YEK Sözleşmeleri. Konuşmacı: E. O.



Benzer belgeler
Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

Necla Akgökçe den bilgi aldık. - İlk olarak ülkede kadınların iş gücüne katılım ve istihdam konusuyla başlayalım isterseniz

TOPLU İŞ SÖZLEŞMESİ NEDİR? GERÇEK BİR TOPLU SÖZLEŞME İÇİN

Direnişteki Trakya Otocam işçileriyle söyleşi

ULUSLARARASI İŞÇİ DAYANIŞMASI DERNEĞİ. Meslek Liseliler Ne Yaşıyor? Ne İstiyor? Boyun Eğme. Mücadele Et!

Kazova: Patronsuz üretim devam ediyor; herkes mutlu, herkes çalışmak istiyor.

Yeni Performans Yönetmeliği neler içeriyor? Ne zaman yürürlüğe girecek?

Okuyarak kelime öğrenmenin Yol Haritası

E-SENDİKA HAKKINDA MERAK ETTİKLERİNİZ

Yrd. Doç. Dr. Mehmet ALİ ŞUĞLE Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Teşekkür ediyorum Sayın Başkan. Öncelikle böyle bir güzel toplantıyı

TURK101 ÇALIŞMA 6 ZEYNEP OLGUN MAKİNENİN ARKASI

:48 FİLİZ ESEN-BİROL BAŞARAN

İŞLETMELERDE BECERİ EĞİTİMİNE ÇIKAN ÖĞRENCİLERİN AYLIK PRİM VE HİZMET BELGESİNİ SİSTEME GÖNDERMEK

Değerli Yöneticiler, son yıllarda vergi incelemeleri büyük ölçüde bu konu etrafında dönmeye başladı.

Gelir Testi Yaptırmayanlar Dikkat!

OKUL MÜDÜRÜMÜZLE RÖPORTAJ

10SORUDA AİLE SİGORTASI

Kıdem tazminatında gelecek prim oranına bağlı - 21 Eylül 2011

2018/06 ZORUNLU BES BİLGİLENDİRME

EVDE BAKIM PARASI ALANLARA SİGORTA GELİYOR

5510 sayılı SSGSS Kanunuyla getirilen sistem bağlanacak emekli aylıklarını düşürecek.

5 soru-cevap:layout 1 4/28/11 12:14 PM Page 201 CEVAPLAR VE PARALEL OTURUM I SORULAR 201

6331 SAYILI YASA ÇERÇEVESİNDE ASIL İŞVEREN ALT İŞVEREN İLİŞKİLERİ

İŞ HUKUKUNDA UZMAN ARABULUCULUĞA İLİŞKİN USUL VE ESASLAR. BİRİNCİ BÖLÜM İş Hukukunda Arabuluculuk Uzmanlık Eğitimi

İŞÇİLERİN 3 ACİL TALEBİ VAR!

KISMİ İSTİHDAM SÖZLEŞMESİ İLE ÇALIŞAN İŞÇİLERİN SOSYAL SİGORTA İŞLEMLERİ

Yaz l Bas n n Gelece i

AR AŞTIRMA R APORU 2

TV LERDEKİ PROGRAMLARA ÇIKANLAR KURAN OKUMASINI BİLMİYOR

Taşeron işçinin hakları mutlaka düzenlenecek

Kadınların Çalışma Deneyimleri

Çalışma hayatında barış egemen olmalı

KİŞİSEL "GÜÇ KİTABINIZ" Güçlenin!

SÖYLEŞİ H /PROF.DR. SEZA REİSOĞLU**

KOPENHAG ZİRVESİ IŞIĞINDA TÜRKİYE AB İLİŞKİLERİ

TÜRKİYE DE KADIN İŞÇİ GERÇEĞİ: DAHA FAZLA AYRIMCILIK, DÜŞÜK ÜCRET, GÜVENCESİZ İSTİHDAM

İşten Atılan Asil Çelik İşçilerinin okuduğu basın açıklaması: 15/03/2012

Koçluk Sürecini Amaçlara ve Sonuçlara Göre Yönetir. R. ŞAFAK KEKLİK

14. ÇALIŞMA EKONOMİSİ VE ENDÜSTRİ İLİŞKİLERİ KONGRESİ

FRANSA DA ÜNİVERSİTE SİSTEMİ

İŞÇİNİN HAFTA TATİLİNDE ÇALIŞTIRILMASI HALİNDE ÜCRETİNİN HESAPLANMASI VE İDARİ PARA CEZASI II. HAFTA TATİLİ ÇALIŞMASININ ÜCRETİ VE HESAPLANMASI

İŞ VE SOSYAL GÜVENLİK HUKUKU

Öğrencilerin çektiği fotokopiye yasal formül şart!

Basit Kılavuzu Eliberato bir Kitap Yayıncılık Eylül 'den fazla dile çevrildi

ALMANYA DA 2012 MAYIS AYI İTİBARİYLE ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK ALANINDA MEYDANA GELEN ÖNEMLİ GELİŞMELER. 1. İstihdam Piyasası

Hava-İş: İşten atılanlar işe alınana kadar mücadeleyi bırakmayacağız!

Asgari ücret 1900 net! DİSK ten basın açıklaması

T.C. DÜZCE ÜNİVERSİTESİ FİKRİ VE SINAİ MÜLKİYET HAKLARI PAYLAŞIM YÖNERGESİ. BİRİNCİ BÖLÜM Amaç, Kapsam, Dayanak ve Tanımlar Amaç

GENEL SAĞLIK SİGORTASI UYGULAMASI VE GELİR TESTİ

KİTAP GÜNCESİ VIII. GELENEKSEL KİTAP GÜNLERİ SAYI:3

OTOMATİK KATILIM REHBERİ BİREYSEL EMEKLİLİK SİSTEMİNDE OTOMATİK KATILIM UYGULAMASI

Yükseköğretim kurumları disiplin kurullarında sendika temsilcisi bulundurulmasını sağladık.

ORDERMAN DİĞER BİR ÖĞE İSE SATIŞ-PAZARLAMA FAALİYETLERİDİR

Genel Başkanımız Haydar Arslan ın okuduğu basın açıklaması metni aşağıdadır. KGM Önünde Basın Açıklaması Yaptık

Temiz üretimin altı çizilmeli ve algılanması sağlanmalıdır

İstediği üniversiteye giremeyenlere 4 farklı öneri

Kayıt Dışı İstihdam Çalıştayı Ankara da Yapıldı

(SGK) SOSYAL GÜVENLİK KURUMU DESTEK ve DANIŞMANLIK HİZMETLERİ

K.Maraş geleceğine şimdiden yön veriyor

Anket 2: Şirketteki yabancı dil ihtiyaçları hakkında bilgi verebilecek kişilere yöneliktir

TÜRKİYE DE İŞ DÜNYASINDA ÇALIŞANLAR SOSYAL MEDYAYI NASIL KULLANIYOR?

ŞEHİRİÇİ TİCARİ TAKSİLERDE ÇALIŞANLARIN SOSYAL GÜVENCESİ

ATBÖ Sürecinde Ölçme-Değerlendirmeye Hazırlık: ATBÖ Yaklaşımı Nasıl Bir Ölçme Değerlendirme Anlayışını Öngörüyor?

yaratmak fark için Birlikte Güçlüyüz Fark yaratıyorsunuz

TOPLUMSAL RAPORLAR CEZALANDIRILIYORUZ ( ) Türkiye nin cezalı kentleri

Biz yeni anayasa diyoruz

Elektronik Tebliğe Hazır mısınız? Yazar Ahmet OĞUZ Cuma, 19 Ağustos :03

Forex Ek Kazanç Sistemi

Tarih:... /... /... İŞ SÖZLEŞMESİ. Ad Soyad Kaşe - İmza Ad Soyad Kaşe - İmza

KPSS'de çok konuşulan 'vitamin' sorusu ve çözümü

Hangi statü altında çalışıyorsunuz?

Yatırımların Karşılıklı Teşviki ve Korunması Anlaşmaları: Yatırım Kavramı ve En Çok Gözetilen Ulus Kayıtları

MARMARA ÜNİVERSİTESİ PATENT HAKLARI PAYLAŞIM YÖNERGESİ Senato: 08 Mayıs 2012 / BİRİNCİ BÖLÜM Amaç, Kapsam, Dayanak ve Tanımlar

Örnek Tarot Okuması

GENİŞ TANIMLI İŞSİZLİK 6 MİLYONA YAKLAŞTI!

ANKET SONUÇLARI. Anket -1 Lise Öğrencileri anketi.


Higgs bozonu nedir? Hasan AVCU

Koç Üniversitesi nde neler oluyor?

OTOMATİK KATILIM REHBERİ BİREYSEL EMEKLİLİK SİSTEMİNDE OTOMATİK KATILIM UYGULAMASI

AKARYAKITTA SERBEST FİYAT UYGULAMASI

Bu Nasıl İstihdam! İstihdam artışı 1 milyon 355 bin Zorunlu sigortalı işçi artışı 205 bin Çırak, Stajyer, Kursiyer ve Bursiyer Artışı 1 Milyon 128 bin

ESAM [Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Merkezi] I. Dünya Savaşı nın 100. Yıldönümü Uluslararası Sempozyumu

BÖLÜM 2 : PROFESYONEL AKTİVİTELER VE GELİR BİLGİLERİ

Takdim. Bu, Türkiye nüfusu göz önüne alındığından her 90 kişiden birinin aday olması anlamına geliyor (TV, Haberleri, ).

