatabilmemiz lazım. AB siyasilerinin vizyon eskiliğini bilerek, kendi dosyamıza, kendi projemize sahip çıkmamız gerekiyor. AB üyeliğimizin, Türkiye ve AB için neler getireceğini çok iyi anlatmalıyız. Karşılıklı menfaat olmadan süreç elbette ilerlemez. Empati yaparak dosyalarımızı hazırlamalıyız. Müzakerelerin başlaması için yapılan çalışmaları, özellikle o dönemlerde TOBB önderliğinde düzenlenen Türkiye Platformu ve Platformlarının heyecanını düşünerek, bugün ikili ilişkilerdeki mevcut durgunluk havasının dağılması ve sürece yeniden ivme kazandırılması için, her iki tarafta neler yapılması gerektiğini düşünüyorsunuz? Öncelikle Türkiye nin AB üyeliğinin Türkiye ye ve AB ye neler kazandıracağını çok net şekilde, her boyutuyla ve nesnel bir yaklaşımla ortaya koymamız gerekir. Bunu Türkiye tek başına yapamaz. Bunun, AB kurumlarıyla birlikte çalışarak yapılması gerekir. Sürecin diplomatik/bürokratik bir süreç olarak algılanması ve yürütülme tercihi, maalesef başarılı olmadı. Müzakereleri başlatma kararının alındığı tarihe kadarki yöntem daha katılımcı ve tüm aktörleri sürece dâhil eden bir yaklaşımdı. Tekrar bu yaklaşıma dönmek gerekir. Sadece diplomat ve bürokratlarımızla sürecin başarılı olmasını beklemeyelim. Onlara haksızlık etmiş oluruz. Biz, toplumun tüm kesimleri olarak sürecin içinde yer almalıyız. Kendi muhataplarımızla birlikte çalışmalıyız. AB üyesi ülkelerdeki seçimler, AB kurumlarındaki seçimler sonrası, yani 2014 sonrası ilişkiler için yeni bir strateji gerekiyor. Ekonomik kriz ve Türkiye ekonomisinin başarısı, önde gelen AB üyesi ülkelerde Türkiye hakkında olumlu kanaatin oluşmasına katkı sağlıyor. Bu bir ivmedir. Bu ivme, makro ve mikro ekonomik reformlarla, siyasi reformlarla desteklenmelidir. Türkiye-AB ilişkileri daha çok üyeliğin Türkiye ye katkıları üzerinden değerlendirilirdi. Son yıllarda bu da değişti; Türkiye nin katkılarından daha fazla söz edilir oldu. Türkiye-AB ilişkilerinin geleceğine baktığınızda, Türkiye nin üyeliğinin AB yi nasıl etkileyeceğini öngörüyorsunuz? Başından beri vurguluyorum; iktisadi entegrasyonun genişliği, iktisadi ilişkilerin derinliği, toplumun tüm kesimlerine hitap eder. Şayet Türkiye nin iktisadi başarısı AB ye fırsatlar getirecekse, AB deki kamuoyu algılaması da olumlu yönde değişecektir. Biz, Türkiye nin AB üyeliğinin Türkiye için de, AB için de kazanç getireceğine inanıyoruz. İş dünyası olarak da bu süreci destekliyoruz. Kurum ve kuralların olduğu bir piyasada iş yapmak istiyoruz. AB katılım süreci, bu açıdan ciddi bir reçetedir. Ama kamuoylarımızı doğru bilgilendirmeliyiz. Hem Türkiye hem de AB, kapsamlı ve nesnel bir değerlendirme yapmalı. AB de, ABD de Transatlantik Yatırım ve Ticaret Anlaşması için bir etki analizi yaptı. Neden? Çünkü bu konuyu ciddiye alıyorlar. Olması için irade gösteriyorlar. Türkiye-AB ilişkileri için de kapsamlı bir değerlendirmeye ihtiyaç var. Bunu maalesef AB de, Türkiye de yapmadı. Resmi ilişkiler durgunluk içinde ama iş dünyasının başını
