30 AĞUSTOS 1922 İŞGALDEN ZAFERE YÜREKLERİMİZİ DAĞLAYAN HAİN PUSU Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarının önderliğinde, yokluk ve yoksulluğa rağmen emperyalizme ve sömürgeciliğe karşı, milletimizin azmi, yüksek irade ve kahramanlığı ile kazanılan 30 Ağustos 1922 Başkomutanlık Meydan Muhaberesi, Samsun dan başlayan bağımsızlık ve özgürlük mücadelesinin zafere ulaştığı, vatan topraklarının işgalden kurtulduğu tarihtir. Milletimizin özgürlük ve bağımsızlık yolundaki inancını, iradesini ve kararlılığını bütün dünyaya gösterdiği bu zafer emperyalist güçlere ve işgalcilere karşı verilmiş büyük bir mücadeledir. Cumhuriyetimizin kuruluşuna giden yolun önemli aşamalarındandır. Dünya tarihinin en büyük askeri başarılarından biri olan ve sadece Türk Milletinin değil esaret altındaki diğer milletlerinde kaderini değiştiren bu büyük zafer ülkemizi, tarih sahnesinden silmek isteyenlere bir ders niteliğindedir. Bu büyük zaferin ardından kurulan laik ve demokratik Türkiye Cumhuriyeti evrensel değerleri benimseyen barışçı kimliği ile yurtta barış, dünyada barış anlayışını öne çıkaran bir devlet olarak dünyadaki yerini almıştır. olarak aziz milletimizin ve tüm meslektaşlarımızın 30 Ağustos Zafer Bayramını kutluyor, yalnızca Türk tarihinde değil Dünya tarihinde de önemli izler bırakan bugünü bize armağan eden, Gazi Mustafa Kemal Atatürk ü, silah arkadaşlarını, tüm şehitlerimizi rahmet ve şükran duygularıyla, gazilerimizi saygıyla anıyoruz. 17.08.2011 günü saat 09:00 da Hakkari-Çukurca Karayolunun 12. kilometresindeki Vali Erdoğan Gürbüz Çeşmesi yakınlarında askeri konvoyun geçişi sırasında teröristlerin anti tank mayınlarını patlatmaları ve sonrası meydana gelen çatışmada, 8 asker ve 1 korucu şehit olurken 15 askerimizde yaralanmıştır. Yüreklerimizi dağlayan hain terör saldırısını ve destek verenleri nefretle kınıyor ve lanetliyoruz. Vatani görevlerini yapmaktan başka hiçbir hedefi olmayan gencecik vatan evlatlarını pusuya düşürüp şehit eden katillerin en kısa zamanda hukuk önünde hesap verip cezalarını görmeleri en büyük dileğimizdir. Cinayet odağının gözü dönmüş canilerin asıl hedefi Ülkemizin birliğini ve bütünlüğünü bozmaktır. Ancak hukuk tanımazlar kural tanımazların buna güçleri yetmeyecektir. Bölücü terör, Türkiye nin gücünü zaafa uğratamayacak, birlik ve beraberlikteki kararlılık kültürünü zedeleyemeyecek ve ülke bütünlüğüne zarar veremeyecektir. Toplumsal mutabakat sağlanarak kararlılıkla atılacak adımlar ve alınacak önlemlerle, Ülkemizin birliğine ve bütünlüğüne kasteden bu terörün kökü kazınmalı tarihten silinmelidir. Terör belasının bir an evvel son bulması acıların dinmesi adına etkin ve sonuç alıcı tedbirler gecikmeksizin alınmalıdır. İnsanlık suçu olan, lanetlenen terörün demokratik rejimlerde yeri yoktur. Yüreklerimizi dağlayan hain saldırıda şehit olan askerlerimize Allah tan rahmet, aileleri yakınları ve Türk Milletine başsağlığı, yaralanan askerlerimize acil şifalar diliyoruz. 41
JFMO dan Ülkemizde 17 Ağustos 1999 saat 03:02 de meydana gelen, merkezi Kocaeli-Gölcük olan ve tüm Marmara Bölgesinde hissedilen Richter ölçeğine göre 7.4 büyüklüğündeki deprem, yaklaşık 30,000 insanımızın ölümüne, 24,000 insanımızın yaralanmasına, 324,000 konutun hasar görmesine ve 30 milyar dolar maddi kaybın meydana gelmesine neden olmuştur. 