DEVLET'ten Okuyucuya. tyg. Su 5 at. *$i. Muhterem Okuyucularımız :



Benzer belgeler
Akaryakıt kaçakçılığına geçit yok

EKREM DEMİRTAŞ İZMİR TİCARET ODASI YÖNETİM KURULU BAŞKANI

EKONOMİ POLİTİKALARI GENEL BAŞKAN YARDIMCILIĞI Eylül 2012, No: 39

MİLLİ EĞİTİM BAKANLIĞI ANADOLU LİSELERİ YÖNETMELİĞİ

BAYRAĞIMIZI İNDİREN HAİNLERİ ANKARA DA PROTESTO ETTİK. Yazar Editör Çarşamba, 11 Haziran :04

MİLLİ GÜVENLİK BİLGİSİ SORULARI

EĞİTİM ÖĞRETİM YILI ÇALIŞMA TAKVİMİ

ÖRGÜN VE YAYGIN EĞİTİM KURUMLARI EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI ÇALIŞMA TAKVİMİ ERZİNCAN İL MİLLÎ EĞİTİM MÜDÜRLÜĞÜ

El koyduğu trafik kazalarında trafik kazası tespit tutanağı düzenlemek,

T.C. KARABÜK ÜNİVERSİTESİ ÖN LİSANS VE LİSANS PROGRAMLARI YATAY GEÇİŞ YÖNERGESİ

KPSS 2009 GK-(52) KONU ANLATIM SAYFA SORU. 10. Seçimlerle verilen bilgilerden hangisi yanlıştır?

Parlamento Seçimi ve Sami Meclisi Seçimi 2009

DEVLET KEMER TAKIYOR. Kamu Aracı Kullanan Sürücüler ve Kurum Yöneticileri için Emniyet Kemeri Kullanımı Farkındalık Projesi. Doç. Dr.

FEN BİLGİSİ ÖĞRETMENİ

5. SINIF SOSYAL BİLGİLER BİR ÜLKE BİR BAYRAK TESTİ

MALZEMELERİN GERİ DÖNÜŞÜMÜ. Prof.Dr. Kenan YILDIZ

ULUSLARARASI İŞLETMECİLİK

Cumhuriyet Halk Partisi

SANAT TARİHÇİSİ TANIM. Türkiye de ve dünyada yapılmış sanat eserlerini kronolojik gelişme ve yöresel boyutlarında inceleyen ve değerlendiren kişidir.

SİGORTACILIK VE BİREYSEL EMEKLİLİK SEKTÖRLERİ 2010 YILI FAALİYET RAPORU YAYIMLANDI

Avrupalı Hukukçular Viyana'da Toplandı

İşletme türleri nelerdir? Nasıl Sınıflandırılır?

DİN KÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ ÖĞRETMENİ

Cinsiyet Eşitliği MALTA, PORTEKİZ VE TÜRKİYE DE İSTİHDAM ALANINDA CİNSİYET EŞİTLİĞİ İLE İLGİLİ GÖSTERGELER. Avrupa Birliği

ANKARA MİLLİ EĞİTİM MÜDÜRLÜĞÜ EĞİTİM ÖĞRETİM YILI ÇALIŞMA TAKVİMİ Eğitim Öğretim Yılı Öğretmenlerin Göreve Başlaması

Bu kararın verilmesine göre de borçlanma önem kazanabiliyor ve borçlanmanın da çok farklı nirengi noktaları karşımıza çıkıyor.

Avrupa Konseyi. Avrupa Birliği Bakanlar Konseyi

DEMİR ÇELİK SEKTÖRÜNDE 50 YILLIK GELİŞME ve GELECEĞE BAKIŞ. Necdet Utkanlar

TEYİT İŞLEMLERİ İSTATİSTİKLERİ

ANKARA İLİ BASIM SEKTÖRÜ ELEMAN İHTİYACI

MİLLÎ EĞİTİM BAKANLIĞI DİN ÖĞRETİMİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ

T.C. KASTAM. Ğİ ü. Sayfa 1 / 7

OTOMOTİV MÜHENDİSİ TANIM. Kamyon, otobüs, minibüs, otomobil gibi motorlu kara taşıtlarını planlayan ve üretimini denetleyen kişidir.

Cumhuriyet Halk Partisi

CANİK BAŞARI ÜNİVERSİTESİ EĞİTİM FAKÜLTESİ OKUL DENEYİMİ VE ÖĞRETMENLİK UYGULAMASI YÖNERGESİ

Cumhuriyet Halk Partisi

T.C İZMİR İLİ SELÇUK BELEDİYESİ MECLİS KARARI KARARA KATILANLAR

D. MESLEKİ ÇALIŞMALARIN İÇERİĞİ VE MÜZAKERE EDİLECEK KONULAR TABLO-1

İDAREDE VERİMLİLİK DENETİMİ. A. Argun AKDOĞAN TODAİE

GİRİŞ. Eğitimdir ki, bir milleti hür, bağımsız, şanlı, yüksek bir toplum halinde yaşatır veya bir milleti kölelik ve yoksulluğa terk eder.

RUSYA FEDERASYONU 2015 ARALIK AYI SİYASİ GELİŞMELER GÜNCESİ. Hazırlayan: Yavuz Selim HAKYEMEZ

Irak'tan garip çıkış

KIRIKKALE ÜNİVERSİTESİ

Konutta Uygulanan KDV Oranındaki Değişiklik

T.C. ARTVİN VALİLİĞİ İl Millî Eğitim Müdürlüğü ÖĞRETİM YILI DERS ÜCRETİ KARŞILIĞI ÖĞRETMENLİK BAŞVURU KILAVUZU TEMMUZ

EKONOMİK VE MALİ POLİTİKA GENEL BAŞKAN YARDIMCILIĞI Ocak 2012, No: 21

GAZİ ÜNİVERSİTESİ KAMU YÖNETİMİ BÖLÜMÜ STRATEJİK PLANI

Kurumsal Yönetim ve Kredi Derecelendirme Hizmetleri A.Ş. Kurumsal Yönetim Derecelendirmesi

KİMYA MÜHENDİSLERİ ÇALIŞMA KOŞULLARI ANKET SONUÇLARI

Dünya Nüfus Günü, 2016

TBMM GENEL SEKRETERLİĞİ (MİLLİ SARAYLAR DAİRE BAŞKANLIĞI) BÜNYESİNDE STAJ YAPACAK OLANLARIN BELİRLENMESİ İLE GÖREV VE SORUMLULUKLARI HAKKINDA YÖNERGE

Çocuk, Ergen ve Genç Yetişkinler İçin Kariyer Rehberliği Programları Dizisi

KAPADOKYA MESLEK YÜKSEKOKULU ÖĞRENCİ KONSEYİ YÖNERGESİ. BİRİNCİ KISIM Amaç, Kapsam, Dayanak ve Tanımlar

SPOR KAMUOYUNA DUYURUMUZ

En büyük boşanma sebebi ilgisizlik

1. Asgari ücret desteğinden faydalanabilecek işverenler kimlerdir?

T.C. DENİZLİ VALİLİĞİ İl Milli Eğitim Müdürlüğü. ÖRGÜN ve YAYGIN EĞİTİM KURUMLARI EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI ÇALIŞMA TAKVİMİ

Çocuklarımızın etraflarındaki dünyayı keşfedebilmeleri için eğitim ortamımızı, canlı, renkli ve bütün ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde tasarladık.

SEKÜLER TREND BARıŞ ÖLMEZ. İNSANDA SEKÜLER DEĞİŞİM Türkiye de Seküler Değişim

64.Hükümetin Programında ve üç aylık eylem planında yer alan vaatlerin biri de polislerin ek gösterge ve emniyet tazminatlarında artış hakkında idi.

İzmir SMMMO. dayanışma. Ömer AKBAŞ Serbest Muhasebeci Mali Müşavir

KAYMAKAM TANIM. Kaymakam ilçenin genel yönetiminden sorumlu olan, devleti ilçede temsil eden, ilçenin en büyük devlet görevlisidir.

REHBERLİK ETKİNLİĞİ DEĞERLENDİRME FORMU 1. : Açıklama-Bilgilendirme. : Ortaöğretim Kurumları Yönetmeliğini Öğrenir.

FUAR RAPORU 3.ULUSLARARASI MOBİLYA, DEKORASYON, HALI, EV TEKSTİLİ VE EŞYALARI FUARI

AVUKAT KİMLİKLERİNİN HAVAALANLARINDA DA GEÇERLİ OLDUĞUNA DAİR YAZIŞMALAR

252 seri numaralı GVKGT nden özellik önem arz ettiğini düşündüğümüz bazı noktaları hatırlatmakta fayda görüyoruz.

Cumhuriyet Halk Partisi

8. (1) (a) Sicil amirlerince doldurularak hazır hale getirilen siciller Bakanlıkça oluşturulan Sicil Tasnif Komitesi ne verilir.

Yurt Dışına Lisansüstü Öğrenim Görmek Üzere Gönderilecek Adayları Seçme Ve Yerleştirme Sınavı (YLSY)

KIRGIZİSTAN TÜRKİYE MANAS ÜNİVERSİTESİ Öğrenci Konseyi ve Öğrenci Kulüpleri Yönergesi

TÜRK POLİS TEŞKİLATINDA YAŞANAN MAĞDURİYETLER VE BUNUN TOPLUMA YANSIMALARI HAKKINDA RAPOR ( ) ÖZET

MEGEP (MESLEKİ EĞİTİM VE ÖĞRETİM SİSTEMİNİN GÜÇLENDİRİLMESİ PROJESİ)

T.C. ESKİŞEHİR VALİLİĞİ İl Millî Eğitim Müdürlüğü ÖRGÜN VE YAYGIN EĞİTİM KURUMLARI EĞİTİM - ÖĞRETİM YILI ÇALIŞMA TAKVİMİ

''Ülkemizin çeşitli il ve ilçelerinde görüşmekte olduğum, otopark işletmecisi olan arkadaşlarla yapmış olduğumuz sohbetlerin bir özetidir...

Bodrum hakkında bilinmeyen bir gerçek belgesiyle ortaya çıktı

Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk, vefatının 74. Yıldönümünde, 10 Kasım 2012 Cumartesi günü aşağıdaki programa göre anılacaktır.

ADALET MESLEK ELEMANI

Kadın Dünyası Hizmete Açıldı

Sabuncubeli Tüneli nin temeli atıldı

ULUSAL DEPREM STRATEJİSİ VE EYLEM PLANI (UDSEP- 2023) İZLEME VE DEĞERLENDİRME KURULU ÇALIŞMA ESAS VE USULLERİ YÖNERGESİ

T.C. GELİR İDARESİ BAŞKANLIĞI İSTANBUL VERGİ DAİRESİ BAŞKANLIĞI. (Mükellef Hizmetleri Gelir Vergileri Grup Müdürlüğü)

Anayasa Mahkemesi nin Bağımsızlığı Hukuk Devletinin Güvencesi (Bulgaristan Deneyimi)

2015 Yılında Yapılan Değişiklikler

ÖĞRETMEN KADROLARININ EĞİTİM VE ÖĞRETİM KURUM VE KURULUŞLARINA DAĞILIMI TÜZÜĞÜ

Kurumsal Yönetim ve Kredi Derecelendirme Hizmetleri A.Ş.

Esas No: 1/510 Tarih: 04/08/2008 Karar No: 14 TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANLIĞINA

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANLIĞINA

NAKIŞ ÖĞRETMENİ. TANIM Çalıştığı eğitim kurum ya da kuruluşunda; öğrencilere ya da yetişkinlere, nakış ile ilgili eğitim veren kişidir.

VERGİ UYUŞMAZLIKLARININ ÇÖZÜMÜNDE DÜZELTME VE ŞİKAYET YOLU

EKONOMİ POLİTİKALARI GENEL BAŞKAN YARDIMCILIĞI Temmuz 2013, No: 64

Kurumsal Yönetim ve Kredi Derecelendirme Hizmetleri A.Ş. Kurumsal Yönetim Derecelendirmesi

KAYISI ARAŞTIRMA İSTASYONU MÜDÜRLÜĞÜ EK 3.9 TOPRAK SU KAYNAKLARI BÖLÜMÜ

Kurumsal Yönetim ve Kredi Derecelendirme Hizmetleri A.Ş. Kurumsal Yönetim Derecelendirmesi

Öteki dersi ilk kez alıyorum ve genellikle hoşlanılmayan bir ders : mantık.

T.C. AKSARAY VALİLİĞİ İl Millî Eğitim Müdürlüğü. Sayı : /10/ /02/2015 Konu : Seçmeli Dersler

ÇALIŞAN BAĞLILIĞINA İTEN UNSURLAR NEDİR VE NEDEN ÖNEMLİDİR?

