DEVLET BAKANI SAYIN ALİ BABACAN IN EKONOMİ MUHABİRLERİ İLE SOHBET TOPLANTISI (ANKARA, 14 AĞUSTOS 2005)



Benzer belgeler
EKONOMİ POLİTİKALARI GENEL BAŞKAN YARDIMCILIĞI Eylül 2012, No: 39

EKREM DEMİRTAŞ İZMİR TİCARET ODASI YÖNETİM KURULU BAŞKANI

TÜRKONFED KOBİ PERSPEKTİFİ MAYIS 2016

6. Kamu Maliyesi. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası. Tablo 6.1. Merkezi Yönetim ve Genel Devlet Bütçe Dengesi (GSYİH'nin Yüzdesi Olarak)

HABER BÜLTENİ xx Sayı 17

HABER BÜLTENİ xx Sayı 16

TÜRK SANAYĠSĠNĠN KALBĠ TEKSTĠL VE HAZIR GĠYĠM SEKTÖRÜNDEKĠ GELĠġMELER

HABER BÜLTENİ xx Sayı 18

Özel sektör tasarrufları Hanehalkı Şirketler kesimi Kamu sektörü tasarrufları

Teknik Bülten. 15 Ağustos 2016 Pazartesi

Bu sunum, borç stoku ve borçlanma ile ilgili güncel bilgileri. kamuoyuna kapsamlı olarak sunmak amacıyla hazırlanmıştır.

HAZIRGİYİM VE KONFEKSİYON SEKTÖRÜNÜN 2014 HAZİRAN İHRACAT PERFORMANSI ÜZERİNE KISA DEĞERLENDİRME

2016 Ocak SEKTÖREL GÜVEN ENDEKSLERİ 25 Ocak 2016

TEPE TEPE_Mevsimsellikten Arındırılmamış Seri

İSTANBUL SANAYİ ODASI TÜRKİYE NİN İKİNCİ 500 BÜYÜK SANAYİ KURULUŞU-2015 ARAŞTIRMA SONUÇLARINI AÇIKLADI

RAKAMLARLA TÜRKİYE

HABER BÜLTENİ Sayı 66

Cinsiyet Eşitliği MALTA, PORTEKİZ VE TÜRKİYE DE İSTİHDAM ALANINDA CİNSİYET EŞİTLİĞİ İLE İLGİLİ GÖSTERGELER. Avrupa Birliği

EKONOMİ POLİTİKALARI GENEL BAŞKAN YARDIMCILIĞI Kasım 2013, No: 78

EKONOMİ POLİTİKALARI GENEL BAŞKAN YARDIMCILIĞI Eylül 2012, No: 40

Günlük Yorum. IŞIKFX Uluslararası Piyasalar Departmanı. Piyasalarda Bugün Ne Oldu? BRENT PETROL EURUSD ALTIN GBPUSD USDTRY

DEMİR ÇELİK SEKTÖRÜNDE 50 YILLIK GELİŞME ve GELECEĞE BAKIŞ. Necdet Utkanlar

SİGORTACILIK VE BİREYSEL EMEKLİLİK SEKTÖRLERİ 2010 YILI FAALİYET RAPORU YAYIMLANDI

Avrupa da UEA Üyesi Ülkelerin Mesken Elektrik Fiyatlarının Vergisel Açıdan İncelenmesi

Akaryakıt kaçakçılığına geçit yok

EKONOMİK GELİŞMELER Ekim 2012

TÜRK LİRASI ÖZEL SEKTÖR BORÇLANMA ARAÇLARI PİYASASI / 1. Çeyrek

Avrupa Konseyi. Avrupa Birliği Bakanlar Konseyi

İKTİSADİ GÖRÜNÜM VE PARA POLİTİKASI. 25 Mart 2016 Ankara

Alternatif Finansman Yöntemleri Semineri Deşifresi

EKONOMİ POLİTİKALARI GENEL BAŞKAN YARDIMCILIĞI Ekim 2012, No: 43

TÜTÜN ÜRÜNLERİ İMALATI SEKTÖRÜ

EKONOMİ POLİTİKALARI GENEL BAŞKAN YARDIMCILIĞI Temmuz 2013, No: 64

TÜRKİYE İŞVEREN SENDİKALARI KONFEDERASYONU AYLIK EKONOMİ BÜLTENİ

HABER BÜLTENİ xx Sayı 37 KONYA DA PERAKENDE SEKTÖRÜ, TÜRKİYE GENELİNDEN DAHA İYİ DURUMDA:

CEB. Bankası. Avrupa Konseyi Kalkınma Bankası

2013 Yılında Yabancıların Gayrimenkul Alımı Yüzde 15,7 Artarak 3,0 Milyar Dolar Oldu

EKONOMİK GELİŞMELER Eylül 2013

LİDERLİK TEKSTİL VE OTOMOTİVDE... Dr. Can Fuat GÜRLESEL

Fon Bülteni Ağustos Önce Sen

Günlük Bülten. Gedik Forex Günlük Bülten. Piyasa Gündemi. 30 Mayıs 2016 Pazartesi

Teknik Bülten. 30 Aralık 2015 Çarşamba

Vatandaş krediye hücumda, borç ise borçla kapatılıyor

Ekonomi Bülteni. 30 Mayıs 2016, Sayı: 22. Yurt Dışı Gelişmeler Yurt İçi Gelişmeler Finansal Göstergeler Haftalık Veri Akışı

Polonya 2014 Ekonomi Raporu :36:00

KATILIM EMEKLİLİK VE HAYAT A.Ş. ALTERNATİF ALTIN EMEKLİLİK YATIRIM FONU YILLIK RAPOR

Teknik Bülten. 28 Haziran 2016 Salı

MESLEK KOMİTELERİ ORTAK TOPLANTISI 11 Eylül 2015

Politika Faizi: %7,50 (Önceki: %7,50) Borçlanma Faizi: %7,25 (Önceki: %7,25) Marjinal Fonlama Faizi: 9,00% (Önceki: 9,50%)

Teknik Bülten. 18 Ağustos 2016 Perşembe. St. Louis Fed Başkanı James Bullard politika normalleştirmede yeni yaklaşımlara ihtiyaç duyulduğunu belirtti.

EKONOMİK GELİŞMELER Aralık 2015

FİBA EMEKLİLİK VE HAYAT A.Ş. GELİR AMAÇLI KAMU BORÇLANMA ARAÇLARI EMEKLİLİK YATIRIM FONU 6 AYLIK RAPOR

SABAH BÜLTENİ. Yeni Haftada Küresel Piyasalarda Neler Bekleniyor? 1 Ağustos 2016 Saat 08:30 arastirma@destekmenkul.com.tr

HİZMET TİCARETİ İSTATİSTİKLERİ PROJESİ. 21 Şubat 2013

TÜRKİYE İŞVEREN SENDİKALARI KONFEDERASYONU AYLIK EKONOMİ BÜLTENİ

ANKARA EMEKLİLİK A.Ş GELİR AMAÇLI HİSSE SENEDİ EMEKLİLİK YATIRIM FONU İKİNCİ 3 AYLIK RAPOR

İNŞAAT MALZEMELERİ SANAYİ ENDEKSLERİ SAYI-7 TEMMUZ 2015

Merkez Bankası Gecelik Borçlanma Faizi (%)

T.C. MERKEZ BANKASI PARA POLĐTĐKASI UYGULAMALARI OCAK 2002

SERMAYE PİYASALARININ GELİŞMESİ EKONOMİLERDEKİ KRİZLERİN BAŞ ETKENİ OLABİLİR Mİ?

Aralık. Günlük Araştırma Bülteni Gün Sonu RAPORU

Özet; 1) TL Opsiyonlarında Son Durum 2) Kur Normalleşiyor 3) Tarihlere Göre Kur Oynaklığı 4) Döviz Opsiyonlarını Kullanarak Kur Tahmini

BANKACILIK SEKTÖRÜ YÖNETİCİ KESİMİ BEKLENTİ ANKETİ

TÜRKİYE CUMHURİYET MERKEZ BANKASI

Günlük Yorum. IŞIKFX Uluslararası Piyasalar Departmanı. Piyasalarda Bugün Ne Oldu? GBPUSD EURUSD ALTIN USDTRY BRENT PETROL

Mart Ayı Enflasyon Gelişmeleri

ANKARA İLİ BASIM SEKTÖRÜ ELEMAN İHTİYACI

Sektör eşleştirmeleri

Plan ve Bütçe Sunumu. Erdem Başçı Başkan. 6 Aralık 2012

Mayıs. Haftaya Bakış Mayıs 2016

Haftaya Bakış MB faiz indirimi kararı ile Türkiye pozitif ayrıştı

TÜRK EKONOMİSİNDEKİ SON GELİŞMELER PARA POLİTİKASINA İLİŞKİN BEKLENTİLER GAZİ ERÇEL. BAŞKAN Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası

EKONOMİ BÜLTENİ MAYIS 2013 SAYI:52

BBH - Groupama Emeklilik Gruplara Yönelik Büyüme Amaçlı Hisse Senedi Emeklilik Yatırım Fonu

Temmuz. Günlük Araştırma Bülteni Sabah RAPORU

Haziran. Günlük Araştırma Bülteni Sabah RAPORU

Konya Hizmetler Sektörü Güven Endeksi geçen aya göre yükseldi:

BANK MELLAT Merkezi Tahran Türkiye Şubeleri 2009 YILI II. ARA DÖNEM FAALİYET RAPORU

ECZACILIK SEKTÖRÜ T.C. GÜMRÜK VE TİCARET BAKANLIĞI RİSK YÖNETİMİ VE KONTROL GENEL MÜDÜRLÜĞÜ EKONOMİK ANALİZ VE DEĞERLENDİRME DAİRESİ

Yurt içinde ise Konut Satış İstatistikleri ve TCMB Finansal Hizmetler Güven Endeksi rakamları açıklanacak.

Teknik Bülten. 09 Şubat 2016 Salı

Kurumsal Yönetim ve Kredi Derecelendirme Hizmetleri A.Ş.