17 Ağustos 1999 hafızalarımızda büyük acılar ve çaresizlik duygusuyla anılan bir tarih olarak yer almıştır. Deprem sırasında ve sonrasında yaşananlar bir doğa olayının bir afete nasıl dönüştüğü çok acı bir şekilde görülmüştür. Geçen süreç içinde maddi kayıplar telafi edilse de kaybettiğimiz insanlarımızın acısını hala yüreğimizde yaşamaya devam ediyoruz. Deprem sonrasında yaşamları kararan insanların yaşadığı sosyal deprem ve umutsuzluğun bir daha yaşanmaması için olarak 11 yıl boyunca yaptığımız gibi kamuoyunu bilgilendirme ve yetkilileri uyarma görevimizi yapacağız. 42 Ağustos 2011 17 Ağustos 1999 Marmara Depreminin afete dönüşmesinin esas nedeni; mühendislik hizmeti görmemiş depreme dayanıksız yapı üretimi, bilimsel olmayan yer seçimi kararları, tasarımsız ve plansız kentleşmedir. Doğal, tarihsel ve kültürel zenginliklerden yana şanslı olan ülkemiz, afete dönüşebilen doğal kökenli olayların sık gözlendiği bir konumda bulunmaktadır. Doğal afetler içinde, meydana getirdiği can ve mal kaybı açısından depremlerin özel bir konumu vardır. Ülkemiz Yerkürenin en etkin ve yıkıcı deprem kuşaklarından birinin üzerinde bulunmaktadır. Topraklarının %93 ü, nüfusunun %95 i, sanayi kuruluşlarının %98 i, deprem bölgeleri içinde yer alan ve barajların %95 i bu tehlikeli hat üzerinde bulunan ülkemiz depremle iç içe yaşamaktadır. Depremler Yerkürenin doğal süreçleridir. Bu doğal sürecin oluşumu önlenemez ve engellenemez. Gerekli tedbirler alınarak can ve mal kayıpları azaltılabilir. Deprem öldürmez bina öldürür gerçeğini unutmadan doğanın bir gerçeği olan
JFMO dan depremlerin önlenemeyeceği bilinci ile, nerede, ne zaman kaç şiddetinde deprem olacağı değil, ne zaman kaç şiddetinde deprem meydana gelirse gelsin, ona dayanıklı yapılar üretebilmenin önündeki sorunları tartışıp çözüm önerilerini ortaya koymalıyız. Yeni yerleşim alanlarının belirlenmesinde, imar planına altlık teşkil eden jeolojik-jeofizik-jeoteknik etütler yapılmalı, parsel ve ada bazlı tüm yapılaşmalarda mühendislik hizmeti almayan hiçbir uygulamaya ruhsat verilmemelidir. Afet risklerinin azaltılmasında önemli bir rolü olan yerel yönetimler uygulama ve denetim görevlerini yerine getirmelidirler. 17 Ağustos 1999 depreminden bugüne 12 yıl geçti. Mevcut yapı stoku gerçekçi bir şekilde analiz edildi mi? Bunların ne kadarı deprem yönetmeliği mevzuat standartlarına uygun olduğu biliniyor mu? Güçlendirme, onarım veya yeniden inşa çalışmaları yeterli mi? Özellikle kamu kurumu binaları, okullar, hastaneler ve toplu yaşam alanları beklenen depremlere dayanıklı hale getirildi mi? Yapılanlara bakıldığında bugün Ülkemizin afetlere karşı güvenli olduğunu söylemek mümkün değildir. 2011 yılı içerisinde meydana gelen orta büyüklükteki Simav, Tekirdağ ve Elazığ Depremleri Türkiye nin depreme tam olarak hazır olmadığını göstermiştir. Deprem ve afetlerde zarar azaltmanın en önemli yolu zeminin dinamik fiziksel özelliklerinin ve yer altı yapısının bilinmesidir. Bu konuların tanımı jeofizik mühendisleri tarafından aletsel ölçülerle yapılmaktadır. Depremler arasındaki zemin davranışlarını, zeminlerdeki kayma dalgası hızlarını, zeminlerin hakim titreşim periyotlarını aletsel olarak ölçen ve inşaat mühendislerine depreme dayanıklı yapı yapabilmeleri için gerekli olan tüm fiziksel parametreleri veren sismoloji (deprem bilim) jeofizik mühendisliğinin bir alt dalı bir uzmanlık alanıdır. Buna rağmen jeofizik mühendisliğinin önemi yetkililer tarafından tam olarak anlaşılamadığından Yasa ve Yönetmeliklerde hak ettiği yer verilmemektedir. Gelişmiş ülkelerde jeofizik çalışmalar zemin araştırmalarında birinci öncelik sırasındadır. Yasa ve 43
