GENEL BİLGİLER TESTİSİN EMBRİYOLOJİK GELİŞİMİ



Benzer belgeler
Hücre zedelenmesi etkenleri. Doç. Dr. Halil Kıyıcı 2015

Hücre. 1 µm = 0,001 mm (1000 µm = 1 mm)!

Hücre Zedelenmesi. Dr. Yasemin Sezgin. yasemin sezgin

RATLARDA TESTİKÜLER TORSİYON/DETORSİYON MODELİNE BAĞLI OLUŞAN DOKU HASARINDA AMLODİPİNİN ETKİSİ. Çiğdem DOĞAN. Tıbbi Farmakoloji Anabilim Dalı

Doku kan akışının düzenlenmesi Mikrodolaşım ve lenfatik sistem. Prof.Dr.Mitat KOZ

BÖLÜM I HÜCRE FİZYOLOJİSİ...

METABOLİK DEĞİŞİKLİKLER VE FİZİKSEL PERFORMANS

Serbest radikallerin etkileri ve oluşum mekanizmaları

Fizyoloji. Vücut Sıvı Bölmeleri ve Özellikleri. Dr. Deniz Balcı.

2. Kanun- Enerji dönüşümü sırasında bir miktar kullanılabilir kullanılamayan enerji ısı olarak kaybolur.

HÜCRE FİZYOLOJİSİ Hücrenin fiziksel yapısı. Hücre membranı proteinleri. Hücre membranı

Serbest radikal. yörüngelerinde) eşleşmemiş tek. gösteren, nötr ya da iyonize tüm atom veya moleküllere denir.

TAURİNİN İSKEMİ REPERFÜZYON HASARINDA MMP-2, MMP-9 VE İLİŞKİLİ SİNYAL İLETİ YOLAĞI ÜZERİNE ETKİLERİ

15- RADYASYONUN NÜKLEİK ASİTLER VE PROTEİNLERE ETKİLERİ

III-Hayatın Oluşturan Kimyasal Birimler

DÖNEM 2- I. DERS KURULU AMAÇ VE HEDEFLERİ

OKSİJENLİ SOLUNUM

13 HÜCRESEL SOLUNUM LAKTİK ASİT FERMANTASYONU

ORGANİZMALARDA BAĞIŞIKLIK MEKANİZMALARI

HAYVANSAL HÜCRELER VE İŞLEVLERİ. YRD. DOÇ. DR. ASLI SADE MEMİŞOĞLU RESİM İŞ ZEMİN KAT ODA: 111

TEST 1. Hücre Solunumu. 4. Aşağıda verilen moleküllerden hangisi oksijenli solunumda substrat olarak kullanılamaz? A) Glikoz B) Mineral C) Yağ asidi

Dolaşımın Sinirsel Düzenlenmesi ve Arteryel Basıncın Hızlı Kontrolü. Prof.Dr.Mitat KOZ

Kanın fonksiyonel olarak üstlendiği görevler

1. Farmakokinetik faz: İlaç alındığı andan sonra vücudun ilaç üzerinde oluşturduğu etkileri inceler.

YGS YE HAZIRLIK DENEMESi #22

HÜCRE MEMBRANINDAN MADDELERİN TAŞINMASI. Dr. Vedat Evren

İlaçların Etkilerini Değiştiren Faktörler, ve İlaç Etkileşimleri

Toksisiteye Etki Eden Faktörler

İnmemiş Testis ve İnguinal Herni. PANEL: Görseller Eşliğinde Vaka Tartışmaları

11. SINIF KONU ANLATIMI 29 ENDOKRİN SİSTEM 4 BÖBREK ÜSTÜ BEZLERİ (ADRENAL BEZLER)

İstanbul Tıp Fakültesi Tıbbi Biyoloji ABD Prof. Dr. Filiz Aydın

EŞEY ORGANLARI VE EŞEY HÜCRELERİNİN OLUŞUMU

İskelet Kasının Egzersize Yanıtı; Ağırlık çalışması ile sinir-kas sisteminde oluşan uyumlar. Prof.Dr.Mitat KOZ

Akıllı Defter. 9.Sınıf Biyoloji. vitaminler,hormonlar,nükleik asitler. sembole tıklayınca etkinlik açılır. sembole tıklayınca ppt sunumu açılır

EGZERSİZ SONRASI TOPARLAMA

GENEL SORU ÇÖZÜMÜ ENDOKRİN SİSTEM

FİZYOTERAPİDE KLİNİK KAVRAMLAR. Uzm. Fzt. Nazmi ŞEKERCİ

BİYOİNORGANİK KİMYA 5. HAFTA

Suyun Radyasyon Kimyası

Hücrelerde gerçekleşen yapım, yıkım ve dönüşüm olaylarının bütününe metabolizma denir.

HÜCRE. Dicle Aras. Hücre bölünmesi, madde alışverişi ve metabolizması

Atomlar ve Moleküller

EGZERSİZİN DAMAR FONKSİYONLARINA ETKİSİ

OKSİDAN- ANTİOKSİDAN SİSTEM PROF.DR.GÜLER BUĞDAYCI

TESTOSTERON (TOTAL) Klinik Laboratuvar Testleri

ÜRİNER SİSTEM ANATOMİ ve FİZYOLOJİSİ

SANKO ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI DERS KURULU 102: HÜCRE VE DOKU SİSTEMLERİ

CANLILARIN YAPISINDA BULUNAN TEMEL BİLEŞENLER

Şekil 1. Mitoz bölünmenin profaz evresi.

YARA İYİLEŞMESİ. Yrd.Doç.Dr. Burak Veli Ülger

ayxmaz/biyoloji Adı: 1.Aşağıda verilen atomların bağ yapma sayılarını (H) ekleyerek gösterin. C N O H

Yağ Asitlerinin Metabolizması- I Yağ Asitlerinin Yıkılması (Oksidasyonu)

1-GİRİ 1.1- BİYOKİMYANIN TANIMI VE KONUSU.-

YGS YE HAZIRLIK DENEMESi #13

FİBRİNOJEN DEPO HASTALIĞI. Yrd.Doç.Dr. Güldal YILMAZ Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Patoloji Anabilim Dalı Ankara

KARBON ve CANLILARDAKİ MOLEKÜL ÇEŞİTLİLİĞİ

Dr. Ezgi Öztaş. İstanbul Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi Farmasötik Toksikoloji Anabilim Dalı

EMBRİYOLOJİ VE GENETİK DERSİNE GİRİŞ ARŞ. GÖR. KEVSER İLÇİOĞLU

Referans:e-TUS İpucu Serisi Biyokimya Ders Notları Sayfa:368

BİYOKİMYA ANABİLİM DALI LİSANSÜSTÜ DERS PROGRAMI

DEMİR İÇEREN İLAÇLARLA ZEHİRLENME UZM.DR. SEVGİ YUMRUTEPE MALATYA EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ 22.O4.2018

11. SINIF KONU ANLATIMI 2 ATP-2

KAFKAS ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ DÖNEM I DERS YILI 4. KOMİTE: HÜCRE BİLİMLERİ DERS KURULU IV

DÖNEM II DERS YILI SİNDİRİM VE METABOLİZMA DERS KURULU ( 24 ARALIK MART 2019)

Dağılımı belirleyen primer parametre plazma proteinlerine bağlanma oranıdır.