LİTVANYA ÜLKE RAPORU

Yatırımlar büyürken istihdam küçülüyor

Türkiye Cumhuriyeti-Ekonomi Bakanlığı,

GÜNLÜK YATIRIM BÜLTENİ 20 Mart 2012

Kurumsal Yönetim ve Kredi Derecelendirme Hizmetleri A.Ş. Kurumsal Yönetim Derecelendirmesi

Nisan. Detaylı Enstrüman Analizi Brent Petrol

EKİM twitter.com/perspektifsa

Koruma Önleminin Uzatılmasına İlişkin Görüşlerimiz. 22 Kasım 2011

Uluslararası gelişmeler, Türkiye ekonomisi ve bankacılık sektörü. Kasım 2013

BANKACILIK SEKTÖRÜ YÖNETİCİ KESİMİ BEKLENTİ ANKETİ

Kurumsal Yönetim ve Kredi Derecelendirme Hizmetleri A.Ş. Kurumsal Yönetim Derecelendirmesi

TÇMB Yönetim Kurulu Başkanı Şefik Tüzün Basın Mensupları ile Buluştu. TÇMB Yönetim Kurulu Başkanı M.Şefik Tüzün'ün konuşması

DIŞ TİCARET BEKLENTİ ANKETİ ÇEYREĞİNE İLİŞKİN BEKLENTİLER

Türkiye Elektrik Piyasasının Geleceği Serbestleşen Bir Piyasa İçin Olası Gelecek Senaryoları

Bizim Öz Kaynağımız Öz Sermayemiz İnsan

Ekonomi Bülteni. 4 Temmuz 2016, Sayı: 27. Yurt Dışı Gelişmeler Yurt İçi Gelişmeler Finansal Göstergeler Makro Ekonomi ve Strateji. Haftalık Veri Akışı

TEB HOLDİNG A.Ş YILI 1. ARA DÖNEM KONSOLİDE FAALİYET RAPORU

BOTAV 2015 Turizm Değerlendirme Toplantısı

Transkript:

DEVLET BAKANI SAYIN ALİ BABACAN IN EKONOMİ MUHABİRLERİ İLE SOHBET TOPLANTISI (ANKARA, 14 AĞUSTOS 2005) Sizlerle böyle bir ortamda beraber olmak gerçekten güzel. Bugün önemli bir gün. Aslında planlamadık ama öyle denk geldi. Bugünün bir özelliği var, o da partimizin kuruluşunun tam 4. yıldönümü. Toplantıyı bu vesile ile yapmıyoruz ama belki Türkiye nin dört sene önceki durumuyla bugünü şöyle bir göz önüne getirecek olursak ne kadar önemli mesafeler kaydettiğimiz konusunu vurgulamaya değer diye düşünüyorum. Üç yıla yakın bir zamandır Hükümetimiz pek çok konuda, iç politikada, dış politikada, ekonomide çok önemli başarılara imza atmış ve bundan üç-dört sene önce belki kesinlikle tahmin edilmesi zor bir noktaya ulaşmış durumda. Ben şöyle çok kısa kısa bazı başlıklara değinip geçeceğim, ama daha çok sizin ilgilendiğiniz, merak ettiğiniz konular varsa o konulara ağırlık vermeyi herhalde siz de daha çok tercih edersiniz diye düşünüyorum. Bugün öyle bir konu kısıtlaması olmadan sohbet yapacağız ki biliyorsunuz basın toplantılarında konulara sınır getiriyoruz. Ama burada böyle bir kısıtlama yok. İstediğiniz konuda konuşabiliriz. Avrupa Birliği, makroekonomik konular ya da bağlı kuruluşlar, Merkez Bankası, Ziraat, Halk, hangi konuda merak ettiğiniz sorular varsa, o konularda rahat rahat görüşübiliriz. Tabi rahat rahat derken Pazar günü de çok fazla vaktinizi almak istemiyorum, öğleden sonra başka toplantılarınız veya aile programlarınız olabilir. Onun için de mümkün olduğu kadar kısa zamanda toparlarsak iyi olur. Ekonomimizdeki gelişmeleri şöyle kısaca özetleyecek olursak, herhalde bu süre içerisinde Türkiye nin en kronik ekonomik sorunu haline gelen ve adeta bir nesildir çözülemeyen enflasyon sorununun hızla çözüm yoluna girdiğini belki söyleyebiliriz. Ekonomideki gelişmelerden bahsedilirken ön sıralarda enflasyonu saymak lazım. Burada çözüm yoluna girdi ifadesini özellikle kullanıyorum çünkü daha enflasyon konusunda almamız gereken epeyce mesafe var. Enflasyonun nereden nereye geldiğine bakacak olursak, gelişmeler gerçekten çok sevindirici ama halâ Avrupa da, bölgemizde enflasyon oranı yüksek olan ülkelerden birisiyiz. Hatta dünyada enflasyonu en yüksek ülkeler arasındayız. Bunu da hiç unutmamamız gerekiyor. Enflasyondaki bu düşüş ve enflasyondaki öngörülebilirlikteki artışa paralel olarak da faiz hadlerindeki düşüşü gerçekleştirmiş olduk. Seçimlerden önceki son Hazine ihalesinde yüzde 66 olan bileşik faiz bugünlerde en çok işlem gören kağıtlarımıza baktığımızda yüzde 16 ya geriledi. Büyüme gerçekten 2003 yılında, 2004 yılında tahminlerin de üzerinde bir performans gösterdi ve özellikle özel sektör odaklı bir büyüme olması, verimlilik artışına dayanan bir büyüme olması büyümenin niteliği açısından yine son derece olumlu bir gelişme. 1

Borç yükünün, yani borçların GSMH ya oranında da hızlı bir düşüş söz konusu. Bütçe açığımızın GSMH ya oranında da yine hızlı bir düşüş söz konusu. Bu Maastricht tanımlı bütçe açığımızın, bu sene yüzde 5 in, gelecek sene de yüzde 3 ün altında olacağını öngörüyoruz. Ve bu 2006 gibi çok kısa bir zaman içerisinde Türkiye nin Maastricht kriterini yakalayacağını gösteriyor. Yine borcumuzun GSMH ya oranı net borç stoğunun 2001 in sonunda yüzde 90.5 ken, 2004 ün sonunda 63.5 e düşmüş durumda. Yine endeks 2007 yılında, 2006 da olabilir ama ben ihtiyatlı konuşuyorum, 2007 yılında borç stoğunun Maastricht kriterleri ni yakalayacak bir oranı yakalayacak seviyelere ineceğini kuvvetle tahmin ediyorum. Turizmdeki gelişmeler, ihracattaki gelişmeler malumunuz. Türkiye hem siyasi alanda, hem makroekonomik alanda istikrarı yakaladığı ölçüde, turizm rakamlarında da, yani Türkiye yi ziyaret eden kişi sayısında da ve turizm gelirlerinde de gerçekten çok olumlu gelişmeler söz konusu. 2001 yılındaki ihracat rakamımızın aşağı yukarı 2 misline ulaştık 2004 yılında. Bu rakam, ithalatı da katarsak yani toplam Türkiye nin dış ticaretine bakacak olursak toplam ticaret hacmimiz GSMH mızın yüzde 50 sini geçti. Bu Türk ekonomisinin artık ne kadar dışa açık bir ekonomi haline geldiğinin de çok önemli bir göstergesi. Bu oranlar en gelişmiş ülkelerin ekonomilerine de baksanız yüzde 50 nin altındadır çoğu ülkede. Belki istisnalar olabilir ama çoğu gelişmiş ülkede de yüzde 50 nin altındadır. Türkiye ekonomisi kendi büyüklüğüne göre çok daha yüksek ithalat-ihracat, dış ticaret potansiyeline ulaşmış durumda. Özellikle geçen seneden itibaren başlayan ve bu sene hızlanan doğrudan yabancı yatırımlar da yine ekonomimizdeki olumlu gelişmelerden bir tanesidir. Doğrudan yabancı sermayenin girdiği ülkeye, özellikle Türkiye gibi zor bir dönemden çıkan bir ülkeye bakacak olursak, genelde en son gelen sermayedir. Çünkü uzun vadeli istikrardan emin olmak ister bu sermaye. Ülkenin önümüzdeki 10 senesinden 20 senesinden emin olmadıkça kolay kolay girmez. İşte bu doğrudan yabancı sermayenin de 2004-2005 yılında hızla artıyor olması yine ülkemizdeki istikrar ortamının çok somut göstergelerinden bir tanesi. Yine bu süre içerisinde çok önemli bir konumuz da Yeni Liraya geçişimiz oldu. Pek çok kişinin yapılamaz, becerilemez, Türkiye de bunu kimse kolay kolay çözemez dediği önemli bir reform olan para reformunu da gerçekleştirmiş olduk. Yeni Türk Lirası artık adeta sanki yıllardır kullanıyormuşuz gibi günlük hayatın çok doğal bir parçası oldu. Çabuk alıştık açıkçası. Bu süre içerisinde yatırım ortamını iyileştirmeye yönelik de pek çok adım attık. Türkiye de artık üç gün gibi çok kısa bir sürede şirket kurmak mümkün. Yabancı kuruluşlar bile isterlerse aynı süre içerisinde, çok kısa bir süre içerisinde, şirket kurup iş yapmaya başlayabiliyorlar. Türkiye nin uzun vadedeki başarısı mutlaka açık bir toplum ve açık bir ekonomi olmaktan geçiyor. Biz ne kadar dünyayla entegre, dünya ekonomisinin çok iyi işleyen bir parçası, ülkesi haline gelebilirsek ufkumuzu da o kadar net ve açık görebiliriz. 2

Kısaca değindiğim konulara daha sonra daha detaylı da girebiliriz arzu ederseniz ama ben belki son olarak şunu da özellikle vurgulamak istiyorum ki; bu üç yıla yakın süre içerisinde elde ettiğimiz başarıların arkasındaki en önemli faktör nedir? Bazen bana soruyorlar, bu işin reçetesi nedir diye. Tek kelimeyle özetlemek gerekirse: Güven... Bu hem kendimize güven, hem de Türk toplumunun, halkımızın, iş dünyasının, piyasaların, Türkiye nin geleceğine duyduğu güven, Hükümetimize duyduğu güven. Özellikle ekonomi politikalarıyla ilgili açıklık, şeffaflık, öngörülebilirlik gerçekten büyük önem taşıyor. Tutarlı olmak, politikalardaki süreklilik, bunlar çok temel ilkeler. Tutarlılık, öngörülebilirlik, süreklilik, şeffaflık bunlar gerçekten çok çok temel ilkeler. Biz bundan tam 4 yıl önce, 14 Ağustos 2001 de Partimizi kurduğumuz zaman bir parti programı açıkladık. Burada çok detaylı bir ekonomi bölümü vardı program içerisinde. Daha sonra seçimlere yaklaşırken bir seçim beyannamesi açıkladık. Yine burada da çok detaylı politikalar ilan edildi. Buradaki politikiları aktif bir şekilde tanıtmak amacıyla hem Türkiye de hem yurtdışında tanıtım programları yaptık, sunuşlar yaptık. Ve seçimlerden sonra uygulayacağımız ekonomi politikaları hakkında çok geniş çevrelere çok detaylı bilgiler verdik. Bugün seçimlerden önce ilan ettiğimiz programa ve politikalara bakacak olursanız, birde bu üç yıla yakın süre içinde neler yaptık diye bakacak olursanız fazla bir fark görmeyeceksiniz. Ne söz verdiysek onu yaptık. Yapacağız dediklerimizi yaptık, yapmayacağız dediklerimizi yapmadık. Bu çok temel bir ilke. Belki Türkiye de çok sık gözardı edilen bir ilke ama ekonomi politikalarının temelindeki bu güven faktörünün oluşmasındaki en önemli ilkelerdendir. Evet benim şimdilik söylemek istediklerim bu kadar. Bu konularla veya başka konularla ilgili sormak istedikleriniz varsa alabilirim... Soru: Açık toplum tarifiniz nedir? Reel faizler ve cari açık en yüksek sorun, kur farkı bu noktada tehlike oluşturuyor mu...? Öncelikle birinci sorunuzla ilgili artık biliyorsunuz, dünya için global köy kavramını kullanıyorlar, dünya çok küçüldü ve insanların birbirlerine çok kolay ulaştığı, görüştüğü, birbirini daha rahat tanıdığı ve özellikle iletişim teknolojisindeki gelişmelerle haberlerin çok hızlı yayıldığı, dünyada olup bitenlerin çok hızlı duyulduğu, internet dönemiyle beraber de artık sansürlerin ve bir şeyi herhangi bir şekilde kapatmanın zor olduğu bir döneme girdi Türkiye. Şimdi bizim Türkiye için öngördüğümüz ortam öncelikle her alandaki özgürlüklerin, insan haklarının, doyasıya yaşandığı bir ortam. Özgürlükler derken bunun çerçevesini çok çok geniş kastediyorum. İletişim özgürlüğü, seyahat özgürlüğü, haber alma özgürlüğü, düşünce özgürlüğü, ifade özgürlüğü vs. Artık Türkiye nin geldiği bu noktadan sonra, bahsettiğim özgürlükler konusunda, insan hakları konusunda bundan daha da ileriye doğru hızla gitmesi gerekiyor. Tabuların yıkıldığı, gerçek anlamda 3