18 GÖRÜŞ 19 1980 yılında geçici olarak konulan vize değişmedi, sürekli hale geldi. Ortaklık ilişkisinin bir parçası olarak geçici nitelikle kurulan Türkiye-AB ortaklık organları, artık sürekli yapılar haline gelmeye başladı. Türkiye ile AB arasında bir tür özel ilişki tesis edildi. Bu eğilim, Türkiye nin de, AB nin de menfaatlerine aykırıdır. çektiği fiili entegrasyon hız kesmiş değil, bu alana adım attığımızda siyasi alandan farklı bir manzara ile farklı dinamiklerle karşılaşıyoruz. Yaklaşık son beş yıldır AB nin en önemli gündem maddesini ekonomik kriz oluşturuyor. Krizin aşılması için yapılan reformlar neticesinde bugünün AB sinde ekonomi yönetiminin önemli ölçüde değiştiği, yeni yapı ve kurumların ortaya çıktığı görülüyor. Bunun yanında son Eurostat verileri, AB nin durgunluktan çıkmaya başladığını müjdeledi. Siz, AB ekonomisinin geleceğini ve bunun ülkemize yansımalarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Öncelikle bir hususun altını çizelim: Ekonomik kriz, AB için, Avro Bölgesi için saklanmış birçok sorunu ortaya çıkardı. Ancak sorunlarla birlikte, çözüm mekanizmaları da üretilmeye başlandı. AB düzeyinde, ekonominin yönetimine ilişkin yapısal düzenlemeler yapılıyor. Yani, geçmişte birçok krizde olduğu gibi, AB bu krizden de güçlenerek çıkacaktır. Dünya ekonomisi sıcak bir yazı geride bıraktı. ABD ve AB kaynaklı gelişmeler, ekonomilerimizi yine doğrudan etkiliyor. Krizin başından beri ilk kez farklı bir eğilim belirdi. Gelişmiş ülkelerin büyüme hızı, gelişmekte olan ülkelerin büyüme hızını aştı. Krizin başından beri Asya nın yeni gelişen ekonomileri, küresel büyümenin taşıyıcısıydı. Şimdi Amerika dan olumlu sinyaller gelmeye başladı. Yapısal sorunları çözülmemiş olmakla birlikte Avrupa dan da büyüme ile ilgili olumlu sinyaller gelmeye başladı. Amerikan büyümesinin aslında hepimizi olumlu bir biçimde etkilemesi gerekirdi. Ama parasal genişleme sürecinin sona ereceğine dair beklentiler, finans piyasalarında dalgalanmalara yol açtı. Avrupa ya baktığımızda, Avrupa ekonomilerinin yeniden toparlanmaya başladığı görülüyor. Sekiz çeyrektir devam eden küçülme, bu yılın ikinci çeyreğinde son buldu. Ancak iyileşme sinyalleri Üye Ülkeler arasında farklılık gösteriyor. Bazı Üye Ülkelerde krizden çıkış yönünde olumlu sinyaller varken, Üye Ülkelerin bir kısmı hala durgunluktan kurtulma mücadelesi veriyor. Birçok uluslararası yükümlülüğünüzün yanı sıra aynı zamanda Avrupa Odalar Birliği olarak adlandırabileceğimiz EUROCHAMBRES ın da Başkan Yardımcılığı gibi son derece önemli bir görevi yürütüyorsunuz. Dolayısıyla sadece Türk iş insanlarını değil, Avrupa iş dünyasını da yakından tanıyor ve izliyorsunuz. Önümüzdeki dönemde AB iş dünyasının en önemli gündem maddeleri neler olacak? Genişleme ve en önemlisi Türkiye nin bu gündemdeki yeri ne olacak? EUROCHAMBRES, Avrupa kıtasını temsil ediyor. Yani AB ve AB üyesi olmayan Avrupa kıtasının tamamını temsil ediyor. 