Destek Personeli Eğitimleri

SUNUŞ. Birleşik Metal İşçileri Sendikası Genel Yönetim Kurulu

İKİ AYDA 500 BİN YENİ İŞSİZ Krizin Tahribatı

Şef Makbul Ev Yemekleri'nin sahibi Pelin Tüzün Quality of magazine'e konuk oldu

ANA SAYFA» EMEKLİLİK ŞARTLARI» SSK 3600 GÜNE GÖRE NE ZAMAN EMEKLİ OLURUM

Sık Sorulan Sorular. TANDEM KÜLTÜR YÖNETİCİLERİ DEĞİŞİMİ Türkiye Avrupa Birliği (AB) Soru listesi:

Nasıl? Fark etmez! Ne kadar? Sonsuza kadar! Niçin? Çünkü böyle mutlu olabilirsin!

SİİRT ÜNİVERSİTESİ Strateji Geliştirme Daire Başkanlığı BİREYSEL EMEKLİLİK SIKÇA SORULAN SORULAR

ARAŞTIRMA NEDEN YAPILDI?

Sizleri şahsım ve TOBB adına saygıyla selamlıyorum. Biliyorsunuz başkasına gönderilen selam kişinin üzerine emanettir.

Sigortacılık saygın meslek E-Posta Gönder 28 Mart 2012 Çarşamba 08:44

İŞYERİNDE 15 YIL VE 3600 GÜN ŞARTINI TAMAMLAYAN HER İŞÇİ KIDEM TAZMİNATINA HAK KAZANIR MI?

İÇ YÖNERGELER ANTALYA BİLİM ÜNİVERSİTESİ MÜHENDİSLİK FAKÜLTESİ LİSANS ÖĞRETİMİ BİTİRME PROJESİ İLKELERİ YÖNERGESİ. BİRİNCİ BÖLÜM Amaç, Kapsam ve Tanım

Konut Kapıcıları Yönetmeliği

Kadın Dostu Kentler Projesi. Proje Hedefleri. Genel Hedef: Amaçlar:

Transkript:

2. OTURUM: Şimdi ÇevBir den Y. T. ve B. D. kendi deneyimlerini aktaracak ve ÇevBir in tip sözleşmesinden bahsedecekler. Sonra da YEK ten E. O. bizim hazırladığımız sözleşme konusunda bilgi verecek. B. D.: Öncelikle bu oluşuma da fikir vermesi açısından Çevbir in nasıl kurulduğu konusunda çok kısa bir giriş yapayım. Demin bazı arkadaşlar YEK oluşumundan neden haberdar olmadıklarını sordular. Biz 2003 te Kitap Çevirmenleri Girişimi ni, 2006 da Çevbir i kurduk. 2006 da yedi sekiz yüz kişilik mail listeleri oluşturup pek çok faaliyet gerçekleştirmiş olmamıza rağmen bize de insanlar neden haberdar olmadıklarını sormuşlardı. Aslında çok birbirimizden habersiz ve bağımsızız. Bireysel ve yalnız bir çalışma tarzımız var. Çevirmenlerin çoğu evlerinde yalnız çalışıyorlar. Az önce idealizm sömürüsünden bahsedildi. Çevbir herhalde idealistlerin idealistlere karşı kurduğu ilk örgütlenmedir. Bir diğer özelliği de internetten kurulup sonra resmileşen bir örgüt olmasıdır. Şu anda burası bir kolektif oluşumu, biz de benzer bir durumdayken neye dönüşmemiz gerektiğini çok tartıştık ve en nihayetinde telif konusundaki ortaklığımızı temel alarak meslek birliği haline geldik. Dolayısıyla bu telif haklarımızı destekleyen bir tip sözleşme oluşturduk ve yine bu haklarımız ekseninde çeşitli faaliyetler yürüttük. Örgütlülüğümüzü sürdürmek için interneti kullanmaya devam ettik. Ayrıca yüz yüze gelebileceğimiz atölyeler düzenliyoruz. Buradaki tartışma için anlamlı olacak bir deneyim daha var ki o da kalite meselesi. Haklarımız için ne zaman sesimizi yükseltsek yayıncılardan da kalite konusunda talepler ve şikâyetler geliyor. Konunun önemli yönü şu: Kalite meselesi örtülülük ekseninde bizi ilgilendiren bir konu değil. Bu işverenin sorunu ve onun çözmesi gerekir. Doğru kitapla doğru çevirmeni buluşturmak gibi bir sorumluluğu hiçbir zaman üstlenmedik ve üstlenmeyi de düşünmüyoruz. Elbette entelektüel bir faaliyet yürüttüğümüz bilinciyle çevirinin niteliğini artırmak için kendi içimizde ve dışa yönelik işler yapıyoruz. Fakat yayıncılarla muhatap olduğumuz konularda bunu asla bir pazarlık konusu haline getirmek istemiyoruz. Bu yayıncılık alanında çalışanların karşılaşacağı bir sorun olarak görülmeli. Tip sözleşmeye dönersek. En çok mücadeleyi yüzde konusunda verdik. Bunun iki yönü var: Birincisi, asgari kapak fiyatından yüzde yedi talep ettik ve bunun mücadelesini yürüttük. Yaybir le görüşmelerimizde yer yer yüzde 4 gibi öneriler geldi fakat asla kabul etmedik, zira belirlediğimiz asgariyi geçinebilme şartlarına göre düzenledik. İkincisi, telif eser üretmemize rağmen tek seferlik ödemeler çok yaygındı. Buna da karşı çıktık, yayınlanan eserlerde çevirmenin ücretini yüzde hesabına çekmeye çalıştık. Fakat yayımlanmayan işler için ve benzeri istisnalar için tek seferlik taban ödemesi tespit ettik. Diğer bir konu da sözleşme süreleriydi. Yer yer süresiz, yer yer 50 yıllık sözleşmeler imzalatılıyordu çevirmenlere. Yayınevinin yaptığı değişiklikleri çevirmenlerin onaylaması konusunda da inisiyatifi elimizde tutmak ya da elimize geçirmek için düzenlemeler yapmaya çalıştık. Tip sözleşme konusunda epeyce mesafe kat ettiğimizi düşünüyorum. Öncesinde ya sözleşmesiz çeviriler yapılıyordu ya da baskıdan sonra dördüncü ayda ödemesi başlayan, hatta taksitlere bölünen çeviriler söz konusuydu. Bunlar azaldı bana göre. Fakat yine de bir eksiğimiz var. O da merdivenaltı diye tabir ettiğimiz yayınevleri konusunda mesafe kaydedememiş olmamız. Orada derin bir kuyu

var, sayfa başı ödemeyle ve sözleşmesiz işler yaptırılıyor. Gerçi tekil bazı olaylarda çevirmenlerin bize üye olması sayesinde davalar açtık, yeri geldi hacizler yaptık. Ama yine de o alana yeterince yayılabilmiş değiliz. Kalite meselesine bir kez daha dönersek. Yayınevlerinin bu şikâyetleri karşısında sorumluluğun onlarda olduğunu tescillendirmek için deneme çevirisi mekanizmasını kurumsallaştırmaya çalıştık. Bunu da tip sözleşmeye dahil ettik. Belki redaksiyon konusunda da böyle bir çalışma söz konusu olabilir. Fakat öte yandan dediğim gibi bir mail listemiz, iç haberleşme ağımız var. Yayınevleri meslek birliğimizden çevirmen talebinde bulunmaktan hiç vazgeçmediği için en sonunda bunu tip sözleşmeyi kabul etme şartına bağladık. Tip sözleşmenin yayılması için bir kanal da bu oldu. Y. T.: Ben yurtdışıyla da çalışıyorum çevirmen olarak. Yayınevleriyle yaptığım sözleşmelerde aslında çok farklı değil buradakiler. Ama sözleşme bir uzlaşmaya vardığınız ölçüde anlamlıdır. Türkiye de editörlüğün ve düzeltmenliğin sorunlu olduğunu düşünüyorum. Eser çevirmenindir, metne müdahalede bulunan diğer kişiler bu hakkı tanımalıdır. Editörün işleri kitabın sayfa tasarımı, harf hatalarının düzeltilmesi gibi işlerdir, ama eser çevirmenindir. Önce hepimizin bunda anlaşması lazım. Aksi takdirde hatalar devam edecek. Bana gelen işlerde çok büyük hatalar görüyorum. Örneğin Einstein ın kayıp beyni. Biliyorsunuz, Einstein ın beyni uzun süre kayıptı. Bu konuyla ilgilenmeyenler bunu bilmek zorunda değil. Ama düzeltmen böyle bir şey olamaz diye metni başka bir şeye dönüştürüyor. Bunlar çevirmene sorulmak zorunda. Çevirmen elbette hata yapabilir, ama düzeltmenin işi çevirmene yardım etmektir. Bu anlamda editöre değil çevirmene çalışır. Hata yaptıysam bana gösterir, ben de bakarım ve anlamaya çalışırım. Kimi zaman ben hata yapmasam da okurun anlaması zorlaşmıştır. Bütün bunlar ancak aramızda tartışarak çözülebilecek şeyler. Bu anlamda editörlerden şikâyetçiyim. Çünkü beraber çalışmak konusuna yaklaşımlarını kötü buluyorum. Kimi zaman ben düzeltme yapmama rağmen düzeltmeler işlenmeden basılan kitaplar oldu. Bu yaklaşım tam da yayıncıların bahsettiği kaliteyi değiştirir. Bir de işin kazanç yönü var. Üç liraya çeviri yapan birinin iyi bir eser üretmesi mümkün değil. Bu paraya çeviri yapan kişi istese de eseri bir daha okuyamaz. Önemli olan çevirmenlerin ve editörlerin belli bir yayın geleneğini oturtmasıdır. Sorunlarımız var ama yaptığımız işin de onurunu ve kalitesini korumak zorundayız. Ne yazık ki çevirmenlerin iş güvencesi yoktur, sosyal güvencesi yoktur, çalışma saatleri çok uzundur, gece ve gündüz çalışırlar, başka türlü geçinemezler. Bu da işi yapan kişiye, yani çevirmene en azından belli bir saygı göstermeyi gerektirir. Her emekçi saygıyı hak eder, çevirmen de emekçidir. Kitapta adımızın yazması bizi başka bir şey yapmaz. Sözleşmelerle ilgili bir konuda daha uyarıda bulunmak istiyorum. Pek çok sözleşmede çevirmenin son söz hakkı yoktur, çevirmenler metinleri yayınlanmadan önce göremez, öte yandan, size elimdeki bir çeviri sözleşmesinin bir maddesini okuyacağım: çevirmen çevirinin yasaların ilgili hükümlerine uygun olacağını tahakkuk ettirilebilecek para cezaları ve tazminatları derhal ödeyeceğini, yayıncının uğrayacağı her türlü maddi ve manevi zararı derhal karşılayacağını kabul ve taahhüt eder. Bu madde yayıncının artık bizim arkamızdan çekileceği, fikir ve ifade özgürlüğünü, dil ve vicdan özgürlüğünü sadece çevirmenin sırtına yükleyeceği anlamına geliyor. Hiçbirimizin bu paraları ödeyecek gücü yoktur. Kazandığımız para bellidir. Yürürlüğe girmesi için üzerinde çalışılan yasada örf adet ve gelenekten