gelişmiş ülkelerdeki toplumların yaşadığı özgürlükleri, insan haklarını bizim insanımızın da yaşadığı bir Türkiye den bahsediyorum. Bunun doğal sonucu olarak da çok iyi işleyen, sıhhatli işleyen bir demokratik yapıdan bahsediyorum. Gerçekten Türkiye nin demokrasi konusundaki kazanımları çok büyük değerler bizim için şu anda. Özellikle AB süreciyle beraber son yıllarda yapmış olduğumuz demokratik reformlar değeri ölçülemeyecek derecede önemli bizim için. Daha da ileri götürmemiz gerekiyor bunu. Özellikle uygulama konusunda tam ideal bir noktada olmadığımızın da farkındayım. Yani bir Kopenhag Siyasi Kriterleri için belki pek çok önemli reformlar yaptık, pek çok alanda önemli ilerlemeler sağladık ama uygulama konusunda çıkartmış olduğumuz yasaların, yapmış olduğumuz düzenlemelerin tam olarak uygulandığını söylemek herhalde şu an için çok doğru değil, ama bir yandan da bu değişimleri mutlaka, bir bakıma zihinsel değişim gerektirdiği, insanların düşünce yapısının değiştirmesi gerektiği, toplumumuzun bu yeni ortama uyum sağlamakla ilgili kültürel bir değişime de ayak uydurması aynı zamanda büyük önem taşıyor. Dolayısıyla da uygulama noktasında eksiklerimiz var diyorum ama bunların da zaman alacağı çok doğal bir konu çünkü hiçbir ülkede bu tür reformların uygulaması akşamdan sabaha olmaz. İnsanların yeni ortama ayak uydurması değişimin tabiatı gereği zaman alabilir. Önemli olan bu değişimin arkasındaki siyasi iradedir, toplumsal destektir. Bizim yaptığımız reformlarla ilgili özellikle AB süreciyle ilgili anketlerde şunu gözlemliyoruz: Mesela bundan 4-5 sene önce bu değişim, dönüşüm ve bu Avrupa Birliği süreci ne kazandıracak diye insanlarımıza sorduğumuzda, daha çok cevap olarak ekonomik konuları söylüyorlardı. Yani AB ye Türkiye üye olursa bu değişim sürecinden geçerse, bu daha çok gelir, daha iyi bir müreffeh ortam şeklinde bize dönecek diyordu halkımız. Fakat bu günlerde aynı soruyu sorduğumuzda daha farklı cevaplar alıyoruz. Ekonomik konuların yanında, belki onlarla aynı ağırlıkta, artık diyor ki; AB yi istiyoruz, çünkü Türkiye nin uzun vadeli istikrarı için önemlidir. AB yi istiyoruz, çünkü Türkiye de insan hakları, özgürlükler için AB önemli bir çerçeve oluşturacaktır. Hukukun üstünlüğü ilkesinin Türkiye de tam olarak uygulanması için bu süreç önemlidir diyor. Halkımız diyor bunu. Dolayısıyla AB konusunda 4-5 sene öncesine göre çok daha bilinçli bir destek görüyoruz ve biz bunu açıkçası çok önemsiyoruz. Öte yandan Türkiye yle ilgili yine açık toplumdan hareket ederek bazı rakamları ben özellikle yurtdışındaki muhataplarımıza bahsettiğimde gerçekten şaşırıyorlar. En son RTÜK ten aldığım verilere göre Türkiye deki televizyon kanalı sayısı 256, bunların içerisinde ulusal yayın yapan ve yerel yayın yapan kanallar var. 1.100 tane radyo istasyonu var ve bunların TRT hariç tamamı özel. Bu rakamları verdiğimizde gerçekten Türkiye deki hem özel sektörün, yalnız bir kaç ay oldu ben bu rakamları bir önceki Başkan dan, Fatih Bey den almıştım bu rakamları. Belki bugün baksak bir kaç tane artı eksi değişiklik olabilir. Şimdi Türkiye deki hem özel sektörün dinamizmi, hem de Türkiye de özgürlüklerin hangi noktaya gittiği konusunda bu rakamlar çok önemli ipuçları veriyor. Gerçekten çok canlı ve 4

dinamik bir yapıya sahibiz. Bu dinamizm açıkça söylüyorum, AB ülkelerinin pek çoğunda hızla kayboluyor. Ciddi ekonomik ve sosyal sorunlarla karşı karşıya kalıyor bazı ülkeler. Ve bu da kendi içlerinden ciddi sıkıntılara ve önemli değişim ihtiyacına sebep oluyor. İkinci sorunuza gelince, tabi ekonomiyle ilgili çok genel bir soru, onun için biraz uzun cevap vermem gerekecek, ama zaten diğer arkadaşların pek çoğunun merak ettiği konular bunlar, onun için bunlara da açıklık getirmeyi isterim. Şimdi Türkiye ekonomisinin bugünkü durumuna bakacak olursak ben çok açık açık ifade etmek istiyorum; tarihindeki hiç bir dönemle mukayese edilemeyecek kadar sağlam bir yapıya sahip şu anda Türkiye ekonomisi. Şöyle bir dünyadaki genel konjonktüre, içinden geçmiş olduğumuz dönemlere bakacak olursak ve bugün Türkiye ekonomisinin nerede olduğuna bakacak olursak belki içinde bulunduğumuz durumun değerini anlamak daha mümkün olacak. Dünyada son üç dört yıldır çok önemli gelişmeler oldu ve bu gelişmelerin pek çoğu da bizi doğrudan ilgilendiren hemen yanıbaşımızdaki coğrafyada yaşanıyor. Özellikle 11 Eylül den sonra dünya terörizmin artık global boyutlara ulaştığı farklı bir radara girdi. Hemen yanıbaşımızda bir Irak savaşı yaşanıyor. Eskiden emniyetli olarak görülen petrol üreten ülkeler, ki bunlar büyük petrol rezervine sahip olan ülkeler, bunlarla ilgili çok ciddi riskler ortaya çıkmaya başladı. Ve bu artan talebin de etkisiyle ama daha çok arz kaynaklı bir problem. Petrol fiyatlarının aşağı yukarı, şu anda grafik önümde, mayıs 2003 teki fiyat 23 dolar civarında, şimdi nerdeyse bunun üç misline yakın bir rakam görüyoruz. Petrol fiyatının artışının önemli sebepleri hep bizim yanıbaşımızdaki coğrafyada. Amerikan Merkez Bankası nın faizleri düzenli bir şekilde arttırdığı bir dönemden geçiyoruz. Yüzde 1 den başladı, birkaç gün önce yüzde 3.5 e çıktı. Genelde dünyada faiz piyasasının arttığı bir dönemden geçiyoruz. Tabi bu örnekleri çoğaltmak mümkün. Ancak tüm bu olumsuzluklara rağmen Türkiye ekonomisi tarihindeki yaşadığı en derin krizden çok kısa bir zaman içinde çıktı. Artık Türkiye ekonomisine bakarken normalleşen bir ekonomi olarak değerlendirmemiz gerekiyor. Artık o dönemler çok şükür geride kaldı. Ve artık Türk ekonomisini normal şartlar altında değerlendirmemiz gerekiyor. Öte yandan şunu da göz önünde bulundurmamız lazım ki, Türk Ekonomisi 17 Aralık tarihinden itibaren yepyeni bir döneme girdi. Artık bu dönem Türkiye nin AB konusundaki şimdiye kadarki göstermiş olduğu çabaların çok daha somut neticelere ulaştığı ve özellikle siyasi kriterler ve demokratik reformlar açısından Türkiye nin Avrupa standartlarını ve şartlarını yerine getirmiş bir ülke olduğunu teyit etti 17 Aralık. Bu çok önemli. Yani müzakere sürecine gireceğiz, önemli değişimler yapılacak ama bundan öte 17 Aralık ta Türkiye ile ilgili çıkan bu kararın verdiği en önemli sinyal Türkiye nin artık bu demokratikleşme konusunda Avrupa kriterlerini yakalamış, en azından kritik eşik dedikleri noktayı geçmiş. Her şeyiyle mükemmel konumda diyemiyoruz şu an ama kritik eşiği geçmiş ve geçtiği için de yeni bir sürece başlamaya hak kazanmış bir ülke Türkiye. 17 Aralık tan sonra Türkiye nin ekonomik yapısını bundan önceki dönemlerle de hiç mukayese etmememiz gerekiyor. 5

Bundan önceki dönem ve içinde bulunduğumuz dönem apayrı durumlar, apayrı ortam. Türkiye ekonomisini artık neyle mukayese etmek gerekiyor? Mesela yeni üye olan ülkelerin geçmiş olduğu değişim sürecine bakmamız gerekiyor ya da Bulgaristan ve Romanya gibi üyelik noktasına oldukça yaklaşmış ülkelerin geçirdiği değişim ve dönüşüme bakmamız gerekiyor. Ben artık Türkiye ekonomisine kendi tarihi ve geçmişiyle değil, Türkiye nin geçecek olduğu dönemden geçmiş olan ülkelerle mukayese edip o ülkelerde neler yaşanmış, neler olmuş ve Türkiye de de neleri beklemeliyiz? Böyle bakmamız gerekiyor konuya. Ahmet Bey in sormuş olduğu bir cari açık konusu, bir kur konusu... Reel faiz ve sanayileşme ile ilgili yorumlarına çok katılamıyorum, ama cari açığın yükseldiği, Türk Lirası nın değer kazandığı bir gerçektir. Reel faizlerin şu andaki durumun yüksek olduğu da doğru ama nereden geldiğimize de bakacak olursak düşüş de gerçekten çok çok keskin. Bakın Kasım 2002 seçimlerinden önceki son Hazine ihalesindeki nominal faiz yüzde 66, o günkü enflasyon beklentisiyle reel faizi hesap edin: Reel faiz yüzde 34. Bugün geldiğimiz noktada artık reel faizin yüzde 10 un altında olduğunu görüyoruz. Küçük dalganmalar oluyor. 8 ile 10 arasında gidip geliyor. Tabi bu halâ kendi başına yüksek bir rakam. Ama bunun daha zaman içinde tedrici olarak düşeceğini de sadece biz değil herkes bekliyor. Eğer Türkiye de uzun vadeli faizler kısa vadeli faizlere göre, Hazine faizlerinden bahsediyorum, daha düşük ise ya da bankalar uzun vadeli kredilerde çok düşük faizle tüketici kredisi kullandırabiliyorsa bu gelecekte faizin düşeceğine yönelik herkesin ortak beklentisinin bir bakıma yansımasıdır. Cari denge ve kur konusuna gelince; Türkiye gibi zor bir dönemden çıkan, Türkiye gibi gelişmekte olan bir ülkede yerel para biriminin yani Türk Lirası nın, uzun vadede belli ölçülerde değer kazanması doğal bir sonuç. Bakın bunu İkinci Dünya Savaşı ndan sonra Almanya ve Japonya yaşamış. Kore hızlı büyüme ve atak döneminde bunu yaşamış. Yeni üye olan on ülkenin pek çoğunda yine buna benzer gelişmeler görüyoruz. Bizim serbest kur rejimimiz var, kur dalgalanıyor ama uzun vadede Türk Lirasının işler iyiye gittiği sürece, Türkiye de ekonomik yapı düzeldiği süreç içerisinde Türk lirasının da belli oranlarda değer kazanması doğal bir sonuç. Buna şaşırmamak gerekiyor. Ben bunu bugün söylemiyorum. Bundan iki sene önce, 2003, işte bu Irak Savaşı ndan hemen sonraki dönemde de uzun vadede böyle olacağını, bunun kaçınılmaz olduğunu da açık açık ifade etmiştim. Tabi burada bunun hızı ve büyüklüğü önemli. Türk Lirası nın değer kazanmasının boyutları ve hızı. Buna dikkat etmek zorundayız. Öte yandan cari dengeye bakacak olursak yine AB ye üye olan 10 ülkeden, özellikle ekonomik yapıları büyük olan, Polonya, Çek Cumhuriyeti, Slovakya, Macaristan... bunlar hem nüfus olarak hem ekonomik yapı olarak büyük olanlar. Bu saydığımız dört ülkeye bakacak olursak, bu dört ülke müzakere süreci boyunca arka arkaya 8-10 yıl yüzde 5.5, 6, 6.5 gibi, dört ülkenin ortalamasından bahsediyorum, cari açık vermiş ülkeler. Niye diyecek olursanız, bu ülkeler gelişirken, büyürken bu ülkelere mutlaka yatırım ürünleri girecek, yatırım ürünleri ithal edecek, Türkiye de yapıyor bunu. 6