43 ülke, iki bin yerel ticaret ve sanayi odası var. Ayrıca EUROCHAMBRES, özellikle AB kurumları nezdinde giderek önemi artan, son derece güçlü ve etkili bir lobi kuruluşudur. 20 milyon işletmeyi temsil eder. Üye ülkelere baktığımız zaman da, dünya ekonomisinin yaklaşık yüzde 37 sini oluşturduğunu görüyoruz. Türk iş dünyası olarak, iki dönem ve neredeyse mutabakatla EUROC- HAMBRES Başkan Yardımcılığı görevine seçilmek, büyük onur ve gurur vericidir. Ekim ayında ise İstanbul da EUROCHAMBRES Ekonomi Forumu na ev sahipliği yapacağız. Forum da, 2014 de yenilenecek AB kurumlarına yönelik iş dünyasının görüşlerini oluşturacağız. Aynı zamanda da EUROCHAMBRES i bundan sonraki dört yıl yönetecek Başkan ve Başkan Yardımcılarını seçeceğiz. Evet, biz bu Forum da ekonomide tekrar büyüme ivmesinin nasıl kazanılacağını konuşacağız. Avrupa iş dünyasının gündemi de büyüme ve istihdamdır. Bu ana başlıklar altında, şu konular gündemimizin ön sırasında yer alıyor: İş dünyasının ihtiyaç duyduğu beceriler, Avrupa işletmelerinin uluslararsılaşması, finansmana erişim, odalar için yeni eğilimler, yeni iş kuranlara destek, kadın girişimciliği, odaların değişen dünya şartlarında pozisyon belirlemesi, dijital hizmetler, yeşil ekonomi ve sürdürülebilir sanayi. AB ve ABD arasında Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı (TTIP) kapsamındaki görüşmelerin önümüzdeki yıl sona ermeden tamamlanmasının arzu edildiğini biliyoruz. Dünya ticaretinin en büyük iki aktörü arasında yapılacak bu anlaşma, ülkemizi de doğrudan etkileyecek. Bu çerçevede, Türkiye nin nasıl bir yol haritası izlemesi gerektiğini düşünüyorsunuz? AB ile ABD arasındaki Transatlantik Ticaret ve Yatı- rım Ortaklığı Anlaşması, küresel ticareti doğrudan etkileme potansiyeli olan önemli bir girişimdir. Anlaşma, AB ile ABD arasındaki ticarette her türlü tarife ve tarife dışı engellerin kaldırılmasını öngörüyor. Anlaşma tamamlandığında, dünyanın en büyük serbest ticaret bölgesi oluşacak. Dünya milli gelirinin yüzde 47 si ve küresel doğrudan yatırımların da yaklaşık yüzde 70 i, tek bir ekonomik blokta toplanmış olacak. Bu çerçevede, müzakereleri yakından takip etmeliyiz. AB ve ABD arasındaki müzakereler, Türkiye yi doğrudan ilgilendiriyor. Çünkü Gümrük Birliği nin oluşturduğu teknik çerçeve, bu etkiyi kaçınılmaz hale getiriyor. Türkiye nin toplam dış ticaretinin yüzde 46 sı AB ve ABD ye gerçekleşiyor. Türkiye ye gelen toplam doğrudan yabancı yatırımların da yüzde 76 sı AB ve ABD kaynaklıdır. Aynı şekilde, Türkiye nin yurt dışına yaptığı doğrudan yatırımların yüzde 78 i AB ve ABD ye gidiyor. Dolayısıyla Türkiye ekonomisi, AB ve ABD arasındaki Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı Anlaşması ndan doğrudan etkilenecektir. Bu nedenle, Türkiye nin bu süreçte yer almasına önem veriyoruz. Son olarak, Ankara Anlaşması nın 50 nci yılı için Türk iş dünyası adına özel bir mesajınız var mı? Dünya değişti, AB değişti, Türkiye değişti ama Türkiye nin, AB sürecine ilişkin kararlılığı değişmedi. 