Benzer belgeler
Halk devriminin düşmanları: diktatör rejim ve karşıdevrimci gerici güçler

Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

İdris KARDAŞ Küresel Sorunlar Platformu Genel Koordinatörü

UIT-CI bildirisi: Kobane de Kürt halkının direnişiyle dayanışmaya!

SİYASET BİLİMİ VE ULUSLARARASI İLİŞKİLER DOKTORA PROGRAMI DERS İÇERİKLERİ ZORUNLU DERSLER. Modern Siyaset Teorisi

Erbil Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Dara Celil Hayat ile Türkiye-Kürdistan Ekonomik ilişkileri. 02 Temmuz 2014

DÜNYA DA BARIŞ İSTİYORUZ!

Kuzey Irak Kürt halkı kendi kaderini tayin edebilmelidir

TÜRKİYE NİN JEOPOLİTİK GÜCÜ

Kuzey Irak ta Siyasi Dengeler ve Bağımsızlık Referandumu Kararı. Ali SEMİN. BİLGESAM Orta Doğu ve Güvenlik Uzmanı

ULUSLARARASI KARADENİZ-KAFKAS KONGRESİ

BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI, (1)

KAPİTALİZMİN İPİNİ ÇOK ULUSLU ŞİRKETLER Mİ ÇEKECEK?

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü, Kapitalist Sömürü Sistemini Yıkmak için Örgütlenme ve Mücadelenin adıdır!

Irak taki Gelişmeler ve Türkiye (II) Irak ta Bugünkü Durum

Yeni bir dönem açılıyor: Mali çöküş, depresyon, sınıf mücadelesi

Suriye Üzerindeki Şeytan Üçgeni: ABD-Rusya-Türkiye

Perinçek'in KDHC'deki tarihi konuşması

11 EYLÜL SALDIRISI VE YENİ DÜNYA: SOĞUK BARIŞ DÖNEMİ

ÖRNEK SORU: 1. Buna göre Millî Mücadele nin başlamasında hangi durumlar etkili olmuştur? Yazınız. ...

TÜRKİYE - İTALYA YUVARLAK MASA TOPLANTISI - 1

Cezayir'den yükselen bir ses: Yalnızca İslam hükmedecek!

Mahir Çayan Son Gençlik Hareketleri Üzerine SON GENÇLİK HAREKETLERİ ÜZERİNE (*)

Hükümet ile Gülen cemaatinin tartışması neyi ifade ediyor?

Kerkük, Telafer, Kerkük...

Amerikan Stratejik Yazımından...

Title of Presentation. Hazar Havzası nda Enerji Mücadelesi Dr. Azime TELLİ 2015 ISTANBUL

Sınıf mücadelesi karşısında ilan edilmemiş ittifak: Esad- Merkel-Chavez Cephesi

"Obama'nın Suriye politikası utanç verici"

ORTADOĞU DA BÖLGESEL GELIŞMELER VE TÜRKIYE-İRAN İLIŞKILERI ÇALIŞTAYI TOPLANTI DEĞERLENDİRMESİ. No.12, ARALIK 2016

Çarşamba İzmir Basın Gündemi

Ortadoğu ve Afrika Araştırmacıları Derneği Yayınları Araştırma Eserleri Serisi Nu: 7. Emeviler den Arap Baharı na HALEP TÜRKMENLERİ

değildir. Ufkun ötesini de görmek ve bilmek gerekir

Devrim Öncesinde Yemen

ATATÜRK İLKELERİ VE İNKILÂP TARİHİ DERSİ I.DÖNEM MÜFREDAT PROGRAMI

Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi

SAVAŞ, GÖÇ VE SAĞLIK. 18 Mayıs 2015 İstanbul Şeyhmus GÖKALP

3. Global SATELLITE SHOW HALİÇ KONGRE MERKEZİ STK, Kurum ve Kuruluşlarımızın Değerli Başkan ve Temsilcileri,

Musul Sorunu'na Lozan'da bir çözüm bulunamadı. Bu nedenle Irak sınırının belirlenmesi ileri bir tarihe bırakıldı.

Filistin Sahnesinde Faal Olan Gruplara Karşı Filistin Halkının Tutumu (Anket)

ABD - AB SERBEST TİCARET ANLAŞMASI Ve TÜRKİYE ÜZERİNE ETKİLERİ

TÜRKİYE NİN AVRUPA BİRLİĞİ İLE İLİŞKİLERİ

Teröre karşı mücadele cephesi!

Siyasi Parti. Siyasi iktidarı ele geçirmek ya da en azından ona ortak olmak amacıyla örgütlenmiş insan topluluklarına siyasi parti denir.

Süleyman ŞENSOY TASAM Başkanı / Chairman Yayın Tarihi :

19 EYLÜL MÜHENDİS, MİMAR, ŞEHİR PLANCILAR DAYANIŞMA GÜNÜ

Dış Ticaret Verileri Bülteni

MISIR IN SİYASAL HARİTASI

PYD, PKK nin Suriye kolu olarak da biliniyor.

SURİYE TÜRKMEN PLATFORMU I. TOPLANTISI ONUR VE ÖZGÜRLÜK MÜCADELESİ SONUÇ BİLDİRİSİ

Yeni anayasa neyi hedefliyor?

BAŞBAKAN ERDOĞAN: KOPENHAG SİYASİ KRİTERLERİ NOKTASINDA EĞER HERHANGİ BİR SIKINTI DOĞACAK OLU

İSLAM ÜLKELERİNDE NÜFUS ÖNGÖRÜLERİ 2050 ARALIK 2011

Genel Başkanımız Haydar Arslan ın okuduğu basın açıklaması metni aşağıdadır. KGM Önünde Basın Açıklaması Yaptık

AK PARTi Genel Başkanı ve Başbakan Erdoğan Bosna-Hersek te

Trump ve Arap-Sünni Beyaz Ordu : Ne bir insan, ne de bir kuruş!

Siyasette kutuplaşma. Ahval 13/8/2018

TÜRK DIŞ POLİTİKASINDA GÜVENLİK RİSKLERİ: SURİYE SORUNU VE TEHDİT DENGESİ

SAYIN BASIN MENSUPLARI;

Suriye de çok sayıda ülkenin dolaylı olarak katıldığı büyük bir savaş söz konusudur.

Yaşar ONAY* Rusya nın Orta Doğu Politikasını Şekillendiren Parametreler

TÜRKİYE - SUUDİ ARABİSTAN YUVARLAK MASA TOPLANTISI 1

tarih ve 495 sayılı Eğitim Komisyonu Kararı Eki

Bush, Suudi Kralıyla petrol fiyatı konuştu

KARİKATÜRLERİN DİLİNDEN IRAK I ANLAMAK - 1

Yükseköğretim Kurumlarımızın Mühendislik Fakültelerinin Kıymetli Dekanları ve Çok Değerli Hocalarım..

Yine yapmak istediklerimizden birisi olan, spesifik sektörlerde, belki daha az, ama daha etkin iş adamları seyahatlerini önemsiyoruz ve buna

Cumhuriyet Halk Partisi

V.Đ. LENĐN SOVYET ĐKTĐDARI VE KADININ DURUMU

ÖN SÖZ... XI KISALTMALAR... XIII KAYNAKLAR VE ARAŞTIRMALAR... XV GİRİŞ... 1 I. ARNAVUTLUK ADININ ANLAM VE KÖKENİ...