Türkiye ye geçen yıl 17.5 milyar dolarlık yatırım ürünü ithal edildi. Cari açığımız 15.5, yatırım ürünleri ithalatı 17,5. Bunun yarısı kadar yatırım ürünü ithal edilseydi kimse sormayacaktı. Niye yatırım ürünü aktif hale getiriliyor, sekiz dokuz milyar da fena değil yani, o kadarlık yatırım ithalatı yok ama cari açığımız da bir o kadar azalacak. Kimse de bugün cari açığı konuşuyor olmayacaktı. Bir de bu yılki rakamlara bakacak olursak ilk altı aya, ilk altı aydaki cari açığımız 13.7 milyar dolar yine aynı dönemdeki yatırım ürünü ithalatımız 9.3 milyar dolar. Yatırım ürünleri ithalatında geçen senenin aynı dönemine göre yüzde 13.5 luk bir artış var. Şimdi buna mutlaka dikkat etmek gerekiyor. Cari açık nereden kaynaklanıyor? Öte yandan tüketim ürünlerine bakıyorum, artış sadece yüzde 2.7. İlk altı ayda tüketim ürünleri oranında artış sadece yüzde 2.7. Yine bir başka önemli konu cari dengemizle ilgili: Finansman... Şimdi bu cari dengemizin finansman kalemine bakacak olursak, yine altı aylık dönemde 14.4 milyar dolarlık bir finansman görüyoruz. Bunun 8.3 milyar doları bankacılık dışı özel kesimler geliri. Öte yandan yine aynı dönemde de 6 milyar dolarlık bir net hata noksan var. Yani neredeyse cari açığın yarısı kadar net hata noksan artı yönde çalışıyor, yani cari açığı azaltacak yönde çalışıyor. Yine aynı dönemde de rezervler 6.7 milyar dolar artmış. Yani cari açık bir yandan var ama bu cari açık fazlasıyla finanse ediliyor, hatta ve hatta finansman artışı sebebi ile mesela net hata noksandan gelen finansman da, net hata noksanın içinde finansman olabilir cari hareket olabilir, orası büyük bir yalan. Bununla beraber rezervlerde de 6.7 milyar dolarlık artış var. Şimdi kur serbest piyasası oluşuyor, ancak aşırı hareketlenme olduğunda Merkez Bankası aşırı oynaklık müdahalesi yapıyor. Yani bu aşırı oynaklık müdahaleleri dışında tamamen serbest piyasada oluşan bir kur. Net hata noksan dediğimiz rakam 6 milyar dolar, çünkü bizim şu andaki veri toplama sistemimizde bunlar yakalanamıyor. Bu 6 milyar dolarlık artının nereden geldiği yakalanamıyor ve hesap sonunda işte buna net hata noksan deniyor. Tabii bu büyük bir rakam. 14.4 milyar dolar cari açık. Kimisi diyor bunun ağırlığı zaten cari hareketlilikte bir kayıt dışı ihracat vardır bazı ülkelere, şimdi adını vermek doğru olmaz. Biz bunu piyasadan da duyuyoruz, dolayısıyla bu eğer ihracatsa ağırlıklı olarak o zaman endişe etmeye gerek yok çünkü bu net hata noksan rakamı kadar cari dengemiz daha az oluyor. Kimileri diyor bu işte sermaye hareketi olabilir diyor, farklı yorumlar var. Ama biz bunun üzerine eğiliyoruz. Devlet İstatistik Enstitümüz, Merkez Bankamız bu net hata noksanın detaylarını bu rakamlar açıklandıktan sonra her iki başkanı da aradım biraz daha eğilecekler ve bu ay sonunda bu istatistik toplama değerlendirme konularına biraz böyle artık eğilmemiz gerekecek. Çünkü sadece Haziran ayına baktığımızda cari işlemlerimiz 2.3 milyar dolar açık verirken net hata noksandan artı 2.7 milyardayız. Cari açıktan daha büyük bir net hata noksan var. Şimdi burada ne olduğunu biraz daha derinlemesine analiz etmemiz, veri toplama metodlarını bir gözden geçirmemiz gerekiyor. Şimdi tabii bunu söylerken yani aslında Türkiyenin cari açığı çok daha düşüktür demek de istemiyorum. Burada bir yanlış anlaşılma olmasın. Belki ağırlık sermaye hareketindendir bu net hata 7

noksan, cari açık yine 13.7 milyar dolar, yani buna bakmak gerekiyor dediğim gibi. Ama toplamda bakacak olursak, toplamda ödemeler dengesinin tümü neyi ifade ediyor? Türkiye ye giren döviz ne, çıkan döviz ne, Türkiye içerisindeki döviz stoğu artıyor mu, azalıyor mu? Sonuçta ödemeler dengesinin tümünü basit bir yaklaşımla ele alacak olursak bu neticeleniyor. Yani ödemeler dengesinin tümünde Türkiye de bir döviz bolluğu varsa, Türkiye de döviz satan çok, alan az ise her serbest piyasa dengesinde oluşan fiyat gibi kurda dövizin fiyatının aşağı inmesi gayet doğal. Bizim aşağı yukarı Irak Savaşı nın bittiği Mart 2003 ten bu yana yaşadığımız bu. Türkiye özellikle değindiğim gibi gelişmekte olan, Türkiye nin yaşadığı değişimi yaşamış olan bütün ülkelerdeki ortak karakteristik değişimlerdir bunlar. Şimdi cari açığa dediğim gibi oradan bir, yani bu net hata noksanı biraz daha detaylı irdelememiz gerekecek. Bir başka önemli konu da hep bu 2001 ile mukayese ediliyor, 2001 de de işte cari açık yüksekti sonu şöyle oldu falan diye. Şimdi, bu dönemler arasında farklar var, öncelikle bugün serbest kur rejimi var Türkiye de. Peki serbest kur rejimi çalışırken hızlı giriş ve hızlı çıkışın önündeki en önemli frenleme sistemi zaten bu kur mekanizması. Bakın ne zaman hızlı bir çıkış olsa hemen kurda hareketlenme görüyoruz. Perşembe-Cuma günü bir miktar çıkış oldu hemen kurdaki bir iki gün içerisindeki hareketi görüyoruz. Ve bu durumlarda Merkez Bankamız da açık açık söylüyor ki; bu durumlarda biz, hızlı çıkış sebebiyle olabilecek kur hareketlerine müdahele etmeyiz, rezervlerimizi bu akışta kullanmayız diyor Merkez Bankası, bunu açık açık ifade ediyor. Bu gayet doğru bir yaklaşım. Şimdi öncelikle bu var, 2001 de böyle bir şey yoktu. Çünkü sermaye hareketinin önünde frenleyecek hiçbir sistem yoktu. Ne bir vergi mekanizması vardı ne de bir kur ayarlaması vardı. Belli bir döviz rezervimiz var, sabit, hızlı bir çıkış başladığında o elinizdeki döviz rezervi ile sınırlısınız. Ve taahhüdünüz var, o döviz rezervini satarak o çıkışı bir bakıma desteklemek zorundasınız. Merkez Bankası taahhüt etmiş, şu fiyattan alırım, şu fiyattan satarım, isteyene istediği kadar satarım. İsteyenden istediği kadar alırım. Alış fiyatım bu, satış fiyatım bu demiş. Aynı sorunu Uzak Doğu ülkeleri yaşadı 1997-98 krizinde ve Tayland ın 20 milyar doları aşkın döviz rezervi bir haftada eridi, sıfıra yaklaştı. Dolayısıyla bu eldeki döviz rezervi ile sınırlı bir taahhüt. Döviz rezervi azalınca ne olacak sorusunun cevabını hiçbir ülke veremez. Şimdi serbest kur rejiminde böyle birşey yok. Döviz rezervlerimizi gerçekten geçtiğimiz dönem içerisinde önemli bir noktaya getirdik. Daha da artmasının bizim için hiçbir sakıncası yok, Hükümet olarak biz destekleriz bunu, Merkez Bankamıza bunu açıkca söylüyoruz. Yani stabilizasyon maliyeti şudur budur korkmayın diyoruz, Hazine buradadır. Döviz rezervlerini artırmaktan çekinmeyin diyoruz, Merkez Bankası na da bu noktada bu güveni açık açık veriyoruz. Şimdi bu önemli bir fark 2001 dönemine nazaran. Bir başka önemli fark, bankacılık sistemimiz. Bakın geçen hazırlanan raporu, finansal istikrar raporunu inceleme imkanınız oldu mu bilmiyorum, orada çok önemli noktalar var bankacılık sektörü ile ilgili. Kaldı ki biz ayrı bir çalışmaya daha başlıyoruz şimdi, bu da FSAP çalışması, o da finansal 8