HÜCRE FİZYOLOJİSİ PROF.DR.MİTAT KOZ

Sıkı bağ dokusu yapısında parankimi yada dalak pulpasını. birbiriyle devamlılık gösteren bölümlere ayıran trabekulaların

ASETOMİNOFEN ZEHİRLENMELERİ UZ. DR. MEHMET YİĞİT SAĞLIK BİLİMLERİ ÜNİVERSİTESİ HASEKİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ «

Dr. MANSUR DAĞGÜLLİ Üroloji ABD

SANKO ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI DERS KURULU 102: HÜCRE VE DOKU SİSTEMLERİ

5.111 Ders Özeti #12. Konular: I. Oktet kuralından sapmalar

LABORATUVAR TESTLERİNİN KLİNİK YORUMU

İnsan vücudunda üç tip kas vardır: İskelet kası Kalp Kası Düz Kas

DOYMAMIŞ YAĞ ASİTLERİNİN OLUŞMASI TRİGLİSERİTLERİN SENTEZİ

Sperm DNA Yapısı Değerlendirilmesi. Prof. Dr. Esat Orhon

FİZYOLOJİ LABORATUVAR BİLGİSİ VEYSEL TAHİROĞLU

Kalbin Kendi Damarları ve Kan kaynakları; Koroner Damarlar

KAS DOKUSU. Prof.Dr. Ümit TÜRKOĞLU

Üreme (Reprodüksiyon)

DÖNEM II DERS YILI SİNDİRİM VE METABOLİZMA DERS KURULU ( 25 ARALIK 02 MART 2018)

Yeni Tanı Hipertansiyon Hastalarında Tiyol Disülfid Dengesi

1.2)) İLAÇLARIN VÜCUTTAKİ ETKİSİ

Bakır (Cu) Bakır anemi de kritik bir rol oynar.

Özel Formülasyon DAHA İYİ DAHA DÜŞÜK MALIYETLE DAHA SAĞLIKLI SÜRÜLER VE DAHA FAZLA YUMURTA IÇIN AGRALYX!

Hisar Intercontinental Hospital

YAZILIYA HAZIRLIK SORULARI. 9. Sınıf 2 KARBONHİDRAT LİPİT (YAĞ)

Canlılarda Enerjitik Olaylar, Fotosentez ve Kemosentez, Aerobik Solunum ve Fermantasyon

ENDOKRİN BEZ EKZOKRİN BEZ. Tiroid bezi. Deri. Hormon salgısı. Endokrin hücreler Kanal. Kan akımı. Ter bezi. Ekzokrin hücreler

Organik Bileşikler. Karbonhidratlar. Organik Bileşikler YGS Biyoloji 1

Amikasin toksisitesine bağlı deneysel akut böbrek hasarı modelinde parikalsitol oksidatif DNA hasarını engelleyebilir

Dr. Hülya ÇAKMAK Gıda Mühendisliği Bölümü ANTİOKSİDANLAR

İNFERTİLİTE ANAMNEZ FORMU

Hücre Nükleusu, Nükleus Membranı, Nükleus Porları. Doç. Dr. Ahmet Özaydın

Canlıların yapısına en fazla oranda katılan organik molekül çeşididir. Deri, saç, tırnak, boynuz gibi oluşumların temel maddesi proteinlerdir.

ASİT- BAZ DENGESİ VE DENGESİZLİKLERİ. Prof. Dr. Tülin BEDÜK 2016

Cerrahi Hastada Beslenme ve Metabolizma. Prof.Dr. İsmail Hamzaoğlu

DOKU. Dicle Aras. Doku ve doku türleri

Yaşlanmaya Bağlı Oluşan Kas ve İskelet Sistemi Patofizyolojileri. Sena Aydın

Fetus Fizyolojisi. 10.Sınıf Kadın Sağlığı Hastalıkları ve Bakımı

Kalp Fonksiyonları KALP FİZYOLOJİSİ. Kalp Fonksiyonları. Kalbin Lokalizasyonu ve Ölçüleri. Kalbin Lokalizasyonu ve Ölçüleri. Dolaşım Sistemleri

Transkript:

GİRİŞ VE AMAÇ Testis torsiyonu, çocukluk çağında akut skrotuma yol açan önemli sebeplerden biridir. Spermatik kordun kendi ekseni etrafında dönmesine bağlı olarak, testis ve eklentilerinin kan akımının engellenmesi olarak tanımlanır (1). Testis torsiyonu iskemik hasar, detorsiyon ise reperfüzyon hasarı oluşturarak dokuda yapısal ve biyokimyasal bir takım değişikliklerin ortaya çıkmasına neden olur. Çalışmalar dokudaki iskemi-reperfüzyon hasarından serbest oksijen radikallerinin sorumlu olduğunu göstermiştir (2). Serbest oksijen radikalleri (SOR) organizmada dokunun yapı elemanlarını bozarak zararlı etkilere yol açabilir. Birçok organ ve dokuda iskemi-reperfüzyon hasarının etkileri ortaya konularak antioksidan tedavi ile bu etkilerin azaltılabildiği bildirilmiştir (3). Glutatyon prekürsörü ve analogu olan N-asetilsistein (NAS) mukolitik etkisiyle çeşitli solunum yolu hastalıklarının ve kistik fibrozisin, immünmodülatör olarak AIDS in tedavisinde, ayrıca oksidatif stres kaynaklı durumlarda, sepsiste ve bazı intoksikasyonların iyileştirilmesinde yaygın olarak kullanılmaktadır. Ayrıca yapısında sülfür grubu bulunan NAS ın antioksidan özelliği olduğu da ileri sürülmektedir (4). Bu çalışmada NAS ın tek taraflı testis torsiyonunda ve sonrasında, her iki testiste meydana gelen hasarlanmaya olan etkisinin araştırılması amaçlanmıştır. Çalışmanın sonunda klinikte pek çok uygulama alanı bulan NAS ın erkek infertilitesinin önemli nedenlerinden biri olan testis torsiyonunun sağaltımında kullanılıp kullanılamayacağı değerlendirilmiş olacaktır. 1

GENEL BİLGİLER Testis torsiyonunda testis ve epididimin kan akışı engellenir. Ortaya çıkan hasar torsiyonun şekli ve süresine bağlı olarak değişebilir (1). Bu sırada oluşan SOR hasarı arttırırken antioksidan savunma sistemleri doku hasarının azaltılmasında etkili olabilir (3). Testis torsiyonunda oluşan biyokimyasal ve yapısal değişiklikleri değerlendirebilmek için öncelikle testisin embriyolojik gelişimi ve morfolojisi incelenmelidir. TESTİSİN EMBRİYOLOJİK GELİŞİMİ Embriyonun kromozomal ve genetik cinsiyeti sekonder oositi dölleyen sperm türüne bağlı olarak fertilizasyonda belirlenir (5). İnsan embriyosunun 10-12. dorsal segmentleri arasından primordiyal gonadın mezenkimal kısmı gelişir. Primordiyal germ hücreleri ise gelişimin üçüncü haftasında yolk kesesi duvarında endoderm hücreleri arasında ve allantoise yakın bir yerde belirir. Amibik hareketlerle son barsağın mezenterinin dorsali boyunca ilerler, beşinci haftanın başında primitif gonadlara ulaşır ve altıncı haftada genital kıvrımlara tamamen yerleşirler. Böylece henüz farklılaşmamış fötal gonad gebeliğin altıncı haftasında ortaya çıkmış olur (6,7). Gebeliğin yedinci haftasından önce, her iki cinsin gonadları benzerdir ve farklılaşmamış gonadlar olarak adlandırılırlar. Gonadların erkek ya da dişiliğe farklılaşmaları XX, XY kromozom kompleksine bağlıdır ve gebeliğin yedinci haftasında belli olur (5). Genetik olarak XY olan embriyoda primitif germ kordonları Y kromozomu üzerindeki testis belirleyici faktör etkisiyle gebeliğin yedinci haftasının başında hızla çoğalır. Sonra bu kordonlar testis veya meduller kordonları oluşturmak üzere gonadın medulla bölgesini doldurur. Bu kordonlar gonadın hilusunda ince ve daha küçük kordonlara parçalanıp ağ şekline dönüşerek rete testis i oluştururlar. Gelişim ilerledikçe testis kordonları yüzey epiteliyle olan ilişkilerini kaybederler. Bu, testisin üzerinde yer alan fibröz yapıdaki tunika albuginea sayesinde olur. Kordonlar puberteye kadar kapalı durumdadır. Bu dönemde lümen oluşarak seminifer tübüller belirir. Seminifer tübüller rete 2