Çalışma hayatında barış egemen olmalı

Türk Elitlerinin Türk Dış Politikası ve Türk-Yunan İlişkileri Algıları Anketi

YÜKSEK ÖĞRETIM ALANINI GELIŞTIRMEK IÇIN IRAK VE TÜRKIYE ARASINDA DAHA ÇOK IŞBIRLIĞI YAPILMASINI UMUYORUZ.

IKBY-Irak Merkezi Hükümeti Çekişmesi ve Türkmenlerin Durumu

İkrime Sabri: Mescidi Aksa nın. Bir Karışından Bile Taviz Vermeyiz


15 Mayıs 2009 al-dimashqiyye Salonu

Avrupa nın en cesur ülkesi Türkiye

İÇİNDEKİLER EDİTÖR NOTU... İİİ YAZAR LİSTESİ... Xİ

İNŞAAT SEKTÖRÜNÜN DIŞ PİYASALARDAKİ DURUMU

Milli Devlete Yönelik Tehdit Değerlendirmesi

BÜLTEN İSTANBUL AZİZ BABUŞCU. FİLİSTİN MESELESİ 2 5 te B İ L G İ NOTU. Öğretmenler ile öğrenciler yıllar sonra bir araya geldi

ULUSLARARASI SOSYAL POLİTİKA (ÇEK306U)

Türkiye-Yunanistan İş Forumu. İzmir, 8 Mart Ömer Cihad Vardan DEİK Başkanı

İÇİMİZDEKİ KOMŞU SURİYE

N OLACAK ŞİMDİ? BEKİR AĞIRDIR. 26 Kasım 2015

İran Cumhurbaşkanı Ruhani, Fransa Cumhurbaşkanı Macron


BÜLTEN İSTANBUL B İ L G İ AZİZ BABUŞCU. NOTU Yeni Dünya ve Türkiye 2 de İL SİYASİ VE HUKUKİ İŞLER BAŞKANLIĞI

INTERNATIONAL MONETARY FUND IMF (ULUSLARARASI PARA FONU) KÜRESEL EKONOMİK GÖRÜNÜM OCAK 2015

R KARLILIK VE SÜRDÜRÜLEB

TÜRKİYE - AFRİKA EKONOMİ FORUMU AÇILIŞ TÖRENİ KONYA 9 MAYIS İş Dünyası ve STK ların Değerli Başkan ve Temsilcileri,

DÜŞÜNCE KURULUŞLARI: DÜNYADAKİ VE TÜRKİYE DEKİ YERİ VE ÖNEMİ. Düşünce Kuruluşları genel itibariyle, herhangi bir kâr amacı ve partizanlık anlayışı

ULUSAL VEYA ETNİK, DİNSEL VEYA DİLSEL AZINLIKLARA MENSUP OLAN KİŞİLERİN HAKLARINA DAİR BİLDİRİ

Afganistan'da Afyon Üretimi Dosyası (İnfografik)

AVRUPA DA MEYDANA GELEN TEKNİK GELİŞMELER : 1)BARUTUN ATEŞLİ SİLAHLARDA KULLANILMASI: Çinliler tarafından icat edilen barut, Çinlilerden Türklere,

Türk İnşaat Firmalarının Yurtdışı Projelerde İşçi Sağlığı, İş Güvenliği ve Çevre Uygulamalarına Bakışı - Rusya Federasyonu Örneği

Nasıl Bir Deniz Feneriyiz?

UBK Kuruluş Deklarasyonu

Vatandaşlar koalisyonun kurulmamasından MHP yi sorumlu tutuyor. Marpoll Kamuoyu Araştırma Şirketi, Ağustos ayı gündem araştırma sonuçlarını açıkladı.

Transkript:

BAŞLARKEN DEVRİMCİ KOMÜNİST GÜNDEM E-Dergi olarka yaşamına başlarken, bunun bir dergi gereksiniimden kaynaklanır gerekçesiyle değil, içinde yaşanmakt aolan coğrafyamızın gerçeklerinden hareketle yayın yaşamına başlıyor. Bu nednele BAŞLARKEN yazısında kendini tarif etmenin daha ötesinde, yaşanan coğrafyaya bakış açısı ve onun gerçekleri üzerinden bir beitimlemeyi doğru buluyor. Neden MEZOPOTAMYA GERÇEĞİ? Bu soruyu bir çok boyutuyla türetmek olanaklı. Ancak biz bu ilki gerçekleştirme çabasında iki temel noktayı esas alarak soracağız bu soruyu. Birincisi; Orta-Doğu, hangi gerçeği içeriyor ve dayatıyor? İkincisi ise Mezopotamya bizim için ne ifade ediyor ve gelecekte ne ifade edecek? Bu soruların yanıtı bizi bu yayının çıkartılmasına iten temel gerekliliği oluşturuyor. Birinci sorunun yanıtını şöyle buluyoruz : Mezopotamya, hepimizin bildiği üzere, globalleşen kapitalist-emperyalizm içersinde, en önemli enerji bölgesi olma özelleğini devam ettiriyor. Kapitalist emperyalizmin iştahını kabartan bu gerçeği ile Mezopotamya, emperyalistlerin dikensiz gül bahçesi haline getirilmek üzere haritası sıkça değiştirilmek, düzenlenmek, dezayn edilmek istenen bir bölge olarak yoğun sıcak savaş bölgesi olma özelliği özenle korunuyor. Bir yandan kapitalist-emperyalizmin ve özellikle ABD nin silah endüstirisi için önemli bir tüketim pazarı oluştururken, diğer yandan jeo-politik yapısıylada okyanuslara ulaşmanın önemli geçiş noktalarından biri konumu hala geçerliliğini ve önemini koruyor. Dünya pazarlarına açılmanın ve bu pazarların paylaşım savaşlarında egemen güç olabilmenin aracı olarak,

Mezopotamya da kontrolü elinde tutabilmek bu coğrafyanın önemini arttırıyor. Bu gerçekler, bilinen basit gerçekler olarak karşımızda dururken, Mezopotamya düne kadar, halkların özgürlük mücadelelerinde uyuyan bir coğrafya olma özelliğini artık aşıyor, kabuğunu yırtıyor ve toplumsal evrimler ve burjuva demokratik talepler temelinde de olsa sosyal evinimlerin yoğunlaştığı bir coğrafya olarak kendini dayatmaya başlıyor. Ancak tüm bu önemli özellikleriyle, Mezopotamya gerçeği kendini bir başka yanıylada sessiz sessiz dayatıyor. Mezopotamya, artık kapitalist emperyalizminde cehennemi olmaya hazırlanıyor. Bu çölün bataklaşmasında rol oynayan tüm güçler kendi geleceklerinin israfil borularını bugünden çaldırıyorlar. Firavunlar toprağın altından gelen bu sesle, dehşete kapılıyor ve dahada saldırganlaşıyor, acımasızlaşıyor ve barbarlaşıyor. Filmin ve metrajın tükendiği yerdeyiz belki. Sadece bir karanlıkmı içinde dolaştığımız, yoksa karanlığın tükenerek karanlığa açıldığı koordinattamıyız? İşte burası muamma gibi dursada 19. yz. verilerini küçümseyen tüm şaşkınlara cevap veren bir köşesi var bu coğrafyanın. Karmakarışık, akıllara durgunluk veren ve aklın tükendiği köşesi gibi duran, ama aynı zamanda aklı yeniden şarj eden bir köşe: KÜRT GERÇEĞİ.! Daha bugün bir ROJAVA geldi ellerimize ana batnında yeni doğan bir çocun sıcaklığı var ellerimizde artık.. Bunun hangi batna düştüğünü anlayamayanlar, abuk kaldı gerçek karşısında. Ve bu ROJAVA sadece kendini değil, Esad Suriye sini de, tüm Mezopotamya'yı da, tetikleyerek ayağa kaldırma gücünde bir gerçeklik olarak düştü tarihe. 20. yz. Anlama zahmetine bile katlanmadan, 21. yüzyılın dokunuzmazlığına dokunmaya kalkışanların hazin sonları, iddaasızlaşmaları, tedaülden kalkmalrı bu gerçeğin eseri olacaktır..! Filistin sarmalında tıkanan bir Mezopotamya "Barış" gerçeği duruyor önümüzde ki tüm kqvurucu özelliği ile tehdit ediyor bu coğrafyayı. Adeta gündelik bir bağışıklıkla bakılan ve hafıza kaybının önemli rol oynayarak kayıtsız durulan bu gerçek artık gerçek boyutta ele alınmayı bekliyor. Araplara "Bahar" getiren emperyalist istihbarat servislerinin dünenini kıran bir patlamanın daha dün yaşandığı bu coğrafya da toplumsal kalkışmaların neleri değiştirme gücüne sahip olabileceği konusunda nabız yoklandı ve görüldü. emperyalizm bu kontrolden çıkm adurumunun ardından