sektör değerlendirme programı, bu çok kapsamlı bir programdır ve şu anda OECD ülkelerinin hemen hemen tamamına yakını, birkaç ülke haricinde bu çalışmayı yapmış durumda, Avrupa ülkelerinin pek çoğu yapmış durumda ve şimdi biz bu çalışmaya başlıyoruz. Bu çalışma Dünya Bankası ve Uluslararası Para Fonu ile beraber yürüteceğimiz, her iki kuruluşun ortak bir arada bizlerle beraber üzerinde çalışacağı bir konu. Ve bu artık bizim finansal sistemimizin, bankacılık sistemimizin ve genel anlamda finansal sistemimizin bir değerlendirmesi ve uluslararası alanda şeffaf, güvenilir, sağlam bir şekilde ortaya konması. Mekez Bankasının bu çalışması da buna bir yol açacak öncü olacak bir çalışma oldu. Biz de çalışmaları baştan beri destekledik. Orada çok önemli bulgular var. Şimdi finansal istikrar endeksi var o çalışmada. Bakacak olursanız Türkiye nin finansal istikrar endeksi tarihinin en yüksek seviyesinde şu anda. Bankalarımız açık pozisyon, sıfıra yakın, artık bankalarımızda kur riski yok. Yani kurdaki aşağı ya da yukarı hareketlenmenin bankacılık sistemimize önemli bir etkisi yok. 2000 yılında 2001 yılında böyle değildi, bankaların 15 milyar dolar açık pozisyonu vardı. Açık pozisyon, gerçi hepiniz biliyorsunuzdur ama, bankanın döviz yükümlülüğü var, TL alacağı, dolayısıyla dövizdeki yukarı hareketlenmede bankanın borcu çoğalıyor, alacağı sabit kalıyor, borcundaki çoğalma, sermayesinden alıp götürüyor yahut bankaları tamamen sistemin dışında bırakabiliyor. Kaç tane banka zaten Türkiye de bu açık pozisyon sebebiyle sistem dışında kalmıştır. Şu anda öyle bir şey yok, hatta işte test ettik diyorlar, faizde kurda olabilecek değişiklere dalgalanmalara karşı bankacılık sektöründe bilançolar artık sağlam, çok önemli bir fark bu. Çünkü serbest kur rejiminde sadece bankalarımızın değil, özel sektördeki, reel sektördeki her kuruluşumuzun, mutlaka kur riskinden korunması gerekir. Çünkü artık burada taahhüt yok, ne bir alt sınırı var ne de bir üst sınırı var. Yani biz demiyoruz ki kur şundan aşağı inmez, bundan yukarı çıkmaz, böyle bir şey yok. Arz talep dengesiyle oluşuyor kur, dolayısıyla kurdaki hareketlere karşı her kuruluşumuzun, reel sektör de dahil olmak üzere, kendini koruması lazım. Bu tabii bilançolarındaki döviz yükümlülüklerinin, döviz aktif pasif dengesinin kurulu olması ile son derece ilgili. Biliyorsunuz, İzmir deki yeni Vadeli İşlemler ve Opsiyon Borsamız var. Çok önemli bir girişimdir. Ve gelişmiş ekonomilerdeki kur riskine karşı ve diğer risklere karşı korunma için çok önemli enstrümanlar vardır orada ve o piyasanın daha gelişmesi tabii kur riski yönetiminde yine kuruluşlarımıza faydalı olacaktır. Dediğim gibi apayrı bir ortamdayız, serbest piyasa sisteminin bugün bulunduğu ortamı hiçbir ortamla kesinlikle mukayese etmememiz gerekiyor. Bunlar çok basit, çok sığ yaklaşımlar. Derinlemesine incelememiz gerekiyor, ne olup bittiğini iyi incelememiz gerekiyor. Bakın bugün sanayii üretimi ile ilgili sıkıntı, sanayii üretim endeksinin artış hızı eskisi kadar yüksek değil. Gerileme, düşme, daralma yok. Bunun da önemli sebeplerinden bir tanesi de artık kapasite kullanım oranlarına bakacak olursak gerçekten üst sınırlarda dolaşıyor. Yani Türkiye de artık üretimin artması yeni yatırımlarla mümkün olacak ki bu yeni yatırımlarla ilgili rakamları birkaç perspektiften 9

gözlemleyebiliyoruz. Bir tanesi ilk çeyrek için açıklanan GSMH hesaplamalarına bakacak olursak, geçen sene özel sektörün yatırımı biliyorsunuz 60 milyar YTL idi ve bunun 12.4 ü ilk çeyrekte olmuştu. Bu sene ilk çeyrekteki özel sektörümüzün yatırımı 14.3 milyar YTL. Yüzde onbeşlik artış var özel sektör yatırımlarında. Bugün biz yatırım ürünleri ithalatında da benzer bir artış görüyoruz. Bu rakamları biraz önce verdik. Dolayısıyla artık özel sektörümüz hızla yatırıma başlamış durumda. Bakın yine bir başka önemli konu yatırımlarla ilgili yine bir başka anket var biliyorsunuz, iktisadi yönelim anketi aylık. Çok önemli bir ankettir, bunu yakından izlemenizi özelllikle tavsiye ediyorum. Bakın burada sanayicilerimize soruluyor, yeni yatırım düşünüyor musunuz? diye. Yeni yatırım düşünüyorum diyenlerin yüzdesi, sorulduğu zaman şu anda yüzde 19.6 ya çıkmış durumda. Ve bu, bu anketin yapılmaya başlandığı tarihten itibarenki en yüksek rakam. Temmuz 2005 te yüzde 19.6 sı ben yatırım yapacağım diyor. Mesela anketin başladığı Ağustos 2003 te yüzde 12.9 muş, bugün yüzde 19.6. Hiç yatırım yapmayacağım, yatırım yapmayı düşünmüyorum diyenlerin yüzdesine baktığınız zaman, bu anket basladığı dönemde yüzde 35.1, bugün yüzde 26.7 ye düşmüş ve bu da yine en düşük oran. Yani yatırım yapacağım diyen sanayicilerin yüzdesi en yüksek noktada, yatırım yapmayacağım diyen sanayicilerin yüzdesi en düşük noktada. Şimdi bu, bundan sonraki dönemde artık özel sektörümüzün yatırımlara ağırlık vereceğinin önemli bir sinyali ki, bunu biz çok çok önemsiyoruz. Çünkü Türkiye deki büyümenin, bu büyümenin getireceği istihdamın temel kaynağında özel sektörün yatırımları var. Ve özel sektörümüzün yapacağı bu yatırımlarla Türkiye ekonomisi çok farklı ufuklara doğru devam edecektir. Soru: Sayın Başbakan Diyarbakır gezisi öncesinde yaptığı toplantıda Kürt sorunu deyişini kullandı, bu değişik açılardan medyada eleştiri konusu oldu bu eleştirilerden bir tanesi ekonomik yöne ilişkindi. Şimdi hem Başmüzakereci olarak hem de Ekonomi Bakanı olarak size göre Kürt sorununun ekonomik temelleri var mıdır, eğer ekonomik temelleri var ise bunu bizimle paylaşır mısınız? Çözümü yönünde. Başbakan Diyarbakır gezisinde teşvik sisteminin değişebileceğini söyledi. Bu çercevede bölgesel asgari ücrete nasıl bakıyorsunuz? Şimdi değerli arkadaşlar şunu unutmamak lazım, Türkiye mizin Güneydoğu Anadolu ve Doğu Anadolu bölgesi yıllarca süren bir terör hareketine maruz kaldı, onbinlerce insanımız öldü. Bir bölgenin kalkınması, gelişmesi sadece kamu yatırımları, kamu harcaması yoluyla olmaz. O bölgeye mutlaka özel sektörün de yatırım yapması gerekir. Bakın geçen sene özel sektörün yatırım harcamaları 60 milyar YTL ve yine geçen sene bizim kamu olarak yatırım bütçemiz 7.5 milyar YTL. Yani yüzde onundan biraz fazlasını kamu harcıyor yatırımların. Şimdi özel sektör yatırım yaparken mutlaka istikrar ister, güven ister, emniyet ister. Yıllarca süren bu terör olayı maalesef özel sektörümüzün yatırımlarında o bölgeyi tercih etmemelerine sebep olmuştur. Sayın Başbakanımız da söyledi, bölgenin 10

kalkınması, tamam biz kamu yatırımlarından, bütçemizden yıllardır önemli paylar ayırıyoruz bundan sonra da devam ederiz ayırmaya. Bakıyoruz, kompozisyonda değişiklikler hep olabilir, bunlar hep önümüzdeki yılın bütçesi ile ilgili üzerinde çalışılabilecek konular. Bunların hepsi yapılabilir, ama burada mutlaka özel sektörümüzün de özellikle bu bölgede doğmuş büyümüş iş adamlarımızın yatırımlarını biraz daha hep böyle İstanbul, İzmir değil de bu bölgeye kaydırmalarında da büyük önem var. Bakın bu artık, hele hele belli bir iş potansiyelini yakalamış, belli bir ekonomik gücü yakalamış iş adamlarının artık illa bugünün yarının kârını, kazancını düşünmesi değil, Türkiye nin uzun vadeli geleceğini de düşünmesi, bu kaygıyı da paylaşması gerekiyor. İş adamlarımızın yatırımlarında o bölgeyi daha çok tercih etmesi de gerekiyor. Çünkü bölgedeki istihdam sorununun çözümü bölgeye daha çok yatırımdan geçiyor. Tabii burada her şehire illa sanayi yatırımı demiyoruz, belki bazı şehirlerde de hayvancılık güçlü olacak, tarım güçlü olacak, oranın toprak yapısı, tabiat şartları, arazi durumu, ama bazı şehirlerde de daha yoğun bir sanayileşme şart. Bu da özel sektörle olabilir. Şimdi tabi yıllardır devam eden bu terör olayları dediğim gibi yatırımlarda malesef Güneydoğu ve Doğu Anadolu bölgelerimizi zayıf bıraktı. Ama bundan sonra artık daha farklı yaklaşım gerekiyor, bu yeni ortamda özel sektörden daha çok o bölgenin insanının oraya yatırım yapmasını da önemli görüyoruz açıkçası. Tabi bu demek değildi ki bununla sınırlı kalmalı. Ve bunun içinde iş dönüyor, dolaşıyor terör konusuna geliyor. Eğer biz bir demokratikleşme kavramını, insan hakları kavramını, özgürlükler, işte bu güvenlikle ilgili bahsedilir, şimdi bizim bu konuda bakışımız, seçimimiz her zaman daha çok özgürlük, her zaman daha çok demokrasiden yanadır. Şimdi bunun işlemesi için işin ekonomik ayağının da güçlü olması gerekir. Ekonomik ayağının da güçlü olması mutlaka bölgede istikrarın hızlı bir şekilde oluşması ve bölgeye daha çok yatırımların gitmesinden geçiyor. Soru: Sayın Başbakan Kürt sorununu yok saymıyoruz, Kürt sorunu aynı zamanda benim de sorunum dedi. Sizin Ekonomi Bakanı sıfatınızla olayın bu bölümünü dinledik ama siyasal tarafında Kürt sorununu siz nasıl algılıyorsunuz? Yani, yarın AB li muhataplarınız Başbakanın bu açıklamalarını sorduğunda, Kürt sorunu tanımını Türkiye Cumhuriyeti Devleti nin Kürt realitesi vurgusundan sonra ilk kez somut olarak yaptı. Fakat Diyarbakır Belediye Başkanı nın deyimiyle T.C Devleti nin ezberini ilk kez bozduğunu ifade eden sözleri oldu. Dolayısıyla Kürt sorunu konusunu sizin algılamanız Avrupa Birliği şartlarında nasıl? Sayın Başbakanımız da bunu açık açık ifade ettiler. Önceki dönemlerde hatalar olmuştur. Bunu kabul ediyoruz. Hatta ne dedi? Büyük devletlere yakışan önceki yapılan hataları kabul etmektir, dedi. Özellikle bizim bu demokratikleşme alanında yaptığımız açılımlar ve bunların daha iyi ve sıhhatli bir şekilde uygulamaya geçilmesi önümüzdeki dönemlerdeki sorunların ve halâ bugün de devam eden 11