testis lümenine bağlanıp sonrasında duktuli efferentes ile devam ederler. Bunlar ise Wolff kanalına dökülerek duktus deferensi oluştururlar (6-8). Leydig hücreleri, 8-18. haftalar arasında interstisyel dokudaki mezenkimal hücrelerin hızlı değişimi sonucu ortaya çıkar. Gebeliğin ortasına gelindiğinde, testisin %50 sini bu hücreler oluştururken doğuma doğru sayıları giderek azalır (8). Başlangıçta lomber bölgede bulunan testisler, üçüncü fötal aydan itibaren skrotuma doğru inişe başlarlar. Hutson (9) hipotezine göre testisin inişinin iki evresi vardır: İlki transabdominal evredir. Bu evre androjenden bağımsızdır ve iniş anti Mülleryan hormon etkisiyle olur. Testis karın arka duvarı boyunca inişe geçer; gebeliğin 17. haftasında iç inguinal halka hizasına gelir ve gebeliğin 28. haftasına kadar burada kalır. İkincisi inguinoskrotal evre olarak adlandırılır. Testis bu dönemde inguinal kanal yoluyla karın ön duvarını geçerek skrotuma iner. Testis gebeliğin yedinci ayından sonra inguinal kanalı geçmiş ve doğumdan hemen önce de gelişimini tamamlamış halde skrotumdaki yerini alır (8-9). Androjenler, gubernakulum, epididim, epidermal büyüme faktörü, desendin, kalsitonin genle ilişkili peptid (CGRP), genitofemoral sinir ve karın içi basıncının inguinoskrotal inişte rol oynadığı ileri sürülmektedir (10-12). TESTİSİN ANATOMİSİ Erişkin bir erkeğin testisi 4x3.5x3 cm boyutlarındadır. Testisler ovoid şekilli gonadlardır. Her birinin hacmi 30 ml kadardır. Testisin anterolateral 2/3 bölümü serbest iken, posterolateral yüzü epididim, bağ dokusu ve damarlarla örtülüdür. Mediastinum testis olarak isimlendirilen kranioposterior kısmından, seminal taşıyıcılar çıkar (13). Testis, tunika albuginea adı verilen kompakt bağ dokusu ile çevrelenmiştir. Bu tabaka; fibroblastlar ve kollajenden yoğun bir yapıdadır. Tunika albuginea nın altında nispeten daha gevşek bağ dokusu yapısında, tunika vaskulosa adı verilen damarsal bir tabaka yer alır. Tunika albuginea testisin arkasında kalınlaşarak mediastinum testisi oluşturur. Burada tunika albugineanın iç yüzünden çıkan fibröz septalar testisi yaklaşık 250 adet, piramit biçimli lobüllere ayırır. Herbir lobülün içinde bir ile dört arasında değişen sayıda kıvrımlı seminifer tübül bulunur. Seminifer tübüller ise rete testis diye isimlendirilen kanal ağına açılırlar. Tunika albuginea nın üzerinde peritonun uzantısı olan tunika vaginalis yer almaktadır. Tunika vaginalis iki yapraklıdır. Anteriorda, testise yakın olan ve epididimi çevreleyen kısmına viseral tabaka, daha dışta yer alan kısmına ise paryetal tabaka adı verilir. Bunların da dışında sırasıyla, fascia spermatica interna, musculus cremaster, fascia spermatica externa, tunika dartos ve cilt yer alır (14). Spermatik kord; duktus deferens, duktus deferensin arter ve veni, testiküler arter, plexus pampiniformis, plexus deferentialis, processus vaginalis peritonei, musculus cremaster, arteria cremasterica, vena cremasterica, lenf damarları, ilioinguinal sinir ve genitofemoral 3

sinirin genital dallarından oluşur. Tüm bu oluşumlar birbirine gevşek bir bağ dokusuyla bağlanmış ve dıştan kas lifleri ile fascia spermatica externa, fascia cremasterica, fascia spermatica interna adı verilen zarlarla sarılmıştır (14). Testisin ana damarı aortanın ön yüzünden ve böbrek arterinin yaklaşık iki-üç cm altından çıkan testiküler arterdir. Bu damar iç kasık halkasına kadar retroperitoneumda ilerleyip spermatik kord yapıları arasına katılır. Tek veya dallara ayrılan testiküler arter, testis arka yüzüne ulaşarak oblik biçimde tunika albugineayı geçer. Sonra ana dallar bölünerek ilerler ve seminifer tübüller arasında yer alan interlobüler arteriolleri oluşturur. Ana damar testiküler arter olmasına karşın, kremasterik, vazal ve epididimal arterlerle testiküler arter arasında birçok anastomoz görülebilmektedir. Testisin venöz drenajı kapiler ile başlar ve testis dışında plexus pampiniformis i meydana getirirler. Çoğunlukla iç kasık halkası seviyesinde bu venler birleşerek testiküler veni oluştururlar. Sağ testiküler ven, sağ böbrek veninin dört-beş cm kadar altından vena kava inferiora, sol testiküler ven ise sol böbrek venine açılır. Testisin innervasyonu asıl olarak sempatik postganglionik ve viseral afferent sinirlerle olmaktadır. Sinirler genelde damarları takip ederek testise ulaşırlar. Tunika albuginea dışında dallara ayrılan sinirler interstisyuma kan damarları ile birlikte ulaşırlar. Testis lenfatikleri, seminifer tübüller etrafında görülmeyen lenfatik kapilerlerle interlobüler septadan başlar. Daha sonra spermatik kordu takip ederek paraaortik, interaortokaval ve perikaval lenf düğümlerine açılırlar (13,14). TESTİSİN HİSTOLOJİSİ İnterstisyel Doku Testis dokusunun %25-30 unu oluşturur. İntertübüler bölgede Leydig hücreleri, kan damarları, lenfatikler, sinirler, makrofajlar ve mast hücreleri bulunur. Leydig hücreleri ergenlikte ortaya çıkarlar. Bunlar, santral konumlu, tek, yuvarlak bir çekirdeğe sahip, görevi testosteron üretimi olan hücrelerdir. Testosteron, kolesterolden sentezlenen, sekonder seks karakterlerinin gelişmesinden sorumlu erkeklik hormonudur. Testosteron salgılanması lüteinizan hormon kontrolündedir. Plazmada testosteronun %65 i androjen bağlayıcı protein olarak adlandırılan bir beta globuline, %33 ü ise albumine bağlı olarak bulunur (15). Spermatogenez; hipofizden salgılanan folikül stimulan hormon ile lüteinizan hormonun testis üzerindeki etkileriyle ilişkilidir. Lüteinizan hormon, Leydig hücrelerine olan etkisiyle normal spermatogenik hücrelerin gelişimi için gerekli testosteron yapımını uyarır. Folikül stimulan hormon ise Sertoli hücrelerini etkileyerek adenilat siklazı ve sonuçta siklik adenozin monofosfat artışını uyarır. Böylece androjen bağlayıcı protein sentezi ve salgısı artar. Androjen bağlayıcı protein 4