gelebieleceklerin aleyhine gelişmeler olabileceğini ışık hızlıyl analadı ve ani bir manevrayla tornistan yaptı. Biz tüm bu gerçekler karşısında nerede duruyoruz sorusu herkezin sorması gereken bir soru olarak duruyor karşımızda. Biz Mezopotamya gerçeği karşısında nerede duruyoruz? Tüm bu yaşananlara arkamızı dönerek hala bu coğrafyada var olabilme iddimızı sürdürebilecekmiyiz? Sosyalist bir dünyanın yaratılması enerjisini Mezopotamya gerçeğinden bağımsız olarak üretebilecekmiyiz? Mezopotamya arada bir dönüp Batı'lı gözüyle bakma kompleksinden ne zaman sıyrılacağız? Biz Mezopotamya gerçeğini ne kadar biliyoruz? Bunun gibi daha çokça üretlebilecek sorular aslında kendimizi keşfetmeye çıktığımız bir yolculuğa ait sorular olarak çıkıyor karşımıza. Uluslararasi Emperyalizm, küresel imparatorluğunu kurabilmek için sömürge haline getirdiği ülkelerde,yerli yandaşlarıyla birlikte, düsünmeyen, sorgulamayan, hazir tüketen ve zevkleri ve değerleri ortak,robotlaşmış yığınlar olusturmayı amaçlamaktadır. Bu yığının bireyleri öncelikle duyarsızlaştırılmalıdır ve bir robot mekanikliği içinde kendinden istenildiği gibi davranmalıdır, dünyayı asla sorgulamamalı,kendi dışındakilerin sorunlarına,dünyanın sorunlarına kayıtsız kalmalıdır. Ülkesini ve dünyayı ilgilendiren durumlarda bile,yüzeysel bakmalıdır. Neyi tüketmesi isteniyorsa, çılgınca onu tüketmelidir emperyalizmin bu küresel hedefinde,bu insan sürülerini yetiştirmek için araçları televizyon ve diğer medya oganlarıdır. Beyinsizleştirmek için tüketen, tüketirken beyinsizleştiren bir araçtır medya. Analizi yapılmış toplumda seçiyor,alıyor,yerine başka bir değeri koyuyorlar. Bu eylemin adı : manipülasyon. Bir eğlence aracı olarak görülen başta televizyon ve diğer medya araçları, öncelikle bireyleri kendisine tiryaki yapıyor ve daha sonra da beyin yıkıyor. Toplumsal olayları anlatan haberlerde, olaya karışanların neden karıştığı söylenmez.adını bilmediğimiz gruplar vardır, bunlar neyi savunuyor bilinmez ama silahlar bombalar kan dehşet görüntüleri, sadist bir iştahla gösterilir. Televizyonlar ve medya iç savaşların hazırlayıcısı gibi çalışıyor.tüm bunalrın yanısıra medya cinselliği de metalaştırarak sonuna kadar kullanır. YIĞINLAR sadece hipnotize olmanın aymazlığı içinde, gelen tehlikeyi değil, sahadaki gol ü tartışır.

Kapitalist-emperyalizm güdümlü çalışan onca medya organı sonuç olarak aklı uyuşmuş,beyni ve algıları dumura uğramış kalabalıklar yaratır.iletişimi birbirinden kopuk,başkaları kavramını tanımayan,anlama yeteneği güdükleşmiş kalabalıklar 'Ruhun endüstriyel politikası'nı yürüten Ars Industrialis adlı harekete göre "hiper endüstriyel kapitalizm"de pazarlama teknikleriyle gerçekte hiç ihtiyaç duymadığımız bazı metalar bizlere sanki onlar olmaksızın yaşayamazmışız, onlar olmazsa hayat da olmazmış gibi sunuluyor. Yapay ihtiyaçlar yaratılıyor, yapay alışkanlıklar oluşturuluyor. Sistematik sömürü için bu bağımlılığın oluşturulması, arzunun nesnelere doğru yönlendirilmesi son derece önemli. Kapitalizm tüketimi körükler, arzuları yönlendirirken teknolojiden yararlanıyor. Ama bu yine de makine kırıcı olmamızı, teknolojiyi bütünüyle reddetmemizi gerektirmiyor; çünkü makinelerden, teknik nesnelerden bireyleşme sürecinde de yararlanıyoruz. Örneğin eskiden kalem, dün daktilo, bugün bilgisayar elimizin bir uzantısı işlevini gördüler, görüyorlar. Kendimizi ifade etmede, deneyimlerimizi kaydetmede yararlanıyoruz onlardan. Dahası, bilgisayarın hard diski beynin uzantısı olarak da işlev görüyor. Aletler bedenin uzantıları, birer protez gibiler. İnsan bedeninin eksikliklerini tamamlıyorlar. Bu gelişim ve bilişim teknolojileri bizim toplumsal varlığımız üretmeninde araçları olamk durumunda ve devrimin gereklerini yerine getirmede kullanılmak durumundalar. Ancak toplumsal varlığımızın, sınıfsal niteliğimizin üretilmesinde devrimci nesneni,n geliştirilmesi kendi varlığımızın, kendi yerimşizin, ait olduğumuz gerçeğimizin doğru algılanmasıyla gerçekleşecektir. Bundan bağımsız bir gelişme sadece yenilgilerin sonucuna ulamamıza neden olur. Burada santın, kültürüni sinemanıni mimarin,in, kent planlamanın önemi ortay çıkıyor insanın toplumsal ve sınıfsal varlığı bunalrdan bağımsız ele alınması olanaklı değil. Analizi yapılmış toplumda seçiyor,alıyor,yerine başka bir değeri koyuyorlar. Bu eylemin adı : manipülasyon. Bir eğlence aracı olarak görülen başta televizyon ve diğer medya araçları, öncelikle bireyleri kendisine tiryaki yapıyor ve daha sonra da beyin yıkıyor.