bahsediliyor. Hâlbuki çeviri örf, adet ve geleneklerle uyuşmaz. Bunlar kültür demektir. Çoğunlukla dille beraber kültür de değişir. Örf, adet ve geleneklere uygun çeviri uyarlama demektir. Haydi sabah namazını kılıp koyunları otlatmaya gidelim, Peter ile büyükbaba cuma namazına gidiyorlar. Yasaya uygun çevirinin böyle bir şey olduğu söylenirse itiraz ederim. Yapmak isteyen yapabilir. Heidi nin adını Hediye, Peter in adını Faruk yaparsınız. Alp dağlarından Toros dağlarına taşırsınız. Bunun adı uyarlamadır. Karşımızda böyle bir yasa varsa hepimiz korkmalıyız. Yayıncı da arkamızdan çekiliyorsa, kabul etmediğimiz işleri yapmak zorunda kalacağız. Ben bilimsel eser çeviriyorum. Tabii ki çevirdiğim yazarların bir kısmı ateisttir. Kimilerine ağır gelen sözler söyleyebilirler. Bilimde ifade özgürlüğünü kısarsanız bilime ulaşamazsınız. Bu durum aynı zamanda bilimsel çevirinin de önünün kapanacağı anlamına geliyor. Bilim üretmeyen Türkiye nin bilimsel eserlerin çevrilmesine ihtiyacı vardır. O yüzden herkesi bu maddeye karşı duyarlı olmaya çağırıyorum. Bilimsel eserlerin doğru çevrilmesi sorunu benim sorumluluğuma ve benim çabama kalamaz sadece. Hele benim onayımı almadan metni değiştiriyorsanız böyle bir maddeyi hiç ekleyemezsiniz. Bu madde yeni yasa karşısında kendini güvenceye almak isteyen büyük yayınevlerinden biri tarafından sözleşmelere eklendi. Bunun yol açacağı şey otosansürdür. Örneğin son çevirdiğim kitapta tanrı diye bir saçmalıktan söz edemeyiz yazıyor. Bunu çevirmeyecek miyim? Bu ülkede çok ciddi bir sansür var. Bu otosansür meselesi farklı şekillerde de önümüze gelecek. B. D.: Şu anda böyle bir eserin dava konusu olması halinde yayın yönetmeni ya da yayınevinin sahibi ve çevirmen suçlanıyor. Vakalara göre bu durum değişiklik gösterebiliyor, ama benim şahit olduğum davalarda yayınevi sahibi sorumluluğu üzerine aldı ve çevirmeni davadan çıkardı. Tabii bunlar muhalif, bağımsız yayınevleri. S. G.: Bunu aslında yayınevleri göz korkutma amacıyla yapıyor. Bir yayınevi sözleşmeye eklerse diğerleri de onu takip edebilir. O yüzden buna karşı çıkmak önemli. Sözleşmede böyle bir madde olunca çevirmen de kendini ona göre düzenliyor, otosansür uyguluyor. Böyle maddelerin kaldırılmasını talep etmek çok önemli. H. H.: Çalışma şartları editör ile çevirmeni karşı karşıya getiriyor. Editörün ayda dört kitap yapması bekleniyor pek çok yerde. Bunu yapabilmesi için çok hızlı davranması gerek, dolayısıyla çevirmenle birlikte çalışmak çoğu kez hayal oluyor. YEK Sözleşmeleri Konuşmacı: E. O. E. O.: Merhaba arkadaşlar. YEK olarak bir süredir başlattığımız çalışmalarda bir de sözleşme komisyonu oluşturmuştuk. Gerek kolektifin kendi toplantılarında gerek komisyon toplantılarında şimdiye kadar ulaştığımız sonuçları derli toplu hale getirip burada sunmak istedik. Benzer içerikte bir yazımızı da internet sitemizde ve bloğumuzda yayımlamıştık. Öncelikli olarak biraz önce yürüttüğümüz tartışmayla başladık. İlk tartışmalarımızdan itibaren bir yanı bizim emeğimizin korunması, harcadığımız emekle bizim elde edeceğimiz hakların korunması mücadelesi; bir yanı da meslek etiği. Yani üretimlerimizin asgari bir nitelikte

olabilmesi de eşgüdümlü olarak yürüttüğümüz bir tartışmaydı. Sonuç itibariyle bir emekçi ürettiğinin niteliğini belirleyebilecek koşullara sahip değil. Düğümlendiğimiz nokta da burası. Gerekli tanımları aramamızın başlangıç noktası da buydu aslında, bunları sözleşmelere tercüme edebilmek. Bu meslek tanımlarını ne kadar kendi içimizde oturtabilir ve bunu örgütlü mücadeleyle kabul edilebilir hale getirebilirsek, bu kabul edilebilir olma tanımdan ziyade bizim dayatma gücümüzle olabilecek bir şey, yani ne kadar sektör içinde örgütlenebilirsek o kadar bunları uygulanabilir hale getirebilir, gerçekçi bir şemaya sokabiliriz. Bunu da ne kadar sözleşmelere tercüme ederek yayınevlerine, yayınevleri patronlarına dayatabilirsek aslında o kadar bu bahsettiğimiz alanlarda başarı kaydetmiş olacağız. Bu aynı zamanda hem yayınevi emekçisi olarak hem sıradan bir vatandaş, okur olarak bizi doğrudan ilgilendiren sansür, otosansür konusunda da yaptırım gücümüzü artıracaktır diye düşünüyorum. Öncelikli olarak yayınevi sektöründe karşımıza çıkan en önemli sorunlardan birini biz dışarıdan çalışma olarak tanımladık. Dışarıdan çalışanlar şu anda bizim elde edebildiğimiz veriler ışığında bu sektöre emek verenlerin %70-80 ini oluşturuyor, belki biraz daha fazlası olabilir. Sonuç itibariyle sigortalı çalışan sayısı belli, ortaya çıkan ürün belli ve bu ürünler için harcanması gereken emek belli ve bunları karşılaştırdığımızda böyle bir orana ulaşabiliriz. Şu anda dışarıdan çalışma, yayınevi emekçisinin tercihinden çok yayınevi patronunun tercih ettiği bir durumdur; çünkü patronların birçok sorumluluktan kaçmasını sağlıyor. Yaptığımız işi hayatımızı idame ettirebilmek için bir ücret karşılığında yapıyoruz ve bu ücretin gelip gelmeyeceği bile tamamen yayınevi patronunun inisiyatifine kalmış durumda; çünkü elimizde bağlayıcı hiçbir şey yok. Karşılıklı verilmiş iki söze bakıyor çoğu durumda. Bütün bunların önünü almamızı sağlayacak olan en temel araçlardan biri ve aynı zamanda önümüzdeki günlerde bir mücadele alanı yaratacak olan şey sözleşmelerdir. Bu nedenle sözleşmeyle başlamaya karar verdik. Bir yandan bu sözleşmeler bizim, dışarıdan çalışan emekçilerin haklarını; bir yandan da tamamı sözleşmeli olarak çalışıyor olsa da içeride çalışan emekçilerin de haklarını aynı şekilde koruyabilmeli. Peki burada karşımıza neler çıkıyor? Yani biraz sonra benim tartışacağım çoğu şey dışarıdan çalışan emekçiler için ilk anda anlaşılabilecek şeyler ama bunun aynısını biz emeğin yoğunluğunu değiştirebilmek, bir kitaba harcadığımız emeğin daha nitelikli hale gelebilmesini için daha az sayıda kitapla uğraşmaktan tutun da yaptığımız fazla mesainin bir karşılığının olabilmesine kadar birçok konuda içeride, kadrolu çalışan arkadaşları da ilgilendireceğini düşünmeliyiz. Baştan uyarayım Öncelikli olarak ilk tartıştığımız şey temel birim. Yani yapacağımız işte, çevirmenler için, biraz önce ÇevBir den arkadaşların da ifade ettiği gibi, telif dışında kalacak birimi tercüme edebilmek gerekiyor; bizim de yaptığımız birçok şey telif sözleşmeleri dışında kalacağı için, bir birimi belirli bir standarda oturtabilmemiz gerekiyor. Forma, sayfa gibi daha tanımsız şeylerden boşluklu vuruş gibi daha net birimlere gidebilmemiz gerekiyor ki gerçekten yaptığımız işin tam bir tanımı olabilsin, hakkımızı da daha iyi koruyabilelim. Eğer şöyle bir ara formüle gitme ihtiyacı duyarsak bunu da net olarak tanımlamamız gerekir diye düşünüyoruz. Yine biz forma, sayfa gibi geleneksel yöntemleri devam ettireceksek eğer bu durumda şunları yapmalıyız: Bir forma 16 sayfadır, her sayfa 30 satırdır, her satır 50 boşluklu