Yönetmelikler tekrar gözden geçirilmeli meslek disiplinlerinin yetki ve sorumlulukları tam olarak tarif edilmelidir. 4708 sayılı Yapı Denetimi Kanunu nun yeniden ele alınması, ticarileştirilen yapı denetim modeli yerine, Meslek Odalarını sürecin içine alan modellerin benimsenmesi gerekmektedir. Yapı Denetimi içinde jeofizik mühendislerinin görevi zemin ve laboratuar deneyleri ile sınırlı olmamalıdır. Jeofizik Mühendisleri Yapı Denetim Kuruluşları ortağı olarak, zemin laboratuar deneyleri, jeoteknik etüt ve yapıda hasarsız jeofizik testlerle ilgili proje müellifi ve denetçisi olmalıdır. 17 Ağustos 1999 depreminde yaşanan acıların yaşanmaması için, Ulusal Deprem Stratejisi ve Eylem Planı hazırlanarak hayata geçirilmelidir. Deprem zararlarının azaltılması ve risklerin giderilmesi konusunda ülkemizde hala iyi işleyen bir afet yönetim sistemi kurulamamış, yerleşim ve yapılaşmanın etkin denetimi sağlanamamış ve deprem zararları ile ilgili olarak stratejik plan hazırlanmamıştır. Deprem zararlarını azaltmak için mühendislik çalışmalarının meslek disiplinleri arasında herhangi bir ayırım yapmadan bir bütünlük içinde uygulanması sağlanmalıdır. Deprem duyarlılığı geliştirilmeli ve bu duyarlılığa süreklilik kazandırılmalıdır. Deprem ve afetlerle ilgili yasal düzenlemeler yapılırken kamu yararı gözetilmelidir. Deprem öncesi, sırası ve sonrasında yapılacak çalışmalara ilişkin kamu yararı ve ülke çıkarını gözeten ulusal bir deprem politikası oluşturulmalıdır. Depremler kader değildir. Deprem öldürmez bina öldürür. Deprem hasar, zarar, can ve mal kayıplarının azaltılmasının tek yolu mühendis, mimar ve şehir plancılarının ortak katkı ve çalışmalarıyla depreme güvenli yerleşim alanları ve depreme dayanıklı yapılar tasarlamak ve üretmektir. Bir doğa olayı olan depremler önlenemez ancak alınacak tedbirlerle zararı azaltılabilir. 27 TEMMUZ 2011 KONYA-ILGIN DEPREMİ T.C Başbakanlık Afet ve Acil Durum Yönetimi Deprem Dairesi Başkanlığı ndan alınan verilere göre; 27.07.2011 günü yerin 17.79 km derinliğinde, merkez üssü Konya-Ilgın İlçesinde büyüklüğü M= 4.8 olan orta şiddette bir deprem meydana gelmiştir. Deprem sığ odaklı olup ( 4.8 km) can ve mal kaybı yaşanmamıştır. Ancak panik nedeniyle yaralanmalar olmuştur. 28.07.2011 tarihinde saat 7.28 de 2.90 büyüklüğünde artçı deprem meydana gelmiştir. Ilgın(Konya) bölgesi birinci derece deprem bölgesi içindedir. Depremin meydana geldiği Konya nın kuzeybatı kısmında Akşehir, Beyşehir ve Ilgın Fayları yer almaktadır. Bu faylar genel olarak aletsel dönemde orta büyüklükte depremleri nadirde olsa üretmişlerdir. Ilgın ve yakın çevresinde meydana gelen en önemli deprem, 21 Şubat 1946 tarihli Ilgın-Argıthanı (5.7 büyüklüğünde) Depremdir. Bu bölgedeki bu tür faylarda büyüklüğü 6.00 ya kadar olan depremlerin meydana gelmesi olağandır. Beklenen büyük depremlerin afet zararlarının azaltılması, depremlerin yıkıcı afetlere dönüşmemesi için mühendislik verilerine göre hareket edilmelidir. Jeofizik-Jeoteknik etütler yapılmadan yerleşim yerleri belirlenmemelidir. Depremden korunmanın en önemli yolu; yer seçiminde ve yapılaşmada zemin özelliklerini iyi tanımak ve zemin özelliklerine göre sağlam dayanıklı yapılar inşa etmektir. Depremde yaralanan vatandaşlarımıza acil şifalar diliyoruz. Saygılarımızla. Saygılarımızla. 44 Ağustos 2011