Toplumsal olayları anlatan haberlerde, olaya karışanların neden karıştığı söylenmez.adını bilmediğimiz gruplar vardır, bunlar neyi savunuyor bilinmez ama silahlar bombalar kan dehşet görüntüleri, sadist bir iştahla gösterilir. Televizyonlar ve medya iç savaşların hazırlayıcısı gibi çalışıyor.tüm bunalrın yanısıra medya cinselliği de metalaştırarak sonuna kadar kullanır. YIĞINLAR sadece hipnotize olmanın aymazlığı içinde, gelen tehlikeyi değil, sahadaki gol ü tartışır. Kapitalist-emperyalizm güdümlü çalışan onca medya organı sonuç olarak aklı uyuşmuş,beyni ve algıları dumura uğramış kalabalıklar yaratır.iletişimi birbirinden kopuk,başkaları kavramını tanımayan,anlama yeteneği güdükleşmiş kalabalıklar 'Ruhun endüstriyel politikası'nı yürüten Ars Industrialis adlı harekete göre "hiper endüstriyel kapitalizm"de pazarlama teknikleriyle gerçekte hiç ihtiyaç duymadığımız bazı metalar bizlere sanki onlar olmaksızın yaşayamazmışız, onlar olmazsa hayat da olmazmış gibi sunuluyor. Yapay ihtiyaçlar yaratılıyor, yapay alışkanlıklar oluşturuluyor. Sistematik sömürü için bu bağımlılığın oluşturulması, arzunun nesnelere doğru yönlendirilmesi son derece önemli. Kapitalizm tüketimi körükler, arzuları yönlendirirken teknolojiden yararlanıyor. Ama bu yine de makine kırıcı olmamızı, teknolojiyi bütünüyle reddetmemizi gerektirmiyor; çünkü makinelerden, teknik nesnelerden bireyleşme sürecinde de yararlanıyoruz. Örneğin eskiden kalem, dün daktilo, bugün bilgisayar elimizin bir uzantısı işlevini gördüler, görüyorlar. Kendimizi ifade etmede, deneyimlerimizi kaydetmede yararlanıyoruz onlardan. Dahası, bilgisayarın hard diski beynin uzantısı olarak da işlev görüyor. Aletler bedenin uzantıları, birer protez gibiler. İnsan bedeninin eksikliklerini tamamlıyorlar. Bu gelişim ve bilişim teknolojileri bizim toplumsal varlığımız üretmeninde araçları olamk durumunda ve devrimin gereklerini yerine getirmede kullanılmak durumundalar. Ancak toplumsal varlığımızın, sınıfsal niteliğimizin üretilmesinde devrimci nesneni,n geliştirilmesi kendi varlığımızın, kendi yerimşizin, ait olduğumuz gerçeğimizin doğru algılanmasıyla gerçekleşecektir. Bundan bağımsız bir gelişme sadece yenilgilerin sonucuna ulaşmamıza neden olur. Burada

sanatın, kültürün sinemanın mimarinin, kent planlamanın önemi ortay çıkıyor insanın toplumsal ve sınıfsal varlığı bunalrdan abğımsız ele alınması olanaklı değil. İşte DEVRİMCİ KOMÜNİST GÜNDEM bu soruların yanıtını arayacak ve yüzünü, sınır boylarını kesen tel örgülerin ardında, çıplak gözle görülebilen komşumlarımıza, kardeşlerimize onlarla birleşmiş tarihsel ortaklığımıza, geleceğimizinde ortak bir kaderle ve sıkıca bağlı durduğu gerçeği irdeleyecek. Siyasetiyele, politikasıyla, sanatı, edebiyatı, sineması, tiyatrosu, folkloru, mimarisi, kent planlaması ile tanımamız engellenmiş bir Mezopotamya gerçeğini ısrarla ve bıkmadna usanmadan ele alacak olan DEVRİMCİ KOMÜNİST GÜNDEM; yazanı ve okuyanı ile bütünleşmiş bir yayın olmayı hedefleyecektir. EDİTÖRDEN

Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı nın 100. yılı olması sebebiyle çeşitli boyutları ile dünyanın birçok yerinde yeniden tartışılmaya başlandı. Bilindiği üzere 28 Temmuz 1914'de başlayan ve 11 Kasım 1918'de son bulan 1. emperyalist paylaşım savaşı, özellikle Ukrayna daki krizin patlak vermesiyle yeniden tartışılmaya başlandı. Birçok ülkeden yazar ve tarihçi bu konuyu ele aldı. Bu süreci emperyalist güçler arasındaki gerilimler açısından Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı öncesine benzetenler oldu. Aynı şekilde ABD, AB ve Rus devlet yöneticileri de Ukrayna daki gelişmeler üzerine 3. Emperyalist Paylaşım Savaşı olasılığını dillerine doladılar. Putin, 9 Mayıs konuşmasıyla açıkça yeni bir emperyalist paylaşım savaşı tehdidinde bulundu. Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı nın nedenleriyle ilgili çok farklı yorumlar var. Her burjuva devleti, savaştaki pozisyonuna göre bir resmi tarih yorumu yapıyor. Başta Türk devleti olmak üzere birçok devlet ders kitaplarında yorumun da ötesinde maddi bilgilerin açık tahrifatına dayanan bir tarih yazımı görmekteyiz.

Gerek emperyalist küreselleşmenin ürünü yeni iktisadi toplumsal ve siyasi koşullar, gerekse iletişim ve ulaşım hızının vardığı düzeyin mesafeleri yakınlaştırmış olması, kitlelerin bilinç düzeyini de etkiliyor. Bu koşullarda resmi tarihler daha fazla sorgulanıyor. Çelişik, yalan ve çarpıtmalar toplumda sık karşı karşıya geldikçe inandırıcılığı da kalmıyor, sorgulanıyor. Bu tartışmalara toplumsal ilgi, emperyalistler arası rekabetin sertleşmesinin yanı sıra kitlelerdeki bu yeni bilinç düzeyinin de payı var. Her şeyden önce, savaşın zorunluluğunu kapitalist-emperyalist sistemin yapısal özellikleri ve keskinleşen rekabetinde aramak gerekir. Engels, daha 1892 de Savaş, büyük endüstrinin bir kolu haline geldikçe bir gereklilik halini aldı diyerek, savaşın emperyalizme dönüşmekte olan kapitalizmin yapısal bir unsuru olmaya başladığını ifade ediyordu. Serbest rekabetçi kapitalizm, emperyalist kapitalizme dönüşürken; emperyalist devletler ve tekel grupları arasında sömürge alanları paylaşımı için rekabet hızla keskinleşiyor, bloklaşmaya gidiliyordu. Balkanlar da, Asya da, Afrika da, Güney Amerika da; emperyalist devletler sömürge alanlarının paylaşımı için her geçen gün daha fazla karşı karşıya geliyorlardı. Her emperyalist devlet, hegemonya ve sömürge alanlarını genişletmek ya da eldekini kaptırmamak için diğerleriyle kıyasıya bir mücadele yürütürken büyük bir savaşa da hazırlık yapıyorlardı. Savaş ve kapitalist yoğunlaşma, birlikte gitti., Avrupa yı savaşa iten şey, silahlanma yarışı değil, devletleri buna sürükleyen uluslararası durumdu. 19. yüzyılın sonlarına gelindiğinde, kapitalizmde eşit gelişim yasası işleyerek Almanya gibi güçler hızla gelişerek Britanya nın hegemonya alanları için nesnel bir tehdit oluşturmaya başlamıştı. Dönemin ana hegemon gücü Britanya, statükonun devamından, Almanya ise bozulmasından yanaydı. Birinci emperyalist savaşa doğru gidişte bu iki emperyalist gücün arasındaki çelişkinin giderek uzlaşmaz bir biçime bürünmesinin temel bir rol oynadığını söyleyebiliriz. Her iki güç de aynı bölgeleri hegemonya ve sömürge alanları olarak belirlemişti. Bu durum, nihai bir karşı karşıya gelişi kaçınılmaz kılıyordu. Emperyalist devletlerin ittifak ve itilaf güçleri olarak iki ayrı kampa bölünmeleri, çok sürmedi. Bu saflaşmada kimin hangi kampta yer aldığını, kimi geleneksel düşmanlıklar ve dostluklardan çok emperyalist iktisadi politik koşullara göre belirlendi. Fransa ve İngiltere, uzun bir zamana yayılan düşmanlıklarına rağmen aynı kampta yer aldılar. Keza, İngiltere ve Rusya için de aynı şeyi söyleyebiliriz.