vuruştur gibi standartları getirebilmemiz gerekiyor ki yaptığımız işin karşılığını olabildiğince net olarak alabilelim. Diğer bir konu ise, yine ÇevBir in de çeviri noktasında emek sarf ettiği ve tip sözleşmelerle belli bir olgunluğa getirdiği ücret ve ödeme kısmı. Burada iki tür şeyle karşı karşıya kalıyoruz YEK içinde yürüttüğümüz çalışmalarda: Ya belli yayınevlerinde olduğu gibi son okuma, redaksiyon, dizgi gibi başlıkları da biz yüzdeyle hesaplayabiliriz kapak fiyatı üzerinden ya da biraz önce bahsettiğimiz bu birimlere tekabül edecek bir ücretlendirme baremi de bulabiliriz, diye düşündük. Bunları nasıl hesaplarsak hesaplayalım, örneğin redaktör kapak fiyatı üzerinden yüzde iki alır gibi bir şey de desek ya da formasını otuz liradan, otuz beş liradan yapacağız bu işin de desek temel hesaplama yöntemimizle, insanca yaşanabilecek bir ücreti aylık olarak yakalayabileceğimiz şekilde bir tutar belirlememiz gerekiyor. Bunun için kendi hesaplamalarımızı da gerçekleştirebileceğimiz gibi emek örgütlerinin, sendikaların yaptığı hesaplamalar üzerinden de ilerleyebiliriz. Örneğin, DİSK in araştırma birimi DİSKAR bir hesaplama yapıyor belli periyotlarla ya da Petrol-İş belli çalışmalar yapıyor. Bu çalışmalardaki yoksulluk sınırını baz alarak biz de taban fiyatlarımızı belirleyebiliriz diye düşündük. Bir diğer nokta, ödemenin yapıldığı an. Biz, bir iş sözleşmesi yapacağımızı varsayıyoruz. Ya grafik düzenlemeyle ya içeriğindeki değişikliklerle vs. metne bir müdahale yapıyoruz. İş olarak tanımladığımız şey, bizim o metne yapacağımız müdahale. Çoğu noktada baskı sonrasına ötelenen ücretlerin ödenmesi durumunu biz işin teslimiyle sınırlamamız gerektiği sonucuna vardık. Yapacağımız sözleşmede bu da net bir madde olarak yer almalı. Ya dijital ya elden ya da posta yoluyla, nasıl yapıyorsak yapalım, işi teslim ettiğimiz andan itibaren bizim ücretimizin ödenmesi gerekir. Bir diğer konu, uzun süreli sözleşmelerde yani daha doğrusu işin süresinin uzadığı durumlarda ön ödemelerin, avansların, ara ödemelerin sözleşmeye bağlı bir şekilde yürütülmesi gerektiğidir. Uzun süreli işlerde mutlaka avans alınmalıdır; avansın sayısı da işin süresine göre artırılmalıdır. Biz YEK olarak tüm bunları göz önüne alıp en az bedel hesabı gibi bir tanımlama yapmayı önümüze hedef olarak koyduk. İlk çalışmalarını kolektif içinde yürüttük. Önümüzdeki günlerde bu sözleşmemizi bir metin haline getirip bütün yayınevi emekçilerine bir çağrıda bulunacağız: Yaptığımız işe göre bir sözleşme imzalayalım, bunun da birim fiyatı en az şu kadar olmalıdır gibi. Dışarıdan çalışan yayınevi emekçilerinin en büyük sıkıntılarından biri de sosyal güvence. Bu durumun altyapısı şu an yok denecek kadar az. Yasal altyapısını hazırlayabilmek için bizim hızla mücadeleye başlamamız gerekiyor: Dışarıdan çalışan yayınevi emekçileri, son okumacılar, editörler, redaktörler, dağıtımcılar, sezonluk olarak okullara gidip sadece prim karşılığında bu işi yapan arkadaşlar, yani hepimiz. Bunların tamamı için yeni çıkan torba yasayla birlikte bir iki kapı aralanıyor. Torba yasa, genel olarak bir saldırı yasası da olsa içinde bizim değerlendirebileceğimiz boşluklar olabilir. Bunların üzerinde avukat arkadaşlarla birlikte çalışıp hızla bir kanal yaratmamız gerekiyor. Olmuyorsa, biz bir form belirleyip bunu bir mücadele gündemi olarak önümüze alacağız ve hızla bir kampanyaya tercüme edip bunun

mücadelesini yürüteceğiz. Örneğin, on günlük bir sözleşme yapıyorsak bir yayıneviyle, on gün içinde redaksiyonu benden istiyorsa, bu durumda on günlük sigorta primimi yatırsın, diyebilmeliyiz. Tartıştığımız bir diğer konu ise, fikri mülkiyet meselesi. Çalıştayın başından beri aslında tartışmış olduk bunu. Ne kadarı fikri mülkiyete giriyor, ne kadarı girmiyor konusu sanırım epey mesai tüketmemiz gereken bir alan. 5846 nın 6. maddesinin 8. fıkrası, üzerinde durduğumuz ve birçok alanı da kapsayacağını düşündüğümüz bir yasal dayanaktı. Bunun üzerine hali hazırda bir tartışma yürüyor, bunu bir sonuca bağlayabilmemiz gerekiyor. Sonuca bağladıktan sonra, her ne kadar maddi haklarını devretmiş olsalar da kadrolu olarak çalışan arkadaşlarımızın da manevi haklarıyla ilgili bir formül, yasal bir düzenleme arayışına girmemiz gerekiyor. Yani, bir editör manevi haklar elde ediyorsa o yayınevinde çalıştığı süre içerisindeki üretimlerinden, bunu da güvenceye alacağı bir sözleşmeye ya da başka bir formülasyona ulaşabilmemiz gerekiyor. Çevirmenlere gelince, biz müelliflik olarak tartışmıştık, eser sahibidir çevirmenler sonuçta; fakat bunun sözleşmelerde yer almadığı birçok durumla karşı karşıyayız. Bunlar da ÇEV- BİR in mücadele alanı, belki ortaklaşa daha neler yapabiliriz diye düşünmeliyiz. Eser sahibi çevirmen olduğu sürece baskıdan önce onayının alınması gerekir. Bu, birçok yayınevinde yapılmıyor. Bunlarla ilgili de mücadele yürütmemiz gerekiyor. Gerekiyorsa sözleşmelere bunun uygulanması için madde konulmalı ve bu maddenin uygulanması için de örgütlü gücümüzü kullanmalıyız. Bu çerçevede yayınevinde kadrolu çalışanların da haklarını koruyabilmemiz için belli kısıtlar getirebilmemiz gerekiyor. Ya YEK olur ya başka bir oluşum olur ya bir sendika olur ya ÇevBir olur, artık adına her ne dersek diyelim, yapılması gereken, birinin bu sorumluluğu alıp şunu demesi gerekir: Arkadaş, bir çevirmen, bir redaktör, bir son okumacı, bir dizgici özetle bir yayınevi emekçisi nitelikli bir iş yapacaksa, şu kadar zamanda şu kadardan fazla iş yapamaz diyebilmemiz gerekiyor. Nasıl ki iş kanunu, günlük çalışma saati 8 saattir ve haftada 45 saatten fazlası fazla mesai ücretine tabidir diyebiliyorsa, benzer şeyleri bizim de söyleyebilmemiz gerekiyor; çünkü dışarıdan çalıştığın anda her şey muğlaklaşıyor ve çalışma saati günde 12 saate, 14 saate, 20 saate çıkabiliyor. Bütün bunların önüne geçebilmemiz gerekiyor. Dışarıdan çalışanlar için bunu yaptığımızda, kadrolu çalışanlar için de örneğin son okumacı ayda dört kitap ya da üç kitap yapabilir, diyebilmeliyiz. Yayınevlerinde hafta sonu şu kitabı oku getir gibi, bize dayatılan şeyleri ortadan kaldırabilmemiz, bu angaryaların önüne geçebilmemiz gerekiyor. Bunun için de mevcut kadrolu arkadaşların sözleşmelerine de iş tanımlarını netleştirebildiğimiz oranda bu maddeleri ekleyebilmeliyiz. Bir redaktör günde ortalama 25-30 sayfa okuyabilir gibi bir sınırı koyabilmeliyiz. Bu mesleki tanımların oturabilmesi sözleşmeler için de bizim önümüzü açacak; çünkü tanımsız olan çok şey var. Birçok yayınevinde arkadaşlarımızın çalışma koşullarını biliyoruz, editörlere dizgi bile yaptırıyorlar. Yani sayfa tasarımı belliyse, Quark kullanmayı öğrenen editör arkadaşlarım oldu, sırf orada çalışabilmek adına. Bu nedenle bu meslek tanımlarını da netleştirip sözleşmelerde bunları net olarak ifade edebilmemiz gerekiyor. Örneğin ben, grafiker olarak giriyorsam bir yayınevine, grafikerin yapacağı işler şunlardır, benden son