sorunların çözümünde çok önemli bir ayak ama bir başka ayak da ekonomik ayak, istihdam ayağıdır. Bunun da yolu dediğimiz gibi mutlaka ve mutlaka özel sektör yatırımlarından geçiyor. Aslında ben burada önemli bir davette yapmak istiyorum. İşadamlarımızı bu bölgeye daha çok yatırım yapmaya çağırıyoruz. Türkiyemizin bölgesel kalkınmışlık faktörünün giderilmesindeki en önemli ayaklardan bir tanesi olacaktır. Biz devlet olarak üzerimize düşeni yaparız. Zaten 49 ili kapsayan teşvik uygulamamız çok önemli bir adımdır. Farklı şeyler olabilir mi bilmiyorum. Bunları masaya yatırıp etraflıca somutlaştırmamız gerekir. Çünkü somutlaştırmadan, özellikle uygulamalar konusunda farklı şeyler söylemek doğru değil. Bölgesel asgari ücret, özellikle Ankara Sanayi Odamızın gündeme getirdiği ve ısrarla savunduğu bir konu. Bunun da masaya yatırılıp incelenmesinin açıkçası faydalı olacağını düşünüyorum. Bütün yönleriyle incelemede büyük fayda var. Türkiye deki yaşam maliyeti, bir ailenin aylık harcaması, Türkiye nin her bölgesinde eşit değil. Sadece Türkiye de değil dünyanın pek çok ülkesinde de durum böyle. Yani bir Londra da yaşamanın maliyetiyle, İskoçya nın küçük bir köyünde yaşamanın maliyeti aynı değil. Gelişmiş ülkelerde de durum böyle. Türkiye de de durum farklı değil. Her bölgenin ayrı bir yaşam maliyeti var. Dört kişilik bir ailenin ya da tek başına çalışan bir kişinin harcamaları aynı değil. Farklı farklı bölgelerde farklı farklı rakamlar karşınıza çıkıyor. Bu asgari ücretle ne yapılabilir? Yani bunu aman yanlış bir şey olmasın, yapacağız kesin bir şey değil ama çok ciddi bir şekilde incelenmesinde biz büyük fayda görüyoruz. Çalışma Bakanlığı konuyu ele aldı, ben bunu biliyorum. Murat Bey in bu konuyla ilgili çalışmaları var. Ama kısa bir süre içerisinde de bu konuda karar vermenin iyi olacağını düşünüyorum. Aslında biz işverene maliyet açısından 49 ilde asgari ücreti düşürdük. Yani bugün 49 ilimizdeki asgari ücretin işverene maliyeti yüzde 26 daha düşük. Geri kalan 32 ile göre. Yani bir bakıma bölge bazındaki asgari ücret ayrımını işverene maliyet açısından biz getirdik ama çalışanın eline geçen açısından bir fark yok, 350 Yeni Lira biliyorsunuz Türkiye nin neresinde olursa olsun. Gerçekten geçtiğimiz hafta içerisinde Sayın Başbakanımızın yaptığı yeni açılımlar artık Türkiye nin bölgesel politikalarında da yeni bir bakış açısı yeni bir nefes getirecektir. Sosyal politikalarımızla, ekonomik politikalarımızla bir yeni bakış açısıyla ele almamız gerekecektir. Soru: Bölgesel asgari ücret konusu masaya yatırılmalı derken konuyu biraz daha açar mısınız? Şimdi tabi benim masaya yatırılmalı dememdeki önemli sebeplerden bir tanesi çeşitli kaygıların dile getirilmiş olması ama bu kaygıların hepsi de çözülemeyecek konular değil. Biz bugün çok iyi biliyorum ki asgari ücret 350 milyon derken bazı bölgelerimizdeki bazı küçük ve orta boy işletmelerde aylık 150-180 milyona insanların çalıştığını. Ve bunların hiç bir sosyal güvenlik şemsiyesi altında olmadığını da gayet iyi biliyorum. Bu gerçeklere de gözümüzü kapatamayız. Yani sistemi kurarken 12

Türkiye sathına şöyle bir bakalım. Bugün İstanbul daki bir konfeksiyon işçisinin aldığı maaşla çalışırken adını vermeyeceğim bir başka ilimizdeki konfeksiyon işçilerinin maaşının ne olduğunu çok iyi biliyoruz. Zaten bölgesel anlamda farklı uygulama şu anda sahada var. Hatta biz 350 diye çok zorladığımız zaman bu 150, 180-200 gibi maaşa özel sektör, tamam doğru değildir, yapar, yapmaz ama sahada bunun olduğunun da farkında olmak lazım. Biz bir yandan bunu yaparken bir yandan da hiçbir sosyal güvenlik şemsiyesi altına alınamayan, sigortasız çalışan yüzbinlerce insanı da dikkate almak lazım. Şuna da çok dikkat etmek lazım, bazı sivil toplum kuruluşlarımızın bakış açısı sadece kendi üyeleri açısından. Türkiye de işsizleri, hiçbir sosyal güvenlik şemsiyesi altında olmadan çalışmak zorunda olanları da düşünerek politikalar oluşturmamız gerekiyor. Soru: Avrupa Birliği acaba bu konuya nasıl yaklaşıyor? Bir de Chirac ın el yazısı ile gönderdiği bir mektup gündeme geldi. Bu konuda ne söylemek istersiniz? Bu arada 3 Ekim tarihi ile ilgili ciddi tartışmalar var AB de... AB ile ilgili daha önceki yaptığımız temaslarda da bölgesel kalkınmışlıkla ilgili farklılıkları düzeltme müzakere sürecinin önemli ayaklarından bir tanesi. Bu sadece müzakere sürecindeki ülkeler için değil tam üye olan ülkeler için de önemli bir konu. Bugün İtalya da da, İngiltere de de bölgesel kalkınmışlık farklılıklarını giderme politikaları uygulanıyor ve bu AB ülkelerinin ortak politikaları çerçevelerinde yürütülüyor. Dolayısıyla bu konu, tabi bu AB nin ekonomi perspektifiyle, ayrıca işin demokratikleşme, özgürlükler perspektifi zaten malum. Tekrar etmeye gerek yok. Zaten 17 Aralık tan itibaren Türkiye o konuları artık aştı. Yasal düzenleme noktasında kritik eşik denilen şeyi aştı. Tabi uygulamalar noktasında eksiklikler mutlaka var, olacaktır da. Bir reform izleme komitemiz var. Sayın Dışişleri Bakanımızın başkanlığında toplanıyor. İçişleri ve Adalet Bakanımız katılıyor kendi ekipleriyle beraber. Bu yeni görevle beraber ben de katılmaya başladım o toplantılara ve ilk katıldığım toplantıda olayların incelenişiyle ilgili detaylar gerçekten beni şaşırttı. Yani bu yapmış olduğumuz reformların uygulanması konusunda ortaya çıkan pürüzler gerçekten çok detaylı masaya yatırılıyor. Niye oldu? Neden oldu? Bir daha olmaması için neler yapmalıyız diye o Reform İzleme Komitesi çok detaylı çalışıyor. Uygulamanın üzerindeyiz yani. Şimdi sayın Chirac ın mektubuyla ilgili bir kaç haber çıktı ama bu zaten yalanlandı. O yüzden ben bunun üzerinde çok durmayı düşünmüyorum. Zaten Fransa da böyle bir mektup olmadığını kesin bir dille ifade ettiler. Ancak Fransız Başbakanı nın bundan yanılmıyorsam iki hafta kadar önce bir radyo kanalında verdiği mülakatta Türkiye ile ilgili birkaç cümlesi oldu. Bu cümleyle ilgili Fransız Dışişleri nin kendi içinde bazı haberleşmeleri varsa bunu biz bilemeyiz. Neydi sorunuz? Chirac ın el yazısıyla bir mektup yazılmış. Yok böyle bir şey! 13

Üçüncü sorunuz 3 Ekim le ilgili bizim bakışımız. Şimdi 3 Ekim tarihi ne zaman ilan edildi ona bakalım. 17 Aralık 2004 te. İlk defa kamuoyu o gün duydu. Bu ilan edilirken ne dendi? Türkiye 6 tane yasayı çıkarmalı ve Kıbrıs la ilgili protokolü imzalamalıdır. Bizim Kıbrıs la ilgili, daha doğrusu sadece Kıbrıs değil tabi, Ankara Antlaşması yla 10 ülkenin daha ilave edilmesiyle ilgili Ek Protokol, Uyum Protokolü... Ve bu 10 ülkeden, 10 ülkenin içerisinde Güney Kıbrıs Rum Yönetimi de var. 17 Aralık taki, hatırlayacak olursanız, gün içerisinde çok büyük olaylar oldu, çok büyük tartışmalar yaşandı, Sayın Başbakanımız dönecekti, bazı liderler ziyaret etti kendisini ve yeni bir uzlaşma sağlandı. Oradaki önemli konulardan bir tanesi de imzayı Türkiye atarken, herhangi deklarasyon yapıp yapmayacağıyla ilgili üstü kapalı bir cümle geçmesini istiyordu onlar. Türkiye herhangi bir rezerv koymadan imzalayacak bunu ve biz de o cümleyi çıkarttırdık oradan ve bazı şeyler formüle oldu, tesadüfen değil. Bizim bir deklarasyon yapacağımız o günden herkes tarafından biliniyordu. Hatta o gün sayın Balkanende çıktı dedi ki: Türkiye bunu imzalayacaktır ama bu imza tanıma anlamına gelmemektedir. Şimdi gelelim Haziran 2005 e... Haziran 2005 Zirvesi nde de 17 Aralık kararları aynen teyit edildi. 17 Aralık ta alınan kararların uygulanması konusunda çok kuvvetli bir irade beyanı teyit edildi. Bakın iki tane zirve oluyor, biri 17 Aralık Zirvesi diğeri de yanılmıyorsam 17 Haziran Zirvesi... İki zirvede de yirmibeş ülkenin liderlerinin 25 imzayla onaylayarak bunlar çıktı. Bunlar ayaküstü sözler değil. Zirveye bakıyoruz yirmibeş lider bize ne söz verdi? Türkiye üzerine düşeni yaparsa 3 Ekim de müzakere başlayacaktır diye söz verdi. Biz üzerimize düşeni yaptık. Eğer AB nin en temel ilkelerinden ve değerlerinden bir tanesi ahde vefa ise söz verildiği şekilde biz 3 Ekim de müzakerelere başlamamız gerekiyor. Ve şu anda hukuki ve teknik olarak müzakerelerin başlamasının önünde hiçbir engel yok. Ancak önümüzde 3 Ekim den önce Müzakere Çerçeve Belgesi diye Komisyon tarafından açıklanan bir belge var, bu müzakere süreci içindeki çerçeveyi oluşturacak önemli bir belge. 25 Komisyon üyesi, bu üyeler farklı sahalarda sorumlu ama, her ülkeden bir üye seçilecek ama, bu üyeler artık komisyona seçildikten sonra ülkelerinden bağımsız olurlar. Mesela Alman komisyon üyesinin kararlarını verirken Almanya nın tutumundan bağımsız vermesi beklenir ancak yine de 25 ülkenin göndermiş olduğu komisyon üyelerinin komiserlerinin aldığı ortak bir kararla 29 Haziran da açıklanan bir belge var. Bunun yine 25 üye ülke tarafından onaylanması, teyit edilmesi gerekiyor. 3 Ekim den evvel bu 25 ülkede müzakere çerçeve belgesine evet denmesi gerekiyor. Bunun için bu ayın 25 inde bir COREPER toplantısı olması gerekiyor. COREPER, bu yirmibeş ülkenin Brüksel deki temsilcilerinin oluşturduğu komitedir. Orada yirmibeş tane büyükelçi ve her biri kendi ülkesinin Brüksel deki AB temsilcisi. Şimdi bunlar tartışacaklar. Daha sonra da 1-2 Eylül de Gayrıresmi Bakanlar Konseyi olacak İngiltere de. Orada da yine tartışılacak bakanlar düzeyinde. Ve 3 Ekim den önceki bir tarihte bu belgenin onaylanmasını biz bekliyoruz. 14