Diğer taraftan İngiltere ve Almanya arasında bu döneme kadar kalıcı bir sorun olmamasına rağmen karşı cephelerde yer aldılar. Birinci emperyalistler arası savaş (1914-1918) arifesinde yeryüzünün yüzde 84,4 ü az sayıda emperyalist ülkenin sömürgesi, ya da yarısömürgesi durumuna indirgenmişti. Yeryüzü, emperyalist devletler ve tekel grupları tarafından paylaşılması tamamlanmak üzereyken, büyüyen güç Alman emperyalizminin var olan statükoyu kabul etmemesi ve yeniden paylaşımı dayatmada, dolayısıyla savaşa doğru gidişte sürükleyici bir rol oynadığının altını çizebiliriz. Bugün emperyalizm, küreselleşmenin iç çelişkileri, rekabetin düzeyi ve güç ilişkileri; kimilerinin iddia ettiğinin aksine Ukrayna krizinin yeni bir dünya savaşı na yol açabileceği olasılığından henüz uzak olduğunu gösteriyor. Eşitsiz gelişme yasası işlemeye devam ediyor, güç dengeleri hızla değişiyor. Güç dengelerinin gelişmesi ve emperyalizmin iç çelişkilerinin derinleşerek büyük bir paylaşım savaşının eşiğine dünyayı taşıması kaçınılmaz. Bunun yanısıra, emperyalistler bölgesel savaşlarla yüzyılı aşkın bir zamandır kesintisiz bir hegemonya mücadelesi veriyorlar. Ortadoğu da, Balkanlar da, Afrika da ve Kafkasya da emperyalist saldırganlık ve savaş, yerel işbirlikçileri aracılığıyla bölgesel olarak yürütülegeldi. II. Emperyalist Paylaşım Savaşı ndan bu yana ABD emperyalizmi ve NATO başta olmak üzere Irak ve Afganistan ın işgale uğramasında olduğu gibi, doğrudan saldırıları ve bölgesel emperyalist savaşlarda, her iki büyük emperyalist paylaşım savaşından daha fazla insanın öldüğü, insanlık birikiminin ve doğanın tahribata uğradığı verilerle sabittir. Dün olduğu gibi bugün de emperyalist savaş onun doğası dır. Kapitalist-emperyalist sistem son yüzyıl boyunca insanlığı bir savaştan ötekine sürükledi. Bugün de Mezopotamya da işçi ve emekçi sınıfların kaderleriyle oynamaya devam ediyorlar. Bölgede hâkimiyet kurmak ve nüfuz sahibi olmak isteyen kapitalist güçler arasındaki kapışma, özellikle ABD nin Irak ı işgal etmesinden bu yana giderek artan oranda kızışıyor. Suriye deki iç savaş yüz binden fazla insanın ölümüne ve milyonlarca insanın yerinden yurdundan olmasına neden oldu. Filistin'in işgali ve yok edilmesi yönündeki savaş kızıştı. ABD işgalinin yıkım ve acıdan başka bir şey getirmediği Irak ta da durum tekrar kötüleşmiş, Irak ta fiilen bir iç savaş sürmektedir ve ülke bölünmüştür. Suriye ve Irak ı şimdiden sarmış olan Sünni-Şii temelli bir mezhep savaşının tüm Mezopotamya ya yayılması olasılığı artmaktadır. Çünkü emperyalist ve kapitalist güçler mezhep ayrımcılığını körüklemeye devam etmekte ve her biri, cephe önündeki taşeron, vekil güçlerden birini, bazen

birkaçını desteklemektedir. Adını Suriye iç savaşında duymaya başladığımız Irak ve Şam İslam Devleti nin (IŞİD) Irak ta kısa sürede Musul u ve Sünni Arapların yaşadığı geniş bir bölgeyi ele geçirmesiyle açılan süreci de bu arka plan üzerinde değerlendirmek gerekmektedir. Cephede IŞİD, Maliki ve Esad ın Şii-Alevi eksenli rejimlerine karşı savaşmakta ve kazanımlar elde etmekte, arka planda ise ABD, Türkiye, Suudi Arabistan, İran, Rusya gibi güçler ellerini ovuşturarak kendi çıkarlarının hesaplarını yapmaktadırlar. Bu arada IŞİD in son derece gaddar yöntemlerle Şii-Alevi halktan insanları katletmesi daha geniş çeperli bir mezhep savaşınınmezopotamya yı kan gölüne çevirmesinin ya da ülkelerin bölünüp parçalanmasının, emperyalistlerin ve onların yerel işbirlikçilerinin işlerine geldiği sürece, bu güçler için göze alınmayacak bir tarafı yoktur. IŞİD denilen örgüte bağlı güçler, geçtiğimiz Haziran ayı içinde, iki hafta gibi kısa bir sürede, Irak ta Sünni Arapların yoğun olarak yaşadığı Musul u ve Ninava eyaletindeki birçok bölgeyi ele geçirdi. Böylece Irak, Güneydeki Şii ağırlıklı bölge, kuzeydeki Kürt bölgesi ve bu ikisinin arasında kalan Sünni bölge olmak üzere fiilen üçe bölünmüş oldu. IŞİD in saldırıları karşısında Irak ordusu adeta kaçarak bölgeyi terk etti ve merkezi devletin otoritesi de bu bölgede fiilen çöktü. Böylece IŞİD, hem hedeflediği Irak ve Şam İslam Devleti ni oluşturma yolunda kendince önemli bir başarı sağlamış oldu, hem de çekilen Irak ordusunun bıraktığı askeri malzemelere ve Musul Merkez Bankasındaki yüklü miktarda altına el koydu. Ardından da ilerleyişini devam ettirerek Bağdat a kadar dayandı. Tabii bu arada IŞİD belâsının ilerleyişi karşısında hazırlıksız ve korumasız kalan Kürtler, Şiiler, Hıristiyan azınlıklar ve Türkmenler, bölgedeki Irak ordusunun da dağılmasıyla bu şehirleri terk etmeye başladı. Nitekim IŞİD de hızlı bir şekilde şeriat yönetimini uygulamaya koyuldu; Suriye de ve aslında daha önce Irak ta kazandığı kanlı ününe uygun bir şekilde Şii mezhebinden insanları toplu halde infaz etmeye, evlere girip kadınları alıkoymaya, kiliseleri yakıp yıkmaya, kontrol altına aldığı bölgelerdeki halk üzerinde faşist terör yönetimi kurmaya başladı. Irak ın en büyük ikinci petrol rafinerisini de ele geçiren IŞİD in hedefi, Maliki ve Esad rejimlerinin zayıflığından ve emperyalist güçlerin çekişmesinden yararlanarak Irak ve Suriye deki Sünni Arap bölgelerinde hâkimiyet kurmak ve bir ucu Akdeniz e açılan geniş bir coğrafyada söz sahibi olmaktır. Böylece bu bölgede bir Sünni federasyonunun oluşmasını ve hatta bir Sünni Arap devletinin kurulmasını zorlayacaktır. Bu gelişmeler karşısında, özellikle de Irak ordusunun hızlıca çözülüp dağılması