testosteronu bağlayarak seminifer tübül lümenine taşır. Spermatogenez testosteron ile uyarılır, östrojen ya da progesteronla inhibe edilir (15,16). Seminifer Tübüller Testisin herbir lobülü birbirleri arasında ilişkileri olan bir-dört kadar seminifer tübül içerir. Bunlar, dışta miyoid hücreleri de içeren bağ dokunun çevrelediği, belirgin bir bazal membran ile interstisyumdan ayrılırlar. Seminifer tübüller yaklaşık 30-70 cm uzunlukta olup Sertoli hücreleri ile germ hücrelerini içerirler. Erişkin testisindeki Sertoli hücreleri, bölünme yeteneği olmayan, seminifer tübülün bazal kısmından lümene doğru uzanan destek hücreleridir. Seminifer tübüllerin hücresel yapısının %10-15 ini oluştururlar. Çekirdekleri düzensiz şekilli ve oldukça büklümlüdür. Sertoli hücreleri, belirgin nükleolusları ile germ hücre elemanlarından ayrılır. Puberte çağında Sertoli hücreleri arasında sıkı bağlantı kompleksleri oluşur. Kan testis bariyerini oluşturan bu kompleksler, kandan gelen maddelerin lümen içerisine geçişini önler. Fagositoz kapasiteleri dışında bu hücreler; spermatogenezin düzenlenmesinde rol alan androjen bağlayıcı protein, transferrin, büyüme hormonu, seruloplazmin ve inhibin gibi pek çok maddenin sentezini de yaparlar (15). Germ hücreleri insanda olgunlaşmasını 64 günde tamamlayan ve çoğalabilen hücrelerdir. Bazal membrana oturan spermatogoniumların bir kısmı (spermatogonium A) kök hücreleri oluştururken, bir kısmı da (spermatogonium B) mitoz ile bölünerek lümene doğru göç ederler ve primer spermatositlere dönüşürler. Bunlar mayoz bölünme ile sekonder spermatositleri oluştururlar. Sekonder spermatositler ikinci bir mayoz bölünme daha geçirerek haploid spermatidlere dönüşürler. Haploid spermatidler ise olgunlaşarak, spermatozoonları oluştururlar (7). TESTİS TORSİYONU Testis torsiyonu, spermatik kord yapılarının kendi ekseni etrafında dönmesi sonucu testis kan akımının bozulmasıdır. Klinikte testis torsiyonları 360 ile 720 derece arasında görülmektedir. Tedavi edilmezse testis dokusunda nekroz gelişir (1,17). Testis torsiyonu sıklığı 25 yaş altındaki erkekler için 1:4000 kadardır. Geç çocukluk ya da erken adolesan döneminde daha fazla görülür. Ancak antenatal ve yenidoğan dönemlerinde de oluşabilmektedir. Sıklık 13-16 yaş civarında en üst düzeye ulaşır. Bilateral testis torsiyonu, olguların %2 sinde bildirilmiştir (17,18). Torsiyonun sebebi genellikle bilinmemekte, fakat çeşitli hazırlayıcı etkenlerden söz edilmektedir. Pubertede testis volümünün beş, altı kat artışı, torsiyonun bu dönemde daha fazla görülmesine neden olmaktadır. Travma ya da aşırı egzersiz, torsiyonu başlatan bir etken olabilir. Yine kremaster veya dartos kaslarının kasılması da torsiyonu başlatabilir. Çevre ısısının 2 C nin altına düştüğü ortamlarda torsiyonun daha sık görüldüğü bildirilmiştir (19). Sol testis daha uzun bir spermatik korda sahip olduğundan sağ testise oranla iki defa daha sık torsiyone olur. İnmemiş ve retraktil testislerde torsiyon olasılığı artmıştır (20). Testis torsiyonu iki tiptir (Şekil 1). 5

Şekil 1. Testis torsiyonu tipleri; A: Ekstravaginal, B: İntravaginal (1). Ekstravaginal Testis Torsiyonu Perinatal dönemde görülen torsiyon tipidir. Bu dönemde testisin skrotuma inişi ile testiküler fiksasyon tamamlanamamış olduğundan torsiyon meydana gelebilir. İntrauterin torsiyonlar vanishing testis sendromundan sorumlu tutulmaktadır. Asemptomatik seyrettiğinden sıklığı tam olarak bilinmemektedir. Ekstravaginal testis torsiyonları genellikle testiküler atrofi ile sonuçlanır. Bu olgularda da erken cerrahi girişim ve kontralateral testisin fiksasyonu önerilmektedir (17). Testis torsiyonunda kritik zaman dilimi ilk altı saattir. Bu dönemde testisin kurtarılma oranı %85-97 dir. 6-12 saatte bu oran %55-85 ve 12-24 saat arasında %20-80 iken 24 saatten sonra %10 un altına inmektedir (21). İntravaginal Testis Torsiyonu Çoğunlukla ergenlik öncesi dönemdeki erkek çocuklarında görülür. Bell-clapper (zil tokmağı) deformitesi adı verilen anatomik yapı bozukluğunun intravaginal testis torsiyonuna sebep olabileceği ileri sürülmüştür. Bu malformasyonda periton testise normalde olması gereken yerden daha yukarıda yapışmaktadır. Sonuçta testis daha transvers pozisyonda, serbest bir biçimde tunika vaginalis içinde asılı durmakta ve kolaylıkla torsiyone olmaktadır. Sıklıkla kremasterin kasılması spermatik kordu kısaltarak torsiyonu başlatır. Torsiyonun devam etmesi testis ve epididimdeki konjesyonu artırır (1,17). Ani başlangıçlı ve ciddi bir skrotal ağrı torsiyon için özgün bir bulgudur. Skrotal ağrı kasığa ve aynı taraf karın alt kadranına yayılır. Olguların dörtte birinde ağrıya bulantı, kusma gibi diğer sindirim sistemi şikayetleri eşlik edebilir. Bazı hastalarda skrotal travma ya da skrotumu ilgilendiren başka bir hastalık öyküsü vardır (17,18). Fizik bakıda testis büyük, hassas ve skrotumun üst kısmına 6

horizontal yerleşmiş halde bulunur. Skrotumda ödem, eritem ile ipsilateral tarafta kremasterik refleksin kaybolduğu görülür. Testis ve epididim eklentilerinin torsiyonu ayırıcı tanıda düşünülmelidir. Appendiks testis torsiyonunda skrotumda mavi nokta işareti mevcuttur ve skrotum içerisinde mobil, hassas, sert bir nodül ele gelir. Pollakiüri, disüri gibi üriner sistem semptomları olması ve idrar tahlilinde piyüri görülmesi epididimitisi destekler (17,21). Torsiyon düşünülen olgularda yapılacak ultrasonografi, ilk saatlerden itibaren büyümüş ve hipoekojen testisi gösterir. Tanıda yardımcı olabilecek güvenilir diğer tetkikler, renkli doppler ultrasonografi ile testis sintigrafisidir. Technetium-99 m ile radyoizotop görüntülemede karakteristik olarak testiste izotop tutulumunun olmadığı görülür. İnflamatuar yanıtın göstergesi olarak, tutulum olmayan bölgenin etrafında halka şeklinde skrotal perfüzyonun varlığı, gecikmiş torsiyonu işaret eder. Doppler ile normal kan akımı ve etkilenen tarafta artmış perfüzyon epididimitis ve bazen de appendiks testis torsiyonu ile uyumlu olabilir. Tedavisi detorsiyondur. Önce narkotik analjezikler yardımıyla manuel detorsiyon denenebilir (1,17,21,22). Semptomların başlangıcından sonraki ilk 6-12 saat arasında yapılacak detorsiyon testisi kurtarabilir. Daha uzun süren torsiyonlarda oluşan ağır hasar, karşı testisi de etkileyebileceğinden orşiektomi gerekebilir. Bell-clapper deformitesi sıklıkla bilateral göründüğü için bu hastaların cerrahisinde rutin kontralateral eksplorasyon ve testiküler fiksasyon önerilmektedir (17,23). İSKEMİ VE REPERFÜZYON HASARI İskemi, dokunun oksijen ve yaşam için gerekli diğer maddelere olan ihtiyacı ile sunumu arasındaki dengesizlik halidir. Ayrıca iskemi sürecinde, ortaya çıkan metabolitlerin uzaklaştırılmasında da sorun meydana gelir (24). Akut Hücre Zedelenmesinin Nedenleri Akut hücre zedelenmesi, uyarana karşı oluşur ve hücre morfolojisinde değişimler meydana getirir. İskemide aktive olan SOR lipid peroksidasyonuna ve hücre hasarlanmasına neden olur (Şekil 2). Akut iskemiyi izleyen olaylar şu şekilde gelişir (25). Radyasyon İltihap Oksijen toksisitesi Kimyasallar İskemi (Hipoksi) Aktive oksijen türevleri (O 2., H 2 O 2, OH. ) HÜCRE ZEDELENMESİ Şekil 2. Akut hücre zedelenmesi nedenleri (24). 7