Şimdi teknik ve hukuki açıdan benim bir endişem yok ama siyasi açıdan böyle bir olay var 3 Ekimden önce önümüzde. Dikkatli olmamız gerekiyor. Tabi biz elimizden gelen her şeyi yaptık. Kıbrıs konusunda hep çözümden yana olduk ve çözüm için hep kuvvetli bir siyasi irade ortaya koyduk. Geçen sene, 24 Nisan da da bu iradeyi sayın Başbakanımız çok açık ifade etti ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti nde, Birleşmiş Milletler in planına, Annan Planı na evet denmesini açık açık savunduk ve bunun siyasi desteğini verdik. Güney Kıbrıs Cumhuriyeti ne yaptı? Maalesef tam tersine planının onaylanmaması için propaganda yaptı. Bir yandan BM çerçevesinde çözüm diyor, bunu baştan kabul ediyoruz. Bir yandan da BM nin kabul ettiği çözümü kabul etmemek için vatandaşlarınıza, bunu kabul etmeyin, red edin diyor. Kıbrıs konusunda Türkiye ye daha fazla baskı yapılmasını ben daha önce de söyledim, adil bulmuyorum. Türkiye elinden geleni yapmıştır. Sadece elinden geleni yapmakla kalmamış, bu sene, iki ay evvel Başbakanımızla ABD ziyareti yaptığımızda, biz New York a gittik? Evet Başkan Bush la görüştük ama arkasından da New York a gittik. Niye? Sayın Kofi Annan la görüşmek için. Asıl sebebi buydu. Bakın çabalayan taraf yine biziz. Yine Sayın Annan ı bu konuda çalışma yapmaya, bu konuda yapılan çalışmalara davet ettik, neler yapabiliriz diye istişare ettik. Şimdi bu tür durumlarda eğer taraflardan birisi çözümsüzlükten istifade ediyorsa, çözümsüzlük taraflardan birinin işine geliyorsa çözüme ulaşmak kolay değil açıkçası. Onun için biz Türkiye nin yaptığı çabaların karşısında, KKTC nin çabaları karşısında aynı ölçüde hem Yunanistan ın hem de Rum Kesimi nin de çaba göstermesini ve çaba göstermek konusunda teşvik edilmesini gerçekten arzu ediyoruz. AB ye yakışan da budur. Şimdi AB üyesi olanla üyesi olmayan arasında farklı bir yaklaşıma giriyorsa tabi bu bizim adalet anlayışımıza çok sığmıyor açıkçası. Ortada bir sorun varsa ve çözüm uluslararası platformda olacaksa, BM çerçevesinde olacaksa, her tarafın mutlaka çözüm için uğraşması gerekir. Bütün çözüm yollarından uzak durup, devamlı çözümsüzlüğü körükleyip devamlı yeni taleplerle gelip, çözümsüzlükten istifade etmeyi açıkçası biz doğru bir yaklaşım olarak görmüyoruz. Ama şunu da hemen ekleyeyim ki biz üzerimize düşeni yaptık derken, eylemi bitirdik artık oturabiliriz, hayır öyle değil. Ben iki üç gün önce de söyledim. Geçtiğimiz haftadan itibaren Dışişleri Bakanlığı ndan üst düzey yetkililer, müsteşar, müsteşar yardımcısı düzeyinde yetkililer, Avrupa turlarına başladılar. Başkentleri ziyaret ediyorlar. Ve o ülkelerin Dışişlerinin, bizim bu en son imzaladığımız protokol ve ilan ettiğimiz deklarasyonla ilgili bilgilendiriyorlar. Çünkü 29 Temmuz tarihinde olduğu için imza ve deklarasyon Avrupa da tam tatil döneminin başına denk geldi. Bazı başkentlerde deklarasyonun şöyle masaya yatırılıp ayrıntılı bir analizinin yapılamamış olduğunu düşünüyoruz açıkçası. Çünkü bilgi eksikliğinden kaynaklanan bazı duyumlar alıyoruz. Burada amacımız bilgi eksikliğinden kaynaklanan bir sıkıntı olmasın. Yoksa biz üzerimize düşeni yapmanın verdiği rahatlık içerisindeyiz açıkçası. 15

Soru: AB süreci biraz aksarken son aylarda IMF ile stand-by sürecinde de bir duraksama oldu. Bundan sonra ne olacak? AB takvimi ile stand by çerçevesinde yürüttüğümüz ekonomik reform takvimini çok örtüştürmemek lazım. Çünkü ikisinin ayrı ayrı hattı var. İki ayrı hatta yürüyor bu çalışmalar. AB ile ilgili neredeyiz? Onu biraz önce anlattım. IMF ile yaptığımız yeni stand by düzenlemesi çerçevesindeki birinci gözden geçirme çerçevesindeki yapmamız gerekenlere bakmamız gerekiyor. Hedeflerin hepsi tutmuş, hiç bir problem yok. Yapısal anlamda bir yasamız vardı yetişmeyen. Şimdi Cumhurbaşkanımız tekrar Meclis e iade ettiği için iki yasa var. Yalnız bankacılıkla ilgili üç tane geri dönen maddesi var yeniden görüşülecek. Önümüzde bu iki konu var. Sosyal güvenlik yasasıyla, bankacılık yasasının üç maddesi. Bunlar mümkün olan en kısa zamanda meclis gündeminde ele alınacak ve çalışmalar devam edecek. İkinci gözden geçirmeyle ilgili çalışmaları da dediğim gibi 8-9 Eylül gibi İstanbul da Fon temaslar yapacak daha sonra da Ankara da çalışmalar başlayacak. Tabi bu tarihleri henüz resmileştirmedik ama bu tarihleri benim onlara bir ay önce verdiğim, gelebilirsiniz dediğim, sözlü olarak mutabık kaldığımız tarihtir. Ama henüz resmi formata girmedi. Onların da tatil dönemi. Ağustosun sonuna doğru onlar tatilden döndükten sonra açıklamalar yapılır. Tabi orada bir iki haftalık çalışma süremiz var. Ondan sonra Dünya Bankası, IMF in yıllık toplantıları var Eylül ün üçüncü haftasının sonunda. Eylül ün ikinci üçüncü haftası belki Ankara da çalışmalar olacak ondan sonra Dünya Bankası, IMF yıllık toplantıları girecek araya. İkinci Gözden Geçirme çalışmalarımızda oldukça yoğun bir takvim dönemine girecek çünkü hem 2005 in bütçe gerçekleşmeleri 2006 nın bütçesinin temel özellikleri görüşülecek, sonra hedeflerde nerelerdeyiz? onlar masaya yatırılacak. Aynı zamanda ikinci gözden geçirmenin ön şartı olan bazı konular var. Onlar da mesela yeni gelir vergisi yasası, yeni kurumlar vergisi yasası, kamu mali yönetim ve kontrol yasasının ikinci düzenlemeleri ki bunların Meclis e sevki yetiyor. İkinci gözden geçirme tamamlanmadan önce. Diğeri de zaten Maliye Bakanlığı mızın yapacağı bir üst düzenleme. BDDK nın yapacağı bazı işler var ki onlar çok ilerlemiş durumda. TMSF nin yapacağı işler de ilerlemiş durumda. Yapısal anlamda takvim konusunda açıkçası büyük bir problem yok, İkinci Gözden Geçirme yle ilgili. Birinci Gözden Geçirme, İkinci Gözden Geçirme birleşir mi ayrı ayrı mı olur? Bu ağırlıklı olarak biraz da Meclis in işleyişiyle ilgili olacak. Eğer bahsettiğim bu iki yasa çok çabuk bitirilirse ayrı ayrı da olur ama biraz vakit alırsa birleştirme de olabilir. Bunu artık biraz devlet klişelerinin dışında düşünmemiz gerekiyor. Yani önemli olan yapacağımız şeyler belli ve Türkiye bunları ne kadar kısa sürede yaparsa o kadar iyi. Ama öte yandan da bir demokratik yapımız var. Daha da iyileşmesinin gerektiğini düşündüğümüz bir yapımız var. Ve bu yapı içerisinde bazı şeylerin zaman alması ya da tahminimizden 16

uzun sürmesi gayet doğal, buna şaşırmamak lazım. Kaldı ki niyet mektuplarını inceleyecek olursanız, Meclis in yapacağı işlerle ilgili biz hiç bir zaman kati bir dil kullanmıyoruz. Yani sadece ne diyoruz? Yasalaşmasını bekliyoruz. Beklentimizi ifade ediyoruz. Ve orada bunların olmasını beklediğimiz tarihleri yazıyoruz. Hükümet olarak bunlar bizim beklentimiz. Nihai karar tabiki Meclis indir. Tabi bu kavrama da alışmamız gerekiyor. Türkiyede yasama ve yürütmenin birbiriyle olan ilişkisine de çok dikkat etmek gerekiyor. Ama bu nedir? Bu Hükümetin bir irade beyanıdır. Hükümetin niyetiyle ilgili beyanıdır. Biz Meclis e gidip anlatacağız, çalışacağız ama zamanlama konusu ve ele alınması ve yasanın nihai sonucu Meclis in iradesi. Bu ayrıma da dikkat etmeliyiz mutlaka. Bence bu birinci ya da ikinci buna çok takılmayın. Yapacağımız işlere bakın. Yani yapacağımız işler nasıl yürüyor? Yeterince hızlı tamamlanıyor mu? İşlerimizi bitiririz, planlarımızı tamamlarız. Ondan sonra birleşir ayrı ayrı olur bunun çok önemi yok. Şu çok önemli artık, bu gözden geçirmelerle ilgili, gözden geçirmeler tamamlandıktan sonraki açıklanan finansal rakamların bir kaç ay önce ya da sonra olmasının artık Türkiye için çok önemi yok. Bunun sembolik bir önemi var ama finansal açıdan önce ya da sonra olması bizim için çok kritik değil. Tabi biz istiyoruz ki reformlarımız takviminde yürüsün, takvimden şaşmak hoş bir şey değil. Bizde farkındayız. Bir takvim ilan etmişiz, bu takvimde kayma, gecikme olduğu zaman tabiki biz de üzülüyoruz. Öte yandan teknik açıdan, buradaki gözden geçirme geciktiği için, ilgili finansman da gecikti, bu soruna sebep olur mu? Kesinlikle böyle bir şey yok. O kadar büyük rakamlarda finansmanı söz konusu ki Türkiye nin, yani oradaki rakamların bir kaç ay önce ya da sonra olmasının fazla bir önemi yok ama şu önemlidir, 3 yıllık bir dönem için önemlidir, 10 milyar dolarlık bir finansmandır. 3 yıllık dönemde bir kaç ay ileri ya da geri olmasının çok üzerinde durmamak gerekiyor. Soru: Memur maaşlarında yapılacak artış konusunda sizin düşünceniz nedir? Memur maaşları konusundaki çalışmamızı biliyorsunuz Başbakan Yardımcımız Sayın Mehmet Ali Şahin yürütüyor. Ara ara bizlerle de görüşüyor dengeler açısından. Tamamen onun sorumluluğunda yürüyen bir konu olduğu için ben fazla yorum yapmak istemiyorum. Ama Hükümetin genel bir bakış açısı nasıldır derseniz, öncelikle tabiki memurumuzun yaşam standartlarını ne kadar yükseltebilirsek o kadar iyi olur diyoruz. Öte yandan da bizim makro politikalarımız, makro dengelerimiz var. Bu makro dengelerimizi de bozmamamız gerekiyor. Çünkü bu dengeler bozulduğu zaman başta sabit gelirli kesimler olmak üzere tüm Türkiye zarar görüyor. Zaten örneklerini defalarca yaşadık. Bu ikisi arasında denge oluşturmak istiyoruz. Bir yandan memurlarımızın standartlarını yükseltmek bir yandan da makro dengeleri bozmamak. Bu ikisi arasındaki denge nerede oluşursa orada neticelenir bu iş diye 17