1980 yılında geçici olarak konulan vize değişmedi, sürekli hale geldi. Ortaklık ilişkisinin bir parçası olarak geçici nitelikle kurulan Türkiye-AB ortaklık organları, artık sürekli yapılar haline gelmeye başladı. Türkiye ile AB arasında bir tür özel ilişki tesis edildi. Bu eğilim, Türkiye nin de, AB nin de menfaatlerine aykırıdır. Türkiye için AB üyeliği, stratejik önemini korumaya devam ediyor. Artık müzakere süreci tamamlanmalıdır. Teknik olan sürecin, teknik temelde yürümesine imkân sağlanmalıdır. Ardından son karar, Türkiye de de, AB de de halk tarafından verilecektir. Artık müzakere süreci tamamlanmalıdır. Teknik olan sürecin, teknik temelde yürümesine imkân sağlanmalıdır.
20 GÖRÜŞ 21 TÜRKİYE NİN AB DAİMİ TEMSİLCİSİ BÜYÜKELÇİ SELİM YENEL: TÜRKİYE-AB ARASINDAKİ İLİŞKİ MANZUMESİ NE OLURSA OLSUN DEVAM EDECEKTİR 50 yılın sonunda, üyelik olacak mı olmayacak mı hesabının hala sorgulanıyor olması, ilişkileri iyice zorlar hale getirmiştir. 12 Eylül tarihi, ülkemizde sadece olumsuz değil, olumlu ancak pek hatırlanmayan bazı gelişmelerin de olduğu bir tarihtir. Çünkü bu tarihte, 1963 yılının 12 Eylül ünde, Türkiye ve o zamanki Avrupa Ekonomik Topluluğu ile Ankara Anlaşması imzalanmıştır. Türkiye, daha o tarihte birbirileriyle çekişen iki ekonomik/ siyasi topluluk arasında doğru seçimi yapmıştır. Şimdi iyice küçülmüş olmasına rağmen EFTA, o zamanlar yedi ülkeden oluşan ve bünyesinde İngiltere, Avusturya, Danimarka, İsveç ve Portekiz gibi şu anda AB üyesi olan ülkeleri barındırmasına rağmen, Türkiye sadece altı ülkeden oluşan AET ye yönelmeyi tercih etmiştir. Bu zaman zarfında uluslararası ortam büyük oranda değişmiş, EFTA ülkelerinin büyük çoğunluğu yanı sıra Komünist blokta yer alan ülkelerin çoğunluğu da AB ye üye olmuştur. Soğuk Savaş döneminde Topluluk ile olan ilişkilerimiz ekonomik ağırlıklı olmuş, Yunanistan ın 1970 lerdeki üyelik başvurusu sırasında ülkemiz, o tarihe kadarki Yunanistan ile uluslararası oluşumlara birlikte aday/üye olma politikasını sürdürmediğinden, mevcut dengesiz durum ortaya çıkmıştır. Berlin Duvarı nın yıkılmasıyla AB, Avrupa yı yeniden şekillendirmeye yönelmiştir. Bu şekillendirmede ne yazık ki Türkiye ye bakış değişmiş, stratejik ihtiyacın azaldığı, hatta yarardan ziyade Türkiye nin üyeliğinin zorluk getireceği düşüncesi hâkim olmuştur. Türkiye nin de bu ilişkiden ne istediği, zamana göre değişmiştir. Ülkemiz, gerçek anlamdaki tam üyelik müracaatını 1987 de yapmıştır. Bu girişimle, Türkiye-AB ilişkilerinde günümüze dek süregelecek politikaların şeklinin ilk adımı atılmıştır. Diğer bir deyişle, artık Türkiye istekli/ talepkar, AB ise savunmada ve engelleyici bir tutum içine girmiştir. Nitekim bu müracaat yapıldığında bile Almanya bunu yapmamamızı, reddedileceğimizi belirtmiştir. 