karşısında, Maliki rejiminin son derece zora düştüğü aşikârdır. Merkezi hükümet dağılma noktasına gelmiştir. Zamanında 30 bin kişilik ABD askeri gücünün Irak ta kalmasına karşı çıkmış olan Maliki, şimdi Obama ya IŞİD e saldırması için yalvarmaktadır. ABD ise bu durumu Maliki yi tasfiye etmek için bir fırsata çevirmek niyetindedir. Irak ordusunun IŞİD in ilerleyişi karşısında ve sonrasında ciddi bir varlık gösteremeyişi ve güya ABD tarafından 25 milyar dolar harcanarak iyi eğitilmiş bir ordudur, Şiileri de silahlanmaya ve kendi milislerini oluşturmaya sevketmiştir. Bu da Sünni-Şii temelli mezhep çatışmalarının daha da kızışmasına olanak tanımaktadır. Ayrıca önemli Şii liderlerden Sadr ve Ayetullah Sistani, Maliki yi eleştiren ve çekilmesi gerektiğini belirten açıklamalarda bulunmuşlardır. Hızlıca devreye giren ABD, Maliki yi devirmek ve yerine eskisi gibi bir Sünni-Şii uzlaşı hükümeti kurmak için kolları sıvamıştır. Bu arada IŞİD in ilerleyişini durdurmak için de İran ve Suudi Arabistan la görüşmelere başlamıştır. Maliki ise her şeye rağmen direnmekte ve kendisinin olmayacağı hiçbir çözüme razı olmayacağını ilan etmektedir. Irak ta son birkaç haftada yaşanan gelişmelerin özeti budur. Ancak tüm bu hızlı gelişmeler içerisinde akıllara bazı soru işaretleri takılmaktadır; IŞİD nasıl olup da bu kadar kolayca başarı kazanmıştır, Irak ordusuna bağlı güçler neden tek kurşun atmadan kaçıp gitmiştir ve tüm bunlar olurken ABD, Türkiye gibi güçler neden sessizce IŞİD in ilerleyişini izlemişlerdir, bundan sonra Irak ve Mezopotamya halklarını bekleyen nedir? Bu soruların cevaplarını burjuva medyada bulmak zordur, çünkü at iziyle it izi birbirine karıştırılmış durumdadır. Dezenformasyon, çarpıtma ve manipülasyon iç içe geçmiştir. Her biri bir başka sermaye grubunun veya hükümetin, devletin sesi olan medya grupları, gerçekleri ortaya koymak yerine sahiplerinin çıkarları doğrultusunda yayın yapmayı o denli abartmışlardır ki, gerçeklerle yalanları birbirinden ayırmak neredeyse imkânsız hale gelmiştir. Gelişmeler ancak Marksizmin prizmasından geçirildiğinde ve sınıf siyaseti aracılığıyla ele alındığında anlam kazanacak ve gerçekler ortaya konabilecektir. IŞİD belâsını kim, nasıl yarattı? Mevcut tabloyu anlayabilmek için öncelikle IŞİD in ne olduğuna ve olmadığına kısaca açıklık getirmekte fayda vardır. Burjuva medyanın resmettiği haliyle IŞİD, radikal İslamcı terör örgütlerinin patronu olarak görülen El Kaide nin bile aşırı

bulduğu, dünyanın dört bir yanından devşirilmiş militanları Haşhaşiler gibi uyuşturulmuş olan ve her an intihar eylemleriyle sağı solu bombalamaya hazır bulunan, çılgın ve gözü dönmüş liderleri yüzünden sürekli kafa-kol kesen insanların bir araya geldiği bir güruhtur. Elbette IŞİD ve benzeri radikal İslamcı örgütler son derece gerici olan ve vahşi yöntemler kullanmaktan çekinmeyen örgütlerdir. Ancak bu belâlı örgütleri yaratıp Ortadoğu halklarının başına saranların, şimdi de onları olduğundan fazla abartarak canavarlaştırmaları ve nereden çıktı bunlar diye şikâyet etmeleri kabul edilemezdir. Ne IŞİD i ne de El Kaide ye bağlı diğerlerini basitçe terör örgütü diye geçiştirmek mümkündür. Başlangıçta El Kaide dâhil olmak üzere radikal İslamcı örgütleri yaratan ve bölge halklarının başına saranın ABD olduğunu unutmamak gerekiyor. Afganistan daki Sovyet işgaline karşı savaşmak üzere bu insanları bir araya getiren, örgütleyen, eğiten, maddi ve lojistik destekte bulunan, sonra da işi bittiğinde canavar ilan edip yok etmeye çalışan ABD dir. Üstelik yine ABD, tam da düşman ilan ettiği bu örgütlerin varlığını bahane ederek Afganistan ı ve Irak ı işgal etmiş, Ortadoğu dan Afrika ya kadar pek çok bölgeye askeri güçlerini yığmıştır. Yani düşman ilan edip yok etmeye çalışırken bile bu Frankeştaynlardan yararlanmaktadır. Gelinen noktada bu örgütler kendi çıkarlarını ve planlarını hayata geçirmeye çalışan, aynı zamanda da çeşitli devletlerle iş tutan güçlere dönüşmüşlerdir. İşte IŞİD de bunlardan biridir. IŞİD, El Kaide ye bağlı bir yapılanma olarak kurulmuş ve asıl olarak Irak taki ABD işgaline karşı yürüttüğü direnişle güç kazanmıştır. Kurucusu olan Zarkavi, El Kaide içinde yetişmiş bir unsur olduğundan, işgale karşı direniş sırasında da bu ağı kullanarak pek çok farklı ülkeden insanı Irak a çekerek örgütü geliştirmiştir. Bu dönemde Irak El Kaidesi olarak bilinen örgütün yönetimi, 2006 yılında Zarkavi nin öldürülmesinden sonra adım adım eski BAAS kadrolarının ağırlıkta olduğu güçlerin eline geçmiştir. Kendisi de eski bir BAAS çı olan şimdiki lider Bağdadi nin örgütün başına geçmesi de bu süreçte gerçekleşmiştir. ABD nin Sünni aşiretlerle uzlaşarak onları kendi tarafına çekmesiyle birlikte IŞİD önemli ölçüde güç kaybederek zayıflamış, İslamcı militanların pek çoğunu yitirmiş ve yerlerine önemli ölçüde eski BAAS çıları doldurmuştur. BAAS çıların örgütte ağırlık kazanmalarını sağlayan bu süreçte örgüt selefi İslamcı ideolojisini aynen korumuş ve El Kaide ye bağlı İslamcı bir örgüt olmaya devam etmiştir. IŞİD in El Kaide yle arasının açılması ise asıl olarak örgütün Suriye iç savaşına dâhil olmasıyla birlikte gerçekleşmiştir. Bu süreçte kendini Suriye deki El Kaide