SULTANGAZĠ ĠLÇE MĠLLĠ EĞĠTĠM MÜDÜRLÜĞÜ EĞĠTĠM - ÖĞRETĠM YILI ÖRGÜN ve YAYGIN EĞĠTĠM KURUMLARI ÇALIġMA TAKVĠMĠ

Mali Tatilin SGK ya Yapılacak Bildirimlere Etkisi

T.C. DENİZLİ VALİLİĞİ İl Milli Eğitim Müdürlüğü. ÖRGÜN ve YAYGIN EĞİTİM KURUMLARI EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI ÇALIŞMA TAKVİMİ

T.C. MİLLÎ EĞİTİM BAKANLIĞI Hayat Boyu Öğrenme Genel Müdürlüğü. Sayı : /10.04/ /12/2014 DESTEK HİZMETLERİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜNE

Transkript:

< a Su 5 at tyg DEVLET'ten Okuyucuya *$i Muhterem Okuyucularımız : Milletimizin geleceği bakımından fevkalâde ehemmiyetli ve endişelerle dolu bir ayı daha geride bıraktık. Türk milletinin, Ecevıt iktidarıyla birlikte; Türkiye'nin giderek artan şiddet olaylarıyla bir kan gölü haline gelmeye başlamasından beri hasretle beklediği Sıkıyönetim, uygulama sahası olan bölgelerde mevzi bir sükûnet sağlamış bulunuyor. Ancak ne var ki, bu mevzi huzur ve sükûnetin dışında değişen birşeyin bulunmadığı da gözden kaçmıyor. Anarşik hadiselerin daha çok, Sıkıyönetim bölgelerinin dışına kaydığı dikkat çekiyor. Bu arada, bu olaylarda, Sıkıyönetim ilan edilmesi gerektiği halde hükümet mensuplarının ısrarla Sıkıyönetim dışı bıraktıkları bazı iller başı çekiyor. Mardin'de ele geçirilen ve Türk ordusunda bile bulunmayan yüzlerce roketatar, Tunceli'de işlenip duran cinayetler, Antalya ve İzmir'de cereyan eden hadiseler bunların açık delili. Bu arada, dış gelişmeler bakımından da yine hareketli günlerin içindeyiz! «Saygınlık» iddialarıyla idareyi ele geçiren siyasî kadronun yeni bir «Düyûn-u Umûmiye» tatbikatına başlamasından sonra 'ortaya çıkan vahim vaziyeti haber sayfalarımızda geniş olarak veriyoruz. Ayrıca, bu konuyla ilgili olarak, ülkemizde çeşitli hükümetler döneminde uzun yıllar Dışişleri Bakanlığı yapmış bulunan Sayın İhsan Sabri ÇAĞLAYANGİL ile yaptığımız mülakatın ilgi çekici olacağını umuyoruz. Ortadoğu ve bu arada Türkiye'yi yakından ilgilendiren İran olaylarıyla ilgili haberlerimizin yanısıra, bu oldukça önemli hadisenin dünü, bugünü ve yarınını, bu konularda uzman olan değerli ilim adamlarımızdan Doç. Dr. Kâmil TURAN ile görüştük. TRT, bildiğiniz gibi son günlerde adından en çok bahsedilen Devlet Kurumlarından biri oldu. Bu konuda da, eski bir TRT mensubu olan Kontenjan Senatörü Sayın Hüsameddin ÇELEBİ ile konuştuk. Birkaç aydır dergimizin periyodunda meydana gelen kısmî gecikmelere bundan böyle meydan vermemeye çalışıyoruz. Hemen burada zikredelim ki, bu gecikmelerde, hükümetin uyguladığı ekonomi politikasının basm - yayın hayatına, matbaalara yansıyan payı büyüktür. Öyle ki, Ankara'nın sayılı matbaaları bile yavaş yavaş işçilerini tasfiye etmekte ve kapanmaktadır. Bu şartlar altında Muhterem okuyucularımızın bizleri mazur görecekleri inancındayız. Saygılarımızla. &*VLET ŞUBAT : 1979

Ayın Yorumu İktidar Değişikliği İçin Lâf Değil, Gayret M illetin ufkuna bir kara bulut gibi çöken, hükümet konağının damına baykuş gibi tüneyerek uğursuzluk, yokluk ve pahalılığı millî kader hâline getiren bu iktidarın bir an önce gitmesi zarureti artık Ecevit'i umut olarak gören çevrelerce de kabul ed^mektedir. Türk MiUiyetçileri Ecevife memleket kaderinin bir gün bile teslim edilmemesi gerektiği kanaatini müteaddit kereler ifade etmelerine rağme n, bir çok şahıs ve çevreler bu görüşe katılmamışlardı. Bunlardan bir kısmı Ecevit'e umut bağlayanlardı. Bunlar, MC içindeki uyumsuzluktan rahatsız olanlarla, CHP nin, parlak vaadlerine inananlardan müteşekkildi. Bir diğer grup ise, «Umudumuz Ecevit» balonunun fazla şiştiğini, bu balonun patlaması gerektiğini, son seçimlerde 215 sandalye sahibi olan bu partinin iktidar deneyinden geçmemesi hâlinde daha da tehlikeli olacağına inananlardan ibaretti. Her iki gruptakiler de Ecevit'in iyi niyetinden emindiler. Fakat bir grup «Yeni CHP'nin, devlet otoritesini kısa zamanda tesis edeceğinden emin, Ecevit'in «Gelirsek anarşiyi bir günde önleriz. Dışarıda saygınlığımız var, dış meseleleri hemen çözeriz, iktisadî darboğazları aşacak kredileri ve ö- zellikle iktisadî hayat için (taze kan de mek olan parayı hemen buluruz» gibi iddialarını ciddiye alıyordu. Diğer bir grup ise, Ecevit'in tecrübesizliği, görüşlerinin hayalî ve kendisini o güce ulaştıranlara «diyet borçlarının» iktidara gelindiği gün vâdesinin dolmasının doğu racağı sıkıntılar sebebiyle başarısızlığa baştan mahkûm olduğunu düşünüyor; «O da boyunun ölçüsünü alsın, ona umut bağlayanlar da» diyorlardı. Ne var ki, böyle bir denemenin devlet ve millet hayatı bakımından büyük tehlikeler taşıdığını bilen Türk milliyetçileri hiçbir zaman bu gibi hesaplara iltifat etmemiştir. Ş imdi, Ecevit'in «Acelemiz var», «Anaların göz yaslarını dindireceğiz» diyerek ve her türlü şaibeye müsait bir tarzda iktidar koltuğuna o- turmasından bu yana bir yıl geçmiştir. Bu bir yıl göstermiştir ki, bir kere Ecevit memleket meselelerini halledecek ehliyette biri değüdir ve hiçbir meseleyi halletmemiştir, aksine bütün meselelerin daha da büyümesine sebeb olmuştur. Üstelik, ikinci olarak, Ecevit memleket meselelerini halletmeye de niyetli değildir. Türkiye'nin meselelerini halletmek maksadiyle iktidar olmamıştır. İktidarda kalmak arzu ve kararının sebebi de meselelerin üstesinden gelmek değildir. O, özlediği düzenin gelmesi için, senelerce önce ifade ettiği rejim değişikliğinin gerçekleşmesi için zaruri gördüğü kapının tokmağını çevirme vasatını mey dana getirmek maksadiyle iktidardadır. Bunun için devlet otoritesinin iyice zaafa uğraması gerekiyorsa, o elbette bunu yapacaktır. İktisadi meseleler memleketi yaşanamaz hâle getirecekse, o bu şartları daha da kötüleştirici tedbirleri almakla mükelleftir. Devlet kadrolarının devlet düşmanları tarafından doldurulması çok önemli bir adım ise, o bunu sağlayacaktır. Maarifin, millî kültür müesseselerinin tamamen komünistlerin, marksistlerin emrine verilmesi, özlenen değişiklikler için büyük önem taşıyorsa, onun görevi elbette bu hususu gerçekleştirmektir. Daha önemlisi, partisinin TBMM ortak grubunda ifade ettiği gibi, vazifeleri çeşitli devlet müesseselerini ele geçirmektir. «Ele geçirilmez zannedilen» bir çok müesseseler işgal edilmiş, şimdi sıra Türk Silâhlı Kuvvetleri ve MİT'tedir. Bunların da ele geçirilmesi arzusundan Ecevit vazgeçmemiştir. Grupta bu konuda yavaş davranıldığuu iddia edenlere verdiği cevap düşündürü- 2 DEVLET ŞUBAT : 1979

cüdür. Önceden tayin edilen hiçbir hedeften vaz geçmediğini söyleyen Ecevit, kendisinin bazı meseleleri fazla sürtüşmelere girmeden ve zaman içinde halletmek temayülünde olduğunu belirtiyor. G erçekten, geçen bir yıllık icraatın değerlendirmesi de göstermektedir ki, Ecevit tayin ettiği hedefe varmak üzere, iktidar nimetlerinden istifade için her tavizi vermeye hazırdır. Zira, daha önceki iddia ve kanaatlerine tamamen zıd tutum ve niyet içinde görünmesinin ve hattâ kararlar almasının başka izahı yoktur. Bu bâbda birkaç hususu hatırlatmak yeterlidir: 1. Anarşiyi halletmek için hiçbir ek kanunî tedbire ihtiyaç olmadığını söylemiş, ancak Anayasa'nın âmir hükmü Devlet Güvenlik Mahkemelerini tesis etmemekle beraber, birçok kanun tasarılarını Meclislere sevk mecburiyetinde kalmıştır. Anarşinin hürriyetleri daha da genişletmek suretiyle önleneceğini iddia ettiği halde, getirdiği yeni kanun değişikliği tasarılarında mesken masuniyetini ihlâl edici hükümlerin bulunmasında mahzur görmemiştir. 2. Vatan ve milletin bütünlüğünü, devletin bekasını tehlikeye sokan hâdiselerin geniş boyutlara ulaşması hâlinde, ilânı bir Anayasa emri olan Sıkıyöne time başvurulmasını isteyen MHP yi «karanlık emellerin sahibi» olarak niteleyerek savcıların harekete geçmesini istemiş, sonunda Sıkı yönetimi eksik ve hâtâlı gerekçelerle de olsa ilân zorunda kalmıştır. Ancak, milletin büyük ekseriyetinde bir ferahlık meydana getiren Sıkı Yönetimin de sadre şifa olmasını önlemek için zararlı müdahalelerde bulunma heveslerinden geri durmamaktadır. 3. Yabancı sermayenin sömürü aracı olduğunu ileri sürerek siyâsi hayatının son döneminde sürekli yabancı sermaye düşmanlığı yaptığı halde, milli gururu rencide etme pahasına her ö- nüne gelene avuç amış, böylece herşeyden evvel kendi camiasını müşkül vaziyette bırakmıştır. 4. Amerikan üslerini hiçbir taviz almaksızın ve kanunî mesnede bağlamaksızın açmıştır. Milliyetçiliğin, en ö- nemli tezahürünün üsleri kapatmak olduğunu iddia eden Ecevit, bu konuda da kendi kendisi ile tezada düşmekten kurtulamamıştır. 5. Düyunu Umûmiye'nin hortlatılmasını sağlayan, çok ağır ve haysiyet kırıcı anlaşmalar yapan, Türk köylüsünün malını yabancı tefecilere ipotek eden Ecevit, bütün arzusunun sadece iktidarda kalmak olduğunu bu vesile ile tekrar göstermiştir. 6. Her türlü haysiyetsizliği göze alarak yapılan dış seyahatler «dışta en itibarlı» kimse olmadığını göstermiştir. 7. Türkiye'de yolsuzluklarla yalnız kendilerinin mücadele edebileceğini iddia eden bu ekip, ekseri bakanlar hakkında yolsuzluk ve rüşvet iddialarının belgelerle ortaya konmasına rağmen bütün hırsızlık ve suistimal iddialarına göz yummakta ve hattâ bakanlar hakkında münakaşa açılmasını şimdilik mahzurlu görmektedir. 8. «Bir kişi ölse hükümet istifa eder» iddiasında bulunmasına rağmen binlerce kişinin ölmesi karşısında istifayı düşünmemektedir. Bu misaller çoğaltılabilir. En son bir ay içinde vukua gelen dört tren kazasmdaki sorumsuzluk tavrı, Ecevit'in sadece kapının tokmağını çevirme veya yakın zaman önce ifade ettiği gibi duvarı aşma zamanını beklediğini, bu zaman gelinceye kadar ne söylemişse aksini yapmaktan çekinmeyeceğini göstermektedir. O halde, Ecevit'e planladığı zamanı vermemek, kapının tokmağını çevirecek imkânı bahşetmemek lâzımdır. Bunun için de bu iktidarın bir an önce değiştirilmesi gerekir. Bu zaruret artık millî beka meselesi hâline gelmiştir. Hükümetin çekilmesi veya değiştirilmesi zarure- (Devamı Sayfa 40'ta) Dfc-VLET ŞUBAT ; 1979

