Doğukan Türkekul Akgün 21302032 TURK 102-1 Seda Uyanık Tarih: 25.09.2014 Başlık: Budapeşte Gezi Notlarım Budapeşte Gezi Notlarım Lise yıllarımdan beri arkadaşımla her yaz beraber tatile gitme planı yapar ancak hiç bunu hayata geçirmezdik. Üniversiteye başlamanın da getirdiği özgüvenle 2014 yazı için kesin bir karar verdik, yurt dışına gitmeliydik. Başta İtalya, Fransa gibi Avrupa başkentleri şehirlerine gitmeyi düşündüysek de mayıs ayında rotayı Viyana, Prag ve Budapeşte şehirlerini kapsayan yedi günlük bir tura çevirdik. Dürüst olmak gerekirse bu tura gitmemizin en büyük sebebi; diğer Avrupa şehirlerine oranla bu şehirlerin daha ucuz olmasıydı, Viyana için bu ne kadar doğru olur tartışılır. Kısacası Paris e gidip boş baguette (baget) yemektense, Orta Avrupa nın bu üç şehrini her yönüyle görmeyi tercih ettik. Açıkçası tatile çıkarken Viyana dışındaki şehirlerden pek fazla bir beklentimiz yoktu ancak yanıldığımızı Prag ve Budapeşte tatil boyunca defalarca yüzümüze vurdu. Gerek ucuz olmaları gerek de şehrin dört bir tarafına yayılmış gotik binalarından dolayı masalsı bir yapıya sahip olmaları bunun en büyük sebeplerinden oldu. Ancak şehri gezerken kullandığımız yöntemin farklılığından dolayı Budapeşte nin gözümde ayrı bir yeri var ve yazımın geri kalanında da orada edindiğim deneyim ve izlenimlerimden bahsedeceğim.
Gitmeden önce şehir hakkında bildiğimiz pek fazla şey yoktu; sadece Türk mafyasının şehirde çok etkin olduğunu, Viyana ve Prag a göre geceleri daha tehlikeli bir yer olduğunu duymuştuk. Ancak bunları; Prag da geçirdiğimiz her gece otele sabah saatlerinde dönüp, şehir turu boyunca uyuklamamıza bozulan tur rehberi, bizi korkutmak için söylemiş olabilir. Şehre turumuzun beşinci günü Prag dan kalkan otobüsümüzle ikindi saatlerinde giriş yaptık. Diğer şehirlere göre daha sıcak ve güneşli bir hava bizi karşılamıştı. İlk dikkatimizi çeken şey Tuna Nehri oldu. Şehri Buda ve Peşte olmak üzere iki yakaya bölen bu yeşil nehir bir efsaneye göre sadece âşıklara mavi olarak görünürmüş. Ancak kereste mizaçlı iki erkek olarak bu efsaneyi pek kale almamak bizim için kaçınılmaz oldu. Şehrin ismini aldığı Buda ve Peşte taraflarından biraz bahsetmek gerekirse; bizim favorimiz elbette şehir merkezinin getirdiği canlılığa ve hareketliliğe sahip olduğu için Peşte tarafıydı. Buda yakası ise şehirdeki tarihi yapıların çoğunu barındırıyordu fakat Peşte tarafına göre gözle görülebilir bir şekilde daha boştu. Bu terkedilmiş kasaba görüntüsünden dolayı Buda ya pek ısınamamışken sadece iki limonataya toplam yirmi avro vermek ise ağır bir şekilde içimize oturdu ve burayı sevmediğimize karar verdik. Not olarak iki limonatayı da benim ödediğimi ve bu yüzden Buda ya ayrı bir kin beslediğimi de eklemek isterim. Şehir turumuzun ilk gününde, ihtişamlı bir yapıya sahip olan Aziz István Katedrali nin etrafında güzel bir lokantada yemek yedikten sonra ana meydanda bulunan büyük bir dönme dolaba binmeye karar verdik. Dönme dolaba binerek ne kadar doğru bir iş yaptığımızı tepeye çıkınca anladık. Budapeşte nin en dikkat çekici özelliklerinden birisi aydınlatmalarıydı ve bunu yüksekten fark etmek manzarayı daha da güzelleştirmişti.
İşte bahsettiğim manzara Ardından biz de şehrin hemen hemen bütün gençlerinin yaptığı gibi içeceklerimizi alıp meydanda bulunan çimlere oturduk. Burası kalabalığıyla bir konser alanını andırıyordu. Hemen hemen herkesin alkol tükettiği bu ortamda; kimsenin olay çıkarmaması, hatta çimlerde çöp bile bırakmaması bizi gerçekten çok şaşırttı ve bu tarz bir meydanın kendi ülkemde de olmasını isterdim. Toplumumuzdaki el âlem görür baskısıyla ülkemizde böyle bir yer olma ihtimali neredeyse yok gibi; ancak en lüks mekânlarda bile alkolün etkisiyle olay çıkaranlar olduğu için, belki de bizim için böylesi daha iyidir. İkinci günümüzde turdan ayrılıp şehri kendimiz gezmeye karar verdik, bunun için şehir merkezine indik ve bisiklet kiraladık. Öncelikle Avrupa da bisiklet sürmek gerçekten çok farklı; çoğu yerde bisikletliler için ayrı bir yol var, bunun olmadığı yerlerde ise otomobil yollarında sürebiliyorsunuz ve bunun hiçbir sıkıntısı
olmuyor çünkü diğer sürücüler gerçekten bisikletlilere ayrı bir saygı duyuyorlar. Yine de taksicilere karşı dikkatli olmak gerektiğini de belirtmem gerekir. Adres sorduğumuz kebapçı abimizin önerisini dikkate alarak ilk olarak Buda Kalesi ne gittik. Kale şehrin en yüksek bölgesine konuşlandırılmış ve burada manzara gerçekten görülmeye değer. Ancak kalenin önünden limonata almanızı pek tavsiye etmiyorum çünkü o fiyata lüks bir lokantada yemek yiyebilirsiniz. Kalenin ardından Avrupa nın en büyük parlamento binası olma özelliğini bulunduran meclise gittik. Büyüklüğü gerçekten devasaydı, öyle ki binanın tam bir fotoğrafını ancak karşı adadan çekebildim. Buda Kalesi nden şehrin görünümü
Kadraja zar zor sığan parlamento binası Sonuç olarak biz tur boyunca tarih hakkında pek fazla bilgi edinmedik ve daha çok gezmek ve eğlenmek üzerine bir felsefeyle tatili yaşadık. Bu masalsı şehirlere gidecek olan gençlere birkaç tavsiye vermek gerekirse; akıllı telefonları sadece harita olarak kullanmalarını, genel olarak fotoğraf çekmektense anı yaşamayı, yani kısacası gençliğin kıymetini bilmeyi öneririm.