güçlerinin (esas olarak El Nusra nın) patronu ilan eden IŞİD le El Kaide ve diğer bağlı unsurları arasında çatışmalar yaşanmıştır. Esad ın, muhalifleri bölmek ve uluslararası kamuoyuna da kendisi devrilirse yerine bu radikal İslamcı güçlerin geçeceği mesajını vermek için bir fırsat bildiği bu süreçte Esad ordusu, IŞİD in gelişmesine göz yummuş ve hatta cezaevlerinde tuttuğu IŞİD militanlarını serbest bırakmıştır. IŞİD in muhaliflerin zaten ele geçirmiş olduğu bölgelerde hâkimiyet kazanmasına ses çıkarmamış ve hatta ondan petrol bile almıştır. Suriye de güçlenen IŞİD, bir süre sonra Irak taki Sünni kesimin hoşnutsuzluğundan da yararlanarak Irak taki faaliyetlerini tekrar arttırmış ve Irak a geri dönmüştür. Gerek El Kaide yle arasının açılmasında gerekse de asıl hedefini Irak olarak koymasında, yönetimdeki BAAS çı kadroların ağırlığının ciddi bir etkisi vardır. IŞİD e bağlı güçlerin bileşimini Suriye de esas olarak farklı ülkelerden devşirilen unsurlar oluştururken, Irak ta yerel unsurların çoğunluğu söz konusudur. IŞİD in Irak ta bu denli kolay ilerleyebilmesinin ve başarı kazanmasının nesnel temelini ise ABD nin Irak işgalinde ve Maliki rejiminde aramak gerekir. Çünkü ABD işgaliyle birlikte sadece Saddam rejimi devrilmemiş, onunla birlikte Sünni kesim de iktidarın dışına itilmiş ve Sünniler adeta ikinci sınıf vatandaş muamelesi görmeye başlamışlardır. Saddam ın diktatörlüğü altında on yıllardır ezilen Şiiler ve Kürtler iktidarı paylaşmış, bu kez de Sünniler ezilen halk durumuna sürüklenmiştir. ABD işgaline karşı direnişi de asıl olarak Sünni kesimler yürüttüğünden, bizzat ABD ordusu bu kesimlere yönelik ciddi katliamlar gerçekleştirmiştir. Bir süre sonra ABD yönetimi direnişi sadece askeri yöntemlerle bastıramayacağını anladığından, bu kez de Sünni kesimleri satın alarak ve onları da iktidara katarak uzlaşma yöntemini uygulamaya koymuş ve bunda da önemli ölçüde başarılı olmuştur. Fakat 2011 de ABD ordusunun ülkeden çekilmesinin ardından ipleri tamamen ele geçiren Maliki bu uzlaşmayı bozarak bilhassa Sünni kesim üzerinde tam anlamıyla bir baskı rejimi oluşturmuştur. O kadar ki, Şii kesimden kimi gruplar bile bu duruma karşı çıkmış ve Maliki ye muhalefet etmiştir. Sünni kesimin en ufak bir hak arayışına ve muhalefetine bile tahammülü olmayan Maliki rejimi Sünni isyanının da temelini döşemiştir. Dolayısıyla IŞİD in ilerleyişinin altında yatanın, öncelikle ABD emperyalizminin ve ardından da Maliki diktatörlüğünün ezdiği Sünni kesimlerin isyanı olduğunu görmek gerekiyor. Zaten mevcut durumu sadece IŞİD in gücüne ve başarısına bağlamak da bu yüzden yanlıştır. IŞİD, Sünni Arap aşiretlerini ve eski BAAS taraftarlarını yanına alarak bu ilerleyişi sağlamış, daha da önemlisi, ele geçirdiği bölgelerde hâkimiyetini

sürdürebilmiştir. Yoksa birkaç bin militanla bu kadar geniş bir bölgeyi bu kadar kısa sürede ele geçirmek mümkün olmadığı gibi, bir biçimde ele geçirse bile elinde tutmak hiç mümkün değildir. Elde tutmak, ele geçirmekten daha zordur. Bahsi geçen bölgede hâkimiyet, IŞİD in vurucu gücünü ve öncülüğünü oluşturduğu bir IŞİD-Sünni Arap aşiretler-baas koalisyonundadır. Irak ordusunun IŞİD in saldırıları karşısında bu kadar kolayca dağılması da aynı nesnellikten kaynaklanmaktadır. Bölgede bulunan Irak ordusundaki Sünni unsurlar derhal taraf değiştirmişler ve azınlıkta olan Şii askerler de çareyi kaçmakta bulmuşlardır. Ayrıca şunu da eklemek gerekir ki Maliki rejiminden rahatsızlık duyanlar sadece Sünni Araplar değildir. Şii halkın önemli kesimleri de Maliki rejiminin otoriter ve baskıcı politikalarından bıkmış durumdadırlar. Kuşkusuz buna yıllardır devam eden iç savaş halini, çok yüksek işsizliği ve sefaleti de katmak gerekir. Bu koşullarda paralı Şii askerlerin, aslında çok da inanmadıkları bir rejim uğruna ölümü göze alarak savaşmamalarına şaşırmamak gerekiyor. Mezopotamya da sınırlar değişiyor Ortaya çıkan bu durumun tabii ki ciddi sonuçları olacaktır. Bir kere bölgede söz sahibi olmak isteyen bütün güçler bu gelişmeyi dikkate almak zorunda kalmıştır. Çünkü dengeler tekrar değişmektedir. Irak ın bölünmesi eninde sonunda gerçekleşecektir. Bu artık sadece zaman meselesidir. Buna Suriye nin bölünmesini de eklemek gerekir. Yani Mezopotamya da bir kez daha haritalar değişmek üzeredir. Burjuva medyanın Sykes-Picot Anlaşması miadını doldurdu diye başlıklar atması boşuna değildir. Bu iş kısa vadede olmayabilir, ancak ne Suriye de ne de Irak ta artık eskiye dönülemeyeceği çok açıktır. Kısa vadede ise Irak ta bir Sünni federasyonun kurulmasının gündeme gelmesi muhtemeldir. Her ne kadar ABD, Maliki yi devirerek eski planına uygun biçimde bir uzlaşı hükümeti kurmaya uğraşsa ve şimdiden Şiiler arasında bölünme yaratmış olsa da, artık köprünün altından çok sular akmıştır. Buna ne Maliki ve onu destekleyen Şiiler ne de Sünni kesim yanaşacaktır. Ayrıca tüm zorlamalarına rağmen bunu sağlayamadığı durumda bir Sünni federasyonun kurulması ve hatta Irak ın bölünmesi ABD için dünyanın sonu değildir. Görünen odur ki, karşılıklı pazarlıklar ve git-geller arasında Irak ın bölünmesine giden süreç işleyecek ve bu arada IŞİD öncülüğündeki Sünniler güç kazanacak, hâkimiyetlerini pekiştireceklerdir. Bu işten kârlı çıkan taraflardan biri de Kürt yönetimi olmuştur. Barzani önderliğindeki Kürt yönetimi bir yandan petro-stratejik bir şehir olan Kerkük ün yönetimini ele geçirmiş, öte yandan bağımsızlıklarını ilan etmek noktasında çok elverişli bir konjonktür yakalamıştır. Türkiye ve İsrail daha şimdiden Kürtlerin