okuma talep etmemeliler. Ben sadece okunan şeyi oraya girmekle yükümlüyüm. Sayfa tasarımını yapıp gerekli ilgiliye verip, o ilgiliden geri dönüşleri de sadece o tasarıma uygulamakla yükümlüyüm. Bunun dışında başka bir şey benden talep edilmemeli, ediliyorsa da bunu başka bir sözleşmeyle yapmalıyız ki yaptığım ek işin ücretini alabileyim. Bu işi mesaiye kalarak yapıyorsam, fazla mesai ücreti olarak alabileyim. Dışarıdan ekstra olarak yapmamı istiyorlarsa o zaman dışarıdan iş sözleşmesi yapalım, bunu üzerinden alabileyim. Şimdiye kadar bu tartışmaları yürüttüğümüz avukat arkadaşlarla karşılaştığımız en temel sıkıntı, avukatların bunları nasıl bir sözleşmeye sokacaklarını bilememeleriydi. Şu anda cidden hukuken de tanımsız bir alan var. Bunu bizim fiili mücadelemiz çözecektir, diye düşünüyorum. Bu nedenle bizim bir karar verip şunu yapmamız gerekiyor deyip onu bastırmamız gerekiyor. Örgütlü gücümüzle dayatabilmemiz gerekiyor. Bizim fiili mücadelemiz dışında elde edebileceğimiz çok bir hak yok. Belli şeyler var elbette ama zaten alabildiğine tanımsız, bu taşeron çalışmanın yasal kılıflarının hazırlanmasıyla birlikte olan haklarımızı da elimizden alan bir yasal düzenleme zinciri var karşımızda. Bunun alternatifini bizim önerip uğruna mücadele etmemiz gerekiyor. Bu masanın etrafında toplanan bizlerin tartışıp bir çerçeve oluşturabilmesi gerekiyor. Bugün en büyük eksikliğimiz avukat arkadaşlarımızın aramızda olamamasıydı. Hızla bizim bu eksikliği giderip bir metin ortaya çıkartıp bu metni, benim kişisel fikrim bu, tartışalım, olgunlaştıralım ve önümüzdeki adımı tanımlayabilelim. Oluşturduğumuz metni tüm yayınevi emekçilerine deklare edelim. ÇevBir bu deneyimi nasıl olgunluğa ulaştırıp şu an bir sınır belirlediyse tip sözleşme gibi kendine, biz de YEK olarak bunu diğer mesleklerde diğer iş alanlarımızda yapalım, derim arkadaşlar. 2. OTURUM: TARTIŞMA BÖLÜMÜ H. H.: Ben bu iş sözleşmesiyle ilgili bir şeyler söylemek istiyorum. Sanıyorum, pek çok meslekte bir kurumda profesyonel olarak çalıştığınız zaman profesyonel iş yerlerinde çok net bir şey var. Bir iş sözleşmesi yaparsınız ama iş sözleşmesi kendi başına iş tanımlarını, yetki ve sorumlulukları tarif eden bir metin değildir. İş sözleşmesi yaptığınızda aranızda bir iş hukukunun olması tamam, ama düzgün çalışan, bu işlere önem veren, oturmuş yerlerde iş tanımlarının, yetki ve sorumlulukların olduğu bir metin vardır. Yani insan kaynakları bölümlerinin, departmanlarının çalıştığı her yerde kimin ne yapacağını, bu zamanla değişiyorsa onun eklendiği, revize edildiği bir sistem vardır. Tabii yayıncılık dünyasında bir sürü şey el yordamıyla, kafa karışıklığıyla yürütüldüğü için, iş hiç bu tarafa geçmiyor, buradaki tartışmaya geçmiyor. Bence sözleşme tipleriyle ilgili bir şey konuşacaksak bunun için de, çalışanlar için yardımcı bir araç olabilir böyle bir şey. E. O.: Tabii bunların hepsi birbirleriyle doğrudan ilintili şeyler zaten. Biraz önce biz nitelikle ilgili şeyler konuştuk. Yani bu çevirmen, editör ilişkisinden tutun da editörün dizgici ve son

okumacıyla, redaktörün üzerinde uyguladığı mobinge kadar, çoğunlukla uygulamak zorunda kaldığı, zorlandığı, bu mobinge kadar her şeyin aslında bu düzensizlikle alakalı olduğunu düşünüyorum ben. Bu niteliği artırabilmemiz için de, yani nitelikli bir ürünü ortaya koyabilmemiz için, çevirmenin buna nitelikli bir zaman ayırması gerekiyor. Editörün nitelikli bir zaman ayırması gerekiyor. Karşılığında da kendini yeniden üretebilecek ücreti alabilmesi gerekiyor. Bunu sağlayabilmemiz için de yine ortak bir zeminde mücadele edebilmemiz gerekiyor. Bu tanımlara o yüzden doğrudan ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. S. S.: Şimdi bu iş tanımları meselesinde de söyleyecektim. Sözleşme bölümüne geçince biraz daha belirgin bir şey oldu. Bizim editör olduğumuza kim karar veriyor? Yani en temel şeylerden bir tanesi şu: Türkiye de editörlük eğitimi yok. Yüksek lisans programları olarak birkaç üniversitede başlatıldı, Marmara Üniversitesi Basın Yayın da bir program var. Bir süredir çeşitli alanlarda, işte üniversite bazlı, destekli ya da farklı kişisel atölyelerde editörlük eğitimleri veriliyor ve sonuçta şöyle bir durum var. Hadi tüm bu sözleşme tipleri üzerine konuşalım vesaire. Ama bu işin öğrenilmesi, paylaşılması, orada stajdan başlayıp belirli aşamalarını anlayarak geçmemiz... Şimdi sen bunu olabilirsin, şunu olabilirsin, ya da öyle olabilirsin Onaylanma ihtiyacı açısından söylemiyorum da bunu, yani biz bu işi nasıl ediniyoruz ki, bu işin tanımlamasını yaparken, sözleşmemizde hem ücret artışımızı hem özlük haklarımızı isteyeceğiz. Yani burada bayağı ilginç bir durum ortaya çıkıyor. Şimdi, geçtiğimiz senelerde bir örnekle çok şaşırmıştım, bizim Karşılaştırmalı Edebiyat bölümünden mezun bir öğrencimiz, City Üniversitesi nde, işte İngiltere deki kent üniversitesinde editörlük yüksek lisans programına gitti. Programı bitirdi geldi, dedi ki işe başlıyorum. Ve dediler ki bana asistan editörlük süren 7 yıl. Kızın tabii gözleri yerinden pörtlemişti gerçekten, yani 7 yıl boyunca sadece yardımcı editör mü olacağım diye. Ben de galiba öyle olacak, hep birlikte göreceğiz katlanabilirsen dedim. Birinci yılın sonu gelince arkadaş dedi ki, bu yıl boyunca sadece akademik yayınlarda dipnotlar nasıl düzenlenir bununla uğraştım. Şimdi burada bu işin ücretlendirilmesini ve yaşam niteliğini, kaliteli bir yaşam standardından söz etmiyorum. Ama bizim de gerçekten bu noktada, hani en başta bu idealizm sömürüsü ve entelektüel doyumla yaptığımız, yani bir tarafın bizi sömürdüğü, bir tarafın bizi entelektüel olarak iyi hissettirdiği bu yerde, bütün bunlar söz konusu olduğunda acaba daha köklü bir eğitim ihtiyacımız, işte, ben yayıncı olsam, ki olabilirim, bir şeyler yayınlamaya karar verip editör arayışına girdiğimde nitelikli işi üretecek kişiyi neyle ölçeceğim? Nasıl işe alacağım? Sonuç ne, ortadaki ne? Yani ayda 4 kitap yapmak, 200 sayfa düzeltmek, günde 24 sayfa okumak eyvallah da, yani burada hepimizin çeşitli konumlar itibarıyla yayın koordinatörü olarak çalıştığımız, geçici editör olarak çalıştığımız vesaire gibi durumlarda kalitemiz, yani kime niye hangi işi veriyoruz? Hepimizin burada ortak olarak ben a ya ya da b ye bu kitabı verdiğimde, bu kitap minimum hatayla çıkabilir düşüncesinde, bu minimum hata ölçeğimiz ne? Bir de böyle bir şey sormak gerekiyor. Yani eğer yayıncılara, patron ya da kurumun başındaki insanların karşısına biz haklarımızı istiyoruz, ki haklarımızı zaten biz istedikçe alabiliriz, bunu biliyorum yani, benim bunu tersini iddia ettiğimden değil, ama hakikaten bunun arkasında dururken biz de yaptığımız işin arkasında gidiyor muyuz? Biz bu işi hangi gerekçelerle, ne kadar yatırım yani zihinsel yatırım yapıyoruz ki, bunu da sormamız gerekiyor gibime geliyor bana.