Roketatarlar... Ne için, SIKIYÖNETİM UYGULAMALAR BAŞLADI Sıkıyönetimin ilânını müteakiben aşırı sol mütereddit bir tavır takındı. Şimdiye kadar Sıkıyönetimin ilânına vesile olacak birçok olay cereyan etmiş olmasına rağmen hükümet, Sıkıyönetim ilânı cihetine gitmemişti. Bunun, bir bakıma Ecevit'in inkârı manasına geleceğinden, bir bakıma da seçimlerde temin ettiği aşırı sol cu desteğine bir diyet karşılığı olacağından bahsediliyordu. Fakat, Kahramanmaraş olaylarından sonra «mızrak çuvala sığmaz» hale gelmişti. İçişleri Bakanı'nın, bazı Bağımsız Bakanların ve Milli Güvenlik Kurulu'nun tavrının anlaşılmasından sonra hertürlü gelişmeyi göze alarak Sıkıyönetimin ilânı cihetine gidilmek mecburiyetinde kalındı. Aşırı sol ilk günlerde bir hayli şaşkın ve bekleme dönemine girmişti. Sol gazetelerde şimdiye kadar sol cepheye zaman zaman yaptıkları nasihatlarıyla tanınan bazı yazarlar ise, yazılarında nereden, kime karşı? İÇOL^VMR şimdilik beklemekte fayda olduğunu ve bu Sıkıyönetim uygulamasının daha öncekilere benzemeyeceği «Ümidinde olduklarını» belirterek, birtakım aşırı sol uçları «yönlendirmeye» çalışıyorlardı. Tabii, «evdeki hesabın çarşıdaklne uymadığı» kısa bir zaman sonra anlaşıldı. Sıkıyönetim Komutanlıkları, mil lette ferahlık uyandıran beyanatlarıyla, anarşi mihraklarının üzerine gitmeye ve birer tahrik unsuru olan yayın organlarını kapatmaya başlayınca; aşırı soldaki mütereddit ve dağınık halin kaybolduğu görüldü. Aşırı solun sistemli bir halde salvoya giriştiği ve tatbikatlarıyla da bunu destekledikleri ortaya kondu. Nitekim, duvarlarda yer alan yazılarda ve birtakım okullarda sahnelenen davranışlarda bu açıkça görülüyor. Duvarlarda yer alan yazı ve afişlerde «Sıkıyönetime hayır» «Sıkıyönetim de Sökmeyecek», «Apoletlerinizi yutturacağız», «Sizleri Sıkıyönetim de kurtaramaz» gibi sloganların yeraldığı görüldü. Ortaöğrenime bağlı birtakım okullarda Sıkıyönetimi kınamak için boykot ve direnişler yapılıyor. (Bunun tipik bir örneğini Milli Eğitim haberleri bölümünde bulacaksınız.) Her ne kadar Sıkıyönetim makamları büyük bir cesaretle bunların üzerine yürüyorsa da, okullardaki olayların Sıkıyönetim makamlarına intikal ettirilmediği görülüyor. Yazı ve afiş meselesinde ise, büyük ölçüde POL - DER' li emniyet mensuplarının tutum ve davranışları rol oynamakta olduğu görülmektedir. Nitekim, 26 Ocak 1979 tarihinde ADANA'da bir bayan polisin üzerinde çok miktarda Sıkıyönetimle ilgili yasaklanmış bildiri ve afişin bulunması da bunun bir işareti olsa gerek. Bütün bunlardan da, halihazırdaki emniyet yöneticileri ve Milli Eğitim mensuplarıyla çalışmak durumunda olan Sıkıyönetim görevlilerini zaafa uğratmanın gaye edinildiği görülmektedir. Sıkıyönetimin ilân gerekçesinde «yaygın şiddet olaylarını kökünden halletmek» gayesi olduğuna ve milletimiz sıkıyönetimi büyük ümitlerle desteklediğine göre; «Kısmi huzur», «Bugünü kurtarma» anlayışının endişe ile karşılanacağı tabiidir. Hadiselerin azalmış olması, milletimizin karşı karşıya olduğu Komünizm tehlikesinin azaldığını, bertaraf edildiğini göstermez. Kadrosunu tahkim eden Komünizm bir aysberg gibi, geleceğimizi tehdide devam etmektedir. Meselenin ciddî yönü buradadır ve Türk mille i, bugünüyle birlikte yarınının da emniyet altına alınmasını Sıkıyönetimden beklemektedir. Zira, Türk ordusu tarihinin bütün devrelerinde olduğu gibi bugün de siyasetin dışındadır ve fakat son bağımsız Türk devletinin yegâne teminatıdır. İZMİR'E, TRABZON'A, ANTALYA'YA, DİYARBAKIR'A, MARDİN'E DİKKAT! Sıkıyönetimin ilanıyla beraber daha önceki Sıkıyönetim tatbikatlarından tecrübeli bulunan aşırı sol mihraklar, der nek genel merkezlerini ve ya- 4 DEVLET ŞUBAT : 1979

ym organlarının idarehanelerini Sıkıyönetimin uygulandığı illerin dışına çıkarttılar. Bunda da, eskiden beri anarşik olayların merkezi olarak bilinen İzmir'i seçtiler. Nitekim, Sıkıyönetime karşı ilk hareketlere burada giriştiler. Sonra bir hafta içinde 5 ülkücü gencin öldürüldüğü Trab zon'daki son olaylar, 442 roketararın ele geçirildiği Mardin ve bilhassa olayların bir iç hesaplaşma şeklinde cereyan ettiği Diyarbakır, Mardin ve Tunceli'deki son adam öldürme hadiseleri dikkatlerin aniden bu illerin üzerine toplanmasına sebep oldu. Bir önceki sayımızda Sıkıyönetimin ilân edildiği illerin azlığından bahsedilerek, yukarıda belirtilen illerde de Sıkıyönetimin ilanı cihetine gidilmesi gerektiğine temas edilmişti. «KURTARILMIŞ BÖLGE» LERİ GENİŞLETME ZİNCİRİ Bu illerimizde cereyan e- den olayların değerlendirmelerimizi teyid ettiği görülmektedir. Daha çok, faaliyetlerinin ağırlığını bu illere kay dıran aşırı sol, zaten onlarca kısmen «kurtarılmış» olan bu illerimizi iyice üs seçip buralarda techizatlanmaya ve teşkilâtlanmaya başladı. Nitekim geçen sayımızda Maraş olaylarından bahsederken zikrettiğimiz «Sandık cinayeti» sanığı Garbis Altınoğlu'nun liderliğini ve yöneticiliğini yap tığı «Devrimci Halkın Birliği» Dergisi'de dağınık halde bulunan devrimcilerin teşkilatlanması ve teçhizatlanarak Bu cür'eti nereden ve kimden alıyorlar? KOMÜNİSTLER YENİ «KURTARILMIŞ ŞEHİR» PEŞİNDE «eylem birliği» yapmalarından bahsetmektedir. Bir AP milletvekilinin dik kat çekmeye çalıştığı, Kars - Artvin - Rize - Trabzon hattındaki gelişmeler, Tunceli - Diyarbakır - Mardin - Gaziantep - Adana hattına benzer bir şekilde planlı olarak sürdürülmektedir. Bu iki «Sıcak» hatta, yalnızca Kars ve Adana'da Sıkıyönetim vardır ve «Kars - Artvin - Tunceli - Diyarbakır - Mardin» in, kısmen de Gaziantep'in «Kurtarılmış Bölge» olarak kabul edildiği bilinmektedir. Bölücülükten bir mahkûmiyeti olan bir Bakan'ın ve CHP içerisindeki aynı görüşteki mebusların baskısı ile Sıkıyönetim dışında bırakılan bu illerde, sola karşı bir mukavemet bulunmamasına rağmen cinayetler de sürmektedir. Değişik sol fraksiyonların Tunceli'de CHP'li bir Belediye Başkanı'nı ve saf değiştiren bir ilkokul öğretmenini öldürmeleri, Diyarbakır Fen Fakültesi'nde fraksiyon kavgasında bir öğrencinin öldürülmesi, gözü dönmüş cinayet şebekelerinin birbirlerine dahi nasıl merhametsiz olduklarını açıkça göstermektedir. Bu «Kurtarılmış Bölge» kepazeliğinden, bu vahim vaziyetten utanç duymamak mümkün değildir. Devlet, haşmetini mutlaka göstermelidir. «Kurtarılmış Şehir» ler meydana gelmesini önlemelidir. Kızıl terör, bir ahtapot gibi vatan sathını sar maya çalışmaktadır. İş işten geçtikten sonra dövünmek kâr etmeyecektir. Bu itibarla, Sıkıyönetim uzatılırken gerekçe genişletilmeli, bu «Sıcak» iller de Sıkıyönetim şümulüne alınmalıdır. HACIEMİNOĞLU TUTUKLANDI Türk milliyetçiliğinin değerli isimlerinden, dergimiz yazarı Doç. Dr. Necmeddin Hacıeminoğlu, HERGÜN gazetesi'nde çıkan ve «Eşgüdüm Tatbikatı»nı konu alan bir yazısından ötürü İstanbul Sıkıyönetim Mahkemesi tarafından tutuklanmış bulunmaktadır. Bilindiği gibi Doç. Hacıeminoğlu uzun yıllardanberi çeşitli dergi ve gazetelerde Türk milliyetçiliği ve memleket meseleleri üzerine yazılar yazmaktadır. Ayrıca yayımlanan, Milliyetçi Eğitim Sistemi, Türkçenin Karanlık Gün leri, Yeni Bir Dünya, Milliyetçilik - Ülkücülük - Aydınlar gibi kitapları mevcuttur. Ayrıca yazarın, Ordu - Millet bütünlüğü üzerine yazdığı birleştirici, övücü ve Türk ordusunu yüceltici birçok makaleleri mevcuttur. Hacıeminoğlu'nun kitap ve yazılarında işlemiş bulunduğu milliyetçilik, memleket ve millet sevgisi, millî varlığa düşman ideoloji ve fikirleri anlatan yazıları, geniş bir gençlik kitlesinin aydınlanmasında yararlı hizmetler yap mıştır. Türkiye Devleti içerden ve dışardan yıkılmak için çalışılırken, Türkiye münevveri geniş çapta bu merkezlerin güdümünde zararlı bir vasıta görünümünde iken meselelerin milli şuur istikametinde tahlil ve izahının lüzumu her yurtsever insanın kabul zorunda olduğu bir konudur. Memleketimiz, kanun maddelerini işlemez hale getiren yasa boşluklarının arasında Marksizm cambazlığını sür- DEVLET ŞUBAT ; 1979 5

düren görevli Devlet memurlarını, emniyet görevlilerini, ordu mensuplarını alenen tan kir eden «Kontr - Gerilla» suçlamaları ile isim isim nice ordu mensubuna sövüp sayan, bunların hayatlarını en çıplak ifadeleri ile katillerin insafına terkeden, Komünizmin her buçuğunu en ince teferruatı ile propaganda eden, Kürtçülüğü fütursuzca yapan hainler tarafından yıkılmak için çalışılırken, milli şuur sahiplerinin sesi, yaraya sürülen en şifalı merhemler kadar zarurî bir ihtiyaçtır. DERGİMİZİN OKUNMASINA MANİ OLUNUYOR Kanunlar çerçevesinde yayın hayatına devam eden dergimizin çıkışını engellemek için son günlerde bazı emniyet mensuplarının işgüzar ve kasıtlı davranışları olmakladır. Bunlardan en sonuncusu, Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde sergilenmiştir. 17 Ocak 1979 Sah günü Tıp F. üçüncü sınıf talebesi Imran Safi'nin çantasında bu lunan dergimizin 9. sayısının, «yasak ve öğrenimi engelleyici yazıları muhtevi olduğu» iddiasıyla polis memuru İbrahim TAŞKESEN, okuyucumuzu yakalayarak Anafartalar Karakolu'na götürmüştür. Böylece, devam mecburiyeti bulunan bir okul olan Tıp Fakültesinde okuyan okuyucumuzun öğrenim durumu tehlikeye sokulmak ve dergimizin okunmasına mani olun mak istenmiştir. Aşağıda, o- kuyucumuzla bu konuda yaptığımız konuşmayı bulacaksınız : Sayın Safi, olayın gelişmesini anlatır mısınız? 17 Ocak 1979 Sah günü saat 08.15 dolaylarında her zaman okumak üzere kantin için aldığımız dergi ve gazeteleri çantamıza koyarak okula gittik. Okul girişinde yapılan arama sırasında polis memuru İbrahim TAŞKESEN, çantamda bulunan DEVLET 6 Dergisini okula girdiremeyeceğimi ve beklememi söyledi. Bir süre sonra Komiser Osman'la gelerek, «Karakola gitmemiz gerektiğini» söylediler. Ben, «DEVLET» in yasak olmadığını, daha önce de okumak için kantine aldığımızı» söyledim. Komiser sözünde ısrar ederek derginin yasak olduğunu, durumu karakola bildirdiğini ve gitmem gerektiğini söyledi. önce Anafartalar Emniyet Amirliği'ne, oradan da Emniyet Sarayı'na götürüldüm. Mecmua incelendi; kayıtlarda, toplantılması ve yasaklanması ile ilgili bir kararın bulunmadığı anlaşıldı. Bu arada, daha önce bir olaya katıldığım beraat ettiğim belirtildi. Normal olarak bırakılmam gerekirken, ne sebeple olduğunu bilmediğim halde, Sıkıyönetim Komutanlığına gönderildim. Komutanlık, suç teşkil edici bir şeyin olmadığını söyleyerek daha önceden suçsuz olduğum ve beraat ettiğim davaların tafsilatlı olarak anlatılmasını isteyerek Emniyete gönderdi. Emniyet'- te, ertesi gün akşama kadar alıkondum. İnceleme bahanesiyle, suçsuz bulunduğum davalar çarpıtılarak «öğrenim özgürlüğünü engellediğim» ba hanesiyle tekrar Sıkıyönetim Komutanlığına gönderildim. Komutanlık, 15 gün içinde soruşturmaya çıkmak üzere beni gözaltına aldı. Cuma günü Askerî Savcılık'ta çıktığım so ıuşturmada, «suç teşkil edici herhangi bir durumumun bulunmadığı» söylenerek serbest bırakıldım. Bu olay göstermektedir ki, Emniyet teşkilatında halen POL - DER hakimiyeti sürmekte olup, bazı emniyet yetkilileri keyfî, kasıtlı tutum ve davranışlarını sürdürmektedir. Dergimize karşı takımlan bu tutumu şiddetle kınıyoruz. Polislerce üzerinde DEVLET bulunduğu için mutlaka suçlu duruma düşürülmek ictenen okuyucumuz Sıkıyönetim makamınca serbest bırakılmıştır. Bunda, işgüzar polislerin alacağı dersler olacağı kanaatmdayız. Bu ve benzeri şekilde doğabilecek herhangi bir olay için Ankara Emniyet Müdürü'nün dikkatini çekeriz. HÜKÜMET YENİ İÇİŞLERİ BAKANI VE YENİ GELİŞMELER Türkiye'de Marksist rejim kurmak için çalışanların devleti ele geçirme gayretleri gittikçe yaygınlaşarak devam ediyor. İçişleri, eğitim teşkilatı, belediyeler ve sendikalar her gün bu faaliyetin çeşitli örneklerine sahne olmaktadır. Marksist unsurlar, şimdiye kadar CHP'nin imkân ve nüfuzundan yararlandıktan sonra gelişmelerden daha da ümitlenmiş olsalar gerek ki bundan sonraki safhada, CHP'yi kendi ifadeleriyle «antma» işlemine yöneleceklerini açıkça ilân etmiş bulunuyorlar. Nitekim geçen ay içerisinde komünist «Bizim Radyo»nun elemanlarına bu istikamette talimat verdiği öğrenilmiştir. CHP içinde meydana gelen ve meclis grup larından komisyonlara, parti teşkilâtlarından belediyelere kadar çeşitli kademelerde görülen bu mücadelenin neticesinin ne olacağını şu anda kesin olarak belirtmek mümkün görülmüyor. Ancak şimdiye kadarki gelişmelere bakarak bir tahmin yürütmek gerekirse, CHP bünyesindeki marksist tırmanış önlenemiyecektir. Bülent Ecevit'in talimatıyla İstanbul'a özel bir seyahat yaparak bu hususlarla ilgili-teşkilât meselelerini halletmeye çalışan Necdet Uğur 1 un, bu teşebbüsten müsbet netice alamadığı ifade edilmektedir. CHP idarecileri arasında şu anda mevcut bulunan ve parti içindeki marksist gelişmelerden rahatsız o- lan isimlerin önümüzdeki CHP DEVLET ŞUBAT : 1979