Geri Dönüşümlü Zedelenme a. Hipoksi, hücre hasarı ve ölümününün en sık nedenlerinden biridir. Hipokside, hücre içi oksijen azlığı nedeniyle aerobik solunum aksar ve mitokondrideki oksidatif fosforilasyon engellenir. Adenozin trifosfat (ATP) üretimi azalır ya da tamamen sona erer. ATP kaybı sonucu ATPaz aktivitesi de azalır. Bu, hücre zarında bulunan aktif sodyum pompası yetersizliği ve beraberinde hücre içinde sodyum birikimi sonucunu doğurur. Hücre içi potasyum dışarı atılır. Ardından su hücre içine girer ve hücresel şişme meydana gelir. Hücresel şişmenin bir diğer nedeni ise katabolitlerin birikimidir (24,25). b. Hücrenin enerji metabolizması bu süreç içerisinde glikoza bağımlı hale gelir. Glikojen depoları hızla azalır. Glikoliz, laktik asit ve fosfat türevlerinin hidrolizi ile inorganik fosfatların birikimine, bu ise hücre içi ph yı düşürerek asidoza neden olur. c. Sonrasında granüllü endoplazmik retikulumdan ribozomlar ayrılır ve polizomlar monozomlara parçalanarak protein sentezi azalır. Hipoksi devam ederse membran geçirgenliği artar ve mitokondri fonksiyonları yavaşlar. Bu sırada mitokondriler normal, hafif yoğunlaşmış ya da şişmiş, endoplazmik retikulum ise genişlemiş olarak görülür. Sonuçta hücre belirgin biçimde şişer. Buraya kadar olan olaylar geri dönebilir değişikliklerdir. İskemi bu andan sonra da devam ederse, geri dönüşümsüz hücre zedelenmesi başlar. Hücre hasarının yapısal değişiklikleri, bazı kritik biyokimyasal sistemlerin bozulmasından sonra görünür hale gelir. Hücre şişmesi geri dönüşümlü bir hasardır ve dakikalar içinde görülebilir. Hücre ölümünün, örneğin miyokard bulguları tam iskemiden 10-12 saat sonrasına kadar ışık mikroskobu ile görülmez. Geri dönüşümsüz hasar bugünkü bilgilerimize göre ilk 20-60 dakika içinde oluşur (25). Geri Dönüşümsüz Zedelenme Geri dönüşümsüz hücre zedelenmesinde mitokondri ve kristalarda aşırı vakuolizasyon ile plazma zarında aşırı zedelenme vardır. Hasarlanmış ve ileri derecede geçirgenleşmiş zarlardan hücre için gerekli yaşamsal elemanların kaybolduğu görülür. Hücre içi ph nın düşmesi, lizozom zarlarının zedelenmesi ve beraberinde enzimlerin sitoplazmaya geçerek asit hidrolazları aktiflemesi sonucu, çekirdek ve sitoplazma yapıları sindirilir. Hücre zedelenmesinde en önemli basamak kuşkusuz membran zedelenmesidir. Hücre membran zedelenmesinde altı neden suçlanmaktadır. 1. Mitokondri fonksiyon bozukluğu, 2. Membran fosfolipidlerinin giderek artan kaybı, 3. Hücre iskeletindeki değişimler, 4. SOR, 5. Lipid yıkım ürünleri, 8

6. Hücre içi aminoasidlerin kaybı. Membran zedelenmesi, hücreler arası mesafeden hücre içine doğru kalsiyum (Ca +2 ) tutulumuna neden olur. Reoksijenasyondan sonra mitokondri tarafından tutulan Ca +2 hücresel enzimleri inhibe ve proteinleri denature eder. Sonuçta koagülasyon nekrozuna özgü hücresel değişimler meydana gelir. İskemi sonrasında dokuda dolaşımın yeniden başlaması, reperfüzyon olarak adlandırılmaktadır. İskemi sonucunda artan SOR kan akımı düzeldikten sonra reperfüzyon zedelenmesine yol açar. Reperfüzyon oluşmazsa, öldürücü iskemik zedelenme gelişir fakat toksik SOR oluşmaz. Reperfüzyon sırasında iskemik alanda toplanan nötrofil ve trombositlerin aktivasyonu, hücre içi Ca +2 birikimi ile mikrovasküler hasarın dokudaki zedelenmenin nedeni olduğu bilinmektedir. Toksik oksijen türevlerinin büyük ölçüde iskemik alanda toplanan polimorf nüveli lökositler tarafından yapıldığı düşünülmektedir (24-26). Reperfüzyon Hasarının Patofizyolojisi 1. Serbest oksijen radikalleri. 2. Nötrofiller: İskemi sonrasında damar endotelinin hasar görmesi ile nötrofil ve trombosit aktivasyonu meydana gelmektedir. Bunun yanısıra, iskemik alanda ortaya çıkan kemotaktik faktörlerden kompleman 3a ve kompleman 5a nötrofillerin bölgeye göç etmesine neden olur. İskemireperfüzyon alanına gelen nötrofiller, bu bölgede SOR üretir. Ortaya çıkan SOR antiproteazları inaktive eder. Sonuçta, lizozomlardan proteolitik enzimler salınarak hasar oluşur. Ayrıca nötrofiller de uyarılmaları sonucunda esnek yapılarını kaybederek mikrosirkülasyonda kalır ve embolizasyona neden olurlar (25,26). 3. Kalsiyum: Reperfüzyon sırasında hücre ve organelleri içinde aşırı Ca +2 birikimi ciddi doku hasarı gelişiminin en önemli nedenidir. İskemide ortaya çıkan hücre membran hasarı ve gradient farkı nedeniyle Ca +2, hücre içine girer. Aynı zamanda iskemi-reperfüzyon sırasında, özellikle SOR tarafından sodyum-potasyum pompasının bozulmasıyla artan hücre içi sodyum Ca +2 yı daha da artırır. Dışarıdan Ca +2 girişinin yanısıra, endoplazmik retikulum da iskemireperfüzyon hasarına bağlı membran zedelenmesi sonucu içerdiği Ca +2 yı sitoplazmaya bırakır. Normal koşullarda hücre için yararlı olan Ca +2 nın reperfüzyon sonrasında hücre içinde aşırı miktarda birikmesi sonucu ortaya çıkan hasara kalsiyum paradoksu denilmektedir. Artan hücre içi Ca +2 konsantrasyonu ATPaz enziminin inaktivasyonuna neden olur. Böylelikle iskemide zaten azalmış olan ATP depoları daha da boşalır. Hücrede litik ödevi olan birçok enzimin Ca +2 tarafından aktive edilmesiyle hücre yıkımı başlar. Membran fosfolipidlerinin, aktive olan fosfolipaz tarafından parçalanması sonucu ise hücre bütünlüğü bozulur (Şekil 3). 9