S. G.: Katılıyorum söylediklerinize. Ama kısmen katılıyorum. Çünkü şöyle bir şey var: Burada bir ilişki var her ikisi arasında. Bir yandan sizin söylediğiniz şey sektörleşmeyle de alakalı. Oradaki nitelikli emekle de alakalı. Elbette şu anda yayıncılık sektöründeki işlerde henüz niteliği biz çok rahat ölçebilecek şeylere sahip değiliz. Çünkü böyle bir zemin yok. Eğitim kurumları kaç tane var bu konuda nitelikli eleman yetiştiren, bu belli. Ama aynı zamanda bu alanda çalışan belli bir kitle var. Bazıları bunu eğitim almadan yapmaya başlamış, bazıları işe yeni atılmış. Şimdi nitelikli iş başta tartıştığımız bir şeydi. Elbette biz bu işin niteliğinin de ahlakın da (ahlak belki güzel bir sözcük olmadı, ama bu sansürle de ilgili) arkasında durmalıyız. Ama bunun koşulunu düşünürken, ben eğitimime, okumama zaman ayırabilmem için bile bunun koşullarına sahip olmalıyım. Yani bence öncelik şurada. Yani ben şunu diyorsam şimdiden, iyi bir redaktör olmayabilirim henüz, ama ben günde 100 sayfa değil ancak 20 sayfa yapabilirim günde, bu benim işin niteliğine sahip çıkmam anlamına geliyor. Çünkü 20 sayfaya daha fazla yoğunlaşabilirim, kendimi daha iyi verebilirim. Ben ücretimi isterken, insanca yaşamak istiyorum dediğim zaman, ona göre bir ücret talep ettiğim zaman, ancak bunu elde ettiğim zaman kendimi mesleki olarak ilerletecek kaynakları da satın alabilirim, kitap okumaya zaman ayırabilirim, ne bileyim, mesleğimde kendimi ilerletmeye verebilirim. Diğer türlü, biz aslında patronlara iş yapmayı, sektörleşmeyi, holdingleşmeyi öğreten konumuna düşüyoruz. Biz bunu öğretmek zorunda değiliz. Elbette kendi işimizin etiğine o noktada sahip çıkmak zorundayız. Ben bunu çok önemsiyorum. Evet, benim savunamayacağım bir çeviriye (çevirmenim bu arada), ya da bir son okumaya imza atmamalıyım. Ama koşullar bizi buna gerçekten öyle bir zorluyor ki. Biz 100 sayfa okuduğumuz zaman ya da haklarımızı - yani açsanız, işe ihtiyacınız varsa, yapmak zorundasınız ve bu noktada da nitelik düşüyor, etik ayaklar altına alınıyor. O noktada biz bunu başta çok tartıştık, neyi bizim temel almamız gerekiyor diye? Nerden gireceğiz bütün bu noktalara? Ve burada şu sonuca vardık: Biz temel, insani haklarımızı elde etmeden, diğer şey hep aksayacak. Ve biz işin emek ayağından bakacağız. Çünkü diğer türlü bu sefer biz bu holdingleşen, sektörleşen yayın dünyasına ders verir konumuna düşeceğiz. Yani bunu kendileri zaten öğrenecekler. Nitelikli, iyi bir yayınevi bugün zaten iyi çevirmenle çalışmak istiyor gerçekten. Bunun için de aslında fazla para, fazla ücret vermeye de razı. Çünkü bu onun derdi, kendisi bundan para kazanacak. Ama biz ona bunu öğretmek zorunda değiliz. Zaten bu arayışa girecek. Benim yapmam gereken, evet ben bunun etiğine, niteliğine sahip çıkıyorum, haklarımı istiyorum demek. Yani altının çizilmesi gereken yerin burası olduğunu düşünüyorum T. K.: Aslında sektörde bu şekilsizlik dişe gelen bir durum. Yani tam da bu tanımların net olmadığı, çalışanların ağırlıklı olarak gençler olduğu, çokça da emekliler olduğu bir noktada bu şekilsizlik üzerine kurulu bir sektör var. Kültür alanına baktığımızda yılda -satış değil bandrol üzerinden baktığımızda- 120, 130 milyon bir bandrol alınıyor. Yani az bir rakam değil. Azerbaycan ya da Yunanistan la karşılaştırdığımızda çok düşük, ama yine de burada bir pazar var ve burada birileri para kazanıyor. Ve bu işler şekilsiz yürüdüğü sürece biz bir şey yapamıyoruz. Şu anda mesela DİSK Basın-İş avukatlarıyla görüştüğümüzde, bu alanı nasıl iş güvenceli bir alan haline getiririz, yani son okuma veriyor, normal olarak aslında bir iş ilişkisi gerçekleştiriyor, ister editörle ister patronla olsun, bana sınırları belli, her şeyi belli, zamanı belli bir iş veriyor. Ve bu işin normalde iş kanununa göre, ister bir gün çalış, ister 30 gün

çalış, seni her türlü güvenceye alması lazım. Ama şu anda bizimle yapılan eser sözleşmesi olduğundan dolayı, bizim herhangi bir güvencemiz kalmıyor, şu anda bizi zorlamaya çalıştıkları -biz dediğim bu freelance alanı- şirket kurun, bize fatura kesin alın Tabii böylece ne yapılıyor, aslında yayıncıların taşeronları oluşturulmak isteniyor. Yani sen bir şirket kuracaksın, o şirkete istersen çalış istersen çalışma, çevirmen alacaksın, redaktör alacaksın, X yayınevine sözleşme imzalayacaksın, tüm şeyler senin parandan kesilecek şekilde: İş hakkın, güvencen, sigortan, bilmem ne, senin çalıştığın ya da ortak olduğun şirketten kesilecek, yayınevleri herhangi bir sorumluluk almadan, senin kıdem tazminatın olsun, iş güvencen olsun vs. konusunda bir sorumluluk almadan, bunları bize yıkmak istiyor. M. M.: Hizmet veren adam değil mal satan adam konumuna sokuyorlar. T. K.: Tabii, tabii. Fotoğrafçılarda olsun, bizim sektörde olsun, tamamında: Şirket kurun, olmadı kooperatif kurun, olmadı bilmem ne kurun. Hayır arkadaş, sen benimle bir iş ilişkisi kuruyorsan eğer, bunun karşılığı yasal olarak bellidir, onu oluşturmamız lazım. Elbette bu sözleşme ilişkisinde iki taraflıdır. Yani biz bunu talep ederiz, karşı taraf bunu istemediği, böyle bir şey demediği taktirde kabul edilemez bir sözleşme olur böyle bir sözleşme. Aslında biz o açıdan şu anda, şu yeni yüzde 2 lik iş güvencesi, ama yine SSK,sağlık sigortasını senin dışardan ödediğin bir biçimde artık yapılan işin iş kanununa girmesini sağlamak için bir tip sözleşmesi hazırlamak Ama bu bizim açımızdan bir hedef falan değil, küçük bir başlangıç. Artık yayınevleri, işte evet, eser sahipleri açısından bakıldığında orada FSEK bağlayıcı. Çünkü ikinci baskıdan pay alıyor. Ama onun dışındaki işlerde, grafik, redaksiyon, son okuma, hatta dışardan editörlük kısmında, yani manevi hakkın dışında hiçbir hakkın olmadığı, sadece bir iş hukukunun, işin geçerli olduğu yerde de bunun artık iş hukukundan tanımlanması gerekiyor. O nedenle de bu alanı, bizim eser sözleşmelerinden çıkartmamız, güvenceli iş sözleşmelerine sokmamız lazım. Belki, o zaman yıllık sözleşme, çağrı usulü sözleşmeye uyabilir diye baktık. O çağrı usulü sözleşme de şu anda yalnızca turizm sektöründe uygulanıyor. Daha çok garsonlar falan için uygulanan bir durum. Bir tip çağrı usulü sözleşme yapalım. Yıllık sözleşme yapalım. Ve bu yıllık sözleşmelerde de 10 günden az çalışır mevzusu var. O zaman % 2 prim kesiliyor. Böylece biz hem stopaj kesildiğinden dolayı % 15 gibi bir kârımız olabilir yaptığımız işten, hem de kısmi bir güvence, bir iş hukuku içerisine girmiş olacağız. Şu anda üzerinde çalıştığımız sözleşme de çağrı usulü. Ama bunu hukukta yeri yok şu anda. Nereye sokacağımız biraz bizim mücadelemiz, açacağımız davalar (belki yayıneviyle anlaşıp dava da açacağız) belirleyecek, çünkü bir şekilde iştiyaklar oluşması lazım bununla ilgili olarak. Katılımcı: Redaktörler, düzeltmenler için de mi? T. K. : Evet, tabii, eser sahibi olmayanlar için. Orada ciddi bir iş var. Bir de şöyle bir yol da var, yine bu sendika kanunuyla SGK arasındaki farktan kaynaklı biz DİSK Basın İş olarak şeyi sağladık. Eser sözleşmesiyle, sigortalı olmadan da sendikalı olunabilir. Bunu önümüzdeki dönem bir mücadele programı olarak, biraz ÇevBir in kullandığı gibi kullanmak gerekiyor. Nasıl ki ÇevBir üyelerine dair hak kayıpları için bir hukuki mücadele veriyorsa, biz de sözleşmeyle, sigortalı olmasa da, sendikalı olacak üyelerimize aynı şekilde destek verebiliriz.