kurultayında yerlerini korumaları çok müşkül görülmektedir. Geçen ay istifa eden trfaa özaydınlı'nm yerine CHP Mec lis Grupları tarafından Hasan Fehmi Güneş'in tavsiye edilmiş olması müstakbel gelişmelerin müşahhas işaretlerinden biri olmuştur. Zira H. Fehımi Güneş'in bazı marksist kuruluşlarla samimi münasebetler içinde bulunduğu basma da akseden belgelerle sabit olmuş bir husustur. Ecevit'in parti içinde ideolojik dengeyi sağlamak için Akmandor'u Milli Savunma Bakanı yapmış olması ortaya çıkan durumu telâfi edebilmekten uzak kalmıştır. Hasan Fehmi Güneş'in bakan sıfatıyla yaptığı ilk icraatlardan doğan büyük falsolar bundan sonra bu bakanlığın alacağı istikameti açıkça göstermektedir. İstanbul'un CHP'li idarecileri tarafından bile hoş görülmeyerek Emniyet teşkilatında pasifize edilmek istenen ve bu sebeple görev ve mesleklerinden istifa eden üç emniyet mensubu basın toplantısı yaparak ve Bakan'dan özel garantiler aldıklarını açıklayarak görevlerine döndüklerini açıkladılar. Meslek ve memuriyet bakımından bu tarz bir basın toplantısının yapüabilmesi bile, Pol - Der'li emniyetçilerin cür'etlerini ortaya koymaya yeter. Bakan'ın, ayağının tozu ile ve mevkiinin gerekli kıldığı ciddiyet ve dikkati göstermeden Devlet içinde Devlet olma temayülündeki bir derneğin mensuplarına verdiği taviz, manâ ve sonuçları bakımından elem vericidir. Hasan Fehmi Güneş'in Vali kararnamelerini durdurmuş olması, Ağrı valisi gibi bulundukları mahallin kargaşalığının ilk sorumlularının faaliyetlerini sürdürebilmesine zemin hazırlamış bulunmaktadır. Bakan'ın, bunların hemen ardından Trabzon'a yaptığı seyahat anlamlıdır. Zira aynı ANKARA KULİS! Mehmet ÖZKAN NEF'î İLE BERABER Geçenlerde emsali çok az kalmış olan üstadlardan birini ziyarete gittik. Bizi zamanın ve mekânın dışına çekerek alıp eski kültürümüzün, imparatorluk devri hayâtımızın muhtelif manzara ve safhaları arasında gezdirdi. Şiirden, edebiyattan konuştuk. Doğrusu günün boğucu havasından bu çıkış, mahdut bir zaman için de olsa, hepimize ferahlık verdi. Bu arada bir çok yanlış kanaatlerimizi de yer yer tashih imkânı bulduk. Umumiyetle zannederiz ki Divan Şiiri hayattan, yaşanan realiteden kopuktur. Halbuki Üstad bize doğrudan doğruya hayattan ilham alan devrinin gerçeklerini aksettiren ne misâller gösterdi. Meselâ 17. Asrın büyük şâiri Nef'i'nin Sadrazam Gürcü Mehmed Paşa'yı hedef alan şu oldukça ağır hicviyesi, Üstada göre, devrinin pisliklerine, saray entrikalarına, zulme, devlet adamlarının küçüklüğüne, hâsüı «Bizans havasına» mert ve sert karakterli bir yayla adamının isyanının ifadesiydi : Gürcî hınziri, a samsûn-ı muazzam, a köpek-, Nerdesin, nerde nigeh-bânî-i âlem,a köpek; Vây ol devlete kim, ola mürebbîsi anın Bir senin gibi cehl-i mücessem a köpek! Ne güne kaldı meded Devlet-i Âl-i Osman Hey yazık hey, ne musibet, bu ne matem a köpek, Ne ihanettir o sadra bu zamanda, andan Olmıya sahibi, bir âsâf-ı ekrem a köpek; Pâymâl eylediniz saltanatın ırzını hep, Yok yere oldu telef, ol kadar âdem a köpek! Sen kadar düşmen-i devlet mi olur ey hınzır? Ne durur saltanatın sahibi, bilmem a köpek; Add olunsa eğer, esbâb-ı nizâm-ı devlet, Seni katleylemedir, cümleden akdem, a köpek; Ehl-i dil düşmeni, din yoksulu bir mel'unsun; Öldürürlerse eğer, can be-cehennem, a köpek; Sende İslâm eseri olsa eğer zerre kadar, Eylemezdin, Alman-zâde'yi hemdem, a köpek;, Bu kadar cürm ile sen sağ olasın da yine ben, Vacibül kati olam, ey bahtek-i azlem, a köpek; Hele bu hükme, gâvur kadısı olmaz râzl, Nerde kaldı ki müselmân-ı müsellem, a köpek! Seni hicvetmek ile katle neden istihkak? Sen nesin, bilsem eyâ kâfir-i mübhem, a köpek; Sana setin eylemek olursa eğer katle sebeb, Katl-i âm eyle hemen, durma demâdem, a köpek; Doğrusu ağır bir hiciv. IV. Murat gibi kanlı bir pâdişâhın devrinde değil de değme demokratik düzenlerde bile bu kadarına tahammül edebilecek devlet adamı az bulunur. Nitekim sonunda, bu şiiri yüzünden değil ama, bu kabil başka hicivleri yüzünden Nef 'i idam olunur. Bizim siyasi tarihimiz olsun, medeniyet ve sanat târihimiz olsun daha nice ibretlerle doludur. Allah ecdadımızın cümlesine rahmet eylesin... DEVLET ŞUBAT; 1979

Geçtiğimiz ayın en önemli ve ibret almaya değer olaylarından birisi de üstüste gelen tren kazaları idi. Bilindiği gibi tren, genellikle en güvenilir ulaşım aracı olarak mütalaa edilirdi. Ancak, bilhassa uzun yolculuklarda kara nakil vasıtalarına göre trenle daha sıkıcı ve daha uzun bir yolculuk yapıldığı için yurdumuzda daha çok Ankara - İstanbul arası yolculukların göz de vasıtası tren olmuştu. Parlamenterler, Bakanlar, sanatçılar, yazar - çizer takımı vb. çoğu zaman uçağa rağmen treni tercih ederlerdi. Anadolu Ekspresi, Boğaziçi Ekspresi ve daha sonra bu trafiğe katılan Mavi Tren Ankara - İstanbul arasını otobüs hızıyla alabiliyorlardı. Ancak, 5 Ocak 1979 günü, yani Ecevit iktidarının birinci sene-i devriyesinde Ankara' dan İstanbul'a giden Anadolu Ekspresi ile İstanbul'dan Ankara'ya gelen Boğaziçi Ekspresi Ankara yakınlarındaki Esenkent Istasyonu'nda, dünya demiryolu taşımacılığının en eksantirik çarpışmalarından birini yaptılar! Esenkent İstasyonunda karşılaşan ve ray değişikliği yapmaları gereken iki tren merkezî bir sistemle idare edilen kırmızı ışık, ya da alarm sisteminin düzensiz işleyişi, yakılmış olan kırmızı ışığa dikkat etmesi ve görmesi gereken Boğaziçi Ekspresi'nin makinisti, önceden ray değişikliğini gerçekleştiremeyen Anadolu Ekspresi'ne olanca hızıyla çarptı. Bu büyük dikkatsizlik ve Devlet Demir Yollan'nın düzensiz çalışması burada 17 kişinin ölmesine, 150'den fazla kişinin de yaralanmasına sebep oldu. Hurdahaş olan vagon ve lokomotiflerden doğan maddi zarar ise milyonlarla ifade e- diliyor. Hükümet, kurulduğu şartl tarihlerde Trabzon'a gelmiş olan CHP Gençlik Kolları Genel Başkanı, burdaki olaylar hakkında yaptığı açıklamada mahalli yöneticileri suçlamış, bunların derhal görevlerinden alınmalarını arzu ve emir buyurmuştu. Bakan Güneş'in hemen bu arada Trabzon'a gelerek Tüm'lü, Der'li Marksist kuruluş temsilcileriyle görüşmesi ve onların görüşlerini öğrenmesi yalnız Trabzon için değil, bütün bu bölge şehirleri bakımından müstakbel icraatların habercisi sayılabilir. «yaşatılıyor!» TREN ENKAZI HÜKÜMET ENKAZI Sonra, Başbakan'dan, U- laştırma Bakanı'ndan ve diğer yetkililerden bir sürü lâf dinledik. «Gerekli bütün tedbirler alınmıştır, derhal takibata geçilmiştir, yaralar sarılacaktır...» gibi. Ve, 9 Ocak 1979. Ankara' da «Türkiye I. Ulusal Demiryolu^ Kongresi» toplanıyor ve maştırma Bakanı Güneş Öngüt bu kongrenin açış konuşmasını yapacak. Bir haber duyuluyor: «Ankara'da Sincan'la Etimesgut arasındaki Behiçbey Istasyonu'nda meydana gelen tren kazasında 32 kişi öldü, çok sayıda yaralı var!..» 8 DEVLET ŞUBAT : 1979

Bu ikinci ve hemen önceki olaydan daha vahim olan hadisenin oluş şekli yine ayni: Kırmızı ışık! Demek ki, «tedbir aldık» diyen başta Başbakan olmak üzere bütün yetkililerin bu olayların vuku bulmasında büyük ihmalleri vardır. Bununla da kalsa iyi; hemen akabinde İzmir'de büyük bir facia, bir bekçinin uyanık davranması sonucunda anlatılabildi. Kars'ta meydana gelen tren kazasında yaralananlar oldu, tren hasar gördü. İzmit'te yine bir kaza ucuz atlatıldı. Ve işin garip tarafı, bütün bunlar hükümetin aldığını söylediği «Tedbirler» - den sonra oldu. Tıpkı, anarşiye karşı aldıklarını söyledikleri «tedbirler» den sonra anarşinin arttığı, ekonominin düzelmesi için aldıklarını söy ledikleri «tedbirler» den sonra iyice çıkmaza girildiği, «ucuzluk getireceğiz, bolluk getireceğiz...» deyip milleti zamlardan, kuyruklardan ve yokluklardan bıktırdıkları gibi... Tek kelimeyle bu hükümet ülkeyi her alanda ENKAZ haline getirmiş ve çıkmaza sokmuştur. Son olarak Başbakan ve arkadaşlarına bir hatırlatmada bulunalım: Bir tarihte iki Japon uçağı havada çarpış- Dikkat! Bu adam Ecevit hükümetiado «Bakan» dır! mıştı. Japon Başbakanı ve Savunma Bakanı bu olaydan kendilerini mesul addedip istifa etmişlerdi! TUNCAY MATARACI YİNE SAHNEDE VE HAPİSHANELER NE ÂLEMDE? Devlet hayatını felce uğratmak üzere bulunan anarşinin son tezahürlerinden birisi de hapishanelerde ortaya çıktı. Buralarda bazı idarecilerin tavır ve davranışları anarşistlerin nerelere kadar sokulabildiklerinin örneğidir. _ Hakkında meclis kürsülerinde dile getirilen birçok mevzu ve muameleden dolayı büyük ithamlarla karşı karşıya bulunan Tuncay Mataracı hapishane olayında bir kere daha ön plânda yer aldı. Ancak bu tarz flâş haberlerin sahiplerine sevinç mi, utanç mı, keder mi, elem mi yüklediğini tahmin etmek müşkül olmasa gerek. Gümrüklerin şaibeli fakat kendince «delikanlı» Bakanının kendisi gibi «delikanlı» olduğu farkedilen mahdumu alkol duvarını biraz aştıktan sonra Ankara pavyonlarından birinde polislerle çatışmış. Mahdum efendi daha «delikanlı» babanın evladı, ciğerparesi olduğunu anlatma imkânını bulamadan birazcık okşanır. Ankara Emniyetçileri, herkesin mazlum ülkücülerden olmadığını, bazılarının köşeyi dönmüş delikanlı peder-i âlilerinin mevcut bulunduğunu çok kere zamanında anlarlar. Peder-i âli, basında çıkan beyanı ile meseleyi kendi tarzlarında çözeceğini, kanuni mercileri düşünmediğini açıklar. Nitekim beş polis ertesi gün tevkif edilerek cezaevine gönderilirler. «Enkaz Edebiyatı» na trenler de katıldı!.. DEVLET ŞUBAT ; 1979 Polisler cezaevinin bünyesini iyi - kötü bildiklerin- 9