İskemi Hipoksi ATP azalması Sitoplazmada Ca +2 azalması Fosfolipaz aktivasyonu Proteaz aktivasyonu Endotel Lökosit Fosfolipid Fosfolipid parçalanması Hücre iskelet hasarı O. 2, H 2 O 2, OH. artışı reaçilasyonu/sentezi (Hücre şişmesiyle) Lipid peroksidasyonu Lipid Fosfolipid kaybı yıkım ürünleri HÜCRE MEMBRAN HASARI Şekil 3. İskemide membran hasarı (26). İskemi sonrasında endotel ve hücre zarı fonksiyonlarının bozulmasıyla hem hücre içinde, hem de hücre dışında ödem görülür. Endotel hücrelerinde şişme ile damar dışı boşluğa sızan sıvının neden olduğu bası sonucu kapiler damar lümeni daralır ve sonuçta reperfüzyon olsa da mikrosirkülasyonda ciddi yetersizlikler ortaya çıkar. Reperfüzyon ile iskemide bozulmuş mikrosirkülasyonun tam olarak düzeltilememesine no-reflow olayı denir. Dokuda ortaya çıkan ödemin yanısıra aktive olan nötrofil ve trombositlerin kapiler dolaşımda kalmaları bu tabloya katkıda bulunmaktadır (27). SERBEST RADİKALLER Serbest radikaller, dış yörüngesinde tek, paylaşılmamış elektron taşıyan kimyasal ürünlerdir. Bu dengesiz durumun yarattığı enerji, organizmanın temel yapı taşları olan proteinler, karbohidratlar, lipidler ile inorganik kimyasallar gibi komşu moleküllerle olan tepkimeler sonucu açığa çıkar. Serbest radikaller, hücre membranları ve nükleik asidlerin yapısında yer alan anahtar moleküllerdir (Tablo 1). 10

Tablo 1. Serbest radikaller ve diğer reaktif oksijen bileşikleri (26-29). Serbest radikaller Radikal olmayan SOR etkisi sonucu oluşan radikaller reaktif O 2 bileşikleri Süperoksid (O. 2 ) Hidroksil (OH. ) Hidroperoksil (HO. 2 ) Nitrik oksid (NO. ) Azot dioksid (NO. 2 ) Hidrojen peroksit (H 2 O 2 ) Singlet oksijen ( 1 O 2 ) Hipokloröz asit (HOCl) Peroksinitrit (ONOO. ) Ozon (O 3 ) Lipid hidroperoksit (LOOH) Karbon merkezli radikaller (R. ) Peroksil/Karboksil (ROO. ) Alkoksil (RO. ) Thiyl radikaller (RS. ) Serbest Radikal Kaynakları 1. Biyolojik kaynaklar: a. Aktive olmuş fagositler, b. Antineoplastikler (Nitrofurantoin, bleomisin, doksorubisin, adriamisin) ve ekzojen kimyasalların enzimatik yıkımı, c. Radyant enerjinin emilimi (Ultraviole, X ışını), d. Alkol ve uyuşturucular, e. Çevresel etkenler (Hava kirliliği yapan fotokimyasal maddeler, pestisid, sigara dumanı, solventler, anestezikler ve aromatik hidrokarbonlar), f. Stres (Streste katekolaminler artar. Artan katekolaminlerin oksidasyonu sonucu serbest radikaller meydana gelir) (28). 2. Hücresel kaynaklar: a. Normal metabolik olaylarda görülen oksidasyon-redüksiyon (redoks) reaksiyonları sırasında (Askorbat, thioller, hidrokinonlar, katekolaminler, flavin, tetrahidropterin ve antibiotikler), b. Enzim ve proteinler (Ksantin oksidaz, triptofan dioksijenaz ve hemoglobin gibi), c. Mitokondrial elektron transport zinciri, d. Endoplazmik retikulum ve nükleer membran elektron taşıma sistemleri (sitokrom p450, sitokrom b 5 redüktaz), e. Peroksizomlar (Oksidazlar ve flavoproteinler), f. Plazma membranı (Lipooksijenaz, prostaglandin sentetaz, fagositlerde dihidro nikotinamid adenin dinükleotid fosfat oksidaz ve lipid peroksidasyonu), g. Oksidatif stres yapıcı durumlar (iskemi, travma ve intoksikasyon). 11

Ayrıca değerlilikleri değiştiği için geçiş metalleri denilen bazı metaller, hücre içi reaksiyonlar ya da Fenton reaksiyonu sırasında yeri geldiğinde serbest elektronları alarak veya vererek serbest radikal oluşumunu katalizler (Şekil 4). H 2 O 2 + Fe +2 OH. + OH - + Fe +3 Şekil 4. Fenton reaksiyonu (29). Reaksiyonun sonucunda demir, çok reaktif ve biyolojik sistemlerde hasara yol açan hidroksil radikali oluşumuna yol açar. Redoks tepkimelerinde de az miktarda toksik ara ürün (süperoksid, hidrojen peroksit ve hidroksil radikalleri) oluşmaktadır. Birçok kimyasal biyolojik olarak aktif değildir ve reaktif toksik metabolitlere çevrilmelidir. Örneğin karbon merkezli radikallerden karbontetraklorür (CCl 4 ) toksik etkisini, serbest radikal olan CCl 3 e dönüşümü sonrasında gösterir (25-30). Lipid Peroksidasyonu Serbest radikaller tarafından başlatılan ve zar yapısındaki çoklu doymamış yağ asitlerinin oksidasyonuna neden olan kimyasal olaya denir. Böylelikle membran lipid yapısı değişir, hücre yapı ve fonksiyonları bozulur. Lipid peroksidasyonu üç aşamada gerçekleşir: Başlangıç, zincir gelişimi ve sonlanma. Lipid peroksidasyonu, organizmada oluşan kuvvetli oksitleyici bir radikalin, zar yapısındaki çoklu doymamış yağ asidi zincirindeki α-metilen gruplarından hidrojen atomunu uzaklaştırmasıyla başlar. Burada asıl etkili radikalin hidroksil radikali olduğu düşünülmektedir. Bu şekilde oluşan lipid radikali dayanıksız bir bileşik olup bir dizi değişikliğe uğramaktadır. Lipid radikalinin moleküler oksijenle reaksiyona girmesiyle lipid peroksid radikalleri meydana gelmektedir. Lipid peroksid radikalleri de zar yapısındaki çoklu doymamış yağ asidlerini etkileyerek yeni lipid radikallerinin oluşumunu sağlamakta, kendileri de açığa çıkan hidrojen atomlarını alarak lipid hidroperoksitlerine (LOOH) dönüşmektedir (Şekil 5) (31-34). Başlangıç I. + LH IL + L. Zincir gelişimi L. + O 2 LOO. LOO. + LH L. + LOOH Sonlanma LOO. + LOO LOOOOL LOOOOL Radikal olmayan ürünler, O 2 I. : Başlangıç radikali, L. : Lipid radikali, LOO. :Peroksil radikali, LH: Lipid molekülü Şekil 5. Lipid peroksidasyonu (31-33). Lipid peroksidasyonu, lipid hidroperoksitlerinin aldehid ve diğer karbonil bileşiklerine dönüşmesiyle sona ermektedir. Bu bileşiklerden biri olan malondialdehid (MDA) miktarı, 12