Yani yayıncıyla tek başına mücadele etmek yerine, yayıncının karşısında DİSK Basın İş olarak duracak bir mücadele biçimine geçmek istiyoruz M. M.: Bu zaten sözleşmelerden çok daha önemli bir iş. T. K.: Artık sigortalı olmayan bir üyemiz var. Yine yayın sektöründen. Bu da bizim önümüzde duran önemli bir mücadele aracı. Özellikle freelance çalışanlar açısından. Tüm bu sürecin daha tanımlı hale getirilmesi için de önemli bir mücadele aracı olarak önümüzde duruyor. A.: Buna kısa bir ekleme yapacağım ben. Biz bunu ilk dile getirdiğimizde DİSK Basın iş olarak, Çalışma Bakanlığı nda çalışan kişiler de şaşırmıştı. Ya böyle bir şey mi, hani alan mı var? Daha sonrasında, evet, böyle bir alanın olduğunu fark ettiler ve bu alanda ciddi bir eksiklik var. Onlar da şu anda bir çalışma içerisine girdiler. Yani onlar da aslında düzensiz bir alanda bizim yolladığımız iş sözleşmesi ya da eser sözleşmesi de olabilir, eser sözleşmesi üzerinde çalışıp ortalama bir şeyler belirleyecekler. Yani biz ortalama eser sözleşmesi nasıl olur, yani Çalışma Bakanlığı nın istediği de aslında bir eser sözleşmesi nasıl bir şey olabilir. Hani asgari şeyler, neler olması gerektiği, işte kaşesi olacak, imzası olacakya da her sayfada başka bir şey olacak gibi. Biz ilk başta zaten görüşümüzü vermiştik. Burası bir örgütlenme alanı olarak gözüküyor aslında. Freelance çalışanlar normalde bizim örgütleyebileceğimiz, işkolu yönetmenliğinde gözüküyor. Bunun üzerine biz bu alana dair bilgi edinme yasası vasıtasıyla birkaç şey sorduk. Bir kere bu kişilerin iş ilişkileri nasıl olacak? Güven ilişkisi, yani SSK ile ilişkisi nasıl olacak? gibi Bu alanın sorunlu olduğu öğrendikten sonra bir tane eser sözleşmesi yolladık. Bu eser sözleşmeleri kişinin sendikalı olmasını sağladıktan sonra şimdi konu Çalışma Bakanlığı ndaki bürokratlarının gündemine geldi ve bunlar da bunun hukuki yolunu, yöntemini araştırmaya başladılar. Biz de aslında birlikte bunun hukuki platformunu, biçimini oluşturmaya çalışıyoruz. Şu anda şu aşamadayız. Ama en temel olarak yapılması gereken şey -yine ben arkadaşıma katılıyorum-, yani bu alan bizim kendi kurallarımızı dayatabileceğimiz bir alan haline gelebilir. Nasıl işveren çok saçma sapan sözleşmeler dayatıyor, evet, bunlar iş sözleşmesi diyorsa, kendi güçlerini kullanarak bütün bir alanı kontrol altına alıyorsa, bunu biz neden yapmayalım? Bunu bizim yapabilecek gücümüz var. Yani hep birlikte belli, birtakım normlar belirlenebilir diye düşünüyorum. Belli karakter sayıları, belli iş tanımları, bunlar önemli, bunlar olursa biz çok daha güçlü adımlar atabiliriz. M. M.: Ben bir şey ilave etmek istiyorum. Az önce Bülent de anlattı, biz sözleşmeyi 2000 baskı adeti üzerinden % 7 lik bir taban fiyat üzerinden belirlemiştik. Yalnız şimdi zaman içinde, bu yavaş yavaş eskidi. Yani hem baskı tekniklerinin ilerlemesi sonucu daha az baskı yapılarak maliyetler sabit tutulabiliyor, hem de e-kitap falan gibi baskıya bağlı olmayan birtakım teknikler gelişiyor. Bunun üzerine yavaş yavaş çeviri ücreti artı prim temelindeki bir ücretlendirmeye gitmemiz gerekir bir zaman içinde. Bu aslında sizin için de olabilecek bir şey. Üstelik böyle bir şey kabul ettirilebilirse, bu kadrolu, maaşlı çalışanlar için de bir yerde belki uygulanabilir. Adam yine maaşını alır, ama satış üzerinden de belli bir prim alır. Şimdi bunun tabii sizin tarafa geçirilebilmesi için ve yayınevi çalışanlarına Şimdi bakın. Aslında çevirmenleri koruyan 5846 sayılı yasa falan değil. Şimdiye kadar, yani 2006 senesine kadar, çevirmenlerle sözleşme yapılır, 1500 liraya diyelim anlaştım, 800 lirası verilir, 700 lirası için

de kime şikâyet edersen et diye adam yollanır. Bunlar yapılıyordu. Hiçbir avukat 700 liralık davayı almaz. Ama ÇevBir in bir avukatı vardı, biz 400 liralık bir dava açtık, davayı da aldık bir güzel. Ondan sonra da arkadaşlar sırayla kendilerine geldiler. Baktılar ki bu iş böyle olmayacak, bu adamlar 400 liranın davasını da açıyorlar. Öyle olunca da tavırlar değişmeye başladı. Yavaş, ama değişti. Şimdi aynı şey sizin için de geçerli. Yani aranızdaki sözleşme falan, sizin gücünüze bağlı bu. Siz eğer örgütlenip, piyasada bu işi yapan bütün kişilerle bir araya gelip -aranızda anlaşmazlıklar olabilir, iş tanımları konusunda anlaşmazlığa düşebilirsiniz- ama sizin öncelikli hedefiniz bu piyasada çalışan insanları bir araya getirmektir. Tarifler de verirsiniz ama önce bir araya gelirsiniz. Size soracaklar: Kaç kişisiniz? Kimsiniz? Sizi kim temsil eder? Bunlar sorulacak. Bu soruların kuvvetli ve inandırıcılığı olan cevapları verebildiğiniz anda, o zaman sözleşmeniz olmasa bile durumunuz düzelecektir. Yani öncelikli olarak yapmanız gereken iş tanımları, sözleşmeler falan değil. Sizin öncelikli olarak yapmanız gereken bu sektörde çalışan insanları öyle ya da böyle bir araya getirmektir. T. P.: Yok arkadaş. 400 liralık bir dava! Onu kazanmak, mesele burada düğümleniyor. M. M.: Onun arkasından 400 liralık davayı kazanmak gelir. E. O.: Bunların hepsi aslında birbirine bağlı şeyler, bence. Yani bir arada yürüyecek şeyler. M. M.: Tabii. Ama sıralama önemli. Yani bu iş tanımlarını kabul ettirebilmeniz için örgütlü olmanız gerekir. Katılımcı: Metal sektöründe örgütlendiğiniz zaman burada bir işletmede çalışan kişiler iyi kazanırlar. Dışarıya doğru açıldığınızda taşerona bağlı çalışan daha düşük ücret alır, değil mi? Şimdi bizde ilginç bir durum var. Yani çevirmenler freelance, evden çalışıyor, ÇevBir deneyimi de bu yönde sanıyorum, redaktörler vs. de...eser sözleşme yaptığınızda ucu açık, yasal olarak, Çalışma Bakanlığı açısından da ucu açık. Ama baktığınızda yayınevinde kadrolu çalışanların da, dışardan çalışanların da aldıkları ücret taş çatlasa aylık 2000 lirayı bulmuyor. İlginç bir durum. Normalde tersi olması gerekmez mi? Belki biz freelance kalmayı seçtik, yani yüzde alalım, bizim için yeterli, başka iş de yapacağız, serbest zamanımızdan vazgeçmiyoruz, şu bu Kendi durumumuza göre kendi emek türümüzün faydasını görelim dedik. Ama bu durumda sorun bir var, çelişki var. Bir işletmeye baktığımda, yayınevinde her zaman sorun vardır. Ya biri atılır, ya genel yayın yönetmeniyle tartışırsın, ya patron bir pislik yapar, değil mi yani? Bir şeyler muhakkak çıkar. İnsanlar sürekli bir sirkülasyonla oradan oraya taşınır. Ama hiçbir biçimde ben bir grev duymadım daha. 12 Eylül den beri en azından duymadık. Var mıdır, bilmiyorum da, yani şu işletmede şu oldu gibi. Bence burada esas olarak üzerinde durulması gereken mesele giderek buraya kaymalı. Eyvallah tanımları falan sıralayalım. Freelance çalışanlar açısından yaptıkları iş tanımlarının karşılığını almaları için çalışmalar yapalım, eyvallah. Ama esas olarak buradaki düğümü çözecek, işyerinde yapılacak, birebir patronla yapılacak iş sözleşmesi, fiili sözleşme, toplu iş sözleşmesi, işte yerel Cağaloğlu bölge sözleşmesi gibi. Bir yerlerden başlayarak belli, somut işyerlerini örgütlemekten geçiyor. Başka türlü çıtayı yükseltemezsin, yani bu ayrımların hepsini de -E. sen sunumunda bahsettin ya- şu şu kadarını çevirir diye, bu freelance için değil, kadrolu çalışanlar için de geçerli.

E. O. : Tabii. ÇevBir den katılımcı: Bunlar aslında somutta işyerinde oturanlar açısından toplu iş sözleşmesi taslağıdır. Bir TİS de herhangi bir sendikaya baktığınızda bunlar yazar. Yani sadece ücret yazmaz. İşte çalışma koşulları şöyledir, sosyal haklar böyledir. Yani burada esas şey freelance ile merkez çalışanları da dahil olmak üzere, belli yerlerde somut kazanımlar elde etmek. Bizim ÇevBir de mesela, esas olarak çevirmenler freelance çalışanlar. Biz esas olarak tip sözleşme üzerine gidiyoruz, buradaki pisliklere, yapılanlara karşı... M. M.: Telif birliğiyiz. ÇevBir den katılımcı: Evet, ÇevBir telif birliği. Yani DİSK Basın İş de aslında burada sendika olarak görünmekle birlikte çok farklı bir şey değil aslında. Ama sendika olmak bir meşruiyet. Bunun üzerinden bence yayınevlerine yoğunlaşmalı. Esas ihtiyaç orada yani. Burada öyle bir sirkülasyon var ki, inanılmaz. Ve herkes ayrıldıktan sonra feryat ediyor. Yani ancak o zaman patlayabiliyor. Bunları toparlayacak profesyonel örgütçüler yok. Benim bildiğim ÇevBir de böyle bir örgüt değil. Ama bu sektördeki küçük yayınevlerinden, büyük yayınevlerinden, buradaki hangisinden bir örgütlenme başlatılabilirse iyi olur diye düşünüyorum. "Hangi yayınevi toplu iş sözleşmesi yapmaya daha yakın" diye sorulabilir, kafamızın buralara işlemesi gerekir. Bir iki pozitif örnek yaratmak lazım. Bir örnek bile yarattığınızda bunun bayağı bir etkisi olacak. Çünkü millet çığlık atıyor yani. Her ayrılan çığlık atıyor. T. K.: Zaten sektörde örgütlenebilecek yayınevi sayısı çok az. Şeyden dolayı. Toplu sözleşme yasal olarak zor. ÇevBir den katılımcı: Fark etmez. T. K.: Şöyle söyleyeyim mesela. Sektörün gerçekliği şu; yeni baktım. Mesela Beyoğlu bölgesinde bizim sendikaya üye olabilecek yasal sayı 590 kişi sadece. Bir tane yayınevine özel olarak baktım. Sonra da gittim internetten ayda kaç kitap çıkarıyor diye araştırdım. Toplam 10 çalışanı var, aylık 30 kitap çıkarıyor. Şimdi önemli bir kısmı da zaten satış alanında çalışıyor. Bu şu anlama geliyor: Sektördeki freelance gerçekliği çok önemli. Şimdi sektör gerçekliği gerçekten içeride işini yapan çok az kişi olduğu için bir çok insan dışarıdan iş yapıyor, gidiyor yayınevinden 500 lirasını alıyor aylık. Ama 10 kişiyle 30 kitabın çıktığı da gerçek. Bizim biraz üzerine gitmeye çalıştığımız şey de bu. Bu alanın gerçekliği bu. Orada çalışan ve sürekli olarak o dışardaki insanı kendi iş gücü üzerinde baskı olarak gören arkadaş için de bir iş güvencesi olacaktır bu. Çünkü cidden bir yayınevine gittiğinde eğer grafiker olarak dışardan iş yapıyorsan, oradaki çalışan için bir tehditsin sen. Yani işini alabilecek bir yedek işgücüsün, freelance çalışanlar olarak. Ona güvence verebilmenin yolu da aynı zamanda freelance çalışanların da bu alanda güvenceli ve örgütlü hale gelmesiyle sağlanır. S. G.: Freelance aslında bizim tercihimiz değil. Çoğunlukla freelance çalışanlar daha önce bir yayınevinde çalışan kişiler. Bu patronların bizi taşeronlaştırmasından -yani taşeronlaştırma ne kadar doğru bir tanım bilmiyorum- kaynaklanan bir sonuç. Ama sonuç olarak bizi çok daha az hakkımızı vererek çalıştırmanın bir yolu olduğu için genellikle yayınevlerinde -büyük