1989 yılında Komisyon, ülkemize ilişkin görüşünü verdiğinde bir yandan ekonomik gerekçeleri öne sürerek Türkiye nin hazır olmadığını, Tek Pazarı tamamlamakta olan AB nin de yeni bir genişlemeye hazır olmadığını vurgulamıştır. Ancak özgürlüklerine kavuşan eski Komünist ülkeler için, kısa bir süre sonra Kopenhag Kriterleri adı altında üyelik koşulları hazırlanmıştır. Türkiye ise Ankara Anlaşması nda öngörülen Gümrük Birliği ne yönlendirilmiştir. 1995 yılında, Gümrük Birliği eksikliklerine rağmen tamamlandığında, Türkiye bunu üyelik yolunda önemli bir adım olarak düşünüyordu. AB ise Gümrük Birliği ni Türkiye nin en yakın gelebileceği nokta olarak görmüştü. 1997 yılı sonunda, Lüksemburg Zirvesi nde bu daha açık hissedilmiş, üyelik için adaylar belirlendiğinde Türkiye dışarıda bırakılmıştı. Bu nedenle AB ile iki yıl boyunca siyasi diyalogu kesmiştik. İkilem içinde kalan AB, ancak Almanya ve Yunanistan ın iktidar ve tutum değişikliği içine girmesiyle, Helsinki Zirvesi nde Türkiye yi aday kabul etmişti. Yine de Türkiye nin üyelik müzakerelerine başlaması bir çok engele takılmış, müzakerelere başlama tarihini saptamak için bile ayrıca tarih belirlenmesi şeklinde AB nin çeşitli mânialarına maruz kalmıştık. Amaç, Türkiye yi ne uzakta bırakmak, ne de yakına getirmekti. Ancak Türkiye bastırdıkça, tamamlanması gereken koşulları yerine getirdikçe, engelleyici bahaneler bulmak AB için zorlaşıyordu. Sonuçta, tüm geciktirmelere rağmen, 2005 te tam üyelik müzakereleri başlamış, bu kez de daha o yıl üye olmuş Güney Kıbrıs Rum Yönetimi nin siyasi engelleri karşımıza gelmiştir. Daha sonra da Fransa nın, yine siyasi nedenlerle, bazı müzakere fasılları üzerindeki vetosu çıkmıştır. Bugünkü tabloya bakıldığında, ilişkilerin özellikle son yıllarda olumsuz yönde etkilendiğini görüyoruz. Bir yandan AB nin önemli ülke liderlerinin üyeliğimize ilişkin menfi demeçleri ve tutumları, öte yandan genişlemeye karşı AB halkları nezdindeki olumsuzluk, Avrupa Parlamentosu nda ülkemize yönelik genelde eleştirel kararlar, Türkiye nin artık çeşitli AB etkinliklerine çağrılmayışı ve vize muafiyetinin sağlanmaması gibi unsurlar, ilişkileri germiştir. Bu yılın Haziran ayına kadar 35 fasıldan sadece 13 ü açılmış, biri geçici olarak kapanmıştır. Fransa nın engellemeleriyle açılamayan beş fasıldan biri üzerindeki veto, bu yılın başında kalkınca (22 nci fasıl, Bölgesel Politika) bunun açılması üzerinde durulmuştur. Ancak bu kez Almanya, ülkemizdeki bazı olayları bahane ederek, iç politika nedenleriyle bunun resmi toplantısını geciktirmiş, son anda bir ara formül bulunmuştur. Bu gelişme de ağzımızda yeni bir acı tat bırakmıştır. Diğer bir önemli konu olan vize muafiyeti sağlanması için de çalışmalar devam etmektedir. Daha önceleri üyelik müzakerelerine başlayan adaylara bir süre sonra vize