Millî Eğilim Yine Kaynıyor ETLİK AKŞAM LİSESİNDE NELER OLUYOR? Kaçan Gerillalara «Bakan» ne demişti acaba? den solcuların koğuşuna konulmamalarını talebetmelerine rağmen idarenin elbette «yansız» fakat «etkin» kararı ile sonucu bilinen bir tutumla komünistlerin ellerine tevdi edilirler. Sonuç, önce Devlet adma haysiyet kırıcı, utançtan hüngür hüngür ağlatıcıdır. Beş polis, hastanelik edilinceye kadar dövülmüşlerdir. Bay Mataracı'nm kendi usulünün ne olduğunun muhasebesinin yapılacağı gün ler gelir mi, gelmez mi bilemeyiz. Bunu, seçimden evvel 400.000 lira borcu olduğu seçmenlerine borçlarını kuruşuna kadar ödetip, fabrikasını yoluna koyup, Almanya' da çalışan kardeşini İstanbul'un büyük iş adamlarından biri yapıp kısaca kendi ifadesiyle, «köşeyi dönmesinin» iç yüzünü anlatacak bir zemin tesis edildiği zaman düşünmek mümkündür. Böylece, günlük maişet derdindeki milyonlarca saf ve cahil vatandaş beceriklilik örneklerinden yararlanmış o- lurlar. Ne var ki, Devletin işleyişinde kanun ve hukuk hakimiyetinden asgari ölçüde olsun, söz edebilmek için bu cezaevi derebeylerinin küs tah, pervasız ve sorumsuz davranabilmelerinin hesabının sorulmasını beklemek ve istemek her onurlu yurttaşın hakkıdır. Hapishane rezaletlerinin bu ne ilk örneğidir, ne de sonucusudur. Nitekim, bu olayın hemen aynı günlerinde gene Ankara emniyetinde görevli bulunan polislerden biri iki günlük hapishane cezasını çekmek üzere cezaevine getirildi. Polisin Pol - Der'li olmadığı bilinmektedir. Cezaevi idarecilerine kendisini solcuların arasına bırak mamasını, cangüvenliği açısından talep etmesine rağmen, adeta hesaplı şekilde onların koğuşuna gönderildi. Emniyet mensubu bu koğuşta, korktuğu şekilde tecavüze uğrar, hastanelik edilir, rapor alır. İşin ilgi çekici tarafı, tecavüzü müteakip cezaevi yöneticilerinin yanına getirildiği zaman kendilerine, «beni bunların arasına mahsusyinu gönderdiniz? Kastmız beni öldürtmek mi?» diye sorunca, tam bir «Devrimci» tavırla karşılaşıyor; çok konuşmaması, defolup gitmesi, meşreplerine uygun bir üslûpla emrediliyor. Cezaevlerinin bu «Devrimci» işleyişini düşünerek Türkiye'nin hangi durumda bulunduğunu müşahade etmek Mehmet Çan'ın idrak sınırları dışında bir davranış olsa bie, umarız ki Devletimiz henüz bu sorumluluk ve ciddiyeti taşıyan görevlilere hâlâ muhtaçtır. Abidinpaşa Akşam Lisosi'nden 30-40 kadar öğrenci, geç tiğimiz ay içerisinde okuldan uzaklaştırılarak Etlik Akşam Lisesi'ne sürüldüler. Bunlar, ülkücü öğrencilerdir. Bu öğrencilerin okuluna geleceğini öğrenen Akşam Lisesi Müdürü öğrencilerini toplar ve onlara, gelecek öğrencilerin «faşistt» olduklarını, okulun havasını (!) bozacaklarını, buna göre tedbirli olmalarını ister. Bu okulun öğrencileri arasında gerçekten tedbirli ve eğitimli «devrimciler» tesirli bulunmaktadırlar. Ankara'nın başka ortaöğretim kurumlarında olduğu gibi, burada da «anti-devrim» ci öğrencilere öğrenim hakkı yoktur. Direnmeye kalkanlar, «Devrimci yöntemler»le tasfiye edilirler. Ertesi günü 30-40 ülkücü, sürgün edildikleri okula gelirler. Ancak yeni okulun havasını duyduklarından içeri gir mezler. Aralarından bir tanesini seçerek müdüre gönderirler. Temsilci müdürden, can güvenliği ve okuma imkanı ister. Konuşma esnasında neden se okulun elektrikleri söner, öğrenci, müdürün yanından çıkmak ister. Kapıya geldiğinde birden lambalar yanar ve çevresinin bir anda 20-30 kişi tarafından çevrildiğini görür. Tabancalar çıkar. Okulun alt katında emniyet görevlisi olarak polisler de vardır. Yukarı çağırılırlar. Bu esnada, devrimci muhafızların tabancaları kaybolur (!) Ancak, «faşist» temsilcinin üzerinde nasılsa bulunuveren tabanca yegâne suç unsuru, sahibi de tek suçlu ve diğerleri şahit olmak üzere karakola götürülürler. 10 DEVLET ŞUBAT : 1979

DUYÛN-U UMUMİYE YENİDEN DOĞARKEN 1970'ler, kalkınmakta olan ülkeler için ağır yükler ve çok yönlü buhranlar getiren hareketli ve karmaşık bir dönem olmuştur. Kalkınmalarının finansman ihtiyacını güven verici ve sağlam mesnedli olmayan usullerle çözümlemeye çalışan bu ülkeler, kısa zamanda büyük mali mükellefiyetlerle karşı karşıya gelmişler, ödemeleri çok zor borç miktarları altında kıvranmaya başlamışlardır. Milletlerarası finans çevrelerinin temsilcisi ve denetleyicisi durumunda bulunan IMF, politik ve sosyal mülahazalardan tamamıyla tecrit etmeye çalıştığı metodu ile darboğazların içinde kıvranan ülkelerin meselelerine çözüm bulmaktan ziyade buhranın büyük finans âlemine yansımaması için tedbirler almaya çalışır. Bu tedbirlerin tedkik edilmesi neticesinde, borçlu ülkelerin kalkınma hızları yavaşlar, hatta durur, ekonomik hacimleri daralır, milli gelirin büyüme imkanları tıkanır ve böylece kriz sözde atlatılmış olur, Büyüme yolunda dinamizmi yitiren ülkeler kademeli de olsa dış borçlarını hafifletme yoluna girerler. Böylece, hasta ekonomilerin kredi talepleri karşısında kârlılık hesapları sarsılan büyük finans âlemi, alacaklarını tahsil etme imkanına kavuşurlar. Beynelmilel mali trafikle sarsılan bölgelerde nisbi de olsa sükûnet avdet etmiş olur. Türkiye, 1850'lerden bu tarafa milletlerarası büyük mali ve ekonomik çevrelerle münasebet halindedir. Buna bir bakıma, bu çevrelerin sömürüsüne maruzdur da diyebiliriz. Milletler kaderlerini kendileri çizerler. Hiç bir tarafı, özellikle karlılık ve kazanç amacı için çalışan sermaye kuruluşlarını itham etmek hakkına sahip değiliz. Sorumluyu kendimizde, idarecilerimizde, idare zihniyetimizde aramak zorundayız Ne var ki, sorumlu ve hatta suçlu kim olursa olsun Türk insanının bir - bir buçuk asırdır sömürülmesi sonucunu doğuran şartlar sürüp gelmiştir. Bu şartları tasfiye iddiasıyla kurduğumuz yeni Devletin bile aynı kaderin ortağı olduğunu görmek elem vericidir. Haftalardır sözü edilen Guadeloupe zirvesindeki gelişmeleri takiben Türkiye'nin ekonomik durumuna çare bulmak üzere Bonn'da yapılan «Dörtler» toplantısı 19. yüzyıl sonrasında borçlarımızın ödenmesini temin için teşkil edilen «Duyun-u Umumiye» teşkilatını hatırlatan bir manâ ve muhteva taşımaktadır. Türk insanına dünya çapında «saygın» bir dış politika tahhüdü getiren «Sosyal Demokrat» CHP iktidarının, sonunda ülkemizi getirdiği çizgi yeni ve çağdaş bir «Duyun-u Umumiye» rezaletinden başka bir şey olmamıştır. Bay Ecevit'in haşin ve demagojik üslubunun ülke içinde tesir altına alabileceği saf zihinler bulunabilir ama bunların benzerlerini milletlerarası politika ve iş çevrelerinde aramak, ancak bir müptedi şâire yaraşan dipsiz hayâl olur. Her türlü ekonomi gerçeklerine ters düşen korkunç bir partizanlık örneği göstererek normal Kadro sayısının üç misli fazlasıyla çalışan KİT'lere geçen yıl 40.000 yeni memur ve işçi aldılar. Muhafelette iken tahakkuk imkanlarını incelemeden ortaya attıkları bazı yeni kuruluşları ne pahasına olursa olsun tatbikata intikal ettirebilmek için mali ve ekonomik gerçeklere sırt çevirerek teşebbüse geçtiler. Zaten aksayan piyasa ve pazar mekanizması büsbütün alt-üst oldu. Ticaret Bakanlığı başta olmak üzere bütün önemli ekonomik teşkilatlar, KtT'ler, solcu mihrakların karargâhı haline getirildi, özel teşebbüsün hırpalanması, mümkün olabildiği ölçüde durdurulması bu çevrelerin çalışma hedeflerinden biri oldu. Bazı büyük iş adamlarına Adana'da, İstanbul'da tanınmış olan özel tercihler, belirli bir süre için ihtiyaçları olan desteği sağlamak üzere düşünülen taktik tavırlardan başka bir şey değildir. Emisyon %50 nisbetinde artmıştır. Geçen yılki artışlar da hesaba katılırsa, iki yılda piyasa % 100 nisbetinde artan para yağmurunun altında dalgalanmaktadır. Böylesine sorumsuz, hesapsız ve şuursuz seyreden devlet gemisinin nerede ve hangi şartlar altında kayalara bindireceğini hesplamak, her memleketseverin düşünmesi zarurî bir konu teşkil etmektedir. Kültür hercümerci, okullardaki Marksist işgal de hesaba katıldığı taktirde, Türkiye'nin bir takım eller tarafmdan hesaplı ve planlı bir hedefe sürüklenmekte olduğunu kabul etmek gerekir. Hükümetin ülkeyi getirdiği ilk durak çağdaş «Duyun-u Umumiye»dir. Müteakip duraklar bundan daha az vahim ve elem verici olamayacaktır. Bu kaptanın maceraperest mizacının bu gemiyi ve bunca insanı beliren mukadder felâkete sürüklemesine göz yummak çılgınlık olur. DEVLET ŞUBAT ; 1979 11