bağımsız devlet kurma hakkını destekler açıklamalarda bulunmuşlardır. Sürece en temkinli yaklaşanlardan ABD ise menfi veya müspet yönde bir görüş belirtmemiştir. Her halükarda Kürtler pozisyonlarını güçlendirmişler ve merkezdeki Maliki hükümetiyle sıkıntı yaşadıkları petrol ihracı konusunda serbest kalmışlardır. Çünkü şu sıralar Maliki nin Kürtlerle çatışması mümkün değildir. Güney Kürdistan fiilen bağımsızlığa gitmektedir. AKP nin ve Erdoğan ın bu gelişmelere olumlu yaklaşması ise boşuna değildir. Bu sayede hem Kürt petrolü ve hem de IŞİD in kontrolündeki bölgede çıkan petrol Türkiye üzerinden dünya pazarına satılabilecektir. Türkiye bunun pazarlıklarına çoktan başlamış durumdadır. Suriye den beri desteklediği IŞİD e bu son süreçte ses çıkarmamasının sebeplerinden biri de budur. Diğeri ise kendisinin de karşı olduğu Maliki rejiminin devrilmesidir. IŞİD in ilerleyişi ikisini de sağlayacak bir gelişmedir. Ayrıca AKP hükümeti Suriye de Kürtlere karşı bir vurucu güç olarak destekleyip silahlandırdığı IŞİD in ilerleyişine ses çıkarmamış ve Musul daki Türk Büyükelçiliğinde 40 a yakın diplomat ve çalışanın bu örgüt tarafından esir alınmasının ardından, medyaya bu konuda yayın yasağı getirmiştir. Dolayısıyla şu anda MİT üzerinden IŞİD le yürüyen pazarlıkların sadece rehinelerin kurtulması üzerinden yürüdüğünü düşünmek saflık olur. Asıl pazarlık bundan sonraki Irak üzerine yürütülmektedir. Erdoğan ın hesapları büyüktür. Bölünmüş bir Irak ve Suriye de ortaya çıkmış bir Sünni Arap yönetimi ve bağımsızlığını kazanmış bir Güney Kürdistan ın varlığında, bir yandan çok ihtiyaç duyduğu enerji ihtiyacının önemli bir kısmını karşılamayı ve böylece Rusya ve İran a bu konudaki bağımlılığını azaltmayı ümit etmekte, diğer yandan da Kürtlerin ve Sünnilerin hamiliğini üstlenerek bölgedeki gücünü ve nüfuzunu arttırmayı hayal etmektedir. Bu arada Barzani sayesinde içerdeki Kürt sorununa da kendince çözüm bulmak niyetindedir. Örneğin Türkiye ile ittifak halindeki bağımsız bir Güney Kürdistan ın Rojava yı yutması yahut kontrolüne alması, içerdeki Kürt hareketinin de Barzani yardımıyla bölünmesi ve kuşkusuz birtakım tavizler verilerek susturulması niyeti, Erdoğan ın halihazırda izlediği oyalama politikalarına da açıklık getirmektedir. Bu yüzden AKP sözcüleri bir yandan Güney Kürdistan ın kendi kaderini tayin hakkını destekler açıklamalar yaparken diğer yandan ise utanmaz ve ikiyüzlü bir biçimde, Türkiye deki Kürtlerin bu hakkını ağızlarına bile almamakta, onları oyalamaya çalışmakta ve yeri geldiğinde de saldırmakta bir beis görmemektedirler. Ancak Erdoğan ın evde yaptığı hesabın çarşıya ne kadar uyacağını zaman gösterecektir. Birincisi Kürtler Erdoğan ın zannettiği kadar kolay lokma

olmadıklarını defalarca kanıtlamışlardır. TC nin İslamcı örgütlenmeleri ve/veya farklı Kürt siyasetlerini kullanarak Kürt hareketini bölme ya da PKK yi yalıtma çabaları şimdiye kadar hiç başarılı olmamıştır. Üstelik Rojava da hâkimiyet PKK çizgisindeki PYD dedir ve Barzani nin bu bölgedeki etkisi zayıftır. İkincisi, bir süredir arasının iyi olduğu Barzani yle ilerde ters düşmeyeceğinin hiçbir garantisi yoktur. Çünkü bölgedeki tek oyuncu Türkiye değildir. Unutmamak gerekir ki asıl oyun kurucu ve belirleyici güç ABD dir. ABD nin onay vermediği bir planın Ortadoğu da hayata geçmesi mümkün değildir. ABD ise bölgede kendi planlarını ve çıkarlarını yürütecek sadık ve söz dinleyen bir güce ihtiyaç duymaktadır ve Erdoğan ın bu kategoride olmadığı herkesin malumûdur. Yani Erdoğan ın başkanlığında ve Kürtlerin ve Sünnilerin hamiliğini üstlenmiş güçlü bir Türkiye nin ABD nin ne kadar işine geleceği çok tartışmalıdır. Tam da bu ve benzer sebepler yüzünden Obama yönetimindeki ABD son dönemlerde Ortadoğu da bir denge politikası yürütmektedir. Bush zamanında Irak ı işgal ederek mevcut dengeleri tamamen altüst eden ve ardından da Sünni-Şii kamplaşmasının temellerini atarak Ortadoğu nun cinini şişeden çıkaran ABD, Obama yönetimiyle birlikte dengeleri yeni temellerde oluşturmak yönünde bir politika izlemiştir. Önce ikilik çıkartmış sonra da bazen Sünnileri bazen Şiileri destekleyerek denge kurmaya çalışmıştır. ABD, böl ve yönet taktiğinin en işe yarar emperyalist taktiklerden biri olduğunu çok iyi bilmektedir. Başlangıçta, Saddam ı devirdikten sonra Irak ta Şiilerin önünü açmış ama İran ın etkisini kırmak için Irak dışındaki bölgelerde ılımlı Sünni akımlara destek vermiş olan ABD, Sünni kesimin genel anlamda yükselişe geçmesi ama aynı zamanda bu kesimin liderliğine oynayan Erdoğan ın kontrolden çıkması, ayrıca da El Kaide vb. radikal Sünni İslamcıların da fazlaca semirmesi üzerine dümeni kırarak İran a el uzatmıştır. Bir yandan Erdoğan ve Maliki gibi söz dinlemeyen otoriter liderlerden, diğer yandan da şu anda hedef tahtasında olan radikal Sünni İslamcı güçlerden kurtulmak isteyen ABD, Irak taki durum konusunda da İran la birlikte hareket etmek üzere adımlar atmıştır. Fakat ABD nin planlarının sorunsuz yürümesi kolay değildir. Çünkü İran la girdiği yakınlaşma süreci İsrail, Rusya, Suudi Arabistan ve Türkiye gibi ülkeleri (ki bunların Rusya hariç hepsi ABD nin bölgedeki müttefikleridir) kızdırmıştır. Ve bu ülkeler de ama el altından ama açıktan, ABD nin aleyhine gelişmelere destek olmuş, göz yummuş veya önünü açmışlardır. Dolayısıyla şimdi ABD hem yükselen Sünni güçleri dengelemek için İran la