muafiyeti verilirken, hatta müzakerelere başlamayan Balkan ülkelerine de sağlanırken, Türk vatandaşlarının vize çilesinin sürdürülmesi kabul edilemez bir hal almıştır. Komisyon, Türkiye den Geri Kabul Anlaşmasının imzalanması dâhil birçok koşulun yerine getirilmesini istemekte, ancak ondan sonra vize muafiyetini üye ülkelere önerebileceğini belirtmektedir. Ancak 22 nci faslın açılmasında yaşanan sıkıntıdan dolayı, mevcut güvensizlik ortamında, Türkiye nin bazı güvenceler olmadan adım atması zor görünmektedir. Nihayet, üst düzeyde diyalogun önemine vurgu yapmak gerekir. Türkiye, 2004 Aralık Zirvesinden bu yana Hükümet veya Devlet Başkanı düzeyindeki herhangi bir AB toplantısına davet edilmemektedir. Bu yıl içinde Konsey Başkanı Herman Van Rompuy ve Yüksek Temsilci Catherine Ashton, Ankara yı ayrı ayrı ziyaret etmekle beraber diyalogdan kastedilen bu değildir. Temaslar karşılıklı ve düzenli olmalıdır. AB nin, Rusya ve bazı ülkelerle en üst düzeyde yılda en az bir kere Zirveler gerçekleştirirken, Türkiye ile üst düzeyde son dokuz yıl boyunca toplantı yapmaması, büyük bir eksikliktir. AB ile ilişkilerimizde bir dönüm noktasında olduğumuzu söylemek artık kanıksanan bir ifade olmuştur. İlişkilerimiz inişli çıkışlı olmuş, çeşitli sıkıntılar ve badireler çıkmış, ancak her seferinde tekrar rayına oturtulmuştur. Ancak 50 yılın sonunda, üyelik olacak mı olmayacak mı hesabının hala sorgulanıyor olması, ilişkileri iyice zorlar hale getirmiştir. Esasında, üyelik olsa da olmasa da, çok kapsamlı ve karmaşık ilişkilerimiz mevcuttur. Söylediklerimize ek olarak, dış politika alanında çok yoğun temaslar sürdürülmekte, ticaretimizin yüzde 40 ı halen AB ülkeleriyle yapılmakta, yatırımların yüzde 80 i AB den gelmekte, eğitim başta olmak üzere çeşitli AB programlarına katılınmakta, kısacası girift bir yapı içinde bulunulmaktadır. Bu ilişki manzumesi, ne olursa olsun devam edecektir. Ancak üyelik müzakerelerindeki tıkanıklık, ilişkilerin geri kalanını da olumsuz yönde etkilemektedir. Yine 50 yıldır süregiden Kıbrıs sorununda yeni bir dönemece girilmekte, bu konuda sağlanacak olumlu gelişme, AB ile olan ilişkilerimize müthiş bir ivme kazandırabilecektir. Netice itibarıyla, Ankara Anlaşması nın 50 nci yıldönümünün, karşılıklı olarak bu ilişkilerin nasıl ve nereye gidebileceğinin hesabının yapılmasına vesile olmasını dilerim. Türkiye her türlü engele rağmen, son 26 yıldır elinden geleni yapmış, karşılığında ise sadece dürüst bir yaklaşım istemiştir. Bunca emek ve yatırımın boşa gitmemesi, iki tarafın da yararınadır. Bir yandan AB nin önemli ülke liderlerinin üyeliğimize ilişkin menfi demeçleri ve tutumları, öte yandan genişlemeye karşı AB halkları nezdindeki olumsuzluk, Avrupa Parlamentosu nda ülkemize yönelik genelde eleştirel kararlar, Türkiye nin artık çeşitli AB etkinliklerine çağrılmayışı ve vize muafiyetinin sağlanmaması gibi unsurlar, ilişkileri germiştir.