BU NASIL tş SAYIN YETKİLİLER? Bu okulda güvenlik ve /emniyet elhak sağlanmaktadır! Hergün bir sınıfın «Devrimci nöbeti» vardır. O gün bu sınıfa mensup öğrenciler idare tarafından görevli sayıldıklarından «yok» gösterilmezler. Devrimci amaçtan daha acil ve önemli bir görevin bulunmayacağına inanan bu idareciler, bu zihniyet, bu eğitim teşkilatı bünyesinde yetişmek te olan gençlerin yöneltildikleri ideolojinin muhasebesini yapmak herhalde Patagonya'- daki sorumlu devlet adamlarına düşen bir vecibe olsa gerek! Milli Eğitim Bakanlığı bünyesinde «Kurtarılmış bölgelere» yapılan sürgünler devam ediyor! Bir yıl içinde 60 bin memur sorgusuz sualsiz bu bölgelere sürgün edildi. Bir çoğu buralara gidemediği için aç kaldı, istifa etti, ya da müstafi duruma düştü. Devlete hizmet etmek ve kanunların dışına çıkmamaktan, komünist olmamaktan başka hiçbir suçu olmayan bu 60 bin kişinin maruz kaldığı muameleye örnek olması bakımından son ve tipik bir «sür gün»ün hikâyesini, Sıkıyönetim makamlarının ve yetkililerin dikkatlerine sunuyoruz: Yılmaz Terzi, Ankara Yüksek Öğretmen Okulu'nun Müdürü idi. Hiçbir gerekçe gösterilmeden görevinden alın di ve Ömer Seyfettin Lisesi'ne öğretmen olarak verildi. Kahramanmaraş olayları üzerine 25 Aralık 1978 günü bütün Türkiye'de olduğu gibi bu okulda da öğrenciler zorla dersten çıkarıldı, sol elleri kaldırtılıp yemin ettirildi, bildiriler dağıtıldı. DÎSK'in 11 Ocak günü yaptığı «eylem» sırasında da yine bütün okullarda olduğu gibi, Yılmaz Terzi'nin sınıfında da üç militan ayağa kalkarak «saygı duruşu» yap mak istedikerini söylerler, öğretmen müsaade etmez. Sınıfın kapısı açılır ve kalabalık bir öğrenci grubu «herkes dışarı» emrini verir, öğretmen yine müsaade etmez ama, sınıftaki öğrenciler soicu militanlardan korkmaktadır, öğretmen, durumu idareye bildirmek için çıktığı sırada, bütün sınıfların dışarı çıkmış olduğunu görür. İdareciler ise, merdiven başında öğrencileri seyretmektedirler. Yılmaz Terzi, bir dilekçe ile olayı okul müdürlüğüne bildirerek tedbir alınmasını ve yönetmeliklerin işletilmesini, öğrenci ve öğretmenlerden olaya sebebiyet verenlerin ilgili makamlara bild ; - rilmesini ister. 26 Ocak günü öğrencilerin karnesi verilir ve Yılmaz Terzi'nin eline de bir sarı zarf tutuşturulur: «Tuzluçayır lisesi öğretmenliğine atandınız!» Tuzluçayır... Yani, Ankara'nın en meşhur «Kurtarılmış Mahallesi» Tuzluçayır! Bir yılda 60 öğretmenin sürgün edildiği, ama bir tekinin görev yapamadığı, yani müstafi duruma düştüğü; istifa ettiği; Ankara Valiliğinin «Cangüvenliği olmadığı» için 10 öğretmeni geri aldığı bir yere!.. Görüldüğü gibi, Ecevit iktidarının işbaşına getirdiği yetkililer, Sıkıyönetimi bile hiçe sayar tarzda, cezalandırmak istedikleri, hoşlarına gitmeyen memur ve öğretmen leri hâlâ «Kurtarılmış Bölge» saydıkları yerlere sürgün etmektedirler. Bu yanlış ve kasıtlı uygulama ne zaman bitecektir? MİLLİ EĞİTİM BAKANLIĞI NIN SON TANGOSU : YURT DIŞINA ÖĞRETMEN GÖNDERMEK İÇİN AÇILAN İMTİHAN GÖSTERMELİK İMİŞ!.. MEB. Yurt Dışı işçi Çocukları Eğitimi Genel Müdürlüğü, yurtdışında bulunan çocuklarımızı eğitmek üzere görevlendirilecek öğretmenleri seçmek için 22 Ekim 1978 tarihinde bir imtihan açmıştı. 10 il merkezinde yaklaşık 13 bin İlk ve Ortaokul öğretmeninin katıldığı imtihanın cevap kâğıtları Talim ve Terbiye Dairesi Bilgi İşlem Murkezi'nde değerlendirilmiş sonuçlar, adı geçen merkez tarafından 19 Aralık 1978'de ilgili Genel Müdürlüğe teslim edilmiştir. Ancak, MEB. yetkilileri, imtihan sonuçlarını öğ renmek isteyen adaylara, «henüz sonuç alamadıklarını» söy lemektedirler. öte yandan, aralarında imtihana katılmayanların da bulunduğu bazı öğretmenlerin aralıklarla yurtdışına gönderildikleri söylenmektedir. Bu haber duyulduğunda, imtihana girebilmek için görev yerlerinden büyük masraflar yaparak imtihan merkezlerine gelen ve 200 TL. de imtihan harcı yatıran öğretmenler, «Önce umutlandırdılar, sonra umutlarımızla birlikte paralarımızı da yediler» demektedirler. C.H.P/NİN HUKUK ^ SAYGISI İşlerine gelen yerde «hukukun üstünlüğü»nden, «yargının yüceliği» nden, Danıştay kararlarının mutlaka uygulan ması «zorun!uğu»ndan bahseden CHP. ve onun M.E. Bakanı Necdet Uğur, kendi siyasi ve ideolojik tercihlerine uymadığı zaman Danıştay karar larını kulak arkası edebilmekte, bu kararları 3'ok sayarak bildiği istikamette icraatını yürütmektedir. Milliyetçi öğretmen ve bürokratlar için malûm şartlar içinde Danıştay'dan lehte karar çıkartabilmenin ne kadar güç olduğu bilinen bir husustur. Buna rağmen ve nihayet binlerce müracaat arasından tesbit edebildiğimiz 75 öğretmen ve idareci Danıştay'dan «Yürütmeyi Durdurma» kararı alabilmişlerdir. 12 DEVLET ŞUBAT : 1979

C.H.P. iktidarının «hukuka saygı» ve «Anayasal kuruluşlar» a itibar konusundaki samimiyetsizliğinin açık bir örneği ve belgesi olarak Y.D.K. alan bu yetmiş beş kişinin listesinden bir klişe sunuyoruz. Müdürü Ayvaz Gökdemir'i hedef alan kırk küsur dakikalık bir konuşma yaptı. Mao'ya sempatisi, içerden dışardan kimi bulursa sataşması, her konuşmasında bir hadise çıkarması ile meşhur Senatör Niyazi'nin baştan sona istismar, tahrifat ve sui tefsir dolu, eşit şartlarla kendini müda faa imkânından mahrum bir devlet memurunu hedef alan bu konuşması, dinleyenlerce konuşmacının siyâset ve fikir ahlâkının seviyesini tâyinde yeterli bir gösterge sayıldı. İlle de kabahatli çıkarmak gayreti ile yer yer çok komik durumlara düşen Senatör Niyazi' nin konuşmasından bâzı bölümleri, eğ\enceli olur ümidiyle ve zabıtlardaki şekliyle nak lediyoruz: N. Unsal.. Bu hükümet ve bu Bakan hiçbir okulu kapatmamıştır. Bakan'ın kapattığı yerler M.C.'nin kavga karargâhlarıdır. Mehmet Kılıç (A.P. Gaziantep) Okul değil mi orası? N. Unsal (Devamla) Biz okul kapatmayız ve kapattırmayız. Bakan bâzı hâin yuvaları dağıtmıştır; doğrudur. (v.s.) M. Kılıç Açık okul sayar mısınız? N. Unsal Önergede sözü edilen amaçlar, isterse tümünü kapatsın, doğrudur. Türkiye'de zâten okul diye bir şey bırakmadınız, ben de onu söylüyorum. Ömer Ucuzal (A.P. Eskişehir) Sayenizde. SENATO... SENATÖR BAY NİYAZİ SENATO KÜRSÜSÜNDE, 5 Oak 1979 Cuma günü Cum huriyet Senatosu'nda, A.P. grubunca teklif edilen Milli Eğitim Bakanlığı hakkındaki' genel görüşme' önergesinin görüşülmek üzere gündeme a- lınıp alınmaması müzâkeresi vardı. CHP. Erzincan Senatörü Niyazi Unsal, dörtte üçü eski öğretmen Okulları Genel DEVLET ŞUBAT; 1979 N. Unsal.. Bakınız ne diyor Ayvaz Bey seminerdeki konuşmasında: «öğretmenlerimizi ve çocuklarımızı kültür ve maneviyat hırsızlarından korumalıyız.» Ömer Ucuzal Bravo!.. N. Unsal - (Devamla) «Prog ramlarımızı buna göre tanzim ve tedvin etmeliyiz.» Ö. Ucuzaı Bravo?.. N. Unsal (Devamla) «Dershanelerimize bunları intikal ettirmeliyiz. Bizim yetiştirdiklerimiz de vatan sathına bunları yaymalıdır.» ö. Ucuzal Bravo!.. N. Unsal (Devamla) Devam et sen «Bravo»lara. «.. Bunun birinci adımını biz tahakkuk ettiriyoruz. Her vesile ile ifade ettiğim gibi, öğretmen yetiştiren her derecedeki okulların müdüründen müstahdemine kadar hepsi milliyetçi olacaktır. Bunu, hiçbir tereddüde meydan vermeden söylüyorum. (v.s.)» Hadi bir bravo daha söyle! 13

Ahmet Demir Yüce A.P. (Zonguldak) Sayın Niyazi Unsal, TÖB-DER'deki kavgaları görüyor musun? N. Unsal (Devamla) Görüyorum, onları da görüyorum. Başkan Lütfen Sayın Demiryüce, Genel görüşme açıldığı zaman herkes fikrini söyler. A. D. Yüce Kimler getirdi bu hâle? TÖB-DER'de kavga edenler getirdi bu hâle. Başkan Sayın Demir Yüce yerinizden lütfen müdâhale etmeyiniz. Sayın Unsal cevap vermeyiniz efendim, siz devam ediniz. N. Unsal (Devamla) Ben vermiyorum. Aynı seminerde Bay Ayvaz Gökdemir diyor ki: «Milliyetçi akıllı olmak mecburiyetindedir. Aptal insan milliyetçi olamaz.» Güzel. (A. P. sıralarından 'Doğru' sesleri) Bak aklı nereye kullanıyor, gü zel demeden önce sonunu dinleyin. «Çünkü en küçük bir hatamız, dâvamıza da, milletimize de zarar vermektedir.» Aklı buraya dâvaya kullanıyor. Dâvanın ne olduğunu bilmeniz lâzım. Dâvanızın ne olduğunu soracağım şimdi. N. Unsal - -.. Bakınız ne diyor Bay Ayvaz Gökdemir: «Bugün Devletin varlığı üzerinde bir kumar oynuyoruz.» (Ash'oynanıyor' şeklinde olan bu kelimeyi senatör tarif ediyor. Devlet) Bunu öğ. Ok. Gen. Müdürü söylüyor, öğretmenlere söylüyor: «Ateşi elimde hissediyorum. Milleti kurtarmak için gerekirse bazı kelleler gidecektir.» (A.P. sıralarından 'doğru, doğru* sesleri) Mesele yok, doğruysa işte Maraş'ta gidiyor kelleler. (Bu nakil de konuşmanın aslındaki gibi değildir Senatör tarafından maksatlı olarak bu şekilde verilmiştir Devlet) N. Unsal (Devamla) Eğitim kurumlarım iz m başı, eğitim kurumlarımızın M.C. zamanındaki başı kelle istiyor. Devletin varlığı üzerinde kumar oynadığını söylüyor, (v. s.) İşte Bay Niyazi'nin konuşması bu minval üzere, A. Gökdemir'in konuşmasından iktibaslar, istismarlarla devam e- dip gidiyor. Sona doğru İstan bul Senatörü Sayın Erdoğan Adalı, konuşmanın aldığı istikamet ve seviyesinden rahat sız olarak müdâhale ediyor: Erdoğan Adalı (İstanbul) Sayın Başkan, burası mahalle kahvesi değil, Senato kürsüsüdür. Başkan konuşmacıyı ve müdâhale edenleri ikaz ediyor. Bay Niyazi sinirleniyor: N. Unsal (Devamla) Rica ederim Sayın Başkan, bu dedikodulara siz katılamazsınız, siz başkan olduğunuzu unutmayın. Ben burada konuşma yapıyorum, mahalle dedikodusu yapmıyorum, dikkatinizi çekerim. Rica ederim. Başkan Belirli bir gruba hitab ediyorsunuz. Ben başkanım ve size müsamaha da gös terdim beyefendi. Sözünüzü keserim. N. Unsal (Devamla) sözümü kesemezsiniz. Siz konuşmayı öğrenin! Başkan Evet, keserim. Ko nuşma tarzınız, üslûbunuz Senato'nun seviyesinde değildir. Lütfen bağlayın efendim. Erdoğan Adalı (İstanbul) Sayın Başkan, bu kürsüden böyle gayrı ciddi şeylerin konuşulması ayıp değil mi? N. Unsal (Devamla) Ne münâsebet efendim? Ve Senatör Niyazi, CH.P. grubunun alkışları arasında nihayet sözünü bitirip iniyor. 56 kabule karşı 66 red oyu ile önergenin görüşülmesi red e- diliyor.. M.H.P. Kütahya Senatörü Sayın Osman Albayrak, Senato'da yaptığı eski bir konuşmasında, Niyazi Ünsal'ın kendisine ciddi cevaplar vermeğe değer, kabili hitap bir adam olmadığını belirttikten sonra: «Hazır Sağlık Bakanlığı M.H.P.'nin elinde iken gel de seni tedavi ettireyim!..» diyordu. Ünsal'in yukardaki konuşmasından anlaşılıyor ki, Sayın Osman Albayrak vaad ettiği tedaviyi yaptıramamış... CAMİDEN KAÇIRILMAK İSTENEN GENÇ VE Dr. LÜTFİ DOĞANTN HAFİYELİĞİ Geçen ay, Ankara'nın İbadullah Camii'nde cereyan e- den bir olay, Türkiye'nin içinde bulunduğu şartları ve idarecilerin meşrep ve mahiyetini anlatması bakımından ibret vericidir. TRT'nin yayınladığı bir haberde: «5 Ocak 1979 Cuma günü hükümeti tenkid ederek siyaset yapan bir vaiz, cemaat arasında bulunan Devlet Bakanı Lütfi Doğan tarafından derhal açığa alınıyor, hakkında kanu ni takibata başlanıyor ve bu arada cemaatın bir kısmı vaize tepki gösterdiği!..» belirtiliyordu. Oysa, zikredilen vakitte Camide bulunan yüzlerce vatan daşın şahidi bulunduğu olayın gerçek mahiyeti bu haberin tamamen zıddı idi. Camide, cuma namazına gelen ve vaaz dinleyen cemaatın arasından milliyetçi bir genç, «seni arkadaşların bekliyor» denilerek götürülmek istenmişti. Bu Camiin bulunduğu mahallede komünistlerin hayli kesif faaliyet halinde bulundukları biliniyordu. Gencin, hangi maksatla kaldırılıp götürülmek istendiği aşikârdı. Delikanlı direnince, bir itişip kakışma cereyan etti ve durumu farke- 14 DEVLET ŞUBAT ; 1979