tiyobarbitürik asid testiyle ölçülmekte ve yöntem lipid peroksid düzeylerinin saptanmasında sıklıkla kullanılmaktadır. MDA proteinlerin aminogruplarına, fosfolipidlere veya nükleik asidlere bağlanarak toksik etkisini gösterir (31-34). ANTİOKSİDANLAR Hücrede serbest radikalleri uzaklaştırmak için çok sayıda antioksidan savunma mekanizması mevcuttur. Serbest radikaller durağan değildirler. Genellikle kendiliğinden güçlerini kaybederler. Ayrıca birçok enzimatik ve nonenzimatik sistem serbest radikallerin inaktivasyonuna neden olur. Çoğu hücrede bulunan süperoksid dismutazların (SOD) katalitik etkisiyle radikallerin kaybı belirgin olarak hızlanır. Glutatyon peroksidaz gibi enzimler serbest radikallere karşı koruyucudur. Peroksizomlarda bulunan katalaz hidrojen peroksidi enzimatik olarak parçalar. Ayrıca sistein, glutatyon, seruloplazmin gibi sülfidriller ile A, C ve E vitaminleri serbest radikallerin oluşumunu engelleyen ya da onları inaktive eden endojen ve eksojen antioksidanlardandır (Tablo 2) (2,24-27,32). Tablo 2. Başlıca antioksidanlar (26,27,32). ENZİMLER Süperoksid dismutaz Katalaz Glutatyon peroksidaz Glutatyon redüktaz Glutatyon transferaz Glikoz 6 fosfat dehidrogenaz Sitokrom oksidaz SUDA ÇÖZÜNEN RADİKAL TUTUCULAR İndirgenmiş glutatyon C vitamini (Askorbik asid) Ürik asit Glukoz Sistein Mukus Taurin Sisteamin YAĞDA ÇÖZÜNEN RADİKAL TUTUCULAR E vitamini ß-karoten Bilirübin Ubiquinol Flavonoidler Melatonin METAL İYONLARI BAĞLAYAN PROTEİNLER Ferritin Transferrin Haptoglobin Hemopeksin Seruloplazmin Albumin Laktoferrin Memeli hücrelerde oksidanlara karşı savunmada beş mekanizma önemlidir: 1. Metal iyonlarının bağlanması ile toksik radikal oluşumunun önlenmesi, 2. Oluşan radikallerin toplanması ve bastırılması, 3. Radikal zincir reaksiyonlarının kırılması, 13

4. Hedef moleküllerin hasar sonrası tamiri, tamir edilemeyecek moleküllerin uzaklaştırılması, 5. Antioksidan kapasitenin artırılması. Antioksidan bileşiklerin bir kısmı birkaç mekanizmayı birden kullanarak etkilerini göstermektedir. Toksik oksidanların oluşumunun önlenmesi için; organizmada oksidatif stres yapıcı nedenlerin ve risk faktörlerinin iyi belirlenmesi, bunlardan uzak durulması ve etkileriyle mücadele edilmesi ilk yapılması gerekenler olarak sıralanabilir (27,30,32). ASETİLSİSTEİN Asetilsistein (AS) hafif asetik kokulu, beyaz ve kristalize bir tozdur. Suda 1/5 ve alkolde 1/4 oranında çözünmektedir (35,36). Sudaki %1 lik solüsyonunun ph sı 2.0-2.8 kadardır. Bazı metaller, lastik, oksijen ve oksidan maddelerle geçimsizdir. Amfoterisin, ampisilin sodyum, eritromisin laktobionat ve bir kısım tetrasiklinler ile fiziksel olarak geçimsiz ya da karışımlarında etkisizdir (35). Fizyolojik ph değerlerinde göreceli olarak durağandır (36). Kimyasal formülü C 5 H 9 NO 3 S olup molekül ağırlığı 163.2 dir (35,36). AS, plazma ve dokularda; serbest, disülfid bağlarıyla proteinlere bağlı veya protein peptid zincirleri içerisinde bir durumda bulunabilir. Oral uygulanan AS hızla emilmekte, akciğer, karaciğer ve böbrek gibi dokularda hızla dağılmaktadır. AS barsak duvarı ile karaciğerde hızla ve fazla miktarda metabolize olmakta, bu ise ilacın yaklaşık %10 bir biyoyararlanımıyla sonuçlanmaktadır. AS metabolizmasının ana üriner atılım ürünü inorganik sülfattır (Şekil 6). Bu, uygulanan dozun %38 i kadardır. Az miktarda taurinin de idrarla atıldığı saptanmıştır (36,37). Renal klirens 0.19-0.21 L/kg/saat olarak bildirilmiştir. Tüm vücut klirensi 0.84 L/kg/saat ve son eliminasyon yarı ömrü 1.95 saattir (35,37). NAS N-asetilsistin N,N-diasetilsistin Sistein Doku ve plazma proteinleriyle labil disülfid kompleksleri Glutatyon İnorganik sülfitler Sistin Sisteik asit İnorganik sülfatlar Protein zincirlerine katılım Taurin Safra asidi Safra asidi konjugatı Şekil 6. N-asetilsisteinin metabolizması (37,38). 14

Tedavide Kullanımı Bir glutatyon prekürsör ve analoğu olan AS 40 yıldır tıpta kullanılmaktadır (Tablo 3). AS ın sodyum tuzlu N-asetil türevinin (N-asetilsistein) klinik uygulamalarda kullanılabilir biçimde daha az irritan ve daha fazla durağan olduğu bildirilmiştir. Thiol grubu bir antioksidan olan NAS enzimatik olmayan bir biçimde serbest radikalleri bağlayarak ya da indirgeyerek ortadan kaldırır (39). N- asetilsistein tıpkı diğer thioller gibi hidroksil radikalini de başarıyla temizler (38). Tablo 3. N-asetilsisteinin tedavide kullanımı (36-44). Akut solunumsal distres sendromu, amfizem, akut ve kronik bronşit gibi solunum yolu hastalıklarında Kanser tedavisinde kullanılan alkilleyici ajanların neden olduğu hemorajik sistit sağaltımında Temelinde oksidatif stres bulunan septik şok ve kardiovasküler sistem hastalıklarının sağaltımında (Angina, miyokard infarktüsü ve kalp yetmezliği) Hidroksil ve singlet oksijen gibi reaktif oksijen türevlerinin temizleyici olarak hücrelerin oksidan strese karşı savunmasında Bazı ağır metaller, karbontetraklorür ve bir antineoplastik ilaç olan doksurubisin zehirlenmelerinde antidot olarak Parasetamol zehirlenmesinde antidot olarak Birçok kimyasalın karaciğerde detoksifikasyonunda Viral enfeksiyonlar ve HIV sağaltımında immunmodülatör amaçlı Deneysel olarak deri fleplerinin korunmasında Askeri tıpta radyasyona karşı korunma amaçlı Kistik fibrozis ve mekonyum ileusunda Karın ağrısı ve subakut ileusun tedavisinde Kuru göz sendromunun tedavisinde 15