yayınevleri de buna dahil- yaygın. Merkezde çalışanların büyük çoğunluğu şu anda pazarlama, satış departmanı. Orada çalışan kral editör de çoğunlukla ya yayınevine sahip ya da hissedarı. Yani şu 1-2 tane baş editör falan Bunun dışındaki bütün çalışanlar da freelance zaten. Mesela bir yayınevinde çalışıyorsam, belli bir maaş, belli bir hak seviyesine geldiğim anda hemen proje bazlı çalışalım teklifi geliyor. Yani haklarınız olmasın. Siz bize proje yapın, mümkünse ucuza yapın. Yani bu gerçeklik aslında bizim tercih ettiğimiz bir şey değil. K. K.: Uzun bir süre bir yayınevine dışardan iş yapıyorum. O kadar çok kitap çıkardıklarına göre sanıyorum aynı yerden söz ediyoruz.... Yayınları. (Aynı yer değil diyen bir ses) Demek her yer aynı. Hepsi aynı şekilde çalışıyor. -Gülüşmeler.- K. K.: Hakikaten çok kitap çıkarıyorlar. Baktığınız zaman satış pazarlama ile ilgili bir bölüm var. Büyükçe bir odada oturuyorlar. Bu kadarlar. Kitapların tamamı dışarda hazırlanıyor. (Ses kaydında uzunca bir bölüm anlaşılamıyor) Herhalde 13 sene olmuştur herhalde dışardan onlara iş yapalı. En fazla bir defa düzenli ödeme alabildim onlardan. (Ses kaydında uzunca bir bölüm anlaşılamıyor) Yani bu insan ne yapar, ne yer ne içer? İşte böyle bir şey. Dayatabileceğimiz bir durum da söz konusu değil. Hazırlanacak sözleşme için de aynısını düşünüyorum. Sözleşmeyi yaptım, çok iyi bir şey oldu diyelim. Şimdi ben bu sözleşmeyi aldım gittim bir yayınevine, dedim bundan sonra ben sizinle buradaki şartlarda çalışırım dedim. Çalışma, diyecekler. Çünkü benim işimi yapacak dışarda birçok insan var. Zamanla tabii ki oturacaktır, ama ilk başlarda ben bunu dayatamayacağım. Acaba ben bu sözleşmeyi kullanabilir miyim diye şartları zorlayacağım. Ama ben oradan para kazanmak zorundayım. Bunu hiç yapmayalım anlamında tabii ki söylemiyorum, zaman içinde olacaktır. Ama bunun yaptırımı ne olacak. Belki de biraz da bunu konuşmalıyız. Bu sözleşmeyle bir redaktör ya da grafiker olarak dışardan iş yaptırmayı bu yayınevine nasıl kabul ettireceğiz? E. O.: Yani bu sözleşme bence -ufacık bir şey söyleyeceğim- bence bizim elimizde sadece bir araç. Yani bizim etrafında örgütlenmeyi başlatabileceğimiz, daha sonrasında bu kadar bahsedilen her şeyi yeri geldiğince yapabileceğimiz ve toparlanabileceğimiz -ne adı altında olursa olsun- yani ÇevBir de belli haklarımızı koruyabilir, YEK olarak da örgütlenebiliriz, Basın-İş te de gider örgütleniriz, nerede olursa olsun, bence ufacık bir araç o. Sadece başlangıcı yapıp, adımı atabileceğimiz, ondan sonraki tamamen bizim ödeyeceğimiz bedele, ödeteceğimiz bedele bakıyor, gibi geliyor. G. F.: Avukatlarla da bu sözleşme işini konuştum. Bir tip sözleşme hazırlanıp, yani bu iş hukukuna uygunluk açısından, yani şey maddesi olabilir birim-fiyat nokta nokta şunun üzerinden yapılacaktır gibi. İkinci baskıda işte şöyle bir telif verilecektir, geciktirirse, işte 15 gün daha verilir gibi. Bunlar temel maddeler. Ve tek bir şekilde hazırlanır. İşte ne dedik, metin geliştirici editör dedik, redaktör dedik, işte bunları içine alan bir ek dahil olacak sözleşmeye. Yani formatına biraz da karar vermek gerekiyor. S. K.: Şöyle yapalım mı? Bir 15 dakika ara verip

M. O.: Son bir arkadaş el kaldırıyor. E. A.: Şöyle bir şeyden el kaldırıyorum. Ben burada özellikle YEK in iş kalemleri bazlı yapmaya çalıştığı tartışmanın olası bir örgütlenmenin önünde daha ön açıcı olacağını düşünüyorum. Çünkü tarif etmeye çalıştığımız taşeronlaştırma ya da dışardan çalıştırma durumu aslında bütün sektörlerde yaşadığımız bir durum. Bu bir niteliksizleştirme, yani işin, emeğin niteliksizleştirilmesi. Özellikle de yayın sektörüne baktığımızda nitelikli bir emeğin niteliksizleştirilmesi söz konusu. Bunun karşılığı, yani bugünkü hadi hadi sisteminde, yani bütün sektörleri zorlayan hadi hadi sisteminde bunun karşılığı, bu emeğin ölçülebilir hale getirilmesidir. Yani sonuçta ölçülemeyen bir emek, tabii bir değer ortada ve bu ölçülebilir hale getiriliyor. Bu bir çeşit, tabii, bizim için ya da bu nitelikli emeğe sahip insanlar için hakaret gibi bir şey. Fakat bu aynı hakaret ya da bir ihanete uğramış duygusu bizi tersinden bir reaksiyona itiyor ve emeğin büyük bir bölümünü görünmez kılıyor. Şöyle bir şey oluyor: Kendi meslek pozisyonumuz üzerinden -buraya özel söylemiyorum, birçok sektörde yaşanan bir şey- mesela, psikiyatristlerle psikologlar arasında kavga var benim bildiğim, kendi meslek konumumu rekabet gücünün bir aracı haline getirme çabası ortaya çıkıyor. Yani şunu demeye çalışıyorum: Emekçi, bu idealizm üzerinden ya da nitelik üzerinden, yani kitabın niteliği üzerinden ya da buna benzer ölçülemeyen şeyler üzerinden birbirine rakip konuma getiriliyor. Eskiden mesela Zeytinburnu nda deri işçisi tekstil satan bir yere girdiğinde, yani elbise almak için girdiğinde, hemen gidilir, işte bir saygı şeyi yapılırmış, çünkü derinin kokusu deri işçisine işlermiş ve tezgahtar hemen bu kokudan onun deri işçisi olduğunu anlar ve hemen gidermiş saygıyla. Çünkü statülü bir işmiş deri işçisi olmak. Şimdi biz bu saygının arayışında olmamalıyız. Niteliksizleşmeyi kendi lehimize, emeğin lehine çevirecek bir araç var elimizde. Yani aslında tam tersine bu niteliksizleştirme, eğer bu emek kalemleri, iş kalemleri, emeğimizin parçalanıp ölçülür hale geldiği yerden düşünürsek; redaktörü, editörü, hani birçok birbirinden ayrı, daha önce bir meslek olarak tanımlanan ve hatta (Çözümlenemeyen kısımlar) Şimdi biz patronun açısından bakıp, hani biz yaptığımız işin niteliğini kabul ettirmeden sözleşmeyi nasıl kabul ettireceğiz diyoruz ama tersinden eskiden, hani deri işçisi örneğinde olduğu gibi bir statümüz zaten vardı, kaybettiğimiz bu. İşte bunu tersine çevirip, burada birleşme imkanı açığa çıkıyor. Tam anlatabildim mi bilmiyorum, oradan oraya atladım ama Son bir şey; eğer emek kalemlerinden oluşuyorsa bizim yaptığımız işler, bunları en insanca koşullara (Çözümlenemeyen kısımlar) Eğer verebilecekleri şey asgari ücretse, bir işçinin, bir editörün, bir redaktörün ne iş yapıyorsa, başına düşen -freelance de olsa- en azından o asgari ücreti denk getirecek şekilde bir sözleşmenin tartışmasını açmak, bunun somut yani yazılı halini değil ama ilkelerini bile belirlemek, belki böyle bir tartışmaya buradan bakmak, yani mesleğin statüsünü geri kazanmak için reaksiyoner bir mücadele değil, emeğin hakkını kuran bir mücadele; dolayısıyla yapılan işin niteliğini de artıracaktır ve her şeyi değiştirecektir. Ve bizi birleştiren bir tartışmayı başlatmak, yani bunu çok önemsiyorum. Ben de Plaza Eylem Platformu nun bir katılımcısıyım. Buradaki tartışma oradaki birçok örgütlenme tartışmasıyla da çok yönden denk düşüyor.