DOSTLAR DİVANI Gofidemir FİGAN VE t S Y A N G eçen sayıdaki yazımıza «Şu safhada sözün bir haysiyeti kaldığına inanmıyorum. Söz bitmiştir.» diye başlamış ve sona doğru «1978'in meş'um Aralık ayını yaşamış olan Türkiye'de hak söz, ancak uzun ve cınhıraş bir ıztırap çığlığı olabilir.» demiştim. Karanlık, karamsar sözler... Ama hayâtımızda, hâlimizde bir aydınlık, bir ışık olmayınca yazarken iyimserlik nasıl mümkün olabilir? Her gün en az bir facia ile dünyâmız başımıza yıkılırken, her biri cihan değerinde gençlerimiz, arkadaşlarımız, ülküdaş ve vatandaşlarımız devrilip devrilip giderken aydınlık sözlerle avunmak arsızlık değil midir.? Kaç zaman var ki, vatanın bir bucağından öbürüne sadece şehitlerimizin cenaze törenleri için koşuyoruz. Bazen bir yere bir kaç defa gitmek talihsizliğine uğruyor, bir çoğuna da yetişemiyoruz. Artık Türk milliyetçilerinin yaralı bağırlar, yaşlı gözler, paramparça yüreklerle bir birlerini tâbut altında ve arkasında, mezar başlarında görür olmaları âdet hükmüne geçti, «filân yere gidiyoruz.» denildiği zaman «Niçin?» diye sorulmuyor, titreyen dudaklarda yalnız bir sual var: «Kimin için?»... «Nasılsınız?» nezâket suâli bizim dilimizde manasını kaybetti. Soran sorduğuna pişman. Sorulan «Allah beterinden saklasın!» diyor, ama her gelen gün, öncesinden beter geliyor... Ben «Söz bitmiştir» dediğim zaman daha 12 Ocak 1979'u yaşamamıştık. Melek-haslet, asalet ve necâbet mâdeni kardeşlerimiz Yavuz ve ağabeyi Oğuz Özkaya'nm kanları henüz Adana toprağına akmamıştı. Şimdi, 23 yaşında stajyer Fen Bilgisi öğretmeni Yavuz Özkaya artık dünyamızda yok! Yavuz'a dünyasını değiştirten hâin kurşunlardan biri, Oğuz'un da sağ gözünü aldı gitti. Bir anda, arslan gibi iki erkek kardeşinin kanına bulanan ve bu felâketle çılgına dönen öğretmen bacımız Müzeyyen'le Oğuz hâlen hastahânedeler.. Tâziyet için Adana'da bir eve indik, Özkaya'ların teyzesinin eviydi. 15 gün önce bu evden de bir şehit cenazesi çıkmıştı: 15-16 yaşında, evin tek erkek çocuğu Ahmed'in cenazesi! Kurşunlanan pastahânede altı ülkücü yaralanmış, üçü rahmete varmıştı, onlardan biri Ahmedti. Şehit ve gazi kardeşler için göz yaşı dökenleri, biricik erkek evlâdını 15 gün önce toprağa vermiş, göz pınarları kurumuş bir şehit babası teselli ediyordu.. Bir aileden, aynı yerde ve on beş gün içinde üç genç toprağa düşüyor; bizim dünyamızın güneşleri bunlar! Onlar doğdukları anda kararırken, benim âciz kalemim aydınlık sözü nereden bulsun? Sağlam yüreği, iç ferahlatan sözü olan varsa gelsin-, ülküdaşım, can arkadaşım Necdet Özkaya'nın kan çanağına dönmüş gözünün içine baksın ve söylesin; ben o göze bakamıyorum, dilim kurudu, bir şey söyleyemiyorum!.. Y alnız, birilerinin iki yakasından tutmak ve sormak istiyorum: Ey sen! Bu güneşler niçin batıyor, farkında mısın? Ey sen! Şehit kardeşin masum ve mübarek gövdesinde kurşun yarası saydın mı? Ey sen! Birlikte yaşadığın, birlikte ağlayıp birlikte güldüğün, birlikte saf tutup birlikte nice hayaller kurduğun kardeşlerinden, kardeşten ileri arkadaşlarından her gün birinin cesedini omuzlarında taşımanın kahrını, acısını; doğurup dokuduğu, fidan gibi yetirdiği, boya boşa getirdiği evlâdının ateşiyle dağlanmış gönüldeki, dünyânın bütün denizleri bir araya gelse, serinlemeyecek yürek dağını anlayabilir misin? Ve ey sen! Her gün katlimize ferman okuyan zâlim! Ey kaatiller, hâinler hâmisi! Vatanımın, milletimin, dinimin, devletimin, varlık ve mukaddesatımın düşmanlarına dost olan bedbaht! Sana bir şey sormuyorum; Allah gün verirse, seninle hesabımız âdil, fakat yaman olacak!.. Ankara. 20. Ocak. 1979 DEVLET ŞUBAT : 1979 15

den cemaatın müdahalesi ile adam kaçırmak isteyen cüretkâr mütecavizler selâmeti u- zaklaşmakta buldular. Ancak bu arada sinirleri bozulmuş olan cemaattan bazıları, saflar arasında oturan Devlet Bakanı Lütfi Doğan'ı tanıdılar. Bir tanesi Doğan'ın yanma gelerek «Bir din adamı olarak şu manzaradan nicap duymuyor musun? Memleketi ne hale getirdiğinizi görmüyor musun? Camiden adam kaçıracaklar. Utanmak iyi şeydir ve dinimizin emridir..» şeklinde konuştu. Bu arada başka müdahaleler ve Sayın Doğan'a iltifat sayılmayacak hitaplar yapıldı. İRİ her zaman olduğu gibi «En çok tartış.laıı Df\let Kurumu» olma özelliğini koruyor. Üstelik rikkatleri iyice üzerine çekerek. Konuyu, eski bir TRT mensubu olan Kontenjan Seralörü Sayın Hüsamettin ÇELEBİ ile konuştuk. I>.ç?.g:üa Sayın Çelebi'ye yönelttiğimiz soruları ve cevaplarım bulacaksınız. DEVLET: Ötedenberi tartışma konusu olan TRT'nin tarafsızlığı meselesi var. Bu hususun mevzuat ve tatbikat o larak genel bir değerlendirmesini yapar mısınız? ÇELEBİ: TRT'nin tarafsızlığı yürüttüğü hizmetin özelliği ve demokratik re jimin gereğidir. Hizmetin özelliği derken TRT'nin yaygın ve geniş telkin gücünden söz ediyorum. Türkiye gibi bir ülkede bu büyük telkin aracını sorumsuzca kullanmanın büyük tehlikesi görüldüğü için yayın hizmeti devlet tekeline alınmıştır. Bu tekel durumundan doğacak tehlikenin önlenmesi için de TRT'nin siyasal gruplar arasında tarafsız kalması öngörülmüştür. Yani hükümetteki siyasi parti ya da partilerin TRT'yi muhalefetler aleyhinde kullanmalarının önüne geçilmek istenilmiştir. Anayasanın 26 ve 121. maddeleri ile 359 Sayılı TRT Kanunu bu amaçla hazırlanmıştır. Uygulamada «Tarafsızlık» asıl amacından çok defa saptırılmaktadır. Meşru siyasi partiler arasında gözetilecek tarafsızlık, «Devlete karşı tarafsızlık» biçimini almaktadır. Bu çok yanlış bir anlayış, çok tehlikeli bir uygulamadır. TRT devlet organıdır, devletin kendi kendine karşı tarafsızlığı düşünülemez. Hele devletin «Tarafsızlık» diye kendi kendine zarar vermesi hiç düşünülemez. Dolayısiyle bu yöndeki uygulamaya bigâne kal ması kabul edilemez. DEVLET: CHP devrindeki bir yıllık tatbikatın, bilhassa haberlerin veriliş tarzı bakımından, değerlendirmesini yapar mısınız? ÇELEBİ: Sözünü ettiğiniz dönem Türkiye'de pek çok değer yargısının sarsıldığı bir dönemin son parçasıdır. Genellikle, eski değer yargılarının yerine yenileri de konulamamıştır. Durum TRT yönünden de böyledir. Eski ve gelenekselleşmiş uygulama ile kurallar sarsılmış, yerlerine yenileri de konulamamıştır. TRT'de ayrıca, 1973'den sonraki dönemde sık sık yönetici değiştirilmesi, farklı ölçülerin kullanılması, farklı anlayışlarla personel alınması, bir hercümerç doğurmuştur. * Bildiğim kadarıyla bugün TRT'de her sol fraksiyonun «delegeleri» vardır. Sağ sayılan anlayışların herbiri de adeta delegeler yoluyla temsil edilmektedir. Sol'un yönetime egemen olması ayrı bir konudur. 16 DEVLET ŞUBAT : 1979

Lütfi Doğan'ın bu camiye hangi maksatla geldiği bilin mez ama, maruz kaldığı muamele ve işittiği sözler karşısında daha fazla oturması kaabil olamazdı. Nitekim Sayın Doğan, asabi cemaatın arasından ayrılmayı uygun buldu. Bilâhare vaiz Hasan Hulki Mert'in açığa alındığını duyan cami cemaatı, Sayın Doğan'ın mutadı hilafına bu camiye gelişinin sebebini anlamış oldular. Lütfi Doğan böylece, zihniyetinin icabı o- lan ve bilinen meşrebine yaraşan bir görevi yerine getirmiş fakat bu arada hiç de hoş olmayan bir duruma muhatap olmak zorunda kalmıştı. Yönetim bu farklı düşüncede - bazan düşman-insanları disipline edememektedir. Hizmeti anlamada birlik, yoktur. Bunu, haber bültenlerini dikkatle izleyenler görmektedir. «CHP devri» diyerek CHP adına partizanlık yapıldığına söylemek istiyorsanız, buna pek katılmıyorum. Doğrusu, CHP'ye dayanır görünerek onu çok aşan amaçlara hizmet edenler bulunduğudur. Asıl sor^n da budur. Tehlikenin büyüklüğü de buradadır. DEVLET: Basında yalnız sizin hassasiyet gösterdiğiniz bir «Toprak Reformu» programında, Kürtçe konuşma gibi bir önemli detay vardı. Bu husustaki düşünceniz nedir? ÇELEBİ: Önemle tekrarlamak istiyorum: TRT Türk Efevleti'nin yayın organıdır. Türk Devleti'nin resmî dili Türkçedir. Öyle olunca, T.C. Vatandaşlarıyla Türkçe dışında bir dille röportaj yapılması hiçbir gerekçe ile mazur görülemez. Türk Devleti'nin «Ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü»ne yönelik tahrikler sürüp giderken, bir «Beka» sorunu varken, kürtçe yayın iyi niyetle, dalgınlıkla izah edilemez. Devlet yayın organmm bir Türk vatandaşı ile Türkçe dışında bir dille röportaj yayınlamasını, o yayın organmm bir süre için bölücülerin işgalinde kaldığı anlamından başka bir anlama almak mümkün değildir. Bu, Devlet ve millete karşı işlenmiş bir suçtur. DEVLET: TRT'nin dili, bu konuda Türk Dil Kurumu ile olan işbirliği ve tek yönlü (telkinleri hakkında ne diyorsunuz? ÇELEBİ: TRT anlaşılmak durumunda olan bir yayın organıdır. Dinleyici ve seyircinin en büyük ölçüde yayınları anlaması, TRT'nin başlıca hedef ve endişesi olmalıdır. Ölçüyü böyle alınca, TRT'nin eski dili kullanmasını bekleyemeyiz. Ama TRT, yeni dili de öncü olarak kullanamaz. TRT'nin. yapacağı iş, Türk Dil Kurumu çalışmalarına uzak kalmamak, orada üretilen kelimeler halkta geniş bir kabul görünce o kelimeleri kullanmaktır. Herhalde TRT öncü olmamalıdır, ama halkın anladığı dilin gerisinde de kalmamalıdır. DEVLET-, Bir dil programında Sayın Bülent ECEVİT'in Atatürk ile birlikte övülmesi, bir kamu kuruluşu için normal sayılabilir mi? ÇELEBİ: Türkçenjn yabancı kelimelerden kurtulması.gelişmesi ve zenginleşmesine hizmet yönünden ise, bu hareketi bir ölçüde anlayışla karşılamak düşünülebilir. Ama bu, bir'le bin'i karşılaştırmak demektir. Bu konu ve ölçüyü aşan bir karşılaştırma ise sadece gülünç olabilir, Bir münasebetsizliktir. Sayın ECEVÎT'e bir yarar da sağlamaz. Bunu en iyi anlayacak insanlardan biri de ECEVÎT'tir. DEVLET ŞUBAT ; 1979 17