GEREÇ VE YÖNTEMLER Araştırma Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Yerel Etik Kurulu nun 14.06.2002 tarih ve 08 sayılı oturumunda alınan karar doğrultusunda (Ek 1) Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Cerrahisi Anabilim Dalı tarafından planlandı ve uygulandı. Çalışmanın deney aşaması Ekim 2004- Ocak 2005 tarihleri arasında Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Deney Hayvanları Araştırma Birimi nde gerçekleştirildi. Bu birimde üretilen prepubertal, 26-30 günlük ve 70-100 g ağırlığında Wistar-Albino cinsi erkek sıçanlar kullanıldı. Denekler 22±1 o C ısıda, 12 saat karartılıp 12 saat aydınlatılan ve %50-60 oranında nemlendirilen bir ortamda tutuldular. Deney gününe kadar sıçanların beslenmesinde standart pellet yem ile şehir içme suyu kullanıldı. Giderler için Trakya Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri kapsamında destek sağlandı (TÜBAP no: 547). Bu desteklerinden ötürü Araştırma Projeleri Komisyonuna teşekkür ederiz. Deney sonunda çıkartılan dokuların histopatolojisi Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı, MDA değerleri ise Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Biyokimya Anabilim Dalı tarafından çalışıldı. Hazırlık, Anestezi ve Cerrahi İşlemler Cerrahi girişim öncesi deneklere 5-10 mg/kg dozunda xylazin (Rompun, Bayer-İstanbul) ve 50-70 mg/kg dozunda ketamin hidroklorür (Ketalar, Pfizer-İstanbul) kas içine uygulanarak genel anestezi sağlandı. Skrotum derisine %10 luk povidon iyot çözeltisi ile temizlik yapıldı. Deneklere skrotum orta hat üzerinde, iki cm uzunluğunda vertikal cilt ve cilt altı kesisi uygulandı. Skrotal boşlukta sağ testis tunika vaginalis ve spermatik kord ile birlikte gubernakulumdan künt disseksiyonla ayrılarak dışarıya alındı. Her işlem sonrasında testis dokusu skrotuma yerleştirilirken insizyon ılık ve ıslak gaz kompres ile kapatıldı. 16

Gruplar İlk grup kontrol (K) grubuydu. Grupta beş denek yer alıyordu. Deneklere yukarıda bahsedilen cerrahi işlemler sonrasında bilateral orşiektomi uygulandı. İkinci grup dokuz denekten oluşan iskemi (I) grubuydu. Bu gruptaki deneklerin sağ testisleri kord elemanlarıyla birlikte saat yönünde olacak şekilde 720 o döndürülerek deneysel ekstravaginal testis torsiyonu modeli oluşturuldu. Torsiyone testis 6/0 propilen dikişlerle iki yerden skrotum iç yüzüne tespit edildi (Resim 1). Dört saatlik torsiyon süresi sonunda insizyon açılarak bilateral orşiektomi uygulandı. Üçüncü grup dokuz deneğin yer aldığı iskemi-reperfüzyon modeli oluşturulan (IR) gruptu. Bu gruptaki deneklerin sağ testisleri kord elemanlarıyla birlikte saat yönünde olacak şekilde 720 o döndürülerek deneysel ekstravaginal testis torsiyonu modeli oluşturuldu. Torsiyone testis 6/0 propilen dikişlerle skrotum iç yüzüne tespit edildi. Dört saatlik torsiyon süresi sonunda detorsiyon gerçekleştirildi. Testis yeniden skrotum içine yerleştirildi ve dört saatlik reperfüzyon sonucunda deneklere bilateral orşiektomi yapıldı. Dördüncü grup iskemi-reperfüzyon modeli oluşturulup NAS uygulaması yapılan (NAS) gruptu. Bu gruptaki dokuz denekte IR grubundan farklı olarak detorsiyon öncesi ilaç uygulaması yapıldı. Deneklerin kuyruk veninden 100 mg/kg dozunda N-asetilsistein (Asist, Bilim-İstanbul) dört saatlik torsiyon süresi sona ermeden 15 dakika önce uygulandı (Resim 2). Daha sonra detorsiyon gerçekleştirildi (Resim 3 ve 4). Testis tekrar skrotum içine yerleştirildi. Bu işlemden dört saat sonra deneklere bilateral orşiektomi uygulandı (Tablo 4). Cerrahi işlemler sonunda tüm gruplardaki denekler servikal dislokasyon ile öldürüldüler. Tablo 4. Gruplara yapılan işlemler ve ilaç uygulamaları. GRUPLAR İŞLEM İLAÇ 1.Grup (Kontrol) - - 2. Grup (İskemi) Sağ testis torsiyonu (dört saat) - 3.Grup (İskemireperfüzyon) Sağ testis torsiyonu (dört saat), - detorsiyon ve dört saat bekleme 4.Grup (NAS) Sağ testis torsiyonu (dört saat), detorsiyon ve dört saat bekleme Detorsiyondan 15 dk önce IV 100 mg/kg NAS Histopatolojik İnceleme Histopatolojik inceleme için ayrılan doku parçaları %10 luk formaldehit çözeltisi içerisinde fikse edilerek Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı na gönderildi. Tespit sonrası 17

takip işlemleri yapılan örnekler parafinle bloklandı. Kalınlığı dört mikron olan standart kesitler Hematoksilen-Eosin (HE) ile boyanarak mikroskopik inceleme için hazırlandı. Tüm preparatlar aynı patoloji uzmanınca, Cosentino ve ark (45) tarafından 1986 da yapılan sınıflamaya uygun olarak ışık mikroskobunda (Nikon E600-Japonya) incelendi (Tablo 5). Elde edilen veriler önceden hazırlanan bir forma işlendi. Tablo 5. Histopatolojik değerlendirme (45). EVRE BULGU 1 Düzenli sıralı germ hücreleri ile birlikte normal testis dokusu 2 Daha az düzenli germ hücreleri, düzensiz yakınlaşmış seminifer tübüller 3 Düzensiz germ hücreleri, küçülmüş piknotik çekirdek ve sınırları bozulmuş seminifer tübüller 4 Düzensiz, koagülasyon nekrozu oluşmuş germ hücreleri ile dolu seminifer tübüller Biyokimyasal İnceleme Biyokimyasal değerlendirme için lipid peroksidasyonu ürünü olan malondialdehid (MDA) düzeyi araştırıldı. Bunun için çıkartılan testisler enine iki parçaya ayrıldı. Ağırlıkları 0.10-0.22 g olan doku parçaları serum fizyolojik ile birkaç kere yıkanıp kurutma kağıdı ile iyice kurutulduktan sonra ependorff tüplerine konularak inceleme gününe kadar 85 o C de saklandı. Tüm örneklemeler sona erdiğinde dokular dondurucudan alınıp çözülmesi beklendikten sonra otomatik doku homojenizatörü (Heidolph DIAX900-Almanya) ile homojenize edildi. Doku MDA düzeyi 1979 yılında Ohkawa ve ark (34), tarafından tanımlanan yöntemle Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Biyokimya Anabilim Dalı nda çalışıldı. Sonuçlar Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Biyofizik Anabilim Dalı ndaki spektrofotometrede (Shimadzu UV1208-Japonya) nmol/ml/g protein olarak okunup önceden hazırlanan veri formuna işlendi. İstatistiksel İnceleme Verilerin değerlendirilmesi Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanlığı Bilgi İşlem Merkezinde bulunan S0064 Minitab Release 13 (lisans numarası wcp 1331.00197) programı ile yapıldı. Biyokimyasal sonuçlar gruplar arasında Kruskal-Wallis varyans analizi ile değerlendirildi. Fark, p değeri 0.05 den küçük olduğunda anlamlı kabul edildi. Anlamlı fark bulunan gruplar arasındaki karşılaştırmalar için Mann-Whitney U testi kullanıldı. 18

Resim 1. Torsiyone testis skrotum iç yüzüne prolenle tespit edilmiş halde görülmektedir. Resim 2. Detorsiyon öncesi kuyruk veninden N-asetilsistein uygulaması görülmektedir. 19

Resim 3. Longitudinal eksende ve saat yönünde 720 torsiyone sağ testisin detorsiyonu görülmektedir. Resim 4. Detorsiyon işlemi sonrası testisin görünümü. 20