düşünüyorum ama bu konuda soruları direk Başbakan Yardımcımız Mehmet Ali Şahin e sorarsanız iyi olur. Çünkü başka sahalara girdiğimiz zaman iyi olmuyor. Soru: Üniversitelerde başörtüsü yasağına toplumsal mutabakat arayışı açısından sizin Başmüzakereci olarak bakışınız nedir...? Tabi bu toplumsal mutabakat aramak, tabii bu toplumsal mutabakatın olup olmadığının kararını vermek, bunu sezmek ve bu konudaki kararları vermek öncelikle tabi Sayın Başbakanımızın kararı. Ancak o koltukta oturduktan sonra resmin tümünü görüp, tüm dengeleri göz önünde bulundurup, mutabakat olmuş mu, olmamış mı kararını Sayın Başbakanımız verir. Dolayısıyla zamanı geldiği zaman gerekli adımlar mutlaka atılır. Sorunların farkındayız, bu konuda kimsenin bir endişesi olmasın. Biz zaten bu toplumun içinden çıkmış bir insanız, öyle tepeden gelme, farklı şekilde iş yapmaya gelmiş bir Hükümet değiliz. Halkın severek isteyerek seçtiği ve desteğini de arttırdığı bir Hükümetiz. Böylesine bir Hükümetin böylesine bir Meclis in, tabi Meclisimiz de öyle milletvekillerimiz de öyle. Tabi sorunların farkında olmamak, sorunlara duyarsız kalmak gibi bir durum asla olamaz. Ancak sorunların farkında olmak ve anlamak ayrı, çözümlerin zamanlaması ve şekli ayrı. Bu konuda mutlaka gerekli özen ve dikkatin gösterilmesi gerekiyor. Soru: IMF sosyal harcamalar konusunda çok hassas. Ancak bu yılki bütçede bir fazlalık görülüyor. Şimdi bakın IMF ile çalışmamız makro dengeler ve büyük resim için yoksa ne kadar sosyal harcama yapacağımıza kimse karışamaz. Biz bir yerden alır başka bir tarafa harcarız. Genelde bütçe hedefi tuttuktan sonra kimse karışamaz. Bakın bir atasözü var. Tavuk civcivi güzün sever. Bu şu demek. Tavuklar yumurtlar, yumurtalardan bazıları civcive döner, bazıları büyür verimli olur. Tavuk yumurtladığı zamanki yumurtasını değil, o yumurtalardan çıkacak tavuklardan kaç tanesinin verimli olduğunu gördüğümüz zaman ancak kararı vermemiz gerekiyor. Dolayısıyla bütçe hesaplarına da yıl sonunda bakılır. Şimdi yıl sonunda, Aralık ın 15 i gelmeden, bütçe fazla verecek, eksik verecek, böyle yorumlara girmeyi düşünmüyorum açıkçası. Kaldı ki şu anda fazlalık var diyemiyorum ben bütçede. Yani yüzde 6.5 hedefini çok çok geçeceğiz diye bir şey yok şu anda. Ama nedir yıllık toplam bütçe rakamlarımızın aylara dağılımında farklılıklar olabilir. Bakarsınız bir yıl, harcamalar yılın son aylarında birikir harcamalar başka bir yılın ortasında olabilir. Bu tamamen bütçenin gidişiyle ilgili, özellikle yatırım projelerinde biliyorsunuz yaz ayı yatırımların yoğun olması gereken bir ay, inşaat mevsimidir yaz ayı. Yıllardır da bu konuda şikayet var. Siz hep bekliyorsunuz, kasım, aralıkta 18

veriyorsunuz, halbuki inşaat mevsimini kaçırmış oluyoruz, iş yapamıyoruz diye. Yani bu tür şeyler olabilir ya da sosyal güvenlikle ilgili geçişler var, onlardan gelen şeyler var. Yani bir aya bakıpta bütçenin geneliyle ilgili karar vermememiz gerekiyor. Yıl sonuna bırakmak gerekiyor bu kararı. Soru: AB ve müzakereler sürecinde ABGS bünyesinde nasıl bir atama olacak. Sözünü ettiğiniz Dışişleri heyetleri acaba deklarasyon açıklanmadan önce Avrupa başkentlerine gitseydi daha doğru bir adım olmaz mıydı? 3 Ekim den önce Ek Protokolü Meclis te onaylamayı düşünüyor musunuz? Bu arada IMF programına zaman zaman sadık kalıyorsunuz bazen çark ediyorsunuz, IMF programı devam edecek mi? Şimdi şöyle ifadeler kullandınız, programdan çark, programa sadık Şimdi bu bizim programımız. Biz bunu 1 Aralık ta açıkladık. 1 Aralık 2004 yılında bunu açıkladığımızda henüz IMF ile mutabakatımız da yoktu. Biz programımızı açıkladık, yüzde 6.5 faiz dışı fazla hedefimizi açıkladık, enflasyon hedeflerimizi de açıkladık. Ve bunu da Avrupa Birliği ne katılım öncesi ekonomik program olarak teslim ettik. Daha sonra 14 Aralık ta biz IMF le bir mutabakat sağladık. Dolayısıyla bu program bizim programımız. Bu programımızı da biz kati bir şekilde uygulayacağımızı da ilan ettik. Nasıl bundan önceki seçimlerden önce ilan ettiğimiz programı uyguladıysak bundan sonra da ilan ettiğimiz programları aynen uygulamaya devam edeceğiz. Tabi şu da önemli. Program adı üstünde bir programdır. Programla gerçekleşmeler illa yüzde yüz örtüşür diye bir şey yok. İşte biz geçen sene faiz dışı fazla hedefi koymuşuz yüzde 6.5, yüzde 7 çıktı. Bu yıl yüzde 6.3 çıkmış. Bir önceki sene enflasyon hedefi koyduk yüzde 20, yüzde 18.4 çıktı. Geçen sene yüzde 12 koyduk, 9.3 çıktı. Yani program ayrı gerçekleşme ayrı. Yani illa gerçekleşmeler programdan saptı diye bak programdan dönülüyor diye düşünmemek lazım. Yani üç senelik bir süre sonunda da bu soruyu artık bana da sormamanız lazım. Yani programı uygulayacak mısınız? Bunları ilk başta Hükümet kurulduğunda. Yani üç senedir ne dediysek yapmışız, bütün hedeflerimizi tutturmuşuz. Yani bunun üzerine halâ bir şüphe, halâ bir değişiklik olacak mı? Olmayacak mı? Yeni bir üç yıllık program açıklamışız. Bu programa IMF nin desteğiyle bir de üzerine stand by düzenlemesi yapmışız. Yani biz stand by düzenlemesini bir yada iki senelik de yapardık. Niye üç senelik yaptık? Üç senelik yaptık ki, 2008 in Mayıs ına kadar Türkiye nin ne yapacağını ne yapmayacağını herkes görsün diye yaptık. Yani kendi programımızdan, yani bunu açıklayalım da başka bir şey yaparız diye bir düşüncemiz olsaydı yani ben bunu 18 aylık yapardım. Niye 36 aylık yapayım stand by düzenlemesini. Bir 18 ay gidelim, sonra bakarız duruma derdim. Tüm bunları bir bütün içerisinde düşünmemiz gerekiyor. Artık Türkiye nin de bu ciddi politika ve uygulamalara da alışması gerekiyor. Yani bir şey söyleyipte farklı şey yapmak yok artık. Türkiye ye yakışmaz bu. Türkiye güven konusunda, kredibilite, istikrar konusunda daha önce hiç bir zaman yakalayamadığı bir noktaya geldi. Bu bir fırsat. Biz bunu 19

bir kaçırdık mı elimizden, bir daha yakalamamız üç beş sene sürer. Kendi elimizle kendimizi tehikeye atmayız. Bu tarihi fırsatı kaçırmanın hesabını bize gelecek nesiller sorar. AB konusunda böyle önemli bir noktaya gelmişiz, ekonomik istikrar konusunda bir jenerasyonun görmediği noktalara gelmişiz, şimdi biz bunu niye bozalım, niye zarar verelim kendi kendimize? Bugün makro istikrar, siyasi istikrar Türkiye nin en büyük kazanımıdır. Bunlara zarar verme ihtimali olan hiç bir adım atmayız. Niye atalım sonra yani derdimiz ne? Yani sanıyor musunuz ki bütçeden bir iki katrilyon fazla harcayıp, makro dengeleri bozup bundan siyasi getirimiz olabilir? makro dengeler en büyük kazanımımız. Ve bu dengeleri sağlam yürütmemizin en büyük faydasını en dar gelirli kesimimiz görüyor. Arkadaşlar şöyle bir geçmişteki krizlere sıkıntılara bir bakın. En büyük problemi en dar gelirli kesim yaşar Türkiye de. İlk olarak onlar işten çıkarılır, onların maaşları arttırılmamaya başlanır. Şimdi bu makro ekonomik gelişmelerin sosyal boyutu çok önemli bizim için. Yani bugün sosyal politikalarımızdaki aldığımız sonuç Türkiye nin yakaladığı bu noktanın arkasındaki en önemli kazanım makro ekonomik gelişmelerdir. Şimdi AB Genel Sekreteri dediniz, yapılanma dediniz. Şimdi ben daha önce de ifade ettim. Sayın Sungar ın ayrılma niyetinin olduğu ben bu göreve getirilmemden hemen sonra farklı kaynaklardan bana gelmişti. Ama daha sonra bizzat kendisi geldi bana böyle bir niyetinin olduğunu açıkladı, kendi şahsi nedenleri olduğunu açıkladı. Bunları şu anda söylememiz doğru değil, ama bu farklı yansıdı, yansıtılmaya çalışıldı. Yani o yazın gündem biraz sakinken farklı yorumlar olabiliyor. Bunu da çok önemsemiyoruz açıkçası. Biz Avrupa Birliği Müzakere çalışmalarımızda hemen yepyeni bir organizasyon, yepyeni devasa bir bürokratik yapı, böyle bir şey yapmayacağız, kimse beklemesin. Türkiye AB yoluna yeni giren bir ülke değil. Türkiye zaten AB yolunda yıllardır yürüyen bu konuda kurumlarını, sistemini zaten adapte etmeye başlayan, pek çok bakanlığımızın ve kuruluşumuzun zaten AB perspektifiyle hareket etmeye başladığı bir ülke Türkiye. Dolayısıyla bir başka ülkeyle mukayese etmememiz lazım. Öyle ülkeler var ki tam üye olan. Müzakere sürecinde girişimcilik nedir? Serbest piyasa şartında bir firma nasıl çalışır? Kâr nasıl tarif edilir? Masraf kavramı nedir? bunu öğretmek zorunda kaldıkları ülkeler oldu. Düşünün ki bütün sistemin devlet tarafından sahip olunduğu, bütün işletmelerin devlet tarafından çalıştırıldığı, maliyet kavramının bile olmadığı ülkeler bugün AB ye tam üye oldu. Şimdi Türkiye ekonomisini açmış, sermaye hareketleri açık, bakın sermayenin serbest dolaşımı diyoruz, biz neredeyse tamamını tamamlamışız sermayenin dolaşımı ile ilgili konularda. Malların serbest dolaşımı konusunda Gümrük Birliği miz var, 1996 dan bu yana uygulanıyor bu birlik, bizim özel sektörümüz tamamen dışarıya açık, serbest rekabet sisteminde ayakta kalmaya, para kazanmaya, ihracat yapmaya artık dayanıklı hale gelmiş bir özel sektör. Böyle bir ülkeyle başka bir ülkeyi mukayese etmememiz gerekiyor. 20