SADECE İNANIYOR VE SANIYOR Ahmet RİFAT H er Allahın günü radyodan ve televizyondan dikkatle takip ediyorum. Gazeteleri tabir caiz ise hafız gibi hatmediyorum. Duyduğum ve gördüğüm hep ayni: Sadece İNA NIYOR ve SANIYOR. Bir kere olsun katiyetle BİLDİĞİNİ kulaklarımla işitsem, gözlerimle okusam, hani nerede ise kurban keseceğim. Ne profesörü olduğunu bilmediğim babası, ressam olduğunu herkesin bildiği anası, bu SAKSI ÇlÇEĞl'ne anlaşılan hiç bir şey öğretmemişler ki fıkara hiç bir şey bilmiyor. Sadece İNA NIYOR ve SANIYOR. Bulûğ çağının eşiğine ayak bastığında, devri cumhuriyetin tadlı günlerinin mutlu azınlığının bu mutlu çifti, hayatlarını, pardon «yaşam»larını başbaşa geçirebilmek için olmalı, BİR TANE'lerini, biricik SAKSI ÇİÇEĞİ' ni koleje, protestan rahiplerinin taht-ı terbiyesine vermişler. Yani, SAKSI ÇİÇEĞİ'nin, şimdi arada bir efelenmesine göz yuman bugünkü efendilerinin o günkü mutemet adamlarına. Hesaplı, kitaplı, ne yaptıklarını çok iyi bilen bu rahip efendiler de bizim SAKSI ÇİÇEĞİ' ne hiç bir şey öğretmemişler. Sadece İNAN ve ZANNET!.. Bu, sana, hayatın, pardon «yaşam» m boyunca yeter de artar bile, demişler ki fıkara hiç bir şey bilmiyor, hiç bir müsbete aklı ermiyor. Sadece İNANIYOR ve SANIYOR.. Fıkaracık, kendisine evinde ve mektebinde, kolejinde, biçilen bu «yaşam» çemberinden hiç bir zaman çıkamamış. Ne olurdu. Rabbim ona da bir üniversite, bir fakülte, özelinden de olsa bir yüksek mektep veya hiç olmazsa meselâ hiç sevmediği CELÂL BAYAR gibi bir HAYAT MEKTEBİ, pardon «yaşam okulu»nu bitirmek nasip e tse idi. Madem onu bu kadar yetişmiş adamm başına geçirecektin hiç olmazsa onların ayarında bir mektep-medrese tahsili nasip etseydüı ya Allahım!.. Belki orada bir şeyler öğrenir, bir şeyler BİLİR, ömrü billâh günleri ve geceleri SANMAK vs ÎNANMAK'la geçmezdi. Heyhat ki Yaradan bu mevzuda fıkarayı nasipsiz yaratmış. Gazeteciliğin tahsilini yapmak istemiş, olmamış. Sanskritçe öğrenmek istemiş, yarıda kalmış. Edebiyata, hem de keyfine kılığına bakmadan OSMANLI EDEBİYATI'na merak sarmış, şairliğe özenmiş, lakin onları da kıvıramamış, bu sahada da yaya kalmış, kavruk kalmış. Velhasıl yapamamış, edememiş. Zira YAPMA bilgi işidir. Bilmiyor ki ne yapsın. Ne bilsin garip «zan ile yakin hasıl olmaz». E vvelkileri, muhalefette olduğu demlerde patlattığı beyanatları saymıyoruz. Zira o zamanlar mes'ul değildi, cezaî ehliyeti yoktu, deyebiliriz. Bu itibarla, o mes'ut ve gayrı mes'ul günlerinde, Debreli Hasan gibi, destekli desteksiz istediği kadar atabilirdi. Lâkin, alavere-dalavere, Reisicumhur Hazretleri dahil herkesi kandırdıktan, bir nesne olduğuna âlim-câhil, genç-ihtiyâr, kadın-erkek, asker-givil, âmir memur, işçi-patron herkesi inandırdıktan ve destekli-takviyeli iktidar olduktan sonra şöyle bir fren yapması, fişek gibi kontrolsuz gidişi durdurması, İNANMAK ve SANMAK'tan vazgeçip artık BİLMESİ gerekirdi. Ama ne gezer!.. Ne arasm Hacı Ahmet'te kav-çakmak!.. Bu dahi bir bilme ve idrâk işidir: Hükümet etmeyi bilme ve idrâk etme işi.. Yazık ki bunda da nasipsiz imiş kavruk şair Darjanton. Ve kabak, ona İNANMAK ve onun bir nesne olduğunu ZANNETMEK haltını isteyen BÜYÜK TÜRK MÎLLETİ'nin başında patladı. Eeee, bu kadar bedava açıkgözlüğün sonu budur. Vergi almayacağım, buna rağmen, pardon «buna karşın» bol para vereceğim... zenginden kırpacağım, fakire aktaracağım... doludakini alıp boşa dolduracağım... askerlik yapmayacaksınız, işe gitmeyeceksiniz... toprak işleyenin, su kullananın... kaatil katlinde hür ve özgür, eşşek gibi maktul var olmasaydı.. Ben gelirsem, eski protestan mürebbiyelerimin milleti dolardan nehirler akıtacak Türkiye'ye... saygınlık... baygınlık... vs.. Hülya ve hayâl âlemi Alıp götürürler beni Mavi deniz ve bir gemi Enginlere yelkenleri Açıp gider, açıp gider. Hayale inanan hava alır. Hep beraberdik hava aldık, mübarek olsun. Bize Sülün Osman gerek ve işte öyle oldu. Malûm, Sülün Osman eski dolandırıcılardandır. Anadolu'dan İstanbul'a gelen ve kendini açıkgöz zanneden avanak takımına Eminönü'nde meydan saatini, Galata Köprüsü'nü, tramvayı satmıştı. Saatini meydandaki saate göre ayarlamaya kalkanlardan, köprüden geçenlerden ve tramvaya binenlerden para almaya kalkınca ve vatandaş da vermeyip kahkahayı basınca açıkgöz enayi vaziyeti anlayabilmişti. Hesap o hesap. Sülün Osman çok sonraları, ıslah-ı nefs ettikten sonra yemin billâh, hayatında bir tek saf, namuslu, temiz insanı dolandırmadığını, 18 DEVLET ŞUBAT : 1979

çok ucuza açık gözlük yapanları faka bastırdığını ifade etmiştir. Büyük Türk Milleti, bir an «Vergi toplamadan maaş verilir mi? Asker olmadan vatan korunur mu? Sahibi olunmadan toprak işlenir mi? Parası elinden alınacaksa adam neye gece gündüz demeden çalışıp zengin olsun? Zenginden alınıp nasıl olsa kendisine verilecekse fakir neye çalışıp zahmete katlansın? diye düşünmedi ve hoop diye reyini bu şamatacıya verdi ve onu iktidar yoluna soktu. Nasreddin Hoca'mn kadılığını bilirsiniz. Birgün adamın biri bir başkasını kolundan tutmuş, Hoca'nın huzuruna çıkarmış. Kadı efendi, demiş, bu adamdan davacıyım. Hoca sebebini sormuş. Ve adam, ben aşçıyım, bu zat benim dükkânımın önüne geldi, torbasından kuru ekmeğini çıkardı ve benim yemeklerimin kokusu ile bir güzel karnını doyurdu. Parasını isterim, demiş. Hoca düşünmüş, şööyle bir doğrulmuş, hımmm demiş, sonra ilâve etmiş: Sen haklısın, yanıma yaklaş. Adam Hoca'nın yanına varadursun Hoca da elini kuşağına sokmuş, para kesesini çıkarmış ve o sırada yanına gelen adamın kulağına tutup keseyi birkaç kere sallamış ve eklemiş: Tamam mı, demiş, haydi bakalım, alacağını aldın, çek arabanı... Adam da, davalı da dinleyenler de şaşırıp kalmışlar. Aşçı şaşkın şaşkın: Ama kadı efendi, demiş, daha alacağımı vermedi ki.. Hoca cevabı yapıştırmış: Yemeğin kokusunu satan paranın şıkırtısını alır. Ey Büyük Türk Milleti!.. Reisicumhur Hazretlerinden çöpçüsüne, âlimi-câhili, âmiri-memuru, askeri-sivili, genci-ihtiyarı, kadını-erkeği, işçisi-patronu ile bütün millet!.. Siz bu SAKSI ÇEÇEĞI'nin hepsi hayâl olan bütün lâflarına inandınız, kandınız. Aklınız yok muydu, vardı.. Ama ya tutarsa dediniz. Söylenenin mümkün olamayacağını, hilkate ve eşyanın tabiatma aykırı olduğunu hiç düşünmediniz. Yani kısacası, yemeğin kokusunu vererek para kazanmak istediniz. Yağma yok paranın da şıkırtısını alırsınız. Adam beyanat veriyor: «İnanıyorum ki İstanbul'dan yola çıkar, Londra asfaltını takiben hep batıya giderseniz Edirne'ye varırsınız.» Mad de bir: Bu coğrafi bir gerçektir, inanmakla ilgisi yoktur. Madde iki: Aynı istikamette gidilince Tekirdağ'a da varmak mümkündür, KırklarelrVe de, o halde söylenen tam doğru değildir. Sadece bir «olasılıktır» efendim. Ama aziz okuyucu siz bu sözlere hayran oluyorsunuz ve «ne kadar doğru!» diye siz de İNANIYORSU NUZ. Meselâ bir Cuma günü Reisicumhur Hazretlerine haftalık ziyaretini yapıyor, avdetinde, daha Çankaya'nın eşiğinde, özel olarak hazırlanmış odada, ayak üstü basın toplantısı yapıyor. Gazeteciler ziyarette neler konuşuldu diye soruyorlar. O da cevap veriyor: «Kendilerine, SANIYORUM ki yarın cumartesi ve öbür gün pazar, dedim, lütfettiler, dinlediler.» «Sonra da Kızılırmak Karadeniz'e, Seyhan ile Ceyhan Akdeniz'e akarlar, SANIYORUM ki birincisi Akdeniz'e ve ikinciler Karadeniz'e akıtılırsa Karadeniz biraz daha sıcak ve Akdeniz de biraz daha ılık olur, dedim lütuf buyurdular, bunu da dinlediler.» TRT mensupları, basının o hârika çocukları ağızları bir karış açık bu gerçekleri (!) dinliyorlar, ah-vah ediyorlar. Bir Allaah!.. diye cezbeye gelip nâra atmadıkları kalıyor. TRT nın spiker erkek ve dişileri, ağızları kulaklarında bu beyanatı sevinçle veriyorlar. Kendisi zaten şehvet sonrasının rehaveti ve tatmin olmuşluğu içinde konuşuyor. Ve aziz Türk Milleti de bunları hayran hayran dinliyor. Akşam vatandaşlardan çoğu televizyonun karşısında bu «olasılıkları», «olanakları» dinleyip kendinden geçiyor, mest ve hayran «ne kadar doğru söyledi!..» diye mayışıyor, gevşiyor, Seyhan'ın Karadeniz'e, Kızılırmağın Akdeniz'e aktığını, hamsilerin bütün Akdeniz sahillerini doldurduğunu hayal ederek uyuyup kalıyor. Ertesi günü beyni taptaze, yıkanmış ve yeni dolgulara hazır hale gelmiş olarak kalkıyor. Bir başka gün «SANIYORUM ki herkes daha fazla vergi verse, devletin kasaları dolsa, memura ve işçiye daha fazla para veririz, daha çok yatırım yaparız» diyor. Öbür gün bir başka cevher yumurtluyor: «İNANIYORUM ki daha fazla üretim yapsak, buna mukabil, pardon «buna karşın», daha az tüketsek, yabancılar bütün malımızı alsalar, herkese verdiklerinden daha fazla ücret verseler, nehir gibi döviz aksa memlekete, biz de onlardan hiç imal ithal etmesek, döviz sıkıntımız kalmaz..» Ve siz, aziz Türk Milletinin aziz fertleri, «doğru, diyorsunuz, doğru. Bugüne kadar hiç böylesin! söylemediler. Namussuz MC, faşistler, kontrgerilla, vs, vs..» El-insaf, bir kere bunların çoğu imkânsız, yukarıda da söyledik, eşyanın tabiatına, coğrafyaya, mevcut şartlara aykırı. Kulun elinde olan bir şey değil. Bir kısmı bedahet derecesinde açık gerçek. Söylenmesi bile abes. O SAKSI ÇİÇEĞİ söylese de söylemese de, inansa da inanmasa da, zannetse de etmese de böyledir. Ama heyhat ki bu saçmalara herkes inanıyor, hayran hayran dinliyor ve «doğru» diye de tasdik ediyor. Ey akıl, ey iz'an, ey mantık neredesin? Hangi diyarlara kaçtın? Kaf Dağının ötesinde misin? Çin ve Maçinde misin?... Bir gün gelir de, bir rütbe atlamak için binbir imtihandan geçen, liseden sonra Harbiyeyi, ondan sonra özel ihtisas mekteplerini, ondan sonra Akademiyi, ondan sonra da bir sürü (Devamı Sayfa 40'ta) DEVLET ŞUBAT ; 1979 19