DEPREM KADER DEĞİLDİR, ÜLKEMİZDEKİ DEPREM GERÇEĞİNİ UNUTMAYALIM 19/05/2011 günü, saat 23:15`de M= 5.9 büyüklüğünde Kütahya-Simav merkezli bir deprem meydana gelmiştir. Depremin ardından büyüklükleri 2.2-4.8 arasında değişen artçı depremler meydana gelmektedir. Artçı deprem etkinliği azalarak sürmektedir. Deprem Kütahya-Simav da meydana gelmesine rağmen hissedilen yerlerde vatandaşlarımız geceyi sokakta geçirmişlerdir. 1999 yılında meydana gelen Kocaeli-Gölcük ve Düzce Depremlerinin üzerinde 12 yıl geçmesine rağmen vatandaşlarımızın yaşanan o travmayı atlatamadığı ve binalarına güvenemediği ortadadır. 13 Temmuz 2010 tarihinde Resmi Gazete de yayınlanan karar ile Yapı denetim uygulaması 01 Ocak 2011 tarihinde tüm Türkiye de uygulanmaya başlamıştır. Yapı denetim alanında yaşanılan süreç, yapı denetim alanını kamu denetiminden çıkararak, özel sektöre devretmiş, denetleyen ve denetlenen arasındaki ticari ilişki gerçek bir denetimi imkansız kılarken, yapı denetim alanı eskisinden daha da denetimsiz bir hale getirilmiştir. Türkiye gibi topraklarının yüzde 93 ünün aktif deprem kuşağı üzerinde bulunduğu ve nüfusunun yüzde 98 inin deprem riski altında yaşadığı bir ülkede, yapılacak iş açık ve nettir; -Kentleşme makro ve mikro planlama düzeyinde ele alınarak bölge planları yapılmalıdır. Yer seçim kararları yerinde yapılacak bilimsel çalışmalar sonucunda karara bağlanmalıdır. -Bilim ve teknolojinin gereklerini yerine getirilmeli, ranta dayalı planlama ile niteliksiz yapı üretimi anlayışı terk edilmelidir. -Gerek kentsel gerekse kırsal alanlarda yer seçimi, planlama ve yapılaşma karar süreçlerinde mühendislik, mimarlık ve şehir plancılığı hizmetleri etkin bir şekilde kullanılmalıdır. -Yapı Denetim sistemi ile afet ve imar hizmetleri ticarileştirilmemeli, böylesine önemli bir konu piyasaların ve özel işletmelerin kontrolüne terk edilmemelidir. Vatandaşı yurttaş olmaktan çıkarıp müşteri konumuna dönüştüren hizmet anlayışları terk edilmeli, sosyal devletin kamusal hizmet anlayışları egemen kılınmalıdır. -Stratejik deprem planını ivedilikle hazırlanmalıdır. -Ülkemizde zarar azaltmaya yönelik afet odaklı harcamalar bütçe dengelerini bozan bir gider kalemi olarak görülmemelidir. -Mevcut yapı stokları acilen incelenmeli, uygun olmayan zemin koşullarında ve niteliksiz yapılan yapılar tespit edilmelidir. Kentsel dönüşüm projelerine bu bölgelerde acilen vatandaşın sosyal ve kültürel durumu dikkate alınarak başlanılmalıdır. -Deprem ve diğer doğa olaylarına karşı toplumsal bilinç geliştirilmelidir. -İmar planlarına altlık teşkil eden jeolojik-jeofizikjeoteknik etütler yapılmadan yeni yerleşim alanları belirlenmemeli, parsel ve ada bazlı tüm yapılaşmalarda mühendislik hizmeti almayan hiçbir uygulamaya ruhsat verilmemelidir. Tüm belediyelerde Jeofizik çalışmaları yapılmamış zemin etüt raporları kabul edilmemelidir. Afet risklerinin azaltılmasında önemli bir rolü olan Yerel Yönetimler, Jeofizik Mühendisleri istihdam ederek uygulama ve denetim görevlerini yerine getirmelidirler. -1999 Depreminden sonra birtakım zorunlu düzenlemeler getirilmiş olsa da, binaların depreme karşı dayanıklı olarak inşa edildiklerini söylemek zordur. Bu konuda vatandaşı bilinçlendirmek, denetimleri sıkılaştırmak ve yaptırımlar uygulamak için Devlete büyük görevler düşmektedir. -Üniversiteler, TMMOB ve bağlı meslek odaları ve uygulamacı kamu kurumlarının birikimi dikkate alınarak deprem öncesi, deprem sırası ve deprem sonrasında yapılacak çalışmalara ilişkin bir deprem politikası oluşturulmalıdır. Depremler ülkemizin tektonik yapısının önlenemez sorunudur. Depremler kader değildir. Depremler önlenemez ancak alınacak tedbirlerle zararları azaltılabilir. Geçmişteki afetleri yaşamamak için başta deprem olmak üzere tüm afet sorunlarına kalıcı önlemler alınması doğrultusunda yetkilileri duyarlılığa davet ediyoruz. Hayatını kaybeden vatandaşlarımıza Allah tan rahmet, yaralı vatandaşlarımıza acil şifalar diliyor, tüm vatandaşlarımıza geçmiş olsun diyoruz. 45